Yeni Üyelik
12.
Bölüm

on bir

@badesol

Uğruna yaşayacak bir nedeni olan kişi, neredeyse bütün nasıllara dayanabilir.

 

 

**********

 

 

 

 

 

 

Telefonuma kilitlenen bakışlarımı ona belli etmemeye çalışarak normal tuttum. Arkadaşlarımdan gelen alelade bir mesajmış gibi tepki vermeden ekranı kilitleyerek telefonu düz bir şekilde masanın üzerine bıraktığımda dikkatli bakışları üzerimde, her hareketimi inceler vaziyetteydi. Bir öfke patlamasının daha orta yerinde bulunmak istemiyordum, en azından bu günlük.

 

Dudaklarıma yerleştirdiğim ufak bir cilveli tebessümle kollarımı omuzlarından uzatıp ellerimi arkada kenetledim. İmalı bakışlarımı gördüğünde tepkisizliğini korumaya devam etti. Şüpheci bakışları üzerimdeydi, oralı olmadım.

 

"Öyle bakma." Boğuk sesi bakışlarıma yansıdı. Yaramaz bir gülüş kısıkça dudaklarımdan çıktığında başımı bir omzuma eğdim.

 

"Nasıl bakıyorum ki?" derken omuzlarımı silkip göz süzdüm. Ela gözlerine çöken gölgeler dikkatini dağıtmayı başardığımın göstergesiydi.

 

Yavaş bir tavırla dilini alt dudağının üstünde gezdirip ıslattıktan sonra "Minik serçemin canı oyun mu istiyor?" deyiverdi. Sorudan çok bir cevap gibiydi. Kıkırdadım. Dudaklarımı büzdüğümde erkeksi kısa bir kahkaha genzinden aramıza düştü; alt dudağını dişlerinin arasına hapsedip başını iki yana salladı.

 

Dünyada onlarca erkek arasından böyle bir afet-i devranı bulduğuma inanamadığım bir manzara tam karşımda gözlerime ziyafet çektiriyordu. İçimde yükselen ateşi gözlerimden okur gibi olduğunda belimdeki ellerinden birinin işaret parmağını sırtım boyunca usul usul kaydırdı.

 

Nabzım içimde yanan ateşle artmaya başladığında bunu hissetmiş gibi gülüşü soldu. Ense kökümdeki saçlarıma ulaştığında parmaklarının arasına doladığı saçlarımı hafifçe çekerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

 

Gözlerimi gözlerinden bir an olsun kaçırmadım. Tıpkı onun yaptığı gibi dilimi aheste aheste dudağımın üzerinde dolaştırırken çok kısa bir an bakışlarımı dudaklarına indirip hedef şaşırttım ve geri gözlerine çıkardım.

 

Bu cüretkar tavrımı gördüğünde ensemdeki eliyle hızla yüzümü yana eğerek yüzüne doğru ittiğinde bir an hoyratça dudaklarıma kapanacak sandım. Beklediğim gibi olmadı. Dudakları dudaklarımın hemen üstünde, sıcaklığı hissediliyor ama temas etmiyorken yüzündeki şehvet silindi.

 

Nadiren gördüğüm o ciddi ifade yüzüne yerleştiğinde dudaklarını araladı. "Karşında ipleri elinde olan bir kukla olmadığımı ne zaman anlayacaksın yavrum?" Kaşlarım çatıldı. Şaşırtmayı amaçladığım hedefi, şaşırttığında zekasını hafife aldığımı anlamam birkaç saniyemi aldı.

 

Bozuntuya vermedim. İşveyle gülüp dudaklarımı büzdüğümde tadım dudaklarına bulaştı. "İpleri elime aldığımda." Biraz düşünüyormuş gibi başımı geri çekip kısa bir süre havaya baktım. Bakışlarımı tekrar ona düşürüp çocukça bir yaramazlıkla gülüp omuzlarımı silktim. "Belki."

 

''İşimiz var seninle.'' diye söylenirken bu hallerimden keyif aldığı yüzünden okunuyordu.

 

Kapı zilinin sesi evde yankılandığında sevinsem mi üzülsem mi bilemediğim bir karmaşıklıkla kucağından kalktım.

 

"Birini mi bekliyordun?" Başını salladı.

 

"Zeynep." Kaşlarım havalandı. Hoşnutsuzlukla mırıldandım. Bilmemeyi sevmiyordum.

 

"Ne kaçırdım?" Güldü. "Sen uyurken aradı. Ankara'ya gelmiş. Mirza onu almaya gitmişti. " Yan yana gelmemesi gereken ikili.

 

Hafifçe kıkırdayarak "Umarım yolda birbirlerini öldürmemişlerdir. Zeynep ümüğünü sıkmak için fırsat kolluyordu en son." derken mutfaktan çıkıyordum.

 

Arkamdan gelen adım sesleri peşimde olduğunu gösteriyordu. Sözlerimle güldü. "Mirza'yı öldürmek her yiğidin harcı değildir, emin ol."

 

Sözlerinin altında yatan eminliği anladım. Kapı tekrar çaldığında eş zamanlı olarak kulpunu indirerek açtım. Zeynep beklediğimin tersi bir surat ifadesiyle "Merhaba!" diye şakıdı. Rol yapıyordu. Göz çevresindeki kızarıklık gelmeden önce ağladığının göstergesiydi. Sanırım mezarlığa gitmişti.

 

O bana sarılırken ardından içeri giren Mirza'nın suratı sirke satıyordu. Oh olsundu.

 

"Aşkım, hoşgeldin." İçten söylenişimin ardından çaprazımızdan bir öksürük sesi geldiğinde ayrıldık.

 

"Hoşgeldin Zeynep." Cihangir'in sesiyle Zeynep ona dönüp "Hoşbuldum." diyerek içeri yöneldi. Kapıyı kapatıp peşinden ilerlerken yanımda yürüyen Cihangir kulağıma eğildi. "Hep böyle aşkım der misin?"

 

İmalı bakışlarım yüzüne çevrildi. Cilveyle çok olağan bir şeymiş gibi omuzlarımı silkip konuştum. "Evet, herkese söylerim. Benim için su içmek kadar sıradan bir şeydir." Kaşları anında çatılırken afallamış bir suratla bana bakakaldığında kıkırdayarak salona ilerledim. Mirza tekli koltuklardan birinde suratı asık bir şekilde telefonuyla ilgileniyordu.

 

Zeynep, üzerindeki siyah kabanı ikili koltuğun ucuna bırakıp oturduğunda yanına yerleştim.

 

"Nasıl geçti yolculuk?" Dikkati telefondan bize çevrildiğinde "Evet, nasıldı yolculuk çingene?" diye inatlaştı Mirza. Çocuk musun sen, bakışımı attığımda karşılık olarak, aynen çocuğum ne olmuş der gibi başını salladı.

 

Zeynep sert bakışlarının hedefine onu aldığı esnada Cihangir karşıdaki tekli koltuklardan diğerine çöktü.

 

"Senden hoşlanmıyorum." Net cümlesi Mirza'yı hiç etkilemezken omuzlarını silkerek "Ben sana bayılıyorum." diyerek beklemeden cevapladı.

 

"O meymenetsiz suratını gözümün önünde tutmamaya çalış. Görünce midem bulanıyor." Kibarlıkla çok olağan bir şey konuşuyormuş gibi atışmalarını tenis maçı izler gibi izliyordum. Nefret, sevgiden güçlü bir bağdı. Ve nefretin hangi duyguya evrileceği hiç belli olmuyordu. Ufak bir tebessüm dudaklarıma bir kelebek edasıyla kondu.

 

"Gözünün önünden bir saniye ayrılırsam şerefsiz evladıyım." Tüm rahatlığıyla söylediği cümle meydan okurcasınaydı. Zeynep'in bir şey demesine müsaade etmeden Cihangir araya girdi.

 

"Verda sultan aradı. Artık hangi ağzı gevşek kuştan haber aldıysa geldiğimizi, akşam yemeğe bekliyor." İmayla Mirza'ya baktığında bakışlarına memnuniyetsizlik hakimdi.

 

"Bana ne bakıyorsun oğlum? Her sene bu gün geldiğimi biliyor, beni görmeden gidersen hakkımı haram ederim, verdiğim sütler burnundan fitil fitil çıkar, dedi. Süt de vermedi halbuki.." yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. "Çok mu yaşlandı lan acaba? Kafa gitmeye mi başladı, ne diyorsun?"

 

Cihangir elinin altındaki yastığı ani bir manevrayla suratına fırlattığında Mirza hızlı bir refleksle başını sola eğip yastığın arkadaki duvara çarpmasına sebep oldu. "Düzgün konuş, ağzını dikerim senin."

 

Küfür gibi söylediği cümle gülme hissiyatı uyandırdı içimde. "Verda kim?" sorusu Zeynep'ten geldi.

 

"Babaannem." Ailesiyle mi tanışacaktım? Gerginlik zihnime tohumlarını ekip sulamaya başladı. Aile ortamlarını sevmediğimden değildi, kendimi ait hissetmediğimdendi. Zihnimi okurmuşçasına bir ifade yüzüne yerleştiğinde bakışlarının odağı bendeydi. Gözlerinde yer edinen şefkat ruhumdaki boşluklara doğru usul usul sızdı. Bakışlarının altında, oturduğum koltukta un ufak olduğumu hissettim. Hülyalı bakışlarım, Zeynep'in kısık öksürüğüyle üzerinden çekildi.

 

Ona karışan ruhum bedenime geri çekildiğinde, gerçekliğe döndüm. ''Ben bir duş alabilir miyim?''

 

Oturduğu koltuktan hızlı bir şekilde kalktı. ''Gel.'' Peşinden hareketlendiğimde merdivenlerin önünde duraksayıp yanına varmamı bekledi. Arkası dönük bir şekilde elini arkaya doğru uzattığında tutacağımdan emindi. Tuttum. Uzattığı her eli tutmak varoluşumun bir parçasıymış gibi. Nereye götüreceğinin önemi yokmuş gibi. Elleri, ellerime uzanmak için yaratılmış, tutunca tamamlanmış gibi.

 

Avucunun arasına kaydırdığım elimi güçlüce kavradı. Yan yana merdivenleri aşıp üst kata çıktığımızda koridorun sonundaki, uyuduğum, odaya girdik. ''Üzerimi sen mi değiştirdin?'' Hatıralar zihnimde can buldu.

 

''Aksi mümkünmüş gibi..'' derken ters bir bakış attı, karşımda durdu. Bakışlarında dünyanın en güzel aynı zamanda en kırılgan varlığını ellerinde tutuyormuş gibi bir tedirginlik, sahiplenici bir ifade.

 

Böyle anlarda, yüzüme bu şekilde bakarken kanın hızlı akışının önüne geçemiyordum. Bir yere, bir insana, bir hisse ait olmaya öyle açtım ki, uzak durmaya çalışsam da en nihayetinde kendimi her defasında gözlerine bakarken bulmamın yegane sebebi buydu. Bir insanın bulmak için ömrünü harcayacağı her şeyi varlığıyla, tek bir bakışıyla dahi sunabilmeyi nasıl başardığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Göğsüme ilmek ilmek işlenen tüm acıların mükafatı bakışlarında saklıymış gibi, öyle yoğun, öyle içten.

 

''Ne oldu?'' Sorusu düşüncelerimi böldü. Ona öylece bakakaldığımın farkına varınca öne arkaya hafifçe sallandım.

 

''Gözle göremediğim bir ipi bağlamışsın sanki ruhuma, ısrarla kendine çekiyormuşsun gibi hissediyorum.'' Açık sözlülüğümü beklemediği aşikardı. Hiçbir zaman duygularımı açık bir şekilde ifade etmeyişim beklemeyişinin açıklamasıydı.

 

Oysa o tanıştığımız ilk andan şu ana dek daima açık ve netti. İstiyordu ve çabalıyordu. Kuyunun dibinde gördüğü cılız bir ışığa umutla atlıyordu.

 

''Bende öyle hissetmiştim.'' Dalgın bakışları ardıma kaydı. ''Seni ilk gördüğüm andan itibaren. Yorulmak nedir, durmak nedir bilmeyen bir sancıyla kendine çekiyormuşsun gibi.''

 

Sesinde anlamadığım ıstırap verici bir ton. Gözlerindeki uzay boşluğunda parıldayan yıldızları sakındığı bir an.

 

''Acı vericiymiş gibi söyledin.'' Kısık çıkan sesim çekingendi. Bilmeden ruhuna yaralar mı açmıştım?

 

Gözleri bana çevrildi. Dudakları hafifçe iki yana kıvrılıp bir tebessüme yer açtı. Öne doğru bir adım atarken elleri yüzüme uzanıp saçlarımı hafif bir dokunuşla geriye itti. Bir nefes dudaklarının arasından sızdı.

 

''Bir yangın nasıl acı verici olmaz, dilhunum. Asıl şaşırtıcı olan ne biliyor musun?'' Sesinde yer alan yoğunluk göğsümün ortasına bıçağını sapladı. ''Bilmiyorum.'' diye mırıldandım.

 

Gülüşü genişledi. ''Yanmaktan keyif almak her yiğide nasip olmaz.'' Dizlerimdeki güç çekildi. Saplanan bıçak hızla geri çekildi. Nefesim boğazımda tıkandı. Buruk bir gülümsemeyle yüzüne bakarken içimde anlam veremediğim, varlığından bile haberimin olmadığı bir boşluk, zihnimi kurcaladı. Şüphe bir tohum oldu zihnimin toprağına ekildi.

 

''Hala yakıcı mı.. yani acı veriyor mu?'' Kararsız sesim aramıza oturduğunda bir saniye duraksamadı.

 

''Kahrın da lütfun da başım üstüne, gönlü güzel kızım benim.'' Üzüntü göz pınarlarıma tahtını dikip oturdu.

 

''Ben akşam gelmesem?'' Çekingen soruma kaşlarını çattı. ''Neden rahatsız oluyorsun?''

 

Omuzlarımı silktim. ''Aile ortamlarında nasıl davranmam gerektiğini pek bilmiyorum. Ait hissetmiyorum, hep bir diken üstündelik kamçılıyor zihnimi.'' Dürüstlükle verdiğim cevap onda anlayışlı bir bakışa yer açtı. Saçlarımın üstüne bir öpücük kondurduğunda düşüncelerim etrafa dağıldı. ''Ait hissetmen gereken tek yer, benim yanım. Diken üstünde hissettiğin an kalkarız, olur mu?'' Fısıltılı sesine karşı başımı salladım. ''Olur.''

 

Bakışlarımı etrafa çevirip bir iki adım geriledim. ''Çantam..'' diye mırıldandığımda pencerenin hemen önündeki çantamı işaret etti bakışlarıyla.

 

Hemen sonra ''Banyodaki dolapta temiz havlular var, ben çıkayım sen duşunu al.'' diyerek odanın çıkışına adımlayıp kapıyı ardından kapattı. Arkasından derin bir nefesi koyverdim. Bunu yapmayı nasıl başarıyordu?

 

Sen evsin, beni sahibin eyle.

 

**********

 

Buharlı aynada elimin tersiyle bir boşluk açtım. Her zamanki o kırık dökük küçük kızın bakışları, gözlerimdeydi. Kırık döküklükle değil, evi başına yıkılmışlıkla değil. Başına bir çatı dikilmişlikle. Saklandığı karanlık kuyuya bir el uzanıp saçlarını okşamışlıkla. Gönlümdeki savaş da zihnimdeki savaş da aynıydı. Korkuyordum. Kaçmak istiyordum. Ama ellerini her defasında öyle hiç gitmezmiş, hep uzatırmış gibi sunuyordu ki ruhumdaki açlık korkuya galip geliyordu.

 

Keşke Yalçınla tanıştırabilseydim.

 

Bu düşünce aynı buruk hissi damarlarımda arşınladığında gülümsedim. ''Severdi.''

 

Kuruttuğum saçlarımın ardından çantamdan çıkardığım siyah, arkadan yırtmacı dizlerimin biraz üzerinde biten eteği geçirdim. Kalçalarımı tamamen saran eteğin üzerine aynı renkte tek kollu bir bluzu da geçirdikten sonra banyodan çıktım. O gibi kokuyordum. Siyahın tonlarında olan odanın bir köşesine montelenmiş boy aynasından kendime bir göz attığımda pek içime sinmese de iyi olduğunu kabullenip oldukça hafif bir makyaj yaptım. Dudaklarıma yedirdiğim kırmızı rujla sade görüntüme biraz hareket kattıktan sonra odadan çıktım.

 

Aşağıdan gelen seslere doğru yöneldiğimde mutfak masasında oturduklarını gördüm. Mutfağa girdiğimde taze kahve kokusu burnuma doldu. Yeni bir kupa çıkartıp kahveyi doldururken sırtımdaki bakışların hissi ellerimi titretmeye yetiyordu. Kahveyi doldurduktan sonra kupayı avuçlarımın arasına alıp kalçamı tezgaha yasladığımda bakışların üzerimde olduğunu gördüm.

 

''Bu bakışlarınızı neye borçluyum?'' Soruyu ortaya attığımda, asıl sahibine çevirdim bakışlarımı merakla. Oturduğu sandalyede arkaya yaslanmış, kollarını gevşekçe birbirine dolamış göğsünde. Üzerine siyah bol bir gömlek geçirmiş olması dahi kollarındaki kasların belli olmasının önüne geçememiş. Mirza siyah bir boğazlı kazağın altına siyah bir kumaş pantolon giymiş.

 

Zeynep de krem renklerindeki boğazlı, derin yırtmaçlı bir elbise giyinmişti. Hepsi hazır gibi görünüyordu ve Cihangir bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmemişti.

 

''Şahane görünüyorsun.'' Zeynep'in sesi odağımı dağıttı.

 

''Her ne kadar aynı fikirde olmak istemesem de katılıyorum.'' Mirza'nın keyifsiz sesi hafifçe gülmeme sebep oldu. Ellerim titremeyi bir an olsun kesmedi. Ona bakmak için yanıp tutuşmakla bakmamak arasındaki savaşı sürdürdüm. ''N'olur benimle aynı fikirde ol!'' Yalvarır gibi çıkan ses kıkırtımı ortaya çıkardığında tekrar atışmaya başlamış olmaları inanılmazdı.

 

''Çıkalım o zaman.'' Cihangir hiçbir yorum yapmadan durgun bir sesle konuşup ayaklandığında Zeynep ve Mirza birbirlerine olan kötü bakışlarına ara verip ona ayak uydurdu. Keşke kahvemi içebilseydim..

 

Antrede asılı olan siyah kabanımı üzerime geçirip, siyah topuklu kısa çizmelerimi de ayaklarıma geçirip ayaklandım. Çantamı omzuma asarak evden çıktığımda belime temas eden elin sahibi kaburgalarımı titretti. Yanımda ilerlemeye başladığında "Niye kırmızı?" fısıltısı kulağıma doldu.

 

Anlamaz bir ifadeyle ona baktım. "Ne?"

 

"Ruj. Kırmızı sürme." Kaskatı çıkan sesi zihnimi karıştırdı. Şu an ne demeye çalışıyordu?

 

"Neden?"

 

"Damarlarımda akanı dudaklarına çalman sorun değil, bunu yalnızca benimle baş başa kaldığında yapmayı dene bir dahaki sefere." Anlamaz bir ifadeyle ısrarla ona baktığımda üstü kapalı konuşmasının ardında ne söylemeye çalıştığını bir türlü zihnimde oturtamamıştım. Kıskançlık mı yapıyordu?

 

Arabanın yanına vardığımızda ön yolcu koltuğunun kapısını açarak binmemi bekledi. Bindim. Kapıyı ardımdan kapatıp sürücü koltuğuna oturdu. Herkes bindikten sonra araba kasvetli havayı yararcasına öne doğru atıldı.

 

Sessiz bir yolculuğun ardından epey büyük, üç katlı bir evin önünde durduğumuzda bakışlarım şaşkınlıkla evde dolandı. ''Burası mı?'' diye sorarken omzumun üstünden onlara bir bakış attım.

 

Arabanın anahtarını cebine atıp ''Evet.'' diyerek onayladı.

 

''Babaannem ne iş yapıyor demiştin?'' Meraklı soruma kısıkça güldü. ''Dedem iyi bir iş adamıdır.'' Alçakgönüllülükle söylediği şeyin, söylediğinden çok daha fazlası olduğunu anlıyordum. Bu köşk de bunun kanıtıydı.

 

Bir elini ayırmamaya yeminliymiş tekrardan belime yerleştirip kapıya yöneltti. Zile bastığında birkaç saniye sonra kapı yaşça büyük bir kadın tarafından açıldı.

 

''Hoşgeldiniz!'' Kadının coşkulu konuşmasına ''Hoşbulduk Zahide sultan. Yemeklerini nasıl özledim bir bilsen..'' diye aynı coşkuyla karşılık verdi Mirza. Kadın utançla gülümsedi. Cihangir öne atılıp kadına içten bir şekilde sarılırken söze girdi. ''Hoşbulduk Zahide teyzem. Kim var?''

 

Geri çekildiklerinde kadın ''Verda Hanımla Cahit Bey. Buğra, Firuze, Ayça ve amcanız da içeride.'' dediğinde dudaklarında işgüzar bir gülümseme vardı.

 

Maaile, diye fısıldadı zihnimden bir ses. İsimlerini duyduğum an kasılan vücuduma karşın kabanlarımızı Zahide hanıma verip evin içine doğru adımladığımızda ona bir bakış attım.

 

Elini bel boşluğuma sardı. ''Yanındayım.'' Fısıltısı büyük salona girmeden hemen önce kulaklarıma doldu. Sesi yatıştırıcı bir etki yarattı.

 

Varlığımızı fark eder etmez hepsinin yüzüne şaşkınlık izini çaldığında sırayla ayaklandılar. Babaannesi diye tahmin ettiğim, üzerine beyaz bir etek ceket takımı giymiş, saçları beyazlamış kadın ''Oğlum!'' diyerek bize doğru yaklaştığında Cihangir de ''Babaanne.'' diye söylenip ona yanaşıp kollarının arasına girdi. Babaannesi kollarının arasından başını uzatıp Mirza'ya baktı. ''Sen de gel buraya eşek sıpası. Geberteceğim ikinizi de!'

 

Mirza gülerek yanlarına gidince Zeyneple birbirimize baktık. İkimizin yüzünde de aynı bakış vardı. ''Kendimi görünmez gibi hissediyorum.'' Fısıltısıyla dudaklarımı dişlememek için kendimi kastım. ''Aynı duyguları paylaşıyoruz.''

 

''Evladım ayakta kaldınız, buyurun geçin. Eşek sıpaları niye tanıştırmıyorsunuz bizi?'' Dedesinin huysuz söylenmesiyle ayrıldıklarında Cihangir yanımda durdu. Bakışları bir bana bir ailesine döndü. ''Figen, Zeynep,'' bir an duraksayıp sırayla hepsini işaret ederek tanıttı. Herkesle sıra sıra selamlaştıktan ve tanışma faslından sonra koltuklara oturduğumuzda yanıma çöktü. Buğra ve Firuze amcasının çocuklarıydı. Ayça, Buğra'nın nişanlısıydı. Ve amcası. Cihangir'in keskin bakışları dedesinin kopyasıydı ve amcası da aynı bakışlara sahipti.

 

''Nasılsınız çocuklar? Kusura bakmayın sizi de öyle ayakta beklettik..''

 

''İyiyiz Cahit Bey. Estağfurullah asıl siz kusura bakmayın, bizim geleceğimizden haberiniz yoktu sanırım.'' Sarf ettiğim cümlelerden sonra tüm bakışlar üzerimde toplanırken gerginliğim dalgalar halinde etrafa yayılıyordu. Bunu fark etmiş gibi bir elini sırtıma koyup yavaşça okşadı. Parmak uçlarından yayılan rahatlık bedenime aktı.

 

Cahit Bey sözlerimin hemen ardından kaşlarını çatarken ''Ne Bey'i kızım, Cahit amca diyeceksiniz. Evlatlarım sizi buraya getirdiyse sizlere değer veriyorlar demektir. Bize de sizi aileden saymak düşer.'' dediğinde nefesim tıkandı. Aileden sayılmak.

 

Evlatlarım?

 

Bulanıklaşan zihnim cevap vermemi zorlaştırırken Zeynep sözü devraldı.

 

''Tabii Cahit amcacığım, siz nasılsınız? İyisiniz inşallah?'' Hanımefendiliği takdire şayandı keza Mirza kıstığı gözlerini ona kilitlemişti.

 

''Hamdolsun idare ediyoruz. Torunlarım daha sık ziyaretimize gelse çok daha iyi olacağız değil mi hanım?'' Sözünün sonlarına doğru Verda Hanıma baktığında gözleri parlıyordu. Cihangir, dedesine benziyordu. ''Biz eşek başı mıyız dede ya? Sen niye adamdan saymıyorsun bizi?'' Buğra'nın sitemkar sesi ortama düştü.

 

''Seni niye adamdan saysın oğlum? Aslan gibi torunları biziz Cahit dedemin. Değil mi dede?'' Mirza'nın çocukça şımarmasını gülümseyerek izledim. ''Aslan görmesek inanacağız..'' Zeynep'in dudaklarında eğreti duran gülümsemesinin arasından çıkan fısıltılı sözleri Cihangir'in seslice gülmesine sebep olduğunda bizi ele verdiği için uyarı dolu bir bakışla ona döndüm. Başını önüne eğmiş baş ve işaret parmağıyla burun kemerini sıkıyordu.

 

''Cihangir oğlum sen de mi ya?'' Buğra'nın isyan okları bu sefer de ona döndüğünde, Cihangir'in onlara güldüğünü sanmaları gevşememe sebep oldu. "Beni karıştırıp başımı ağrıtmayın oğlum, şu an çok huzurluyum." Cevabıyla bakışlarım kısa süreliğine tekrar ona döndüğünde o da imalı bir gülüşle yüzüme bakıyordu. Etraftakilerin bakışlarına yerleşen aydınlanma oturduğum koltukta rahatsızca kıpırdanmama sebep olduğunda dikkatleri üzerimizden çekmek adına söze girdim.

 

"Bana seni daha çok seviyorlarmış gibi geldi.." Buğra'ya gülümsediğimde Mirza'nın gözleri kocaman açıldı.

 

"Hiç beklemediğim yerden ihanete uğradım." Acıklı söylenişi bizi keyiflendirirken meydan okuyan bakışlarımla ona göz kırptığımda karşılık vermeyeceği suratından okunuyordu. Ne de olsa mahçuptu.

 

"Sen daha çok vurulacakmışsın gibi geliyor bana Mirzacığım. Aman kendine dikkat et maazallah başına bir şey gelirse çok üzülürüz." Sahte gülümsemesinin ardından Zeynep'in söyledikleriyle onun dudaklarına da itici bir gülümseme yerleşti.

 

"Seni hiçbir zaman üzmeyeceğim canım hiç aklın kalmasın. Olan da boşa harcanmasın, üzülürüm." Dudaklarından çıkan her cümle için yedi kere dudaklarını yıkayacakmış gibi bir surat ifadesi vardı yüzünde ve bu iletişimin altında yatan seni ilk fırsatta öldüreceğim temasını sadece Cihangir ve ben anlıyorduk.

 

Kısa bir sohbetin ardından yemek masasına geçtiğimizde yanımda Cihangir, karşımda Zeynep ve Mirza oturuyordu. Gerginliğim her ne kadar azalmış da olsa mideme oturmuş vaziyetteydi ve pek bir şey yiyebileceğimi zannetmiyordum.

 

Zihnimde şimdiden beliren birden çok soru vardı ama ilk ikisi en önemlisiydi.

 

Cihangir'in ailesi neredeydi ve Mirzayla Cihangir kardeş miydi?

 

Mirza'nın yakın bir arkadaştan çok öte olduğu aşikardı. Verda Hanım ve Cahit amca ikisinden torunlarım diye bahsediyordu.

 

"Siz ne iş yapıyorsunuz kızlar?" Amcasının sorduğu soruyla ona döndüm.

 

"Doktorum ben. Reyhanlı devlet hastanesinde gönüllü görevdeyim şu an." Başını sallayarak Zeynep'e döndüğünde elindeki bardağı masaya geri bırakıp "Diş hekimiyim ben de, yeni atandım askeriyedeyim." diye cevapladı.

 

"A aa bizim çocukların komutanlığında mı?" Verda Hanım'ın sesindeki coşku ortamı ısıttı.

 

"Evet Verda Teyze, orada."

 

"Ay ne yiyor ne içiyor bunlar diye hep aklım onlarda kalıyordu. Sen bana numaranı ver de arada bir arayayım ben seni kızım." Zeynep kocaman bir gülüşle tabii sen ne zaman istersen arayabilirsin diye söylendiğinde bu masaya ne kadar yakıştığını düşünmeden edemedim.

 

"Ee Figen kızım, nerelisin, kimlerdensin?" Cahit Amcanın sorusuyla nefesim boğazıma dizildi. Ağzımdaki lokmayı güçlükle yutup hafif bir tebessümle ona döndüm.

 

"Kocaeli, İzmitliyim ben Cahit Amca. Babam kalp cerrahı, annem de ressamdı.." kısa bir duraksama. Bunu fark eden Cihangir bir elini masanın altından bacaklarımın üzerine koyduğunda ona dönen bakışlarımla içten bir gülümseme gönderdim. Yanımdaydı.

"Bir abim var, komiser yardımcısı. Öyle küçük bir aileyiz."

 

Anladım dercesine başını salladı. "Baba mesleğini devam ettiriyorum diyorsun yani, Cihangir gibi." Yüzüne çöken hüzün göz bebeklerine oturdu. Cihangir'in babası neredeydi?

 

"Küçükken çok özenirdim babama, bende babam gibi olacağım diye anneme söz vermiştim. Bizde söz ağızdan çıktı mı senettir." Bu kadar soğukkanlı oluşum kendimi dahi şaşırtıyordu.

 

 

Bacağımdaki elinden gerginliği vücuduma yayıldığında bir elimi elinin üstüne örttüm. Dudaklarında bir tebessüm yeşerdi. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip ellerimizi kenetledi. Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum Cihangir. Tuttukça güçleniyorum.

 

"Ay ben seni birine benzetiyorum geldiğinden beri ama annem ressamdı deyince hatırladım." Firuze'nin sözleriyle hepimiz ona döndüğümüzde devam etti. "Işık Kayra Demirhan mıydı annen?"

 

Işık Kayra Demirhan. Biriciğim.

 

Usulca başımı salladığımda gözlerine yerleşen hüzün içimi yaktı.

 

"Annemin en sevdiği sanatçılardan biriydi. Evimizde birkaç imzalı tablosu var, anlattığına göre annemle arkadaşlarmış. Başın sağ olsun." Şaşkınlık sadece beni değil yanımdaki adamı da esiri ettiğinde onun da bu bilgiye sahip olmadığını anladım. Firuze mahçup bir bakışla başını önüne eğdiğinde dudaklarıma acılı bir tebessüm yerleştirip başımı salladım. Masadakilerin odağı üzerimizdeyken ölüm sessizliği kulaklarımı sağır edercesine arttı.

 

"Annenin adı neydi?" Annem melek olup uçmasaydı, ben Reyhanlı'ya gitmeseydim yine de Cihangirle tanışabilecek olma ihtimalimiz göğsümde bir çicek açtırdığında merak zihnimde kol geziyordu.

 

"Suzan Kurt. Şimdi şehir dışında ama onun da olduğu bir gün bize gel, kızım. Seninle tanışmak onu çok mutlu edecektir." Amcasının cevaplamasıyla göğsüm genişledi. Suzan Kurt. Hayal meyal hatırlıyordum annemin birkaç kere Suzan diye birinden bahsettiğini. Canım annem hatırlanıyordu. Annem unutulmamıştı. Annem hala hayatıma elindeki boya fırçalarıyla rengini çalmaya devam ediyordu. Geldiğimden bu yana ilk defa samimi bir gülüş dudaklarımda can bulduğunda "Çok isterim. Çok teşekkür ederim." diye cevapladım hevesle.

 

 

************

 

Elimdeki cin tonikten bir yudumu genzimden yuvarladığımda vücudumun biraz gevşeme ihtiyacına kulak veriyordum. Karşımdaki sarışın kız gözlerini üzerime kilitlemiş zihninde bir şeyi oturtmaya çalışıyormuş hissiyatıyla bakıyordu. Gözlerimi bir saniye olsun tıpkı onun gibi üzerinden ayırmadım.

 

Yemeğin ardından Buğra'nın bizim çocuklar çağırıyor ısrarlarıyla geldiğimiz bir mekandaydık. Arka fonda The Weeknd'in viral parçalarından biri çalıyordu. Üst katı oyun salonu alt katı kulüp olan mekanın bilardo kısmında oturuyorduk. İsmini zihnime kazıdığım kız ise Cihangir'i yanımda gördüğünden itibaren mavi gözlerini bir saniye üzerimden ayırmamıştı. Arada bir başını yanında oturan esmere eğiyor, bir şeyler söylüyor ve esmer kızın da bana bakmasına sebep oluyordu. Seziyordum. Anlamak için zeki olmaya gerek yoktu zira her kadın hareketlerinin sebebini anlardı.

 

"Öğretmemi ister misin?" Yanımdan gelen sesle bakışlarımı kızdan ayırıp elalarına çevirdim. Oyunbaz bir tavırla "Nasıl oynanıyor?" diye sordum. Kurt tuzağıma ilerledi.

 

"Oynamak ister misin?" Müziğin arasından duyduğum sesine başımı salladım toyluk barındıran hevesimle.

 

"Kuru kuruya oynamam yalnız." Bak sen, dercesine dudaklarını kıvırdı. "Çok mu cesurmuş benim minik serçem?"

 

"Çabuk kavrarım diyelim." Omuzlarımı silktim. Elimdeki kadehi kavrayıp masaya bıraktı. Masadakileri umursamadan ayaklanıp elini uzattığında parmaklarımı parmaklarının arasına kaydırıp ayaklandım. Üzerimizdeki bakışları önemsemeden arkadaşlarının oynadığı masanın yan tarafındaki boş masaya ilerledik.

 

Oyunun genel kurallarından bahsettikten sonra ıstakayı uzattı. Elinden alıp kavradığımda arkama geçti. Bedeninden yayılan sıcaklık kıyafetlerimi yok sayıp tenime yayıldı. Nasıl tutmam gerektiğini gösterdiğinde masaya doğru eğildim. Kalçam kasıklarına çarptı. Kısa bir an ikimiz de kasıldık. Istakayı bilerek yanlış tuttuğumda bedenini bedenime yaslayıp eğildi. Baş parmağı kolum boyunca yavaşça ilerleyip ellerime vardı. Ateş şimdi daha yakıcıydı.

 

Tüylerim arşa kalktı. "Böyle tutacaksın." Boğuk konuşmasıyla nefesi kulağıma çarptı. Bedenimi hafifçe hareket ettirip "Böyle mi?" diye sorduğumda, kasıklarında hareket eden kalçalarım dikkatini dağıtmış gibiydi. Sınırlarında gezindiğimin farkındaydım. Eh, hoşuma gidiyordu.

 

"Vur." diye fısıldadığında ıstakayı hareket ettirdim. Taşlar masada dağılırken aynı anda dikeldiğimizde aramızdaki elektrik vücut bulmuştu. Arkadaşları oyunlarını kesip bize odaklandı. Bizimkiler masaya yanaştığında "Bu maç bizim." diye seslendim onların oyuna dahil olmaya çalışmasının önüne geçmek adına.

 

Buğra "Yalnız Cihangir çok iyi oynar. Emin misin yenge?" diye sordu. Kısıkça güldüm. Yenge? Sarışın kızın bunu duymasıyla yüzünü buruşturması bir olduğunda Buğra'ya minnettardım. Sağ olsundu. Var olsundu, yengesinin bir tanesi.

 

"Göreceğiz bakalım ne kadar iyi oynuyor." Cihangir cürretkar tavrıma karşın gülümsediğinde hoşuna gittiğini belirten bir şekilde kaşlarını ve dudaklarını oynattı.

 

"Nesine?"

 

"Ben kazanırsam.." diye uzatarak söylendim. Bakışlarımı sarışın kızın üzerinde birkaç saniye oyaladıktan sonra yüzümü Cihangir'in yüzüne yaklaştırdım. Yanağım yanağı boyunca hareket etti. Dudaklarımı kulağına sürttüm. Alkol bana yaramıyordu. "Kutay'ın kim olduğunu anlatacaksın."

 

Sözlerimi duyar duymaz bedenini bedenimden uzaklaştırdığında vücudu kaskatı kesilmişti. Kaşları çatıldı.

 

"Bugün, mutfakta.." Daha yeni aydınlanıyormuş gibi bir bakış yüzüne yerleşti. "Mesaj ondandı."

 

Dudaklarımı büküp "Bilemem." diye mırıldanıp geriye doğru adımlarken ani bir hareketle kolumu kavrayıp bunu engelledi. Bedenim bedenine çarptı.

 

"Sana ondan uzak durmanı söylemiştim." Öfkeli sesi bizim duyabileceğimiz kadar kısık çıktığında dişlerinin arasından konuşuyordu.

 

"Evet, söylemiştin." Başımı sallayarak onayladım.

 

"Madem öyle Figen, ben kazanırsam Reyhanlı'ya döndüğümüzde bana taşınacaksın."

 

Sözleriyle kaşlarım çatılırken "Ne istediğinin farkında mısın sen?" diye yükseldim. Aklını mı yitirmişti? Kolumdaki elini indirdi. Ellerini hodri meydan der gibi iki yanına kaldırdı.

 

"Bunu sen istedin ufaklık. İki taraf için de kazançlı bir yol bence, win-win.." Sözlerinin ardından alayla suratıma baktı. "Ne oldu kaybedeceğinden mi korktun?" Öfkeli bir gülüş genzimden düştü. "Kabul."

 

Madem şeytan sensin ahdım olsun ben de sana pabucunu ters giydirecek Figen Demirhan'ım.

Loading...
0%