@badesol
|
Gecenin en siyahında Umudun bittiği yerdeyim.
Doktor odasına girince kapıyı ardımdan sertçe ittim. Saçlarımı geri itip gerginliği üzerimden atmaya çalıştım. Oyun oynamak istiyorsa ona muhteşem bir performans sergilerdim. Ne kadar iyi bir oyuncu olduğum konusunda hiçbir fikrinin olmadığı çok açıktı.
Odanın kapısı tıklatıldığında üzerinde adımın yazılı olduğu dolaba ilerlerken "Gel!" diye seslendim.
Kapının açılma sesinin hemen ardından Asude'nin sesi odayı doldurdu. "Yüzbaşıyla aranızda ne var?" Kaşlarım çatılırken ona döndüm.
"Ne demek aranızda ne var? O küstahla benim aramda hiçbir şey olamaz!" Asude sert sesimle ellerini teslim oluyormuşçasına havaya kaldırdı.
"Öyle olsun. Bir şey demedim." derken sesindeki imayı sezmiştim. Derin bir nefes alıp tekrar dolabıma dönüp siyah taytımı ve aynı renkteki sweatshirtümü elime aldım.
"Sesindeki imayı anlayabilecek kadar seni tanıdım Asu. Ne söylemeye çalışıyorsun?"
Temkinli olmaya özen gösterir gibi bir ifadeyle yüzümü inceledi hemen ardından ikili koltuğun bir ucuna çöktü.
"Darılmaca gücenmece yok?" derken sesindeki kararsızlığı anladım. Derin bir nefes verip elimdeki kıyafetlerimi koltuğun karşısındaki masaya bıraktım.
"Peki. Darılmaca gücenmece yok. Çıkar ağzındaki baklayı." Yüzüne bir gülüş yerleşirken hevesli ifadesi canımı sıktı.
"Aranızdaki elektriği görmemek için kör, sağır, dilsiz olmak gerek. Bunun farkında mısın değil misin bilemiyorum açıkçası." Hevesli olmasına rağmen aklından geçenlerin sadece küçük bir kısmını dile getirdiğinin farkında olabilecek kadar akıllıydım. Bahsettiği elektriğin de farkında olduğum gibi.
"Onunla aramda herhangi bir şeyin olmasının imkanı yok. Buna düşmanlık da dahil. Yaptığı mesleğe saygım sonsuz. Ama insani olarak haddini bilmezin teki olduğunu düşünüyorum." Üzerimdeki scrubsı çıkarıp sweatshirtümü giydikten sonra tekrar ona dönerek devam ettim. "Bütün bunların dışında bir askerle ilişki yaşamayacak kadar akıllıyım ve kendimi seviyorum."
Bu konuda normal bir insandan çok daha fazla bilgiye ve tecrübeye sahiptim. Üstelik bu bilgiler ve tecrübeler sadece Yalçın'dan ibaret değildi. Tekrar aynı hataları yapmayacak ve kendimi tekrar aynı konuma düşürmeyecek kadar dersimi almıştım.
Asu sözlerime karşılık başını salladı ardından oturduğu koltuktan kalktı. Scrubsımın altını çıkartırken taytımı eline alıp bana uzattı. Uzanıp taytımı aldığım sırada tekrar söze girdi.
"İnsanlar hep kendi planlarını yapıp kendi yollarını çiziyor. Her şey planladığımız gibi gidecek sanıyoruz. Kaderin o esnada bize kıçıyla güldüğünden eminim. Yine de dediğin gibi olsun." Omuzlarını silkerek odanın çıkışına yöneldi. Sözleriyle göğsümün ortasına pimi çekilmiş bomba koyan o değilmiş gibi kıvırta kıvırta odadan çıktı.
Bu kızın dilinin kemiğinin olmayışı ve tezat tavırları her seferinde beni güldürüyordu. Nitekim göğsümün ortasına koyduğu bombaya rağmen ufak bir kıkırtı çıktı dudaklarımdan. Başımı iki yana sallayarak gülerken üzerimi tamamen değiştirmiştim. Üniformamı krem bez çantama yerleştirdikten sonra açık renk trençkotumu da giyip doktor odasından çıktım. Nöbetim bitmişti ve eve gidip dinlenmem için vücudum bana yalvarıyordu.
Acilden geçerken bakışlarım etrafta dolandı. Gitmiş miydi? Ne yapıyorsun sen? diye kendime kızarken adımlarımı hızlandırdım. Karşılaştığım birkaç hemşire ve doktora iyi mesailer diledikten sonra kendimi acilin kapısından dışarı attım. Otoparka ilerleyip arabama bindim. Yola çıkmadan hemen önce kulaklığımı takıp abimi aradım ve arabayı çalıştırdım. Gergin bir bekleyişten sonra "Alo?" diyen sesi duyuldu. Sıkıntılıydı. Arkadan gelen telsiz seslerinden anladığım kadarıyla işteydi. Abim komserdi.
Etrafımdaki erkeklerin hepsinin belinde silah taşıması, vatan için canla başla mücadele etmesi kaderimin cilvesi miydi allahım?
"Abi, nasılsın?" Önce adım sesleri geldi ve biraz sonra bir kapının kapanma sesi kulaklarıma dolduktan sonra cevapladı.
"İyiyim gülüm, sen nasılsın? Alışabildin mi?" Sesi normale dönmüştü. Etrafı kalabalıkken pek rahat konuşamadığı için odasına geçmişti sanırım.
"İyiyim iyiyim, alıştım merak etme. Nöbetten çıktım şimdi eve geçiyorum. Fundayla aranız nasıl?" Funda abimin eşiydi. Üniversite yıllarında tanışmış, aşık olmuşlardı. Biraz fazla dalgalı ve hırçın bir ilişkileri olmasına rağmen aşk ve emek onları bir arada tutmuştu ve sekiz senelik ilişkilerinin sonucunda iki senedir evlilerdi.
Yalçın, abimin yanlış bir şeyler yaptığını ima etmişti rüyamda ve ben gerçekten doğru olup olmadığını anlama peşindeydim.
"İyi, iyiyiz yani. Bu aralar biraz yoğunum fazla çalışıyorum ondan yakınıyor onun dışında bir sıkıntımız yok şükür." Ses tonundan bir şey saklayıp saklamadığını anlardım ve kesinlikle doğru söylüyordu, araları iyiydi.
"Aman iyi olsun aranız. Siz kötü olunca normal bir kötülük olmuyor, yakıp yıkıyorsunuz olan çevrenizdekilere oluyor." dedikten hemen sonra bir kahkaha attım. Kavgaları bile normal değildi. Bir kasırga gibi çevrelerindeki her şeyi toz duman ediyorlardı. Sonra onlar öpüşüp barışıyordu ve biz neye uğradığımızı şaşırıyorduk. Dediğim gibi biraz 'ateşli' bir ilişkileri vardı.
Sözlerimle o da güldü. Sesini duymak iyi gelmişti. "Ağzını hayra aç. Son zamanlarda iyiyiz, vallahi bir şey olursa senden bilirim." derken sahte bir kızgınlık eklemişti sesine. Kahkaham buruk bir gülümsemeye dönüştü.
Funda, onun her şeyiydi. Bu gerçek her defasında beni yaralıyordu ve hiçbir şekilde bunu engellemeyi başaramamıştım. Abimi elbette seviyorum. Sadece kırgınım ve affedemiyorum. Hoş affettirmeye çalışan da yoktu zaten.
"Maşallah diyeyim nazar değmesin, senin çenenle uğraşamam sonra. Ben başka bir şey demek için aramıştım aslında.." derken evimin olduğu sokağa girdiğimde "Bir dakika, bekle." diyerek arabayı kaldırımın kenarına park edip çantamı alarak indim.
"Ne oldu? Ne diyeceksin bir problem mi var?" diyen endişeli sesi içimi kemirdi. Önemsenme hissiyatı midemi büktü.
"Bir problem yok. Sabaha karşı rüyamda Yalçın'ı gördüm. Sana bir şey söylememi istedi. Onu söylemek için aramıştım." Sözlerimle hattın diğer ucunda nefesini tuttuğunu hissettim. Birkaç saniye sessiz kalışının ardından "Ne söyledi?" diye sordu, kırık bir sesle.
Yalçın'ı tabiki tanıyordu. Çocukluk arkadaşıydılar ve çevrelerindekilere göre birbirlerini pek sevdikleri söylenemezdi ama ben aralarındaki o ince bağı görüyordum. Onları birbirlerine bağlayan, ikisinin de koparmak istediği ama bir türlü kopartamadıkları.. Anılar gözlerimin önünde uçuşurken zihnimde ellerimle kovaladım onları, boğazımı temizledim.
"Seni görüyormuş, ne boklar yediğini de biliyormuş. Adam olsun yoksa ona musallat olurum, uykuları kaçar dedi, de o anlar dedi."
Açıkçası ne boklar yediği umurumda değildi, tek merak ettiğim Yalçın'ın gerçekten bizi görüp görmediğiydi.
Bir süre sesi kesildi. Bir sandalye çekildi, birkaç hışırtı doldurdu aramızdaki hattı. Bir saniye sonra hışırtılar kesildi. "Anladım."
Tek kelime. Cevabı tek kelimeydi ve benim tüm merakım bu tek kelimeyle giderilmişti. Ellerimi bir titreme esir alırken nefesim boğazıma dizildi. Bizi görüyordu!
Apartmanın önündeki çardağa ilerleyip bedenimi banka yığdım. Aramızdaki sessizlik kademe kademe artarken nefesimi düzene soktuktan sonra böldüm.
"Başını belaya sokmuyorsun değil mi?" İkilemde kalmıştım.
"Merak etme abim. Her şey olması gerektiği gibi. Şimdi gitmem gerekiyor. Kendine dikkat et. Bir sıkıntın olursa beni ara. Öpüyorum, görüşürüz." Dıt, dıt, dıt.
Yüzüme kapanan telefonun ekranıyla bakıştık. Kaçıyordu. Yalçın konusu ne zaman açılsa kaçardı. Hep böyleydi ve ben artık buna alışmıştım. Herkesin üzüntüyle baş etme tarzı farklıydı, anlayışla karşılıyordum.
Çöktüğüm yerden kalkıp apartmana girdim. Dört katlı bir binanın en üst katında yaşıyordum. Çatı dubleks dairemi ayıla bayıla kiralamıştım çünkü çatı katındaki yatak odamda yatağımın tepesinde gökyüzüne açılan bir pencere vardı ve ben gökyüzü hayranıydım.
Eve girince yatak odama ilerleyip sadece trençkotumu çıkartıp üzerimi değiştirmeden yorganımı kaldırarak yatağıma girdim. Ekim ayının başlarındaydık ve bahar yağmurları başlamıştı. Çiseleyen yağmur damlaları gökyüzü pencereme iz bırakırken ruhumu uykunun kollarına teslim ettim.
*****
Öğleden sonra üç gibi uyanmıştım. Yağmur dinmiş yerini sakinliğe bırakmıştı. Memleketimin toprak kokusu her yandaydı. Yataktan ite kaka çıktıktan sonra sıcak bir duş alıp pijamalarımı giymiştim. Duş alırken 'duş almanız gerektiği konusunda hepimiz hemfikiriz' diyen sesi kulaklarımda adeta yankılanmıştı. Artık duşta bile sakinleşemeyecektim sanırım. Mutfağa ilerleyip kendime bir kahve hazırlarken bir yandan sigaramı yaktım. Filtre kahve ve yanında sigara içmeyi bir adet haline getirmiştik Zeyneple. Her zaman balkondaki masamıza oturur birer kupa kahvemizin yanına sigaramızı yakar dertleşirdik. Zeynep, en yakın kız arkadaşımdı. Erkeklerden yana hep yanlış seçimler yapar sonra da balkona çıkar hem ağlaşır hem gülerdik. Yalçın da önce bizim sonra da yanlış seçimlerimizin kafasını kırardı.
Gözümün önünde canlanan anılarla buruk bir gülümseme can buldu dudaklarımda. Kan bağı yoktu belki ama gönül bağı olan çok güzel bir aile edinmiştim. Eksilmiştik. Büyümüştük. Belki büyümek zorunda bırakılmıştık ama biz çok güzel bir aileydik.
Göğsümde nükseden özlemle odama çıkıp telefonumu aldım. Parmaklarım hızlı aramaya girdi.
Hızlı aramadaki isimlerde gezindi gözlerim. Türkan Şoray. Abim. Üsteğmenim.
Boğazımda tekrar tekrar canlanan yumruyu görmezden gelip Türkan Şoray'a tıkladım. Zeynep'in babası onun Türkan Şoray olduğunu iddia edip onu çoğu zaman Türkan'ım diye çağırırdı. Bu aramızda bir espriye dönüşmüştü ve nihayetinde Zeynep artık Zeynep değil Türkan olmuştu.
Airpodslarımdan birini kulağıma takıp telefonumu elime alarak mutfağa geri döndüm. Üçüncü çalışta aramayı yanıtladı.
"Beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım! Yeni arkadaşlar mı edindin kendine?" Kızgın sesi ve söyledikleriyle bir kahkaha attım.
Gülüşümle daha da sinirleneceğinden adım kadar emindim ama kıskançlıkları beni çok eğlendiriyordu.
"Türkan'ım." diye seslendim uzatarak keyifli bir ses tonuyla. "Ben seni hiç unutabilir miyim? Aşk olsun. Bir tane daha Türkan Şoray bulabilir miyim hiç?"
Eğlenen sesime karşın nazlandı. "Madem öyle kaç gündür aramamanı geçiyorum doğru düzgün neden yazmıyorsun? Çok kırıldım." Onu gerçekten çok özlediğimi sesini duyunca daha iyi anladım.
"Aşkım benim, çok yoğundum. Günlerdir hastanedeyim. Duş almaya bile zor vakit buluyorum.." kelimeler ağzımdan çıktıktan sonra kaşlarım çatıldı. Duş kelimesini bir daha kullanmamayı aklımın bir köşesine not ettikten sonra devam ettim.
"Seni unutmak öyle kolay değil anlayacağın." Şımarık kahkahası duyulduğunda saniyeler önce solan gülüşüm tekrar yüzümde yeşerdi.
"Ha şöyle. Aferin. Şimdi anlat bakalım nasıl oralar, neler yapıyorsun konuşmayalı?" Sonlara doğru konuşmamamızın imasını tekrar yapmıştı.
Dilinden kurtulmak için gerçekten gönlünü almam gerekiyordu. Kahvemi ve sigaramı alıp mutfaktaki masama ilerledim. Sandalyelerden birini çekip oturdum.
"Nasıl olsun, pek bir heyecanı yok. 98 bin nüfusu olan bir yerdeyim. İstanbul'dan sonra burası köy gibi. Genel olarak çoğunluk birbirini tanıyor, söylemiştim zaten ilk geldiğimde. Hastanede de çok bir olay yok. Bir iki arkadaş edindim. Biliyorsun Asu ve Gediz. İyi insanlar gibi görünüyor şimdilik. Öyle günü geçiriyorum işte." Susup sigaramdan bir dumanı çektim.
"Aman iyi insanlar deme zaten başımıza ne geldiyse hep iyi sandığımız insanlardan geliyor. Sen yine de çok güvenme kimseye. Bana güven yeter o sana." dedikten sonra kıkırdadı.
Beni hala kimseyle paylaşamıyordu. Bu beni de güldürdü. Doğru söylüyordu. Herkesi kendimiz gibi sanıp içlerindeki iyiyi gördüğümüzü iddia edip boka batmıştık her defasında.
"Gediz nasıl biri? Yakışıklı mı?" Sesindeki ima ve söylediği şeyle büyük bir kahkaha patlattım. Az önce güvenme derken şimdi Gedizle beni shiplemeye çalışması özetimiz olabilirdi.
"Hıhım. Çooook, dünya yakışıklısı. Modellik yarışmasına katılsa birinci olur öyle söyleyeyim." Sözlerimin üstüne göz devirdiğinden adım kadar emindim.
"Boş yapma Figen. Anlatsana işte kızım yok mu hiç aksiyon?" Var tabii, bizim hayatımızdan eksik olur mu hiç aksiyon.
"Var, var olmaz mı?" derken iç çektim. Kuruyan boğazımı kahvemden bir yudum alarak ıslattım.
Hevesli sesi bir anda yükseldi."Ay kızım cımbızla mı alacağım ağzından laf, anlatmak istemiyorsan anlatma. Kıvrandırma insanı boş yere."
Normalde o sormadan yediğim yemeğe içtiğim suya kadar anlattığım için öfkelenmişti. Anlatılması gereken bir şey miydi, sonradan tekrar karşıma çıkar mıydı diye düşünmeyi bir kenara bıraktım.
"Küstah, hadsiz biri var. Öyle sinirimi bozuyor öyle dengemle oynuyor ki Zeynep, adamı verseler elime bir kaşık suda boğacağım. Sana anlatamam..." Günler sonra öfkemi kusmak çok iyi gelmişti. İçimde biriken öfkenin vücudumu yavaş yavaş terk ettiğini hissedebiliyordum. O küstah bakışları, onun için endişeden delireceğimi söylerkenki kendinden eminliği, benim avlanacak bir kedi olduğumu ima edişi birer birer gözlerimin önünde canlanırken hepsini kısaca anlattım.
"Kızma ama en büyük aşklar nefretle başlarmış hayatım." Bilmiş bilmiş konuşmasıyla gözlerim kocaman açılırken kahve boğazıma dizildi. Birkaç öksürüğün ardından derin bir nefes aldım.
"Ne aşkı, ne aşkı?! Sen biliyorsun neler yaşadık, ne acılar çektik. Hoş onlar yaşanmamış olsaydı da bu küstahlıkla bir şansı olamazdı ama sonuçta burnumuz yandı. Bir daha düşmem aynı hataya." diye karşı çıktım sözlerine. Kendimi mi kandırıyordum? Bugün benzer şeyleri hem Asu'dan hem de Zeynep'ten duymuş olmak sinirlerimi bozmuştu.
"Seni çok iyi anlıyorum, çok iyi biliyorum hepsini. Ama kendine şart koşmanı, duygularını sınırlandırmanı istemiyorum. Bir kere hataya düşmen tekrar aynı şeyleri yaşayacağın anlamına gelmez, biliyorsun. Herkes bir değil, her hikayenin sonu da aynı olmak zorunda değil." Ilımlı sesi öfkemi yatıştırdı. Haklıydı. Çok haklıydı. Ama.. Büyük bir ama vardı işte. Genel olarak aşk konusunda kendime sınırlar koymamı engelleyemiyordum. Bunu yıllardır da aşamamıştım. Uzun bir süredir aşmaya da çalışmıyordum. Erkeklerin çoğu aynıydı ve sonucu hep hayal kırıklığıydı.
"Doğru söylüyorsun da işte.. Aman neyse ne ya. Çok önemli bir mevzu değil işte. Terapi seansına dönmeyelim hiç valla kafam kaldırmaz." Biten sigaramı küllüğe basıp söndürdüm. Küllüğü boşaltmam gerekiyordu.
"Dönemeyiz zaten canım çünkü son hastam gelecek şimdi. Kapatmam gerekiyor. İşten çıkınca tekrar arayacağım seni. Kurtuldun sanma!" Tehdit eden sesine karşın gülümsedim.
"Tamam Türkan'cım, öpüyorum seni kolay gelsin."
"Bende seni öptüm. Görüşürüz."
"Görüşürüz." diye mırıldanarak sonlandırdım aramayı.
Zeyneple lise zamanlarında tanışmıştık ve neredeyse on senedir arkadaştık. O diş hekimi olmayı tercih ederken ben tıp okumayı istemiştim. Nihayetinde ikimiz de sağlıkçıydık.
Tam düşüncelere dalmak üzereyken frenledim zihnimi. Birkaç gündür koşmaya vakit bulamadığımı hatırlayıp odama çıktım. Üzerime koşu kıyafetlerimi ve spor siyah yağmurluğumu giyip, telefonumu, kredi kartımı ve kulaklıklarımı aldım. Spor ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra kapıyı kilitleyip evden çıktım.
Buraya geldiğimde keşfettiğim ve fırsat buldukça koştuğum Yenişehir gölüne doğru yürümeye başladım. Evim hastaneyle gölün ortasında kalıyordu. Konum olarak çok işime yarayan bir yerdeydi.
Playlistimi karışık çalmaya ayarladıktan sonra telefonumu yağmurluğun cebine yerleştirirken kulaklarıma dolan Sultan-ı Yegah gülümsememe neden oldu. Bu memleketin her karışına aşık, her karışına hayrandım. Ve bu şarkı damarlarımda eşi benzeri olmayan bir milliyetçiliğin kol gezmesine sebep oluyordu, nedenini anlamadığım bir şekilde. Bu vatan için, bu topraklar için canını ortaya koyan yüce insanlar için göğsümde bir gurur baş verirdi her dinleyişimde. Tarifi yoktu bu sevdanın.
Yaklaşık 50 dakika sonra göl kenarında devam eden koşumu bölen şey bir süredir beni izlediğini fark ettiğim iki kişiydi. Nefesim tıkandığı için solumda kalan ağaçlardan birine sırtımı yasladığımda bana doğru yanaştıklarını fark ettim. Aramızdaki mesafeyi en aza indirdikten sonra boyca kısa olan söze girdi. Bakışları aç yırtıcıların avına baktığı gibi üzerimde dolanıyorken mide bulantım nüksetti.
"Fıstık, tek başına ne yapıyorsun buralarda? Avlarlar seni." Yanındakiyle birbirlerine bakıp iğrenç kahkahalarıyla kulaklarımı kirlettiler.
"Dikkat edin de ben avlamayayım sizi.." homurdanıp devam ettim. "Bir şeyi merak ediyorum, hiç utanmıyor musunuz ya?"
Aşağılayıcı ses tonuma rağmen yüzlerindeki alay eksilmek yerine arttı. Boyun eğmiyordum ama gözlerimdeki korkuyu bir ben biliyorum. Daha uzun boylu olanı gevşek bir adım atıp daha da yaklaştı.
"Niye utanacakmışız yavrum? Çok güzelsin," O gözleri vücudumda dolanırken ve ağzından aktığına yemin edebileceğim salyaları yüzünden yüz güzelliğinden bahsetmediğine yemin edebilirim.
"E biz de güzel olan şeyleri kaçırmayı sevmeyiz." Bir adım daha. Eli aramızda uzanıp önüme düşen bir tutam saçıma uzanırken elimin tersiyle ittim iğrenç ellerini.
Bu hareketimle gülüşü yüzünde solarken "Güzel olan şeyleri ben de severim ama sizi pek sevdiğimi söyleyemeyeceğim." dedikten hemen sonra erkekliğine tüm gücümle beklemediği bir tekmeyi geçirdim. Bu hareketimle o acı dolu naralar atarken arkadaşı "Ulan orospu!" diye söylene söylene üzerime koştu.
Ağaçla onların arasından çıkıp ileriye doğru koşmaya başladım. Hırçın nefeslerim göğsümü yırtıyor, boğazımdan hırıltılar çıkıyordu. Arkamı dönmeden koşmaya devam ederken bir el belime dolandı, beni de kendisiyle beraber yere attı. Yanıma düşen vücudunu tekmelerle kendimden uzaklaştırırken acılı bir inleyiş döküp ayağı kalkmaya çalıştım. Canım acımıştı! Benden önce davranıp kendisiyle beraber kolumdan tuttuğu gibi beni de kaldırdı.
"Bırak orospu çocuğu!" derken boştaki elimle bir yumruğu yüzüne geçirdim. Kolumu tutan elinin gevşemesini fırsat bilip arkasına koştum, dizlerinin arkasına birer tekmeden sonra dizlerinin üstüne çöktüğünde son bir tekmeyi de sırtına geçirdim. Hızlı hareketlerim yüzünden ve benden dayak yemeyi beklemediği için neye uğradığını şaşırmış karşılık verecek zamanı bulamamıştı.
Yalçın'ın verdiği derslerin boşa olmadığını her zamankinden daha iyi anlıyordum. Yüz üstü yere düşmesiyle inleye inleye kalkmaya çalışması bir olduğundan bir tekme daha indirdim yerdeki vücuduna. İkinci tekmeyi indirmek üzereydim ki saç diplerimde hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım.
"Çok dişli bir kaltaksın, bana vurmanın hesabını vereceksin!" İğrenç nefesi her kelimesiyle beraber boynuma çarptığında öğürdüm. Midem bulanıyordu!
"Aşkımm ben geldim!" Ne yapabileceğimi düşünürken duyduğum tanıdık olmayan sahte neşeli sese dönmeye çalıştım. Arkamdaki adam da benim gibi sese döndüğünde saçlarımdaki eli gevşemişti. Bu gevşeklikten fırsat bilip karın boşluğuna dirseğimi geçirip yere eğilip kolunun altından geçtim ve etrafından dolanıp çaprazına geçtim.
"Sen kimsin?" Yerdeki adam güçlükle ayağı kalkmış dirsek vuruşum yüzünden kıvranan arkadaşı yerine söze girmişti.
Kurt gelmişti. Şimdi av kimdi orospu çocukları?! diye bağırmamak için dişlerimi birbirine kenetledim.
Hastanede gördüğüm ekipten biriyle beraberdi ve konuşan Kurt değildi.
"Bebeğim beni nasıl unutursun kırılıyorum ama! Ben çok unutulmaz bir gece geçirdiğimizi düşünmüştüm.." Suratına alaycı bir üzgünlük ekleyen adamdan gözlerimi çekip Kurt'a baktım. Gözleri hızlı hareketlerle beni inceliyordu. Gördüğüme sevineceğim son insandı ama şu an gördüğüme en sevindiğim insan olmuştu. Vücudum varlığıyla gereksiz bir rahatlamaya tutuldu. Eh denize düşen kurda sarılırdı, öyle değil mi?
Gevşeyen kaslarım az önceki gerginliği toprağa akıttı. Kurt üzerinde siyah bir polar ve siyah bir eşofmanla üç büyük adımda yanıma vardı. Bir elini kaldırıp çenemi işaret ve baş parmağının arasına sıkıştırdı. Tüy kadar hafif dokunuşunun etkisiyle vücudum artık garip gelmeyen o titremeyi tekrarladı. Elleri sıcacıktı.
Başımı bir sağa bir sola çevirerek yüzümü incelerken "Ne yapıyorsun?" diye sızlandım başımı geri çekip tutuşundan kurtularak.
"Bir şey yaptılar mı?" Ölümcül sakinlikle sorduğu sorudan ziyade ses tonu ürkütücüydü. Buzlu sudan kaynar suya atılmışım gibi yanmış hissettiriyordu.
"Hayır. Fırsat vermedim." Sözlerimle dudaklarına belli belirsiz bir gülüş yerleşirken başını aşağı yukarı salladı. Aferin kızıma. Yüzüme son bir bakış atıp arkasını döndü, ellerini eşofmanının ceplerine soktuğunda zemin ayaklarının altında ezildi.
"Mirza, Figen Hanıma arabaya kadar eşlik et." Tok, itiraz kabul etmeyen sesine itiraz edecek halim zaten yoktu.
Mirza önce ona sonra bana baktıktan sonra hevesle dudaklarını büktü. Gülüşü yüzüne yerleşirken yanıma geldi. "Buyurun Figen Hanım."
Gözlerim önümdeki büyük bedeninde oyalandı kısa bir an. Yıkılmaz geniş omuzlarında, dik sırtında. Hemen sonra bakışlarımı ondan çekip dikkatimi Mirza'ya vererek ilerlemeye başladım. Fırtına öncesi sessizliğin tadını bilirdim. Ve şu an kesinlikle fırtına öncesi sessizlikti. Gölü ardımızda bırakıp yan yana sessizce ilerlerken söze ilk giren Mirza oldu.
"Kusura bakmayın Figen Hanım. Hastanede sevincimizden size teşekkür etmeyi unuttuk. Ferit'i kurtardığınız için teşekkür ederim. Bizim için çok önemliydi." Nezaket. Kibarlık. Kurt'a ders vermeliydi.
"Önemi yok. Doktorum ben, bugünler için varım. Görevimi yerine getirdim sadece." Anlayışlı bir tebessümle başımı salladım. Bahsettiği arabanın yanına geldiğimizi duran adımlarından anlamıştım. Karşımda durduğunda yüzümü inceledi, başını bir omzuna yatırdı.
"Sizi gördüm. Gözlerinizdeki telaşı, korkuyu. Haddimi aşıyorsam özür dilerim, kusuruma bakmayın lütfen ama dik durmaya çalışmanızın ötesinde sevdiğiniz birini kaybettiğinizi anlayabilecek kadar iyiyimdir mesleğimde." Mahçup ama kendinden emin sesi nefesimi boğazıma tıktı. Gözbebeklerim titredi. Bu kadar kolay anlaşılıyor muydu?
"Nereden anladın?" Kırık sesimle eş zamanlı olarak omuzlarını silkti. Üstüme gelmek gibi bir niyeti yoktu.
"İnsanların aklıyla oynamak ve onları gözlemlemek benim işimin bir parçası aynı zamanda uzmanlık alanımdır. Çoğu kişinin görmediğini görür, duymadığını duyarım." Anladım, dercesine başımı sallayıp gözlerimi etrafta dolandırdım zaman kazanmak istercesine.
"Doğru gözlemlemişsin. Çok sevdiğim bir dostumu bu vatana feda ettim." Onun yaptığı gibi omuzlarımı silktim. Bakışlarına yerleşen ifadenin acımak değil de merhamet olduğunu anlayabilmiştim. Acıma bakışını anlayabilecek kadar çok maruz kalmıştım.
"Başınız sağ olsun."
"Vatan sağ olsun."
Vatan sana canım feda derken dışım, Mete yüzbaşı gibi, içim 'Vatan sensin be Yalçın!' diye haykırdı.
Vatan sensin abicim.
Vatan sensin Yalçın.
Vatan sizsiniz, bu ülkenin yüce gönüllü mehmetçikleri.
Vatan sizsiniz ve dalgalanan o kırmızı al bayrak biziz. Arkanızda kanayan yaranız. |
0% |