Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm: Kanayan Morluklar

@balleydii

Tekrardan Merhabalar!

 

 

Bölüm Düzenlenmiştir.

 

 

Bölüm Şarkısı: Resimdeki Gözyaşları

 

 

Bölüm Görseli:

 

 

İnsan topluluğunun içinde bile yalnız kalanlara;

 

İnsan topluluğunun içinde bile yalnız kalanlara;

 

 

 

 

Saatlerce odadan çıkmadım ve bundan sonra ne yapacağımı düşündüm. Kafam o kadar karmaşıktı ki ne yapacağım hakkında en küçük bir fikrim yoktu. Ben bu yaşadıklarımı hak etmemiştim.

 

 

Hiçbir şeyi hak etmemiştim. Annemden nefret ediyorum ve onu seviyorum. Birinden hem nefret etmek hem de sevmek yük olurmuş insana. Kendi çelişkilerim içerisinde boğulacakmış gibi olunca daha fazla oturmak istemedim. Odadan çıkarken aklıma üst kattaki odalar gelmişti.

 

 

Vakit geçirmek ve rahatlamak için gitar çalmalıydım. Kendimi huzurlu hissettiğim nadir anlardan biriydi gitar çaldığım anlar. Çaldığım şarkı ise benim cezamdı. Her zaman aynı şarkıyı çalıyordum çünkü.

 

 

Tedirgin bir şekilde üst kata çıktım. Kimsenin beni görmemesini istiyordum. Her zaman kavga etmekte psikolojik olarak çok yoruyordu beni. Ne kadar belli etmesem bile beni kabul etmemeleri ağırıma gidiyordu.

 

 

Beni kabul etmeme sebepleri ise çok gülünçtü. Annemin adamı olduğumu düşünüyorlardı. Annem onlara da çok çektirmiş olmalıydı. Acaba onlara da hiç şiddet uygulamış mıydı? Kimsenin aklına benim de kötü bir hayat yaşayabileceğim gelmiyordu.

 

 

Araz anlamıştı beni en azından. Gerçi ne kadar kabul etmesem bile yaralarımız aynı olmasaydı o da abileri gibi davranacaktı. Annemin en büyük darbeyi Ayhan Bey'e vurmuş olmalıydı ki evlatlarını ön yargı ile büyütmüştü Ayhan Bey.

 

 

Daha fazla düşünürsem daha fazla batacağımı bildiğim için düşünmeyi bir kenara bıraktım ve yavaşça merdivenleri tırmandım. Çıkarken o kadar sessizdim ki aniden biri karşıma çıksa benim burada olduğumu fark etmesi biraz zaman alırdı.

 

 

Üçüncü kata geldiğimde sakin bir tutumla hangisinin müzik odası olduğunu anlamaya çalıştım. Üzerinde kitap deseni olan kütüphane olmalıydı. Yanındaki odanın kapısındaki nota desenleri ile aradığım yerin orası olduğunu anlamıştım.

 

 

Kapıyı açmak için elim kulpuna uzanırken aniden kapının açılması ile dengemi kaybettim ve öne doğru sendeledim. Bana şaşkınca bakan kahveler refleksle öne atıldı ve beni tuttu. Dizinin üzerine çöktüğü için tam olarak omuzlarına gelmiştim. Elleriyle düşmemem için bacaklarımı tutarken bulunduğumuz durum acınasıydı.

 

 

Elleri ile bacağımın arkasındaki yaralara baskı yaptığı için acıyla inledim. Araz'ın yaptığı pansuman açılmış olmalıydı çünkü bacağımda bir sıcaklık hissettim. Bacağımı görmemesi için acele ile geri çekilmeye çalışırken elleri bacaklarımda olduğu için dengemi iyice kaybettim ve kendimi Uraz'ın kucağında buldum.

 

 

Sırtımı vurmam ile kasılıp kalırken bana şaşkınlık ve şokla bakıyordu. Kolları arasında odun gibi dururken bakışmamız bir an olsun kesilmemişti. Sonunda bana şaşkınlıkla bakam gözlerinde nefret kol gezmeye başlayınca gözlerimi kaçırdım ve "Özür dilerim" dedim.

 

 

Sırtımdaki ağrı göz yumulur bir seviyeye gelene kadar kucağında kalmıştım. Utançtan kızaran yanaklarıma ve ağrıdan terleyen yüzümde gezindi, bakışlarındaki nefret geri planda kalmıştı daha çok merakla bakıyordu.

 

 

"Dün düştüğünde de böyle terlemiştin. Canın gerçekten yanıyor olmalı ama düşmene izin vermedim bile" sesi gerçekten düşünceliydi "Canını bu kadar yakan ne?" Sorusu ile irkilmişçesine hızla geri çekildim.

 

 

Bu sefer düşmeden ayağa kalktım ve "Yok, canım falan yanmıyor" dedim sert bir şekilde. O da ayağa kalktı ve aceleci olmayan bir tavırla beni süzdü. Bakışları bana rahatsızlık vermezken o neyim olduğunu anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu.

 

 

Herhangi bir şey anlamasını istemediğim için omuzlarımı dikleştirdim ve "Bir şeyim yok. Buraya gelmeden önce bir avuç serserinin saldırısına uğramıştım. Vücudumdaki morluklar sızlıyor" diyerek aklıma gelen ilk yalanı söylemiş oldum.

 

 

Yalan sayılmazdı aslında. Orada beni gerçekten güzel benzetmişlerdi. Yine de onlardan kaynaklanan bir morluk yerine onların açtığı kesiklerden bahsetmek daha doğru olurdu. Karar verememişçesine bana baktı kendimden ödün vermeyen tavrım onu ikna etmiş olmalı ki bakışlarındaki merhamet duygusu hızla söndü.

 

 

Bakışları eskisi gibiydi: saf öfke ve saf nefret. Tanımadığı tanımak istemediği birine karşı nasıl bu kadar öfkeli olduğunu anlayamıyordum. Ben onlara bir şans tanıdıysam onlar da bana tanımalıydı.

 

 

Benden kat kat kötü bir hayat yaşamış olmalılar, diye düşündüm. Bunun başka bir açıklaması yoktu çünkü. Bana yapılan şiddeti ikiye katlamak gerekirdi k bu da ölümdü. Acaba aralarından biri ölmüş müydü?

 

 

Uraz içeri geçmem için bir adım yana çekildiğinde müzik odasına tamamen giriş yapmış oldum. Rengarenk göz kamaştıran duvarlar yüzümü buruştururken odanın tahmin ettiğimden de büyük olduğunu fark ettim.

 

 

İçeri doğru ilerledikçe büyülenmeden edemiyordum. Burada neredeyse bütün müzik aletleri vardı. 1950 yılından kalan antika parça gitarı görünce diğer şeylerin benim için bir önemi kalmamıştı. Ellerimle gitara dokunacaktım ki bu fikirden vazgeçtim.

 

 

Bu gitar gerçekten efsane idi ve sahibinin ona dokunmama izin vereceğini düşünmüyordum. "Bu bir Gibson Les Paul" diye mırıldandım büyülenmiş sesim ile. Arkamdaki kapının kapanması ile tırsarak arkama döndüm.

 

 

Uraz içeri girmiş bana ve gitara bakıyordu ardından "Evet o bir Gibson. İsmini tam bilen nadir kişilerdensin" dedi taktir edercesine. Omuzlarımı silktim ve gitarın büyüsünden uzaklaşmak için Uraz'a döndüm "Neden geldin? Benimle aynı ortamda bulunmaktan rahatsızlık duyduğunu düşünüyorum"

 

 

Sorun karşısında biraz önce benim yaptığım gibi omuz silkti ardından "Burada kaç ev parası edecek bir gitar ile seni yalnız bırakacağımı sana düşündüren nedir?" diye soruma soru ile cevap verdi. Dudaklarından dökülen kelimeler ne kadar kalbimde çatlaklar oluştursa bile bu darbeler ölümcül değildi.

 

 

"Haklısın" diye mırıldandım ardından diğer gitarlara odaklandım. Gözüm ise durmadan Gibson'a kayıyordu. Bu hâkim olamadığım bir dürtü ile oluyordu. Diğer gitarlar Gibson kadar marka olmasa bile benim normal imkanlarımın çok çok üstündeydi.

 

 

Elim Akustik bir gitara gitti. Onu diğer gitarlardan ayıran şey siyah rengiydi. İzin almak için Uraz'a döndüm. Bütün dikkati ile bana bakıyordu "Gitarı alabilir miyim?" konuşmadığım dakikalardan kaynaklı sesim pürüzlü çıkmıştı.

 

 

Boğazımı temizledim ve sorumu tekrarladım "Akustik gitarı alabilir miyim?" birkaç saniye düşündü ardından kafasını salladı. Bana bakarken kini öncelikli durumdaydı ama merakını da engelleyemiyordu.

 

 

Ben mest olmuş bir şekilde gitarı aldım. Müziğin benim için anlamı çok farklıydı. Özellikle gitarların beni etki alanlarına almaları gibi bir ekstraları bile vardı. Sakin ve yavaş hareketlerle gitarı aldım ve Uraz'ın oturduğu gibi bir pufun üzerine ya da sandalyeye oturmak yerine kendimi soğuk mermere bıraktım.

 

 

Soğuk ürpertirken hafif açılmış yaralarıma şifa gibi geliyordu. Hissettiğim zevkle gözlerimi kapattım ve birkaç saniye bekledim. Hayat benim için buydu. En mutlu olduğum değil tek mutlu olduğum anlardı. Müzik ruhumun gıdası değildi, müzik benim ruhumdu.

 

 

Sonra gözlerimi açma zahmetine bile girmeden parmaklarım tellerde gezindi usulca. Tellerin elimde bıraktığı histen çıkan tıngırtılara kadar her şeyi özlemiştim. Akordu yapılı olduğu için kendimi şanslı buldum.

 

 

Bir süre anlamsızca çaldım. Kulağa melodik bir tını bırakıyordum. Dudaklarım kıvrılırken parmaklarım ezbere bildiğim notaları çalmaya başladı. Tek mutlu olduğum anın uzunluğu bu kadar kısaydı işte.

 

 

Sözlere gireceğim zaman gözlerim açıldı. Önümü bile göremiyordum aslında ama bu bir yanılgıydı.

 

 

"El bebek, gül bebek

 

Kan bebek, öl bebek

 

Sus bebek, öl bebek

 

Öl bebek, sıcak bir havada"

 

 

Mermerin yaydığı soğukluk içimi bir nebze olsun rahatlatırken sesimin titrememesi için uğraşıyordum.

 

 

"El bebek, gül bebek

 

Kan bebek, öl bebek

 

Sus bebek, öl bebek

 

Öl bebek, hiç yaşamamışken"

 

 

Hiç yaşamamış bir bebek hiç yaşamadan ölmeye mahkûm edilmiş bir bebek. Gülmenin bile yasak olduğu bebek...

 

 

"El bebek, gül bebek

 

Kan bebek, öl bebek

 

Sus bebek, öl bebek

 

Öl bebek, hak ettiğin gibi"

 

 

Neden en çok yaşamayı hak edenler ölürlerdi?

 

 

"El bebek, gül bebek

 

Kan bebek, öl bebek

 

Sus bebek, öl bebek"

 

 

Son dizeyi söylemek için dudaklarımı kıpırdattım ama sözcükler çıkmadı. Dilime pranga vurulmuş gibi sessizliğe mahkûm edildim. Lal oldum tekrar ve şarkı bir daha tamamlanmadı.

 

 

Sol gözümden bir yaş aktı ve sağ gözümden akan iki yaş ona eşlik etti. Eskisi gibi.

 

 

"Garip bir şarkı, senin için bile" Uraz'ın sesi ile hızla gözlerimi açtım ve ona baktım. Onun burada olduğu aklımın ucuna bile gelmemişti. O kadar sessizdi ki o konuşmadan burada olduğunu anlayamazdınız.

 

 

Hissettiğim tanıdıklık hissi ile ürperdim. Aynı benim gibi. Sessiz olmak istememiş, sessiz olmak zorunda bırakılmış. Kanımın donduğunu hissettim. Afallamış tavrımı fark etmişti ama ne olduğunu anlamamış olmalı ki anlamsızca bana bakıyordu.

 

 

Aniden üşüdüğümü hissettim ve ayağa kalktım. Oturmak yerine sırtımı duvara yaslamayı tercih ettim "Benim şarkım. Evet, biraz gariptir" dedim sakince. Bazı farkındalıkların verdiği sakinlik vardı. Yoksa şarkımı benim dışımda başka birinin daha duyması korkutucu olurdu.

 

 

Elimdeki gitarı aldığım yere bıraktım. Arkamı döndüğümde aynı anda konuştuk. Ben "Şarkıdan kimseye bahsetmeyeceksin" derken o "Morluklar ne zamandan beri kanıyor?" ikimizde aynı anda konuştuğumuz için durduk ve birbirimize baktık.

 

 

Ortama düşen ani sessizlik beni gererken gözlerimi kaçırdım ve "Morluklar kanamaz. Ne alaka?" diye sordum. O da elini ensesine attı ardından "Şarkından kimseye bahsetmem o senin özelin. Üzerime düştüğünden sonra ellerime kan bulaştı. Kanın bulaştı" dedi ellerini göstererek.

 

 

Ellerinde hala kırmızılık vardı. Arkamı döndüm ve oturduğum yere baktım. Sırtımı yasladığım duvarda kan izleri vardı. Araz'ın verdiği sweet in sırt kısmı da kan olmuş olmalıydı ama siyah giydiğim için şükrettim.

 

 

Elim ayağım boşalırken ne diyeceğimi bilemedim. Uraz ayakta durmakta zorlandığımı anlamış olmalı ki ben sendelerken öne atıldı ve beni yakaladı. Kafam göğsüne gelirken kokusu ile gözlerimi huzurla kapattım.

 

 

Parfümü tanıdık geliyordu. Kokusu hafızamın çok derinlerimdeydi. Ne kadar ana kapılmak istesem bile kendimi geriye çektim ve onu ittirdim çünkü benden nefret eden birine bu kadar yakın olamazdım.

 

 

Normalde benden kat ve kat güçlü olmasına rağmen onu ittirince geriye doğru sendeledi. İkimizde şok olmuştuk gerçekten çok şaşırmıştık. Ben onun etkisinden daha hızlı kurtulurken "Kim masum, kim kötü?" diye sordum.

 

 

Kapıdan çıkıp gitmeden önce "Belki de sandığınız kadar mutlu bir hayatım yoktur Uraz" dedim ve odayı terk ettim. Gitmeden önce arkamı döndüm, hala kilitlenmiş bir şekilde duruyordu.

 

 

Yaşadığımız garip andan dolayı kafamı salladım ardından hızla aşağı indim.

 

 

- ♡ ♡ ♡-

 

 

Bölüm Sonu!!!

 

 

Yorumlarızı lütfen benden eksik etmeyin.

 

 

 

Loading...
0%