@balleydii
|
Sınır; Hoşgeldinizz
15 Yıl Önce (İlahi Bakış Açısı) Arzu'nun evden ayrılmasının üzerinden iki yıl geçmişti. Ailenin tüm dengeleri bozulmuş, herkes büyük bir perişanlık içinde kalmıştı. Ayhan Soylu, odasından adeta dışarı çıkmaz olmuştu. Evdeki tüm yük, henüz 13 yaşında olan Atlas'ın omuzlarına kalmıştı. Ergenliğe adım atma yaşındaki Atlas, bir yetişkinin sorumluluklarını üstlenmek zorunda kalmıştı. Küçük kardeşlerine bakıyor, bir yandan babasının içki komasına girmemesi için onu denetliyor, kendi okul çalışmalarına da odaklanıyordu. İçinde bir boşluk hissi vardı; tüm bu yükleri kaldırmak zorunda olmak, onun ruhunu yavaşça tüketiyordu. "Neden benim üzerimde bu kadar yük var?" diye düşünüyordu. "Diğer çocuklar ne yapıyor? Ben de sadece bir çocuk değil miyim?" Evde yalnızca Araz'ı emziren kadın dışında başka bir kadın giremiyordu ve ailenin fazla parası da yoktu. Var olan küçücük şirketleri, Arzu'nun evrakları ve kasadaki parayı almasıyla birlikte batmıştı. Ev işleri de Atlas'ın üzerindeydi; bu sorumlulukların altında ezildiğini hissettiği anlar, aklına sürekli gelir olmuştu. Atlas, her gün olduğu gibi sıradan bir şekilde okula gitmişti. O gün hocası, sınıfa yeni birinin katıldığını duyurdu. Gelen kişi bir kızdı: Beyza. 14 yaşında, siyah uzun saçlarıyla esmer, güzeller güzeli bir kızdı. Beyza'nın o parıltılı bakışları, Atlas'ın içindeki karanlığı bir anlığına da olsa aydınlattı. "Belki de bu, hayatımda bir şeylerin değişmesine neden olacak," diye düşündü. Atlas, Beyza'dan etkilenmişti, tabii ki. Bir süre sonra Atlas Beyza'ya olan duygularını açtı ve aralarında bir ilişki başladı. Gizlice birkaç ay sevgili oldular. Sonunda, Beyza Atlas'a ailesiyle tanışmak istediğini söyledi. Atlas düşünmeden kabul etti ve kardeşlerini ikna etti. Babası zaten odasından çıkmıyordu. Beyza eve geldiğinde, çocuklar en güzel kıyafetlerini giymiş, abileri için evi özenle temizlemişlerdi. Gün boyunca film izlemiş, oyun oynamış ve bol bol sohbet etmişlerdi. Her şey çok güzeldi ta ki Ayhan aşağıya inene kadar... Ayhan, bir kadın sesi duymuştu ve hızla aşağıya inmişti. Evin içine bir daha asla kız sokmak istemiyordu. Aşağı indiğinde el ele tutuşmuş Beyza ve Atlas'ı görünce sinirle yanlarına gitti. Atlas'a en sert tokadı indirdi. Beyza çığlık atarken Araz ve Kayra ağlamaya başladı. Bolca içki içmiş olan Ayhan, ağlayan çocuklarını duymamış gibi davrandı. "Bir kızı eve nasıl alabilirsin? Sevgili misiniz yoksa?" diye bağırdı ve ikinci sorusunu sorarken Beyza'ya döndü. Beyza, korkmuş bir kızdı ve sarhoş bir adamın neler yapabileceğini biliyordu. Atlas'ı o kadar da sevmiyordu. "Hayır efendim, Araz için gelmiştim. Biraz ateşi vardı," diyerek evden hızla koşarak çıktı. Atlas, Beyza'nın babasından korkarak evden ayrıldığını görünce öfkeyle ayağa kalktı ve babasına bağırdı, "Sevgilimdi o kız benim! Sevdiğim kadındı. Senden korktu ya kız. Benim tek kaçamağımdı o! Yaşadığım hayatı unutturuyordu bana! Sırf annemiz seni terk etti diye her kız aynı değil! Her kıza ve kadına önyargıyla yaklaşamazsın. Hele benim seçtiğim kadına!" "Beyza beni babam sensin diye terk etti," dedi. Yere düştüğünde kanayan alnına eliyle tutarak, "Dört yıldır aynısın. Kendine gel artık baba. Bir kızın gitti diye beş tane oğlun olduğunu unutuyorsun," diyerek sinirle odasına çıktı. Ayhan, birinin ona bu sözleri söylemesini bekliyordu sanki. Bir hafta sonra, Kırıkkale'ye taşınmayı teklif etti ve yeni bir şirketin temelleri o gün atıldı. Atlas'ın gözleri, bir daha asla kimseye Beyza'ya bakarken parladığı gibi parlamadı. 10 Yıl Önce Ayza'nın doğum günüydü o gün. Küçük kız, altıncı yaşına basmanın heyecanını taşıyordu. Annesi işteydi ve babasıyla evde yalnız kalmıştı. Bugün, odasında kalma cezası almıştı. Okulda bir arkadaşının ona iftira atması sonucu annesi ona çok kızmıştı. Oysa Ayza’nın tek istediği şey oyun oynamaktı. Ana sınıfına giden bir çocuk için eğlenmek, ne kadar basit bir arzu olabilirdi ki? Doğum günü olduğunu biliyordu küçük kız. Annesinin doğum gününü kutlamayacağını zaten anlamıştı. Ancak babası, geçen seneden bu yana kızıyla birlikte doğum günlerini bir pastayla da olsa kutlamıştı. Küçük Ayza, babasının bu sefer de ona bir sürpriz yapmasını umuyordu. Ama odasında dört duvar arasında sıkışmış olan Ayza, zamanla sıkıldı. İçindeki heyecan ve beklenti onu harekete geçirdi. "Belki de babam yine bir sürpriz hazırlıyordur," diye düşündü. Merdivenlerden inip babasının yanına gitmeye karar verdi. Her ne kadar babası, annesi gibi son bir yıldır ilgisiz ve uzak davranıyor gibi görünse de küçük kız babasını hala sevdiğini düşünüyordu. Ayaklarını sessizce yere koyarak, kapıyı açtı. Merdivenlerden dikkatlice inmeye başladı. Babasını bulduğunda, babasının elindeki şişeye ve kendisine baktı. Babasının çökmüş bir halde olduğunu görünce, bu durumu anlayacak yaşta değildi. O yaşta bir çocuk, babasının sadece üzüntüsünü ve gözyaşlarını görebilirdi. "Baba," dedi küçük Ayza. Babası gözlerini acıyla kapattı, ama bir gözyaşının yanağından süzülmesine engel olamadı. Kızının "baba" diye seslenmesi, adamın içini acıttı. "Neden böyle oldu? Neden hâlâ seni seviyorum?" diye düşündü. Kızının aslında ona ait olmadığını öğreneli tam bir yıl olmuştu. Adam, yapabileceği hiçbir şeyin olmadığını düşündü. Belki de küçük kızın suçu yoktu, ama yıllardır aşkının meyvesi olarak sevdiği bu çocuk, şimdi ona sadece bir ihanetin sembolü gibi görünüyordu. Kendi içsel çatışmalarını ve hissettiği acıyı dengelemekte zorlanıyordu. Elindeki şişenin sayısını kimse bilmiyordu, ama artık alkol, adamın kendini kaybetmesine neden olmuştu. Kızına baktı, ama bakışları sadece kıza değil, aşkının ihanetine karşı bir nefret barındırıyordu. Küçük kızın kolunu sert bir şekilde tuttu ve yanına çekiştirdi. Daha önce hiçbir kadına el kaldırmamıştı. Elini sert bir şekilde kızın yüzüne indirdi. O kadar sert vurdu ki, kız duvara çarpıp yere düştü. "B-baba," dedi küçük kız, acı içinde. Adam sinirle bağırdı, "Hala 'baba' diyorsun! BEN SENİN BABAN DEĞİLİM! SEN BENİM KIZIM DEĞİLSİN, GİT! Git bu evden, gözüm seni görmek istemiyor." Ayza, babasının bağırmasına ve ona karşı duyduğu öfkeye korkarak ve topallayarak evden çıktı. Küçük bir kız için belki de bir evi vardı ama onun gerçek evi sokaklardı. Daha altı yaşına girmeden, hayatın acımasız gerçeklerini öğrenmişti. Babası, aşkının ihanetine karşı duyduğu öfkeyi ve kızına karşı olan hıncını zamanla daha da büyüttü. Artık sadece annesi değil, babası da ona şiddet uyguluyordu.
Genç adam, evdeki sahneye bakarken derin bir üzüntü hissetti. Bugün, kardeşinin altıncı doğum günüydü, ama aynı zamanda annelerinin onları bıraktığı beşinci yıldönümüydü. Bu durumu en iyi ben hatırlıyorum, ve bu, acımı daha da artırıyordu. Her doğum gününde, annemin gülümsemesini, küçük yaşlardaki sevinç dolu bakışlarını düşünmeden edemiyorum. Ama şimdi ne yapabilirim? Kardeşlerinin eğlencelerini izlemek istemediği bir an vardı; kendini daha çok yalnız ve üzgün hissediyordu. Onların mutluluğu, benim içimde bir yarayı daha da derinleştiriyordu. İçimden bir ses, bu mutluluğa katılmayı istemediğimi fısıldıyordu. Herkesin gözünden kaçmak için evden gizlice ayrıldı. Son beş yıldır, herkes, özellikle de babası, çok dalgındı ve kafalarını toparlayamaz hale gelmişti. Artık evde sadece sessizlik vardı; hatıraların yankıları bile soğuktu. Gece ilerledikçe sokaklar neredeyse tamamen boşalmıştı. Genç adam, yürürken bir yandan da yaşadıklarını düşünüyordu. Hayatının her gününün aynı döngüde geçtiğini hissediyordu; yalnızlık, hüzün ve terk edilmişlik. Bir hıçkırık sesi duyduğunda dikkatini o tarafa verdi. Sapsarı saçları olan küçük bir kızı ilk defa orada gördü. Birisi daha ağlıyordu; yalnızlığımızın bir yansıması mıydı? Kızın neden ağladığını merak ediyordu. Kızı korkutmamak için yavaş adımlarla ona yaklaştı. Kız içli içli ağlıyordu ve bu, genç adamın kalbinde derin sarsıntılara neden oluyordu. Yüzünün büyük bir kısmını kaplayan kıpkırmızı bir el izi ve burnunda bir kanama olduğunu fark etti. Küçük bir çocuğun böyle bir acıya maruz kalması, ne kadar korkunç bir gerçekti. Gözyaşlarını silmek için bile düşünmeden gözleri doldu. "Ne oldu? N-neden ağlıyorsun?" diye sordu, sesi titriyordu. Küçük kız, masum bakışlarla ona baktı. "Babam evden kovdu beni," dedi. Genç adamın kaşları çatıldı. Küçük kız ne yapmış olabilir ki? Bir baba, kendi kanından olan bir çocuğu nasıl kovabilir? "Neden?" diye sordu, yüreği acıyla doluydu. Küçük kız dudaklarını büzdü, "Bugün benim doğum günüm. Altı yaşına giriyorum. Annem işteydi ve babamla evde yalnızdık. Babam geçen yıl dışında her zaman bana bir pasta yapmıştı. Yine kutlarız diye yanına gittim. E-elinde bir şişe vardı. Bana baktı ve bağırdı, sonra v-vurdu. Ben de buraya geldim." Sadece bir doğum günü için bu kadar acı yaşamak... Ne kadar trajik! Kızın dilinin dönmemesi ve yaşadıklarını anlatırken yaşadığı zorluklar, genç adamı derinden etkiledi. Kendi anılarına dair pek çok şey hatırladım; ama bu küçük kızın başına gelenleri asla kabullenemem. Yine de, yapmam gereken bir şey var. "Mmm, öyle mi olmuş? Biliyor musun, ben de on altı yaşındayım," dedi. Kızın aklını dağıtmak istiyordu. Sonra, küçük kızın elinden tuttu ve onu pastaneye götürdü. Kız, o gün, bu genç adam sayesinde ilk defa çok mutlu oldu. Birlikte pasta bile yediler. Bazen en beklenmedik anlarda, en küçük şeyler bile mutluluğu getirebilir. Küçük kız, aynı zamanda genç adama sorularını yanıtladı ve bu cevaplar, adamı daha da şoke etti. Araz'ı düşündü; ikisi de yaşıttı. Araz daha şiddetin ne olduğunu bilmezken, bu kız... Neden böyle bir hayatı yaşamak zorunda kalıyordu? Genç adam ayrılmadan önce son olarak sordu, "Nasıl dayanıyorsun?" Küçük kız gülümsedi, "Battı güneş yeniden doğacağını bilerek. Doğdu karanlık, elbet bir gün kendini aydınlığa bırakacağını bilerek." Bu küçük kızın sözleri, sanki benim de içimi aydınlatıyordu. Hayatın karanlıklarında bile bir umut ışığı bulmak mümkün müydü? 7 YIL ÖNCE (Ayza Nil’den) Sabahın erken saatlerinde, içimi kaplayan büyük bir heyecanla uyanmıştım. Bugün, sabırsızlıkla beklediğim bir gün olacaktı; çünkü onu görecektim. Kahvaltıyı hızla bitirmemi ve o anı yaşamayı dört gözle bekliyordum. Masanın üzerindeki yiyecekler gözümde pek bir anlam ifade etmese de, onları hızlıca yutmaya çalışıyordum. Annem, her bir parçayı özenle önüne koymuştu; ben ise bir yandan diğerlerinin yemeklerini bitirmesini bekliyordum. Annem masadan kalkar kalkmaz, herkes bir bir masayı terk etti. Ben de, heyecanla odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Üzerime pembe bir tişört ve tayt giymiştim. Çocuk olmanın verdiği o taze heyecanla hızla aşağıya indim ve dışarı çıktım. Annem o sırada evde değildi; bu, onun beni fark etmemesi açısından beni rahatlatıyordu. Evden dönerken ona haber vermemeyi başarmam durumunda, herhangi bir sorunun çıkmayacağını düşünüyordum. Fakat annemin beni fark etme ihtimali aklımı kurcalıyordu… Onunla her zaman buluştuğumuz parka doğru koşmaya başladım. Erken saatte buluşacaktık ama kahvaltının uzun sürmesi nedeniyle biraz gecikmiştim. Parka vardığımda, onu beklerken gördüm. Heyecan içinde, "Gobi!" diye seslendim. İ harfini uzatarak söylediğimde, bu ona biraz rahatsızlık vermiş gibi görünse de umursamadım. Hızla yanına koştum ve onun kucağına oturdum. Yaşça benden çok büyük olan Gobi, bir keresinde on altı yaşında olduğunu söylemişti. Kollarımı ona sıkıca sardım; o da bana sevgiyle sarıldı. "Nasılsın, ufaklık?" diye sordu. Bu esnada saçımı bozmasaydı belki de gülebilirdim. Yüzümü asarak, "Saçıma dokunulmasını sevmiyorum," dedim. Annemi bildiği için ısrar etmedi, ama onun da saçıma dokunmasından korkuyordum. Ne kadar bana hiç zarar vermemiş olsa da, annemin yaptığı her dokunuşu hatırladığımda içimde bir korku belirmişti. "Nasılsın, Nil'im?" dedi. Bu sefer saçıma dokunmadığı için gülümsedim. "İyiyim, Gobi'm," dedim. O benim tek arkadaşım, doğum günü hediyemdi. Onun kimden olduğunu bilmiyordum ama doğum günümde tanışmıştık. "Hadi, çizgi filmi izleyelim," dedi. Hemen ne demek istediğini anladım. Çantasından bilgisayarını çıkardı ve çimenlere koydu. Her zaman izlediğimiz çizgi filmi açtı. Gobi ve Nil isimli bu çizgi filmi izlerken o kadar eğlenmiştim ki, zamanın nasıl geçtiğini bile unuttum. Gerçekten onu çok seviyordum. Bölüm sona erdiğinde, televizyonda yanlışlıkla denk geldiğim final bölümünü izlemek istiyordum. Bitiş anında, yüzüme şirin bir gülümseme yayıldı. "Gobi abim, final bölümünü de izleyelim mi?" diye sordum. Gobi'nin yüzü gerildi, "Finalin yayınlandığını nereden gördün?" diye sordu. Neden gerildiğini anlamadım ama "Annem kanalları gezerken denk geldi, öyle gördüm," dedim. Şirin bir şekilde ona baktım. "Bir sıkıntı mı var ki?" diye sordum. Sıkıntı ile bana baktı ve "Finali izlemesek," dedi. "Neden ama?" diye sitem ettim. "Ben o bölümü beğenmedim," dedi. Çizgi film, Gobi isimli bir ayı ile Nil isimli bir kızın arkadaşlığını anlatıyordu. Normal bir çizgi film nasıl olur bilmiyorum ama bu gerçekten çok güzeldi. Benim her ilkim Gobi ile olmuştu. İlk gülüşüm, ilk mutluluğum... Bütün iyilikler ondayken, ısrar etmek istemedim. "Tamam," dedim. Moralimin bozulduğunu anlamıştı ama yine de izleyelim demedi. Çimenlere sırt üstü uzandığında, ben de yanına uzandım. Bulutlarda gördüğüm şekilleri ona göstermeye başladım. "Gobi, bak orada bir kedi var," dedim. Heyecanlı sesim onun keyfini geri getirmişti. O da benim gibi bulutlardan şekiller çıkarmaya başladı. "Oradaki bebeği görüyor musun?" dediğinde, parmağı ile işaret ettiği yere baktım. Bir kadın kucağında bir bebek tutuyordu. Bulutların koyu ve açık yerleri, şekillerin daha belirgin hale gelmesini sağlıyordu. Bir süre daha bulutları izledik. Ben sıkılmaya başladım ve "Beni sallar mısın?" diye sordum. Paytak adımlarla salıncağa oturdum. Arkamdan yürüdüğünü hissetmek bile çoğu zaman beni mutlu ediyordu. Sallanırken bulutlara yaklaşmayı seviyordum. Ben sallanmanın keyfini çıkarırken, o "Nil, senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sordu. Ellerimi uzatmış bulutlara dokunmaya çalışırken, "Sorabilirsin tabii ki," dedim. Hızımı daha da arttırırken, "İsmine Nil'i de ekler misin?" diye sordu. Ardından devam etti, "Yani Ayza Nil olsan. Ama benden başka kimsenin sana Nil demesine izin verme, tamam mı abicim?" dedi. İsmimin yanına nasıl başka bir isim ekleteceğimi bilmesem de, onu üzmemek için "Olur, abim," dedim. Salıncağı durdurdu ve önüme geçti. "Beni unutmazsın, değil mi?" diye sordu. Dediği komik geldiği için güldüm. "Ben seni nasıl unuturum, şapşal," dedim. Aklıma gelen ihtimalleri düşünerek ona da sordum, "Beni unutur musun?" diye. Kafasını iki yana salladı ve "Ben gidiyorum," dedi. Söyledikleriyle şok olmuş bir şekilde ona baktım. "Gidiyor musun? Beni yalnız mı bırakacaksın?" Gözlerim dolmuştu ve ona acıyla bakıyordum. Bakışlarını kaçırarak bulutları izlemeye başladı. "Yurt dışında bir okul kazandım. Gitmem gerek, Nil," dedi. Sol gözümden bir yaş aktı. "Gidemezsin. Ben sensiz ne yapacağım?" O giderse, tamamen yalnız kalırdım. O gidemezdi. "Senden tek bir isteğim var," dedim. Sol gözümden akan yaşlar durmaksızın devam ederken, o yüzüme bakamıyordu. "Yıllar sonra karşılaştığımızda beni tanı, tamam mı? Belki sokakta yürürken, belki bir kafede yemek yerken. Nerede görürsen gör, bana sarıl. Gobi, de bana tanırım seni," dedim. Kelimeleri söylerken duraklaması, onun da konuşurken zorlandığını belli ediyordu. "Gidiyorsun," dedim, kabullenmiş bir şekilde. Gözleri sonunda gözlerimi bulduğunda, sol gözümden akan yaşları gördükçe onun da gözleri titreşiyordu. "Nil, benim dört tane kardeşim olmasına rağmen, sen hep ayrıydın. Beşinci olarak kalbimi öyle bir fethettin ki... Gitmek inan benim için de çok zor," dedi. Gözünden bir damla yaş süzüldü ve elime düştü. Parmağındaki yüzüğü çıkararak elimdeki avuca koydu. "Bu yüzüğü o verdi, sen de biliyorsun. Bu yüzüğü almaya geleceğim. Bizim hikayemiz yarım kalmış olmayacak," dedi. Yüzüğü vermesiyle birlikte daha çok ağlamaya başladım ve salıncaktan indirildim. Gobi, beni sımsıkı sardı. "Sen benim çocuk yanımsın, ben sensiz ne yapacağım, Nil?" dedi acıyla. Onun yüzünü görmesem bile titreyen sesinden onun da ağladığını anlamıştım. "Gobi... Sen benim ilkimsin. Her anlamda," dedim. Kolundaki saate baktığını görünce, "Veda vakti geldi mi?" diye sordum. Sertçe yutkundu ve "Geldi," dedi. "Görüşürüz," dedi son kez. "Görüşür müyüz?" diye sordum ben de. "Görüşürüz, Nil'im," dedi ve parka doğru ilerlemeye başladı. Etrafımdaki her şey bulanıklaşmaya başladı. Gobi'nin her şeyime dönüştüğünü düşündüm. Kalbimin ağrısı geçmiyordu. Ama anılarımda hep kalacaktı.
3 YIL ÖNCE Terk edilişimin dördüncü yıl dönümüydü ve içimde büyük bir boşluk vardı. Onun gitmesi, ruhumda derin yaralar açmıştı. Eskisi gibi gülüp eğlenemiyor, eski neşemi bulamıyordum. Her şey değişmişti; dünyamı saran renkler solmuş, neşeli melodiler bile hüzne dönüşmüştü. Bir zamanlar hayatıma renk katan, her anımı paylaştığım Gobi’nin yokluğu, içimdeki karanlığı daha da derinleştirmişti. Sonunda, annemi ikna etmiş, onun gitmesinden sonra yaşadığım bu derin boşluğu bir nebze olsun dindirmek için kimliğimi değiştirmeye karar vermiştim. Bedeli oldukça büyük olmuştu; ama ismimin yanına "Nil" ekletecek ve kendi içimdeki yeni başlangıcı simgeleyecektim. Yeni bir kimlik, yeni bir ben… Bu değişiklik için büyük bedeller ödenmişti. Beraber nüfus müdürlüğüne gitmiştik. Kalbimde bir tedirginlik vardı. "Yeni bir isim, yeni bir hayat," diyordum kendime, ama içimdeki kaygı da gitmiyordu. İşlemleri tamamladığımızda, yeni kimliğimi alırken elim titriyordu. Her şey, onun hatırasını silmek ve yeni bir sayfa açmak içindi. Bugün, aynı zamanda merak ettiğim bir konuyu da nihayet çözebilecektim: Gobi’nin ve benim hikayemin final bölümünü izleyecektim. Eve döndüğümüzde, direkt olarak odamın yolunu tuttum. Annem, bugün benim yasta olduğumu bildiği için dokunmazdı. Odaya kapandım, bilgisayarı açtım ve ekran karşısına geçtim. İnternette kelimeleri yazmak bile bana büyük bir zorluk yaşatmıştı. Düşüncelerim, geçmişin izlerini hala taşıyordu. "Neden bu kadar zor?" diye düşündüm. "Bir ismin değişmesi, gerçekten her şeyi değiştirebilir mi?" Şimdi, onun ne yaptığını merak ediyordum. Yirmi üç yaşına girmiş olmalıydı. Aramızdaki dokuz yıl, zaman geçtikçe daha da büyümüş gibiydi. Belki de evlenmiş, bir çocuk sahibi olmuştu. Acaba o da her gün benim hasretimle mi yanıyordu? İçimdeki bu belirsizlik, her geçen gün biraz daha büyüyordu. Bilgisayarın başına oturdum ve "Gobi ve Nil final" diye arama yaptım. Karşıma çıkan görseller bile gözlerimi yaşartmaya yetti. O an, geçmişin acılarını, özlemlerini yeniden hissettim. Çizgi film sayfasında gezinirken, her bir karede Gobi’yi gördüm. "Bir zamanlar birlikte yaşadıklarımız... Bunları hatırlamak neden bu kadar zor?" diye içimden geçirdim. Gözlerim, ekranın karanlık ışığında kaybolmuştu. Tıkladım ve izlemeye başladım. Gobi ve Nil’in yolları ayrılıyordu ve on yıl sonra tekrar karşılaşıyorlardı. Bu süre boyunca Nil, her gün ayısının özlemini çekerken, Gobi onu unutmuştu. “Beni unuttun mu?” diye içimden haykırdım. Gobi’nin gözlerindeki belirsizlik, geçmişin acısını derinleştirmişti. Nil’in Gobi’ye sarıldığında, Gobi’nin onu itişi, gözyaşlarıma engel olamamamın sebebiydi. “Kimsiniz?” diye sorması, içimdeki boşluğu daha da derinleştirmişti. “Gobi, benim çocukluğumdun. Beni unutma!” diye bağırmak istedim ama sesim boğazımda düğümlendi. Bütün bu anlar, benim için unutulmazdı. O yüzden izlememi istememişti; çünkü biz de ayrılmak zorunda kalmıştık. Bir gün, eğer bir tesadüf sonucu karşılaşırsak ve beni unutmuşsa, ne yapardım bilmiyordum. Gözlerimden süzülen yaşlar, bilgisayarın klavyesine damlayarak silinmeye başladı. "Ben kimim, Gobi olmadan? Kalbimden bir parça eksik kalmış gibi hissediyorum." O an, geçmişin acıları ve özlemleri, içimdeki boşlukla birleşerek beni sarmaladı. Geçmişin gölgesinde kaybolmuş bir kalbin, yeniden ışık arayışıydı bu. “Neden hayatımda bir yer edindin, Gobi? Neden bıraktığın her an, kalbimin bir parçasını alıp gitti?” diye düşündüm. Gözlerim kapandı, derin bir nefes alarak kendimi toparlamaya çalıştım. Ama geçmişin hatıraları, ruhumda açtığı yaralarla birlikte, beni hiçbir zaman özgür bırakmayacak gibiydi. "Her veda, bir hatıra demek," diye düşündüm. Zaman geçse de, Gobi'yi unutmayacaktım; onu hep kalbimde yaşatmaya devam edecektim. İki Yıl Önce Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Zihnimde, geçen zamanın izlerini silmeye çalışarak unuttuğum bir anı canlandı. O gün, yaz güneşinin ışıkları pencereden içeri sızıyor, odamın duvarlarına dans eden gölgeler düşüyordu. Tüm dünyam, Gobi ile paylaştığım o küçük odada, bir masanın etrafında dönerken zaman sanki durmuştu. Gobi, o gün etrafa neşe saçarak odaya girmişti. “Ayza! Gel, dışarı çıkalım!” dedi, yüzündeki geniş gülümseme içimi ısıttı. “Biliyor musun, bu ağaçların altındaki gölgede oturmak için harika bir gün!” Güneşin sıcağında hafifçe terleyen alnımı silerken, onun enerjisiyle dolmuştum. “Ama dışarıda hava çok sıcak, Gobi,” diye itiraz ettim, ama gözlerimdeki parıltı ona tam tersini söylüyordu. “Hadi, sen de benimle gel,” dedi ve ellerimi tutarak beni dışarı çekti. Bahçeye adım attığımızda, rüzgarın hafif esintisi yüzüme vurdu. Gobi’nin sevinci, neşeli kahkahaları, ağaçların arasında yankılanıyordu. Ağaçların altında, güneşin verdiği gölgede oturduk. Gobi, yanında getirdiği iki buz gibi limonata bardağını uzatarak, “İşte, bu da serinliğimiz!” dedi. O an, hayatımda ilk defa sadece o anı yaşamanın tadını çıkarıyordum. “Bu yazı hiç unutmayacağım,” dedim, ona bakarak. O, bir an duraksadı ve gözlerinde bir belirsizlik belirdi. “Unutma, Ayza. Geçmişin seni asla bırakmayacak, ama sen ondan kaçma. Onu kucakla,” diye fısıldadı. Gözlerim parladı; bu sözler onun derinliklerini, içsel çatışmalarını yansıtıyordu. "Neden böyle söylüyorsun? Geçmişin acısı çok ağır," diye cevap verdim, içimdeki kaygıyı dile getirerek. Ama Gobi, benim hislerimin ötesinde bir anlayışa sahipti. “Bazen, yaşamak için acıya ihtiyacımız var,” dedi. “Acı, kalbimizin derinliklerinde sakladığımız her güzel anı hatırlatıyor. Birbirimizi unutmayalım, Ayza. Ne olursa olsun…” Onun sözleri, ruhumda yankılandı. Bir an, hayatın acılarla dolu olduğunu kabullendim; belki de onun gibi düşünmek gerekiyordu. O gün, birlikte çok şey paylaştık. Göz göze geldiğimizde, o anın sonsuzluğunda kaybolmuş gibiydik. Ama zaman, ne kadar güzel anılar biriktirirseniz biriktirin, geçmişten kaçış yoktu. O gün, yalnızca dışarıda güneş parlamıyordu; içimde de bir sıcaklık, bir umut vardı. Ama bir şeylerin değişeceğini, mutluluğumun yerini özlemlerin alacağını bilmiyordum. O gün sona erdiğinde, Gobi’nin yanımda olmayacağını, o sıcak yaz günlerinin ardında kalan boşluğun, ruhumu nasıl sarmaladığını fark etmemiştim. Artık o günler geride kalmıştı, ama hatıralarımda Gobi’nin sesi yankılanıyordu. “Geçmişin seni bırakmayacak,” diye fısıldıyordu zihnimde. O an, kalbimdeki boşluk derinleşti. "Eğer geçmişi unutmazsam, Gobi'yi de unutmam gerekmiyor," diye düşündüm, bir kez daha acının kıyısında dans eden ruhumu hissettim. ----
Uzun zamandır bölüm gelmiyordu özür dilerim. Okul açılınca böyle oldu. Telafi amacı ile bu bölüm üç bin kelime oldu. |
0% |