Geçen bölüme çok az yorum gelmiş...
Sınır;
200 okunma
40 Yorum (önemli)
40 Oy
Bu sefer sınır dolmadan bölüm gelmeyecek normal bölümlerimize nazaran 1300 kelime daha fazla oldu iyi okumalar!!!
---
Ayhan Bey, halamızın geleceğini söyledikten sonra evde coşkulu bir hazırlık başlamıştı. Herkes kendi odasında kıyafetlerini seçmeye çalışıyor, heyecanla bir araya gelip fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Kimi ayakkabılarını deniyor, kimi saçını şekillendiriyordu. Bu anın getirdiği mutluluğun etkisiyle evin atmosferi gürültülü ve neşeliydi. Fakat en son Araz odadan çıkınca, bir anda Uraz abimle baş başa kalmıştık ve evdeki coşkunun bir parçası olmanın verdiği huzursuzluk içimi sarmaya başladı.
"Halamız kim?" diye sordum, halamın adını bile bilmemenin verdiği buruk bir hisle. İçimde yankılanan bu soru, yalnızlığımın bir başka yüzüydü. Uraz abim, yataktan kalkarken vücudunu gererek esnedi. "İsmi Gül," dedi, on yedi yıldır yabancı kaldığım bu ismi fısıldayarak. O an, adı duyduğumda içimde bir sıcaklık hissettim, ama aynı zamanda belirsizlik de vardı.
"İsmi güzelmiş," diyebildim. Kelimelerim belirsizliğin gölgesinde kaybolmuştu. İçimden, umarım halam beni severdi diye geçirdim. Eskiden, annem ve babam dışında başka bir akrabam olmasını ne çok isterdim. Çocukken düşündüğüm her aile buluşmasında, sadece özlem değil, kaybolmuş bir parça arayışının da tadını hissediyordum. Kendi içimdeki boşluğu başka bir aile üyesi ile doldurmayı arzulamak, bu özlemle birleştiğinde beni daha da derin bir yalnızlığa sürüklüyordu.
Annem, evliliğinin ardında bir kaçış olduğunu sıkça dile getirirdi; bu yüzden kimsenin bizi istemediğini söylerdi. İlkinin doğruluğu hala tartışmalıydı ama kimsenin beni istemediğini yıllar sonra doğrulamıştım. "Eskiyi anmaya gerek yok. Eski kötülükten başka hiçbir şey getirmedi," dedim kendi kendime. Bu düşünce, içimi bir nebze rahatlatsa da geride bıraktığım anılar hala ruhumu kemiriyordu. O an geçmişimle yüzleşmek zorundaydım, belki de yeni bir başlangıç için bu yüzleşmeye ihtiyacım vardı.
Abim, "Evet," dedi. Yüzündeki ifadeden bana katıldığını anlıyordum. "Kendisi de adı gibi güzel ve ılımlı bir kadın. En son Araz'ın doğum gününde gelmişti." Derin bir nefes çekerken gözlerini kapadı. "Ama neden gelmiyor ki?" diye sordum. Dolabından kıyafetlerini çıkarırken yanıtladı: "Babamla kavga etmişler. Tek bildiğim halamın haklı olduğu. Bizi çok özlediği de ya da özel günlerde gelir. Senin eve geldiğini öğrenmiş olmalı."
Gözlerimi hafifçe açarak, kaygıyla düşündüm. "Peki," diyebildim. Ayağa kalktım, "Ayhan Bey dışındaki herkesin yüzündeki heyecan özlemden olmalı," diye içimden geçirdim. "Keşke bana da şu yüzünüzdeki ifadenin onda birini gösterseydiniz." Derin bir iç çektim.
Odadan çıkmak için kapıya yöneldiğimde, abimin "Nereye?" diye sormasıyla ona döndüm. "Odama?" Sorgularcasına verdiğim cevaba karşın, kıyafet dolabının kapağını kapattı ve elindeki kıyafetlerle yanıma döndü. Bir tane tişörtü dışında her şeyi yatağına gelişi güzel fırlattı ardından yanıma geldi. Ben anlamsızca ona bakarken o tişörtü işaret etti. "Kollarını kaldırmadan bunu sana giydirmem," dedi. Şaşkınlıkla ona bakarken, kollarım komutla uydu ve havalandı. Uraz abim memnuniyetle gülümsedi, ardından tişörtü üzerime geçirdi.
Bana oldukça bol olan tişörtün kısa kolları dirseğime kadar geliyordu. Beyaz renklerin hâkim olduğu üstün üzerinde bir müzik grubunun amblemi işlenmişti. "Tam da benim tarzım," diye düşündüm. Dizlerime kadar uzanan tişörtün eteklerini kıvırdım ve eşofman altıma sıkıştırdım. Üst daha düzgün dururken, Uraz abim sadece izlemekle yetindi. Kendi görüntümde bir gariplik vardı; kendimi bulamamanın verdiği rahatsızlıkla yüzleşmeye çalışıyordum.
Kendime bakarken, "Teşekkür ederim," dedim kibar bir tavırla. O ise elini uzattı. Yüzündeki ısrarcı tavra bakarken elini tuttum. Elini tutmamla beni etrafında çevirmesi bir olmuştu. "Prensesim, çok güzel olmuş," diyerek övmeyi de ihmal etmedi. Gülümseyerek, "Abimin prensesiyim," dedim. Beni etrafımda iki tur daha döndürdükten sonra bıraktı. O an, bu küçük oyun bile içimde bir nebze mutluluk yaratmıştı.
Odadan çıkmadan önce son kez ona döndüm. "Yerdeki cam kırıklarına dikkat et. Temizlikçi neden temizlemediyse..." Ben söylenirken o onayladı. Onaylaması üzerine odasından çıktım ve kendi odama girdim. Burası artık eskisi kadar yabancı gelmiyordu. Yıllar sonra evimi bulmuş gibiydim.
"Her şey bir rüya gibi," diye düşündüm. Ilgaz, annem, Felah, Soylu ailesi... Hepsi hayatıma öyle ani girmişti ki... Sanki, geçmişte bir yerlerde gizlenmiş gerçekler, şimdi su yüzüne çıkıyordu. Her ne kadar bu aileyle ilgili karışık duygularım olsa da bir arada olmanın sıcaklığı içimi sarıyordu.
Felah'ı unutmamı ne kadar olayların işleyişinde sorgulama fırsatı bulamasam bile, kesinlikle normal bulmuyordum. Nasıl bulabilirim ki? Her şeyi hatırlıyordum ama o ve onunla ilgili her anı, yıllardır bir yerde kilitli duruyor gibiydi. "Varlığı, anahtarın kendisiydi," diye düşündüm. Her gün yeni bir an daha hatırlıyordum. Bana bizden bahsettiği günler geldi aklıma. Ona verdiğim lavantalar da vardı. Hala o lavantaları neden verdiğimi hatırlamıyordum. O lavantaların arasındaki anı, kafamda bir bulmaca gibi dönüp duruyordu.
Hayatımda bir sürü yaşanmamışlık ve bir sürü boşluk vardı. Daha fazla düşünmek istemedim. Şimdilik düşünmenin bir yararı yoktu. "Bunu daha sonra düşünürüm," dedim kendi kendime. Pencerenin kenarına gittim ve perdeyi açtım. Karanlık geride kalmıştı, aydınlık günler bizi bekliyordu. İçimde beliren umut, beni daha önce yaşamadığım bir geleceğe sürüklüyordu. Kendimi bu yeni başlangıca hazır hissediyordum
---
Saatler sonra hazırlık tamamlanmıştı. Uraz abimin de dediği gibi, uzun zamandır görüşmüyor olmalılar ki herkes heyecan içindeydi. Bartu bile takım elbisesini giymiş, yüzünde bir gülümseme ile halasını bekliyordu. Bu neşeli halini görünce içimden "Beni tanısa o da böyle olur muydu?" diye geçirdim. Heyecanlı hallerine yabancı olduğum için şaşırmıştım ama bunu belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. “Keşke, keşke ben eve geldiğimde de beni böyle coşkuyla karşılasaydınız. Keşke kalbimi kırmak yerine sarsaydınız.” Diye geçirdim içimden.
Herkesin yüzünde hafif stres ve heyecan varken, Ayhan Bey’in hüzünlü görünmesi beni düşündürdü. Gözleri, geçmişin ağır yüküyle doluydu sanki. "Hüzün, geçmişin yankısıdır," diye düşündüm, ama bunu kimseyle paylaşmadım.
Kim kardeşi gelince üzülürdü? Tabii ki Soylu erkekleri! Ben bu eve ilk geldiğimdeki davranışlarını hatırladım. Üzerinden fazla geçmediği için hatırlamak o kadar zor değildi zaten. Ayhan Bey’in kardeşi ile neden kavga ettiği hakkında herhangi bir bilgim yoktu ama yüksek ihtimalle kardeşi haklıydı. Dediğim gibi Soylu erkekleri kardeşlerinden nefret etmeyi severlerdi.
Aslıda üzülüyorlardı da. İyi davranmak istiyor ama gururlarını yenemiyorlardı. Hüzünleri, çoğu zaman gururla örtülüyordu; ama ben anlıyordum. Belki de yıllar önce yaşananlar, onun kalbinde hala bir yerlerde kanayan yaralardı. İçimde bir şeylerin karıştığını hissediyordum, ama kendimi ifade etmekte zorlanıyordum. Herkesin neşesi, Ayhan Bey'in içsel melankolisiyle çelişiyordu ve bu durum bana acı veriyordu. Ama her şey açıktı. Abilerim babalarına çekmişti.
Kurduğum cümleyi kendim bile garipserken, mutfaktan gelen enfes kokular beni oraya yöneltti. Salondaki gergin ortamdan ayrıldığım için bir nebze rahatladım. Mutfak kapısını açtığımda, her şeyin ne kadar güzel bir uyum içinde olduğunu fark ettim.
Mutfak, açık yeşil ve beyaz renklerin hâkim olduğu, huzur dolu bir atmosfer sunuyordu. Duvarlar pastel tonlarda yeşil bir boya ile kaplanmış, beyaz ahşap raflar taze baharatlar ve mutfak aletleriyle doluydu. Geniş mermer tezgâhın üzerinde, farklı boyutlarda kek kalıpları ve karıştırma kapları dikkatlice sıralanmıştı. Bir kabın içindeki kek hamuru, yumuşak ve kıvamlıydı; kokusu bile insanın içini ısıtıyordu. Diğer kabın etrafında ise un, şeker ve kabartma tozu kutuları dağınık ama bir o kadar da düzenli bir şekilde duruyordu.
Tezgâhın arka kısmında, kaynamaya hazır bir tencere yer alıyordu. Yanında, doğranmış soğan ve sarımsakların olduğu bir kesme tahtası, hazırlıkların yoğunluğunu gösteriyordu. Mutfaktaki hareketlilik, aşçıların ve yardımcıların telaşlı hallerinde kendini belli ediyordu. Bir köşede, yeşil ve beyaz seramik çömlekler taze sebzeleri ve meyveleri barındırıyordu. Parlak kırmızı domatesler, canlı yeşil biberler ve olgun meyveler, mutfağın enerjisini artırıyordu.
Mutfaktaki hafif bir müzik, tüm bu hazırlıklara eşlik ediyordu. Masanın üzerindeki oymalı beyaz örtü, kek kalıplarının etrafında dağınık bir şekilde durarak, hazırlıkların ne denli yoğun olduğunu gösteriyordu. Aşçı ve yardımcılar, aralarında samimi diyaloglarla mutfağın atmosferini daha da canlandırıyordu. “Unutma, bu kek Gül Abla için özel!” diyen bir hizmetlinin sesi, gülümsemelere yol açıyordu.
Mutfakta, herkesin yüzündeki gergin ama umut dolu ifade dikkatimi çekiyordu. Samimi ortam içine çekerken sonunda aralarından biri beni fark etti. Öksürerek diğerlerini uyarırken “Ayza Hanım bir sorun mu var?” adamın ağzından ismimin dökülmesi ile herkes susmuş ve bana dönmüştü.
İçlerinde bir tane bile kızın olmaması dikkatimi çekerken onların huzurunu bozmuşum gibi hissettiğim için rahatsızca kıpırdandım. Ardından hepsinin hala bana baktığını fark edince “Ben, yardım etmek için şey etmiştim.” Gerginliğim sesime yansırken çekingenliğimden konuşamamıştım.
Neyse ki aralarında yaşça en büyük görünen adam yanıma geldi. Evdeki herkesin erkek olması çoğu zaman gerilmeme neden oluyordu. Kırklı yaşlarının sonunda görünen adam “Anlıyorum Ayza Hanım ama hiç gerek yok.”
Yüz hatları çok yumuşaktı ve çok tatlı bakıyordu. Mavi gözleri yaşlılığa giriş evresinde onda parıldayan tek şeydi. Sağ elimde sol elimdeki parmaklarımla uğraşmaya başladım. Bu nedensizce bana huzur veriyordu “Onlara ellerimle bir şeyler yapmak istiyorum. Biliyorum huzurunuzu kaçırdım ama şurada köşede sessizce işimi hallederim ben, Efendim.”
Benden birkaç santim uzun olan adam bu sefer bana dudağında bir gülümseme ile baktı “Öncelikle ben sizin altınızım bana Efendim, diye hitap etmenize gerek yok. Burada huzuru kaçırdığınızı da düşünmeyin sadece yıllardır yalnız çalışmaya alıştık bizde. Ama siz lütfederseniz tabi ki! Ne yapmayı arzu edersin?” diye sordu.
Rahatsız olduğumu belli edercesine baktım ardından “Benden yaşça büyük birinin benim altımda olması mümkün değildir Efendim. Resmiyet kalkarsa çift taraflı kalkar. Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz, beni asistanınız olarak düşünün,” dedim kibar bir ses tonu ile.
Adam bir süre düşündü ardından “Peki kızım, ben Ahmet. Sen sarma sarmayı bilir misin?” Gözlerimin parladığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. “Elbette Ahmet Amca! Sen bana saracağım yeri göster hemen başlayayım,” coşkulu sesimle o da gülümserken diğer çalışanlarda işlerine dönmüştü.
Konuşmasalar bile yüzlerinde olan gülümseme bundan memnun olduklarını açıklıyordu. Ahmet Amca bana asma yapraklarının olduğu yeri gösterdiğinde büyük bir keyifle işimi yapmaya başladım.
Yaklaşık yarım saat sonra sarma işi bitmişti. Ne kadar bütün aşamalarını ben yapmak istesem bile Araz halamızın gelmek üzere olduğunu söyleyince elimi yıkamış, eşofman tişörtle kapıda dikilmiştim.
Herkesin üzerinde resmi kıyafetler varken üzerimdekiler beni sorgulatsa bile “En fazla ne olabilir?” düşüncesi ile değiştirme zahmetinde bulunmamıştım. Tabii ki bunda üşenmem de bir etkendi ama olsun.
Kapı çaldığında herkes nefesini tuttu. Evin en küçüğü olarak Araz kapıyı açtı ve kapı tam olarak açılmadan hızla halasına sarıldı. Öyle sıkı sarmıştı ki kadını görmemiz mümkün değildi.
Atlas “Aslanım halamızı öldürmeye mi çalışıyorsun bir çekil de içeri girsin.” Demesi ile halamızın sesini duydum “Atlas! Oğlum sende mi geldin?” sesin bu kadar tanıdık olması ile ben kaskatı kesilirken Araz geri çekilmişti.
Gördüğüm sima ile nefes alamadım. Bu o günkü kadındı. Bana yardım eden dükkânın sahibi. Bir şey diyemedim. Herkes hoş geldin derken ben Uraz abimin yanına sığındım. Halamız herkese tek tek sarıldığında “Ee, benim yeğenim nerede?” diye sordu.
Uraz abim yana kaydığında ise halamla göz göze geldim “Ayza!” dedi şaşkınlıkla ardından yanıma geldi “Kızım iyi misin? Aniden gidince çok endişelendik,” demesi üzerine “Daha önce tanışıyor muydunuz?” “Nasıl ya?” gibi sorular havada uçuştu.
Gerçeği söylemekten utandığım için “Buraya geldiğimde yolu birine danışmam gerekmişti,” dedim. Doğru sayılırdı ama eksik. Ondan yemek istemiştim. Halam bana yandan bir bakış atsa da beni bozmamıştı.
İçeri geçecektik ki halam “Benim oğlum hala niye gelmedi ki?” dedi ve hızla evden çıktı. Yaklaşık iki dakika sonra yanında Hakan’ı görmem ile bunun nasıl bir denk geliş olduğunu anlayamamıştım.
Beni görünce “Ayza!?” dedi o da aynı annesinin yaptığı gibi. Elimi hafifçe sallarken “Hakan!” dedim onun gibi. Diğerleri yine “Daha önce tanışıyor muydunuz?” diye şaşırırken “Tekirdağ’dan Kocaeline ışınlanmadım beni Hakan getirdi.”
Hakan bana yandan bir bakış attı ardından “Evet, otostop çekmişti.”
Bir Ay Önce
Arkada iki araba daha görmemle hızla en öndeki arabanın önüne atladım. Adam durmazsa Arzu'nun adamları ben öldürürdü ki beni görmüş hızlarını artırmışlardı bile. Keskin bir fren sesi kulaklarımı doldurdu sonra ileri doğru düştüm. Arabanın sert etkisi kemiklerimde darbe etkisi yaratmıştı. Acıyla inlerken arabanın durduğunu fark ettim.
Araba çarpmıştı ama en azından durmuştu. Adam arabadan indi ve kolumdan tutup beni kaldırdı "Sen ne yapıyorsun delirdin mi kızım?" Benim yaşlarımda bir çocuktu. Kolumu tutan elinden kurtuldum ve hızla arabasına bindim, ben yolcu koltuğuna o da sürücü koltuğuna bindi.
Arkadaki arabanın silah çekmesiyle bağırdım "Gaza bas geri zekâlı!" o da arkadaki arabayı görmüş olmalı ki hızla gaz bastı. Gerilim dolu birkaç dakika sonra arabaları atlatmıştık. Çocuk bana döndü “İnmeye ne dersin?” sertçe yutkundum. Elim botuma giderken bıçağı aldığım gibi boynuna yakın bir yere konumlandırdım.
“Bak çocuk bunu yapmak istemezdim gerçekten ama o arabaların amacı beni yakalamak değil öldürmek anlıyorsun değil mi?” hızlı hızlı başını sallarken devam ettim “Beni Kocaeli’ne götüreceksin. Yoksa sabah ailene önce ölüm haberin ardından leşin gider!”
Çocuk bana nefret dolu bakışlar atarak arabayı sürmeye devam ederken bıçağı belime yerleştirdim. “Bak ben ölmek istemiyorum. Ölmemek için gerekirse başkasını öldürürüm” sakinleşmesi için söylediğim sözler onu iyice tedirgin ederken.
“Hadi ama iki saat boyunca böyle sessiz mi olacağız? Benim adım Ayza” onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Yoksa ya bayılacaktı ya da kaza yapacaktım. Birkaç saniye sessizlik olsa da “Bende Hakan” dedi.
---
Eskiyi hatırladığım için yüzümde buruk bir gülümseme oluşmuştu. Kimse kurcalamadı ve içeri geçtik. Oturduğumuz da Ayhan Bey ile Gül halamın arasındaki gerginlik bütün havayı germişti.
Abiler ve Araz ise hala taze bir heyecanla halalarına bakıyorlardı. Hakan’da benim gibi sıkılmış olmalı ki “E Ayza nasılsın? Mutluluğu burada bulabildin mi?” Bana halimi sorması ile gülümsedim. Biri benim halimi merak edeli yıllar olmuştu...
Gözlerimdeki kırgınlığı saklayamadım. Atlas her hareketimi dikkatle izlediği için bunu da fark etmişti. Şaşkınlıkla kaşları havalanırken bakışlarımı ondan kaçırdım ve geri Hakan’a yönelttim “Mutluluk... Benim bulabileceğim kadar yakında değil. Hem bir şeyi bulmak için önce kaybetmek gerekmez mi?” ben hiç sevilmemiştim.
Hakan imamı anladığı için sustu. Bir şey diyemedi ama ne diyebilirdi ki. Bazı acıları anlatmaya kelimeler yetmezdi. Benimki de öyleydi işte. Ne kadar yazsan da asla anlatamazdın bazı hisleri.
“E sen nasılsın görüşmeyeli?” diye ben ona sordum bu sefer sessizliğin uğultusu kulaklarımı doldurmadan. O da benim gibi gülümsedi “İyiyim, uzun zamandır olmadığım kadar.” “Ne güzel!” diye karşılık verdim hiç beklemeden.
En azından bu dünyada hala birileri mutluluğu bulabiliyordu.
Benim Hakan ile konuşmaya başlamamın üzerine diğerleri de açılmış ve konuşmaya başlamıştı. Samimi bir sohbet etrafı sararken gülümsemeyen tek kişi Ayhan Bey’di. “E Ayza okulun nasıl gidiyor?” Gül halamın sorusu ile ona döndüm. “İyi gidiyor halam. Biraz fazla devamsızlık yapmak zorunda kaldım şu son olaylar yüzünden. Şu an on birinci sınıfım.”
Halam bana gülümsedi ardından “En sevdiğin ders ne bakalım balım?” Hiç düşünme ihtiyacı hissetmedim "Matematik." Çoğu kişi sevmediği için midir bilmem çocukluğumdan beri bu derse yatkınlığım vardı.
Halam gururla bana baktı "Aferim benim akıllı kızıma. Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" Bu soru en son bana sorulduğundan beri düşünmüştüm ve sonunda kararımı vermiştim. Herkesin yine cevabımı beklediğini görünce “Öğretmen,” dedim. “Anasınıfı öğretmeni.”
Çocuklara öğretmek istiyordum. Nasıl sevilir? Halam onaylarken Bartu beni şaşırtarak konuşmaya dahil oldu “Gittiğin liseyi biliyorum girmesi gerçekten çok zor ve çaba gerektiren bir okul. Zeki bir kız olduğun belli. Kendini bu kadar kolay bir meslekle harcamış olmaz mısın?”
Hızla kafamı iki yana salladım. Bunca yıl en iyisi olmaya zorlanmıştım ve her zaman Bartu’nun dediği düşünce yapısına maruz kalmıştım. Ben potansiyelimin en üst seviyesinde olmak istemiyordum ki. “Ben beni mutlu etmeyecek bir işte çalışmak istemiyorum. Diğer meslekler bu isteğimi karşılamıyor.” Bartu hafifçe kafasını salladı “Aslın-“ Bartu’yu bölen telefon sesi bütün odayı doldururken halam ayaklandı.
Elindeki telefonu açtığında herkes susmuştu. “Alo,” ile başlayan konuşma devam etti. Halamın yüzündeki ifade pek hayra alamet olmasa da telefon kapanana kadar kimse ağzını açıp bir kelime etmemişti.
Halam “Tamam hemen geliyoruz.” Diyerek telefonu kapattığında Uraz abim “Hayrola hala?” diye sordu. Halam ise acele bir şekilde eşyalarını çantasına koyarken “Kocam aradı dükkan da hırsızlık olmuş gitmemiz lazım.”
Hakan komutu almış gibi ayağa dikildi. Ayhan Bey bütün geceki sessizliğini bozarak “Yemeği bekleseydiniz keşke.” Ayhan Beyin bu sözüne karşı halam “İş beklemez sağlıcakla!” dedi ve bize görüşürüz bile demeden acele ile aramızdan ayrıldı.
Bir süre herkes afallamış bir şekilde halamın az önce oturduğu yere baktı. Hırsızlık olayı yaşandığı için bu kadar hızlı ayrılmaları beklenmedikti. “O kadar yemek için uğraşmıştık,” diye mırıldandım. Gobi beni duymuş gibi kafasını kaldırıp bana bakarken hiçbir şey dememiş gibi davrandım.
O geri öne döndüğünde yine sessizlik uzadı. Abim sıkılmış olmalı ki “Ben meslek seçimini takdir ediyorum kızım,” dedi. Konu açmaya çalıştığı belliydi, devam etti “Bana da mimar olmam gerektiği söylenirdi bak müzikal okuyorum ve mutluyum!”
Coşkulu sesine tebessümle karşılık verdim “Aslında doktor olmak isterdim. Lakin zaman geçtikçe hastane ortamının bana göre olmadığına karar verdim. Çocukları gerçekten çok seviyorum ve onlara yardım edebilmek onlarla zaman geçirebilmek bana gerçekten çok iyi gelecek.”
Abim yüzümdeki gülümsemeye bakarken “Yüzündeki gülüşten belli abisinin gülü.” Dediğinde donup kalmıştım.
Abisinin gülü mü?
Abisinin gülü…
Her zaman bir abim olmasını isterdim.
Ben abimin gülü olmuştum.
Gözlerim hafifçe dolarken hızla sildim. “Evet abilerin bir tanesi!” diye coşkuyla cevapladım onu. Kayra’nın kıskanç bakışlarını üzerimizde hissetsem de ona dönmedim. Konuşma devam edecekti ki—muhtemelen Uraz beni yanına çekecek ve sevgiye boğacaktı--- şefin gelip sofranın hazır olduğunu söylemesi ile masaya geçtik
Bir yanıma Araz, diğer yanıma ise Uraz abim oturmuştu. Atlas yani Gobi tam karşıma oturduğunda gerildiğimi hissettim.
O bana her kötü laf ettiğinde içimde bir yerlerde o kız çocuğunun umutları azalıyordu. Hatırlasa, bilse böyle davranmazdı biliyorum. Ama yine de ağzımı açıp gerçekleri söyleyemiyorum.
Herkes yemekleri büyük bir iştahla yerken şefler sarmaları getirdiğinde tedirginlikle kıpırdandım. Umarım beğenirlerdi. Kayra’nın gözleri sarmaları görünce resmen parlamıştı “A, sarma mı yaptınız?” dedi sevinçle ardından çatalını eline aldığı gibi hızla ağzına attı.
Ben beklenti ile ona bakarken o gözlerini kapattı ve birkaç şey mırıldandı ardından “Bu harika!” deyip hızlı hızlı yemeye başladı. Uraz abim Kayra’nın bu haline göz devirirken “Her şeyi abartmakta ustasın Kayra,” dedi.
Kayra abisini aldırmadan yemeğe devam edince diğerleri de merakla sarmadan yediler. Uraz abim yedikten sonra “Kayra ilk defa haklı çıktın aferin lan!” diyerek tepki verince kıkırtıma engel olamadım.
Ardından Araz ve Bartu’dan da beğendiklerini belli eden mırıldanmalar yükselmişti. Ayhan Bey siz kalırken Atlas pür dikkat sarmalara bakıyordu. Aniden bakışları bana yükseldi “Sen neden yemiyorsun?” diye sorması ile gerildiğimi hissettim.
Ben sarma yemezdim.
Ben sarma yiyemezdim ki.
Araz ve Uraz abimde merak etmiş olmalılar ki bana dönmüşlerdi. “Sevmiyorum.” Ardından gözlerimi kaçırdım. Bakışları öyle deliciydi ki... Atlas ise artık aklına ne takıldıysa şefi çağırdı. Şef ona baktığımı görünce bana belli belirsiz bir gülümseme gönderip Atlas’a döndü.
“Buyurun efendim, bir sorun mu vardı?” Atlas karşısındaki adamın kibar üslubuna karşın “Bu sarmaları kim yaptı?” diye kaba bir tutum sergilediğinde oturduğum sandalyeye biraz daha tutundum. Kimse kötü dememişti ama yine de ya beğenmemişlerse?
Şef “Aslında, sarmaları Ayza yaptı.” Dediğinde herkes şaşkınlıkla bana bakarken Atlas sinirle burnundan soludu. Şefe gitmesini işaret etti. Şef odadan çıkar çıkmaz hiddetli bakışlarını bana yöneltti.
Gözlerini gözlerimden ayırmazken “Kimse sarmalara dokunmasın!” diye bağırdı. Herkes duraksarken ben oturduğum yere biraz daha sinmiştim. Hakan evdekilerin bana nasıl davrandığını bilmediği için “Ne oldu abi?” diye sordu.
Atlas ona bir cevap vermezken sandalyesinden kalktı. Hiddetli ve hızlı kalkışı ile sandalye devrilirken o tok ses kulaklarımda yankılandı. Yanıma doğru geldiğinde ellerim titremeye başlamıştı.
“Söyle ne koydun sarmanın içine!?” ben ne olduğunu anlayamadan kolumdan tutmuş ve yüzünü yüzüme yaklaştırmıştı. “B-ben...” yaşadığım şoktan dolayı konuşamazken o devam etti “Söylesene ne koydun!?” Bana bağırıyordu.
Bana bağırıyordu.
Bana bağırıyordu.
Gobi bana bağırıyordu.
Hayır, Atlas bana bağırıyordu.
Titremelerim artarken yine bir şey diyemedim. Atlas beni sandalyeden kaldırıp köşeye doğru çekiştirdiğinde Uraz abim kendine gelmiş gibi “Abi ne yapıyorsun?” diye sorup yanımıza geldi.
Atlas kolumu bırakmadan kardeşine döndü “Uraz, Allah bilir yemeğe ne koydu! Kim bilir bizi neyle zehirleyecek? Hemen hastaneyi arayın!” Dudaklarından dökülen kelimeler yüzüme tokat gibi çarparken Atlas’ın yüzüne dikkatle baktım.
Kahverengi gözlerine, sinirden kızarmış suratına, yine sinirden belirginleşen boğazındaki damarlara... Bu halde Gobi’den çok anneme benziyordu. Aklıma annemin gelmesi ile buz gibi oldum.
Herhangi bir tepki veremezken bu sefer Kayra “Abi ne saçmalıyorsun? Küçücük kızın sana bana ne zararı olabilir Allah aşkına bırak Ayza’yı!” Çabaları içimde bir yerleri canlandırırken titremelerim hafiflemişti.
Atlas “Siz buna karışmayın ve hastaneyi arayın!” derken Bartu “Atlas abim haklı.” Diyerek onu savundu. “Nil’e hiçbir zaman güvenilmez,” Bartu’nun bana diğer adım ile seslenmesi ile “Benim adım Ayza. O pis dilinde diğer ismimi kirletemezsin!” diye bir tepki verdim.
Bartu anlık afallasa bile sonra sinirle yanıma geldi ve “Sen kime pis diyorsun kızım! Biz olmasak şu an sokaklarda sürünürdün ya da toprağın altında olurdun!” diye bağırması ile neye uğradığımı şaşırdım.
Atlas’da bu kadarını beklemiyor olacak ki kolumu tutan eli gevşemişti. Hızla elinden kurtulduğumda sarmaların yanına gittim ve ağzıma attım. Atlas’a döndüm. “Kıyma,” bir tane daha sarma attım. “Bulgur, tuz, karabiber, pul biber, yağ...” sıralamaya devam ederken ağzıma sarmaları atıyordum.
Tadı midemi bulandırmaya başlarken aklıma eski zamanlar geliyordu. Uraz abim daha fazla bu görüntüye dayanamamış olacak ki yanıma geldi ve elimdeki tabağa uzandı. Elektirik çarpmış gibi geri çekilirken elimdeki tabak yere düşmüş ve paramparça olmuştu.
Uraz abim “Abiciğim yapma böyle...” diyip bana yanaştığında “Dokunma!” diye bağırdım. “Dokunmayın bana!” Uraz abim hızla geri çekilirken ben Atlas’ın karşısına geçtim. “Siz benimde ailemsiniz! Ben ne sana ne abilerime ne de Araz’a zarar vermem!” Atlas bir iki adım gerilerken üzerine yürüdüm “Sen bana bunu nasıl yaparsın ya!?”
“Sen. Bunca zaman bana çektirdiğin acılar yeteri kadar can yakarken üzerine daha neden kanatırsın Atlas!” titreyen ellerim, dolan gözlerim ile nasıl göründüğümü bilmiyordum ama Atlas, farklı bakıyordu. “Ben sana daha önce ne yaptım? Biz tanışmıyoruz bile!” kafası karışmıştı belliydi.
Bir adım daha attım ve aramızda bir adım kaldı “Ne yaptın söyleyeyim mi? Geldin bana umut verdin. Bir kız çocuğunu yaşaması için hayata bağladıktan sonra onu ortada bırakıp gittin!” elimle göğsüne vururken “Çocuktum! Beni bırakıp gittiğinde daha çocuktum!” Atlas’ın bakışları tamamen değişirken.
“BANA BENİ UNUTMA DEDİN AMA BENİ UNUTAN SEN OLDUN GOBİ!” diye bağırdım ardından arkama bile bakmadan hızla odadan çıktım. Dış kapıya doğru koşarken arkamdan “Nil!” diye bağırdığını duysam da durmadım.
---
Bölüm sonu.
Arkadaşlar biliyorsunuz güncelleme geldi ben bu güncellemeyi çok istemiştim o popüler kitaplar için. Sıralamaya giririz diye düşünmüştüm giremedik...
O yüzden yalan söylemeyeceğim üzüldüm.
Bu sefer bölüm 3300 kelime oldu normalde 2000 kelime oluyor o yüzden lütfen sınırı doldurun dolduramazsanız bölüm gelmez 💞
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
49.61k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |