Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13.Bölüm: Zincirlenmiş Hayatlar

@balleydii

 

Arkadaşlar yeni bölüm atmayacaktım lakin ısrarlar yüzünden attım.

Tatildeydik ve bugün son günü yani bavulları hazırlayacağız. Yarında dönüyoruz. Liseye geçtiğim için okula hazırlık falan pek aktif olamayabilirim.

Ve bu bölümde Felah isimli bir karakter giriş yapıyor ve o karakter sayesinde/yüzünden ilk bölümler düzenlemeye gidecek ama fazla bir değişiklik olmayacak merak etmeyin.

Bu arada beş bin olmuşuz bunun içinde herkese teşekkür ederim.

Bu bölümü Aleynaya ithaf etmek istiyorumm

Kitabım hakkında sohbet etmek isterseniz ya da soracağınız soruhuz varsa instagram hesabım; cemre_e0071

İyi okumalar dilerim.

Sınır;
Okunma:100
Yorum:30
Oy:20

,---

 

“Ayza benimle geliyor” demesiyle herkes ona uçan kedi görmüş gibi bakmaya başladı. Onların bu şaşkınlığından faydalandı ve hızla yanıma geldi. Elleri saçlarıma gidecekken kendisini zorladı ve koluma uzandı. Ben korkuyla iki adım gerilerken o, “Prensesim hadi eve,” dedi sakin bir şekilde.

Gözlerimi kıstım. “Sen kimsin?” Annem gibi davranıyordu ama Ayhan Bey’i etkilemek için böyle davranan efendim de olabilirdi. O kadar rol yapıyordu ki onu tanımak çok zordu. Düşüncelerimi yanıltmadı. “Efendinim, annen bu görüntüye dayanamazdı,” dedi, şaşkınlıkla ona bakan oğullarına yüzünü buruştururken. Ardından, “Hoş geldiniz efendim,” dedim, kafamı hafif eğerek.

Bu hareketim, diğerlerinin şaşkınlıkla bana dönmesine neden oldu. Annem yine yüzünü buruşturdu. “Yalakalık yapma bana,” dedi. Kafamı salladım. Ayhan Bey’e döndüm, kurtarması için; o ise anneme bakarak kitlenmişti. 17 yıl sonra karşısına çıkan kızına böyle bakmamıştı. Annem daha fazla beklemek istemedi, koluma asıldı ve çekiştirmeye başladı. Başka bir şansım kalmamıştı.

“Ne olursun, yardım edin!” diye bağırdım. Araz öne atılacakken Uraz onu tuttu. “Ona efendim dedi, ona selam verdi. Yanılmamışız, annesiyle ne bok yerse yesin,” dedi keskin bir sesle. Gözüme akın eden yaşlarla, “Yalvarırım, kulunuz köleniz olurum. Gitmeme izin vermeyin,” diye yalvardım, anneme direnmeye çalışıyordum. Sonunda sinirlendirmeyi başarmıştım. Elleri saçlarıma giderken Ayhan Bey, çığlığımla irkildi ve bana döndü. Sol gözümden akan yaşa takıldı gözleri.

“Sen kimsin de benim evimden birini benden izinsiz götürebileceğini düşünüyorsun?” Sert ve soğuk sesi ile annemin gözbebekleri titredi. Hızla kendini toparladı ardından, “Aa, öyle deme, eski karınım ne de olsa,” dedi. Ardından bana baktı ve yüzünü buruşturdu. “Sırf şunları biraz kendine bağlarsın diye kaçmana müsaade etmiştim. Onu bile becerememişsin, beceriksiz,” dedi, yüzüme tükürdü ardından güldü.

“Anlamıyorsun değil mi? Senin gibi bir kızı kimse sevmez. Senden nefret ettiler değil mi? Tıpkı benim ettiğim gibi.” Son cümlesini fısıldadığı için sadece ben duymuştum. Sağ gözümden bir damla bile yaş akmadı ama sol gözümden düşen damlaların haddi hesabı yoktu. Bartu ifadesiz bir şekilde bakıyordu, Kayra ve Araz’ı ise Uraz tutuyordu. Ayhan Bey, yüreği yanarcasına bakıyordu ama hayır, bana değil, eski karısına bakıyordu.

Son çare, “Beni bu deliyle yalnız bırakmayın. Affetmem!” diye bağırdım. Boğazım yırtılırcasına bağırmış, kurtulmak için çırpınıyordum. Ayhan Bey ağzını açmıştı ki, “Affetmem! Ölsem bile affetmem, ahım kalır,” sona doğru sesim kısılmıştı. Kimse beni kale almıyordu çünkü. Kabullenişle sustum.

Ayhan Bey, “Onu istediğin gibi götüremezsin,” dedi. Yardım çığlıklarım etkilemişti sanırım. Annem, “Sen ona soyadını bile layık görmedin. Himayesi hâlâ bende, istediğim yere götürürüm,” dedi sadece. Ardından sanki konuşmamın bitmesini beklemiş gibi, saçımdan sürükleyerek çıkardı beni. Sustum. Çığlıklarıma sessiz kalınıyorsa bağırmamın bir anlamı yoktu.

Arabaya bindiğimizde annem gülümsedi. “Güzel vicdan yaptırdın ha,” dedi. Konuşmadım. Kafamı eğdim ve sessizce kaderimi beklemeye başladım. Olanları asla unutmayacaktım. Bugünü, benden bu kadar kolay vazgeçmelerini unutmayacaktım.

Tabii, işte düzeltilmiş ve paragraflara ayrılmış metin:

---

Felah Günbatımı

Arabadan indim ve anahtarı valeye fırlattım. Ritmik adımlarla şirketin kapısından içeri girdim. Üzerimdeki takım elbiseyi düzeltirken bana selam veren çalışanların selamlarını hafif bir kafa hareketiyle kabul ediyordum. Bugün on sekiz yaşıma girmiştim ve ilk resmi toplantıma girecektim. Artık şirketin yüzde ellisi bana aitti. Yıllardır şirketi iyi bir yere getirmek için uğraşıyordum ve sonunda çabalarım karşılık bulmuştu. Asansöre bindiğimde heyecanım artmıştı. Hızlı adımlarla üzerinde "Murat Günbatımı" yazan odanın kapısına vardım, ardından üç kere tıklattım. İçeriden gelen gür “Gel” sesiyle kapıyı açtım ve kendimi masanın önündeki sandalyelerden birine attım. Babam bu halime gülümsedi, ardından “Heyecan var mı heyecan?” dedi güleç bir tavırla. Onaylarcasına kafamı salladım, ardından “Evet” dedim coşkuyla. Tekrardan gülümsedi.

Bir süre daha havadan sudan sohbet ettik. Ardından ciddileşerek boğazını temizledi. “Bak oğlum,” dedi. Konunun ciddi olduğunu anladım ve gülümsememi yüzümden sildim. Ona odaklandığımı anlayan babam devam etti. “Sen benim en kıymetli çocuğumsun. Bu yaşına kadar her zaman yanında olmaya çalıştım, çalıştık. Annen de seni çok seviyordu oğlum. Elimden geldiğince sana destek oldum ve her zaman seninle gurur duydum. Sen her gülümsediğinde içimde kelebekler uçuştu oğlum.” Her cümlesinden sonra içimdeki sevinç büyüyordu. Elini cebine attı ve devam etti. “Bugün seni takım elbiseyle de gördüm ya, ölsem de gam yemem artık. Çünkü ben öldüğümde bile beni her zaman yaşatacak bir oğul yetiştirmişim. Bilirsin, ben böyle konuşmalar yapmam, beceremem. Belki bu yaşına kadar sana seni sevdiğimi hissettiremedim bile,” dedi.

Son dediklerine yüzümü buruşturarak yanıt verdim. Ayağa kalkmasıyla ben de ayağa kalktım. Neden ayağa kalktığımızı anlamaya çalışırken babam hiç beklemediğim bir şey yaptı ve bana sımsıkı sarıldı. İlk başta şaşkınlıktan ellerim yana düşse de kendimi toparladım ve sarılmasına karşılık verdim. “Seni çok seviyorum oğlum,” dedi dakikalar süren sarılmanın ardından. Yumruk halindeki elini açtı ve bir anahtar belirdi. Gözlerim şokla açılırken “Doğum günün kutlu olsun,” elime bıraktığı anahtarla bakışırken “Bu…” dedim. Ne demek istediğimi anlamıştı. “Evet, istediğin o motor,” dedi gülerek.

Bu sefer o sarılmadan ben ona sarıldım. Sımsıkı sarılırken “MT 25 mi aldın bana?” diye sordum. Onaylarcasına sesler çıkardı. “Çok… çok teşekkür ederim. Sen dünyanın en güzel babasısın. Senin sevginden asla şüphe etmemiştim. Sen herkesin sahip olmak isteyeceği bir babasın.” Ona sımsıkı sarılırken söylediğim sözleri umursamadan “Biraz daha sıkarsan sanırım boğulacağım” demesiyle hızla geri çekildim. Kollarımın arası boşalırken içimden sarılmak geliyordu. Sanki biri sarılmaya muhtaçtı. İkimiz için de özel olan bu anı babamın çalan telefonu anında bozdu. Gözlerindeki sevgi dolu ifade ciddileşti ve telefona yöneldi. “Kim arıyor?” merakla sorduğum soruya “Soylu arıyor. Birazdan toplantımız olacak, acil bir şey olmalı” yanıtını verdi. Telefonu açtığı için bir şey diyemedim. “Buyurun Ayhan Bey,” dedi ciddi bir ses tonuyla.

Ayhan Bey’in söylediklerinden sonra kaşları çatıldı. “Ne demek toplantının iptalini talep ediyorsunuz?” Ayhan Bey’in dediklerini de öğrenmek için iyice yaklaştım. Ayhan Bey’in endişeli sesiyle “Durum acil, kızım kaçırıldı” demesiyle babamla göz göze geldik. Şaşkınlıktan ağzımla dinlemeye devam ettim. “İyi de Ayhan Bey, sizin bir kızınız yok ki,” dedim. Ayhan Bey’in arkasından ağlama sesleri gelmeye başladı. “Doğumda öldü dediğim kız aslında ölmemişti,” dedi, ardından iç çekerek devam etti. “Kaçırılmıştı, nasıl başardı bilmiyorum, beni bulmuştu. Şimdi gözümün önünde tekrar kaçırıldı ve Allah kahretsin hiçbir şey yapamadım!” Birkaç kırılma sesi geldi. Babam, sakin tutmaya çalıştığı sesiyle “Kızın ismi Ayza mı?” diye sordu. Cevaptan korkarcasına gözleri kapanmıştı. “Evet,” dedi Ayhan Bey. Babamın eli şakağına giderken “Peki kim kaçırdı?” diye sordu. Ayhan Bey “Annesi” dedi. Gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi irileşti. “Annesiyse korkmamıza gerek yok mu?” dedi babam emin olamamışçasına. Ayhan Bey bu sefer bağırdı ama siniri bize değildi. “Kızı saçından sürükleyerek götürdü! İlk geldiğinde geldiğim yerde bana ölüm var demişti! Demişti de umursamamıştım” pişmanlık dolu sesinin ardından babam “Onu bulmana yardım edeceğim” dedi ve telefonu kapattı. Bana döndüğünde ikimizin yüzünde de aynı ifade vardı. “Kızı gördüm,” dedi. “Efendim” dedim, anlatmasını istercesine. “Bir hafta önce şirkete giderken bir kız yolumu kesmişti. Oldukça kibar olmasına rağmen –bir prensese benziyordu– üzeri perişandı. Bana 17 yıldır kayıp olduğunu, Ayhan Bey’in evinin nerede olduğunu bilmek istediğini söyledi. İnanmamıştım, adının Ayza olduğunu söylemişti.”

Anlattıklarından sonra aklıma bir tek Cinderella gelmişti. “Onu bulmalıyız” dedim hızla. “Aynı fikirdeyiz, adamlara haber saldım. Bulunması o kadar da uzun sürmez,” dedi babam.

---

İşte düzeltilmiş ve paragraflara ayrılmış hali:

---

**Flashback: 5 Yıl Önce**

Polis karakolunda oturuyordum. Annemi ben darp ettiği için şikâyet etmiştim. Evden kaçtığım için bana kızabilirdi ama bir daha karşılaşacağımızı düşünmüyordum. Benim darp edildiğim açık açık belgelenmişti çünkü. Dakikalar saatleri bulurken annemi gördüm. Endişeli görünüyordu ama görünüşün yanıltıcı olduğunu daha küçükken öğrenmiştim. Polisle birlikte komiserin odasına girdik. Annem aniden bana sarıldı. Sarılmasıyla oturduğum yerde şokla sarsıldım. On iki yıldır bana ilk defa sarılmıştı. “Anne?” dedim. Annem bana üzgünce baktı, ardından komisere döndü. “Kızımı bulduğunuz için teşekkür ederim, bu sefer gerçekten benden gitti sandım,” dedi. Mağduru oynadığını anlamam uzun sürmedi ama bu canımı yaktı. O kadar çok yaktı ki nefes bile alamadım.

Komiser bana bir bakış attı, ardından “Kızınıza şiddet uyguladığınız doğru mu?” diye sordu. Annem şaşkınlık nidası attı, ardından “Ne, tabi ki hayır!” dedi. Bu zamana kadar hangi kötü insan asilce suçunu itiraf etmişti ki annem edecek? Komiser darp raporlarını çıkardı. Annemin yüzünde anlık kindar bir ifade oluşsa bile bunu ustaca sakladı, ardından çantasına uzandı. Rapora benzer şeyleri masaya koydu, ardından “Kızıma mazoşist tanısı koyuldu, ona ilaç içirdiğim için benden nefret ediyor,” dedi. Bileğime uzandı ve sol kolumdaki kesiği gösterdi. “Bu olmadan bunca zaman kendisine yaptıklarını fark edemedim,” rolünü çok güzel oynuyordu. Ben bile ona kanacaktım, bileğimdeki eli bileğimi sıkmasaydı belki.

Komiser bana inanmamıştı. Annem yalandan ağlamaya başlayınca hemen serbest bırakmıştı. Ardından Ayza’nın bile unuttuğu korkunç manzara oluşmuştu: Bolca kan, cam kırıkları ve saçı kırmızıya boyanan Ayza. Ve o günden sonra kaçmayı aklından silen Ayza…

---

Tabii, işte paragraflara ayrılmış hali:

---

**Felah Günbatımı**

Motorumu ilk sürüşümün böyle olmasını istemezdim. Ama bir kadının hayatı tehlikede olunca kimse benim dileklerimi umursamıyordu tabii ki. Gerçi halimden memnun değilim diyemezdim. Yıllardır bana yeni bir şans verilmesini istiyordum ve sonunda istediğim olmuştu. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Yaklaşık 20 saattir her yerde Ayza’yı arıyorduk. 50’den fazla depo basmıştık ama hiçbirinde yoktu. Sonunda yerini saptamıştık ve bu sefer kesindi. En önde ben gidiyordum. Hız göstergesi iki yüzü aşarken motor sürmeyi daha önce öğrendiğim için kendimi tebrik ettim. Anneme yetişememiştim belki ama külkedisine yetişecektim. Cindirella’dan daha çok uyuyordu. Külkedisi lakabı ona. Depo görüş açıma girince yavaşladım, ardından durdum. Belimdeki silahı çıkarttım ve sakin adımlarla yürümeye başladım. Küçükken babamın bana zorla silah kullandırtması geldi aklıma. O zamanlar ona çok kızmıştım ama bazı şeyleri büyüyünce anlamak çok daha kolaydı benim için.

Minik deponun kapısını sessizce açtım ve içeri girdim. İçeriden gelen gür kahkaha sesiyle silahın emniyetini çektim, ardından yavaşça kapıya yaklaştım. “Ben sana ne yaptım! Neden?!” acı dolu bağırışın Külkedisine ait olduğunu anladım. Annesi “Çünkü babana benziyorsun,” dedi. “Çünkü deliyim,” diye devam ettirdi. Ardından “Çünkü acı çekmen bana zevk veriyor,” dedi.

“On yedi yıldır yaptıkların yetmedi mi?” acı çeken sesi durumunun kötü olduğunu belli ediyordu. “Sırtımda iz olmayan tek bir yer yok! Gözlerinin içine bile bakamıyorum, ya bakarsan döverse diye!” konuşmanın devamını ses kaydına almaya karar verdim. “Ya ben sana selam verdim diye onlarda bana sırtını döndü! Ama selamlamadığımda yediğim kemer darbelerinden haberleri yok!” Yakarışları canımı yakarken o devam etti. “Ya ne dersen yaptım! Beni sev diye yapmadığım şey kalmadı ama sen her seferinde benden daha fazla nefret ettin!” annesinin sesi yankılandı. “Sus!” Külkedisi durmadı.

“Beni öldüreceksin biliyorum,” kabullenişi Külkedisini çok benim canımı yakmıştı. “17 yıl boyunca susmuşum, ben ölsem bile susmam” Külkedisi acıyla inledi. İçerde neler olduğunu bilmiyordum ama girersem Külkedisine zarar verme ihtimali vardı. “Bağırsana! Sana vuruyorum bağırsana!” annesinin kin dolu sesinden sonra Külkedisi’nden bir daha ses gelmedi.

Duruma daha fazla sessiz kalamazdım ve destek ekip gelmeden hızla içeri girdim. Silahımı hızla annesinin kafasına doğrulttum. O şaşkınlıkla donarken silahın kabzasıyla bütün gücümle ensesine vurdum. Bayılan bedeni anında yere düşerken bakışlarım ona döndü. Yoğun kan kokusu midemi bulandırırken umursamadım. Kırmızıya bulanmış saçları ve bedenine kendimi hazırlamıştım ama bu kadarını beklemiyordum. Zincirlenmişti.

Bir köpek gibi boynundan zincirlenmişti. Her tarafından kanlar akıyordu. Güzel görüntüsünden hiçbir şey kaybetmemişti. Gözleri huzurla kapanmıştı. Öldü mü diye kontrol etmek için hızla yanına eğildim. Nabzı çok yavaştı. Destek gelince onu çıplak görmesin diye üstümdeki gömleği çıkardım ve ona geçirdim. Beyaz gömlek anında kırmızı olmuştu. “Sana kırmızı hiç yakışmıyor Külkedisi” yaralarına tampon bile yapamıyordum çünkü yaralarını ayırt etmek çok zordu.

Yaklaşık beş dakika sonra Ayhan Soylu’yu gördüm. Bakışları Ayza’yı bulunca kapının ağzında donakaldı. Ardından gelen Uraz ve Bartu’yla göz göze geldik. Bakışlarında önce pişmanlık, ardından acı peyda olmuştu. Ayhan Bey “Yaşıyor mu?” diye sordu titreyen sesiyle. Kafamı salladım onaylarcasına. “Yaşıyor evet ama nabzı çok yavaş,” dedim.

Bartu bir bana bir de kucağımdaki Ayza’ya baktı. “Ambulansı aradın mı?” onaylarcasına kafamı salladım. Kısa bir süre sonra kapının orada babamı da gördüm. Kucağımdaki Külkedisini görünce gözlerini yumdu. O gün ona yardımcı olmadığı için kendini suçladığını biliyordum lakin “Senin suçun değildi” cümlesinin bir işe yaramadığını öğreneli çok olmuştu.

Bana daha fazla bakamadı ve Arzu’nun yanına çöktü. “Bayılmış” dedi, ölmediğini belirtmek için. “Gebersin” dedim nefretle. Ayhan Bey bana yandan bir bakış attı. “Hiçbir kadının ölmesi doğru değil,” sinirle iç çektim. Köşedeki boyunluğu gösterdim. “Ayza’yı köpek gibi bağlamıştı! Konuşmalarının bir kısmını duydum ve ne konuştuklarını öğrenmek ister misin?” tıslarcasına söylediklerimden sonra cevap vermesini beklemeden telefonumdaki ses kaydını başlattım ve telefonu eline verdim.

Tepkisini izlemek için çırpınırken içeri giren hastane görevlileri odağımı Külkedisine çekti. Sedyeye koydular ve hızla yanımızdan ayrıldılar. Soylular da çıkınca babamla yalnız kalmıştık. Kokuya daha fazla dayanamadım ve önüme doğru hızla kustum. Dolu gözlerimle babama döndüm. “Baba,” sesimin titremesini engelleyememiştim. “Baba, annemden bile daha kötüydü.” Babam gözlerini yumdu. Susmamı istediğini biliyordum ama durmadı. “Baba, bu kız 20 saatte bunları yaşadıysa 17 yıl ne yaptı?”

Babamın dişlerini sıktığını buğulanmış görüntüme rağmen fark edebiliyordum. Bana döndü, ardından yemin eder gibi “Bir daha kimse onun kılına zarar veremeyecek.” Bu günkü yaşananlardan ikimiz de etkilenmiştik. Ruhumuz ağır yaralıydı.

Loading...
0%