Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12.Bölüm: Saklı Yüzler

@balleydii

Öncelikle hepinizden özür dilerim. Yeni bölüm atmadığım için.
Çok ama çokk özür dilerim. Telafisi olacak. Birini ikna edebilirsem telafisi mükemmel olacak hemde

Benimle iletişime geçmek ya da hesabımın büyümesine katkı olmak için instagram hesabimi takip edebilirsiniz.

Kullanıcı adım; cemre_e0071 kitaplar hakkında konuşmak isterseniz her zaman burdayım!

Sınır koymayacağım sadece 10 yorum yeterli şimdiden teşekkür ederim.

Sizi bölümle baş başa bırakıyorum

---

Gülünce Mutlu Sandı Bütün İnsanlar

Sabah uyandığımda, herkesi odamda görmenin şokunu atlatamadan eve dönmüştük. Gerçekten sabaha kadar bir kısmı koltukta, bir kısmı yerde beni beklemişlerdi. Araz, koltuk yerine benim sol yanımı tercih etmişti gerçi.

Eve girdiklerinde, evi gerçekten özlediğimi hissetmiştim. Ne kadar bir haftadan az bir süredir evde olsam bile, insanın az da olsa huzur hissettiği yer onun yuvası olurmuş. Burası benim yuvamdı. Araz’ın kalbi gibi, beni sıcak tutan bir yuvaydı.

Ben bunca yıl yaşadığım yere yuva demiştim. Lakin, günler geçer ve biri gelir, seni değiştirir derlerdi ya, beni değil ama doğrularımı değiştirmişti bu ev. Her şeye rağmen yüzümde bir tebessüm oluşturabilen insanlar varken yanımda, ben yalnız değildim.

"Yalnız değilim," diye mırıldandım. Bunca yıl sonra yanımda ve arkamda birilerinin olduğunu öğrenmem, benim için çok iyi olmuştu. Kendimi bambaşka hissediyordum. Güneş daha bir sarıydı sanki. Gökyüzü daha mavi, çiçekler daha güzeldi.

"Mutluluğun nasıl bir şey olduğunu öğrettiğin için teşekkür ederim, Araz," dedim kendi kendime. Ardından Uraz’la konuşmam gerektiği için kendimi onun odasının kapısının önünde buldum. Hafifçe tıklattım. "Gir," diyen gür sesini duyduğumda kapıyı araladım.

Uraz’ı üstsüz görmeyi beklemediğim için çığlık attım ve arkamı döndüm. Abisi ile de aynı sahneyi yaşamıştık. O bu halime gülerken, "Kapıyı çalmamdaki amaç, müsait olup olmadığını öğrenmekti," dedim bezgin bir sesle.

Yaklaşık bir dakika sonra, "Dönebilirsin," dediğinde ona döndüm ve kapıyı ardımdan kapattım. Yatakta uzanmış, merakla bana bakıyordu. Yanındaki sandalyeye oturdum. "Kanayan morluklarımı öğrenmişsin," dediğimde, adamın boğazı sertçe hareket etti.

Bir şey söylemek yerine kafasını salladı ve ben konuşmaya devam ettim. "Kimseye bahsettin mi?" Böyle bir şey soracağımı beklemiyor olacak ki, afallamış bir şekilde bana baktı. "Gerçekten onca soru içinden ilk bunu mu sordun?" Şaşkınlığını hala atamamıştı.

Omuz silktim. "Hala cevap vermedin." Ciddi olduğumu anlayınca güldü, ama sevinçten güldüğü söylenemezdi. "Söylesem, senin için daha iyi olmaz mı? Herkes sana iyi davranır hem," dedi merakla. Tekrar omuz silktim. "Bana acımanızı falan istemiyorum. Beni yaralarımdan sevmenizi de. Beni, ben olduğum için sevmenizi istiyorum." Keskin ve net cümlem onu şaşırtmıştı.

Şaşırmaktan konuşamadığını fark edince kendini toparladı. Ardından, "Kimseye söylemedim. Sen bunu bizim bilmemizi istemiyordun çünkü. İsteseydin, geldiğin ilk gün bahsederdin," dedi. "Ah, ilk defa zekanı kullandın," dememle tekrar güldü.

Gözleriyle vücudumu süzdü. "Yaralarına bakabilir miyim?" diye sordu. Bu sefer ben yutkunurken, "Görmek isteyeceğini düşünmüyorum. Gördükten sonra pişman olursun," dedim. Gözlerini kıstı ardından, "Sen yaşadıysan ben de görebilirim bence. Sen dayandıysan ben de dayanmalıyım," dedi. Israr etmek istedim ama yüzleşmek istediği kesindi. Ona istediğini verdim. Sweati tek bir hareketle üzerimden çıkardım. Bakışları vücudumda dolanırken gittikçe donuklaşıyordu. Onun için zor olduğunu biliyordum.

Bazı şeylerle yüzleşmek mi daha zordu yoksa o şeyleri yaşamak mı?
Cevabını öğrenmek istemediğim soruların başlangıcıydı sadece. Uraz’ın göğüslerimdeki yanıkları ya da karnımdaki kesikleri tamamen gördüğüne emin olduktan sonra arkamı döndüm. Bir süre nefes alma sesi bile gelmedi. Ardından büyük bir kahkaha sesi yükseldi.

O an anladım ki Uraz her güldüğünde canı yanardı.

Ve Uraz her zaman gülerdi.

Bir şey demedi. Sadece nefes alış seslerimiz vardı. Bir süre sonra ona geri döndüm. Göz göze geldiğimizde paramparça olmuş Uraz’la karşı karşıya kaldım. Kaçmak istedim lakin yine isteklerim gerçekleşmedi.

Bir şey diyemeyecek halde olduğunu anladığımda, "Yaralarımı sarar mısın?" dedim. Doktor pansumanı çıkarmış ama tekrar yapamadan eve gelmiştik. Belli belirsiz kafasını salladı ve ayağa kalktı. "İki dakika," dedi ve lavaboya girdi.

Aniden çok şiddetli bir ses gelmesiyle yanına gitmeyi düşündüm, ardından bu fikirden vazgeçtim. Üzerimde hala biraz halsizlik vardı, kendimi yormak istemiyordum. Dediği gibi iki dakikanın ardından pansuman için gerekli malzemeleri alıp gelmişti.

Yanıma oturduğunda sol elini ensesine attı ardından, "Önce beni mi sarsak," dedi mahcupça. Ben ona sorunun ne olduğunu anlamak istercesine bakarken, sağ elini havaya kaldırarak yardımcı oldu. Eli kan içerisindeydi. "Bu ne ara oldu?" diye sordum şaşkınlıkla.

Mahcup tavrından ödün vermeden, "Ya elimi çarptım," dedi. Bunu derken gözlerini kaçırmasıyla yalan söylediğini anlamıştım. Ben ona dik dik bakmaya devam edince, "Tamam, sinirle duvara vurdum," dedi çat diye.

Duvara yumruk atmasını beklemediğim için eline uzanan elim havada kaldı. Sonra kendimi toparladım ve elini sardım. "Ne gerek vardı? Duvara yumruk atınca adam değil, salak olunuyor Uraz." Gözlerini kaçırdı ve bir şey demedi.

O benim sırtımı sarmaya başladığında ikimizi de sessizlik esir aldı. Sanki biri ses tellerimi çalmış da istesem bile konuşamayacakmışım gibi hissediyordum. Düşüncelerimin olduğu bir denizde nefes almaya çalışıyordum. Yüzmeyi bilmediğim sularda yaşamaya çalışıyordum.

Bugün Uraz’la aramızda bir şeylerin değişmesini umdum. Benimle sessizliğini bile paylaşmıştı. Bunun benim için olan değerini bilmiyordu. Pansumanım bitince geri üstümü giydim. Aramızdaki sessizlik uzarken, "Bu kadarını beklemiyordum," diye itiraf etti.

Ben de sessizliğimi bozdum. "Ben de," dudaklarımdan dökülen kelime ikimizin de tüylerini diken diken etti. Sessizlik uzarken, Uraz sessizliği bozarak, "Ne zamandan beri?" diye sordu. Başta ne dediğini anlamasam bile, bir süre sonra ne zamandan beri şiddet gördüğümü sorduğunu anladım.

Onun gibi bir şeyleri gizlemeye çalışırcasına söylemek yerine, açık açık "Hatırladığım en eski anım bile şiddet dolu," dedim. Uraz sorduğuna pişman olmuş gibi bakıyordu. "Ne sorduğuna dikkat etmeli insan," dedim ardından gözlerinin içine odaklanarak devam ettim, "Cevabından korktuğu sorudan kaçınmalı insan," dedim.

Göz temasımız bir süre daha devam etti. Pes eden taraf o oldu. Konuşmamızın sonuna gelmiş olmalıydık ki, "Sakın yaralarını öğrendiğim için sana mükemmel davranacağımı sanma. Hala seni istemiyorum. Sadece bu evde bir yerin olduğunu kabullendim," dedi.

Gülümsedim. "Teşekkür ederim," dedim ve odadan çıktım. Teşekkür etmemle yüzünde oluşan ifadeye gülmek istesem bile, kendimi çok halsiz hissediyordum. Uraz’ın bana acımadığını öğrenmek, sevinmeme sebep olmuştu.

Kendimi zar zor odama attım. Yatağa yattığımda yorgunlukt

an hızla gözlerim kapandı. Sadece birkaç günü sükûnetle geçirmek istiyordum.

Metninizi inceledim ve aşağıda düzeltilmiş haliyle sundum:

---

3 Gün Sonra

İlk defa bir dileğim gerçekleşmişti. İki gündür Araz’ın ısrar ettiği anlar ve yemek vakitleri dışında aşağı inmedim, bu sayede olası bir kavganın önüne geçmiştim. Yarın okula gitmeye başlayacaktım; raporumun süresi sadece üç gündü.

Her ne kadar sadece dört gün okula gitmemiş olsam da, okulumu özlemiştim. Yarın, Soylu ailesiyle geçirdiğim birinci hafta dolmuş olacaktı. Altı günde vücudumdaki açık yaralar sadece iz bıraktı. Asla tamamen geçmeyeceklerini bilmek canımı sıkıyordu, ama yapabileceğim bir şey yoktu.

Vücudumdaki hiçbir iz benim suçum değildi. Hepsi hastalıklı bir zihne sahip ve hem bedensel hem de ruhsal olarak benden üstün olan birinin suçuydu. Beni onca yıl orada bırakanların da kesinlikle suçları vardı.

Bu düşüncelerden kaçmak için odamdan çıktım. Merdivenlerden indim ve salonun kapısına geldim. Kapıyı çaldım ve "Gel" diyen gür sesi duyana kadar kapının ardında bekledim. Yavaş hareketlerle odaya girdim ve kapıyı ardından kapattım.

Herkesin bakışlarını üzerimde hissedince rahatsızca kıpırdandım, ardından sitemkar bir sesle "Ne bakıyorsunuz?" diye sordum. Ayhan Bey dışında herkes önüne dönerken, o "Kapıyı tıklatmana gerek yok," dedi.

Omuz silktim ve bacağımı diğerinin üzerine attım. "Bu, tıklatmamamı istediğiniz anlamına mı geliyor? Alışkanlıklardan vazgeçmek zordur, tıpkı bazı insanlardan vazgeçmenin zor olduğu gibi," dedim, ardından iğneleyici bir tavırla devam ettim: "Gerçi siz, insanlardan vazgeçerken bunu çok rahat yapıyorsunuz. Alışkanlıklar da sizin için o kadar önemli değildir." Duraksayıp düşündüm ve ekledim: "Ya da vazgeçilen o kadar değerli değildir. Hangisi doğru, Ayhan Bey?" diye sordum.

Neyden bahsettiğimi anladığı için hızla gözlerini kaçırdı. Diğerleri ise hiçbir şey anlamamış olmalıydı; mala bakar gibi bakıyorlardı. Aramızdaki sessizlik uzarken Araz, "Bugün yemeği dışarıda yemeye ne dersiniz?" diyerek konuşma girişiminde bulundu.

İyi bir konu açmıştı; herkes bir ağızdan konuşmaya başladı. Gürültü kulaklarımı tırmalarken, yüzümü buruşturdum. Bir süre sonra —o seste nasıl anlaştıklarını bilmiyorum— ortak bir karar vermiş olmalılar ki hepsi aynı anda sustu.

Diğerleriyle muhatap olmak istemediğim için Araz’a döndüm. "Araz, neye karar verdiniz?" Abilerine baktı, sonra bana döndü. "Akşam yemeğini boğazda bir restoranda yiyeceğiz," dedi, ardından abilerine tekrar bakıp ekledi, "Balık restoranı."

"Balık" kelimesini duymak bile yüzümü buruşturmama yetti, ama ortama uyum sağlamam gerektiği için yüz ifademi düzelttim ve "Tamam," dedim. Bir süre daha onların sohbetini dinledim, ardından kahvaltıya geçtik.

Önümdeki zeytinlerle oynarken, bu sefer kimse bana bakmıyordu. Zar zor, yemem gereken kadarını yedikten sonra diğerlerini izlemeye başladım. Araz, Uraz ile sohbet ediyordu. Ne hakkında konuştuklarını bilmesem de, Araz’ın yüzündeki gülümseme beni de mutlu etti.

Kayra’ya baktığımda, arada sırada bana gizlice baktığını fark ettim. Bakışlarında mahcup birinin bakışları vardı, ama bu benim umurumda bile değildi. Kayra Soylu, ona verebileceğim bir şansı hak etmiyordu.

Ayhan Bey ve Bartu ise iş konuşuyor olabilirlerdi; ikisi de konuşurken ciddi bir ifadeye sahipti. Bakışlarımı onlardan çekip çatalımı tabağa bıraktım. Ayhan Bey çıkan sesle bana bakınca, "Kalkabilir miyim?" diye sordum.

Onaylarcasına başını sallayınca, kalktım ve müzik odasına gitmek için merdivenleri çıktım. Akşama kadar gitar çalmaktan daha mantıklı bir şey gelmemişti aklıma. Notalarla süslenmiş kapıyı araladım ve içeri girdim.

Gözlerim hemen Gibson’u buldu, ama almaya cesaret edemedim. Bunun yerine bir elektrikli gitar aldım ve pufun üzerine oturdum. Rastgele birkaç parça çalarak başladım. Çalarken şarkı söylemezdim; kendime verdiğim bir cezaydı bu. Nereden geldiğimi unutmamak için söylediğim tek şarkı, kendi şarkımdı.

Moduma girdiğimi fark ettiğimde, kendi şarkımı söyledim art arda. Nefesim kesilene kadar söyledikten sonra, parmaklarım durmak yerine daha da hızlandı. Kendi yazdığım notalardan çalıyordum, ama bu şarkının sözleri yoktu ve diğeri gibi ürpertici değil, rahatlatıcıydı.

Saatlerce durmadan çaldım. Çalarken bazen ağladım, bazen de güldüm. Yaşadıklarım ağırdı ve ben bütün gün aslında yaşadıklarımı anlatmıştım. Her melodi bir çığlık, her melodi bir çığlık...

Yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu ve daha hızlı çalmaya başladım. Elektro gitar ellerimin arasında titrerken, akustik bir gitarla bunu yapamayacağım için memnundum. Popüler bir rock şarkısını çalıyordum.

Gözlerim kendiliğinden kapandı ve kulaklarım çığlıklarla doldu. Aynı şarkıyı kusursuz olana kadar çalmaya devam ettim. Bu bir takıntıydı; belki de şarkıyı elli kez çaldım. Şarkının son kısmını çalarken omzumda bir el hissettim, hızla arkama döndüm ve sağ elimle omzuma dokunan eli tutup bükmek için harekete geçtim.

"Dur! Ne yapıyorsun kızım?" Karşımdakinin Uraz olduğunu fark edince, tuttuğum kolunu ittim. "Ne öyle sessiz sessiz geliyorsun? Korktum," diye sitem ettim. Korktuğumu duyunca bakışları bir an için yumuşasa da, bu sadece iki saniye sürdü.

Çattığı kaşlarıyla devam etti: "Ne sessizi? Elli kere seslendim. Sağır mısın sen?" Sitemkar sesiyle biraz olsun sakinleştim. Elimdeki gitarı yerine koydum ve "Neden geldiğini sorabilir miyim?" dedim. Dudağı keyifle kıvrıldı ve "Hayır," dedi. Dik dik ona bakmaya başladım. "Neden geldiğini söyle!" diye çıkışınca afalladı.

Onlara karşı ilk defa kaba konuştuğumu fark ettim. Hala şaşkınlıkla bana bakarken, kıkırdadım. Kıkırdadığımı görünce şaşkınlığını geri plana attı ve "Hazırlan," dedi. Kaşlarım sorgularcasına çatılınca, "Restorana gideceğiz ya," diye açıkladı.

Onu tamamen unutmuş olduğum için bu kadar oyalanmıştım. "Ne zaman çıkacağız? Kaç dakikam var?" Aceleyle ve hızlı hızlı konuşmamı garipsese de, bir şey demedi. "Bir buçuk saat falan sonra," deyince rahat bir nefes aldım.

Duş alıp giyinsem bile vaktim artıyordu. "Niye bu kadar erken geldin ki? Geç kalacağımı düşündüm," dedim. Kaşları çatıldı. "Siz kadınlar geç hazırlanmaz mısınız?" diye sordu. Önyargılarına gözlerimi devirdim. "Şu önyargılarını al..." Duraksadım, ardından devam ettim: "Ve git."

Gülümsedi ve odadan çıktı. Birkaç dakika dinlendim, ardından aşağı indim ve hazırlanmaya başladım. Duştan çıktım ve saçlarımı kuruttum. Onları açık bıraktım. Kıyafetlerimin olduğu kısma gittim. Gri bir kot pantolon ve kolları beyaz olan krem bir üst giydim. Aynanın karşısında beyaz yakalarımı düzelttim ve krem renkli çantamı aldım.

İçine yanımdan hiç ayırmadığım minik çakımı ve cüzdanımı koyup odadan çıktım. A

şağı indiğimde, diğerleri de hazırlanmıştı. Araz dışında hepsi, anlaşmış gibi siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon giymişti.

Araz ise mavi bir gömlek ve beyaz bir kumaş pantolon tercih etmişti. Onun özgün olma çabasına gülümsedim. Herkesin oturduğunu görünce ben de oturdum. Neden yola çıkmak yerine oturduğumuzu anlayamasam da, sormadım.

Araz da aynı şeyi merak etmiş olacak ki "Neyi bekliyoruz?" diye sordu. Ayhan Bey bakışlarını saatinden Araz’a yöneltti. "Rezervasyon yaptığımız için bekliyorum. Erkenden gidip orada beklemenin bir manası yok." Aslında burada beklemek yerine orada beklemek daha iyi olabilirdi.

Kimse bana fikrimi sormadığı için fikrimi açıklama girişiminde bulunmadım. Sessiz dakikalar uzarken kapı çaldı. Kayra kapıyı açmak için ayağa kalkarken, Araz "Kim geldi acaba?" diye sordu. Kimsenin bir tahmini yoktu, çünkü kimse bir şey demedi.

Kayra geri döndüğünde yüzünde garip bir ifade vardı. Uraz ve Bartu ne olduğunu anlamak için ayağa kalktı, Kayra sağa çekildi ve herkesin yüzünde tıpkı Kayra’daki gibi bir ifade belirdi.

Ben ise sadece korkuyla baktım. Saf ve yoğun bir korku.

Karşımda annem vardı çünkü. Dudaklarından dökülen kelimeler ise hepimizi çıkmaza soktu.

Bölüm Sonu

Loading...
0%