@balleydii
|
Arkadaşlar yoğun istekleriniz üzerine bölümü paylaşıyorum. Sınır; İyi Okumalarrr Arkadaşlar Yitip Giden Aşk isimli kurguyu önermek istiyorum. Bir Amigo kızının basketbol takım başkanı yüzünden kafasını çarpması ve amnezi hastalığına kapılmasını konu almakta. Bir şans verirseniz hiçbir şey kaybetmezsinizz hatta kazanırsınız --- **İlahi Bakış Açısı** Hastane koridorları her zamanki gibi doluydu. Her kapının ardında nice acılar yatıyordu: Kimileri günün sonunda seviniyor, kimileri yoğun bir kedere gömülüyordu. Kimileri yeni bir hayata gözlerini açarken, kimileri gözlerini sonsuza dek kapatıyordu. Bin küsür odası olan hastanedeki hastalardan sadece biriydi Ayza. Durumu ondan ağır olanlar da vardı, ama kimsenin ruhu Ayza’nın ruhu kadar kan ve küle boyanmamıştı. Doktorlar bile kızın neresine müdahale edeceklerine şaşırmışlardı. Bacağına baksalar, kolu ciddi bir hal alıyordu. En soğukkanlı doktorun bile içi yanmıştı Ayza’ya ve yaralı bedenine bakarken. Kimse “Hak etmiştir” demedi, çünkü kimse o kadar yarayı hak etmezdi. Önü en kalabalık olan kapı da Ayza’nındı. Bugüne kadar her zaman hastanede bile bir başına olan kız için bu mutluluk sebebi olabilirdi. Eskiden. Kapıda bekleyen 5 adam da biliyordu. 3’ü pişmandı. Özellikle Uraz… Yaralarını bildiği kıza inanmak yerine bir harekete inanmıştı. O kötü biriydi. Kendisinden nefret ediyordu. 5 erkek de perişan haldeyken Felah ve Murat onların bu halini izliyorlardı. Felah, kızı nasıl koruyabileceğini düşünüyordu. Yanına mı almalıydı? Yanına almasına kimse izin vermezdi ki. Bir yolunu bulmalı, Kül Kedisinin hayatına dâhil olmalıydı. **Ayza Nil’den** “Ayza,” birinin omuzlarımdan sarstığını hissettim. “Ayza, kendine gel!” Hızla gözlerimi açtım ve karşımdakine sımsıkı sarıldım. “Rüyaydı, geçti,” dedi, sol gözümden akan yaşı eline alırken. “Gerçekti, kâbustu, geçmedi, geçmeyecek,” dedim titreyen sesimle. Uyanalı üç gün olmuştu. Olayın üzerinden ise bir hafta geçmişti. Ama olay hâlâ geçmemişti. Uyku sorunlarım zaten vardı, ama en azından az da olsa uyuyabiliyordum. Şimdi ise ancak uyku ilaçlarıyla… Her seferinde ise aynı şeyi görüyordum. Felah ise hep yanımda oluyordu. Allah’ın bana verdiği bir kurtarıcı olarak görüyordum onu. Uyandığım gün ailemden kimseyi odama almadığımda o girmişti. Beni kurtaran da oymuş. Dedim ya, Tanrı’nın bir lütfuydu o bana. Bunca yıl ailesinin bile sevmediği bir kızı sevmişti. Bana değer verdiğini, endişeyle parlayan gözlerinden bile anlıyordum. Ilgaz’ı tamamen unutmuşken Felah ruhumu sarıyordu. İyice sokuldum kollarının arasına. Belki erkendi ama sevilmeye muhtaç bir kızın birini sevmesi kolaydı. “Buradan gidelim,” diye fısıldadım geri uykuya dalmadan önce. “İkimiz,” devamını getiremeden gözlerim kapandı. En son saçlarımın üzerinden öpüldüğümü hissettim. Felah Günbatımı, seni seviyorum. Yine nefes nefese kalktığım bir sabahın ardından taburcu olma vaktim gelmişti. Annem hapis cezası almıştı, bu yüzden onlarla yaşamak zorunda değildim. 3 erkek, onlara verebileceğim bir şansı daha hak etmiyordu. Diğer ikisini ise görecek halim yoktu. Bana kal diyeceklerdi, o yüzden onlarla da olmak istemiyordum. Kapının açılması ile oraya döndüm. Felah elindeki yemek tepsisi ile içeri girdi. “Daha çıkmana bir saat var, aç kalma,” dedi. Yüzündeki gülümsemeye içim giderken, o tepsiyi dizlerimin üzerine koydu. “Neden benimle bu kadar ilgilisin?” diye sordum saf bir merakla. Gülümsemesi buruk bir hal aldı. “Birine çok benziyorsun,” dedi, boğazını temizleyerek ardından devam etti. “Onu kurtaramadım,” dedi gözlerini kaçırarak. Konuşurken zorlanıyordu. “Ama seni kurtaracağım,” dedi kararlılıkla. Dizimde tepsi olduğu için elini tutabilmekle yetindim. “Oraya dönmek istemiyorum,” dedim zeytini ağzıma atarken. Felah bana döndü. “Ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. İç çektim, peyniri dörde bölerken. “Onlara birden fazla şans verdim. Yanlarında kalmak zorunda olmasaydım kalmazdım, ama işte bu sondan korktuğum için yanlarındaydım.” Derin bir nefes aldım ve devam ettim. “Ama beni koruyamadılar. Zaten annem artık hapiste. Onlarla kalmak için bir nedenim yok. Okulun yurduna yerleşeceğim,” dedim. Son dediğimle kaşları çatıldı sanki “Bu benim aklıma nasıl gelmez,” diyordu içten içe. “Hangi okula gidiyorsun?” diye sordu. “Fransız,” dedim ekmeğe yağ sürerken. “Ben de geleyim mi?” demesi üzerine şaşkınlıkla ona baktım. “Ne?” ağzımdan ezbere dökülen sözcüklere omuzlarını silkerek “Okula,” diye cevap verdi. “Neden?” diye sordum ekmeğe bal sürerken. “Yalnız kalırsın,” dedi bariz bir şeymiş gibi. Beni düşünmesi içimi yumuşacık yaparken, “Nasıl?” diye sordum. “Sınavı kazanmıştım ama gitmeye vaktim olmamıştı, sonra da ben istemedim zaten,” dedi. Boş tepsiyi yanıma koydum ve onu yanıma çağırdım. Yatağın kenarına oturduğunda elimdeki ballı ekmeği ona uzattım. “Sen seversin,” dedim ardından. “Okula gelirsen benden mutlusu yok.” Ekmeği yerken bana garip bir şekilde bakıyordu. “Ballı ekmek sevdiğimi bilecek kadar çok mu izledin beni,” dedi. Kızarmış yanaklarımı saklamak istercesine kafamı onun omzuna gömdüm. O bu tavrıma gülerken hafif açık olan kapı sertçe kapandı. “Acaba kim dinledi?” diye sordum merakla. “Sana bakmaktan göremedim,” dedi flörtöz bir tavırla. Omzuna vurdum ve “Utandırma beni,” diye cırladım. Tiz çıkan sesime yüzünü buruştururken, “Babamla tanışıyormuşsunuz,” dedi. Kaşlarım kendiliğinden çatılırken, “Nasıl yani?” diye sordum. “Babanla babam iş arkadaşı, babam sen ilk geldiğin gün seni görmüş,” dedi. Ondan önce davrandım. “Şu benim Ayhan Bey’in çocuğu olduğuma inanmayan Takım Elbise mi?” diye sordum şaşkınlıkla. Felah’tan önce hiç yabancı olmadığım bir ses, “Bana Takım Elbise dediğini bilmiyordum, küçük hanım,” dedi. İkimizin de bakışı oraya dönerken hızla Felah’tan uzaklaştım. Felah da babasını burada beklemiyor olacaktı ki, “Baba?” dedi hızla ayağa kalkarken. Takım Elbiseye döndüm, gerçekten oydu. “Adınızı söylemediğiniz için size bir lakap takmam oldukça normal beyefendi,” dedim. Yüzünü buruşturdu. Felah, babasının bu haline gülerken, “Senden bile resmi,” dedi. --- Takım Elbise oğluna yandan bir bakış attı ardından üç büyük adımla yanıma geldi. “Artık tanışabiliriz bence,” dedi ardından elini uzattı. Ben elini sıkarken, “Ben Murat Günbatımı,” diye kendini tanıttı. “Ben de Ayza Nil,” dedim, soyadımı söylemekten kaçınarak. “Biliyorum,” dedi çarpık bir gülümseme ile. O an ilk karşılaşmamızda ona bağırarak adımı söylediğim aklıma geldi. Bu, utanmama neden olurken Felah, “Senin adını babam unutmamış Kül Kedisi,” dedi. Dudaklarımdan şaşkın bir nida döküldü, ardından “Kül Kedisi mi?” dedim, yanlış duyup duymadığımı doğrulamak için. Murat Bey, “Tek lakap takan sen değilmişsin ha?” dedi gülerek. Kızarmış yüzümle onlara bakarken, Murat Bey, “Sakın bana ‘Bey’ dediğini görmeyeyim,” dedi iç sesimi okurcasına. Ardından, “Amca diyebilirsin,” dedi ve Felah’a yandan bir bakış attı. “Baba da diyebilirsin,” diye ekledi. “Tamam, Murat Abi,” dedim, diğer lakapları reddederek. Bu tavrıma güldü, “Felah yeğenin mi oluyor o zaman?” demesi ile Felah kaşlarını çattı. “Mecazi anlamda demiştir abiyi,” dedi, bana dönerek, “Değil mi Kül Kedisi?” Hızla kafamı salladım. Murat Abi bana döndü, “O eve gitmek istediğini sanmıyorum, ne yapacaksın?” diye sordu. “Okul yurdu,” diyerek kısaca cevapladım. “Üç günlük raporun var, bizimle kalmaya ne dersin?” diye bir teklifte bulundu. Reddedecektim ki Felah’ın bana umutla baktığını gördüm. “Olur,” dedim ardından, “Felah, eşyalarımı benim yerime sen toplar mısın? O eve girmek istemiyorum.” Hızla kafasını salladı. “Tabii,” dedi ve gözden kayboldu. Felah gidince Murat Abi, “Ailenden ne kadar kaçacaksın?” diye sordu. Yüzümü buruşturdum. “Onları bir daha görmek istemiyorum. Çok benciller,” dedim. Kafasını salladı. “Haklısın ama yaşadıkları kolay değildi,” demesi ile güldüm ve kendimi gösterdim. “Benimki kolay mıydı?” Bunu düşünmemiş olacak ki birkaç saniye sessiz kaldı. “Haklısın,” dedi ardından, “Ama Araz ve Kayra… onları neden görmeyi reddediyorsun? Diğerleri pişman ama ikisi sadece üzgün,” dedi gözlemlerinden yola çıkarak. “Bana ‘kal’ deseler gidemezdim de ondan. Bir kere de olsa bencil olacağım,” dedim. Murat Abi hak verircesine kafasını salladı. Aramızdaki sessizlik uzarken Murat Abi çıkış işlemleri için yanımdan ayrıldı ve Felah geri geldi. Elindeki çantayı kenara koydu ardından, “Kıyafetleri almaya gerek görmedim,” dedi. “Fark etmez,” dedim. Yanıma gelirken, “Fark eder,” dedi. “Sen ne istersen o olacak,” diyerek yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdi ardından üfledi. Gözlerim dudaklarına kayarken açılan kapı ile hızla onu ittirdim. İttirmem ile dengesini kaybetti. Üzerime düşecekken Murat Abi ensesinden yakaladı ve beni kurtarmış oldu. “Oğlum, düşsen bir 3 gün daha hastanedeydik, az dikkatli ol,” diye Felah’ı uyardı. Felah, Murat Abi haklı olduğu için kafasını salladı. “Hazırsan çıkalım mı?” onaylarcasına kafamı salladım. “Kapının önünde değiller inşallah.” Murat Abi kapıyı açarken, “Onları kovdum, görmek istemediğini söyleyince,” ardından içten bir kahkaha attı. “Yüz ifadelerini görmeliydin.” Merdivenleri inerken zorlandığımı anlayan Felah’a destek olsun diye kolumu uzattım, o beni çevik bir hareketle sırtına aldı. Minik çığlığımla birkaç kişi bize dönerken kollarımla boynunu sımsıkı sardım. Merdivenlerin sonuna geldiğimizde, “Kollarını gevşetmezsen…” iki üç kere öksürdü, “Boğulacağım.” Kollarımı hızla geri çektim ardından düşmemek için ellerim saçlarına gitti. “Saçlarımı çekmesene kızım!” dedi sitemle. Ardından biraz daha aşağı kaymam ile bacaklarımı beline sardım. Ellerimle omuzlarını sararken, “Ya düşersem?” dedim endişe ile. “Seni tutarım,” dedi. “Ya tutamazsan?” dedim. “O zaman senden önce düşerim,” dedi. Ona güvenmeyi seçtim. Dediğim gibi, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biriydim. Arabaya bindiğimizde kollarımın boş kalması rahatsız etse bile ona sarılmaya utandım. Eve vardığımızda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Ayhan Soylu’nun 3 katlı evi bunun yanında minnacık kalıyordu. “Şaşkın balık gibi bakma, sen Kül Kedisisin,” dedi Felah gülerek. Böyle demesi ile kafamı salladım. “Beğendin mi?” Murat Abi’ye kafamı salladım. “Bayıldım. Evde sadece ikiniz mi varsınız?” Sorumu Felah yanıtladı, “Yok, bir kardeşim bir abim var.” Yalvarırcasına bir tonda, “Kardeşin kız değil mi?” dedim. Cevap vermesine fırsat kalmadan içeriden bir çığlık sesi geldi ardından kapı hızla açıldı. Mavi gözleri haylazlıkla parlayan, benden pek de küçük olmayan bir kız, koşarak Felah’ın ardına saklandı. “Abi, Tuğra abim bu sefer fazla sinirlendi,” dedi. Felah, kardeşi olduğunu anladığım kıza bakarken gözlerini devirdi. “Yine ne yaptın?” sorusu üzerine kız gözlerini kaçırdı. “Söyle,” dedi Felah direterek. Kız dudaklarını büzdü. “Ya sadece,” yine susmuştu ki Felah’ın bakışlarından kaçınarak devam etti. “Sadece eski sevgilisine yazdım,” kafasını eğdiğinde bir adam koşarak yanımıza geldi. Felah ona susmasını işaret etti. “Ne yazdın?” Kız öksürdü ardından, “Barışalım mı, yazdım,” dedi. Ardından hızla ekledi, “Abi ama Tuğra abim çok üzgündü, barışırlarsa eskisi gibi olur diye yaptım.” Son söyledikleri Felah’ın beklediği kelimeler olmalı ki, “Abi, o da kendince sana iyi gelmeye çalışıyor,” dedi, isminin Tuğra olduğunu anladığım boylu poslu adama. Tuğra’nın kaşları çatıldı. “Eski sevgilime yazmış, Felah,” diye tısladı ardından, “Beni aldatan eski sevgilime.” Şaşkınlıkla onlara bakarken kız kafasını kaldırmıştı. Gerçekten üzgün ve mahcup duruyordu. Tartışma uzayacak gibi dururken Murat Abi sonunda olaya karışmaya karar vererek, “Misafirinizin yanında kavga etmeyin,” dedi. İsmini hala öğrenemediğim Felah’ın kardeşi ile Tuğra, babalarına dönerken Felah bana dönmüştü. Yanıma geldi ve tatlı gülümsemelerinden birini bahşedip beni sırtına aldı. Alışamadığım için yine çığlık attım ve bacaklarımı ona sımsıkı sardım. Çığlığımla diğerlerinin bakışları bana dönerken Felah kahkaha attı. Tuğra şaşkınlıkla bize bakarken, kardeşi, “Sevgilin mi?” diye sordu bana yan gözle baktıktan sonra. Felah sertçe, “Hayır,” derken ben utançtan kızarmıştım. Tuğra, kızaran yanaklarıma baktı ve gülümseyerek, “Hoş geldin,” dedi. Kız yine sordu, “O zaman kim?” ardından, “Ve neden sırtına aldın?” diyerek asıl rahatsızlığını belirtmiş oldu. Felah, babasına bir bakış attı ve Murat Abi konuşmaya başladı, “Ayza işte,” dedi uzatmak istemediğini belli ederek. Tuğra aydınlanmışçasına, "Şeyin kızı, Ayhan Soylu’nun" dedi. Murat Bey kafasını sallarken, kız bu sefer merakla bana döndü, "Ayhan Soylu baban mı?" Dengemi korumak için Felah’ın boynuna sarıldım ve "Hayır, benim babam değil," dedim. Kız, kafası karışmış bir ifadeyle bakarken, "Sadece kan bağı," dedim. Anlamasa bile kafasını salladı. "Peki, neden abimin sırtındasın?" diye sordu. Dudaklarımı büzdüm, "Ben de bilmiyorum ki," dedim. Felah ise durumu açıklayarak, "Yaralı çünkü," dedi. Tuğra durumu biliyor olmalıydı ki, kızın yanına gidip, "Neden sevgilime yazdın, Birce?" diyerek konuyu dağıtmayı amaçladı. İsminin Birce olduğunu öğrendiğim kız, gözlerini kaçırırken, Murat Abi sıkılmış olmalıydı ki, "Hadi içeri geçelim," dedi. Herkes onun sözünü emir gibi algıladı ve içeri geçtik. Evin içi de dışarısı kadar ihtişamlı ve moderndi. Neredeyse evin bir katını kaplayan salona geçip, yumuşacık koltuklara oturduk. Tuğra ile Birce tartışırken Felah onları izliyordu. Murat Abi kenardaki masaya geçip dosyaları inceliyordu. Felah’a döndüm ve fırsattan istifade onu incelemeye başladım. Siyah saçları yüzüne dökülmüştü ve yumuşacık oldukları aramızdaki bir yastık mesafesine rağmen belliydi. Koyu kahverengi gözleri neredeyse siyahtı. Bana bakarken daha da koyulaşıyor, gülerken kısılıyordu. Şu an sıkıldığı için biçimli dudakları düz bir çizgi halindeydi. Çene kasları onu albenili yaparken, düz burnu estetikli birinin burnu gibi muntazamdı. Kulağının arkasından boynuna uzanan bir dövmesi vardı. Boğazının üzerinde "il ne méritait pas ça" yani "o bunu hak etmedi" yazıyordu. Kimin için olduğunu merak etsem de sormadım. Kulağının altında ise bir kelebek dövmesi vardı. Sol kolunun omuz kısmından başlayıp bileğine kadar uzanan dövmeler, ona ayrı bir güzellik katarken, çoğunu buradan okuyamıyordum. Bir kuru kafa ve bir tarih gözüme çarptı: 16/02/21. On altı Şubat’ta ne olmuş olabilirdi ki? En son takvime baktığımda Şubat’a girmiştik. Neredeyse 14 gündür buradaydım, bugün 15 Şubat’tı. Yarın neler olduğunu o zaman sormaya karar verdim ve onu incelemeye devam ettim. Pazıları göz doldururken, elinin üzerindeki ben dâhil her zerresini ezberlemek istercesine onu izliyordum. Birce’nin "Abimi gözleriyle yedi resmen," diyen sesiyle kendime geldim ve bakışlarımı Felah’ın kollarından kaldırdım. Utançla Felah’ın gözlerine baktığımda, onun da beni süzdüğünü fark ettim. Bu sefer Tuğra, keyifle, "Kardeşim, kızı gözlerinle yedin, yedin, bitirdin," dedi ve Felah’ın da gözleri gözlerimi buldu. Bakışları yine kararıyordu, bu yüzden gözlerimi kaçırıp Birce’ye döndüm. "Kaç yaşındasın?" diye sordum. Birkaç saniye durdu ve düşündü, "Liseye geçtim, kaç yaş oluyorsa artık," dedi. "On dört," dedim. Benden üç yaş küçük olsa da benden daha yapılıydı. Boyu benden birkaç santim kısa olsa da kilosu idealdi, benim aksime. Kahverengi saçları güneş ışığında parlarken, fark etmemesi için daha fazla incelemedim. Aramızdaki sessizlik uzarken Felah, "Ayza, normalde neler yaparsın?" diye sordu. Beni tanımak istediği belliydi ama ben ders çalışmak dışında bir şey yapmazdım ki. "Ders yapardım, özel derslere katılırdım ve ev işleriyle ilgilenirdim," dedim, kısaca açıklayarak. Beklediği ya da istediği cevabı vermemiş olmalıyım ki yüzü asıldı, ardından "Özel dersler mi? Ne mesela?" diye yeniden sordu. Hepsini hatırlamaya çalışırken, "Fransızca, İspanyolca, İngilizce, Japonca, Rusça, karate, tekvando, resim, gitar, piyano, okuldaki dersler, ilk yardım, yemek…" demeye devam edecektim ki hepsinin bana dehşetle baktığını görünce sustum. Tuğra, "Bize anlattıkların yarısı bile değil," dedi. Sadece kafamı salladım. Birce, dehşet ifadesini heyecana çevirdi. "Bana gitar çalar mısın?" diye sordu. Kafamı onayladım, "Ama kendi şarkımdan başka çalmam," dedim. Nedenini sorgulamadı ve hızla yukarı çıktı. Elinde bir Gibson gitarla geri dönünce, "Oha, onu nereden buldunuz?" diye sordum şaşkınlıkla. Murat Abi, "O biraz önce resmiyeti mi bozdu?" dedi şaşırarak. Birce bu halimize güldü ve Gibson'u bana verdi. Ellerim titrerken hafifçe okşadım gitarı. Tuğra, "Annemin gitarı," dedi. Felah gerilirken, ben ezbere bildiğim notaları çalmaya başladım. Sözlere gireceğim vakit gözlerim kendiliğinden kapandı. "El bebek gül bebek, Teller parmaklarımdan kayıp giderken gitar bağırıyor ve kalitesini belli ediyordu. "Öl bebek, hiç yaşamamışken Sesimin volümü yükselirken öne doğru hafif eğildim. Bu sırtımı zorlasa da alışık olduğumdan durmadım. Nefes sesi bile duyulmazken aklıma bunlar yaşanmadan önceki gün geldi. Her melodi bir çığlık gibiydi. "El bebek gül bebek, Çığlıklar yankılanırken daha hızlı çalmaya başladım. Hafif sallanmam bütün eklemlerimi sızlatsa da durmadım. "El bebek, gül bebek Şarkıyı sert bir şekilde bitirdim ve kafamı arkaya atarken gözlerimi açtım. Felah'la göz göze geldik. Bana hayran olmuş gibi bakıyordu. Bu zamana kadar siyah olduğunu düşündüğüm gözler, şimdi daha da koyuydu. İçim kıpır kıpır olurken diğerlerine döndüm. Birce'nin ağzı açık kalmıştı; bu haline kıkırdarken Tuğra’ya baktım. Memnun bir şekilde bana bakıyordu. "Gerçekten çok güzel çalıyorsun, gitar da sana çok yakıştı," dedi. Kafamla iltifatını kabul ettim. Felah aniden ayağa kalktı ve yanıma geldi. Gitarı orada bırakırken, "Yemek hazır olunca bizi çağırırsınız," dedi ve beni sırtına aldı. Hafif korksam bile alıştığımdan hemen bacaklarımla belini sardım. Üç kat yukarı çıktıktan sonra, siyaha bürünmüş bir odaya girdik. Beni sırtından kucağına alırken, gözleri hâlâ siyahlığını koruyordu. "Çok güzelsin," dedi gözlerime bakarak. Yanaklarım kızarırken o devam etti, "Utandığında kızaran o yanaklarından öpmek istiyorum seni." "Öpebilir miyim?" dedi. Heyecandan konuşamıyordum bile. Titrek bir sesle "Olur," dedim ve o bana yaklaştı. O bana geldi; benim ise içim ona gidiyordu. Dudakları yanağımı bulduğunda hissettirdiği huzurla gözlerim kapandı. Dudaklarını sadece hafifçe bastırdı ama uzun bir süre öylece kaldı. Beni yatağa bırakırken, "Öpmeye bile kıyamıyorum. Nasıl bir histir içimdekiler? Sana bakarken içim gidiyor defalarca. Nedir bunun adı?" dilim tutulmuşken cevap veremedim. "Yeni doğan bir bebeğe olan hislerim kadar saf, bir bebeğin annesine olan sevgisi kadar yoğun sana olan sevgim," dedi. Felah’ın söylediği her kelime içimi yakarken, "Felah..." diyebildim sadece. O ise devam etti, "Adının geçtiği ilk günden beri sana çekiliyorum, Ayza." İtirafı ile bütün vücudum titrerken, "Yedi gündür hislerim azalacakken artıyor," diyerek odada volta atmaya başladı. "Alt tarafı yedi gün deme. Ben yedi güne bir ömür sığdırdım. Seni izlediğim ya da sana sarıldığım o yedi gün bir ömre yeterdi..." Devam edecekti ki bu sefer itirafımla ben onu susturdum, "Seni seviyorum, Felah Günbatımı," aniden durması ile devam ettim, "Biliyorum, sadece üç gün oldu ama sen bir haftaya bir ömür sığdırırken ben de ömrüme seni sığdırdım. Bir çocuğun annesine olan sevgisini bilmem, ama seni çok seviyorum." Derin bir nefes aldım ve ekledim, "Bilmiyorum, belki de çok erken, ikimiz için de ama hiç sevilmemiş bir kızın sevmesi her zaman kolay olmuştur. Ben sana âşık oldum, Felah." Bana o kadar hızlı döndü ki sanki yıllarca beni beklemiş gibiydi. Yıllarca sevilmeyi bekleyen ruhum ile yıllardır beni bekleyen bir ruh, ne kadar da uyumluyduk. Bana döndüğünde gözleri dolu doluydu. Siyah gözlerine bugün bir parça da mavi katılmıştı. Ben ise, her zaman siyah olmayı arzulayan ben, sonunda siyaha bulanmıştım. Bana geldi ve sımsıkı sarıldı. Öyle sıkı sarılmıştı ki sanki o an ruhlarımız birbirine düğüm olmuştu. --- Arkadaşlar bölümü yayınlayalı iki gün oldu ya da bir gün mü oldu emin değilim. Çok fazla bölüm istiyorsunuz ama ben yazıcı değilim :/
|
0% |