@balbala
|
Tacı, ona büyük geliyordu. Aslında, elbette böyle bir şey imkansızdı.Sonuçta binbir özenle kafasının ölçüsünü almışlar,saçlarının kabarıklığından yürüyüşünün ritmine kadar her detayı ince ince düşünüp hesaplamışlar, sonra da adeta kusursuzluğun kanıtı olarak tek bir çiziği bile olmayan, dümdüz kalın bir halka şeklinde olan altın tacı yapıp kafasına oturtmuşlardı. Ama işte çenesini azıcık öne eğse taç kafasından düşecek gibiydi. Ne büyük ziyan , ne büyük ziyan !
Prens Bamir-artık Kral Bamir- Kadim eliçisinin duasını okumaya başladığını bir kaç saniye gecikmeli olarak farketti.Kendinden emin görünüyor olduğunu umduğu bir şekilde, diz çöküp beklediği elçinin önünden kalktı ve tebaasından kimseyle göz göze gelmemeye dikkat ederek dik, donuk bakışlarla yavaşça arkasını döndü. Tacın kafasından düşeceğine o kadar emindi ki ona işkence gibi gelse de yürüyüşünü azıcık bile olsa hızlandıramıyordu. Sonsuz gibi gelen bir sürenin ardından nihayet tahta ulaştı. Sadece bir gece öncesinde , odasında kendi kendine prova etmeye çalıştığı dönüşü yaparken içinden durumun saçmalığına katıla katıla gülmemesi gerektiğini tekrarlıyor, bir yandan da rezil olmamak için Kadimlere dua ediyordu. Kafasını dik tutarak sol eliyle pelerinini savurdu ve yavaşça tahtına oturdu. Poposunu doğru açıyla tahta denk getirmenin verdiği rahatlamayla iki elini de tahtın kolçaklarına koydu ve nihayet- hayatta kalması durumunda- yaşadığı her an altında ezileceği o kelimeleri söyledi:
"Sizi koruyacağım.Sizin için savaşacağım.Sizin için öleceğim.Şimdi diz çökün ve itaat edin.Kadimler hükmümü kutsarken huzura erin."
Bamir, kubbeli salonda sözlerinin son yankısı sürmeye devam ederken halkının diz çökmesini izledi.Ona, anlık ama nefret dolu bakışlar atıp,diz çökerken oyalananları aklına kazıyordu. Elçi elinde düz,sade,cam bir kadehle yaklaşırken "neyse "diye düşündü. "Kimin isteksiz diz çöktüğünden banane. Nasıl olsa bir dakika sonra ölmüş olacağım." Elçinin diz çökerek uzattığı kadehi aldı. Tahtın biraz önünde arkaları Bamir e dönük şekilde heykel gibi dikilen Silahlar' muhteşem bir koordineyle aynı anda ters dönüp pozisyon aldılar.Kadehi almaması ve ya içindeki zehiri içmemesi halinde müdahale(!) etmek için hazırda bekliyorlardı. Beşi sağda , beşi solda kral muhafızı olarak hayatlarını adamış bu adamların şimdi Bamir'i öldürecek olan zehiri içmemesi halinde onu öldürecek olmaları ne ironiydi.
En sonunda Bamir kendini daha fazla tutamadı ve kısa,yüksek bir kahkaha attı. Herkes ona şaşkınlıkla bakarken sona gelmiş olmanın verdiği rahatlıkla gevşeyip tahtına iyice yayıldı.Kadehi hafifçe kaldırıp kenarda kusursuz bir güzellikle, inanılmaz sakin görünen annesini selamladı. Annesinin gözbebeklerinin büyüdüğünü görebiliyordu. Gevşek bir sırıtışla göz kırptı ve kadehi ağzına götürüp son yudumuna kadar içti.
Tadı sudan farksızdı. Bamir belki de ölmem diye düşündü. Kim bilir belki de Kadimlerin bahşettiği o kutsal seçilmiş genetik aktarım bir şekilde ona da kalmıştı. Bütün salon nefesini tutmuş gibi tek dizinin üstünde onu izlerken, dilini çıkarıp kadehin iç kısmını çevirerek yaladı. Ya hepti ya hiç. Kadehi yanında bekleyen Elçiye verdi ve o anda bilinci kaybolmaya başladı. Bamir gözlerini son ana kadar açık tutmaya çalışırken "eh demek ki seçilmiş değilmişim"dedi kendi kendine. Gözleri kapandı. Karanlığa düşerken son duyduğu sözler kalabalıktan gelen fısıltılardı. Birileri "deli"diyordu, "çılgın" , "manyak".
Bamir in 20 yıl 3 ay 7 günlük kısa ve baskı altında sürmüş ömrü sona ererken yüzünde bir kahkahanın izleri vardı.
***
"'Leydim sakin olun, bu yavaş bir süreç." '"O benim sağ kalan tek ailem.Oğlum.Elbette ki sakin olamam." '"Leydim, şüpheli görünmemeli' Adam bu son sözleri fısıldayarak söylemişti. "Elçi" diye düşündü Bamir. Elbette Elçiydi.Başında annesi ve Elçi bekliyordu.Bamir gözlerini açmaya çalıştı. Beyni hala pusluydu. Neler olduğunu tam anlayamıyordu. Uyuyor muydu ? Hastalanmıştı belki de. Uzun çok uzun bir rüya gördüğünü hatırladı. Muhteşem bir dağın zirvesindeydi. Gerisini yine hatırlayamıyordu. Biriyle mi konuşmuştu... Bamir korktuğunu , çok korktuğunu hatırladı. '"Neden böyle titriyor'" diye sordu annesi. Alnında soğuk bir el hissetti. '"Biraz ateşi var, onun etkisinden olabilir.'" Bamir annesinden hıçkırık gibi garip bir ses çıktığını duydu. '"Leydim'" dedi Elçi, "'size söyledim , yasayacak.'" Bamir in zihninde ki pus yavaş yavaş dağılırken düşünmeye çalıştı. Gözlerini henüz açamamıştı ama neredeyse karanlık olan loş bir ışığın geldiği küçük bir odada olduğunu anlayabiliyordu. Ortalık fazla sessizdi. Sonra birden bire düz bir zeminde yatmadığını farketti. süzülüyordu sanki. Kalın yoğun bir sıvının içinde yüzüyormuş gibiydi. Gibisi fazlaydı.Bamir birden dehşete kapılıp gözlerini açtı. Ağzını açıp çığlık da atacak oldu ama Elçi hemen eliyle agzını sertce kapatıp "'sakın bağırma'" dedi. Bamir hızlı hızlı nefes alıyordu. Elçi o sakinleşene kadar elini kaldırmadan bekledi. Arkada annesi gözlerini kapatmış sessizce dua ediyordu. Bamir bunun bir şükür duası olduğunu düşündü ama duyduğu sözler daha çok Kadimlerden af dilemek içindi. "'Neden ölmedim" diye sordu fısıltıyla Elçi nihayet elini çekince. "'Kadimlerin işi"' dedi Elçi. "'Şimdi ne yapmam gerekiyor"' diye sordu Bamir. Beyni giderek berraklaşıyor olan her şeyi hatırlıyordu. Rahim de yatıyordu. Taç giyme töreninin ardından Kral zehirle ölmezse yeniden doğuşunu simgelemek için onu tabutla küvet arasında kalmış olan kutuya yatırırlardı. İçi kimsenin tam olarak ne olduğunu bilmediği parlak beyazımsı yoğun sıvıyla dolu olan bu kutu ertesi sabah yine taht salonuna götürülür burda bir uyandırma seramonisi düzenlenir böylece halk yeni kralın Kadimler tarafından onaylandığına emin olur, ona biat ederdi.
Elçi bir kaç saniyeliğine uzaklaşıp elinde küçük bir damlalıkla tekrar yaklaştı. '"Bana bir dakika ver"' dedi annesi Elçiye. '"Leydim , hiçbir şey hatırlamayacak.'" '"O yüzden konuşmak istiyorum zaten." Annesi Bamir'e doğru eğilip hızlı bir fısıltıyla konuştu. "Yarın hiçbir şeyden çekinme , korkma. Ne olmuş olursa olsun sen bu toprakların tek gerçek kralısın. Sen benim severek doğurduğum tek çocuğumsun. Seni ben büyüttüm. Ne olacağına da ben karar veririm.Ne duyarsan duy, sen tek gerçek kralsın." Bamir annesi uzaklaşıp yerini elçiye bırakırken anlamaya çalıştı. Ölmüş olmalıydı. ölmediyse bile uyanışa kadar ölü gibi yatıyor olmalıydı. neden bu odada rahmin içindeyken uyanmıştı. Neden annesi ve elçi fısıldayarak konusuyordu. Elçi üzerine doğru eğilip Bamirle göz göze geldi. "Beni dikkatle dinle , seni uyutacağım ama önce zihnine bir sandık koyacağım. İçinde çok değerli bilgiler var. zamanı gelmeden senin bile , kralın bile bilmemesi gereken bilgiler.Anahtar kelimeler yardımıyla bu bilgilere erişeceksin. doğru zaman gelince sana söylenecekler." Elçi Bamir şaşkınlıkla ağzını açtığı anda elinde ki damlalığı ağzına boca etti. Bamir yumuşakça sonsuz bir karanlığa kayarken tüm gücüyle bilincini açık tutmaya çalışsa da tek farkındalığı sağ kulağına yapışmış Elçi'nin hareket eden dudaklarıydı.Sonrasında Bamir hiçbir şey hatırlamadı.
............................................................................................................................................................................
'"Beni bir deliyle evlendirecekler.'" Prenses Selia ona tahsis edilen odanın köşesinde ki büyük aynanın önünde durmuş boş gözlerle yansımasını izlerken korkudan titriyordu. '"Sakinleş" dedi Uldız. '"Gezegenin en güçlü kralıyla evlendiriliyorsun.'" Selia 14 yaşından beri yanından ayrılmayan korumasına döndü. '"Onun hakkında neler söylendiğini benden iyi biliyorsun. Tüm dünya ne kadar psikopat olduğunu konuşuyor.'" Uldız odanın karşı ucunda ki masaya yürüyüp üstünde ki şişeden biraz konyak doldurdu. '"İç , yardımı olacak'" dedi prensese uzatırken. '"Korkuyla fısıldanan söylentilerin sana ön yargı kazandırmasına izin verme. Daha akıllıca düşün. O tarihin en genç kralı oldu. Tahta aday bile değildi. Korkutucu olmasaydı kimse ona saygı duymazdı. yapması gerekeni yapıyor. Sistemde ki büyük taşlardan biri sadece.'" '"Ben de o taşı yerinde tutacak harç kadar önemliyim sadece." dedi Prenses. "İkimiz de su an kendine haksızlık ettiğini biliyoruz. Elinde olmayan şeylere hayıflanmayı bırak ve neler yapabileceğine odaklan. Sevgisini kazanırsan bir dediği iki edilmeyen bir kraliçe olacaksın. Babandan bile güçlü olacaksın.'" Uldız hala elinde uzattığı bardakla Prenses'i teskin ediyordu. İşin açığı ne demesi gerektiğini zerre kadar bilmiyordu. Sadece ona mantıklı gelen şeyleri söylüyordu. Eh , işin içinde duygusal bir tatmin olmayınca da prensesi bunlara inandırmak zordu. Nihayet Selia bardağı alıp kafasına dikti. "Ben onu sevmiyorken kendimi ona nasıl sevdireceğim ?"' diye sordu. Uldız onu tekrar çevirip aynaya bakmasını sağladı. "Kendine bir bak "' dedi. Bir yandan parmağı uzun saçlarını kenarında geziyordu. Prensesin simsiyah , gür , ipek gibi yumusacık ve düz saçları vardı. Teni bembeyaz ve narin görünümlüydü. Çekik gözlerinin etrafında kirpikleri gece esintisi gibiydi. Kibar burnu ve küçük ağzıyla birleşince yüzü eşsiz bir güzelliğe kavuşuyordu. "Seni gördüğü anda beğenecek ve seni tanıdıkça aşık olacak. Yeryüzünde sana aşık olmayacak , sevmeyecek bir adam ancak eşcinsel olabilir.' dedi Uldız. Prenses nihayet gülümseyip tekrar ona döndü. "eh, eşcinsel olmadığı da bütün dünyanın konuştuğu fısıltılardan anlaşılabilir. Üstelik çok yakışıklı değil mi ? Geçen yıl Nora babasına eşlik ederken kralı yakından gördüğünü ve çok yakışıklı olduğunu söylediğini hatırlıyor musun? Anlata anlata bitirememişti. Eminim şimdi onunla ben evleneceğim için kuduruyordur. Sanırım bunun keyfini sürebilirim.'" Uldız prensesin normaline döndüğünü görebiliyordu. Güzel olmak ve diğer soylu yaşıtı kızlarla her alanda yarışa girmek onun hayatının temeliydi. Prenses giysi dolabına yönelip eldivenlerini değişeceğini söylerken Uldız bir an tek başına kaldığı aynanın karşısında kendini inceledi. O prensesin aksine asla ince narin zarif bir kız değildi. Kolları ve baldırları kastan kalınlaşmıştı. Teni sadece elleri ve yüzü görünüyor dahi olsa yer yer yara izlerini belli edecek kadar açıktı. Onun saçları da siyah ve gürdü ama omuzlarına ancak gelirlerdi ve asla şekil almayan dalgaları vardı. Gözlerinin hiçbir egzotikliği yoktu. burnuna zamanında yediği yumruklardan kalma bir kemer oturmamış olsa belki daha güzel görünebilirdi. Uldız'ın belki de kendinde beğendiği tek yer dudaklarıydı. Aslında kalın dudak sarayda pek soylu bir görünüş sayılmazdı ama takıldığı onca erkek arkadaşından sonra bunun bir nimet olduğunu öğrenmişti. Bir anda gözlerini kırpıştırıp kendine geldi. Onun güzellikle ya da basit kadın kıskançlıklarıyla işi yoktu. Doğduğu andan beri yetiştirildiği plan için büyük bir eşiği geçecekti. Yapacak çok önemli şeyler vardı ve bunların hepsi Uldız'ın Kral Bamir'in yakılarında kalabilmesine bağlıydı. Bunun tek yolu da Kralın Prensesi eşi olarak kabul etmesiydi. Yani Uldız Seliayı süsleyecek püsleyecek ve Bamir'in aklını alması için her şeyi yapmasını sağlayacaktı. Bir evlendiler mi her şey kolaylaşacaktı. Düğünden sonra Uldız ın tek görevi zaten bi alay muhafız tarafından sürekli korunan kraliçenin *yakın koruması* olarak ortalıkla özgürce dolaşmak olacaktı. Arkasını dönüp prensese seslendi. "Eldiven giymemeye ne dersin? Böylece kralla direkt temas edebilirsin. Bakalım tenini alevlendirebilecek misin.'" Prenses kıkırdayarak eldivenleri geri çıkarttı. ............ Prenses ve yakın koruması sarayın içinde labirente dönen koridorlarda bekleyen hizmetlilerin sayesinde kabul salonuna doğrudan ilerlerken alçak sesle konuşuyorlardı. "Silahlarından" dövüş dersleri alıyormuş. "En küçük çocuktu ve aslında ona taht sırasının gelmesinin bir itimali yoktu o yüzden standart kraliyet eğitimlerinden eksik kaldığını düşünmek kolay. Bu tarz soylular genelde sanat kumar eğlence ve politik evlilikler içindir aslında." "Yine de normal bir askeri eğitim değil de silahlarıyla çalışıyor olması garip değil mi ?" "Evet alışılmadık bir şey ama insan neden en iyisi varken başkasıyla çalışmak istesin ki ?" Uldız ve prenses birbirlerine gülümseyip yollarına devam ettiler. Aslında çok yavaş ilerliyorlardı ama Selia zaten fikre zor ısınmıstı. Uldız onu acele ettirip tekrar strese sokmak istemiyordu. Sessizlik anını kralın dövüş yeteneklerini düşünerek geçirdi. Silahlar bu krallığın geleneksel korumalarıydı. Sadece krala hizmet eder ne olursa olsun herkesten önce onu korurlardı. Adlarına silah deniyordu çünki her biri belirli bir silahta uzmanlaşmıştı ve o silaha göre konumlanırdı. Mesela kırala en uzak olan iki uçtaki Silahları okçuydu. Sağda ve solda Ok'un arkasında Hançer yer alırdı. Sonra Gürz ve arkasından Kılıç. Krala en yakın ve en tehlikeli olan beşinci silahın ise ne olduğunu bilen yoktu. Neredeyse kadim bir sırdı. Üstlerinde bir şey taşımıyorlardı ve daha kimse krala saldırmayı düşünüp Ok'u bile geçememişti. Ok'un yeteneklerine dair hikayeler duymuştu Uldız. Böylesine hızlı ok atan kimse ne duyulmuştu ne görülmüştü."Sen daha ne olduğunu anlamadan havada uçan okun ıslığını duyarsın ,duyduğun anda da öldün demektir zaten " demişti hocası bir keresinde. "Nişan almak için bakmasına gerek bile yoktu" demişti. Kral Bamir'in babası Kral Perov'a suikast düzenlenmeye çalışılmış hocası tesadüfen sarayı ziyaretteyken Ok'un becerisine şahit olmuştu. Daha Hançer'in Gürz'ün ve Kılıç'ın kabiliyetlerini görebilen yoktu. Beşinci silahı ise sanırım Kral ve Kadim Elçiden başka bilen bile yoktu.
Nihayet kabul salonuna geldiklerinde Selia kapıda duraklayıp Uldız'a döndü. Çok şey söylemek istiyor ama konuşamıyor gibiydi. '" hadi" dedi Uldız onun elini tutup sıkarak."Sana ihityacı var ve ben yanındayken güvendesin. O minik soylu burnunu havaya dik , gülümse ve büyülenmiş görün. '" Selia yine hafifçe gülümseyip kapılara döndü ve başıyla hizmetlilere işaret verdi. Kapılar açırken arkasında bir gölge gibi onu takip eden Uldız omuzlarını dikleştirdi. İşte başlıyorlardı.
|
0% |