Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@baharpnar

Arkadaşlar moral ve motivasyonum çok düşük.

Lütfen satır arası yorumlar yaparak bana biraz destek, heyecan verebilir misiniz?

Ağırlık, sadece terazi ile tartılıp kilo ile ölçülebilen bir şey olsaydı keşke. Böylelikle her şey benim için daha rahat olurdu. Ama maalesef. Bugüne kadar kalbim, düşüncelerim gibi hep ağırlaştı.

Kapalı göz kapaklarımdan içeriye süzülen sarı hüzme beni rahatsız etse de gözlerimi açmamda etkili olan şey, birinin bana bakıyor oluşunu hissetmemdi.

Gözlerimi açmamla sol dirseğini koltuğun kolçağına yaslayıp başını da sol eline yaslayarak sisli gözlerle bana bakan Emir’i görmem ve sağ elimi yastık ile yanağım arasından çekip doğrulmam bir oldu.

Avuç içlerim yatağın çarşafına değerken sırtım boşlukta kaldı. “Hoşt ula. Yanuma ne işun var?”

Uyandığımı görünce hemen ayağa kalkması, hızlıca konuşmamı sağladı. Bu nedenle dediğim şeyleri idrak etmem biraz zaman aldı. Mesela Emir’in yüzüne yerleşen kırgın ifadeyi görüp “O kadar da değil, Aysun. Merak etme, sana hiçbir şey yapmadım. İstemediğin bir şeyi de ne olursa olsun yapmam.” demesine kadar hiçbir sıkıntı yoktu.

Söylediklerimin biraz ağır mı olduğunu düşünürken içimde bir kargaşaya sebep oldum. Bir tarafım ‘Hoşt, ne? Köpek mi kovuyorsun’ diyor. Diğer tarafım da ‘Çocuk, yani adam, yıllardır sana platonik. Uyanır uyanmaz başında beklediğini görünce gayet de yerinde bir tepki verdin.’ diyor.

Başımı onun soluna doğru çevirince perdenin arkasından gelip odayı aydınlatan ışığı gördüm. Sabah oldu. Ama ben evimin odasında değil, başka bir odada uyanıyorum. Allah’ım lütfen sen bana şuan akıl, fikir, bir de delilik etmemem için sabır ver.

Derin bir nefes alıp başımı Emir’in yüzünü görebileceğim kadar çevirdim. Ardından gayet sakin bir şekilde “Saat kaç ve neredeyiz?” diye sordum.

Sorumla birlikte Emir başını eğip kolunu hafifçe dirseğinden kırarak kaldırdı ve bileğine takılı olan saate baktı. Saniyeler sonra kolunu yanına doğru indirirken başını kaldırıp gözlerime baktı ve sorularımı tek tek cevaplamaya başladı. “Saat onu yirmi geçiyor. Gece hastaneye gittikten sonra evdekilerle uğraşma diye Emre’nin evine getirdim seni.”

Sanki aklıma gelen soruları duymuş gibi “Rahatsız olma diye ben evde kalmadım. Emre bekledi başında. Yaklaşık yarım saat önce de işe gitmek için çıktı. Aslında sen uyanana kadar kalacaktı ama kafe çok doluymuş, patronu çağırınca gitmek zorunda kaldı.” dedi.

Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım. Ardından sağ tarafımda Emir olduğu için sol tarafa dönüp yataktan kalktım.

“Abim merak etmiştir. Arabam da apartmanın önünde değil. Aramıştır da çok. Deliye dönmüştür.” diye hayıflanarak odadan çıkarken Emir de peşimden geldi. “Abini merak etme, ben hallettim o işi.”

Kaşlarım hayretle havaya kalkarken adımlarımı durdurup Emir’in gözlerine baktım. Sağ elini ensesine atmış, sıkıntılı yüz ifadesiyle bana bakıyordu. “Akşam sen bayılınca bende seni hastaneye götürdüm. Sonra seni buraya getirdim. Sonra Kenan’ın ortalığı ayağa kaldırmaması için bir arkadaştan rica ettim, arabanı apartmanın önüne park etti. Yani abinden yana bir sıkıntı yok. Ama ablan için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.”

Ne demek, ablan için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim? Kaşlarım çatılırken “Nasıl yani?” diye sordum. “Ne oldu?”

Sıkıntıyla sesli bir nefes verip elini ensesinden çekti. “Dokuzda aramaya başladı, açmadım. Telefonu sessize aldım. Ama birsürü mesaj ve arama bıraktı.”

“Telefonum nerede?” diye sordum hızla. Ablam değil, Beyza aramış, yazmıştır. Ben kendimle uğraşırken meleğimi unuttum. O sırf beni görmek için Rize’den yollara düştü. Benim yaptığıma bak. Ayıp. Cidden, çok ayıp.

Emir “Şurada,” diyerek arkamdaki bir yeri eliyle işaret etti. Ben tam arkamı dönecekken de “Sen dur, yorulma. Ben getiririm.” diyerek beni durdurdu.

Gece beni tek bırakmayıp benimle ilgilendiği için ne kadar mahcup hissetsem de kendimi durduramadım, konuştum. “Sağ ol, düşüncen için ama benim de ayaklarım var. İki adımlık yere gidersem yorulmam.”

Sözlerim biter bitmez ona arkamı dönüp telefonumu gözlerimle aramaya başlarken adımlarımı da hızlı tutmaya çalışarak yürüdüm. İki adım atmıştım ki telefonumu yatağın sol tarafında duran iki çekmeceli komodinin üzerinde görüp hemen telefonuma doğru atıldım ve telefonumu elime aldım.

Telefonu açar açmaz saatin altında on iki cevapsız arama, yetmiş dokuz mesaj bildirimi gördüm. Hemen şifremi girip telefonu açtıktan sonra hiçbir mesaja bakmadan direkt ablamı aradım, Beyza’nın açmasını umarak.

Telefon çaldı, çaldı, çaldı. O kadar uzun çaldı ki hiç açılmayacak sandım. Ama açıldı. Telefonun diğer ucundan sesli bir iç çekiş duydum. Keşke açılmasaydı.

“Teeje,” diyen ağlamaklı ses, kalbime dokundu. Boğazıma oturan yumruyu geçirmek adına yutkundum.. Benden bir cevap beklediğini bildiğim için boğazımı temizleyerek “Vanilyam.” dedim özlemle karışık pişmanlıkla.

Boşta kalan elimle yüzüme serinlik yaparak Beyza’nın konuşmasını bekledim. Lütfen ağlamıyor olsun, lütfen. “Yedeşin? Âkam şeni bekedik. (Neredesin? Akşam semi bekledik.)”

Çok şükür. Şükür, ağlamıyor. Şükür, bundan sonra da ağlamayacak.

Yüzüme eklediğim gülümsemeyle “Teyzeciğim, dün ben çok çalıştım ya hani.” dedim. Bana bir cevap vermesini bekleyip “Hı hı,” diye mırıltısını duyduktan sonra devam ettim. “Heh. Biraz dinlenmek için dayının yanına gittim. Ama orada daha çok yoruldum ve eve gelir gelmez yatıp uyudum. Şimdi de elimi yüzümü yıkadım, birazdan işlerimi bitirip size geleceğim kahvaltıya.”

“Ama biy yedik.” diye homurdanan tatlı yeğenimle kıkırdadım. “Ne yapalım o zaman? Ben bir şeyler alıştırıp geleyim, olur mu?”

Sunduğum teklif, hiç hoşuna gitmemiş gibi “Hayı.” dedi. “Sen ge. Be saya yapayım.”

Ama onun sunduğu teklif, benim çok hoşuma gitti. “O zaman anlaştık. Ben şimdi çabucak işlerimi halledeyim. Bitince de koşarak size geleyim. Tamam mı?”

Onu göremesem de beni başını sallayarak onayladığını hissedebildim. Çünkü her seferinde böyle yapıyordu. “O zaman sen yavaştan bana kahvaltı hazırlamaya başla. Bende telefonu kapatıp işimin başına geçeyim.”

Telefonun kapandığına dair ‘dıt, dıt’ sesini duymadan önce Beyza’nın kıkırtılar eşliğinde “Ben mufaa gidiyoyum, kapadım.” dediğini duydum. Son kelimesinde sesi o kadar tatlı çıkmıştı ki...

Ekrana bakmadan direkt telefonu yandaki güç tuşuna basarak kapatıp başımı Emir’e çevirdim. Onunla direkt göz göze geldiğim için ayağa kalkarak konuşmaya başladım. “Tekrar teşekkür ederim, beni bırakmayıp bana yardım ettiğin için. Mayıs çayına gelirsen, görüşürüz.”

Aslında birkaç gün önce olsaydı ona son cümleyi kurmazdım. Çünkü kalbimde, onun girmek istediği yerde, birisi vardı. Ama dün akşamdan sonra kalbimde, sadece onun girmek istediği odacıkta bir deprem oldu. O odacıkta yaşayan kişi, dün gece kanlar içinde kaldı. Bugün oradan kurtulacak. Ya o odacıktan kalbimden ret yiyerek gidecek ya da güvensiz bir şekilde odacığın kenarında dışarıya atlamak ile içeriye girmek arasında bir gelgit yaşayacak. Temennim, gelgit yaşamaması yönünde.

Gözlerimi Emir’den ayırmamı sağlayan şey, gözlerine yerleşen umut parıltıları oldu.

Evin kapısının nerede olduğunu bilmememe rağmen odadan çıktım. Gerçi kapımın nerede olduğunu bilip bilmemem önemli olmadı. Çünkü koridor da ev gibi küçük olduğu için kapıyı hemen bulabildim.

Kulpu indirdiğimde Emir’in sesini duydum arkamda. “Bekle,” Kaşlarım çatıldı. Neden bekleyecekmişim acaba? Başımı arkaya, Emir’e doğru çevirdiğimde cümlesine devam etti. “Ben götüreyim seni. Hemen reddetme. Beyza seni beklemiyor mu? Araba beklemeden hemen gidersin işte.”

Omuzlarımı kaldırıp “Tamam.” diye onay verdim ona. Ardından başımı önüme çevirip yerde duran ayakkabımı giymeye başladım. Ama gözüm, benim ayakkabımın yanında duran büyük, siyah ayakkabıya takıldı. Sanırım Emirindi. Çok acele edip endişelenmiş olmalı ki ayakkabılarımızı içeriye almak aklına gelmemiş.

Sesli bir nefes verip Emir’e döndüğümde anahtarı kilitten çektiğini gördüm. Bana doğru dönmesini bekleyip onunla beraber apartmandan çıktım. Ardından apartmanın hemen önündeki kaldırımda park halinde duran turkuaz M4’e binip bizim yani benim aile apartmanımın yakınlarına geldik.

Emir apartmanın önüne kadar bırakmayı teklif etse de net bir şekilde reddettiğim için daha fazla bir şey söyleyip ısrar edemedi.

İndiğim yerden eve doğru yürürken üşengeçliğim tuttuğu için keşke apartmanın önüne bıraksaydı beni, diye düşünsem de bunun salaklıktan başka bir şey olmadığını bildiğim için kendime sayıp apartmanın kapısını açtım. Eğer Emir beni apartmanın önüne bıraksaydı muhakkak biri görür ve içinden ben indiğim için abime söylerdi. Ki tarif edecekleri araba, nadir kişilerde olduğu için abim hemen anlardı. Konduramaz, bana sorardı ama anlardı Emir’in geldiğini.

Giriş katın merdivenlerini sessizce çıktıktan sonra abime yakalanma riskini göze alarak parmak uçlarımda yürümeye başladım. Bir anda kapıyı açıp beni görmesin diye bildiğim tüm duaları içimden okumaya başlayıp kilidi soktuğum anahtarı yavaşça çevirdim.

Abim duymadı. Gerçi ben bile sesi az duydum. Abim nasıl duysun?

Daha fazla adrenalin kaldıramayacağım için ayakkabılarımla birlikte içeriye geçip ayakkabılarımı hemen kapıya yaslanarak halının olmadığı zemine basarak çıkardım ve hemen dolaba yerleştirdim.

Beyza’ya dediğim halledeceğim işler bu kadar uzun sürmeyeceği için direkt odama geçip dizimin hemen altında biten, beyaz saten bir elbise seçtim dolabımdan ve yatağımın üstüne koydum. Hemen sonrasındaysa banyoya geçip kısa bir duş aldım.

Odama geçer geçmez hemen üzerimi giyinip birazdan giyeceğim mavi topuklularıma uygun şık bir çanta seçtim ve içine cüzdanımla telefonumu koyduktan sonra pek kullanmadığım ama içini bir ay önce doldurduğum makyaj çantamdan birkaç malzeme çıkarıp koydum.

Çantam hazır olduğu için omzuma takıp odamdan çıktım. Koridora çıktığımda aklımda olan tek şey; tek şeritli, bilekten bağlamalı olan mavi topuklu ayakkabılarımı hangi rafa koyduğumdu.

Ayakkabıları koyduğum dolabın kapağını açıp raflara tek tek baktım. Mavi ayakkabım gözüme çarpar çarpmaz hemen onu elime alıp evin kapısını açtım. Ardından ayakkabıları eşiğin önüne bıraktıktan sonra içeriden anahtarlığımı alıp dışarıda terlik olduğuna emin olarak dışarıya çıktım.

Sadece bir üst kata, ablama, çıkacağım için terliklerimi giyip kapıyı kapattım. Sonrasında eve girmeyi düşünmediğim için anahtarla evin kapısını kilitleyip anahtarlığı da çantama attım.

Çantamın çok dolduğu için şişmesini umursamadan merdivenleri en az ses çıkaracak şekilde çıkmaya başladım. Bunu yapmamdaki amaç, abimin uyanmasını istememem değil. Çünkü saat on bir. Abim daha bana bir kelime bile yazmadı şimdiye kadar. Ya daldığı uykudan uyanamadı ya da bugün görevli olan antrenör hastalandı ve onun yerine salona gitmek zorunda kaldı.

Kapının önüne geldiğimde kapıyı çalarak ayaklarımı terliğin içinden çıkarıp üstüne koydum. Zaten çok da beklememe gerek kalmadı. Çünkü kapıyı çaldığım an bir çığlık sesi eşliğinde “Teje!” diye bağıran Beyza’nın sesini duydum.

İçim sıcacık olurken kocaman gülümseyip dizlerimi kırarak yere çömeldim. Beyza kapıyı açınca benimle aynı boyda olduğu için direkt kollarını boynuma sarıp bacaklarını belime doladı.

Ayağa kalkmadan önce bir elimi Beyza’nın beline, diğerini de poposunun altına yerleştirdim.

Eşikten adımımı atar atmaz boynuma bir öpücük konduran Beyza’ma çevirdim başımı. Evin içini ezbere bildiğim için de adımlarımı durdurmadan atmaya devam ettim. “Kahvaltım hazır mı, prenses?”

Beyza başını kaldırıp yüzüme bakarak başını aşağı yukarı salladı. “Be hajıyadım.”

Şen bir kahkaha atıp tombik yanağına bir öpücük kondurdum. “Oyyy, benim tatlışım. Kahvaltı niyetine yerum seni ha, paçi.”

Canım yeğenim kıkırdarken annesinin boğaz temizleme sesini duyduk. Beyza’nın sesi anında kesilirken bakışlarımız ona kaydı. Kollarını göğsünde kavuşturup sağ omzunu mutfak kapısına yaslamıştı. Havaya kaldırdığı kaşlarıyla yüzüne yerleştirdiği ifade, hesap soracağına işaret ediyordu. Ama umursamadım. Sonuçta benim yalanlarımı sadece Kenan abim anlayabiliyor. Aslında beni bir tek o anlıyor.

Kollarımı Beyza’ya sıkıca sarıp kendimle birlikte onu da zıplattım. Ardından eşikten çekilen ablamın peşinden mutfaktan içeriye girdim.

Gözlerimi masanın üzerinde gezdirirken Beyza’yı da oturacağım sandalyenin yanına yavaşça bıraktım. Masanın üstünde bir kase içinde beyaz peynir, içinde ne olduğunu bilmediğim tost yapılmış yarım ekmek vardı. Bir de ben sandalyeye oturunca ablam hemen tost tabağının yanına ağzına kadar dolu bir çay bardağı koydu ve kahvaltım için eksik olan şey tamamlandı.

Hemen karşımdaki sandalyeye oturup hesap sormak için tostumun bitmesini bekleyen ablam, kaçmak için biten çayımı tazeleme bahanesini yemeden her seferinde bardağımı kendisi doldurdu.

Nihayet demlikte kalan son çayı da bitirdiğimde ablam Beyza’ya tabletini verip YouTube’dan İngilizce sayıları açtı. Biliyordu Beyza İngilizceyi. Ablam ikinci bir dil konusunda gayet net olduğu için o üç yaşındayken onu alıştırdı bu dile. Şuan yaptığı şey, sadece yalnız kalmamız için bir bahaneydi.

“O video bitince Prenses Sofia’yı izleyebilirsin. Bizim teyzenle biraz işimiz var, bitince belki biz de eşlik ederiz sana.” diyen ablam emir vermiyordu ama rica da etmiyordu. Ama Beyza bu bir emirmiş gibi başını sallayıp mutfaktan çıktı. Sanırım odasına gidiyordu. Bende onu takip etsem hiç sorun olmazdı.

Bakışlarını Beyza’dan ayırıp bana çeviren ablam alayla “Bir bardak daha içer misiniz, Aysun Hanım?” diye sordu. Ardından başıyla mutfağın kapısını işaret edip “Yürü kız içeri.” diye çemkirdi.

Ablamı ikiletmeden ayağa kalkıp biraz vakit kazanmak adına önümdeki tabağı elime aldım. Ama ablam anında “Ya pirak lari. (Ya bırak onları.)” diyerek bu girişimime de engel oldu.

Oflayarak göz devirdim. Ama ablamın ayağındaki terliği çıkarıp bana fırlatmasının an meselesi olduğunu bildiğim için koşaradım salona geçtim. Salonda kimse yoktu yani tahmin ettiğim gibi, Beyza odaya geçmişti.

Televizyonun karşısındaki ikili koltuğa oturup ablamın gelmesini bekledim. Ama ablamın salona girişi beni korkuttuğu için hemen oturduğum koltuktan ayağa fırlayıp tekli koltuğa geçtim.

Salonun kapısının neden kapandığını anlamasam da kaşlarımı çatarak bana doğru yürüyen ablama bir cevap arayarak baktım. Ama o sessizce yürüyüp diğer tekli koltuğu hafif bana doğru çekerek mesafemizi kapattı ve gözlerimin içine bakmaya başladı.

Sesimin titrememesine özen gösterip alayla konuştum. “Ne oldu? Çok mu özledin beni?”

Kaşları çatıldı ablamın. Konuşmama, soruma veya az önceki benim bilmediğim şeye değildi ama bu sefer onu sinirlendiren. Üslubumdu.

“He,” dedi uzatarak. “Sen diysun ki uzatmadan sadede gel. Olur paşam. Olur sultanım. Hemen geleyim.” Ben bu tonu biliyorum. Azar geliyor. “Dün gece beni uyku tutmadı. Uyuyamadım yani. Sonra sizin sesinizi duydum. Kenan’a sordum, niye bu saatte geldiğinizi. Ucundan, kıyısından anlattı bana.” Sağ kaşı havaya kalktı. “Bende sana gelecektim. Kız şimdi uyuyordur, sabah giderim, diye düşündüm. Ama sen dertli uyuduğun için beni hiç uyku tutmadı.”

Kalp atışlarım hızlanırken ablamın kuracağı diğer cümleleri duymak istemedim. Lütfen, bir mucize olsun. Kapı çalsın, abim gelsin. Telefon çalsın, anneannem arasın. Beyza gelsin, tuvaletim geldi, desin.

Bugün, şanssız olacağını belli ederek ablamın cümlesini tamamlattı. “Sonra ne oldu? Çayımı yudumlayıp pencereden manzarayı izlerken aşağıda bir hareketlilik oldu. Meğer bizim kız, gece gece dellenip arabasına atlamış. Seni görünce dedim, bir şey yok. Sonra arabayı çalıştırdığında kafasındakileri atıp gelir, dedim. Ama olmadı.”

Histerik bir şekilde gülüp elini boşluğa sallayan ablamdan gözlerimi ayırdım. Bari arabamın geldiğini ama benim o arabayla beraber gelmediğimi görmüş olmasın.

“Gecenin bir yarısı araban geldi, sen gelmedin. Aradım, mesajlar attım. Hiçbirine dönmedin. Şimdi de böyle güzel, şıkır şıkır giyinmişsin. Hayırdır Aysun Hanım, n’oliyi?”

Sıkacağım palavra yalan oldu. Boğazımı temizleyip bakışlarımı direkt ablamın gözlerine değdirdim. Doğruyu söylemeyeceğim. Ama yalan söylemek de istemiyorum.

İçime dolan kederi sesli bir nefes vererek dışarıya atmak istedim ama yapamadım. Onun yerine küçük bir nefes verip konuşmaya başladım. “Doğru düşünmüşsün.”

Cümlem daha başlamadan sağ kaşını kaldıran ablam, kollarını göğsünde kavuşturup sırtını koltuğa yasladı. Bende aramıza koyduğu, birkaç santim fark eden, mesafeyle biraz daha rahatlayıp devam ettim.

“Kafamdakileri atıp biraz nefes almak için çıktım evden.” Yalan değil. Can vardı kafamda. Onu düşünüyordum. Onu görüp kafamda kurduğum veya gerçek olan bilgilere ulaşacaktım. Bu da kafamdakileri atmak işte.

Ablam başını sallayarak devam etmemi bekledi. Sanırım buraya kadar kendini inandırdığı için bir yorum yapmadı. Hal öyleyse eğer, buradan sonrası kritik olacak demektir. Çünkü ablam tam olarak bu noktadan sonrası için kafasında binlerce senaryo kurmuştur.

Bakışlarımı ablamdan ayırarak derin bir nefes alıp kederle geri verdim. “Sonra dolaştım. Sahile gittim. Bu sahil yetmedi. Dragos’a gittim. Kadiköy’e, Üsküdar’a da gittim.” Allah’ım affet. “Sonra bir arkadaşla karşılaştım.” Emir. “Abisiyle dolaşmaya çıkmış. Beni görünce geldi yanıma, sohbet ettik.”

Baş parmaklarımı saat yönünde birbirinin üstünden döndürürken yüzüme çekingen bir ifade yerleştirip bakışlarımı yavaşça ablamın yüzüne çıkardım. Göz göze geldiğimizde sanki bir suç işlemişim gibi gözlerimi kaçırdım. İnandırıcı olması için.

Konuşmama devam etmeden önce ablama kaçamak bir bakış atıp ifadesini yokladım. Kaşları çatılmış, diyeceğim şeyi bekliyordu. Balık yemi yedi, ağa takıldı. Bana da tek ipi çekip balığı almak kaldı.

Gözlerimi ellerime değdirip “Sonra,” dedim çekinceli bir tavırla. Ardından sıkıntıdaymışım gibi burnumdan sesli bir nefes verdim. “Arkadaşım o halde araba kullanmama müsaade etmedi, evine götürdü beni.”

Kızacağı kısım burası olacağı için söylemekte zorlandığımı belli edercesine ‘Şükür,’ der gibi içime doldurduğum oksijeni sesli bir şekilde ağzımdan geri verdim.

Ben tekrar konuşmaya başlamadan önce ablam “Peki araban?” diye sordu. “Onun abisi mi getirdi arabanı?”

En sevdiğim insan tipi, leb demeden leblebiyi anlayandır. Demek ki bu yüzden ailemi seviyorum. Lafı uzatmama hiç gerek kalmıyor. Hemen ne demek istediğimi anlayıp karşıya geçiyor ve olayı kapatıyorlar.

Ablam konuşmaya başlayınca başımı ona çevirip yüzüne baktığım için şuan tam gözlerimin içine bakıyor.

Daha fazla konuşmak istemediğim için başımı aşağı yukarı hareket ettirip sorusuna olumlu bir yanıt verdim.

Cevabımdan sonra bakışlarını üzerimde gezdiren ablam, ellerimi birbirinden ayırıp çapraz bir şekilde kollarıma sarmamı sağladı. ‘Ne bakıyon?’ diye sormak istesem de uslu, sessiz kız moduna geçtiğim için sessizce bakışlarını üzerimden çekip konuşmasını bekledim.

Nihayet beni süzme işini bitirip gözlerini gözlerime çıkarabildi. Ben ağzından çıkacak olan kelimeleri merakla beklerken o sadece “İyi,” deyip ayağa kalktı. Nereye gideceğimi, ne için böyle süslü elbise giydiğimi sormadı. Sadece İyi dedi. Ben dumur olmuş bir biçimde ablama bakarken ablam “Kenan’a bir şey belli etmedim. Sen anlatırsın zaten.” diyerek salondan çıktı.

Bir dakika ya. Her işin ucunu bucağını didik didik arayan ablama ne oldu? Görmeyeli bu kadar değişmiş, medeni olmuş olabilir mi acaba? Sanmam. Kesin arabayı gördükten sonra beni aradı. Emir de eve gelince ablamın aradığını gördü ve ablamı arayıp her şeyi anlattı. Ablam da ben ona yalan söylediğim için bana trip atıp gitti. Evet, evet. Böyle olmuştur.

Eh, Emir. Ben şimdi sana yapacağımı bilmez miyim? Bir de karşıma geçip Ben ablanın telefonunu açmadım, diyor. Yalancı.

İçimde zaten az olan pozitif enerji, toz tanesi olup uçtu ve benden ayrıldı. Alacağım olsun, Emir. Bari açtım telefonu, deseydin de ona göre bir şey uydururdum.

Oflayarak ayağa kalktım.

Benim planım suya mı düştü şimdi? Düşemez. Ben ne güzel ablamı, yeğenimi, gelinimizi alıp gezmeye gidecektim. Tabii bu plandan sadece benim haberim olduğu için biraz yaş gibi gözüküyor olabilir ama eğer Zilan’ı arayıp ikna edersem, ablam da gelir ve planım işler.

Mutfak masasının üstünde kalan çantamın içindeydi telefonum. Hemen ayağa kalkıp mutfağa geçtim. Ablam da mutfaktaydı. Daha demin elletmediği tabak ve bardağımı makineye yerleştiriyordu.

Geldiğimi anlamıştı ama başını çevirip bir kere bile bakmadı. Bende sandalyelerden rastgele birine oturup çantamdan telefonumu çıkardım. Ardından telefonumu elime alıp bakışlarımı elindeki bezle tezgahın üstünü silen ablama çevirdim.

Birazdan yapacağım şey, yanıma gelmemek için bir şeyle uğraşıyormuş gibi yapan ablamı yanıma getirecekti. Bunun için heyecanlansam da pek belli etmemeye çalışarak bakışlarımı ablamdan ayırıp telefonuma çevirdim. Ardından hemen rehbere girip Zilan’ı aradım.

Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Tam kapanacak derken karşı taraftan gelen “Alo,” sesiyle arabamın cevaplandığını anladım. Dirseğimi kırıp elimi yumruk yaparak sevincimi saliselere sığdırdım.

Boğazımı temizlerken sağ kaşımı kaldırarak ablama baktım. Duyduktan sonra bahane ettiği yalandan yaptığı işleri bırakıp yanıma oturacağı bir kelimeyi, ismi söyledim.“Ziloş,”

Ablamın eli duraksadı. Birazdan da omzunun üzerinden başını bana çevirecek.

Bana bakacağını hissettiğim an, başımı masanın üstüne koyduğum elime çevirdim. Ardından hem arkadaşım hem de yengem olan Zilan ile konuşmaya devam ettim. “Müsait misin bugün?”

Tırnaklarımda gezen bakışlarımı, Zilan’dan cevap beklerken ablama çevirdim ve anında sol elini tezgâha yaslayıp sağ elini de beline yaslamış, sağ ayağını sol bacağına yaslayarak bedenini bana doğru çevirmiş olan ablamla göz göze geldim.

Dudaklarım zaferle iki yana kıvrılacak gibi oldu ama Zilan’ın soruma verdiği cevapla yüzüm asıldı. “Bugün liseden arkadaşlarımla buluşacağım. Beni almak için yola çıktılar. Birazdan gelirler.”

Liseden üç tane yakın arkadaşı vardı. İlayda, Nevra ve Gülbahar. Kızlarla spor salonuna geldikleri bir gün kafeye geçip tanışmıştık. Zilan’ı istemeye gittiğimizde de konuşmuştuk. Çok kafa kızlar. Bence beni de yanlarına alırlar. Yani umarım.

“Ne oldu ki? Önemli bir şey olmadı inşallah.”

Zilan’ın panik yapmasını istemediğim için hemen aceleyle “Yok, yok.” dedim. “Çok önemli değil ama yani...” Sesimi yumuşatıp devam ettim. “Hazırlandım, belki kız kıza dışarıya çıkarız diye. Ama bugüne değilmiş kısmet. Olsun, başka zaman çıkarız biz artık.”

Şuan onun vicdanına oynadığımı biliyorum. Bundan rahatsızlık duysam da ablamın benimle konuşması, gezmeye çıkması için bu rahatsızlığımı hemen içimden def ettim.

Telefonun ucundan sesli bir nefes sesi geldi. “Biz de Üsküdar’da yeni açılmış bir pizzacıya gidecektik. Oradan da Capitol veya Optimum'a gidip alışveriş yapacağız. İstersen sende gel.”

Ona vicdan yaptırdığım için cidden pişman olup “Yok ya,” dedim. “Siz şimdi kanka olarak beraber gezmek, konuşmak istersiniz. Ben geldim diye de pek konuşmasınız falan. Olmaz.”

Zilan “Olur mu öyle şey?” dedi hemen. “Kızlar seni seviyor. Gelmende bir sorun olmaz. Tabii sen istemiyorsan, orası ayrı.” Son cümlesini çok ısrar ettiği için beni sıkmış gibi gözükmek istemediğinden dolayı söylemişti. Anlayışlı yengem benim.

“Benim için de sorun olmaz, aşkım. O zaman ne yapalım, nerede buluşalım?”

Zilan’dan bir cevap beklerken zil sesi doldu kulağıma. Sanırım kızlar gitmişti. Zilan “Bir dakika,” diyerek benden müsaade istedi.

Telefonu kulağımdan indirip ayağa kalktım. Ardından sağ kaşını kaldırıp bana sorarcasına bakan ablama “Ben kızlarla buluşmaya gidiyorum.” diye minik bir açıklama yaptım. “Pizzacıya gideceklermiş. Oradan da alışveriş merkezine geçecekler. İşin yoksa sende gel. Hem Beyza’ya da değişiklik olur.”

Ablam elini belinde indirip yaslandığı tezgahtar ayrıldı. “Benim gelmem yakışık olmaz şimdi.”

Kaşlarımı hayretle kaldırıp “O niyeymiş?” diye sordum. “Pek tabii yakışık olur. Hadi hazırlan, gidiyoruz.”

Telefonu unuttuğumu fark edip hemen kulağıma götürdüm. Zilan da tam o an konuşmaya başladı. “Biz çıktık, beş dakikaya geliyoruz. Seni alıp birlikte geçeriz.”

Dudağımın içini dişleyip ablama kaçamak bir bakış attım. Ablam beş dakikaya hazır olamazdı ki ama.

Ablam bir sorun olduğunu anlayıp gülümsedi. Ardından dudaklarını oynatıp “Sen git.” dedi.

Ablamın dediği şeye gözlerimi devirip benden bir onay, bir cevap bekleyen Zilan’a “Tamamdır o zaman, bekliyorum.” deyip vedalaştıktan sonra telefonu kapattım.

Telefonda ne konuştuğumuzu bilmediği için ablama açıklama yapmaya başladım. “Şimdi Zilan’ı almışlar. Beş dakikaya da beni alacaklarmış.”

Şuan odaya koşup giyinmesi lazımken hiçbir hareket etmeden karşımda durması sinirlerimi bozdu. “Hayde da, hazırlan. Sende gel. Alışverişe gideceğiz hem sonra. Seninde eksiklerin vardır, onları alırsın.”

Sözlerimden çok koluna girip onu mutfaktan çıkarmam etkili oldu ablamı ikna etmemde. “Tamam,” dedi koridorda, odasına doğru yürürken. Ardından kolunu benden ayırıp mantıklı bir şekilde “Biz arabaya sığmayız.” diyerek mazeret sundu. Yani bir sonraki cümlesini duyana kadar bu cümlesi, mazeret sayıldı. “Siz gidin, biz sonra geliriz alışveriş merkezine.”

“Peki,” dedim kabullenerek. “O zaman ben sana arabanı anahtarını bırakıyorum. Birkaç saat sonra hazırlanıp beni ararsın, bizde alışveriş merkezine geçeriz.”

Bu sözlerim ablamın gülümsemesini sağlarken benimde yüzüme bir tebessüm yerleştirdi.

Omuzlarımı silkip “O zaman,” demiştim ki ablam “Gel kız buraya.” diyerek sözümü kesip kollarını bana doğru uzattı. Yüzümdeki tebessüm genişlerken ablama doğru ayaklarımı yere sürterek küçük birkaç adım atıp kollarımı ablamın boynuna doladım.

Hemen kollarını bana dolayıp sarılmama karşılık veren ablamın omzuna küçük bir öpücük bırakıp ondan ayrıldım.

“Beyza ben geliyorum diye süslenip giyinmişti. Ben onu da alıp gideyim. Hem çocuk evde sıkılmasın hem sen rahat et, işlerini çabuk bitir ve yanımıza gel.”

Sözüm birlikte sonra ablamın omzunu pat patlayıp “Sen Beyza’ma söyle. Belki üstünü değiştirmek ister, belki şimdi gelmek istemez falan. Bende çantamı alıp hemen yanınıza geliyorum.” diyerek mutfağa koştum.

Masanın üstünde duran çantamı elime alıp omzuma astım. Ardından hızlı adımlarla ablamların yanına, Beyza’nın odasına doğru yürürken çantamdan arabamın anahtarını çıkarıp elime aldım.

İki elim de dolu olduğu için hafif aralık olan kapıyı ayağımla ittirerek açtım. Ardından gördüğüm manzarayla dudaklarım büküldü. Benim tatlı minnağım uyumuş. Ablam da onun üstünü örtmüştü.

Kendimi tutamadan “Anam,” dedim yumuşak bir sesle. “Hemen de uyumuş, minnakam.”

Sessiz olmaya özen göstererek Beyza’nın yanına doğru yürüdüm. Ne zaman uyku haline geçtiğini bilmediğim için sadece alnına hafif bir öpücük kondurup geriye çekildim.

Zilan birazdan geldiklerini haber vermek için arayacağı için geldiğim gibi sessiz adımlarla odadan çıktım. Peşimden de ablamı getirdim.

Ne olur ne olmaz, sesimiz minnağıma gitmesin diye kapısını kapatıp ablamı evin kapısına doğru çekiştirdim. “Abla,” dedim fısıldayarak. Ardından elimdeki anahtarı ona doğru uzatıp “Sen al bu anahtarı, Beyza uyanınca hazırlanıp gelirsiniz.” dedim.

Ablam ilk defa bana karşı çıkmadan elimdeki anahtarı aldı.

Kızları bekletmemek adına hemen kollarımı ablama sarıp onunla vedalaştım. “Ablacığım “ dedim sağ yanağından öperken. “Hadi görüşürüz, ben kaçtım.” Sol yanağından da öptükten sonra kollarımı ondan ayırıp bedenimi kıvrak bir hareketle kapıya doğru çevirdim.

Bir şey demesine fırsat vermediğim ablam, kapıyı açıp terliklerimi giyerken “Allah’a emanet ol. Bir delilik etme ha, paçi. Abim keser sonra bizi.” diyerek bana veda konuşması yaptı. Daha çok tehdit gibiydi söylediği. Ama kaile almadım. Çünkü abimin esip gürlemesine kalmadan ben olayı yumuşatıp kapatırım, her zaman yaptığım gibi.

Merdivenlere yönelmeden önce ablama dönüp havadan öpücük attım. O da bana kıkırdayarak karşılık verdi.

Koşaradım merdivenleri inerken unuttuğum bir şeyim var mı, diye çantamı kontrol ettim. Cüzdanım, glossum, telefonum, anahtarım... Her şey tamamdı. Unuttuğum bir şey yok.

Kapımın önüne geldiğimde hemen terliklerimi çıkarıp mavi topuklularımı giydim. Üzerimdeki elbise, gideceğimiz yer için biraz abartı kalacak herhalde. Ama olsun. Sonrasında alışveriş merkezine geçeceğiz zaten, bir şey olmaz.

Merdivende topuklularla hızlı yürümek benim için biraz riskli olacağı için basamakları tek tek, sakince indim.

Apartmandan inip kaldırımın kenarına doğru yürüdüğümde sokağın başından buraya doğru dönen bir araba gördüm. Pardon, araba diyerek geçmemem lazım. Asaletini konuşturan siyah, BMW.

İçimdeki bir ses, bu arabanın kızların olduğunu söyledi. Araba bana doğru yaklaştığında korna çalınıp arka camdan Zilan’ın başını gördüğümde içimdeki sesin doğru söylediğini anladım. İçimdeki ses zaten her zaman doğru söyler.

Arabanın arka kapısı hemen önümde olacak şekilde durunca hızlıca elimi kapının kulpuna doğru uzattım ama elim kulpu dokunmadan kapı açıldı. Ardından Zilan sola doğru kayarak bana oturmam için yer açtı. Bende vakit kaybetmeden hemen arabaya bindim.

Zilan kollarını boynuma sarıp sıcak bir sesle “Hoş geldin.” deyince gülümseyip bende ona sarıldım. “Hoş buldum.”

Sarılma faslımız bitince gözlerimi Zilan’ın yanında oturan Nevra’da, şoför koltuğunda oturan İlayda’da ve yolcu koltuğunda oturan göbeği iyice büyümüş olan Gülbahar’da saniyelik gezdirerek mahcup bir sesle “Kusura bakmayın kızlar, biraz emrivaki gibi oldu.” dedim.

Kızlar hep bir ağızdan “Öyle şey olur mu?” tarzı cümleler kurarken ben kendimi yine de mahcup hissettim. Çünkü biraz değil, bayağı emrivaki yaptım yani.

Ortam bir anda sessizleşince üzerimdeki mahcupluk biraz olsun hafifledi. Bir ara sohbet açmak istedim ama “Gülo, hadi bir şarkı aç da şenlensin ortalık.” diyen Nevra ile buna gerek kalmadı.

“Of,” deyip başını arkaya, Nevra’ya doğru çeviren Gülbahar buradan çok tatlı gözüküyordu. Birkaç ay öncesine göre yanakları daha tombiş olmuş ve ona daha tatlı bir hava katmış. “Ne açayım?”

İlayda “Aşkım telefonunu arabaya bağla. İstersen benimki bağlı, benimkinden açabilirsin.” diyerek Gülbahar’a yardımcı olmaya çalıştı.

Gülbahar, İlayda’nın konuşmasıyla önüne dönüp başımı İlayda’ya çevirdi. “Aşkım valla kırk kere anlatıp gösterdiğiniz için artık nasıl açmam gerektiğini biliyorum, sağ ol.”

Zilan hafif kıkırdarken Nevra şakayla karışık bir ciddiyetle “Hamile olup benim yerimi kaparsan böyle olur işte. Hiç şikayet etme.” diyerek İlayda’nın koltuğuna doğru eğildi. Ama Gülbahar omuz silkip “Ne yapayım?” diye sordu umursamaz bir halde. “Arkada oturunca midem bulanıyor. Yoksa zaten oturmazdım öne.”

Son sözleri duygu yüklü gelen Gülbahar, bir anda başını sağa, camdan dışarıya doğru dönünce İlayda göz devirdi. Zilan “Yaa,” derken Nevra da söylediklerine pişman olmuş bir halde “Ya Güloşum,” dedi. “Ben o anlamda mı dedim?”

Önümdeki koltukta oturan Gülbahar’ın omuz silktiğini gördüm. Bunun dışında sesli bir cevap vermedi. Nevra kendini kötü hissettiğini belirtince Gülbahar anca başını arkaya döndürüp sesli bir cevap verdi. “Ya aşkım, üzülme. Biliyorum ben seni. Senlik bir şey yok. Sadece... İşte biliyorsun, hormonlarım oynayıp duruyor.”

Arabadaki duygusal hava, İlayda’nın sözleriyle dağıldı. “O zaman ikizlerim için ilk şarkıyı ben açıyorum.”

Kırmızı ışık yandığı için durmuştuk. Bu nedenle İlayda rahatlıkla telefonunu eline alıp arabaya bağladı. Hemen ardındansa telefonu kimsenin göremeyeceği şekilde eğip telefonunda bir şeyler yaptı.

İlayda telefonunu kapatıp sesi arttırınca arabaya hakim olan şarkı hepimizin kulaklarına bir bir doldu. Açtıkları şarkı, Demet Akalın’ın şarkısıydı, Pırlanta. Bu şarkıyı genelde temizlik yaparken dinlediğim için biliyorum.

Şarkının söz kısmı girmeden önce Gülbahar hariç kızlar kahkaha atmaya başladı. Tabii ben ne olduğunu kaçırdığım için öylece kızları izledim.

“Şirazeni kaydırmış, temelli. Minicik kaldırım taşı,” Kızlar hep bir ağızdan şarkıya eşlik ederken bende onlara katıldım. “Pırlantaya,” derken işaret parmaklarıyla Gülbahar’ı işaret etmeleri ve Gülbahar’ın bu eğlenceli şarkıda somurtarak durması aklımda bir fikir uyandırdı. ‘Kuzen, açma o şarkıyı. Anısı var.’ tarzı bir şey çıkmaz umarım.

Bir anda şarkıyı boşverip hep bir ağızdan gülmeye başladıklarında bende birinin gülüşüne takılıp gülmeye başladım. Şuan gülüş, pardon haykırış sesinden kim olduğunu anlayamadım ama Zilan da benimle birlikte o sesi duyup daha da gülmeye başlayınca arabanın yavaşlayarak durduğunu hissettim.

Şoförünün İlayda, elini direksiyona vurup gülmesine devam ederken bu düşünceli davranışını içimden takdir etmeden duramadım.

Kulaklarımıza dolan şen kahkahalar yerini kıkırtılara bırakınca Gülbahar arkasını dönüp “Aysun, canım,” diye bana seslendi. Bende hemen ona dönüp “Efendim, Gülbahar?” diye sordum.

Nasıl hitap etmem gerektiği konusunda tereddütte kalsam da ismini söylememin doğru bir karar olduğuna kanaat getirdim. İnanabiliyor musunuz, bu kız benden bir yaş küçük olmasına rağmen evli ve hamile?!

“Bizim lisede kötü bir anımız var da, o anı bu şarkıyla özdeşleştirdiğimiz için böyle kahkahalara boğulduk.” diye kısaca özetledi.

Ben o anının ne olduğunu şimdi daha çok merak ettiğim için sormak istesem de arabanın tekrar çalışması ve Gülbahar’ın “Böyle duramıyorum ya. Gittiğimiz yerde rahat rahat anlatırım ben sana o kara anıyı.” demesiyle başımı sallayıp onu sessizce onayladım.

Diğerleri benim aksime son kelimesi sanki bir başka anı sallıyormuş gibi kıkırdasa da bunu da pek kurcalamadım.

İlayda’nın açtığı şarkı bitince hemen başka bir şarkı çalmaya başladı. Yine Demet Akalın’ın şarkısı çalıyordu arabada. Ama bu sefer Gülbahar’ın şuanki haline uyan bir şarkısı. Evli Mutlu Çocuklu.

Gülbahar arkadaş grubunun evlisiydi, evet. En çocuksu hareketleri olup her yere mutluluk saçanı ve birkaç ay sonra da hayırlısıyla bebeğini kucağına alan çocuklu bir anne olacak. Yani bu şarkı tam onun içindi.

Zilan da nişanlı, birkaç ay sonra evlenip grubun evlenen ikinci kişisi unvanını alacak. Mutlu ve o da çocuksu.

İlayda’nın sevgilisi var, futbolcu. Daha birbirlerini tanıma aşamasındalardı en son bu konuları konuştuğumuzda. Ama çocuk bu ilişkinin bir ismi olması için onunla nişanlanmak istiyordu. Belki nişanlanmıştır. Otururken konu açılırsa sorarım.

Nevra, güzel gözlü kız. Gözleri mavinin en açık tonu olan eşsiz bir renkte olan kız. Henüz hayatına bir problem, yani erkek almak istemediğini söyleyerek tek takılıyor. Gelen teklifleri görmezden gelip hayatını yaşıyor. Bence iyi de yapıyor. Böyle yaşamaktan gayet mutlu. Önemli olan da bu zaten.

İlayda’ya bir arama geldiği için müzik durdu. İlk başta gelen aramayı önemsemeden Gülbahar’a “Sessize alır mısın, aşkım?” diye sordu.

Gülbahar İlayda’yı ikiletmeden hemen sessize almak için telefonu eline aldı. Ama ekranda gördüğü isim, duraksamasına neden oldu ama telefonu sessize aldı. Arayan numarayı ben göremesem de Zilan gördü.

İlayda önündeki yola bakarken Gülbahar elindeki telefonu ne yapacağını bilemeyerek başını bize doğru çevirdi. Zilan ile göz göze gelince de dudağını dişleyip başını iki yana salladı.

Nevra da benim gibi ekranda yazan ismi görmediği için Zilan’ı kolundan hafifçe dürtüp dudaklarını oynatarak ‘Kim?’ diye sordu.

Zilan başını iki yana sallayıp yüzünü göremeyeceğim şekilde Nevra’ya döndü. Artık ne dedi bilmiyorum ama Zilan önüne dönünce Nevra’nın elini ağzına kapatıp verdiği tepkiyi görebildim.

“Biz burada inelim, masa falan tutalım. Sen de park yeri bulup öyle gel.” diyen Gülbahar'la başımı camdan dışarıya çevirdim. Hemen sağ tarafımız pizzacıydı. Yani geldik.

İlayda kaşlarını çatıp bir şeylerin olduğundan şüphelense de arabayı kenara çekerek durdu.

Gülbahar hemen kemerini çıkarıp kendini arabadan atarcasına hızla indi. Bende kapıyı açıp indim. Ardımdan Zilan da indi. Ama Nevra arabada kaldı.

İlayda dikiz aynasından Nevra’ya bakıp “Sen niye inmedin?” diye alayla karışık bir tonda sorunca Nevra omuz silkip “Park yeri buluruz beraber.” dedi.

Kapıların kapandığına emin olduktan sonra bize korna çalıp arabayı çalıştırdı. Bizde daha fazla yolun ortasında dikilmektense içerisi de dışarısı gibi tıklım tıklım olan pizzacıya girdik.

Birbirimizi kaybetmemek için Gülbahar’ın koluna girdik. İki eli de karnına sarılı olduğu için hemen onun koluna girdik Zilan’la.

Oturacak masa bulabilecek miyiz diye bakınırken “Burası rezervasyonla mı alıyor?” diye sormuş bulundum. “Çünkü başka türlü, oturabileceğimiz bir masa yok gibi gözüküyor.”

Sözlerime kıkırdayıp “Burası rezervasyonla almıyor.” diye soruma cevap veren Gülbahar’la omuzlarım düştü. E o zaman biz neden buraya geldik? Başka bir yere gitseydik ya. “Ama bizim rezervasyonumuz var, buranın sahibi tarafından.”

Cümlesi biter bitmez yüzüne bir gülümseme ekleyip elini kaldırdı. Ardından “Ekrem,” diye seslendi. Baktığı yere doğru bakışlarımı çevirdiğimde yirmili yaşlarda gözüken bir oğlanın bize doğru geldiğini gördüm.

Adımlarımızı durdurmadığımız için ortada buluştuk. İsminin demin Ekrem olduğunu öğrendiğim kişi hepimizin yüzüne bakarak “Hoş geldiniz,” dedi. “Sizin masanın yukarı katta, size özel hazırlandı. Nevra beş dakikaya geliyoruz yazınca hemen ayarladık. Buyurun, geçin.”

Ekrem bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden olduğunu bilmiyorum.

Eliyle yolu göstermesine rağmen yukarıya kadar bize eşlik edip “Bir isteğiniz olursa söylersiniz, ben aşağıdayım.” diyerek yanımızdan ayrıldı.

“Kızlar ne zaman gelir ya? Ben çok acıktım. Başlasam da ayıp olur şimdi.” diye kendi kendine sızlanan Gülbahar, aklıma ablamı getirdi. Yani ablamın Beyza’ya hamile olduğu günlerini. Onun da çok karnı acıkır, misafirliğe bir yere gittiği zaman da ilk başlayan olmaktan mahcup olurdu. Şimdi Gülbahar’ı da aynı halde görünce tebessüm etmeden duramadım.

Zilan “Ne ayıbı? Hamilesin sen. Hem yeğenim istediği zaman istediği şeyi yiyebilir. Onun izni var.” diyerek eliyle Gülbahar’a yemesi için işaret etti.

Dudaklarını büktü Gülbahar. Ardından gözlerine bir sis bulutu yerleşti. “Kimin aradığını gördün değil mi?” Sesi titrek çıkmıştı. “O arabayı park ederken etmez telefona bakmıştır, bildirimlerine.” Bu sefer de çaresiz çıktı sesi.

Zilan çaresiz bir şekilde başını sallayarak onu onayladı. Ardından Gülbahar hırsla konuşmaya devam etti. “Aptal, beyinsiz, salak. Nasıl buldu İlayda’nın numarasını ya? Hangi yüzle arayabiliyor?”

Konu bayağı ciddiydi sanırım.

Elimi Gülbahar’ın masada duran eline uzatıp yavaşça okşadım. Sakinleşmesi lazımdı. Bebek için.

Gülbahar ne demek istediğimi anlamış gibi bana gülümseyip elimi tuttu. “Teşekkürler.” derken elimi dostça sıkmış ve hemen sonrasında bırakmıştı.

“Pizzam soğumasın o zaman. Ben yemeye başlıyorum.”

Bakışlarımı Gülbahar’dan Zilan’a çevirirken kıkırdadım. Onlar da benim kıkırtıma eşlik edince ortamda bir anda pozitif enerji patlaması yaşandı.

Gülbahar ikinci dilimini eline almıştı ki merdivenlerden gelen Nevra’nın sesi doldu kulaklarımıza. “Kızlar, biz geldik.”

Zilan “Hoş geldiniz,” derken Gülbahar umursamadan pizzasından bir ısırık aldı. Bende sadece gülümseyip masaya gelmelerini bekledim.

Gözlerim ilk iş olarak İlayda’nın yüzünde gezindi. Ama negatif hiçbir ifade yoktu çehresinde. Moralinin düşmemesine sevindim.

İlayda yemeğe başlamadan önce Gülbahar’a bulaştı. “Birlikte yemek, sizi bekletmemek için hızlı geldik.”

Gülbahar da cevap olarak hafifçe dilini çıkarıp “Daha hızlı olsaydınız da. Yeğenin acıktı. Aç mı kalsaydi benum sebilerum?” diye karşılık verdi.

Sonda şiveye kayan sesine hep beraber gülüp “Afiyet olsun,” sözleri eşliğinde bizde önümüzde duran pizzayı yemeye başladık.

Yemek boyunca Gülbahar önündeki pizza ve yanındaki ayrana odaklı, İlayda daha demin bize belli etmediği duygularıyla uğraşıyor gibiydi. Zilan ve ben bu sessizliğe ayak uydururken Nevra birkaç kez ortamı neşelendirme girişimlerinde bulundu. Ama İlayda’dan istediği tepkiyi alamadığı için o da kabullenip birkaç dilim kalan pizzasını sessizlik içinde bitirdi.

Gülbahar ve Nevra daha tam doymadıklarını söyledikleri için üç tane daha pizza sipariş ettik. Ama nasıl ettik? İlayda gözlerini kocaman açıp dudaklarını büzerek bakışlarını Nevra’ya çevirdi. “Ya çocuğun daha ilk günü. Hem siparişleri yetiştirmekle hem de müşterilerle uğraşıyor. Bir de bizimle mi ilgilensin? Kalkalım.”

Nevra’ya söyleyecek sözleri bitmiş gibi bakışlarını Gülbahar’a çevirdi. “Ben yeğenlerim yolda bir şeyler alırım. Şimdi daha fazla oturmayalım burada.”

İlayda bakışlarını hepimizin üstünde gezdirerek “Bu katı full bize ayırmış. Biz gidene kadar da aşağıdaki izdiham devam edecek.” dedi.

Zilan’la Gülbahar aynı anda “Hi,” diye bir tepki verdiler. Ardından Nevra “Oha!” diye tepkisini ortaya koydu.

“O zaman haydi, kalkalım.” diyerek ilk ayağa kalkan kişi oldum. Benim hemen peşimden İlayda ve Zilan kalkarken Gülbahar’ın kalkmasına yardım etmek amaçlı elimi ona uzattım. Hemen yüzüne bir tebessüm yerleştirip teşekkür mırıldandıktan sonra bir elini karnına diğerini de elime uzatıp ayağa kalktı.

Diğerleri bizden hızlı kalktığı için hemen önümüzden yürümeye başladılar. Bu sırada fark ettim, hepimiz sanki anlaşmışız gibi mavi-beyaz renkte giyinmişiz.

Merdivenin tırabzanından tutan İlayda straplez, mini beyaz bir elbise giymiş ve bunu bebek mavisi topuklu ve çantayla kombinlemişti.

İlayda’nın hemen arkasında merdivenlerden inmek için bekleyen Nevra mavi kot pantolon, üstüne beyaz bir gömlek giymişti.

Koluma girip benden destek alarak yürüyen Gülbahar mavi bir salopet elbise ve üzerine de beyaz bir gömlek giymişti. Başına da spor ayakkabısını aynı renk, beyaz bir şal takmıştı.

Merdivenlerden inerken hemen önümüzde yürüyen yengem, Zilan ise dizinin altında biten beyaz bir etek, beyaz bir crop ve eteklerini bağlayıp göbeğinin gözükmesin engelleyen bir gömlek giymişti.

Önden giden İlayda ve Nevra’nın Ekrem’le konuştuğunu görünce hemen yanlarına gidip bekledik. İlayda bizim yerimize de konuşup teşekkür etse de biz tekrar teşekkürümüzü edip pizzacıdan ayrıldık.

Kızlarla aynı hizada bütün kaldırımı katlayarak aşağıya doğru yürümeye başladık. Gülbahar “Ya ben yoruldum.” diye tam söylenmeye başlamıştı ki karşıdan gelen adamı görünce susup gülümsedi. Resmen gözlerinin içi güldü kızın.

Kaşlarımı çatıp gelenin kim olduğunu çözmeye çalışırken İlayda’nın “Aha geldi, karısından bir dakika bile ayrı kalamayan adam.” diye homurdanmasıyla anladım. Kocasıydı gelen kişi. Gerçi başka kim olabilirdi ki gözlerinin içini güldürebilen?

Ortada buluşunca İlayda söze atladı. “Enişte, bu sefer geç kaldın. Ben biraz daha erken gelirsin sanmıştım.”

Sesi öyle ciddiydi ki şakaya dair hiçbir iz yoktu. Bunun şaka olmadığını eniştemizin de İlayda’yla aynı, ciddi tonda cevap vermesiyle anladım. “Valla baldız daha erken gelecektim ama karıma bir iş kalmasın, karım yorulmasın diye diye anca bu saatte bitti işim.”

Gülbahar’ın yanakları kızarırken “Yaa,” diye tiz bir ses çıkardı. Utanmıştı.

“Evimize gidelim mi, hayatım?”

Kocasının sorusundan sonra bakışlarını arkadaşlarının üstünde gezdirip “Kızlar,” dedi. Ama öyle bir tonda dedi ki biz ne diyeceğini anladık.

İlayda, Gülbahar’ın zorda kaldığını anlayarak sözü devraldı. “Git kocanın yanına. Sonra bir dahaki buluşmamızda yanımızdan ayrılmadan evlenip barklanmamız için nasihatler verir. Daha genciz. Aman, Allah korusun.”

Zilan yavru kedi misali gözlerini İlayda’ya çevirdi. Ama İlayda ona bakmak yerine Nevra’ya bakıp Nevra’yla el çakıştı.

Kolumdan çıkınca bakışlarım ona dönen Gülbahar, vedalaşmak için bana sarılınca bende ona karşılık verdim.

Ona bir daha sarılıp sarılmamak arasında kalınca “Üçleyelim.” diyerek bana bir kere daha sarıldı. Ardından benden ayrılmadan kulağıma fısıldadı. “Teşekkür ederim bana ettiğin yardımlar için. Allah seni hep iyilerle karşılaştırsın, Aysun.”

Bana ettiği duanın, üç canlı olduğu için, daha erken kabul olacağını bildiğim için yüzüme sıcak bir gülümseme ekledim. “Amin, inşallah.”

Gülbahar benden ayrılıp kızlarla vedalaşma faslına geçince çantamdan telefonumu çıkarıp ablama yazdım.

Şimdi pizzacıdan çıktık.

Sizde isterseniz hazırlanıp çıkın.

Arabaya binince nereye gideceğimizi sorup yazarım.

Ablam anında aktif olup bana cevap yazmaya başlayınca başımı kaldırıp kızların ne durumda olduğuna baktım. Daha Nevra’yla vedalaşıyordu. İlayda’yla da vedalaşıp sonra gidecekti.

Başımı sohbet ekranını açık bıraktığım telefonuma çevirdiğimde ablamın saliseler önce attığı mesajı okumaya başladım.

Aysun, çabuk eve gel.

Emir İstanbuldaymış.

Kenan gördü. Emir’i apartmana soktu.

Sanırım eve götürdü. Gerçi ses yok ama...

Ya da sen gelme eve. Şimdi Kenan daha da dellenmesin.

Gözlerim, okuduğum mesaj karşısında büyürken elimi açılan ağzıma götürüp ağzımı kapattım. Ben daha abime gece olan olayı ve sonrasını anlatmadım ki. Umarım bu olayları bir de ondan dinlemesini isteyip anlatmaz. Yoksa ben çok fena, kaba tabirle, sıçmış olacağım.


Loading...
0%