19. Bölüm

17.Bölüm:Kırık Ritimler

bal leydi
balleydii

Merhabalar efendim,

Sınırı verip hemen başlıyorum.

200 Okunma

50 Oy

50 Yorum (Bunu yanlış yazmışım affedin)

İyi ve bol okumalar yorumlarınızı eksik etmeyin.

Bu arada instgaram üzerinden kitabım hakkında konuşabileceğimiz bir grup kurmak istiyorum. Arada size ileri bölümlerden alıntılar atacağım samimi bir ortam. İsteğe bağlı rp belki. Katılmak isteyenler hesanım cemre_e0071 yazsınlar grubu oluşturmaya başlayayım. Hepinizi görmek isterimmm.

 

 

Bir Hafta Sonra

Kapının tıklatılması ile gözlerim usulca açtım. Güneş gözlerimi doldururken “Gel” diye seslendim kapıdakine ithaf ederek. Yorganı üzerimden atarken kapı açılmıştı “Günaydın” Felah’ın sesinin kulaklarımı doldurması ile yüzümde samimi bir tebessüm oluştu.

Tebessümümü bozmadan “Günaydın sevgilim” diye yanıtladım onu. “Yemek hazır olmak üzere o yüzden geldim” demesi ile “Tamam” dedim ardından yataktan kalktım. Rahat hazırlanmam için odadan çıkarken bende yüzümü yıkamak için lavaboya girmiştim.

Felah’la işleri yerine oturtabilmiştik. Hala her şeyi hatırlamasam bile onunla ilgili çoğu şeyi hatırlamıştım. Gidişlerimi ya da onu nasıl unuttuğumu hala öğrenemesem bile Felah zamanla olacağını söylemişti. Bir daha gitmemin ona haksızlık olacağını düşündüğümden yurda yerleşmek yerine evlerine yerleşmiştim.

Başta biraz çekinsem bile Birce dahil hepsinin ben tanıdığını öğrenmiş, ardından hatırlamıştım. Felah’ın ısrarları sonucu beni tanımazdan gelmişlerdi. Şeker hastası olduğumu bilmemeleri şaşırtsa da unutmuş olabilecekleri ihtimaline tutunmuştum.

Birce artık eskisi kadar sorgulamıyordu. İlk sorguları da hatırlamadığıma inanmadığı için zorlamasından ibaretti. Bu bir hafta bana gerçekten çok iyi gelmişti. Çok iyi ve çok sağlıklı. Yeniden doğmak.

Yeniden doğuşumun haftasıydı. Uzun yıllar sonra ilk kez objektif düşünebiliyordum. Herkese kendimi ezdirme izni vermiş gibiydim ve onlarda ezmekten gocunmamışlardı. Karşı çıkacaktım. Çığlıklarıma sessiz kalındığı için onlardan vazgeçmeyecektim, tam aksi daha da tutunacaktım.

Burada geçirdiğim haftada yeni bir ben doğmuş gibiydi. Soylu ailesi okula gitmek için çıktığım zamanlar dahil her dışarı çıktığımda bana ulaşmaya çalışıyordu. Her zaman kaçıyordum çünkü kaçmaya ihtiyacım vardı.

Ama artık yüzleşebilirdim. Yüzleşmezsem her zaman sırtımda yük olarak kalacaktı çünkü. Üzerimi değiştirdim ve daha fazla düşünmenin anlamsız olduğunu düşünerek aşağı indim. Sofra çoktan hazırdı ve hepsi beni bekliyordu.

Bu biraz gerilmeme neden olsa bile rahat olmaya çalıştım ve “Özür dilerim” diyerek masaya oturdum. Felah oturur oturmaz bacağını bacağıma değdirirken Murat abi sorun değil dercesine gülümsedi ardından “Afiyet olsun” diyerek kahvaltıyı başlatmış oldu.

Felah her gün yaptığı gibi kendi tabağından önce benim tabağımı aldı ve yiyebileceğim kadar yemekle geri verdi. Ben tabağımı tırtıklamaya başlarken aynı zamanda onu izliyordum. Saçlarını geriye doğru attı ardından kendi tabağına da bir şeyler koymaya başladı. Yüzündeki gülümseme her zaman taze ve doğaldı.

Ben dalmış onu izlerken “Manzaran güzel mi?” diyen sesiyle alttan ayağına vurdum ve yemeğime odaklandım. Zar zor bir şeyler yerken tabağın yarısı kalmıştı öylece. Bu Felah’ın canını sıksa bile yemek yiyemiyordum.

Yemem gereken kalori sınırını bile zor dolduruyordum. Diğerleri de yemeklerini bitirmiş olmalı ki Murat abi yavaşça ayağa kalktı ve salona ilerledi. Tuğra ile Birce itiş kakış yukarı çıkarken Felah’la benim tavırlarım umursamaz ve daha rahattı.

İki dakika geçmeden koluma girmesi ile gülümsedim. Teması sevmeyen bir kadın ve temas bağımlısı bir erkek… Birbirimize bu kadar zıtken nasıl aynanda bu kadar benzer olabiliyoruz bilmiyorum.

Merdivenleri çıkarken de hep kol kolaydık. Benimle odama kadar eşlik ettikten sonra kendi odasına doğru yöneldiğini görünce bende içeri geçtim. Okula götüreceğim çantamı hazırladım ardından siyah pantolon, siyah tişört şeklindeki okul kıyafetlerini girdim.

Kokusu varla yok arasında gidip gelen parfümü de sıktıktan sonra neredeyse hazırdım. Uzun saçlarımı balık sırtı şeklinde ördüm ve çantamı sırtıma takıp odadan çıktım. Kapıyı açmam ile kadrajıma Felah girdi. Bir bacağını hafif kırmış ve duvara yaslamışken diğer bacağı gerilmişti.

Kısa bir süre sonra telefona odakladığı yüzü bana döndü. Gözleri gözlerime değdiğinde yüzünde öyle bir gülümseme peyda oldu ki onu dudaklarının kıvrıldığı yerden öpmek istedim. Telefonunu cebine soktu ve iki büyük adımla yanıma geldi.

“Sizin gibi güzel bir hanım efendiye eşlik edebilir miyim?” sorusu üzerine kıkırdadım ardından role uyarak “Elbette, sizin gibi bir prensin teklifini kabul etmemek bize yarışmaz” dedim ardından ona elimi uzattım.

Uzattığım elimi kibar bir şekilde öperken “Krallığımızın en güzel, en ihtişamlı hazinesini bulmuşuz, çok mu?” demesi ile kalbimin ritmi bozulurken gülümsedim. Öptüğü elimi sarmalarken aşağı indik.

Arabaya bindiğimizde bizi bekleyen şoför hemen gaza bastı. Normalde sıkıcı olan yolculuk Felah sayesinde keyifli bir hal alırken gelmiştik bile.

Ben arabadan inecektim ki Felah’ın durmamı işaret etmesi ile durdum. Hızla kapısını açıp indi ve benim kapımı açtı. Onun böyle ince düşünmesi bile kalbimin ritimlerini bozarken birlikte okula giriş yaptık.

Dersler yine bana bazen bana gülümsemesi bazense saçlarımla oynaması ile geçti. Son derse girerken aniden elinin saçımı bulması ile ürksem bile bir şey demedim. Tek bir el hareketi ile saçlarımı serbest bırakırken “Öyle topluyken oynayamıyorum saçlarınla” hafif bir gülücükle cevapladım onu.

Sonunda okuldan çıktığımızda diğer günlerdeki gibi koşturmak yerine yavaş adımlarla ilerledik. Felah’a ilk yüzleşmek istediğimi söylediğimde kızsa bile bir süre sonra anlayışla karşılamak zorunda kalmıştı.

Düşündüğüm gibi de oldu. Birkaç dakika sonra yanımıza Uraz geldi. Normalde Uraz gelmediği için ben şaşırırken o “Konuşmalıyız” dedi sadece. Felah’a döndüm ve az öteyi işaret ettim.

Yüzünü asarak oraya gitmesi ile Uraz’a döndüm “Uraz bu halin ne!?” cevap vermedi, hızla kolumdan tuttu ve bizi Felah’tan daha uzak bir yere çekti. “Bir hata vardı, cezası ödendi” dedi ezbere bildiğim sözcükleri söylerken.

Ben donarken o beni onayladı “Aynıyız…” diye mırıldandım. “Köpek gibi pişmanım” diye devam etti. Ben şaşkınlıktan bir şey diyemezken “Bir haftadır her gün yanına gelmek istedim ama senin toparlanman lazımdı.” Dedi. Cevap vermediğimi görünce devam etti “Ama tabiki beni dinlemek istersen anlarım”

Şaşkınlığım geçerken “Dinlerim” dedim sadece. Uraz genelde yaptıklarından pişman duran biri gibi durmuyordu. Şu an gözlerindeki tek duygu ise pişmanlıktı. “Bilemezdim… Sen fazla iyiydin, rol sandım. Normalde senin kadar iyisi kalmamış birde Arzu’yla büyüyen biri mi bu kadar iyi olacak dedim. Çok pişmanım. Bizden nefret edebilirsin ama Kayra ve Araz için dön bari” demesi ile duraksadım. Birkaç saniye düşünmek için kendime süre tanıdıktan sonra “Bende pişmanım,” dedim.

“Neden?” diye sorması ile “Sizin eve geldiğim için” diyerek yanıtladım. “Nasıl insanlar olduğunuzu bilmiyordum, bana zarar verme ihtimaliniz bile vardı. Ben ailem için hepsini göze almıştım” dedim keskin bir sesle.

“Ben bunca yıl işkence beğenirken sen iki kardeşinin duyguları incindi diye bu kadar uğraşacaksan… Yazık olmuş deriz. Yaralarımı görmene rağmen bana inanmayan sensin. Ben şimdi neden seninle geleyim ki?” kelimeler dudaklarımdan sert ve keskin çıkıyordu.

Her kelimem yüzüne tokat gibi çarparken “Lütfen artık beni rahat bırakın” arkama dönüp uzaklaşırken Uraz bir şey dememişti, bir şey diyememişti. Felah’ın yanına gittiğimde hızla ayağa kalktı ve beni kollarının arasına aldı.

Burnunu saçlarıma daldırırken “Lavanta kokuyorsun. Yine mi gideceksin?” dudaklarımı birbirine bastırdım. Şimdi olmasa bile er ya da geç Soylu ailesinin yanına gelecektim “Şimdi değil” diyerek kaçamak bir cevap verdim.

Zorlamadı, ne diyecekti ki. Ne kadar inkâr etse de o da biliyordu içten içe gideceğimi. İkimizi de kasvet sararken konuyu dağıtmak istercesine “Uraz’ın yüzüne ne olmuş?” diye sordu. Bilmediğimi belli etmek istercesine dudaklarımı büzdüm ardından “Bilmiyorum ki, sormadım” dedim.

Okula girerken Uraz’ın yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Elmacık kemiği ile sol gözü morarmıştı, burnunda sargı ve yüzünün birçok yerinde kesikler vardı. Yürürken aksamasından bacağında da sıkıntı olduğu belliydi. İçimdeki ses sorunların bunla bittiğini söylemiyordu.

O da annemin öğrettiği gibi suçunun cezasını çekmiş olmalıydı. Annemin benden önce aynı şeyleri bir başkasına, abime yapması beklemediğim bir şeydi. Annemin ne kadar ileri gidebildiğini biliyordum. Acaba Uraz’da ne kadar ileri gitmişti.

Düşüncelerim geçmişin gizlenmiş sayfalarını açtı ve ben o geçmişin arasında kayboldum. Felah bu durgunluğumu fark etse bile bir şey demedi. Sadece sınıfa girdiğimizde eliyle belimi sardı.

Uraz Soylu

Her hatanın bir bedeli vardır. Ben, bedel ödemekten hiçbir zaman gocunmamıştım, ama ilk defa bir hata canımı bu kadar çok yaktı. Gönlüme düşen kor alevini söndürebilecek tek kişi, minik kardeşimdi, ama o zaman çektiğim bedelin bir manası olmazdı.

Ona canımın yandığını söylesem, onca şeye rağmen hemen affederdi beni, biliyorum. İkimiz de aynıydık. Sevilmemiş çocukları hayatta tutan tek şeydir sevilme umudu. O kıyamazdı bana, biliyorum. O yüzden susuyorum.

Üzerime gelen adama karşı çıkmıyorum, direnmiyorum. Her hatanın bir bedeli vardır. Bedeller can yakar, ama hata daha çok acıtıyor. Yüzüme inen yumruklar, fiziksel acıdan öteye geçemiyor.

Maç bu kadar kolay bitmesin diye adama bir yumruk atıp geri ayağa kalktım. İnsanlar beni yuhalarken, bu umurumda bile değildi. Hakem tekrar maçı başlatırken, “Yumrukların çok yumuşak, Pamuk Yumruk” diyerek onu kışkırttım.

Düşündüğüm gibi adam hemen atağa geçti. Karnıma inen yumrukla kan ağzıma yükselirken, kafamı eğdim ve kanı kusmaya başladım. Adam, kusmamın bitmesini bekledi; ardından geçen maçta hasar alan arka bacağıma vurdu ve beni yere serdi.

Adam yumruklarını gocunmadan yüzüme vururken, inlemekten başka bir tepki vermedim. Hissettiğim acı dayanılmaz bir seviyeye ulaştığında, gözlerim usulca karardı. En son hakemin “Dur!” diyen sesini duydum.

♡ ♡ ♡-

Gözlerimi, günlerdir beni karşılayan hastane odasında açtım. Her bir zerrem sızlarken, dudaklarımdan acı dolu bir nida döküldü. Benim bir haftadır yaşadığım şeyi, kardeşim on yedi yıl yaşamıştı.

Benim bu yaşta dayanamadığım acıya, o üç yaşından beri dayanıyordu. Hayat adaletsizdi, ama bazılarına daha da adaletsizdi. Biz, onun özgürlüğüydük. O ise artık özgürlükten de kaçıyor. Yaptığımız şey bir kere daha yüzüme çarptı. Vicdanım beni mahkemenin ortasında yargılarken sustum ve teslim oldum.

Cezası idamdı. Cezam idamdı. Ruhum asıldı ve gıkım çıkmadı. Dilime pranga vurulmuştu, yüreğime urgan.

Açılan kapıyla, beynimde kendim için kurduğum mahkemeden ayrıldım. İçeri her zamanki gibi babamın gelmesini beklerken, Atlas abimi görünce, üzerimdeki sayamayacağım kadar çok aleti önemsemeden dikeldim:
“Abi?”

Atlas abim iki adımla yanıma geldi. Üzerinde her zamanki gibi takım elbisesi vardı. Bana bakarken bile yüzündeki o ciddi ifadeden ödün vermemişti. Beni baştan aşağı süzdükten sonra eğildi ve sarıldı.
“Abi,” dedim tekrar özlemle.

“Abim,” duruşuna ters bir şekilde, şefkatle çıkmıştı sesi. “Biz çok yanlış yaptık,” dedim. “Sen de bedelini mi ödüyorsun?” diye sordu hüzünle. Olan her şeyi bilen tek kişiydi.
“Evet,” dedim usulca.
“Kaç gündür böylesin?” sorusuyla duraksadım.
“Bir hafta, sanırım.”

Kaşları çatılırken, “Nasıl bir hata bu?” diye sordu. Gözlerim ellerime, sonra duvardaki saate kayarken:
“Bir kadın, şiddet gören bir kadın, sığınmak için yanımıza geldi. Biz ise ona çok kötü davrandık. Yetmedi, onu geldiği yere götürdük ve ölüme terk ettik.” Yaşanılanları kelimelere dökmek, sandığım gibi iyi gelmedi.

Atlas abim geri çekilirken, sol gözümden bir damla yaş süzüldü, ardından sağ gözümden iki damla daha ona eşlik etti. Abim bana sadece baktı, gözyaşımı silmeye çalışmadı. Onun yerine, “Kız kim?” diye sordu.
“Kardeşin… küçük kardeşimiz…” Devam edemedim, çünkü hızla ayağa kalkıp benden iki adım uzaklaşmıştı.
“Ne?!” bağırarak çıkan sesi, bir yandan temkinliydi.

“Ayza,” dedim ardından sertçe yutkundum. “Bizi buldu.” Ben yine duraksamışken, Atlas abim sabırsız bir şekilde:
“Tek bir postada söyle!” diye emretti. Bunun üzerine hızlı hızlı konuştum:
“Yanımızda kalmak istedi. Babam kabul etti. Annesinden nefret ettiğini söylemişti, kimse inanmamıştı. Bir tek Araz ona iyi davrandı. Sanki bizim bilmediklerimizi biliyor gibi bakıyordu Ayza’ya.”

Abimin tepkisine bakmak için kısa süreli duraksadım. Beni dikkatle dinlediğini görünce devam ettim:
“Geçen hafta, Kayra yemekte onu kışkırttı. Hiç yemek yemeyen kıza et yedirdi ve çikolata… Kız kriz geçirdi abi. Küçük kardeşimizin saçları kırmızıya boyandı. Şeker hastasıymış ama farklı bir türü. Belirli kaloriyi geçerse ölürmüş abi…” Atlas abim odada sinirle volta atmaya başlamıştı.

“Ee, sonra?” dedi, devam etmediğimi fark edince.
“Sonra,” dedim onu bekletmemek adına, “O gün doktor bana bir şeyler söyledi. Ayza darp edilmiş,” dememle abim bana o kadar hızlı döndü ki…

“Ne demek darp edilmiş, Uraz?” Bağırarak çıkan sesindeki çaresizlik, gözyaşlarımı yine gözlerime akın ettirdi.
“Kesikler, yanıklar, kemer izleri, morluklar… Ve bir kısmı hâlâ tazeymiş. Yanımıza gelmeden önce de…” Devamını getiremedim, anlamıştı zaten.

“Ona bunu kim yaptı?” diye sordu sinirli bir şekilde. Boynundaki damarlar sinirden gerilmişti.
“Annesi, annemiz.” Dememle kafasını yere eğdi. Babam aramayı bırakınca, o da bırakmıştı. Bu hepimizin suçuydu.

“Hepimiz,” dedim baskılayarak, “Hepimiz el birliği ile onu öldürdük abi.” Bakışlarını yerden bana kaldırdı. Titrek gözleri, gözlerimi bulduğunda:
“Öldü mü?” diye sordu, cevabından korkarcasına. Aklıma Ayza’nın o sırtındaki yaraları gördüğümde dediği geldi:
“Ne sorduğuna dikkat etmeli insan," demişti, ardından gözlerimin içine odaklanarak, "Cevabından korktuğu sorudan kaçınmalı insan.”

“Bedeni hayır, ama ruhu… Genç bir kızın, kardeşimizin ruhunun katiliyiz. Hepimizin eli kana bulanmış. Biz fark etmeden, korktuğumuz insana dönüşmüşüz.” Kelimeler dudaklarımdan dökülürken, bazı şeyleri geç fark etmenin pişmanlığı vardı üzerimde.

“Nerede? Kardeşim nerede?” diye sordu, konuşacak gücü bulduğunda.
“Daha anlatmam bitmedi,” dedim ardından konuşmasına izin vermeden devam ettim.
“Eve döndüğümüz o günün akşamı, Arzu geldi.” Konuşmanın daha yeni başladığını anlayan abim, gerildi ve koltuğa oturdu.

“O içeri girince, Ayza onu selamladı. Biz sandık ki onun adamı. İnanmadık ona. İnanmadık abi... Bize yalvardı,” sesim kısılırken devam ettim, “Affetmem dedi abi. Araz ve Kayra engellemeye çalıştı, onları da tuttuk. Biz ona bir soyadı bile çok görmüştük ve onu tamamen kaybettik. O gün o gidince, onu bulan bile biz değildik. Günbatımı’nın tek varisi Felah buldu. Kan içinde...” Gözlerimden yaşlar dökülürken, “Abi, boynunda tasma varmış abi. Onu köpek gibi bağlamışlar abi…”

Hıçkırıklar bedenimi esir alırken devam edemedim. Yanımdaki makineden düzensiz sesler çıkmaya başladı. Ben ne olduğunu anlayamadan, Atlas abim hızla ayağa kalktı ve iki doktorla birlikte yanıma döndü.

Kalbimin sıkıştığını hissederken, doktorun elindeki iğne kolumu buldu. Ardından derin bir uykuya daldım. Kardeşim acı çekerken beni uyutuyorlardı.

-♡ ♡ ♡-

 

Arkadaşlar biliyorsunuz ki ya da bilmiyorsunuz ki ben liseye geçtim. Bundan sonra iki, üç günde bir bölüm atmam imkansız. Yakında bir sezon finali vereceğiz.

Bugün benim gibi okula başlayan herkese başarılar.

10K olmayı iple çekiyorum.

İyi günler dilerim.

Bölüm : 09.09.2024 20:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...