Yeni Üyelik
18.
Bölüm

16.Bölüm: Lavanta ve Kalp İmzası

@balleydii

Sınır

200 Okunma

50 Yorum

50 Oy

 

 

Aklıma dolan anılarla Felah’a döndüm. Felah, gözümde ne gördü bilmiyorum ama kafasını çevirdi. Birkaç saniye durdu, ardından dayanamadı ve hızla ayağa kalktı.

Koşarak giderken Tuğra arkasından üzgünce baktı. Ben gidişini anlamaya çalışırken Murat abi, "Annesi konusunda fazla hassas," diye açıkladı. Yanına gitmek için ayağa kalktım.

Merdivenlere yönelirken durdum ve onlara döndüm: "Geldiğim günden beri tadınızı kaçırdığım için özür dilerim." Özrümden sonra tepki verecek gibi olmuşlardı.

İzin vermedim ve merdivenleri çıkmaya başladım. Sargılarım zorlasa da, yaralarım yaksa da durmadım. Birinden yardım isteyecek durumda değildim şu anda. Birinin bana yardım etmesine değil, Felah’a yardım etmeye ihtiyacım vardı.

İkinci kata geldiğimde ağrılarım zorluk çıkarmaya başladığı için merdivene çöktüm ve dinlenmeye karar verdim. Beş dakika sonra merdivenlerden ses gelmesiyle ayağa kalkmaya yeltendim. Ayağa kalktığımda karşımda Felah vardı.

Heybetli bedeninin gölgesi altında ezilirken beni hızla kucaklaması bir oldu. Bir şey demedi ama sinirli olduğunu anlamam için kelimelere gerek yoktu. Hızla inip kalkan göğsü, bedenime normalden daha fazla güç uygulayan kolları ve etrafı kızarmış göz bebekleri yeterdi.

Odasına vardığımızda beni yatağa sertçe bıraktı. Acıdan dudaklarımdan bir inilti kopacakken kendime engel oldum. Birkaç saniye sırtı bana dönük durduktan sonra hızla odadan ayrıldı. Bir dakika geçmeden elinde bir kutuyla geldi.

Kutuyu önüme koyarken, "Beni unuttun," dedi. Ardından dudaklarından firar edecek kelimeleri engellemek istercesine dilini ısırdı. "Gittin," dedi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan devam etti: "Geri döneceğinin sözünü vererek."

"Hep gittin Lavanta," dedi acıyla içini çekerek. "Sen benden gittin, benim sana içim gitti, Lavanta." Kutudan bir avuç fotoğraf çıkarırken, "Sen her seferinde gittin ve ben her seferinde bekledim, Lavanta," dedi.

Gözlerimi kaçırdım. Kalbim göğüs kafesime sığamamış gibi atarken, "Hâlâ çoğu anıyı hatırlamıyorum," dedim. Ardından, "Lavanta ne anlama geliyor?" diye sordum. Güldü ama keyiften olmadığı belliydi.

"İnsanlara göre aşka sadakat ve bağlılık," diye yanıtladı. "Sana göre?" diye sordum beklemeden. "Bana göre değil, bize göre," diye düzeltti beni. Ardından devam etti: "Lavanta, birini sanki daha önce tanıyormuşsun gibi hissetmekti."

"Her gittiğinde bir Lavanta bıraktın," dedi iç yakan bir sesle. Ardından kurumuş lavantaları çıkardı. Yedi tane lavanta vardı. "Söylesene, Lavanta, beni daha kaç kere unutacaksın?" Cevap veremiyordum.

Sanki biri beni köşeye sıkıştırmış ve boğazımı sıkıyordu. Bütün vücudum felç geçirmiş gibi tepki veremiyordum. "Felah..." diyebildim zar zor. "Neden?" diyecektim ki izin vermedi. "Lavanta, ilk adını duyduğum an kim olduğunu anlamıştım. Sen bana sarılınca nasıl anlamadın? Kokum hâlâ aynıydı. Sen hâlâ lavanta kokarken beni hatırlarsın sanmıştım."

Durdu, durdum. "Bugün neden seni 7 gündür tanıyorum dedin?" diye sordum. "Sen hatırla istedim," diye yanıtladı. "Sana sarılmamak için kendimi o kadar kastım ki, kendi kendime bile seni tanımadığıma inandırmaya çalıştım."

"Üzgünüm. Seni nasıl unuturum?" sorum ona değil kendimeydi ama yine de cevapladı: "Sen unutmak istersen, kim engelleyebilir, Lavanta?" dedi. Daha fazla durmadı. Kaçarcasına gitti.

İlk defa o gitti, ben kaldım.

Dur demedim ya da "Gitme." Gitmeliydi çünkü buna ihtiyacı vardı. Hatırlamak için kendimi zorlasam bile bunu beceremedim. Hipermnezi tanısı konulmuştu ama yanılmışlardı. Çıkardığı fotoğrafları aldım elime. Arkasında "2019" yazanı elime aldım. Beş yıl önceden kalmıştı.

Çevirdiğimde kendimi Felah’ın sırtında gördüm. Ellerimizde pamuk şekerler vardı. Yüzümdeki gülümsemede takılı kaldı gözlerim. Hayatımda kendimi bir kere bile böyle gülümsediğimi hatırlamıyordum.

Diğer fotoğrafa uzandım. Film salonunda benim çektiğim bir fotoğraftı. Felah dizlerimde uyuyordu. Tarih; 08/05/2020 idi. Hızla diğer fotoğrafa uzandım. Bir dövme salonundaydık. Felah’ın boynunda ya da kolunda hiç dövme yok denebilirdi.

Sadece sol kolunda, görmek için göz attığım dövmelerinden biri duruyordu. Lavanta... Arkasını çevirdim, tarih 08/05/2021'di. Diğer bir fotoğrafa uzandım, sarılıyorduk, tarih 08/05/2022 idi.

Bütün fotoğraflar doğum günümde çekilmişti...

Sol gözümden bir yaş aktı. Kutuyu önüme çektim. Lavantalara bir şey olmasın diye dikkatlice kenara koydum. Fotoğrafları da hemen yanına... İçinden bir pusula çıktı. Paslı pusula bende bir duygu canlandırmazken kim bilir ne acılar, ne gözyaşları, ne gülümsemeler barındırıyordu içinde.

Kıracağım korkusuyla onu da lavantaların yanına bıraktım. Biraz daha derinlere inerken elime bir çift mor eldiven geldi. Bunlar benim olmalıydı. Eldivenime kadar her şeyimi saklayan adam, seni seviyorum.

Tekrar daldırdım elimi. Bu sefer bir kitap geldi elime: Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu. İlk sayfasını açtım. Kendi el yazımı görünce şaşırsam da fazla şok olmadım. "Felah Günbatımı ve Ayza Nil, sonsuza kadar değil, sonsuzluğa kadar."

Bir elim kalbime giderken diğer elim usulca yazıyı okşadı. Kitabı da bir kenara koymuştum. O gün yorgunluktan bedenim iflas edene kadar durmadan, durmadan kutudaki her şeye belki de bin kere baktım hatırlamak için.

Birinin beni kucağına aldığını hissetmem ile gözlerimi araladım. Kendimi Felah’ın kolları arasında bulmam ile gülümserken gözlerimi tekrar kapadım. Uyandığımı fark ettirmemek için uğraşırken, “Uyumadığının farkındayım, uykun hafiftir senin,” demesi ile gözlerimi geri açtım.

Mavilerim siyalarımla buluşurken, “Hatırlayamadın,” dedi hüsranla. Dudaklarımı birbirine bastırdım ardından, “Üzgünüm, olmuyor olmayacak ben hiçbir şeyi beceremiyorum. Seni hak etmiyorum,” dedim. Üzerimdeki mahcubiyet bana yük olurken.

“Sorun değil,” dedi. Bu bir sorun bile diyemedim. İçim yanarken başka bir odaya geldiğimizi anca fark etmiştim. Beni yatağa bıraktı. Ardını dönüp gidecekken, “Dur,” dedim. Bana döndü. “Ben bu hayata yedi kere gelsem de,” dedim Lavantalara ithaf ederek.

“Yedisinde de sana aşık olurdum. Yedisinde de sana yeniden aşık olurdum Felah,” dedim ardından, “Git, hatta beni unut. Azıcık da ben öğreneyim neler hissettiğini,” dedim. Felah, sanki bunları dememi bekliyormuşçasına yatağa tam yanıma uzandı ve, “Sen benden ne kadar gitsen de sana hiç kızmadım ama unutman,” dedi.

Elleri saçlarıma uzanırken, “Unutman çok zordu… Sen başkasıyla sevgili bile oldun,” dedi Ilgaz’ı hatırlatarak. “Ben hiçbir şey yapamadım. Sadece izlemek ne kadar zordu biliyor musun?” Cevap veremedim.

Haklıydı, ben kirlenmiştim. “Üzgünüm,” diyebildim sadece. O ise, “Ben değilim. Çünkü ne olursa olsun benimlesin,” dedi ve ben ona bir kez daha yeniden aşık oldum. Ona tekrar tekrar aşık olmak, yeniden doğmak gibi taze ve yaşam doluydu.

İncitmekten korkarcasına ama sımsıkı sardı beni. Dudakları saçlarımı buldu ardından, “Uyu,” diye fısıldadı kulağıma. Gözlerim emrine uymak istercesine kapandı. Ardından, hayatımda hatırladığım bütün uykulardan daha huzurlu ve daha derin bir uykuya daldım.

Yanağımdaki baskı ile gözlerimi açtım. Bana aşkla bakan siyahlar, yabancısı olduğum bir his uyandırıyordu. “Günaydın,” dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan. “Günüm biraz önce aydı,” dedi gülümserken.

“Kahvaltı hazır olmuştur,” demesi ile hızla yataktan fırlamam bir oldu. “Ay, geç kalmayalım,” bu tavrıma gülerken, “Bugün biz onlarla yemeyeceğiz, sakin ol,” demesi ile rahatlarken, “Biz neden onlarla yemiyoruz?” diye sordum saf bir merakla.

O da ayağa kalkarken, “Çünkü,” dedi ve beni meraklandırmak istercesine birkaç saniye sustu. Ona attığım bakışları görünce, “Bugün baş başa yiyelim istedim,” dedi. Şirin tavrı içimi ısıtırken, “Olur,” dedim u harfini uzatarak.

“Sen hazırlan o zaman,” dedi ve odadan çıkmak için hareketlendi. “Ama benim kıyafettim yok ki?” demem ile, “Birce’ninkiniler sana olur,” dedi. Birce, benden beş yaş küçük olabilirdi ama o yaşına göre büyükken, ben yaşıma göre çok küçüktüm.

Kafamı salladım ve o çıktıktan yaklaşık iki dakika sonra ben de odadan çıktım. Birce’nin odasını bulmanın zor olacağını düşünürken, gördüğüm pembe kapı ile yanıldığımı anlamıştım. Kapıyı tıklattım ve, “Gel,” diye ciyaklayan Birce’nin sesini duyar duymaz içeri daldım.

Felah, ona haber vermiş olmalı ki beni gördüğüne şaşırmamıştı. “Ne tarz bir şey istersin?” diye sordu ellerini ovuştururken. Bu tavrı beni korkuturken, “Siyah bir şeyler,” dedim geçiştirircesine. Siyah dememi beklemiyor olacak ki birkaç saniye durdu ardından, “Ben siyah giymem ki,” dedi.

“Ne yanı, siyah hiçbir şeyin yok mu?” diye sordum son bir umutla. Kafasını iki yana sallaması ile hayallerim suya düşerken, “Mor vardır ama, değil mi?” diye sordum emin olamayarak. “Var var,” dedi ve giysi odası olduğunu düşündüğüm yere girdi.

Özel bir şeyi vardır diye girmek yerine kapının önünde dikilmeye karar verdim. Saniyeler bana dakikalar gibi gelirken, sonunda elinde yaklaşık on kıyafetle çıktı. Çoğu mini ya da dar olduğu için elenmişti.

“Neden kısa ya da dar giymiyorsun?” diye ısrar etmesi üzerine, “Yaralıyım ya ablam,” dedim. Bunu unuttuğu için kendi kendine kızdığı birkaç dakikanın ardından içeri girdi ve mor bir gömlekle çıktı. “Bu tam benlik,” dedim şaşkınlıkla.

Yanında çiçek işlemeleri olan salaş mor gömleğe bakarken gözlerimden neredeyse kalp çıkacaktı. Birce, bana bir gömleğe baktıktan sonra gömleği bana uzatıp geri giysi dolabına girdi.

Beyaz bir kumaş pantolonla yanıma geldi ardından, “Mükemmel oldu,” dedi ve daha rahat hazırlanmam için odadan çıktı. Üzerimi değiştirdim ve saçımı salaş topuz yaptım. Birce’nin ödünç verdiği siyah ruganları da ayağıma geçirdim ardından odadan çıktım.

Felah, her zamanki gibi beyaz gömlek ve siyah pantolon takımıyla yürek yakıcı bir yakışıklılığa sahipti. Kolundaki, “Ben pahalıyım,” diye bağıran saate baktı ardından, “Neredeyse ağaç oluyordum,” dedi ve göz ucuyla beni süzdü.

“Ama değmiş,” tavrı yanaklarımı kızartırken bu halime güldü ardından, “Hadi gidelim o zaman,” dedi ve beni kucağına aldı. Kollarım yerini yani boynunu bulurken, “Kendim yürüyebilirim, sakat değilim,” dedim gözlerimi devirirken.

Beni sinir etmek istercesine güldü ardından, “Biliyorum,” dedi. Sinirle omzuna vurdum. Dudaklarından, “Ah,” diye bir nida dökülünce, “Ay canın mı yandı, özür dilerim,” dedim ve vurduğum yeri öptüm.

Bu tavrıma gülerken sırf beni sinir etmek için yaptığını fark etmiştim ama geç bir fark ediş olmuştu. Kollarımı önümde kavuştururken, “Boynumu sar,” diye emretti. Ona gözlerimi kısıp bakmaya başladım.

Ama bana attığı buyurgan bakışlara dayanamadım ve sıkkın bir ifade ile boynunu sardım. “Ha şöyle. Ben senin kalbini sarmalıyorsam sende boynumu saracaksın,” dedi. Diyecek bir şey bulamadığım için sessiz kalırken, arabaya gelmiştik.

İkimiz birlikte arka koltuğa geçerken, şoför de arabaya bindi ve gaza bastı. Felah’ın kolları arasına yığılırken koluna bakma fırsatı bulduğum için sevinçle sol kolunu tuttum. Amacımı fark etmiş olmalıydı ki güldü ardından, “Daha rahat bakayım,” diye kolunu kasmayı bıraktı.

Elim Lavantaya giderken başıma giren ağrı ile elim başıma gitti. “Başın mı ağrıyor?” diye sorması üzerine, “Her zaman sol koluma yatardın, beni ilk sol kolumdan öpmüştün. Ben de öptüğün yere çiçekler açtırdım,” dedim. Onun bana yıllar önce dediklerinin aynısını ona söyledim.

---

**Flashback**

"Sakın gözlerini açma," Ferah'ın heyecanlı sesi kulaklarıma dolarken, "Ellerinle gözlerimi kapatıyorsun, nasıl açayım gözlerimi sevgilim?" dedim. Ben ona gülerken, o her zaman dediği gibi, "Her zaman mantıklı olmak zorunda mısın?" diye sordu.

"Bunu derken gözlerini devirdin, değil mi?" Onu görmem için gözlerimi açmama gerek yoktu, hissedebiliyordum çünkü. Kıkırdamalarım artarken, dudaklarını gülümsememin bittiği yere bastırdı.

Ben sessizleşirken, "Hep bunu yapmak istemiştim," demesiyle tekrar gülümsedim. Yürümeye devam ederken, "Dikkat et, basamak var," demesiyle dikkatli bir şekilde basamağı çıktım.

Çok yavaş yürüdüğümüz için, "Felah, hızlı olalım. Geç kalırsak annem kızar," dememle elimi tutan eli sertleşse bile bir şey demek yerine adımlarımızı hızlandırdı sadece. Dakikalarca sadece yürümemizin ardından, "Geldik," demesiyle durdum.

"Hazır mısın?" heyecanla konuşmasına aynı heyecanla karşılık verdim. "Evet," dediğimde, "Kızım, şu kelimeleri uzatmasana," demesi bir oldu. Bunu demesiyle tekrar güldüm. Felah, yılların acısını çıkartmak istercesine hep güldürüyordu beni.

Elleri gözlerimin üzerinden çekilince bir dövme salonu karşıladı bizi. "Felah, bu ne?" diye sordum merakla. Sabah telefonumu peş peşe aramış, bana doğum günü hediyemi vereceğini söylemişti. Aklıma gelen fikirle ona döndüm, "Yoksa bana dövme mi yapacaksın?" Yüzünü buruşturdu, "Sen daha küçüksün, ben dövme yapacağım," demesiyle, "Aramızda bir yaş var," demem bir oldu.

"Tamam işte, küçüksün," demesiyle gözlerimi devirdim. "Hem bu nasıl doğum günü hediyesi? Sen yaptıracaksın, ben izleyecek miyim?" Yüzünün asıldığını görünce dudaklarımı ısırdım, ardından "Aslında izleyebilirim de," dememle yine gülümsedi ve heyecanla kolumdan tutup beni içeri sürükledi.

Çoğu zaman bana çocuk dese bile, kendisi benden daha çok çocukluk yapıyordu. İçeri girdiğimizde, "Sen daha on altı yaşında değil misin? Dövme için on sekiz yaş üstü gerekmiyor mu?" diye sordum. "Mekânın sahibi babamın arkadaşı," diyerek açıkladı.

Çiçek Abla ve Murat Abi gibi güzel bir ailesi olduğu için gerçekten çok şanslıydı. Felah, heyecanından durgun olduğumu fark etmemişti. Kafasındaki keli dâhil her yeri dövmeyle kaplı olan bir adam geldi. Ne yapacaklarını daha önceden konuşmuş olmalılar ki hiç konuşma gereği duymadan adam dövme yapmaya başladı.

Dakikalar saatleri bulurken sıkıntıdan ölmek üzereydim. Felah bakmamı yasakladığı için ne yaptıklarına da bakamıyordum. "Neden eskisi gibi film izlemeye gitmediysek?" diye söylenmelerime devam ederken, Felah dayanamamış olacak ki, "Kızım, yemin ederim pişman oldum be. Ne bu cır cır cır? Ana başımın etini yedin kız!"

Tepkisine gülmemek için dudaklarımı ısırırken, "Bitti," diyen yabancı bir ses duydum. Saatlerdir hiç konuşmayan dövmecinin sesi olmalıydı. "Nasıl bir şey yaptırdıysan saatler sürdü," dememle Felah, "Saatler mi? Sadece otuz dakika oldu, Lavanta."

"Bana Lavanta deme. Bir daha gitmeyeceğim," dememle ses gelmedi. Birkaç saniye sonra Felah ayağa kalktı ve "Dönebilirsin," dedi. Merakla ona dönerken gözlerim hemen sol koluna takıldı. "Ay, kolun kıpkırmızı olmuş," dememle, "Ama çok güzel olmamış mı?" dedi ve elimi dövmenin üzerinden kaldırdı.

Gördüğüm lavanta ile adımlarım duraksadı. Elim havada kalırken dilim lal olmuştu. Ben, neden dercesine bakarken, "Her zaman sol koluma yatardın, beni ilk sol kolumdan öpmüştün, ben de öptüğün yere çiçekler açtırdım," demesiyle hızla ona koştum ve üzerine atladım. Beni havada yakaladı ve iki tur etrafında döndürdü.

"Ya sen ne romantik bir sevgilisin ya. Yerim seni!" Yanağına eğildim ve sert olmayacak bir şekilde ısırdım. Isırmamla beni hızla yere indirirken, "Boşuna Kül Kedisi demiyorum," dedi, ardından cebinden bir kutu çıkardı.

Gözlerim kutu ile Felah arasında gidip gelirken, o diz çöktü ardından kutunun kapağını açtı. Nefesim bile boğazımda tıkanırken, gözlerimi yüzükten ayıramıyordum. "Bugün sekiz Mayıs 2021, Lavantam 15 yaşına girdi," gözlerimi Felah'a çevirdim. Devam etti:

"Daha on sekiz yaşına girmedin. Ben bugünden geleceğin sözünü almak istiyorum. Her zaman birlikte nefes almaya hazır mısın? Benimle evlenir misin, Lavanta?" Şaşkınlıktan tepki vermeyi bırak, nefes bile alamıyordum.

"Felah..." Kelimeler boğazımda tıkanırken ağlamaya başladım. İlk defa mutluluktan ağlıyordum. Bütün ilklerim olan adam, seni seviyorum. Her şeyimle. Ağladığımı görünce hızla ayaklandı, "Bu hayır mı demek? İncittim mi seni?" demesiyle aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdim, ardından "Seninle evlenirim, aptal!" diye bir tepki verdim.

Loading...
0%