Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm

@baliminevreni

Gizli Koruma

Hızını artıran yağmur ile her yerim çamur olmuştu. Yerde sürünen bedenimin son güç kırıntılarını dirseklerime verip ilerlemeye devam ettim. Saçlarım ıslanmış ve bozulmuştu. En kötü yanı ise yüzüme geliyordu. Kestirmek şart oldu. Sırtımda his ettiğim baskı ile yorgun olan vücudum olduğu yerde durmuştu.

"Yoruldun mu asker!?" diye bağıran komutan. Biraz daha belime baskı uygulayınca yüz üstü çamura gömüldüm. Başımı kaldırıp gücümü gene dirseklerime verdim. Ağzıma gelen çamuru tükürdüm.

"Hayır komutanım!" dedim.

"Sürün asker o zaman! Uzun zamandır göreve çıkmayınca hantalaşmış vücudun üsteğmen." dedi. Sırtıma koyduğu ayağını çekince vücudum biraz olsa rahatlamıştı.

"Sürün!" dedi.

Görevden döneli iki ay olmuştu. Gelir gelmez ise durum bilgisi vermiştim üç gün görev hakkında önemli konuları konuşmuştuk. Ondan sonra iki hafta izin verilmişti. Geri döndüğümde ise yeni görev için bekliyordum ama şimdilik önemli bir şey yoktu. Bende askeriye de ki belgeler ile kendimi avutup zaman geçmesini bekliyordum. Arada bir erler ile oturup sohbet ediyordum.

Erler ile ne güzel sohbetin tam ortasında iken Albay kapı da duran nöbetçi ve bugün nöbetçi olan kişiler haricinde bütün taburu toplamıştı. Tabii binbaşı kemal ve kıdemli binbaşı Arif hariç geri kalanlar hepimiz düzenli bir şekilde dizilmiştik. Biz konuşma bekler iken hepimizi ilk koşturdu sonu ise şu an sürünmek. Bunun nedenini hep kendime sorardım eskiden. Şimdi nedeni olmadığını anlıyordum. Bize göre anlamı yok ama onlara göre kesin bir anlamı vardır.

Hapşurunca benim için bitmişti bir hafta peçeteler ile gezeceğim kesindi. Kovadan boşalarcasına yağan yağmurun yanına soğuk vurunca bedenim uyuşuyor, titriyor ve hareket kabiletimi zorluyordu. Kuru olan toprak çamur olunca işimiz zordu ama böyle olunca daha zorlaşıyordu.

"Burası ana ocağa değil, burası askeriye bir karakol öyle kafanıza göre hareket ederseniz sonu böyle olur, sürün!" diye bağıran albay erlere mesajı net olarak vermişti.

"Ben size ne dedim asker?!" dedi albay.

Yağmurun sesine karışan bir mırıltı sesi duydum.

"Anlamadım asker!" dedi albay.

"EĞER BİR DAHA TELEFON YAKALARSAM SİZDE BU KEZ SİZDE DAHİL TÜM KOMUTANLARIMDA DAHİL CEZA ALACAKTIK!" dedi er.

Ah sizi amip beyinliler ne diye getirisiniz telefon harp okulu boyunca bizde bile telefon yakalansın ceza kesilirdi. Artık dikkatli olmasalar bile onlara eğitim veren komutanları dikkat ederler. Ceza aslında erler ile birlikte bize verilmesinin sebebi belirlenmiş oldu. Ne olursa olsun bunların eğitiminde siz sorumlusunuz demekti.

Sürünme alanının sonuna gelince şimdi bunu geldiği gibi geri dönüşü vardı. Ayağa kalkmak yasaktı vücuduma dönmek için uygun pozisyonu ayarladıktan sonra sürünmeye devam ettim. Çok şükür tepemize silah sıkan kimse yoktu. Eğitimlerde en korktuğum bu olurdu eskiden sürünür iken tepemize yağan kurşunlar. Kollarım uyuşmuştu, ayaklarım soğuğa karşı direnmeye çalışıyordu. Arkamızdan gelen erleri görünce içimden güldüm. Analarından emdikleri süt burunlarından geldiklerine eminim. Telefon sokarlar ise gizlice buydu. Tabii bunların başı olan kişiler için son olacaklarını sanmıyorum, tuvalet temizliği de yapacaklar. Daha yeni mekik ve şınav çekmeyi bırakan erler vardı. Şimdi sürüm sürüm sürüncekler. Önüme baktığımda yüzbaşı yolun sonuna gelmişti nerede ise.

"Selamın aleyküm komutanım." diyen askeri görebildiğim kadar baktım. Yeni gelen sözleşmeli er olan Bahadır'dı. Cana yakın bir çocuktu. Hiç şüphesiz yakın zamanda Kuzey Irak'a giderdi. Piyade komandoların çoğu Kuzey Irak ya da Suriye göreve gidiyordu.

"Aleyküm selam Bahadır." dedim.

Albay haklıydı son bir hafta da vücudum çok hantalaşmış o da düzensiz spor yapmamda kaynaklı oluyordu. Yolun sonuna gelince albay sırtıma ayağını koyunca durdum.

"On beş dakika sonra odama gel." dedi sırtında ki ayağını çekince derin nefes aldım. Sürünmem bitince ayağa kalktım karşımda Arif komutanı görünce tekmil verdim.

"Üsteğmen Ayana Şafak." dedim.

"Hadi sen git bakalım Ağrı'lı." dedi.

"Sağ olun komutanım." dedim.

Sanki daha demin yorgun olan ben değilmişim gibi koşarak askeriye girdim. Temizlenip üstüme temiz üniforma giymem lazım.

🕳️

En son bordo bere mi düzeltip Albay'ın odasının önünde durdum.

"Uzman Çavuş Ulaş Özdemir." dedi.

Ulaş iki yıldır Albay'ın postası oluyordu.

"Rahat asker. Albay müsait mi?" dedim.

"Oda sizi bekliyordu komutanım." dedi.

"Sağ ol ulaş." dedim.

Kapısını çalınca gir komutu ile içeri girdim. Albay kolunda ki saati kontrol ediyordu.

"Üsteğmen Ayana Şafak." dedim.

"Hoşgeldin anka gene tam zamanında geldin. Otur bakalım bu bir emirdir." diyince masanın önünde duran ikili deri koltuklardan birine oturdum. Albay ellerini masanın üstüne koyup "Bu görevin biraz değişik olacak." dedi.

Önünde duran dosyayı bana uzattınca aldım.

"Dosya belki lazım olur diye verdim. Özet geçmek gerekirse anka. Belki biraz saçma olacak bu kadar polis durur iken asker ne alaka diye ama unutma ki bize gelen emirleri yerine getiririz." dedi.

Bir görev neden saçma gelsin ki polisimizin yapacak işi farklı bizim ki de farklıydı ama tek bir amaç vardı vatanın güvenliği.

"Haftaya Cumhurbaşkanımız burada konuşmak için halkla bir araya gelecek istihbarat bize bir haber gönderdi. Bu konuşma sırasında bir saldırı olabilirmiş. Şimdikten emniyet güçleri çoktan önlem aldı ama seni de bu operasyon içinde istiyorlar. Yeni görevin Cumhurbaşkanın gizli koruması olacaksın." dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim.

"Yarın özel uçağı ile burada olacak seninde görevin Cumhurbaşkanın gidene kadar korumalığını yapmak. Bir sorun yoksa çıkabilirsin anka." dedi.

Baş selamı verip odadan çıktım. Yeni görev üstümde ufak gerginlik oluşturmuştu. Bütün halkın önünde sukiast yapmak nedir? Kolumda ki saate baktığımda saat üç olmuştu neredeyse daha iki saatim vardı. O zamana kadar son evrakları düzenleyim.

"Ayana komutanım!" diye ismimi bağıran Ulaş'a baktım.

"Uzman Çavuş Ulaş Özdemir." dedi.

"Rahat asker. Dinliyorum." dedim.

"Komutanım albay kesin emir üzerine bugün izinli olduğunu eve gidebileceğinizi söyledi." dedi.

"Sağ ol ulaş görev yerinde geri dön." dedim. Baş selamı verip koşarak gitti. Kesin emir ise evrak işleri bekliyecekti o zaman.

Cebimde ki araba anahtarını kontrol ettim. Buradaydı. Adımları mı kadın askerlerin kaldığı yatakhaneye doğru adımladım. On iki kadın asker vardı. İçeride işleri biten iki teğmen uzanmış yatıyordu. İkisi de beni görünce ayağa kalktı.

"Rahatınıza bakın bir şey alıp çıkacağım ve açelya saçını kurut. Hasta olmanı istemeyiz." dedim.

Kendime ait dolabın önünde durunca kilidi ile açtım. İki postal vardı onları da kördüğüm yapıp üstüne kilit vurup öyle koymuşum. Harp okulundan alışkanlık. Babam sürekli uyarır dururdu.

"Ayana ne olursa olsun sana öğrettiğim gibi postalarını kilit vur." derdi.

Nedenini sorduğumda güler geçerdi. Okulun ilk haftası herkesin postaları kaybolmaya başlamıştı. Meğerse üst sınıftakilerin hoşgeldin karşılaması oluyormuş. İlk arama iznimiz çıkınca babamı arayıp teşekkür etmiştim. Askıda asılı olan siyah montumu, atkı mı ve bere mi alıp dolabı örtüp geri kitledim. Aşağıda yaptığım topuzu bozup hızlıca ördüm. Bere mi kafama geçirdim. Atkı mı boynumu doladım üstüme montumu giydim ve hazırdım. O sırada fön makinesinin sesini duyuyordum.

"Ayşe." dedim.

"Emredin komutanım." dedi.

"Açelya'dan sonra sende saçını iyice kurut daha nemli olduğu belli." dedim.

"Emredersiniz komutanım." dedi.

"Son olarak bütün kadın askerlere söyle iyice saçını kurutsun. Bir isteğiniz olursa da bana yazın haftaya döndüğümde alırım." dedim.

"Emredersiniz komutanım." dedi.

Yatakhaneden çıktıktan sonra maaşımın yettiği kadar bir araba almıştım. Tabii üstüne kredi çekmiştim. Annem ne kadar ben sana alırım diye ısrar etse de ben kendi param ile almak istiyordum. Zaten bir ev bir dükkan almışlardı bana. Annen New York'tan aldığı bir dükkan şu an doluydu. Gelen kira parasının bir kısmını gelecek için biriktirir iken geri kalanını bağış yapıyordum. Tabii bunu benim dışımda kimse bilmezdi.

Annem müslüman olduktan sonra büyükannemden öğrendiği ilk şey yardımın gizlisi sevaptır. Bunu da bize çok iyi aşılamıştı annem. Arabanın kapı açıp bindim. Anahtarı takınca yola koyuldum. Biraz camı yukarıdan açtım. Soğuk havanın verdiği ürperti yeterdi. Kafama bere ve boynuma atkı takmanın sebebi ise birazdan bütün pencereleri açacığı mı bildiğim için hasta olmak istemem. Hele ki bugün verilen eğitimden sonra hiç istemem.

Yolda gördüğüm çevirme ile sağa çektim. Hâlâ şehir merkezine uzak olduğum için çevirmeyi jandarma yapmıştı. Arabayı durdurunca açık olan pencereden jandarma bana baktı.

"Kimlik alabilir miyim?" dedi.

Cebimde ki telefonu çıkarıp askeri kimliğimi verdim. Jandarma ilk önce boğazını temizleyip bana baktı. İlerde ki arabanın önünden yükselen sesler vardı.

"Komutanım eğer önemli bir işiniz yoksa ehliyetinizi alabilir miyim?" dedi.

Yanımda duran çantamdan ehliyeti alıp Jandarma'ya verdim. Bende aşağa inip yanlarına gittim. O sırada Nehir'i gördüm. Kendisi F-16 pilotu oluyordu. Büyük ihtimalle yaptığı hız yüzünden sorun olmuştur. Gökyüzü değil ki buraya hız yapasın.

"Ayana." dedi nehir bana dönüp.

Kendisinin üstünde bir deri ceket altında pantalon vardı. Büyük ihtimalle deri ceketin altına da crop giydiğine eminim ama önü kapalı olduğu için deri ceketinin görünmüyordu.

"Merhaba nehir gene hız sorunu mu?" dedim.

"Aynen." dedi.

Nehir'in çocukluğundan gelen hız tutkusu vardı. Aslında bebeklikten desek daha iyi olur çünkü yedi aylık iken doğup hızlıca hayata giriş yapmıştı. Annem hep anlatırdı Songül teyze ve Mert amca bunu uyutmak için her yöntemi denemişler en son hızlı araba kullanıldığı zaman uyuduğu görülmüş. Bu hız tutkusunu F-16 ile bir araya gelince tehlikeli oluyordu.

"Nehir burası gökyüzü değil ki." dedim.

Telefona gelen bildirim gelince cebimden çıkarıp gelen bildirime baktım. Küçük kız kardeşim Serçe'den gelmişti. Bir fotoğraf göndermiş. Fotoğrafta kara kuru bur bebek vardı. Kafasına geçirilen mavi küçük bur bere vardı ve ellerine geçirilen eldivenler vardı. Gözleri kapalı uyuyordu.

Küçük Serçe: Can Yüzbaşı'nın küçük kızı Nehir Su. Sen haklı çıktın oğlan değil, bu küçük ufaklık kız doğdu.

Siz: Allah bağışlasın.

Gönderdiğim mesaj ile telefonu cebime koydum.

"Cam Yüzbaşının kızı olmuş." dedim.

"Biliyorum hata doğuma götüren benim yengeyi." dedi nehir.

"Nasıl olduğu olay?" dedi.

"Saat gecenin üçü kapı kırılacak gibi çalınıyor bende dedim kesin acil operasyon var. Yataktan nasıl fırladım silahı mı aldım. Kapının deliğinden kontrol ettiğimde bizim Can komutan. Kapıyı açtım. Bir anda koluma yapıştı. Karım doğruyor sen yetiştirirsin hastaneye." dedi.

Bir gülümseme oluştu Nehir'de. Derin bir nefes alıp verdi. Nefesi buhar olup havaya karıştı.

"Bende acale ile telefonu arabamın anahtarı, silahı mı ve askeri kimliğimi aldım. Ama o anı ilk defa yaşıyorum sakin olmaya çalışıyorum. Gidene kadar Can komutan yüzünden ben dokuz doğurdum. Çok telaşlıydı. Bir saatlik yolu yirmi beş dakikada varmıştım. Ama en güzeli neydi biliyor musun? Doktor nur topu gibi kızınız olduğu diyince yaşadığı şok." dedi.

Gülümseyerek başımı iki yana salladım tüm aile için güzel anı olmuştu. Artık büyünce derler "Biz seni oğlan bekliyorduk son dakika golü atıp kız çıktın." diye.

"Ayrıca ismini benden aldığı o kara kuru kız." dedi.

İnşaallah iyi yönlerini alır nehir hız tutkusundan uzak olsun o kara kuru kız.

"Komutanım ehliyetiniz ve kimliğiniz." dedi.

"Sağ olun." diyip en son Nehir'e baktım.

"Kolay gelsin." dedi.

"Sana da." diyip arabaya bindim.

🕳️

Eve varır varmaz ilk yaptığım kendimi banyoya atmak oldu. Sıcak suyu sayesinde kaslarım rahatlamıştı. Ev sıcak olduğu için üstüme kırmızı bir kısa kolu giymiştim.

"Abi!" diye bağıran serçe.

"Kız öyle bağrılır mı?" dedi zemheri.

Sesler artık odamın önünde geliyordu. Koskoca birey olmuştu ikisi de ama hala aynılar.

"Abi verir misin kalemimi?" dedi.

"Kızım bu çok güzel yazıyor bende kalsın." dedi.

Odamın kapısını açınca gördüğüm görüntü ile sıkıntılı bir nefes verdim. Serçe, Zemheri'nin tepesine çıkmış elinde tutuğu kalemi almaya çalışıyordu. İkisi de bana masum masum bakıyordu. İkisi aynı anda konuşmaya başlayıca sırada elimi kaldırıp ikisini de susturdum.

Duvar kenarında duran babama baktım elinde tutuğu kahve fincanı vardı. Kahvesinden bir yudum almadan ilk önce kokusunu içini çekti. Ah baba bir el atsan olmaz mı? Serçe babamın ne yaptığını çözmeye çalışır gibi bakıyordu. O sırada ellerini havlu ile silenen annem çıktı mutfaktan.

"Selim?" dedi annem.

Babam anneme dönüp ilk önce ellerinden öptü. Sonra elinde ki kahve fincanı anneme verip "Dünya güzelim biricik eşim bunu benim yerime iki dakika tutar mısın?" dedi.

"Tabii ki ama fazla üstlerine gitme." dedi annem.

Babam annemin sol elinin üstüne bir öpücük kondurup göz kırptı. Çapkın bir babam vardı ama eşine çapkın. Serçe ile Zemheri'ye bakınca onlarda bana baktı ve dudakları mı oynatıp "Siz bittiniz." dedim.

"Çocuklar." diyen babam bana bakıp "Hoşgeldin benim güzel kızım senle işim yok kenara çekilir misin?" dedi.

Bir iki adım geri gittim. Serçe, Zemheri'nin yüzüne vurup "Abi koş benim odama babam komando özelliğini açtı, koş!" diye bağırdı.

Zemheri, Serçe'ye uyup tabana kuvvet koşmaya başladı. Babam sakince arkalarından gidecek iken durdu ve bana baktı.

"Gel buraya bakım babasının güzeli." diyip kollarını açtı. Bende babama sarılıp güvenli bölgeye gelmiştik. Şimdi kendimi evimde gibi his ediyordum.

"Benim ufak bir işim var o zamana kadar dünya güzeli olan annenle vakit geçir." dedi ve Serçe'nin odasına doğru gitti.

Anneme dünya güzeli derken haklıydı babam. Çünkü annem İngiliz kökenli biri idi ve üst üste iki yıl dünya güzeli seçmişti. Ben direk annemin kopyası oluyordum.

"Çok iyi baba ve eş." diyen annemin yanına gidip sarıldım.

"Ayana dikkat et ben baban gibi ya da senin gibi yapılı biri değilim." dedi.

"Tamam o zaman sana sarılmayim." dedim an iki kol sarmalıdı beni.

"O nasıl söz öyle bir daha duymuyum. Yoksa seni pahalı topuklularım ile kovalarım." dedi.

"Anne koskoca bordo bereli olan kızını topuklu ayakkabı ile kovalamak nedir?" dedim.

"Konu sen olunca bordo beren geçmez küçük hanım. Bak baban da komando oluyor bana sözü geçiyor mu hayır." dedi.

Sarılmaya son vererek "Anne koskoca komando olan adamı nasıl bu kadar yumuş yumuş bir şey yaptın." dedim.

"Sende yap birini kendine öğren kızım." diyip mutfağa geçti.

Ah anam bir tane akıllı biri çıksın evleneceğim. Mutfağa geçip annemin sıkıp sıkıp koyduğu patatesli köfteden birini alıp yedim. Anneme baktığım da elinde tahta kaşık ile bana bakıyordu. Lokma mı yutup "Dayanamadım çok özledim senin yemeklerini." dedim.

"Gene göreve mi gideceksin." dedi babam.

Ah be babam nasıl anlıyor beni. Tabii kızının sadace askeriye de oturup evrak işleri uğraştığını nadiren göreve çıktığı mı düşünüyor. Halbuki bilmiyor çakalların içine girip bilgi topladığı mı. Birde herkesin lakabım ile beni tanıdığını. Babam lakabı mı duymuştu ama ben olduğu mu bilmiyordu.

"Küçük bir görev biliyorsun pek göreve çıkmamıza izin verilmiyor." dedim.

Vallahi annem bu kadar yalan söylediğimi duysa beni o pahalı topuklular ile İngiltere'ye kadar kovalar. Annem gelip bakır kızılı olan saçlarımı sevip sarıldı.

"Dikkatli ol kızım." dedi annem.

"Anne o kadar abartılacak bir şey yok." dedim.

Tabii Cumhurbaşkanına düzenlenen sukiast için yakın koruma seçildim. Ah bir de bu görevden sonra Allah bilir hangi deliğe saklanmış pezevenklerin sonunu getireceğim.

"Annem sen otur dinlen ben hal ederim." dedim.

Zaten masayı hazırlamıştı. Masanın üstünde ki büyük tabakları alıp ortaya koydum.

"Zemheri ve Serçe rızık zamanı!" diyen babama baktım.

"Bunlar bundan anlıyor Ayana. Kaç defa çağırıyoruz gelmiyor ama şimdi burada olurlar." dedi.

Mutfağa gelen iki kardeşim yerlerine oturdu. Bende Zemheri'nin yanına oturdum. Herkes önüne patatesli köfteden alırken ben de ailemi izliyordum.

"Abla vallahi bir deri kemik kalmışsın ye şunları, lütfen." diyen zemheri tabağa yemek dolduruyordu. Bu duruma gülümsedim. Zemheri babamın kopyası oluyordu. Tek farkı göz rengi idi. Annem gibi zümrüt yeşili gözleri vardı. Aramızda yedi yaş vardı.

"Yakında rütbe töreni varmış. Sen daha yeni üsteğmen oldu. Ne ara kıdemli olduğun Ayana." dedi babam.

O sırada ortam sessizleşince tüm gözler bana döndü. Babam nereden biliyordu. Beni kurtaran telefon sesi idi. Telefonda Albay yazısını görünce "İzninizle açmam lazım." diyip masadan kalktım.

Telefonu açınca "Anka." dedi.

"Emredin komutanım." dedim.

"Ters giden bir şey var askeriye gelmen lazım." dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim.

Arkamı dönünce babamı gördüm. Mutfak kapısı kapalıydı. Eninde sonunda fark edeceğini bildiğim için bir şey demeyecektim.

"Sen sadace masa başı işi yapmıyorsun değil mi? Biliyorum bunu sormam ama konu canından biri olunca zor oluyormuş." dedi babam.

"Bir bordo berelinin masa başı işi yapar mı sürekli baba?" dedim.

Babam iki yana başını salladı ve kollarını açınca bende durmayıp sarıldım.

"Ne gibi görevlere gidiyorsun bilmiyorum ama dikkatli ol ayana." dedi.

"Elimden geleni yaparım ama gitmem lazım." dedim.

Sarılmaya son vererek hızlı adımlar ile odaya girdim. Gardrop açınca askıda bulunan üniformalarımdan birini alıp hızlıca giyindim. Açık olan saçımı örerek ucuna siyah lastik toka taktım. En son belime tabanca mı taktım ve cebime bir kaç tane lastik toka attım. Bazen olup olmadık yerlerde kopuyordu. Odadan çıkınca kapının önünde bekleyen küçük ailem vardı.

Annemin yüzünde ki endişeyi görebiliyordum.

"Bu saate niye çağrırlar ki anlamadım, gitti." dedi annem.

"Hayatım. Ayana bir asker ansızın arayıp çağırabilirler bu normal bir şey." dedi babam.

"Seni bu saate aradıklarında üç ay göreve çıkmıştın, selim." dedi.

"Yasemin evraklar da bazen sorun çıkar ve o evraklar düzenlemeli tek bir kişi yapmaz. Demek bir sorun çıkmış onun için çağırmışlar." dedi babam.

O sırada hem annem ve babamı dinliyor bir yandan postları mı ipini bağlıyordum. Oturduğum küçük tabureden kalkıp "Anne, babam haklı sakin ol. Gören de dağa çıkıp o şerefsizleri avlıyorum sanacak." dedim. Ama gerçek buydu.

"Bana bak küçük hanım küfür yok." dedi annem.

"Ben gittim." dedim.

Annem direk çıkıp bana sarıldı. Anne bir bilsen senin kızın neler atlatı.

"Anne geç kalıyorum." diyip kollarından ayrılarak arabaya bindim.

Yola çıktığımda dikiz aynasından baktım. Annem arkamda elinde tutuğu sudan döküp babama sarıldı. Allah'ın izni ile bir şey olmaz anne bana. Eğer olursa da vatan sağ olsun be anne.

Bu kez telefonu çalınca arayan Arif komutanım oluyordu. Telefonu açınca hapörlere verdim.

"Üsteğmen Ayana Şafak. Emredin komutanım." dedim.

"Sol dönemece geldiğinde siyah araba göreceksin onu takip et anka." dedi.

"Emredersiniz komutanım." dedim.

Ters giden bir şeyler vardı ve büyük bir sorun olduğu kesindi. Sol dönemece gelince yol kenarında duran siyah araba harekete geçti. O önde ben arkasından gidiyordum. Telefona düşen bildirim ile ekranını açıp okudum.

"Ne olursa olsun siyah arabayı takip et. Geri kalan her şey sana anlatılacak anka." yazıyordu mesajda.

"Umarım bok yoluna gitmiyorsundur Anka." dedim.

Önde ki araba hızını artırınca bende artırdım. Bir sorun vardı bu bilgi neden bana Albay değil de Arif komutan verdi. Salaksın kızım.

Hemen diğer telefonu aldım radyodan bir müzik bulunca açtım. Bana şifreli bir müzik lazımdı.

Diğer telefondan Albay'ı aradım müzik kanaları değiştirip duruyordum.

Sensizlik beni böyle...

Arabam Dacia...

Sonunda bir müzik de durunca İbrahim Tatlıses'e ait bir müzikti. Geriye beni anlayabilecek bir şekilde şifre vermekti.

"Vay İbrahim Tatlıses ne dinlerdi küçük iken babam. Adam ses telli ile kafasına sıkılıp hayata kaldı." dedim.

Ne olur düşündüğüm şey olmazsın? Telefona bakıyordum. Bir kaç saniye dakkikalara dönünce bir mesaj geldi.

"Merak etme anka her şey yolunda siyah arabayı takip et." yazmıştı albay.

Derin bir nefes verdim. Mustafa iti yüzünden bazen şüphe duyuyordum. Bu iyi bir şey değildi. Şu an bu yaptığım da doğru değildi. Çünkü bana verilen emirden şüphe duymuştum. Bu iş bittikten sonra Albay dan iyi azar işiticektim.


Siyah araba ara bir sokağa girince bende girdim. Lüks bir otelin önünden geçtik en son bir ara sokağa girince araba durdu ama bende durmuştum. Aşağa inen siyah takım elbiseli iki kişi inmişti. Onlar inince bende indim. Başıma taktığım bordo berem ve üzerimde askeri üniformam vardı. Üç ay hasret kaldığım üniforma her göreve gidip başka kılığa büründüğüm zaman bile özlediğim üniformam.


Takım elbise giyen adamlardan biri kimliğini gösterince baktım. Kimliği sayesinde MİT ajanı olduğu belli idi.


"Sadace takip et anka." dedi kimliğini gösteren kişi. Kimlikte Emre yazıyordu.


Arka kapı gibi bir yerden girdik. Girdiğimiz yer yangın merdiveni idi. Hangi akıllı arabaların bile zor sığdığı yere yangın merdiveni koyar. Kat çıktıkça çıktık. En son bir kapının önünde durunca ikiside arabada bıraktığım telefon haricinde iki telefonu Emre'ye verdim.


"Biri arabanın içinde kaldı." dedim. Emre başını salladı. Telefonu diğer ajana verince onu yangın merdiveninde bıraktık ve biz kapıdan içeri girince katın her yerinde takım elbiseli insanlar vardı. Onlar dışında kimse yoktu. Yüz bir numaralı odanın önünde durduk. Emre kapıyı çaldı. Çaldıktan bir süre sonra kapı açıldı. İçeri girince mavi ve kırmızı tonuna hakim olduğu odaya karşıladı bizi.


"Emre hoşgeldin." dedi.


"Hoşbulduk başkanım." dedi emre.


Türkiye'nin on sekizinci Cumhurbaşkanı tam karşımda duruyordu.


"Hoşgeldin Ayana." dedi Cumhurbaşkanı.


"Merhaba." dedim sesimi olabildikçe mesafeli tutmaya çalıştım.


Cumhurbaşkanı içeri geçince emre kapıyı örtü.


"Sadace sakin ol." dedi emre.


"Önerin için teşekkür ederim ama emin ol şu an çok sakinim." dedim.


Emre Cumhurbaşkanı arkasından gidince bende onu takip ettim. İçeride bir kaç daha koruma vardı. Büyük ihtimalle yakın bölgede ki çatılardan birinde keskin nişancılar vardır.


"Anlatılanların hepsi doğruymuş. Herkesin korkulu rüyası anka şu an burada." dedi Cumhurbaşkanı.


"Birazdan eminiyet müdürü burada olacak güvenlik amaçlı konuşma bu odada yapılacak." dedi emre.


Sadece başımı salladım. Nedensizce bu emre denen şahıs şüpheli gelmeye başlamıştı. Hele ki kapıya girer iken verdiği öneri Emre'lik hareket değildi. Emre'ye çok benzeyen bir kişidi buydu.


Emre ile bir kaç defa aynı operasyonda bulunmuştum. Emre bunu bilerek asla bana kimlik göstermezdi. Burada büyük bir oyun dönüyordu.


İçeri giren eminiyet müdürü Murat abiye baktım. Yanında bir kaç kişi daha vardı.


"Ayana seni görmek güzel." dedi.


Ufak gülümseme ile baş selamı verdim. Etrafta iki koruma kadındı.


🕳️


İki saatir oturmuş operasyon hakkında konuşuyorlardı. Asıl büyük oyun burnumuzun önünde dönüyordu. Etrafta bulunan koruma seçilen kişileri inceliyordum.


"Tek bir soru sorabilir miyim?" dedim.


Herkes susup tüm gözler bana dönmüştü.


"Ben bu insan kılıklı kişiler ile uzunca vakit geçirerek bir şey söyleyeceğim. Niye tüm halkın önünde öldürmek istiyorlar. En son Cumhurbaşkanı öyle öldürülmüştü ve kendileri için büyük zarara neden olmuştu. Daha yeni yeni kendilerini topluyorlar." dedim.


Bu doğru bir sonuçtu öldürülen son Cumhurbaşkanı öldürmüş ve pahalıya patlatmıştı. Çünkü çoğu kaynaklarını kaybetmişti. Toplanma süre boyunca düzgün saldırı yapılmıyordu. Ta ki iki yıla bakıldığı zaman toparlanıp saldırmaya başladıkları sıra da toparlanma yolu oldukları iyice işe yaramış gözüküyordu.


"Bu durum düşünülüp ona göre önlem alındı." dedi eminiyet müdürü.


"Peki efendim." dedim.


Asıl oyun burnumuzun dibinde dönüyordu ve bunun farkına varıp hareket edecektim.


Loading...
0%