Hey,
Hoşgeldiniz.
Sınır;
200 Okunma
40 Oy
40 Yorum
Yaparsınız siz.
Bölüme geçelim konuşmayı en sonda yaptım.
"İyi niyet nedir? Bazen bir rüzgarın yumuşakça tenini okşayan dokunuşu; bazende sessizliğe bürünöüş bir veda, kaybolan bir iz."
Ayza Nil’den
Yemekten sonra herkes tekrar salona geçmişti. Ne kadar odaya çıkıp dinlenmek istesem bile, hepsinin günlerdir beni beklediğini bildiğimden gidememiştim. Oturduğum koltukta en az diğerleri kadar gergindim. Araz'ın “Oradayken neler yaptın?” diye sormasıyla, uzun süreli sessizlk bozmuş oldu.
Aklıma Felah gelince hüzünlensem bile bunu belli etmemeye çalıştım. “Bir şey yapmadım, ne yapayım ki? Felah’la zaten tanışıyorduk. Kaybettiğim arkadaşlarımdan,” dedim özellikle Gobi’ye dönerken. “Biriydi.”
Araz bu sefer, bir öncekine nazaran daha meraklı bir ses tonu ile, “Nasıl yani, tanışıyor muydunuz?” diye sordu. Kafamı onaylarcasına salladım. “Eski sevgilimdi,” dedim, ardından dudaklarımı dişledim. İçimden geçirdiğim anılar birden canlanmıştı; birlikte geçirdiğimiz zamanlar ve o anıların acısı, ruhumda bir ağırlık oluşturuyordu.
Gobi manidar bir bakış attı ve sonra “Geçmiş zaman eki?” diyerek cümlemdeki minik detayı sorgularcasına dile getirdi. Dişlediğim dudağımı serbest bıraktım . “Evet. Şu an sevgiliyiz.” Duruşumu biraz daha dikleştirdim kendimi daha güçlü hissetmek için.
Araz, “Ya canım ikizim. Hayırlı olsun!” diyerek kelimeleri uzata uzata söylerken buruk bir tebessüm bıraktım. Bütün bakışların odağı olsam bile, Araz dışında kimse ağzını açıp da bir şey diyememişti. O an içimde bir mücadele başladı; mutluluk ve kaygı, birbirleriyle çatışıyordu. Uraz’ın yüzündeki kıskançlık, içimdeki huzuru sarsıyordu.
Hepsinin yüzündeki şaşkınlık ve Uraz’ın yüzündeki kıskançlık, anlık içimi yumuşatsa bile hemen kendimi toparladım. Her zaman yaptığım gibi çabuk affedersem hata tekrarlanırdı. Ben bundan sonra üzülmek, ağlamak istemiyordum.
On yedi yıllık hayatımda gülmek bana haram kılınmış gibiydi. Oysa ben gülmeyi ne çok isterdim. Kendi içimdeki çatışmaları bastırmaya çalışırken zamanla barış yapmayı ve gülümsemeyi öğrenmek istiyordum. Sessizlik uzarken herkes aslında kendi içinde bir savaş veriyordu. Yavaş yavaş odalara dağılmaya başlandığında en son Uraz ve ben kalmıştık.
Bakışlarımı ilerideki tabloyu inceliyordum. Bir adam elinde bastonu ile ufka bakıyordu. Etrafı sis doluydu ve baktığı yerde boşluktu. Kaybettiği bir şeyi arıyormuşçasına bakan bu adamın kaybettiği şeyin bir duygu olduğunu düşündüm. Kendimle bağlantı kurdum, sanki benim de kaybettiğim bir şey vardı. Ama neydi bu kayıptan geriye kalan? Hayallerim mi, umutlarım mı? Bilmiyorum.
Ya da bir şeyleri boşlukta bulabileceğini sanacak kadar umutlu biriydi. "Wanderer above the Sea of Fog" (Sisler Üzerinde Dolaşan Adam), Alman ressam Caspar David Friedrich tarafından 1818 yılında yapılmış bir tablodur. “Romantik döneminin önemli bir örneği olan bu eser, yalnızlık ve doğa ile insan arasındaki derin bağlantıyı yansıtır. Tablo, izleyicilere melankolik bir his vererek insanın doğadaki yerini sorgulamasına olanak tanır. Çaresizliğin resmedilmiş haline bakarken derin düşüncelere dalmıştım. Bu tablo, ruh halimi yansıtıyordu; içimdeki melankoli, tablodaki adamla birleşiyordu.
Yanımdan gelen acı dolu inlemeyle odaklandığım şeyden aniden koptum. Uraz ayağa kalkmaya çalışıyordu ama sargıları zorlamış olmalıydı. Dişlerini sıkmış, ses çıkarmamaya çalışan hali içimi yakarken göz göze geldik. Gözlerini kaçırırken tek bir kelime etmedi.
Çırpınışlarını daha fazla izlemek istemedim, koltuktan kalktım ve yanına gittim. “Gerek yok,” dese bile umursamadan sargıda olmayan koluna girdim ve kalkmasına yardım ettim. Merdivenlere geldiğimizde “Bunu neden yapıyorsun?” diye sordu acı çekercesine.
Sesindeki acı öyle derindi ki fiziksel bir acı olmadığını anlamak kolaydı. Biliyorum, ona yardım etmek istemekle kendimi korumak arasında gidip geliyordum. Ama içimdeki merhamet, beni bir yandan itiyordu. “Yardıma ihtiyacın var,” dedim sakin bir ses tonu ile. Bunu dememle kolumdan çıktı ve duvara yaslandı. “Bunu yapma,” dedi bu sefer. “Neden?” diye sordum cevabını bile bile.
“Çünkü hak etmiyorum. Ben kötü biriyim. Senin de ihtiyacın vardı, ben in…” duraksadı, nefes alamamış gibi sağa sola baktı. Sağlam eli ile yakasını çekti. “İnanmadım! Allah kahretsin, masum olduğunu bas bas bağırıyordun, ben duyamadım. Gözlerindeki saf ifadeyi göremedim! Hiçbir şey hak etmiyorum ben.” Sona doğru titreyen sesi ile bana sırtını döndü.
Yanına iki adım attım. İçimden ona iyi bir şeyler söyleme arzusuyla yanına yaklaşıyordum, belki onun karamsarlığını dağıtabilirim diye düşündüm. Düşüncelerinin böyle olduğunu tahmin ediyordum, duyarak sağlama almıştım. Elimi omzuna koydum. “Kötüler bile iyi niyeti hak eder. Unutma, kötüleri iyi yapan şey, iyi niyettir.” Ardından tekrar koluna uzandım.
İstemediğini belli edercesine oflasa bile, hâlâ uzatmama dayanamadı ve koluna girmeme izin verdi. O an içimde bir umut belirdi. Belki de onu yeniden kazanmaya çalışıyordum. Benimle göz teması kurmaya çekindiği dakikaların ardından odasının önüne gelmiştik. Kapısını araladım ve içeri girdik. Odası darmadağındı. Yerdeki kırılmış aynanın parçalarına basmamaya özen gösterdim ve onu yatağın yanına kadar götürdüm.
Kendini yatağa atarken “Ayza,” diye mırıldandı. “Efendim,” dedim, kapanan gözlerine bakarken. Bir şeyler söylemesi için bekledim, ama kelimelerin ötesinde bir acı vardı, onu hissedebiliyordum. Fark etmiştim, yemekten beri zor ayakta durduğunu. “Canım acıyor.” Ağzından mırıltı olarak dökülen sözleri anlamak zordu. “Biliyorum, biliyorum,” dedim hüzünle.
Vücudundaki görünen hasarın iki katı kadar görünmez hasarın olduğunun farkındaydım. Odasından çıktım. Arkamdan seslense bile umursamadım. Odamdan ağrı kesici ve sürahiyi aldım ve geri yanına gittim.
Kapıyı tıklattım. Ses gelmeyince kapıyı hafifçe aralayarak içeri baktım. Bıraktığım gibi duruyordu, ama tek bir değişiklikle karşılaştım: Ti-şörtünü cam kırıklarının olduğu yere fırlatmıştı. Sırtını görünce yutkunamadım. Morluklar ve sargılardan oluşuyordu. Kendimi, ona yardım edememenin ağırlığı altında ezilmiş gibi hissediyordum; içimde bir yer, onun acısını hissetmekten kaçmak istiyordu.
Yatağın kenarındaki komodine sürahi ve ilacı bıraktıktan sonra yatağa oturdum ve omzuna dokundum. Hafifçe dürtmek isterken fazla bastırmış olmalıyım ki tıslayarak başını kaldırdı. Baygın bakışlarla bana bakarken “Ayza?” dedi, burada ne olduğumu sorgularcasına. Gözlerinde kaybolmuş bir dünya vardı; o an, ne kadar çaresiz hissettiğini anladım.
İlacı koyduğum yerden aldım ve ona uzattım. “Ağrı kesici,” dedim, açıklamamın ardından yattığı yerde dikeldi. O ilacı ağzına atarken hızla sürahideki suyu bardağa döküp ona uzattım. Suyu kafasına dikerken kızarmış gözleri minnetle bakıyordu. Onun bu hali beni parçalıyor, bir şey yapabilmek için yanıp tutuşuyorum ama elimden bir şey gelmiyor.
“Teşekkür ederim,” dedi mayışmış sesiyle. “Rica ederim,” dedim ardından yatağıma kalkmak için ayaklanırken kolumdan tuttu. Beni geri oturturken “Benimle yatar mısın?” diye sordu. Şaşkınlıkla ona dönerken “Ne?” diye sordum, yanlış duyma ihtimaline tutunarak. Onunla birlikte uyumamı mı istiyordu?
“Benimle uyur musun?” diyerek yeniledi sorusunu. Sertçe yutkunurken “Olur,” dedim. Onay bekliyor olmalı ki ben “Olur” der demez kolumdan çekiştirerek yanına çekmişti. Kollarıyla beni bir oyuncağa sarılmış gibi sararken “Her zaman kardeşimle uyumak istemiştim,” dedi iyice mayışan sesiyle. Bu anın sıcaklığı beni sararken, geçmişteki anılarımın gölgesi üstüme çöküverdi.
“Her zaman birine sarılarak yatmak istemiştim,” dedim, ben de onun gibi mayışan sesimle. Bu dediğimden sonra beni iyice sararken gözlerimi kapattım. Duygularım iç içe geçmişti; onun yanında olmanın verdiği huzurla karışık bir kaygı içindeydim.
Sabah üzerimde bir baskı hissetmemle gözlerimi araladım. Karşımda birinin göğsünü görünce başta korksam da aklıma dün gece Uraz ile birlikte uyuduğumuz gelince rahatladım. İçimi amansız bir mutluluk sararken kocaman gülümsedim. Kendime gelmeye çalışırken bu sıcaklığı hissetmek beni mutlu ediyordu, belki de hayatımda böyle bir anı daha sık yaşamalıydım.
Ben dün gece abimle uyumuştum. Bu cümle içimi yumuşacık yaparken kıkırdadım. Birden hayatımın belki de en masum anıydı bu. Kıkırdamamla Uraz’ın düzenle inip kalkan göğsü duraksadı. Ardından “Günaydın, sabah sabah neye gülüyorsun?” diye sordu, yeni uyandığı için normal sesinden daha uykulu bir tonla.
Ve ben o an karar verdim. Uraz’ı affetmiştim. Uzatmanın ve birbirimizi üzmenin bize bir faydası yoktu. Uraz, bu evde bana en çok benzeyen kişiydi. Abimdi. Affetmek, beni bir yükten kurtarıyor gibiydi; belki de birbirimize sarılmak, aramızdaki bu duygusal mesafeyi azaltacaktı.
“Günaydın abi,” ben devam edemeden o öksürmeye başladı. Endişe ile kollarından çıkacakken daha sıkı sardı ve “Abi mi?” diye sordu. Sesindeki dehşet ve heyecan, doğru karar verdiğimi söylerken. “Evet, abim değil misin? Enişte diyecek halim yok ya,” dedim gülerken.
“Kızım, şaka falan yapmıyorsun değil mi?” diye sordu heyecana karışık korku ile. “Ne şakası be abim,” dememle hızla yattığı yerde dikeldi ve “Kardeşim bana abi dedi!” diye tüm evi inletircesine bağırdı. Ayağa kalkmak istese bile yaraları izin vermedi. “Abi bir sakin ol,” kahkahalar eşliğinde Uraz’ı izlerken aniden kapının açılmasıyla kapıya döndük.
“Ne oluyor lan?” Gobi bize çatık kaşlarıyla bakarken ben daha fazla gülmeye başladım. Dağınık saçlarından yeni uyandığı belliydi. Uyku mahmuru bir halde ne yaptığımıza baktı. Anlamamış olmalı ki “Uraz, ne diye sabahın köründe borazan gibi ötüyorsun abiciğim?”
Uraz bana döndü ve kocaman sırıttı. “Abiciğim, bende artık abiyim.” Coşkulu sesi ile yüzümdeki sırıtış büyürken kapıda Kayra gözüktü. “Abi, ben artık abiyim de ne demek ya?” üzerindeki kırmızı tişörtle uykulu bakışlarıyla gözüme çok tatlı görünmüştü.
Uraz’ın gözlerindeki sevinci görünce bunu daha önce demediğim için pişman olmuştum. Uraz Kayra’ya yandan bir bakış attı. “Sus aslanım, sus,” ardından bana döndü. “Canım kız kardeşim, bir söyle bakayım, onlarda duysun.” Dudaklarımı ısırarak kahkahamı durdurdum. Tam ağzımı açmıştım ki Bartu da odaya girdi.
“Sabah sabah ne tantana bu?” Agresif tavrına göz devirirken. “Abim bugün herkesi coşkulu uyandırmak istemiş,” diyerek Uraz’ın isteğini yerine getirdim. Uraz bunun üzerine kahkaha atarken Bartu, Gobi ve Kayra aynı anda “Abin mi?” demişlerdi. Bu an, mutluluğun ve kardeşliğin değerini anlamama neden oldu. Birlikte olmanın verdiği güçle, aramızdaki bağın daha da güçlenmesine neden olacağını biliyordum.
Aynı anda demeleri komik gelirken gülmemi durdurmak için dilimi damağıma sürttüm ardından “Abim. Eniştem değil yani,” Uraz bu tavrıma göz devirirken diğerlerinin kaşları aynı anda şaşkınlıkla havalanmıştı. Uraz abim… İçimden de böyle demeliydim bundan sonra yoksa ne manası kalırdı sözlerin?
Uraz abimin eli saçlarıma giderken “Büyümüş de abisine gönderme de yaparmış.” Aniden saçlarımı karıştırmaya başlaması ile geri çekilmeye çalıştım. Tabii ki abimin kaslı kollarından kaçamadım. Bu sefer beni tuttuğu gibi yatağa yatırdı ardından gıdıklamaya başladı.
Ben kahkahalarla gülerken diğerleri bizi izliyordu. Birkaç dakika sonra bütün ev halkı Uraz’ın odasında toplanmıştı. Gülmekten karnım ağrımaya başlamışken Araz sonunda durumumu anlamış gibi “Abi kız çatlayacak gülmekten,” dedi.
Uraz beni bırakırken elimle karnımı tuttum ardından “Çok şükür,” dedim. Uraz “Karnını tutuyorsun?” diye sordu canımı yakmaktan korkarcasına. Elimi karnımdan çektim ve kocaman gülümsedim. “Farkında değildim abim,” sonunu özellikle uzatırken Uraz’ın yüzündeki gülümseme içimi ısıttı.
Odada sadece ikimiz konuşuyorduk. Başımı kapının oraya çevirdim. Araz mutlu olduğum için mutlu olmuş gibi gülümsüyordu. Abilerin gözlerinde ise kıskançlık ve özlem vardı. Özellikle Kayra’nın gözlerindeki ifade içimde bir şeylerin oynaşmasına sebep oldu. “Lütfen çabalayın,” dedim kendi içimden. “Çabalayın, bana bir adım atın. Ben bana atılan bir adıma koşacak kadar size muhtacım çünkü,”
Onlar içimdeki tartışmadan habersiz bir şekilde duruyorlardı. En son Ayhan Bey’e döndüm. Bakışlarında hiçbir şey görememe korkusuyla gözlerine baktım. Gözlerindeki imrenti ve pişmanlığı görünce rahatlasam bile belli etmedim.
“Niye bizi izliyorsunuz?” diye sordum rahatsız olmuşçasına. Rahatsız olmak yerine hoşuma gitmişti bu durum. Bana bir adım atıldığında geri çevirmeyeceğimi göstermiştim onlara. Onların yapması gerekeni görmelerini sağladığımı düşünüyordum.
Onlara soru sormamı beklemiyor olmalılar ki afalladılar. Ardından hepsi bir ağızdan konuştular ama ne dediklerini anlayamadım. “Aynı anda konuştuğunuz için hiçbir şey anlamıyorum.” Bunu demem ile hepsi sustu.
“Sesinize gelmiştik,” dedi Kayra. Bartu onu “Evet evet,” diyerek onaylarken Gobi “Birbirinizi öldürmediğinizden emin olmak istedik dedi. Bu hallerine gülecek gibi olsam bile kendimi son anda tuttum ardından “Peki,” demekle yetindim.
Odada sessizlik hâkim olurken odayı incelemeye başladım. Odanın karanlığı içimi sarhoş ediyordu. Uraz’ın siyah duvarlarla kaplı odasında otururken, içimdeki kaygılar bir yandan derinleşiyor, diğer yandan da abimin varlığıyla biraz olsun hafifliyordu. Masanın üstü dağınık bir haldeydi; masanın üzerindeki yıpranmış müzik notaları dikkatimi çekti. Birden aklıma Uraz’ın müziğe olan tutkusuyla dolup taşan bu alanın, aslında onun ruhunu yansıttığını düşündüm. O an, burada bir şeylerin eksik olduğunu hissettim.
Gözlerim, odanın karışıklığında kaybolmuş gibi dolaşırken, yerdeki kırık aynaya takıldı. Parçaları yerle bir olmuştu; her biri, belirsiz ve dağınık anılarımı yansıtıyordu. Kendi yansımamdaki dağılmış halini görmek içimi burkuyordu. Sanki içimdeki duygular da bu aynadaki gibi parça parça olmuştu. Bazen, onun yanımda olması ve onunla yaşadığım anlar içimdeki boşluğu dolduruyordu.
Pencerenin kenarındaki melankolik ışık, odanın karanlığını yavaşça aydınlatıyordu. Birden gözlerim müzik aletlerine takıldı. Yerde çalınmayı bekleyen gitar, kenarda unuttuğu keman… Her biri onun hayalleriyle dolu; ama aynı zamanda da belirsizlikler barındırıyordu. Uraz’ı düşündüm; içimde, onun melodileriyle sarılmış bir sıcaklık hissettim.
Yatağın kenarına yerleştirilmiş müzik kitapları, Uraz’ın ne kadar çalışkan olduğunu anlatıyordu. Her sayfa, onun hayal gücünün bir parçası gibiydi. O an, burada otururken, abimin hayatının melodisini dinlemek, ama aynı zamanda da kendi iç yolculuğuma çıkmak istedim. Bu odanın karmaşası, kalbimdeki karmaşayı yansıtıyordu. Uraz, benim için sadece bir kardeş değil, aynı zamanda duygularımı paylaştığım bir melodi gibiydi.
Odanın içinde kaybolmuşken, onun sıcaklığı ve müziğiyle biraz olsun rahatlayabiliyordum. Ama yine de bu karmaşanın içinde bulduğum benliğimi yeniden toparlamam gerektiğini biliyordum.
Beni kendi iç dünyamdan kurtaran bu sefer Ayhan Bey olmuştu: “Bugün halanız gelecek.” Sözü, sanki aniden patlayan bir balon gibi havada asılı kaldı. Bir halam olduğunu yeni öğrenmiş olmanın tuhaf bir ağırlığı vardı içimde. Evet, bir halam vardı ama onu hiç tanımadım; onun hayatında nasıl bir yerim olabilirdi ki? Bir kayıp parça bulmuşa benziyordu ama aynı zamanda bir sır gibi de hissediyordum.
Yalnızlığımın içindeki boşluğa birinin girecek olması, beni bir nebze heyecanlandırmıştı. Acaba nasıl biri olacaktı? Yüzü nasılydı, gülümsemesi sıcak mıydı? Bu düşünceler kafamda dönüp dururken, halamın kim olduğu ve geçmişte neler yaşadığı hakkında kafamda türlü senaryolar belirmeye başladı. Ama bu merak, sanki bir gün boyunca peşimi bırakmayacak bir bulmacaydı.
Uraz’ın odasında oturmuş, dağınık eşyaların arasında kaybolmuşken, bu belirsizlik içimde dalgalanmalara neden oluyordu. Bir yandan merakla halamı düşünürken, diğer yandan bunun hayatımda çok büyük bir değişiklik yaratıp yaratmayacağına dair kaygılarım vardı. Belki de sadece bir ziyaret olacaktı; sadece birkaç saatliğine hayatıma girip çıkacak bir yabancıydı. Ama yine de, içimde bir umut kıvılcımı yanmaya başlamıştı.
Kalbimdeki o hafif heyecan, beni rahatlatan bir melodi gibi geliyordu. Yeni bir yüz, yeni bir ses... Ama tüm bunlar, hayatımın merkezine yerleşmeyecek kadar uzaktı. Uzaklarda bir yerde, belirsizliğini koruyarak duruyordu. Belki tanıştığımızda, duygularım daha netleşecekti ama şimdilik, içimdeki merak duygusunu beslemeye devam ediyordum.
“Bizi hayatta tutan zaten umutlarımız değil miydi?” Bu düşünce, kafamda yankılanırken derin bir iç çekişle irkilmiş gibi oldum. Umut, sanki ayaklarımın altındaki yerden kaymakta olan zemin gibiydi. Düşüncelerim bir bulut gibi dağılmadan önce, halamla ilgili belirsizlikle iç içe geçmiş duygularımı tekrar gözden geçirdim.
Bir halam vardı ama onu tanımıyordum. Evet, bu durum hayal kırıklığı yaratıyor, belki de yalnızlığımı daha da derinleştiriyordu. Ama bir umut vardı, belki de onunla karşılaşmam beni biraz olsun kurtarabilirdi. “Belki tanıştığımızda, daha iyi hissederim,” diye düşündüm. Belki de ona bir şeyler anlatabilir, hayatımın bir parçasını paylaşabilirdim.
Bir yandan içimden geçen bu duygular, hayatımın sıradan akışına yeni bir boyut katıyordu. Beni tanıyan birinin varlığı, belirsizliğe karşı bir siper gibi duruyordu. Ama yine de, bu umudun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemiyordum. Hayatımda hiçbir şey kesin değildi. Duygularım arasında gidip gelirken, sanki umut, kalbimin en derin köşelerinde saklanan bir hazine gibi parlıyordu. Ama o hazineyi bulmak için önce karanlıkta yürümem gerekecekti.
Kendime sıkı sıkı sarılmak, belki de içsel huzurumu korumanın bir yoluydu. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İçimdeki umudu beslemek, belki de hayatımın yeni bir sayfasına geçmenin ilk adımı olacaktı. Uraz’ın odasında, dağınık eşyalar arasında kaybolmuşken, içimdeki bu umut kıvılcımının parlayacağını hissetmeye başladım. Belki de halam, yalnızlığımı bir nebze olsun hafifletecek bir ışık olabilirdi.
“Umarım her şey yoluna girer,” diye düşündüm. Hayatımda yeni bir döneme girmek için hazır olduğumu hissettim. Ama yine de, umudun kırılganlığı içinde kaybolmuşken, belirsizlikle yüzleşmenin beni daha güçlü kılacağını düşündüm.
“Bizi hayatta tutan umutlarımız,” dedim içimden, “Belki de en büyük gücümüz.”
---
Öncelikle bir aydır bölüm atamadığım için üzgünüm. Sınavlardan sonra kendime gelebilmem kolay olmadı.
Ayza'nın kendi kendisi ile çoğu zaman çelişmesi aşırı hoşuma giden bir şey. Bölümün başındayken hiç kimseyi affetmeyeceğini beyan ederken bir anda Uraz'a abi demesi ona ve ani kararlarına daha da gerçeklik katan bir detay oldu bence.
Bu arada URAZ'A ABİ DEDİK!.
Bölüm geç geldi ama normal bölümlerden daha uzun ve yeteri kadar tatmin edici olduğunu düşünüyorum. Sizce?
Bu arada yirmi bine özel bölüm yazdık üzerine otuz bin olduk yorumsuz.
Diğer bölümde görüşmek üzere beni özleyin?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
47.23k Okunma |
3.92k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |