Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5. Bölüm

@baharpnar

Birinin koluma dokunmasıyla irkilip az daha elimden düşecek olan telefonumu daha sıkı tuttum. Ardından başımı kaldırıp bana dokunan kişiye baktım. Zilan'dı.


Gülbahar gitmişti herhalde. Kızlar başımda toplanmış, ne olduğunu merak eden gözlerle bana bakıyorlar.


Emir meselesini hepsi biliyor olsa da abim de olayın içine dahil olduğu için ailevi mesele olayına bağlanıyordu bu durum. Bu yüzden yüzümdeki ifadeyi silip yerine bir gülümseme ekledim.


“Beyza uyanıp ben teyzemi görmek istiyorum, diye ortalığı birbirine katmış da...” diye bir yalan uydurdum. “Benim de eve geçmem gerekiyor.” Dudağımın kenarını ısırıp “Böyle de bedavacı gibi oldum ama-” demiştim ki kızlar cümlemi tamamlamama izin vermedi.


İlayda ile Nevra “Saçmalama,” derken Zilan “Olur mu öyle şey?” diye sordu. Ardından benim yüzümün düştüğünü gören İlayda “O zaman daha fazla beklemesin Küçük Hanım. Araba az daha ileride. Hızlı olursak beş dakikaya Beyza Hanım'a teyzesini ulaştırırız.” diyerek koluma girdi.


Nevra da İlayda’nın koluna girerken Zilan benim koluma girdi ve bu sefer döndünüz bütün kaldırımı işgal ettik. Neyse ki bu kaldırımda yürüyen kimse yoktu da kimseyle uğraşmak zorunda kalmadan sağ salim arabaya binebildik.


Gelişte Gülbahar’ın oturduğu yolcu koltuğunda bu sefer Nevra oturdu. Zilan ve bende yine arka koltukta yan yana oturduk. Bizim yerimiz rahat.


Evin yolunu bildikleri için hiçbir şey söylemeden direkt akıp giden yolu izledim. Sağ olsun, acele olduğunu bildiği için arabayı hızlı süren İlayda sayesinde pizzacıya gittiğimizden çok kısa bir sürede apartmanın önünde olduk.


Saatin kaç olduğuna bakmadım ama bir olmuştur. Yani kızların gezmek için çok bir zamanı kalmadı. Bu nedenle Zilan’la arabada sarılıp kızlara el sallayarak veda ettim. Kapıyı açıp arabadan inmeden önce İlayda’ya bakıp “Teşekkür ederim.” dedim. Ama diğerlerine de bir şey denmem gerektiğini fark ettiğim için bakışlarımı hepsinin üzerinde gezdirip “Kısa bir süre birlikte olduk. Ama cidden günüm güzelleşti. Beni de bugün aranıza aldığınız için teşekkürler.” diyerek son sözümü söyledim.


Kızlar da bana birkaç şey söyledikten sonra daha fazla oyalanmamak için hızlı adımlarla apartman kapısının önüne geldim. Ardından anahtarı aramakla vakit kaybetmeden hemen abimin ziline bastım.


Kapının açılmasını beklerken anahtarımı çantamın içinde aramaya başladım.


Tam anahtarlığı elime alıp dış kapının anahtarını arıyordum ki kapı açıldı. Bende elimdeki anahtarlığı, elimi yumruk yapıp avcumun içinde tuttum ve hızlıca kapıyı itip içeriye girdim.


Merdiven basamakları normalde o kadar çok değildi. Ama şuan gözüme çok gözüktü ve topukluların ayağımı acıtmasına rağmen elbisenin izin verdiği şekilde basamakları hızlı hızlı çıktım.


Abimi kapısı açık değildi. Demek ki aşağıdaki kapıyı abim açmadı. O zaman ablam açtı. Merdiven boşluğundan gelen fısıltı, kapıyı ablamın açtığını doğruladı. “Kapıyı tıkla. Açmazsa anahtarla gir.”


Ablamın dediği gibi yaptım. İlk önce kapıya yumruk yaptığım elimle sertçe bir kere vurdum. Ama anahtarlık avcuma battığı için elimi açıp diğer elimle de vurdum kapıya birkaç kez.


Kapının açılması için abime biraz zaman verdim.


Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz,...elli dokuz, altmış. Ve abime verdiğim zaman doldu. Ama kapı açılmadı. Peki, o zaman ben açarım kapıyı.


Anahtarlığımdan abimin anahtarını bulmak çok kolay oldu. Çünkü onun evinin anahtarının başına mavi bir aparat takmıştım, karışmaması için.


Anahtarı deliğe takıp bir kere çevirince kapı açıldı. Hemen açılan kapıyı ittirip “Abi!” diye seslendim içeriye. Abimden bir ses gelmesini beklerken ayakkabılarını çıkardım. Bana karşılık bir ses gelmeyince “Geliyorum ula.” diyerek içeriye girdim.


İlk başta salona baktım. Abim ya da Emir yoktu. Sonra abimin odasına geçtim. Orada da yoklardı. Misafir odasına, mutfağa, banyoya bile baktım ama evde kimseyi görmedim. Acaba ablam yanlış görmüş olabilir mi?


Son kez salona baktıktan sonra evden çıkıp kendi daireme doğru yürüdüm. Ayakkabılarımı kapımın önünde bırakıp terliklerimi giyerek ablama doğru merdivenlerden çıkmaya başladım.


Keşke elbise yerine merdivenleri daha rahat çıkabileceğim bir şey giyseydim. En azından daha hızlı olurdum.


Basamakları bitirip ablamın kapısına doğru yürüdüğümde kapı birden açıldı. Korktuğum için hafifçe sarsılıp “Ya abla!” diye çıkıştım ablama. “Kapının dibine mi bekliysun beni?”


Ablam elini havada sallayıp içeriye girmemi işaret etti. “Hadi hadi,” dedi aceleyle. “Çok söylenme de gir içeri.”

Terliğimi çıkarıp hemen eve girdim. Ablam eve girer girmez bileğimden tutup beni balkona çıkarttı.


Balkona girip kapıyı arkamızdan kapatan ablama çatık kaşlarımla bakmaya başladım. Beni buraya çekiştirmesinin iki sebebi vardı. Ya Beyzam hala uyuyor ya da Beyza’nın duymaması gereken bir şey söyleyecek bana.


“Pa,” diye fısıldayan ablamla birinci seçenek olduğunu anladım. “Ne oldi? Kenan mı gönderdi seni yukarı? Ne ediydi uşağa?”


Ablamın art arda sorduğu sorulara cevap vermeden önce derin bir nefes aldım. “Yok. Kapıyı çaldım, açmadı. Bende anahtarla açtım, dediğin gibi. Sonra eve girdim. Her yere baktım, kimse yok.”


Söylediklerim karşısında kaşları çatılan ablamın konuşmasına fırsat vermeden “Sen emin misin apartmana girdiklerinden?” diye sordum. Çünkü eğer emin değilse boşu boşuna buraya kadar gelmiş, günümün eğlencesini bırakmıştım.


Kaşlarını sorduğum soruyla daha da çatan ablam “Kız, ben doğru gördüm.” diye fısıltıyla çemkirdi. “Emir apartmanın önüneydi. Abin de onu gördü. Sonra apartman kapısına doğru yürüdüler. Seslerini duymadım ama biraz zaman geçtikten sonra aşağı kapı açıldı. Ben içeriye girdim. Abinle Emir de Kenan’ın evine gittiler. Kapı sesi duydum.”


İşaret parmağımı kaldırıp araya gireceğimi belli ettim. Ablam da susup konuşmamı bekledi. “Peki ya abim Emir’i dövüp ya da sövüp aşağıda bırakarak eve çıkmış olabilir mi? Öyle küçük bir ihtimal var ya hani, ablacığım. Belki sen içeriye girdiğinde Emir gitmiştir, olamaz mı?”

Çatık olan kaşları düzelirken sağ kaşı şüpheyle havaya kalktı. Bu, bana hak verdiğini gösteriyordu. “Ama hiç ses çıkmadı. Hem sende diysun, küçük bir ihtimal. Kenan kapımıza kadar gelen Emir’i öylece, hiçbir şey yapmadan bırakmaz.”


Doğru söylüyordu. Ama atladığı bir şey vardı. Abim bana sormadan Emir’e fiziksel olarak zarar vermez. Eğer benim rahatsız olduğumu görür veya hissederse Emir’i çok fena benzetir. Ama şuan hiçbir şey yapmaz. Ama bende ablam gibi Emir’i öylece gönderdiğini düşünmüyorum.


Aklına kötü bir şey geldiğini belli edecek şekilde “Eee,” diyen ablamla bütün pozitif düşüncelerim gitti. “Bizum deli uşak, bu Emir’i bir yere götürmüş olabilir mi, salon veya tenha gibi bir yere? Bir arasana oni. Ben ararsam açmaz. Duymadum, der. Sen ararsan açar. Ne de olsa her halti birlikte yiyisunuz.”


Son cümlesi iğneli olsa da hiç umursamadım. Çünkü doğru düşünüyor olabilirdi. “Tamam,” diye mırıldanıp çantamdan telefonumu çıkardım. Ardından hemen şifreyi girip abimi aradım.


Telefon çaldı, çaldı, çaldı ama açılmadı.
Yılmadan bir daha aradım. Ama onu da açmadı.


Hiç umudum olmamasına rağmen bir kere daha aradım. Telefon çaldı, çaldı, meşgule atıldı.


Kaşlarım çatılırken “Şaka mı bu uşak ya?” diye aniden yükseldim. Elimi balkonun duvarına vururken aklıma Beyza’nın uyuduğu geldi ve gerilen sinirlerimi gevşetmeye çalıştım.


Telefon hoparlörde olduğu için ablam da beni meşgule attığını duymuş ve kaşlarını çatarak benimle aynı duyguyu paylaştığını göstermişti.


Ellerimle yüzümü kapattığımda sinirden gülmeye başladım. Kendimi durdurmaya çalıştığımda kahkaha atmaya başladım ve bu kahkahayı bir türlü durduramadım.
Ablam koluma dokunup ellerimi yüzümden ayırmaya çalışsa da yapamadı. Çünkü ellerimi yapıştırıcıyla yapıştırmış gibi birbirine kenetledim.


Bir şeyler söylüyordu ablam ama ben kelimelerini değil sadece sesini seçebiliyorum. Korkuyla, titreyerek çıkan sesini.


Bilmem kaç dakika geçti. Ama benim kahkahalarımı durduran şey ablam değil, ağlak bir sesle “Teje,” diyen miniğimin sesi oldu.


Başımı aşağıya doğru eğip Beyza ile göz göze geldim. Ardından hemen dizlerimin üstüne çömelip onunla aynı boya geçtim. Korkuyla bakıyordu gözlerime. Ama yine de ona uzattığım ellerimi tuttu.


“Teyzem,” dedim, farkında olmadan titreyen sesimle. “Benim yüzümden uyandın. Sesim korkuttu seni, özür dilerim.”


Beyza bir elini elimden ayırıp yanağıma yasladı ve nazikçe yanağımı okşadı. “Bişe oomadı. Şe koyktun mu?”


Korkmadım demedi. Beni teselli etmek için bunu geçiştirdi ve beni sordu. Bana korkup korkmadığımı sordu.


Burnumun direği sızlarken yüzüme bir gülümseme ekledim. Yalandan. “Ben korkmadım, kızım. Sadece gülüyordum. Annenle şakalaşırken kendimi tutamadım bir anda. Biliyorsun, kahkaha atasım geldi mi kimse beni tutamıyor.”


Sözlerim, gözlerindeki korkunun dağılmasını sağladığı için rahat bir nefes aldım.


Yanağımdaki elini çekerken elimi tutan elini de benden ayırdı. Ben, benden ayrılıp gidecek diye düşünürken o kollarını boynuma dolayıp bana sıkıca sarıldı.


Bir iki saniye afallayıp öylece kalsam da hemen sonrasında ellerimi Beyzama sararak ona karşılık verdim. “Teje, seni seviyoyum.”


Gözlerim, Beyza’nın cümlesiyle dolarken gülümsedim. “Bende seni seviyorum, kızım.” Başımı hafifçe geri çekip boynuna küçük bir öpücük kondurduktan sonra ona sıkıca sarılıp dikkatlice ayağa kalktım. Hemen belime sardığı ayakları bana yardımcı olurken “Yupi!” diye bağırdı. “Tejemle oyun oynicaj.”


Hafifçe kıkırdayıp bende onun bu neşesine ortak oldum. “Evet! Bugün akşama kadar teyze-yeğen beraber vakit geçireceğiz.”


Kafamı, düşüncelerimi dağıtmak için Beyza bana çok iyi gelecek. Umarım bende ona iyi gelebilirim.


Adımlarımı salona yönlendirip ablamın da peşimizden gelmesini sağladım.


Beyza’yı koltuğa oturttuktan sonra hemen yanına oturup ilgiyle “Karnın aç mı?” diye sordum.


Başını kaldırıp annesine bakınca bende ablama baktım. Ablam kapının pervazına yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Benimle göz göze geldikten sonra Beyza’ya dönüp “Teyzelere de yalan söylenmez.” dedi.

Ne tepki verdiğini görmek için başımı tekrar Beyza’ya çevirdiğimde dudaklarını büktüğünü gördüm. Annesinin sözüne başını aşağı yukarı sallayarak cevap verdikten sonra başını bana çevirdi. “Acıktım. Ama sen yediy beni.”


Küçük hanımın isteğini, başımı sallayarak onayladım. “O zaman,” dedim ayağa kalkarken. “İstikamet,” Beyza da ayaklandı ve benimle aynı anda “Mutfak.” diye bağırdı. Tabii o muttak, diye bağırdı ama olsun.


Kucağımdaki Beyza’yla beraber mutfağa doğru yürürken ablam arkamızdan “Dağıtmayın mutfağımı!” diye yalancı bir sitem ile bağırdı.


Başımı gıdığım çıkacak şekilde geriye çekip Beyza ile göz göze geldim. Ablamın bu söylediği cümleye, göz göze geldiğimiz an birlikte bir kahkaha patlattık.


Mutfağa girdiğimizde “Ne istersiniz prenses hazretleri?” diye sordum.


Beyza başını hafifçe tavana doğru kaldırıp düşünür gibi yaptı. Düşündü de. Onu, beni iş yaparken görebileceği bir sandalyeye oturturken bana düşündüğü cevabını verdi. “Domate, peeni.”


Ekmek arası istiyordu. İki dakikalık işti. Tabii eğer elimi kesmek gibi bir aksilik çıkarmazsam.


Beyzamın yanağına bir öpücük kondurup “Hemen hazırlıyorum pittoşum.” dedim.

Son söylediğim kelimeyi sevmediği için mızmızlanmaya başlayınca şarkı söylemeye başladım. “Horon ederum, horon. Bir ileri, bir geri.”


Sesimi sevdiği için şarkı söylediğim an susuyordu. En çok kullandığım ve işime çok yarayan bir şeydi bu.


“Aramakla bulamam ben böyle güzelleri, ooy.” Buzdolabının kapağını açıp kahvaltılık kısmından beyaz peynirin olduğu kabı aldım.


“Nereye gideyisun, kız sallana sallana?” Domatesleri tezgahın üstüne bırakıp Beyza’ya döndüm. Ardından ellerimi ona uzatıp “Rize’nun güzelisun, öyle dediler bana.” diye şarkıya devam ettim.


Omuzlarını sallayıp saçını savuran Beyza, tekrar dolaba dönmeden önce gözlerime bakarak “Şende Yije’nin güjeyişin.” dedi.
Omzumun üzerinden Beyza’ya dönüp havadan öpücük attım. Ardından önüme dönüp dolabı açtım. Sebzelerin olduğu bölmeye bakıp poşetin içinden iki tane domates aldım.


“Nereye gideyisun, kız sallana sallana? Rize’nun güzelisun, oyle dediler bana.”

Omuzlarımı sallayarak şarkıya devam ederken domatesleri yıkamaya başladım.

Kapının koluna asılı olan poşete baktım. Sadece bir tane ekmek kalmıştı. Yarısıyla ablama, diğer yarısını da ikiye bölüp Beyza ile kendime birer tost olur.


“Sevdaluk ede ede, oldum sakalli dede. Vuruldum bir güzele, indi gözüme perde, oooy. Nereye gideyisun, kız sallana sallana? Giresun güzelisun, öyle dediler bana.”


Domatesleri bıçakla kabuklarından ayırırken Beyza’ya “Teyzeciğim, sende ekmek poşetini alıp masaya getirsen olur mu?” diye sordum.


Beyza narin bir şekilde “Tama,” deyince başımı hafifçe ona doğru çevirip tatlı yüzüne baktım. Yanaklarını şişirmiş sandalyeden iniyordu. Ama ben bu kızı bir gün yiyeceğim ya. Çok tatlı. Bu kadar tatlılık olamaz.


Elimde bıçak olduğunu unutup elimi sıkınca işaret parmağıma bir kesik atmış oldum. Tabii ben o kesiği fark edene kadar Beyza poşeti alıp masanın üstüne koymuştu bile. Ben anca önüme dönüp domates soymaya yeniden devam edeceğim zaman elimin kesilip kanadığını gördüm.


Başımı hafifçe tavana doğru kaldırıp gözlerimi kapattım. Allah’ım, lütfen artık mutfağa girdiğimde bir yerimde bir sakatlık çıkmasın. Mutfağa nasıl girdiysem öyle çıkabileyim artık, lütfen.
Duamı ettikten sonra “Abla,” diye içeriye doğru seslendim. Ardından hemen elimdekileri bırakıp elimi açtığım musluğun altına tuttum.


Olduğu yerden bana “He?” diye seslenen ablamla göz devirdim. Çağırmasa mıydım acaba ya? Şimdi gelip bana lalak veya alil diyecek. Bu yüzden ablama geri seslenmedim. Ama Beyza benim yerime “Ge!” diye bağırıp annesinin hızla mutfağa gelmesini sağladı.


Musluğu kapatıp ablamın içeri girmesini bekledim. Sonra o gelene kadar saymaya başladım. Bir, iki, üç, dört... Tam beşe geçecektim ki ablam mutfağa girdi.


İlk iş olarak kızına bakan ablamın beni görmesini istemediğim için ona sırtımı dönmeye karar verdim. Ama bu kararı vermek için biraz geç kalmış olacağım ki ablam “Hop,” diyerek beni durdurdu. “Niye çağırdın beni? De bakayim.”


Omuz silkip “Bir şey yok, gidebilirsin.” diye cevap verdim.


Kulaklarıma dolan terliğin yere vurma sesiyle yanıma geldiğini anladım.


Ablamın elimi görmemesi için tezgahın içine tuttuğum elimi sanki arka cebime koyacakmış gibi yapıp ablamdan sakladım. Bence başarılı bir saklama yöntemiydi de. Ta ki ablamın yanıma gelip “Aysun, ablacığım, elbisenin arkasındaki cep çok küçüktür yavrum. Elini acıtır.” demesine kadar.


Avcumu alnıma vurup içimden salaklığıma yakınırken ablamın hala arkamda sakladığım elimin kolundan tutmasıyla kendime gelip “Ama iyi denemeydi, değil mi?” diye sordum. Ama ablam yemedi. Kolumu çekip önüme getirdikten sonra yumruk yaptığım elimi açmaya çalıştı.


Baş parmağımla kesilen yeri kapattığım için sanırım avcumun içinde bir şey olduğunu sanıyordu. Ama yanılıyordu. Bu numaram bence en iyisiydi.


Başını çevirip Beyza’ya baktığında ne yapacağını anladım. Yarama bakmak için son kozunu kullanacaktı. “Anneciğim, sende bir gel de teyzenin eline bakalım. Eli uf olmuş ama iyileşmesi lazım. Ama bana göstermiyor. Belki sana gösterir.”

Beyza hemen başını aşağı yukarı sallayıp sandalyesinden indi. O buraya gelirken ablam yüzüne kondurduğu galibiyet gülüşüyle bana gıcık bir bakış attı. Bende ona kaşlarımı çatıp kollarımı, elimde biriken kanın elbiseye damlamaması için dikkat ederek, göğsümde kavuşturdum. Ama bu bile çok sürmedi. İki saniye sonra kollarımı birbirinden ayırıp yaralı olan sağ elimi elinin içine aldı.


“Teje,” deyip ona bakmamı sağlayan Beyza ile gülümseyerek başımı aşağıya eğdim. “He teyzem söyle.”


Salağa yatmak daha kolay olsa da ablamın yaramı görüp pansuman yapmadan beni bırakmayacağını maalesef biliyorum. Bu nedenle çok uzatmayacağım.


Gözlerine bakmak için dizlerimi kırıp yere çömeldim. Böylelikle bana bakmak için başını kaldırmak zorunda kalıp boynunu ağrıtmayacaktı.


Gözlerini başıyla aynı anda birbirine kenetlediğim ellerime çevirip elini elime uzattı. “N’odu şana? Yeyen uf odu?”


Ellerimi birbirinden ayırıp sağ elimi ona doğru uzatırken baş parmağımı yaranın üstünden acıtmasına rağmen çekmedim.

“Çok önemli bir şey değil ki teyzem. Annen abartıyor sadece. Bak, elimde bir şey yok.”


Son cümlemi söylemeden önce yumruk yaptığım elimi açıp elimin içinde yaraya ait bir şey olmadığını gösterdim.


Baş parmağım kestiğim yerin üstüne yapışmış gibi dururken Beyza birden elimi tuttu. Bütün parmaklarıma tek tek baktıktan sonra baş parmağımı tutarak “Bunu da a,” dedi.


Boşuna demiyorum işte bu kız benim kopyam, diye.


Yavaşça baş parmağımı yaranın üstünden çekip elimi uzattım. Beyza’nın eli ağzına kapanırken gözleri büyüdü. “Ka,”


Parmağımdan damlayan kanı sol elimle tutup halıya düşmekten kurtardım.

Ardından “Kan değil, kırmızı sadece. Hani domates soydum ya demin.” diyerek ondan onay bekledim. Başıyla beni onaylayın da devam ettim. “İşte onun kırmızısı. Annen elimi kestim sandı. Ama ben domates kestim.”


Beyza söylediğim sözlere hemen inandı. Çünkü ona her zaman doğruları söylediğimi, doğruyu söyleyemiyorsam bile bilmesi gerekenleri söylediğimi biliyordu.


“Ben bir lavaboya gidip elimi yıkayayım. Annen de tostlarımızı yapıp bize getirsin, olur mu?”


Başını aşağı yukarı sallayarak beni onaylayan canım yeğenimin alnına bir öpücük kondurup ayağa kalktım.

Bakışlarım saniyelik olarak ablama kayınca çatık kaşlarla bana baktığını gördüm. Ama umursamadım. Her yaramı görmek veya sarmak zorunda değildi. Bunu çoktan öğrenmesi gerekiyordu.


Ablam da Beyza’ya söylediklerimi duyduğu için başka bir şey söylemeden mutfaktan çıktım.


Beyza’ya söylediğim gibi lavaboya gidip elimi yıkadım. Sonrasında duvara monte edilmiş ilk yardım kutusundan pamuk, tentürdiyot ve yara bandı alıp bunları çamaşır makinesinin üstüne koyduktan sonra kutuyu kapattım.


Pamuk torbasından biraz pamuk koparıp kapağını açtığım tentürdiyot şişesinin üstüne kopardığım pamuğu bastırdım.

Şişeye hafif eğim vererek tentürdiyodun pamuğa bulunmasını bekledim.


Şişenin kapağını kapatıp pamuk torbasının ağzını büzdükten sonra hazırladığım pamuk parçasını yaranın üstüne bastırdım. Sızısı haricinde pek bir şey hissetmediğim için pamuğu parmağımın üstünde bırakıp daha kullanmayacağım malzemeleri kutuya geri koydum.


İki dakika dolmadan pamuğu parmağımdan çekip çöpe attım. Daha fazla duramam ben burada, boğaldum.


Parmağımın üstündeki tentürdiyot kalıntılarını silmeden direkt yara bandını sardım kesimin üstüne. Ardından bandın dışında kalan kısımları temizleyip lavabodan çıktım.


“Teyzeciğim,” diye seslendim adımlarımı yönlendireceğim yeri bulmak için. “Efeedim?” diye bana karşılık veren ses, odasından geliyordu.


Yüzüme bir gülümseme ekleyip “Sen ne oynayacağımızı düşün. Bende sana süt alıp geleyim, tamam mı?” diye seslendim odasına doğru.


Beyza beni onaylayan bir şey mırıldanırken bende adımlarımı mutfağa yönlendirdim.


Mutfağın önüne geldiğimde ablam kendi kendine söylenerek kesme tahtasının üstünde domatesleri dilimlediğini gördüm.


Anneannem gibi kendi kendine söylenmesine göz devirip “Abla,” dedim bezmiş bir halde. “Bir şey yok. Alt tarafı küçük bir kesik da.”


Ablam bana pas vermeden domatesleri kesmeye devam etti. Ama son cümlemle eli duraksadı, bedenini bir hışımla bana çevirdi. Elindeki bıçağı tahtanın üstüne bırakıp tamamen bana döndü. “Ne demek, alt tarafı küçuk bi’ kesik? Canın yandı mı, yandı. Dahası yok, alt tarafı yok, üst tarafı yok.”


Her kelimenin üstüne basa basa söylüyordu cümlelerini.


“Acını gizleme da ablam, saklama. Ele saklamak istiysun,” Ablam yanıma gelip ellerimi tuttu. “Anliyrum da bari bize saklama da, etma.”


Hiçbir şey demeden sesli bir nefes verdim. Ne diyebilirim ki şimdi?


Kollarımı açıp ablama sardım. Anında bana karşılık verip ellerini sırtıma koyan ablam, burnunu çekince hemen ondan ayrılmaya çalıştım. Ben kollarımı ablamdan alırsam da ablam beni daha sıkı sardı.


Hayır Aysun, sen kendini kaybedemezsin. Beyza bekliyor seni, içerde. Toparlan, kendine gel!


Sesimin titrememesi için yutkunup “Abla,” dedim. “Beyza beni bekliyor. Süt götüreceğim ona. Pirak da beni.”


Son cümlemi söylerken hafif gülerek söylemiştim. Çünkü ablamın da gülmesini istedim.


Ablam kollarını yavaşça benden ayırınca ellerini tuttum. “Sen şimdi beni boşver. Abime bak. Emir işi kafama takıldı. Bugün pazar, bu saatlerde salonda işi yok ama belki oraya uğramıştır.”


Sözlerim, onu duygusallıktan kurtarıp kaşlarını kaldırmasını sağlarken “Ben Beyza’ya markete gittiğini söylerim. Tabii gelirken bize abur cubur alırsan.” diye ekledim.


Ellerimizi ayırıp “Ula sen var ya, sen.” diye işaret parmağını bana sallayan ablama şirinlik yapmak için gülümseyip gözlerimi kırpıştırdım.


“Ben var ya, ben. Şimdi kızınla birlikte soğuk süt içeceğim.” diyerek buzdolabına yöneldim.


Yüzünü göremediğim ablam “Anca soğuk için sütü. Sıcak içseniz olmaz.” diye söylendi. Ses tonundaki bıkmışlık, yüzündeki ifadeyi hayal etmemi sağladı.
Hafif kıkırdayıp ablamın duymaması için hemen sustum. Ardından süt kutusunu dışarı çıkarıp dolabın kapağını kapattım.

Bardakların olduğu yere uzanacaktım ki ablam önüme iki tane geniş bardak koydu. Başımı ablama çevirip “Sağ olasın, paçi.” dedim. Hemen ardından bardaklara kapağını açtığım kutudan süt doldurmaya başladım.


Kutuyla işim bitince geri yerine koyup bardakları elime aldım. Ablam da domatesleri doğramaya başlamıştı. “Kolay gelsin,” diye mırıldandım.


Ablam “Sağ ol,” deyip domateslerle ilgilenirken bende gıcıklık olsun diye “Yalnız,” dedim. “Çeyrek tostlarımız hızlı gelirse seviniriz.”


Anında çatılan kaşlarıyla bana dönen ablam ayağına uzanamadan hemen odaya doğru sütlerin dökülmemesine dikkat ederek koşmaya başladım. Tabii ablam arkamdan “Sıpa!” diye bağırınca bardaktan birkaç damla elime döküldü ama bir şey olmaz.


İki elim de dolu olduğu için hafif aralık olan kapıya ayağımla vurup ses çıkardıktan sonra “Ortak, aç kapıyı.” diye seslice fısıldadım.


Evet, sesli bir şekilde fısıldadım. Çünkü söylediğim şeyi ablamın da duymasını istedim.


Beyza’nın kıkırdayarak kapıya kadar gelmesini gülümseyerek izledim. “Hııjı o, ayem gömesin.” (Hızlı ol, annem görmesin.)


Küçük hanımın benimle iş birliği yaptığını belli eden fısıltısını duyunca ona göz kırparak çevik bir hareketle kapıdan içeriye girdim. Beyza da benim hemen arkamdan odanın kapısını kapattı.


Elimdeki bardakları yatağın hizasında duran çalışma masasının üstüne bırakıp bir hışımla arkamı döndüm. Tahmin ettiğim gibi Beyza hemen arkamda duruyordu. Hemen sağ dizimin üstüne çöküp sol elimi kaldırdım. “Çok iyi iş çıkardın ortak. Çak!”


Büyük bir sevinçle kaldırdığım elime vuran Beyza ile gülümsedim.


“Benum canum şimdi çok ama çok tatlı bir prenses yemek istedi.” dedim oyun moduna girerek. Ardından gözlerimi kapatıp etrafı koklamaya başladım. “Evet, hissediyorum. Yemek istediğim prenses yakınlarda.”


Gözlerimi açınca Beyza’nın sessizce yatağa çıkmaya çalıştığını gördüm. Oyunu bozmadan işaret parmağımla onu göstererek “İşte, orada.” dedim. Beyza omzunun üstünden başını çevirip vana baktı ve yorgana asılıp neredeyse yatağa çıktı. “Prensesim kalesine kaçıyor. Kaçmamalı. Hemen onu durdurmalıyım.”
Dizlerimin üstünde yürüyüp yatağa doğru yaklaşırken Beyza çığlıklar atmaya başladı.


Beyza’nın yatağa çıkmasını bekleyip yatağın hemen dibinde oturdum. “Tüh,” dedim üzgün bir şekilde. “Ben şimdi ne yiyeceğim? Canım tatlı bir prenses çekmişti. Ama onu da kaçırdım.”


Yatağın dibine gelip “Ama üjüme,” diyen Beyza ile başımı kaldırıp ona baktım. “Ge, buuda tatı va.” Yatağa çıkmam, kalesine girebilmem için elini uzattı bana.


Bu kadar yufka yürekli olma, kızım. Bu dünya ilk önce senin gibileri incitir.


Yavaşça elimi onun eline uzatıp ayağa kalkarak yatağa oturdum. “Se buuda bekke, be tatı aacam.” diyerek beni teselli etmesi gözlerimde yaşların birikmesi sağladı. Keşke herkesin yüreği çocukluğundaki gibi temiz kalsa.


Kendini yataktan atıp hızla oyuncak sepetine giden Beyza’ya baktım. Aynı ben. Fazla düşünceli. İnce düşünceli.


O oyuncakları karıştırırken beni böyle görmemesi için hemen elimin tersiyle gözlerimde biriken yaşları sildim.


Eline aldığı pembe oyuncak tabağın üstüne birkaç lego parçası koyup yüzünü bana doğru döndü. Yatağa doğru yürürken tabaktaki legolar düşmesin diye dikkatini tabağa verip bakışlarını da oraya sabitledi.


Yatağın dibine geldiğinde tabağı yatağın bir kenarına bırakıp gözlerini gözlerime çıkardı. “Tatı getidim be sana, ye.”


Başımı sallayarak “Teşekkür ederim, prenses.” dedim. Ardından o çarşafı iki eliyle sıkıp yatağa çıkmaya çalışırken tabağı alıp tatlı yerine kullandığı legoları yalandan yemeye başladım.


Son lokmayı da yiyormuş gibi yapıp Beyza’nın karşıma oturmasını bekledim.

Beyza istediğim gibi karşıma oturdu. Oyunumuza devam etmek istediğini sorusuyla belli etti. “Seni adı ne?”


Hiç düşünmeden “Can.” dedim.
“Ama,” dedi afallamış bir şekilde. “Se kışşın. Yede adı eekek.”


Yüzüme bir gülümseme ekleyip elimi Beyza’ya doğru uzattım. Hemen uzattığım elimi tuttu. “Canavarların cinsiyeti yoktur ki teyzem. Bu, kız, dersin. Bana zarar vermez, dersin ama verir. Bu erkek, ondan kaçayım, dersin. Ama amacı farklıdır belki.”


Kafası karışmış bir şekilde elini ensesine götürdü. “Ayamadım be.”


Tuttuğum ellerini hafifçe sıkıp “Yani prensesim, oyunda da olsa gerçek hayatta da olsa canavarlara asla güvenme.” dedim.


Küçük prensesim “Şidi ayadım.” deyince anlamadığını göstermek için ellerimizi ayırıp onu gıdıklamaya başladım.


O gülmeye başlarken kendini sırtüstü yatağa bıraktı. Gülüşlerinin arasında “Bıya,” diye çığlık atıyordu ama onu şuan hiç ciddiye alamıyorum.


Gülmekten gözünden yaşlar geldiğinde alnına bir öpücük kondurup onu bıraktım. “Bir daha canavarlara güvenecek misin?”

Beyza başını şiddetle iki yana sallayıp “Aşa,” dedi. Bunu o kadar tatlı söyledi ki gülmeden edemedim.


“O zaman şimdi sütlerimizi içelim. Sonra tostlarımızı yiyip oyuna devam ederiz.”


Prenses hanım kendine gelene kadar yataktan kalkıp onun bardağını aldım ve ona uzattım. Bardağı tutup bir yudum içince kendime doldurduğum bardağı alıp tekrar yanına oturdum.


Sütlerimizi yarılamıştık ki ablam kapının dışından “Hu hu,” diye seslendi. “Beni de aranıza alır mısınız, prenses paçiler?”


Ablamın son sözüne gülüp bardağımda kalan sütü bir dikişte bitirdim. Ardından bardağı yatağın üstüne koyup ayaklandım ve “Prenses paçiler nedu ya?” diye söylenerek kapıya doğru yürümeye başladım.


Kapının kolunu aşağı indirip açınca ablamın elindeki tepsiyi gördüm. Hemen tepsiyi almak için uzansam da ablam tepsiyi havaya kaldırıp “Az öteye git.” diye tersledi beni.


Dediği gibi az öteye gittiğimde “Kuzum,” diyerek yatakta oturan kızına seslendi. “Bak en sevdiğiniz tostu getirdim size. Hepsini ye da karnın doysun, emi kızım.”


Kızının yanına oturup tepsiyi dizine koyan ablamla gülümsedim. Keşke benim annem de yanımda olsaydı. Tost falan istemezdim ondan. Kendim yapardım. Ama yanımda olsaydı, şefkatle saçlarımı okşayıp bana kimsenin diyemeyeceği kadar ince bir şekilde ‘kızım’ deseydi. Yanımda olsaydı keşke. Bu kadar mızmızlanmazdım her şeye, vallahi. Ruhun şad olsun annem. Melekler sana ışık olsun.


Kızının saçlarını okşayan ablamı görünce “Iıı,” dedim. Buradan ayrılmak için bir bahane bulmam lazımdı. Bakışları bana dönen ikiliye gülümseyip aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Ben bir eve gideyim.”


Ablam başını ‘Hayırdır?’ der gibi iki yana sallayıp Beyza “Yeden?” diye sorunca başımı eğdim.


Birazdan Beyza’nın sorusuna vereceğim cevabın palavra olduğu anlaşılmasın diye ellerimle elbisemi işaret edip “Teyzeciğim üstüme daha rahat bir şeyler giymem lazım. Böyle hep eteğim yukarı çıkıyor, rahatsız oluyorum.” bahanemi sundum.

Beyza “Tama, ama çabu ge.” deyince ablamın bir şey demesini beklemeden odadan çıktım.


Çantamı almak için mutfağa gittiğimde çantamı göremedim. Nereye koymuştum ki ben çantamı?


Geldiğimde ne olduğunu hatırladığımda hemen adımlarımı balkona yönlendirdim. Doğru tahmin. Çantam balkondaydı.


Hemen çantamı sandalyenin üstünden alıp omzuma astım. Telefonumu sandalyenin yanındaki küçük sehpanın üstünden alıp balkondan, hemen sonrasında da hızlı adımlarla evden ayrıldım.


Kendi daireme geçince kısa bir duş alıp hemen üstüme eşofman takımımı geçirdim.


Şuan sadece yatıp uyumak istiyorum. Keşke Beyza’ya oyun sözü vermeseydim. Ama nasıl vermeyecektim ki? Kız aylardır göremediği için benimle vakit geçirmek istiyor, haklı olarak. Bir de sırf bunun için Rize’den benim yanıma kadar gelmişken ne yapsaydım? Onunla ilgilenmeyerek onu üzse miydim?


Benim derdim beni ilgilendirir. Başkalarına bunun rahatsızlığını vermem bencillik olur. Hele bu rahatsızlığı yansıttığım kişi masum bir çocuksa çok bencillik olur.


Yukarıya çıkmadan önce ayağıma gri bir çorap giydim. Ablam sürekli taşa bastığım için şikayet ettiği için terlik giymektense kendimce böyle bir yöntem buldum. Tabii yukarıya çıkınca çoraplar bunalıp çıkarıyorum ve ablam bana kızmaya devam ediyor ama bir şey olmaz.

Telefonumu eşofmanımın cebine koyup anahtarlığı elime aldım. Yukarıya çıkmak için hazırım. Ama içimden bir ses bir şey unuttuğumu söylüyordu.


Hislerim kuvvetli olduğu için evin kapısına sırtımı dönüp direkt odama geçtim. Her şey yerli yerindeydi. Almam gereken bir şey görünürde yoktu. Allah Allah.


Tekrar odanın içine göz gezdirirken gözüme bir şey takıldı. Abimin yirminci yaş günümde bana aldığı laptop.


Sanki aradığım şeyi bulmuşum gibi hissettim. İçimdeki şüpheler tek tek kendini belli ederken hemen kafamda soru işaretleri oluştu.


O gece Can kiminleydi? Bu ve bunun gibi birçok sorunun cevabına dakikalar içinde erişebilirim. Ama yapmak istemiyorum. Saçmalama Aysun! Önüne böyle bir fırsat gelmiş, vaz mı geçeceksin? Şüphelerin seni yiyip bitirmesine izin mi vereceksin?

Sıkıntıyla bir of çekip hemen telefonumu elime aldım. Daha fazla merakta bırakmamak için ablama bir mesaj çektim.

Abla, şu kodlara bir bakmam lazım.
Biliyorsun, yarın teslim var.
On dakikaya gelirim ama.
Beyza’ya de, üzülmesin.

Allah’ım, affet. Resmen iyice yalancı oldum ben ya.

Ablamdan bir cevap gelmesini beklemeden laptopu elime aldım. Ardından yatağıma geçerek laptopu yatağın üzerine bıraktım.

İçime derin bir nefes çekip bilgisayarı açma tuşuna bastığımda telefonum titredi. Sanırım ablam baba geri mesaj yollamıştı.

Laptopun açılmasını beklerken telefonumu açıp bildirime baktım. Ve evet, yanılmadım. Ablam mesaj atmış. Hemen bildirimin üstüne tıklayıp açtığımda ne yazdığını görebildim.

Tamam ablacığım, kolay gelsin.

Telefonumu kapatıp kenara koydum. Ardından ekranın açılmasını bekleyip açılınca hemen şifreyi girerek bilgisayarı açtım.

Elim tuşların üstüne giderken birazdan yapacağım etik ve legal olmayan şey için son kez düşündüm emin miyim, diye. Çok eminim hem de.

Can’ın o fotoğrafı paylaştığı platformdaki şifresini kırıp hesabına girdim. Profilindeki ayarlar menüsünden arşive tıkladım.

Gönderi arşivinde olmalıydı ki hiçbir fotoğraf yoktu. Hemen üstteki çubuklar hikaye arşivine geçiş yaptım ve ayların altındaki bütün yuvarlakların dolu olduğunu gördüm. Maşallah beyefendiye, bir günü bile hikaye atmadan geçirmemiş.

Diğer hikayelerine bakmadan direkt ihtiyacım olan hikayeye girdim. Adres atmadan önce bir hikaye daha atmıştı. Ama bu hikayeyi ben görmemiştim. Çünkü sadece yakın arkadaşlar görebilir, diye ayarlamış.

Videoyu görür görmez kalbime ne olduğunu tam anlayamadığım bir şey oldu. Sanki anlık bir durdu, sonra yeniden kan pompalamaya başladı gibi bir şeydi bu olan şey.

Can Allah seni kah...

Tamam, erkek olabilirsin. Yaşın gelmiş olabilir. Ama pavyona gidip kızlarla eğleşmektense evlenip bir yuva kurabilirsin. Yok. Olmaz ama öyle. Zevk vermez paşama. Anca yeni kızlarla konuşsun, tanışsın. Lisede böyleydi. Üniversitede aramıza biraz soğukluk soktum ve ne yaptığını hiç sormadım. Şimdi hala devam ediyor böyle pis şeylere.

Bir yanım keşke diyor, bir yanım iyi ki’ler sıralıyor.

Keşke, diyor içimdeki ses. Keşke lisede abin onunla can ciğer olsa da sen kendini geride tutsaydın da kalbini ona vermeseydin.

Keşke, diyor aşık olmasaydın, kalbini vermeseydin ona.

İyi ki, diyor içimdeki ses. İyi ki şüphelerini gidermeyi seçtin de yürümeyi düşündüğün yol için pişman olmayacaksın.

Hızlıca hesabından çıkıp laptopu kapattım. Ekranı klavyenin üzerine doğru eğip ayağa kalktım.

Göğsüm sıkışmaya başladı. Allah’ım, yardım et. Neden kalbim acıyor? Yalvarırım içimdeki bu acıyı al.

Derin bir nefes alıp ağzımdan verdim. Nefesleri burnumdan aldım, ağzımdan verdim. Nefes alış-verişimin düzene girmesi için çabalasam da olmadı. Bu, panikatağımı tetikleyip nefes almamı zorlaştırırken kendimi yere bıraktım.

İnanamıyorum kendime. Resmen sırf bir erkek için şu zorluğu çekiyorum. Değer mi? Hiç değmez.

“Abla!” diye bağırmaya çalıştım ama nefesim yetmediği için sesim çıkmadı.
Krize girip aklımı kullanamamama az kalmıştı.

Nefesler eşliğinde kendimi telkin etmeye çalıştım. Sakin ol, Aysun. On dakika yazdın ablana. On dakika sonra gitmezsen bir şeyler olduğunu anlayıp gelecektir. Sakin ol. Sakın krize girme. Bir şey yok.

Saydım. Sayıları çok sevsem de kullandığım durumlardan nefret de etsem saydım. Altı yüzü geçti saniyelerim, yedi yüze dayandı. Yedi yüz geçti, bine dayandı. Ama kimse gelmedi. Gelse bilirdim. Çünkü bininci saniyeye kadar açık olan bilincim, bin birinci saniyede kapandı.

Loading...
0%