Yeni Üyelik
17.
Bölüm

15.Bölüm:Bir Anın Peşinde

@balleydii

Arkadaşlar 24 saat içinde nasıl o sınır doldu yaa.

Sınır;

250 Okunma

50 Oy

50 Yorum

Bu da bir günde geçerse deliricem xd

İyi okumalar ama şunu belirtmeliyim. Bu bölümden sonra olanlar için ilk bölümlerde değişikliğe gidilmeli. Okumak istemeyenlere şimdiden belirteyim Ilgaz la bir ay ya da iki ay gibi kısa bir süre boyu sevgili olacaklar.

İyi okumalarrrr

---

“Yemek ha—” İçeri aniden dalan Birce ile Felah’ın kollarından hemen uzaklaştım. Felah, kardeşine öyle bir baktı ki ben bile ürperdim. Birce, “Şey, yemek hazır demek için gelmiştim, devam edin siz,” dedi. Bu sözler üzerine ben öksürmeye başladım ve Felah’ın kulakları sinirden kızarmıştı. Birce, bunu fark eder etmez, koşar adım uzaklaştı. Felah, bir süre kapıya baktıktan sonra yanıma yaklaştı ve beni kucağına aldı. Kollarımı boynuna dolarken, “Neden daha önce sırtına alıyordun?” diye sordum.

Haylazlıkla parlayan kahverengi gözlerini gözlerime kilitledi. “İlk anda seni kucağıma alsaydım bana sarılır mıydın?” gözlerimi büyütmem ile cevabını almış olmalı ki, “Hayır, ama sırtıma aldığımda bana sarılmak zorundaydın. Şimdi ise sevgilim olduğun için her zaman sarılmak zorundasın,” dedi. Yüzündeki o gülümsemeye her şey değer, diye düşündüm o an.

Merdivenlerden inerken kendimden hiç beklemeyeceğim bir cesaretle yanağını öptüm, ardından utancımdan kafamı omzuna gömdüm. Bu halime gülerken bir şey demedi. Masaya geldiğimizde herkes oturmuş bizi bekliyordu.

Birce bize merakla bakarken Felah onu görmezden geldi ve beni oturttu, ardından kendisi de soluma oturdu. Karşımdaki Tuğra’ya başımla selam verdim, ardından Murat abi “Afiyet olsun” dediğinde herkes yemeye başladı.

Ben önümdeki çorbanın ne olduğunu anlamaya çalıştığım için içmeye başlamamıştım. Murat abi, “Çorbayı sevmez miydin? Neden içmiyorsun küçük hanım?” diye sordu ve herkes bana döndü. “Şey, bu çorbanın adı ne?” diye sordum, bilmemenin verdiği utancı taşırken.

“Tarhana,” diye yanıtladı Murat abi. Çorbanın ne çorbası olduğunu yine anlamadığım için direk sorunu sormaya karar verdim, “Kaç kalori?” Felah dahil kimse böyle bir soru sormamı beklemiyor olacak ki birkaç saniye sessizlik oldu.

Ardından Murat abi, “Ne hastasısın?” diye sordu. “Efendim?” dedim, anlamadığımı belirtircesine. “Çok zayıfsın, diyet yaptığını düşünmüyorum. Şeker hastası mısın?” çıkarımının doğruluğu ile şaşırırken aklıma Kayra’nın dedikleri geldi. Ailemden olmayan biri bile sorunumu anlamışken kendi abim anlayamamıştı. Sorusu yanıtsız kalmasın diye, “Tip-1 Şeker Hastasıyım efendim,” dedim dalgınca. Felah’ın çatalını sıktığını fark ettim, yanlış bir şey mi söyledim diye düşünürken Murat Bey’in, “Efendim mi!?” demesi üzerine nerede yanlış yaptığımı anlamış oldum.

“Pardon Murat abi, alışkanlık,” dedim. Felah’ın gittikçe kasıldığını fark etmem ile konuştukça battığımı fark etmem bir olmuştu. Suçlulukla dudaklarımı birbirinin üzerine batırdım. Geldiğim ilk gün burada bile huzursuzluk çıkarmayı başarmıştım.

Bütün moralim bozulurken Tuğra sorun yok dercesine gülümsedi. Murat abi elini kaldırdı ve yanına gelen hizmetçi kadına, “Çorbanın kalorisini hesaplayın,” dedi. Kadın kafasını onaylayıp giderken, elimi Felah’ın çatalı sıktığı elinin üzerine koydum. Eli anında açıldı ve elimi kavradı.

“Kül Kedisi, neden daha önce hastalığından bahsetmedin? Ona göre yapardık yemekleri,” Felah’ın düşünceli sesine karşın, “Aklımdan çıkmış,” dedim ılımlı sesimle. Birce yine merakla araya girdi, “Abla peki, kaloriye bakmadan yersen ne olur ki?” Bu kızdaki merakın onda biri bende yoktu.

“Kriz geçiririm,” dedim kısa kesmek istercesine. Bu dediğim Birce’nin değil Felah’ın dikkatini çekmişti. “Kriz geçirirsen ne olur?” diye sordu. Herkes yemek yemeyi bırakmıştı. “Normalde hiçbir şey olmadan da atlatılabilir ama ben 3-4 kere kriz geçirdiğim için geçici felç, felç, körlük, beyne pıhtı atma, ölüm gibi şeylere neden olabilir,” diye açıkladım.

Felah ölüm kelimesini duyunca kafasını hemen bana çevirmişti. Endişelenmesin diye, “Her yediğime dikkat ediyorum, bir kriz daha geçirmem imkansıza yakın diyebilirim,” dedim. Diğerleri uzatmadan onaylasalar da Felah, “Tedavisi yok mu?” diye sordu. Kafamı iki yana sallarken, “Yok, hayır,” dedim.

Bir şey daha soracaktı ki, geri dönen hizmetli ile sorusunu yutmak zorunda kalmıştı. Yemeğin devamı sessiz geçerken bir kâse çorba ve birkaç parça mücver dışında bir şey yememiştim. Bu durum Felah’ın canını sıksa bile bir şey dememişti.

Şimdi ise yemekler yenmiş, salonda oturuyorduk. Felah’la bu sefer aramızda neredeyse hiç mesafe yoktu. Aramızda sessizlik uzarken Murat abiye döndüm, “Abi, Felah’ın çocukluk fotoğrafları var mı?” diye sordum merakla.

Murat abi sanki bunu dememi bekliyormuş gibi, “Var tabii, olmaz mı kızım?” dedi ve heyecanla ayağa kalktı. Bir dakika olmadan elinde kalın bir defterle yanımıza döndü. Hemen benim yanıma otururken Birce ile Tuğra da Murat abinin diğer yanına oturmuşlardı.

Felah fırsattan istifade ederek iyice bana sokuldu ve koluyla beni sarmaladı. Birce gülerek, “Abi, kızı ahtapot gibi sarmasana,” dediğinde Tuğra, “Abicim, kız belki rahatsız oluyor. Neden misafirimize sarılıyorsun?” dedi yüzündeki sinsi gülümseme ile.

Ama Felah ikisine de istediğini vermedi. Onun yerine elimi tuttu ve havaya kaldırdı aynı zamanda, “Sevgilim ona sarılmamdan rahatsız olmaz bence, abim,” dedi ve ikisinin morarmasını büyük bir keyifle izledi.

O sırada bize dönen Murat abi beni bir tık korkuturken, o beklediğim bütün tepkileri bir yana attı ve “Hayırlı olsun Felah, kızım, sen de şimdiden bana baba demeye başla,” dedi gülerken. Ben yine neden ona baba demem gerektiğini anlamasam da üstelemedim.

Murat abi defteri açtı. Siyah saçlı minik bir çocuğun kadraja girmesi ile “Ya, çok tatlı,” dedim. Tuğra gülerken, “Çocukken de mükemmeldim biliyorum,” dedi. Bunun üzerine “E, sen sarışın değil misin?” dedim, saçlarını göstererek.

“Resimdeki de sarışın?” demesi ile resmin diğer tarafına baktım. Daha önde Tuğra’nın da dediği gibi sarışın bir çocuk vardı. Elimle resmin daha gerisinde kalan Felah’ı gösterdim, “Ben bundan bahsetmiştim ama sende tatlısın,” dedim.

Felah kahkaha atarken Murat abi sayfayı geçti. Birkaç sayfa daha geçtikten sonra sarı saçlı bir kadının kucağında Felah olan bir fotoğrafta durduk. Kollarının arasında olduğum Felah kaskatı kesilirken Murat abi de nefesini tutmuştu.

Onların gerilmesini anlamadan fotoğrafa az daha yaklaştım. Kadın gerçekten çok tanıdıktı. Bal rengi gözlerine birkaç saniye daha baktıktan sonra kim olduğunu anlamıştım. “Bu kadın sizin neyiniz?” şokla söylediklerim ile onlar da bana şokla baktı.

Felah, “Tanıyor musun?” diye sordu. Kafamı salladım, “Çiçek abla değil mi?” Murat abi gözlerini yumarken Felah, “Evet, annem,” dedi. Aklıma dolan anılarla ona döndüm, “Annen seni çok severdi Felah, her geldiğinde senden bahsederdi.”

“Ner

eden tanıyorsun?” Murat abinin sorusu ile dilimi ısırdım. “Çiçek abla her Pazar bizim oraya gelir, çocuklara oyuncaklar alır, onlarla vakit geçirirdi,” dedim. Gözümün önüne gelen anıları kafamı iki yana sallayarak uzaklaştırmaya çalıştım.

Birkaç saniye sessizliğin ardından devam ettim, “Hatta bir keresinde oğlunu da getirmişti."

Bu bölüm, karakterlerin geçmişine dair oldukça etkileyici bir bakış açısı sunuyor. Ayza’nın ve Felah’ın çocukluk dönemlerine dair verdiğiniz detaylar, karakterlerin geçmişte yaşadıkları acıların ve duyguların bugünkü hallerini nasıl etkilediğini çok güzel bir şekilde gösteriyor. İşte birkaç düzenleme önerisi:

---

Flashback

İlahi Bakış Açısı

Ayza üzerindeki siyah elbisenin eteklerini düzeltirken annesinin gözlerine bakmaktan çekinerek “Dışarı çıkabilir miyim efendim?” diye sordu. Annesi kıza iğrenircesine baktı. Yanına onu aldığına pişmandı.

“Çık” dedi duygularını sesine yansıtarak. Kız kaçar adımlarla uzaklaşırken, bu tavır kadının sadistçe gülmesine neden oldu. Ayza’nın ondan korkmasından sadistçe bir zevk alıyordu.

Küçük kız ise gerçek hayattan bile korktuğu için eğdiği başıyla yürüyordu. Heyecandan kızaran yanakları, rüzgârda uçuşan saçları ve onu yaşından oldukça büyük gösteren siyah elbisesi ile ona bakanın bir daha bakmasına neden oluyordu.

Adımları gittikçe hızlanırken, kız bunun farkında bile değildi. Tıpkı arkasında onu izleyen çocuğun farkında olmadığı gibi. Felah, Günbatımı sokakta gördüğü kızdan etkilenmişti. Aşk gibi bir duygudan çok hayran kalınmışlık vardı.

Nedensiz bir şekilde kızın nereye gittiğini bilmeyi arzulamıştı. Merakı, ilk defa bütün bedenini ele geçirmişti. Ona ilk defa böyle duygular yaşatan kızın yüzünü görememek ise onun için üzücüydü.

Bir çocuk yurdunun kapısına geldiklerinde Felah sebebini anlayamamıştı. Yurttaki görevlinin kızı görür görmez kapıyı açması onu daha da şaşırtmıştı. Yurda girdiklerinde kız sonunda kafasını kaldırmıştı.

Sarı saçları rüzgarda savrulurken, Felah gördüğü mavi gözlere hazırlıksız yakalanmıştı. Mavileri hırçın bir denizden çok alevleri andırıyordu. Soluk bir çift mavi gözde kendini kaybetmişti Felah.

Görevli ikisini yan yana düşündüğü için çocuğun girmesine de laf etmemişti. Felah gözlerini mavilerden çekememişti. Nasıl çekebilirdi ki? Hayata korkak bakan bir çift göz. Ağlayacak gibi ıslak ıslak bakıyordu.

Felah, Günbatımı’nın hayranlık hissi büyürken kızı izlemeye devam etti. Ayza ise çocuklara ve oyuncaklarına bakarken her şeyin ne kadar adaletsiz olduğunu düşünüyordu. İçinde bir kıskançlık peyda oldu.

Çocuklarla ilgilenen bir sürü bakıcı ve oynayabilecekleri bir sürü oyuncak varken, kızın hiç kimsesi ve hiçbir oyuncağı yoktu çünkü. Yurda sadece anne ve babası ölmüş çocukların alınması kıza göre en büyük haksızlıktı.

Büzdüğü dudaklarına içinde gülümseme olan bir maske taktı ve arka bahçeye gitti. Buradaki çocuklar, ön bahçeye göre yaşça daha büyük ve daha kırgınlardı. Ayza yurdun en çok burasını seviyordu. İç dünyası gibi her zaman kasvet hakimdi çünkü.

Yaklaşık beş dakika boyunca oturduğu bankta bir ileri bir geri sallandı. Yankılanan çığlık sesleri ile Çiçek ablanın geldiğini anlayınca banktan kalktı ve üzerindeki elbisenin uçlarından tuttu.

Bahçede bir sürü çamur vardı ve elbisenin batması içten bile değildi. Dikkatli bir şekilde yürüyen kız elbisesinin çamura batmasını engelleyebilmişti. Bu bile onun sevinmesi için yeterdi.

Dudaklarında keyifli bir gülümseme yer alırken, Çiçek ablanın “A, Ayza bir an gelmedin sandım” diyen sesini duyması ile hızla başını kaldırdı. Çiçek ablanın yanına doğru yürürken yol beton olmasına rağmen tedbirliydi.

Çiçek kızın ona bu kadar yavaş gelmesine dayanamadı ve iki adımla kızın yanına geldi ve hızla kızı kucağına aldı. Ayza’nın bu hali Çiçek’i yoğun bir hüsrana boğuyordu. Kız ona hiç hayatını anlatmamıştı belki ama parçaları doldurmak o kadar da zor değildi.

Eskiden her hafta farklı bir yurda giderken, artık Ayza için her hafta buraya geliyordu. Yaşı 12 olmasına rağmen, ruhu yaşlanmış bir kızdı Ayza. Ona her hafta bir oyuncak vermesine rağmen, kız bütün oyuncakları yurtta karşısına çıkan kızlara veriyordu.

Üzerindeki siyah elbise bir yas elbisesi olmasına rağmen, her zaman kızın üzerindeydi. Kızı yasa bürümüşlerdi. Küçük oğlunu yurdun bir köşesinde kızı izlerken yakalamak onu büyük bir şoka sokmuştu.

Kız sadece onun değil, oğlunun da dikkatini çekmişti. Ayza kucağında şaşkınlıktan birkaç saniye tepki veremese bile, ardından asaletinden vazgeçmeden “Beni indirir misiniz?” diye sordu.

Kızın dudaklarından çıkan sözcüklerin bile bir asaleti vardı. Çoğu zaman 12 yaşında bir kız yerine 50’lerine gelmiş yaşamış görmüş kadınlar gibi konuşurdu. Bu durum Çiçek ablanın hoşuna gittiği kadar rahatsızlık da veriyordu.

Ayza garip bir kızdı. Karşısındaki kişi onunla ilgili hiçbir zaman net bir karar veremezdi. Bir şeye karar verdiklerinde tek bir hareketi ya da sözüyle bütün tabuları bozmayı bilirdi. Çiçek Ayza’yı yere indirdiğinde sonunda selamlaşabildiler.

“Merhaba Çiçek abla,” onunla konuşurken hiçbir zaman göz göze gelmemeleri bile çok dikkat çekiciydi. “Hoş geldin ay yüzlü kızım” diyerek ismine atıfta bulundu Çiçek. Bu bile Ayza’yı sevindirirken, Çiçek “Gel bak seni kimle tanıştıracağım” dedi ve Ayza’nın elini tuttu ve çekiştirdi.

Ayza bu sefer ısrar etmek yerine Çiçek’e uydu. Bir bankın önünde oturan çocuğun önüne geldiklerinde Ayza çocuğa bakmak yerine neden buraya geldiklerini öğrenmek için Çiçek ablasına döndü.

Çiçek hissetmiş gibi “Bu benim en küçük oğlum, bahsetmiştim” kız birkaç saniye hafızasını zorladı “Felah?” İsmini söylemesi ile Felah heyecanlanırken, kızın hala ona bakmaması moralini bozuyordu.

Annesi kafasını salladı ardından bana kızı gösterdi “Oğlum bak Ayza” Felah terlemiş elini pantolonuna sürterken, Ayza Felah’a döndü. “Kül Kedisi?” dudaklarından istemsiz dökülen kelimeler, Felah’a bakan Ayza’nın gözlerinin şaşkınlıkla açılmasına neden oldu.

Battı balık yan gider misalı “Balık demedim, bana şaşkın şaşkın bakma. Kedisin sen, Kül Kedisi” demesi ile Ayza’nın çenesi yere uzanacak kadar açılması ile Felah utançla gözlerini kaçırdı.

Annem bu halime gülerken, Ayza’nın “Bu kadar şaka yaptığını söylememiştin” demesi ile Felah şaşkınlıkla ona baktı. Kızın diksiyonu onu etkilemişti. “Kaç yaşındasın?” diye sordu Felah utancını üzerinden atmak istercesine.

Ayza’nın “İnsanlar on iki der” demesi ile Felah’ın “Sence kaç peki?” diye sorması bir oldu. Ayza elini salladı ardından “Sayılar o kadar önemli değil. Önemli olan nasıl hissettiğin” Felah kızın her sözünde ona biraz daha çekilirken “Sen ne hissediyorsun peki?” diye sordu.

Birkaç saniye sessizliğin ardından “Ölü” diye yanıt aldı Felah. Felah aklına gelen ilk şeyi söyledi “Ama ölüler konuşamaz” Ayza derin bir iç çekişin ardından “En çok ölüler konuşur. Konuşmasa bile vicdanları konuşturur” dedi ve konuşmaya nokta koyarcasına arkasına döndü ve gitti.

Bu ne Ayza’nın son gidişiydi ne de Felah’ın son bekleyişiydi. Ayza her zaman gitti, Felah her zaman bekledi. Lavantaydı onların arasındaki şey. Bir Lavanta.

---

Loading...
0%