21. Bölüm

19.Bölüm: Sen Sözlerini Tutmazsın

bal leydi
balleydii

Merhabalar arkadaşlar.

Doldurmadığınız bir yorum sınırından sonra yeni bölüm atmak içimden gelmese bile buradayız. Bana destek veren bir sürü okurum vaar iyiki varlar. Özellikle bu bölümü geçen gün doğum günü olan Aleynaya ithaf etmek istiyorum. İyiki doğdun.

Sınırı yazayım;

200 Okunma
40 Oy
40 Yorum

Bundan sonra yorum dolmazsa yeni bölüm gelmez!!!

----

 

Eve gelmiştik ama içimi saran sıkıntıdan hâlâ kurtulamamıştım. Uraz’ı düşünmekten kendimi alamıyordum. Evet, yaptığı çok yanlıştı ama bu halde olmamın tek suçlusu o değildi. El birliği ile beni bu hale getirmişlerdi.

Uraz bana git demese bile, zaten gitmek zorundaydım; çünkü Ayhan Bey bana soyadını vermemişti. En büyük suçlu oydu gözümde. Annem ve babam hayatımı bitirmişlerdi, abilerim ise izleyicilerdi.

Neden bu kadar güçsüz hissettiğimi bilmiyorum. İçimde bir boşluk var. Uraz’ın yaptıklarını düşünmek bile canımı acıtıyor. Ama bunun arkasında yatan, belki de yıllardır süregelen bir bağın yarattığı travma. Onu masum yapmak ne kadar da kolaydı. O anki tepkisi, anlık kardeşlerini koruma içgüdüsüydü ve bunu ikimiz de biliyorduk. Kardeşlerini korumak için bir kardeşini ateşe atmıştı; ama olsun.

Mahkememde ona beraat kararı çıkalı çok olmuştu. Bartu ile Ayhan Bey’in cezası idamken, Kayra ve Araz’ı yargılamama gerek bile yoktu. Artık eve dönebilirdim, bunu bilmek canımı yakıyordu.

İki tane suçlu yüzünden beni seven üç kişiden vazgeçersem asıl suçlu ben olmaz mıydım? Ama gidersem arkamda kalana yaptığım ne kadar doğru olacaktı? Beni yıllarca sevmiş ve benim defalarca terk ettiğim sevgilim...

Benim sevgilim. Canım, beni hayatta tutan diğer yarım; ona bir kere daha lavanta bırakmayacaktım. Bu adaletsizlikti.

Kapımın tıklatılması ile “Gel” diye seslendim. Kapı kısık bir şekilde açıldı ve Felah içeri kafasını sokarak bana baktı. Müsait olduğumu görünce içeri girdi. “Hoş geldin,” dedim, elimdeki gitarı kenara bırakırken. Neredeyse her boş vaktimde gitar çalıyordum.

Her melodi bir çığlıktı ve benim içim çığlıklar içerisinde ağlıyordu. O çığlıklar, kalbimde yankılanan duyguların dışavurumu gibiydi. Gitarın tellerine dokundukça içimdeki acının yankısını duydum.

“Nasılsın, Lavantam?” dedi yatağın diğer ucuna otururken. “İyi olmaya çalışıyorum,” dedim, yalanlardan uzak durarak. Onun yalanlarla dolu umutlara değil, gerçeklere ihtiyacı vardı çünkü.

Ama ben yalan söylüyordum. İçimdeki fırtına dinmiyordu. Kendimi sararken Felah’ı da sarıyordum. “Sen?” diye sordum laf olsun diye. “Sen yanımdaysan her zaman mutluyum ben,” dedi. Ardından “Sahi, içindeki mahkeme bir sonuca vardı mı?” diye sordu.

İki Gün Önce

“Gitme,” diyen Felah’a baktım tekrar. Ne kadar masum bir istekti. Eve geldiğimizde benim odama çıkmıştık ve konuşuyorduk. Gerçi Felah gitmeden başka bir şey demiyordu. “Felah,” dedim, daha fazla uzamasın diye.

“Efendim sevgilim,” demesiyle gülümseyecek gibi olsam da kendime hâkim oldum ve “Kafamda bir mahkeme kurdum, herkesi tek tek yargılıyorum,” dedim. “Yargıla canım da bunun bizimle ne alakası var?” demesi üzerine “Beş kişiyiz ya, üç kişiyi haklı bulursam giderim,” dedim.

“Ama ben?” diye sordu çaresizce. “Ben, ben suçlu muyum?” Yine kendi içimdeki mahkemeye kayarken “Hayır,” dedim hızla. “O zaman neden bana ceza veriyorsun?” dedi ardından ellerime uzandı. “Sensizlik en büyük ceza, bunu bilmiyor musun?”

Bir şey diyemedim çünkü haklıydı. “Felah, her gün okulda görüşürüz. Buraya yatıya gelirim, bana yatıya gelirsin. Her zaman birlikte oluruz; sadece gecelerimiz ayrı olur. İki tarafı da düşünüyorum; seninle kalırsam Araz’a, onunla kalırsam sana haksızlık oluyor. Ne yapacağımı şaşırdım.” Felah beni o kadar dikkatli dinliyordu ki, şaşırsam bile belli etmedim ve devam ettim.

“Ama sana asla Lavanta vermem. Bir daha asla vermem. Bunu sana bir daha asla yapmam Felah; sen asla bunu hak etmezsin,” dedim. Felah kafasını salladı ama bir şey demedi. “Bana inanmıyor musun?” diye sordum.

“Sen verdiğin sözleri tutmazsın, Lavanta,” dedi buz gibi bir sesle, ardından odadan çıktı.

Şimdi

Derin bir nefes aldım. “Vardı,” dedim ardından. “Karar nedir, hâkim hanım?” diye sorması üzerine “Kararım...” gözlerimi kaçırdım. “Gidiş...” Felah bunu bekliyor olmalıydı ki bir tepki vermedi. “Peki, hadi git.”

Elimi tutan ellerini ellerimden ayırdı, ardından arkasına döndü ve iki gün önce yaptığı gibi beni yalnız başıma bıraktı. Sol gözümden akan yaşı hırsla sildim ve ayağa kalktım. Felah’ın hediyeleri ve birkaç temel malzeme dışında odadan hiçbir şey almadım. Burada her zaman olacağımı hissettirmek istemiştim.

Odadan çıktım ve merdivenleri birer birer indim. Onlara bir hoşça kal borcum vardı. Birce beni görünce önce gülümsedi. Bana seslenecekken elimdeki bavulu görmesiyle yüzündeki gülümseme yavaşça soldu.

“Abla, nereye?” korku dolu sesine cevap veremedim. Tuğra abi, Birce ve Murat abiye yaptığım haksızlık bir kere daha yüzüme çarparken arkadan “Evine dönüyor, misafirimiz evine dönüyor,” diye bir ses geldi.

Sesin kimden geldiğini anlamam için arkama dönmeme gerek yoktu. “Misafir” kelimesini vurgulaması gözümden kaçmasa da benim yerime açıkladığı için içten içe ona minnettarlık duydum. Tuğra abi bana döndü, bakışları “Doğru mu?” diye soruyordu.

“E-evet,” diyebildim zar zor. Ardından arkama döndüm ve her zamanki yaptığım gibi Felah’ın arkasına saklanmak istedim. Bana bakan buzdan gözler, bu fikrin solmasına neden oldu. Terleyen ellerimi bacağıma sürdüm.

“Gidiyorum,” dedim, ardından arkamı döndüm ve koşar adım evden çıktım. Kaldırımın kenarına oturdum ve kararımı tekrar sorguladım. Ailem ile bana aile olan insanlar arasında seçim yapmak ne zordu.

Ben yine de ailemi seçtim. Yere eğdiğim kafamı kaldırdığımda karşımda Felah’ı görmek beklediğim bir şey değildi. Ayakkabılarıyla bakışmam uzarken o elini uzattı. Şaşkınlıkla ona bakarken “Gelmişsin…” dedim.

Evin kapısında olabilirdim ama yine de beni yalnız göndereceğini düşünmüştüm. “Evet. Karşılaşmada herhangi bir sorun olmamalı,” dedi. Ben “Ne karşılaşması?” diye soracaktım ki karşımda gördüğüm yüzle duraksadım.

Birkaç saniye baktıktan sonra onu başkasına benzettiğimi düşündüm ve Felah’a döndüm. “Soylu ailesinin neredeyse tamamına güvenmiyorum,” dedi, huzursuz olduğunu belirten bir tavırla. Sonra yolun karşısında elindeki telefona bakan adamı gösterdi. “Seni ona emanet edeceğim.”

Tekrar bana geçmişi hatırlatan o yüze döndüm. “O kim ki?” dedim, sesimi umursamaz tutmaya çalışırken. “En büyük abin; Atlas, Atlas Soylu.” Karşıda duran adam, sanki ondan bahsedildiğini anlamış gibi kafasını kaldırdı.

Gözleri gözlerimle buluştuğunda yanımıza gelmek için attığı adım havada kalmıştı.

Tekrar bana geçmişi hatırlatan o yüze döndüm. “O kim ki?” dedim sesimi umursamaz tutmaya çalışırken. “En büyük abin; Atlas, Atlas Soylu” karşıda duran adam sanki ondan bahsedildiğini anlamış gibi kafasını kaldırdı.

Gözleri gözlerimle buluştuğunda yanımıza gelmek için attığı adım havada kalmıştı. Gözlerindeki kahverenginin tonunu nerede görsem tanırdım. Bu oydu, çocukluğum. Yanımda dikilen Felah’ın bile duyamayacağı kadar kısık bir sesle “Gobi,” diye fısıldadım. Bu oydu.

Birkaç saniye sonra kendini toparlaması ve yanımıza gelmesi bir olmuştu. Bana bakmak yerine Felah’a bakıyordu. Felah Gobi’ye sarılırken “Hoş geldin abi,” dedi içten bir şekilde. Gobi onu “Hoş buldum abim” diye yanıtladı hasret kaldığım sesi ile.

Felah Gobi ile biraz daha sarıldıktan sonra ayrıldı ve bana döndü. Kolumdan tutup yanına çekiştirirken “Abi bak Ayza,” o Nil’i getirmeden öksürdüm. Felah sırtımı sıvazladıktan sonra “Aynı zamanda sevgilim” demesi ile Gobi sert bir bakış attı “Aynı zamanda kardeşin oluyor.”

Gobi beni incelerken ben Felah’a bakıyordum. Felah bu sefer “Ayza o da Atlas…” cümlesini kestim “Kim olduğunu biliyorum” sesim sertti. Beni terk etmesini unutmamıştım ve unutmayacaktım. Gobi, senin yüzünden yıllarca hasret çektim. Şimdi burada, karşımda duruyorsun ama kalbimde açtığın yaralar hala kanıyor.

“Nereden biliyorsun?” Gobi’nin soru sorması ile isteksiz bir şekilde yüzüne baktım. Bakarsam özlerdim, özlersem kızamazdım. “Araştırmıştım” dedim kestirip atmak istercesine. Tek kaşı kalkarken “Peki,” dedi uzatmak istemezcesine. Belki de onu bırakmam gerekiyordu ama geçmişim, bırakmamı istemiyordu.

Ardından Felah’a döndü yıllardır özlemini çektiğim gözleri ve sesi “Ona güvenebilir miyim? Zararlı mı?” diye sordu. Felah öksürdü ardından omzumu sıktı hafifçe “Sence ona güvenmesem kalbimi verir miydim?” biraz önceki sıcak ve özlem dolu sesinden eser yoktu. Soğuk ve sahiplenici sesi beni çepeçevre sararken Gobi de Felah’ın bu koruyucu tavrına şaşırmıştı. Gobi, bir zamanlar sen de kalbimi taşımıştın. Ama bu sefer, sana kalbimi veremem.

Yüzündeki afallamadan kurtulur kurtulmaz “O kadar seviyor musun?” diye sordu ardından “Tanışalı kaç gün oldu ki?” diye de ekledi. Felah bu sefer daha sahiplenici bir tutumla kolumdaki elini belime sardı ve “Önemli olan zaman değil zamana sığdırdıklarımızdır.” dedi. Gobi, biliyor musun? Sevgi, zamanla değil, anılarla ölçülür. Ama benim anılarım hep acı doluydu.

Gobi bu cümleden sonra bizimle ilgili bir soru sormadı. Felah gayet net konuşuyordu ve bu benim aşırı hoşuma gidiyordu. Gobi tekrar saatine baktı ardından bana döndü “Eve dönme zamanımız gelmedi mi?” diye sordu. Bir sorudan çok bir istek anlamı taşıyan cümleye karşın “Sanırım,” dedim. Ev, hasretin ve korkuların buluştuğu yer. Ama bir yandan da yeniden doğduğum yer.

Kafası salladı ardından “Beni takip et” dedi buyurgan bir tavırla. Ben Felah’tan ayrılırken Felah beni kolumdan tuttu seri bir hareketle kendisine çevirdi ardından dudakları anlımla birleşti. Bu an, benim için hem bir hüzün hem de bir umut taşıyordu. Gobi ile olan geçmişimle yüzleşirken, Felah’ın sıcaklığı içimi ısıtıyordu.

Gözlerim kapanırken “Bir şey olursa ilk bana söyle,” diye fısıldadı kulağıma. Beni aynı hızla Gobi’ye doğru çevirdi ve ona doğru iteledi. Ben Gobi’nin peşine takılırken Felah son kez “Onu sana emanet ediyorum abi. Umarım güvenimi boşa çıkarmazsın,” dedi. Gobi kafasını sallamakla yetindi. Fazlasıyla düşünceli görünüyordu. İlerlemeye başlayınca peşinden yürüdüm. Siyah marka bir arabanın önünde durdu ardından “Geç otur,” dedi sessizliği bozarak. “Peki,” dedim ve arka kapıyı açtım. Ben arka koltuğa binecekken “Öne geç” demesi üzerine sözünü ikiletmemek için hızla kapıyı kapatıp öne geçtim.

O da sürücü koltuğuna oturduğunda yolculuğumuz başlamış oldu. O yola odaklanmışken gözlerimi özlediğim yüzüne diktim. Onu görmeyeli ne kadar olmuştu, uzun zamandır saymıyordum. Ama zaman, bazen görünmez bir düşman gibi gelir; geçmişteki hatıraları canlandırırken kalbimde bir yara açar.

Ona olan bakışlarımı fark etmedi ya da görmezden geldi bilmiyorum ama takıldığımız bir kırmızı ışıkta kafasını bana çevirdi. Ne kadar yaklaşık otuz dakika boyunca ona bakmış olmama rağmen nedense o bana dönünce kızarmıştım. Bütün bu zaman içinde, onu unutmak için çabalarken, şimdi bir anda hislerim yeniden canlanıyordu.

Utandığımı görünce dudaklarında çarpık bir gülüş peyda olurken “Bir yerden tanışıyor muyuz?” diye sordu gözlerimin derinlerine bakmak istercesine bakarken. “Sanmıyorum,” derken yalana başvurdum ardından “Neden? Birine mi benzettiniz?” Bu soruya vereceğim cevap, geçmişle yüzleşmemi gerektiriyordu. Ama cesaretim yoktu.

Arkadaki arabanın bastığı korna bize yeşil ışığın yandığını hatırlatırken Gobi önüne döndü “Evet,” dedi dürüstçe “Çok eski bir arkadaşa benzettim.” benim hakkımda ne düşündüğünü merak ettiğim için “Sanırım artık konuşmuyorsunuz,” dedim sorarcasına.

Araba hafif hızlanırken direksiyonu tutan ellerindeki damarlar direksiyonu sıkmasından kaynaklı belirginleşmişti. Dikiz aynasından göz göze geldik, merakla parlayan gözlerimi görünce “Evet, konuşmuyoruz,” diye yanıtladı beni. Bu cümle, geçmişin bana nasıl bir bedel ödettirdiğini hatırlatıyordu. Ama belki de en büyük bedel, kaybettiklerimden çok, kaybetmeye mahkum olduklarımda yatıyordu.

“Simasını hala hatırladığınıza göre seviyor olmalaydınız,” diyerek bir çıkarımda daha bulundum. Bu çıkarımım üzerine araba biraz daha hızlanırken “Evet hiçbir zaman olmayan kız kardeşimdi.” Dedi diğer konuşmalarına oranla daha sert bir sesle. Kayıp bir kardeş; belki de Gobi’nin içindeki derin yarayı temsil ediyordu. Ama onun kaybı benim için farklı bir anlam taşıyordu.

Onu daha fazla kızdırmak istemediğimden cama odaklandım, akıp giden binaları izlemeye başladım. Ne kadar kolaydı bakmak, ama kimse bilmezdi bu binaların içinde gizli kalmış acıları. Gözlerim camın arkasında kaybolmuşken, içimde bir boşluk hissi büyüyordu.

İnsanların hayatlarını düşünürken yolun sonuna gelmek o kadar da uzun sürmemişti. Girdiğimiz sokaklar tanıdık gelmeye başlayınca Gobi boğazını temizledi. Bakışlarımı ona çevirirken, “Evde herkes yokluğundan dolayı acı çekiyor,” dedi. Ama bu acı benim üzerimden geçerken sanki içimi delip geçiyordu.

“Ne yaparlarsa yapsın. Evet, bir kadının şiddet görmesi de dahil, onların bu kadar üzülmesine sebep olmaman gerekiyordu,” diyerek devam etti. “Özellikle Araz’ın bir suçlu olduğunu düşünmüyorum ve her gün ağlamayı kesinlikle hak et…” cümlesinin ortasında, vücudumu saran öfkeyle onu kestim.

“Evet, tıpkı benim bunları hak etmediğim gibi.” Sesim yükseldi. “Kurunun yanında yaş da yanar demişler. Hadi o abileri yüzünden yandı, benim doğmak dışında ne suçum vardı?” Gözlerimdeki ateşin kıvılcımları, öfkemin dışa vurmasıydı. O, cevaplamak için ağzını açmışken, “Sizin kadınlara önyargılı olmanız benim yüzümden miydi? Hayır. Ama bunun cezasını çeken neden benim?” diye sordum tekrar.

Haklı olduğumu bildiği için sustu. Kısa bir sürenin ardından, “Evde kavga istemiyorum,” dedi. “Kimse bana sataşmazsa durup dururken saldırmam,” dedim. Bugün yürek yemiş olmalıydım. Ya da belki de artık umudum kalmamıştı. Umudunu kaybetmek, insanı özgürleştirir mi?

Ya delirmiştim ya da ölmekten korkmuyordum artık. Bir şeylerden umudu olmayan insan korkmazdı, ne ölümden ne yaşamdan. İçimdeki cesur kız ortaya çıkarken, Gobi kaşlarını çatmıştı.

“Kimseyi üzmeyeceksin. Özellikle Araz,” dedi, derin bir nefes alarak. “Çünkü Araz en küçük kardeşin değil mi? Ben değilim.” Bakışları yine düşünceli bir hal almışken, vardığımızı belli eden bir fren yaptı. Gobi, soruma cevap vermeden arabadan indi.

Ben hemen ardından inerek, koca evin kapısıyla bakıştık. Aşinalığın verdiği his içimde garip duygulara yer verirken, aklıma bu evden son çıkışım geldi. O gün ilk kez ölüme bu kadar yaklaşmıştım. Ve insan ancak ölümden dönünce anlıyordu, ölümün ne kadar sakin bir yer olduğunu.

Gobi kapıyı açarken acele etmedi. İlk anahtarı tahmin ettiğim gibi yanlıştı. Bir kapıyı tek seferde açabilmek, ona göre mümkün değil gibiydi. Zamanın onda değişmeyen yönler bıraktığını görmek, hafif de olsa içimde bir çiçeğin filizlenmesini sağlarken, Gobi üçüncü denemede kapıyı açabilmişti.

Ayakkabılarını çıkarmaya gerek duymadan, seri adımlarla salona geçti. Ben, ona nazaran daha küçük ve daha yavaş adımlarla salona vardım. Herkesi görmek biraz şaşırtırken, bana özlemle bakan gözler, daha da şaşırmama neden oldu.

Araz beni görür görmez ayağa kalktı, ardından koşarak yanıma geldi ve beni sımsıkı sardı. Hafif kaldırmasıyla ayaklarım yerden kesilirken, düşmemek için kollarımı boynuna sardım. “Araz’ım, prensim,” dedim hâlâ sarılırken.

“Ayza’m,” dedi, elleriyle saçımı okşarken. “Çok özledim, hiç gelmeyeceksin sandım.” Beni yere indirirken, “Ama geldim,” dedim buruk bir tebessümle. Ardından diğerlerine de döndüm. Ayhan Bey bana burukça bakarken, Bartu şevkatle bakıyordu. Onun gözlerindeki o şefkat, bana oldukça yabancıydı.

Uraz en son gördüğüm gibiydi ama kolu askıya alınmıştı. Ben ona dönünce, bana gülümsedi. Konuşmadı ama gülümsemesindeki o hoş geldini hissettim. Kayra hüzünle bakarken, yanıma gelmek istiyor ama çekiniyor gibi görünüyordu. Artık onlara yaklaşmak istemiyorum.

Bundan sonra kimse için çabalamayacaktım. Onlar benim için çabalamalıydı. Sessizlik uzarken, Ayhan Bey sonunda, “Evine hoş geldin,” dedi. “Hoş buldum,” dedim daha çekingen bir sesle.

Sessizlik uzarken herkes bir şeyler düşünüyordu. Ben ise sessizce bekledim. Aşçı gelip akşam yemeğinin hazır olduğunu söyleyene kadar kimse konuşmadı. Aşçı geldikten sonra herkes kalktı ve sırayla masaya geçtik. Bartu ile Gobi’nin ortasına geçerken, çatal kaşık sesleri sofrada yankılanmaya başlamıştı.

Yaptığım minik hesabın ardından biraz patates aldım ve yemeye başladım. Üzerimdeki bakışlar rahatsız etse de, geldiğimden beri baktıkları için alışmıştım. Ama bu alışkanlık, kalbimdeki yarayı kapatmıyordu.

Felah Günbatımı

Ayza arkasına bile bakmadan bir kez daha giderken ben sadece seyrettim. Zamanın geriye akmasını istemek kadar imkansızdı Ayza’dan kalmasını istemek. Giderken belki de bir gün geri dönecek gibi hissetmek ne büyük bir yanılsama... Ne büyük kederdir olanları sadece seyredebilmek.

Onu Atlas’a emanet etmemin ne kadar doğru olduğu elbette tartışılırdı ama başka şansım yoktu. En azından birine emanet ettiğimi bilerek gece başımı yastığıma koyduğumda daha rahat uyuyabilirdim. Ama içimdeki huzursuzluk... Acaba Atlas, Ayza’yı koruyabilir miydi?

Gidişlerinin ardından beş dakika boyunca belki geri döner diye bekledim. Her anı, her sesi, her gölgede onu arıyordum; ayak sesleri, rüzgarın sesi, hiçbir şey geri dönüşü getirmedi. Dönmeyeceğini anlayınca telefonumu çıkardım ve arkadaşımı aradım. Üçüncü çalışta açılan telefonu kulağıma götürürken “Selam Selim” dedim.

“Selam kanka,” dedi ardından “Bir sorun mu var, genelde aramazsın?” diye sordu. “Doğru tahmin” dedim eve doğru yürürken. Her adımımda Ayza’nın gidişi daha da belirginleşiyordu; içimdeki boşluk derinleşiyordu. “Sorun nedir?” diye sordu endişeli bir sesle. “Umarım mühim bir şey değildir” diye ekledi.

“Senin alanınla ilgili,” dedim ardından “Bir insan bir kişiyi unutabilir mi?” diye sordum. Selim birkaç saniye duraksadıktan sonra “Hayır, sadece bir kişiyi unutamaz. Bu imkansızlığa yakın bir şey,” diye yanıtladı. Derin bir nefes aldıktan sonra “Ama bir yılını unutabilir; hafıza kayıpları yani amnezi oldukça sık rastlanır,” diye açıklamasını sürdürdü.

“Amneziyi biraz daha açar mısın?” diye sordum. Ayza’nın bellek kaybıyla boğuştuğunu düşündüm; ne kadar zor bir şeydi bunu yaşamak. “Amnezi, genelde kafa darbesine dayalı beyindeki ilgili bölmenin hasar görmesi sonucu oluşur. Tümör, genetik faktörler gibi nedenlerden de olabilir. Bir sürü alt türü vardır elbette ama dediğin şey daha çok darbesel gibi geldi. Bir doktor değilim ama alanım gereği biliyorum bende. Şey olmuş olabilir; atıyorum yere düşer, beş yılını unutur. Bir anlatıcı -ki bu hayatında aktif bir kişidir- ona neler olduğunu anlatarak hatırlamasına yardımcı olabilir. Anlattığın üzerinden konuşuyorum, sanırım geçici bir durum değil.” Dedi ardından nefesi kesildiği için duraksadı.

“Tamamdır, anladım gibi. Peki geçmişindeki önemli bilgileri karıştırmak normal mi?” diye sordum. “Ne gibi bilgiler?” demesi üzerine “Mesela şeker hastası olduğunu düşünelim. On yaşında olduğunu anlatıyor ama on beş yaşında oldu ve bunun gibi birkaç şey daha,” dedim tam olarak Ayza’yı anlatırken. İçimde bir şeyler kaynıyordu; onu unutmamak için savaş veriyordum ama sanki tüm bu bilgiler bir gün benden de kaçacaktı.

Selim biraz mırıldandı ardından “Şimdi iki vaka aynı hastada diye düşünmem lazım sanırım. Normalde yanlış anılar sık ve normal olan şeyler. Ama hafıza kaybının yani amnezinin olduğu bir durum da bunu anlatıcıya bağlayabilirim. Anlatıcının anlattığı yanlış anılardan kaynaklı olabilir. Bu konuşmanın sonunu gerçekten merak ediyorum,” dedi. Arzu’nun Ayza’ya neler anlatabileceğini düşünürken bile içim ürpermişti.

“Çok fazla soru soruyorum ama bir şey daha sorabilir miyim?” Selim sorum üzerine güldü ardından “Bu benim işim dostum. İstediğin kadar sor,” rahat tavrı beni de rahatlatırken “Peki fiziksel ve psikolojik şiddet psikolojiyi nasıl etkiler?” diye sordum.

Selim cümleleri toparlamak için kendisine bir süre tanıdı ardından “Şiddetin seviyesine göre değişir ama genelde psikolojik destek alması gerekir. Bu genelde terapi ile sınırlıyken bazı kişiler benim gibi psikiyatrlarla da seansları olanlar var. Ben bu anlattıklarını tek bir kişi olarak baz alırsam gerçekten garip bir vaka olduğu belli,” dedi. Selim’in söylediklerini kafamda tarttım. Ayza'nın durumu bir muamma gibi kalmıştı; onun içsel savaşlarını ne kadar anlayabiliyordum ki?

Arzu Ayza’ya ne anlatmıştı?

----

Hatalarım varsa affola.

Kitap biraz daha finale bağlanmaya başladı. ELbette daha bir çok şey var. Yine de yarısından fazlasını okuduğumuzu söyleyeblirim. Gerçi siz okudunuz ben yazdım. Umarım yakında yirmi bini kutlarız. Bu konuda çok heyecanlıyım.

Yeni bölümlerden haberdar olmak ya da benimle ilteşime geçmek isterseniz;
İnstgaram: cemre_e0071
Whatsapp tan kitabımın kanalı var, aynı zamanda çeşitli pdfler de paylaşacağım. Katılırsanız sevinirim.

Bu kadardı iyi geceler.

 

Bölüm : 11.10.2024 23:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...