Yeni Üyelik
7.
Bölüm

yedi/ kısım bir

@badesol

İte çakala verdiler eti kemiği, boğmak yine kurt'a düştü.

 

 

 

***

Merhabalar! Kitap hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Bir iki kelime de olsa yorum yapmanızı çok isterim. Sözü fazla uzatmayayım iyi okumalar dilerimm🫶🏻🫶🏻🫶🏻

 

********

 

 

Göğsümün hizasında atan bir kalbin ritmini her uzvumda hissediyordum. Kalbim, kalbine eşlik ediyordu. Bir serçe doğuyor üzerinde, masumluğu henüz lekelenmemiş.

 

Bacaklarım boşlukta salınıyor. Burnum sıcak tenini teğet geçiyor, her nefeste tenine işlemiş barut kokusu ciğerlerime doluyor. Çıplak sırtımda parmaklarını hissediyorum, parmak izlerini tenime kazırcasına sıkıca tutuyor. Teninden yayılan elektrikle can buluyor tekrardan ruhum. Telaş duygusu vücut buluyor etrafımı sarıyor.

 

Sessizce gözlerimi açtım. Boynunun girintisine yaslanmış başımı hareket ettirmemeye özen gösterdim. Çok kısa süre uyuduğumu otoparka girişimizden ve arkadaşlarımızın sesinden anlamıştım. Bu kısa sürede sanki yıllardır uyumadığım o huzurlu uykuyu almış gibi hissediyordum. Ben aptal bir kadın değilim. Her şeye ve tüm itirazlarıma rağmen kendimi kandıracak kadar da aklımı yitirmemiştim.

 

Farkındaydım.

 

Ona çekildiğimin. varlığından ziyade gölgesinin üzerime düşmesi bile güvende hissetmem için yetiyordu. Ruhunun ruhuma elini uzattığını görüyordum. Uzun zamandır içine düştüğüm kuyuya uzanıyordu. Ellerini uzatıp tutmamı beklemiyor, ellerimi sorgusuz sualsiz tutmaya çalışıyordu. Karanlıktı belki, fırtınalı bir geceydi ama benim karanlığımı şimşekleriyle aydınlatmaya çalışıyordu. Farkındaydım.

 

Fakat farkındalık hiçbir şeye yetmiyordu. Duygular hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ellerimi tutmaya, düştüğüm kuyudan çıkarmaya çalışması hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben korkuyordum. Çünkü biliyordum. O senaryoyu birden çok kez okumuştum. Yol güzeldi belki ama sonuç aynıydı. Her ihtimalde bile sonuç değişmiyordu, değişmeyecekti.

 

Ellerimden tutup o ızdıraplı kuyudan çıkardıktan, kendine alıştırdıktan sonra ya yalanlarla kandırılacaktım ya da tam ait hissettiğim an ait hissettiğim yerde tekrar kimsesiz kalacaktım. Sonuç her ihtimalde bile aynıydı.

 

Tek bir kurşunum kalmıştı. Son kurşunum. Son şansım. Ya hayatımı kurtaracak ya da hayatımı sonsuza dek karartacak tek bir şans. Sonu aynı olan yolu yürüyecek cesaretim yoktu çünkü yolun sonunda ölüm vardı. Kan vardı. Acı vardı.

 

O belki korkmuyordu ölümden, belki çok cesurdu ama ben değildim. Mezarlığıma yeni bir mezar eklemeye niyetim yoktu. Altı ceset benim için bile çok fazlaydı ve ruhumu yeterince eksiltiyordu. Güzel vakit geçirecek ve bu gece bittikten sonra bir daha onunla göz göze dahi gelmeyecektim.

 

"Yerin çok rahat sanırım." İmalı sesi aramıza dağıldı. Biraz daha boynuna sokuldum. Ellerimi boynuna dolarken "Hıhım." diye mırıldandım. "Hiç bu kadar rahat olmamıştım."

 

Kısa bir an duraksadı. Sözlerime anlam verememişti. Bedenimi kavrayan güçlü elleri daha çok sıkılaştı.

 

"Rahatını bozmayı istemem ama araba kullanacağım. İstersen seni kucağımdan indirmeden de sürebilirim tabii.." Hevesli sesiyle kıkırdadım.

 

Cilveli bir sesle "Sürebilir misin ki?" diye söylendim. Başını geri çekip yüzüme bakmaya çalıştı ciddi olup olmadığımı ölçmek istercesine.

 

"Bu da soru mu? Başımın üstünde yerin var. Daima." Kısa bir an sustu. Adımları yavaşladı ve durmadan hemen önce "Yine de kucağımda olmanı tercih ederim." dedi. Arabasının yanına gelmiştik. Sözleriyle güldüm ve kucağından inmek için hareketlendim. Bana yardımcı olup eğildi. Ayaklarım yere bastı, karşısında durdum.

 

"Kolların rahatmış, bir dahakine başının üstünü denerim. Olur mu?" Bir dahaki olmayacaktı. Olsundu. Bu gece olacak gibi davranacak, sadece olduğum anı yaşayacaktım.

 

"Kucağımı tercih ettiğimi söylemiş miydim?" Hatırlamıyormuş gibi bir ifade takınmıştı.

 

"Söylemiştin, Cihangir. Ama onu deneyeceğimizi pek sanmıyorum. Heveslenmesen iyi olur." Bedenimdeki heyecana karşın olumsuzca başımı iki yana salladım. Bende kucağında olmayı tercih ederdim.

 

Yarım ağız güldü. Bir adım attı öne, bir adım geri gittim. Sırtım arabaya çarpınca adımlarım durmuştu. Bir adım daha atıp aramızdaki boşluğu ben buradayım dercesine bağıran cüsseli bedeniyle doldurdu. Ellerini iki yanımdan uzatıp arabaya yaslarken kesik bir nefes aldım.

 

"Ben heveslenmeyeyim de seni ne yapacağız? Ne zaman yakınına girsem elektrik verilmiş tavşan gibi tir tir titriyorsun kanatlarımın altında." Sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Bakışlarımı ondan çekip otoparkta gezdirdim. Herkes gitmişti. Otopark ıssız ve karanlıktı.

 

Bir elimi kaldırıp hafif çıkmış sakallarının olduğu yüzüne yerleştirdim. Gözbebeklerinin titrediğine şahit oldum. Gözlerinden geçen her şeyi kendi gözlerimden geçmişçesine biliyordum. Baş parmağım yüzünü okşarken bakışlarımı yanağındaki elimden çekip ona döndürdüm.

 

"En ufak hareketimle kaskatı kesiliyorsun. Hadi ben titriyorum sen kendini görüyor musun, Cihangir?" Arzu, bakışlarına yerleşti. İsmi dudaklarımdan çıkarken geçtiği her yeri ateşe veriyordu. Adını ilk kez zikretmek ruhumda bir meşale yaktı. Dudaklarım sızladı, ihtiyaçla.

 

"Sen beni gördüğünü sanıyorsun ya Figen, senin gördüğün buzdağının görünen kısmı. Senin görmediğin onlarca şeyi de görüyorum, biliyorum ben." Yüzlerimizin arasındaki mesafe biraz daha azaldı. Arabaya yasladığı ellerinden birini benim yaptığım gibi kaldırdı, saçlarıma uzandı. Boynumu açığa çıkaracak şekilde omzumun arkasına itti saçlarımı. Dili, dudaklarını ıslattıktan hemen sonra devam etti.

 

"Bir gün buzdağının görünmeyen kısmını göstereceğim sana. Yıllar öncesinden başlayacağım anlatmaya. O zaman anlayacaksın."

 

Yanağındaki elimi ensesine kaydırdım. Bakışlarım yüzünü dolaşırken "Konuştuklarını biliyorum. Sustuklarını da görüyorum Cihangir. Belki çok saçma ama sessizliğinin gürültüsünü hissediyorum ben." diye fısıldadım. Kalbim göğüs kafesimi yumrukluyordu.

 

"Saçma değil.." derken başını iki yana salladı. Ufak bir tebessüm gözlerine yerleşti. Saçlarımdaki elini çekip işaret parmağıyla kalbini işaret etti. "Saçma değil çünkü tam burada atan şey de senin ruhunu gözleriyle görüyor."

 

"Biliyorum. Daha önce hiçbir şeyi bu kadar bilmemiştim." Gülümsedim.

 

Bir rüzgar esti. Kapalı otoparkta yağmur tanelerinin sesi yankılandı. Bir şimşek etrafa ışık saçtı, yüzünü aydınlattı. Gözlerindeki ifade nefesimi kesti. Çocuk masumluğu ve samimiyet vardı o bakışlarda. Aynı zamanda arzu ve şehvet. Bakışlarım dudaklarına düştü. Aynı anda dudaklarıma değen bakışlarının ağırlığını hissettim.

 

Bu gece kendime özgürlük sözü vermiştim öyle değil mi? En iyi şekilde kullanabilirdim o halde.

 

Bir saniyeliğine bakışlarımı dudaklarından çekip gözlerine çıkardım. Beni tekrarladı. Ela gözleri kahvelerime karışırken ensesinde asılı duran elimi ensesine sarıp dudaklarımı arzuyla dudaklarına kapattım. Susuz kalmıştım, kana kana içtim. Kaskatı kesildi, beklemediği hareketime olan şaşkınlığı bir saniye sürdü.

 

Alt dudağımı dudaklarının arasına buyur ederken bir eli boynuma sarıldı, diğerini belime dolayıp vücudumu vücuduna hapsetti. Yağmur yağıyor, kıyamet koparcasına gök gürlüyordu ama benim kıyametim karşımdaydı. Biliyordum.

 

Dudaklarından akan kıvılcım dudaklarımdan tüm vücuduma yayılıyordu. Başını bir sağa bir sola eğiyor hoyratça dudaklarımı emiyordu. Yer ayaklarımın altından kaydı, vücudumdaki bütün güç çekildi. Destek almak için diğer elimi de ensesine çıkartıp omuzlarına tutundum.

 

Dilini dudaklarımın arasından ağzıma kaydırdı, boğuk bir inleme döküldü genzimden dudaklarına. İnlememle öpüşü daha da sertleşirken belimdeki elini çıplak sırtımda gezdirmeye başladı. Parmak uçları tutmak istercesine sırtımı aşındırıyordu.

 

Dilini geri çekmeye yeltendiğinde dudaklarımın arasına alıp emmeye başladım, sertleşmiş erkekliği karnımda atıyordu. Bu hareketimle ellerini kalçalarıma indirip sıktı, büyük avuçlarının arasında ezilen kalçalarımdan tutup kendini bana mümkün olduğunca daha fazla bastırdı. Kalçalarımda parmak izlerinin çıktığına yemin edebilirdim. Bu hareketiyle kasıklarım ihtiyaçla sızlarken dilini serbest bırakıp bir inleme daha döktüm aramıza.

 

"Ne güzel sesler çıkartıyor senin o ağzın öyle.." Kısa bir an ayrılmış olan dudaklarımızın arasından hiç duymadığım ses tonuyla fısıldadığında her hücrem titredi. Her şeyiyle çok güzeldi.

 

Ellerini kalçalarımdan çekmemişti, ensesinde duran bir elimi saçlarına çıkardım. Uzamış bir tutam saçını parmaklarımın arasına alıp sertçe çektiğimde başı yukarı kalktı. Bu hareketimle aynı anda kalçama bir şaplak attığında sesi otoparkta yankılandı. Sertti ve hoştu. Gereğinden fazla.

 

O esnada mekanda çalmaya başlayan şarkı otoparka yayıldığında gülmeye başladım. Neye güldüğümü anlamış gibi o da gülerken "Doktor, derdime çare bulacak mısın?" diye sordu arzudan kalınlaşmış erkeksi sesiyle.

 

"Yazayım bir reçete, yüzbaşı."

 

Başını elimin tutuşundan kurtarıp tekrar yüzüme yaklaştırdığında nefesim kesildi, tekrar ve tekrar. Beklentiyle vücudum kasılırken "Reçeteyi siktir et benim ilacım karşımda." der demez dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı. Başının arkasına sarılan ellerimle kendime çekerken mümkün olsa içime alacaktım.

 

Dudaklarımız ahenkle hareket ederken kalçamda olan ellerinden biri bacağımda kaydı, kavradı ve bacağının yanında havaya kaldırdı. Bacağım bacağına sarıldığında bacaklarımın arasında açılan boşluğa kendini bastırdı. Elbisenin üstünden bacağımı okşayan elini çıplak tenimde gibi hissediyor ateşle kavruluyordum.

 

Dudaklarımdaki öpüşü geri çekildiğinde kaşlarımı çatıp yoksunlukla gözlerimi açmıştım ki diğer eli sertçe saçlarımı kavrayıp yana eğdi. Saç diplerim sızladı. Bu hareketiyle boynum açığa çıktı, açtığı boşluğa başını düşürüp alev alev yanan dudaklarını boynuma bastırdı. Dudaklarındaki ıslaklık boynuma yayıldı. Islak öpücükleriyle ara ara boynumu emerken gözlerim tekrar kapandı başım geriye düştü. Ellerim omuzlarına tırmanırken tırnaklarım gömleğinin üstünden tenine battı. Kalçamı öne itip kendimi ona bastırdığımda boynumdaki dudaklarının arasından kesik bir nefes aldı.

 

"Cennet gibi kokuyor." Kesik nefeslerinin arasından konuşurken her harfte dudakları boynuma değiyordu. "Hiç bu kadar yakıcı bir günaha düşmemiştim."

 

Boynuma bir öpücük daha bırakırken "Durdur beni.." diye fısıldadı. Fısıldayışı lütfen beni durdurma diye yalvarıyordu. Kendimi toparlarken boyun girintimde derin bir nefes alıp geri çekildiğinde gözleri kapalıydı. Nefeslerimi düzene sokmaya çalışırken bacağımı elinin tutuşundan kurtardım. Aramıza kısa bir mesafe koyarken açtığım boşluğu rüzgar doldurdu. Bir saniye sonra gözlerini açıp yüzüme baktı. Ellerim hala omuzlarına tutunuyorken "Çorba içmeye gidelim mi?" diye sordum.

 

Koyulaşmış ela gözleri kısıldı, erkeksi kahkahası otoparkta çınladı. Öyle erkeksi, öyle hayret verici bir tınlamaydı ki, hiçbir müzik aleti böyle güzel bir melodiyi çalamazdı. Elleri yüzüme uzanıp saçlarımı düzeltirken "Şu an gerçekten çorba içmeyi düşünüyor olamazsın ya.." dedi keyifli bir sesle.

 

Omuzlarımı silktim. "Alkolün üstüne kelle paça çok iyi gidiyor, ne yapayım."

 

"Bir de kelle paça mı içmek istiyorsun?" Gülüşü yüzünden elleri saçlarımdan eksilmezken bakışlarına şaşkınlık eklendi. Hevesle başımı salladım. Kokusu her yanı sarmıştı ve biraz daha burada durursak iradem daha fazla dayanamayacaktı. Kasıklarım sızlıyordu. Onunkilerin sızladığından da emindim.

 

Hevesli halime başını salladı. "Atla bakalım. İçirelim sana şu çorbayı."

 

Birbirimizden ayrıldığımızda üstüme eğilip arkamda duran kapıyı açtığında kalbim gümbürdedi. Ellerimi göğsümün üstüne kapatmamak için zor duruyordum. Ona arkamı dönüp açtığı kapıdan içeri girdim. Kapımı kapatıp kendi tarafına yöneldiğinde aklım ne çorbadaydı ne de şu anda. Az önce yaşadığımız o anlar öyle doluydu ki aklımdan silebilmemin mümkün olmadığını biliyordum.

 

Sıcak dudaklarını hissetmek kül olmuş bir ateşi tekrar yakmıştı. Belki pişman olacaktım, belki çok üzülecektim ama şu an daha fazlasını istiyordum. Son irade kırıntılarımı kullanmıştım. Yadırgamaması ve ayak uydurması güzeldi.

 

Yanımdaki boşluğu doldurduktan hemen sonra arabayı çalıştırıp otoparktan çıkarken aklıma gelen şeyle ona döndüm aniden.

 

"Arabam burda mı kalacak?"

 

Yola odaklanmış bakışlarını bir anlığına bana çevirdi. "Mirza aldı, evinin önüne bırakacak."

 

Anladım dercesine başımı sallarken oturduğum koltuğa yayıldım. Ona bakmamak için bakışlarımı tenhalaşmış sokaklara odaklamaya çalıştım. Bu saatte burada açık bir çorbacı var mıydı ki?

 

Kısa bir süre sonra araba eski bir mekanın önünde durdu. Işıkları yanıyordu.

 

"İn bakalım, küçük kurt."

 

Arabadan inerken "Neden bana sürekli küçük, minik gibi şeyler söylüyorsun? 25 yaşındayım ben. Küçük falan değilim." diye söylendim.

 

O da arabadan indiğinde elindeki ceketini omuzlarıma geçirirken "Yaşınla ilgisi yok. Minyonsun. Benim yanımda küçük görünüyorsun." diye cevapladı söylenmelerimi. Ceketinden yayılan kokusu her yanımı sardı.

 

"Bir kere ben küçük değilim, sen çok büyüksün." diye çıkıştım başımı kaldırarak. Topuklu ayakkabılarıma rağmen başım anca burnunun hizasına geliyordu. Çıkışıma omuzlarını silkti.

 

"Ne fark eder? Kurdun dişisi de kurttur. Büyük ya da küçük olmasının önemi yok." Cevap vermeme fırsat tanımadan bir kolunu belime dolayıp beni yanına çekti ve mekana yürümeye başladık. Uzanıp kapıyı açtığında geçmem için bekledi. Önden içeri girerken kolu bir saniye bel boşluğumdan ayrılmamıştı.

 

"Aslanın dişisi de aslandır değil miydi ya o söz?" diye mırıldandım. Bakışlarını mekandan ayırmadan ağzının içinde cıkladı.

 

"Benim lügatımda, kurdun dişisi de kurttur." Küçümsercesine kaşlarımı kaldırdım.

 

"Allah allah, neymiş senin lügatın?" Adımları durduğunda karşıma geçip yüzünü yüzüme eğdi. "Sensin benim lügatım." Kalbim hopladı.

 

Sözleriyle afallarken bir şey dememe fırsat tanımadan yanımdan geçip bir sandalyeyi benim için geri çekti. Açtığı boşluktan kayıp sandalyeye oturduğumda hafifçe itti ve karşımdaki sandalyede yerini aldı. Yanımıza yanaşan garsona iki kelle paça söylediğinde sen yok musun sen dercesine başımı salladım.

 

"Bir de kelle paça mı içeceksin diye hayret ediyordun bana... Senin de içinde varmış resmen beni bahane ettin." Güldü. Telefonunu çıkartıp masaya bırakırken "Senin kelle paça sevmene ihtimal vermemiştim. Ben çok severim." dedi.

 

"Neden ihtimal vermemiştin? Ben sevemez miyim kelle paça?" derken sorgularcasına bir kaşımı havaya kaldırdım. Dirseklerini masaya yaslayıp ellerini birbirine kenetledi.

 

"Daha çok tavuk çorbası sever gibi bir halin var aslında. Kelle paça insanı olduğunu düşünmemiştim."

 

"Şimdi bir sarımsak dolduracağım çorbaya kokudan kaçırtacağım seni göreceksin." diye hırsla söylendiğimde bu halime güldü.

 

"İstediğini yap, istediğini ye hiçbir şey cennet kokunu bastıramaz küçük kurtcuk." Cennet gibi kokuyorsun. Aklıma o anlar geldiğinde boğazımı temizleyip sandalyeye yaslandım.

 

"Nerelisin?" O da benim gibi arkasına yaslandı.

 

"Ankaralıyım." Vay be dercesine dudak büktüm.

 

"Peki ben nereliyim Ankara bebesi?" diye sorarken gülümsüyordum. Bilmiyorum demesini beklerken söze girdi.

 

"İzmitlisin." Cevabı karşısında şaşkınlıkla gözlerim büyürken yutkundum.

 

"Nereden biliyorsun?"

 

"Hakkında sandığından çok daha fazla şey biliyorum." Şaşkınlık vücudumda kol gezerken ağzımı açmıştım ki garsonun çorbalarımızı getirmesiyle geri kapattım. Çorbalarımızı önümüze bıraktığında Cihangir "Eyvallah birader." diye söylendi. Hödüklükle beyefendilik arasında gidip gelişi beni şok ediyordu. Garson gittikten sonra ona döndüm.

 

"Hakkımda ne biliyorsun ve nasıl biliyorsun? Daha önce tanışmış mıydık?" Soruları sıralarken eline aldığı kaşığı peçeteyle siliyordu.

 

"Ferit'in yaralandığı zaman hakkında ufak bir araştırma yapıldı tabii. Oradan biliyorum." Diğer sorumu tekrarlayacaktım ki "Çorbanı iç de motorun soğusun." diye sözlerimi ağzıma tepti.

 

"Sen bana geveze mi diyorsun?" diye hayretle kendimi işaret ettim. Güldü. Çorbasından bir kaşık aldıktan sonra yanıtladı.

 

"Geveze insanlardan hoşlanmam ama sen istediğin kadar konuşabilirsin, bir şikayetim yok olamaz da." Her defasında öyle bir cevaplıyordu ki beni apışıp kalıyordum. Bu adam hayret edilesiydi, gerçek ötesiydi. Sözleri hiç korkmadan, öyle ustalıkla ve öyle açık sözlülükle söylüyordu ki şaşkınlığıma bir yenisi ekleniyordu her sözünde.

 

Keyfim yerindeydi, huzur içinde olduğum kuyuyu esir almıştı. Ruhunun gölgesi ruhumun üzerindeydi ve hiçbir şeyin ona zarar vermesine müsaade etmeyecek gibiydi. Tek zararı kendisi verebilirdi ve ben bunun farkındaydım.

Loading...
0%