@balleydii
|
Beyler bayanlar kaydıraktan kayanlar. YİRMİ BİN OLDUKKKKK!!! İNANAMIYORUM YAAA AYAYYAYAYA. Çok mutluyum ve neden bir özel bölüm yazarak bunu kutlamayayım dedim. Bölüme başlamadan önce okuyan herkese kocaman sarılmacalar bu kız sizi seviyor 💖❤️ Sınır, 300 okunma 50 oy 50 yorum --- Bölümle ilgili not! Bölüm başka bir evrende geçmiştir. Normal akışls bir alakası yoktur. Sizde bilirsiniz çoğu kitap minik bir olaydan ortaya çıkar, Ayza Nil de böyle. Annesinin onu kaçırması sonucu bu maceraya atılıyor ve bu hayatı yaşıyor. Peki hiç merak ettiniz mi, Arzu Ayzayı hiç ailesinden ayırmasaydı ne olurdu? Ben ettim. 💖💖💖
“Ayza,” diye bağıran Bartu abime onun görmeyeceğini bile bile göz devirdim ardından tekrar bağırmasın diye “Efendim ağabey?” diye yanıtladım. Sıkıldığını belli eden bir ses tonu ile “Abiciğim işin bitmedi mi? Ben çok sıkıldım.” Bu tavrına gülerken duymaması için elimle ağzımı kapattım. “Az kaldı!” diye seslendim kapının ardında beni bekleyen abime. O bir yanıt vermeyince işime geri döndüm. Uzun ve gür sarı saçlarıma maşa yapıyordum. Bugün benim doğum günümdü, reşit oluyordum. Yakında üniversiteye başlayacaktım. Onun heyecanını içimde taşırken bir yandan da reşit olmanın sevinci vardı. Hazır olduğumu hissettiğimde oturduğum sandalyeden kalktım ardından boy aynamın karşısına geçtim. Üzerimdeki kısa açık yeşil elbise, vücut hatlarımı zarif bir şekilde sarmalayan hafif bir kumaştan yapılmıştı. Elbisenin etek ucu, diz kapağımın bir karış yukarısında sonlanarak hareket ederken hafifçe dalgalanıyordu. Renk, yaz güneşinin altında parlarken içindeki canlılık beni canlandırıyordu. Üst kısım, göğüslerimi nazikçe kavrayarak vücut hatlarımı ön plana çıkarıyordu. Boynumdan başlayan ve dizlerime kadar inen tül, üzerindeki kalp desenleriyle göz alıcı bir doku yaratıyordu. Tül, hafif bir şeffaflıkla zarif bir gizem katıyor; her hareketimde hafifçe dalgalanarak görünümüme zarif bir dokunuş ekliyordu. Elbisenin arka tarafındaki derin sırt dekoltesi, sırtımın ince hatlarını ortaya çıkararak özgüvenimi artırıyordu. Bu dekolte, hem şık hem de cesur bir detay olarak dikkat çekiyordu. Her adımda tül ve elbisenin birleşimi, zarif bir dans ediyormuş gibi hareket ediyordu, kendimi bu elbisenin içinde özel hissettiriyordum. Yine de –özellikle Atlas ve Bartu abim- dekolteden dolayı başımın etini yiyeceklerdi. Bu yüzden saçlarımı salık bir şekilde dekoltenin büyük bir kısmını örttüm. Bartu abimi daha fazla bekletmek istemediğim için adımlarımı hızlandırdım ve odanın kapısını araladım. Abim kapı açıldığında söylenmeye başlamak için hazır görünüyordu. Fakat beni gördüğünde gözlerindeki o sıkıldığını belli eden ifade silinmiş yerine hayran dolu bakışlar gelmişti. Gözlerini yüzümde gezdirdi. Cildim pürüzsüz ve ışıltılı görünüyordu; hafif bir aydınlatıcı, yanaklarımda doğal bir parlaklık yaratmıştı. Yanaklarıma sürdüğüm şeftali tonundaki allık, cildime taze bir hava katıyordu. Gözleri özellikle yanaklarımda uzun uzun durdu. Göz göze geldiğimizde bakışlarını gözlerimm içine daha fazla bakmayarak göz makyajımı incelemeyi tercih etti. Göz kapaklarımda hafif bir yeşil far ile vurgulanmış, gözlerime derinlik katıyordu. Kirpiklerim belirginleşmesi için uzunlaştırıcı bir rimel sürülmüştü. Gözlerimdeki ışıltı, açık yeşil elbisemin rengiyle uyum sağlıyordu. Alt kirpiklerime de ince bir dokunuş yapılmıştı, bu da bakışlarımı daha etkileyici hale getiriyordu. Bundan emindim. Sertçe yutkundu ardından bakışlarını yüzümde gezdirmeye devam etti. Dudaklarım, doğal bir nude tonuyla renklendirilmişti. Mat bir ruj, elbisemin canlı rengiyle güzel bir denge sağlıyordu. Üzerine hafif bir parlatıcı eklenerek, dudaklarımın dolgun ve sağlıklı görünmesi sağlanmıştı. Ardından elbiseme baktı. Dizlerimin yukarısında bittiğini görünce gözleri kasıldı. Beni incelemeye doyamadığı için “Ee,” diye bir tepki verdim. Gözlerini gözlerime kenetlerken etrafımda bir tur döndüm ve elbisenin tülleri uçuştu. “Nasılım?” Bartu soruma karşı şirince gülümsedi. “Çok güzelsin canımın içi." Sevgi dolu sözlerinin ardından beni yanına çekti ve sımsıkı sarıldı. Koskoca kolları arasında küçücük kalırken hissettiğim o huzura doydum. Abilerimi çok seviyorum. Onlar da beni çok seviyorlar. Biz sarılırken arkadan Birce’nin sesi geldi “Ayza abla!”. Bana seslenmesi ile abimin kollarından ayrıldım ve ona döndüm. Bartu abim arkada söylenirken onu umursamadım “Efendim bir tanem?” Beni görünce duraksadı ama Bartu abim gibi dakikalarca süzmek yerine yanıma geldi. “Kıyafetinde bir eksik var.” Elindeki paketi sallaması ile dikkatimi elindeki dışı sarılı pakete çevirdim. “Bu ne?” Birce’nin dudakları yukarı doğdu kıvrıldı. Paketi bana uzatırken “Kendin öğrenmeye ne dersin?” diye sordu. Sessiz kalıp paketi açtım. Paketin içerisinde iki tane kutu ile karşılaşınca birini tutması için abime verdim ve uzun ince bir yapıya sahip olan kutuyu açtım. Gördüklerimle gözlerim açılırken Birce’ye döndüm. “Bunlar muhteşem!” Birce bu tepkime gülerken “Çünkü ben seçtim,” dedi gururla. Eldivenleri elime alırken “Egoist,” dedim devirdiğim gözlerim eşliğinde. Bu tavrıma alışmış olmalı ki güldü. Ardından “Ben egoist değilim. Gerçekleri söylemek egoistlik değildir.” Bu sefer bende gülerken “Giysene,” dedi eldivenleri kast ederek. Eldiveni elime geçirirken arkamda Bartu abim hala söyleniyordu. Taktığım eldivenleri incelemeye başladım. Eldivenlerim, dizime kadar uzanan zarif bir dantel tasarımına sahipti. İnce, şeffaf bir dantel kumaşı, eldivenlerin üst kısmında zarif desenler oluşturuyordu. Bu desenler, eldivenin tüm yüzeyine yayılıyor ve her hareketimde hafifçe dalgalanarak göz alıcı bir görünüm yaratıyordu. Eldivenlerin parmak kısımları, şıklığı vurgulamak için açık bırakılmıştı. Bilek kısmında ise zarif bir kurdele, eldivenin daha da şık görünmesini sağlıyordu. Renk olarak elbisenin açık yeşil tonuyla mükemmel bir uyum içindeydi, böylece genel görünümümü tamamlayarak zarafet katıyordu. Eldivenlerin danteli, hem feminen hem de sofistike bir hava yaratarak her adımımda kendimi özel hissettiriyordu. Zaten özeldim. Biliyorum biraz Birce’ye benziyorum. Ardından sıkıntıdan çatlayacak gibi duran abime döndüm –her an alnının ortasında bir çizgi oluşacak gibiydi- “Abiciğim kutuyu verir misin?” Kibar tavrıma karşın kutuyu elime kibarca(!) koymakla yetindi. Kutuyu açtığımda şaşkınlıkla Birce’ye döndüm ardından “SEN BİR TANESİN!” diye bağırarak üzerine atıldım. Korkarak geri çekilirken “Biliyorum mükemmelim. Kolunu başka bir zaman imzalarım ama şu an bizi aşağıda bekliyorlar.” Hızlı hızlı konuşması ile gülerken hızla Birce’nin benim için aldığı takıları taktım ve cebimden çıkardığım telefon ile hızla kendime baktım. Takılar, görünümümü nazik bir şekilde tamamlayarak zarafet katıyordu. Boynumda, açık yeşil bir taşla süslenmiş ince bir gümüş zincir kolye vardı. Kolye, elbisenin rengiyle mükemmel bir uyum içinde parlayarak, dekoltemin zarifliğini vurguluyordu. Kulaklarımda, sade ama şık bir tasarıma sahip, açık yeşil taşlarla bezeli küçük halka küpeler vardı. Bu küpeler, hareket ettikçe hafifçe parlayarak yüzüme sıcak bir ışıltı katıyordu. Bileğimde ise, ince bir gümüş bilezik bulunuyordu; üzerinde minik açık yeşil taşlar yer alıyordu. Bu bilezik, hem eldivenlerimle hem de genel görünümümle uyum sağlıyordu. Takılarım, sade ve şık bir şekilde birbirini tamamlayarak, elbisemin zarafetini ve Birce’nin zevkini vurguluyordu. Sonunda hazır olduğumu hissederek sırtımı dikleştirdim ve abime döndüm “Hadi inelim,” bunu dememe o kadar sevindiki bir an secdeye gidecek diye ödüm koptu. Asansöre bindiğimizde Birce’ye döndüm “Araz’la nasıl gidiyor?” Birce sevdiği adamın adını duyunca bile gülümseyecek kadar aşıktı. “Mükemmel,” dedi tek kelime ile. İlişkilerinin üçüncü ayıydı ve her şey onlar için mükemmeldi. “Düğün ne zaman?” diye sordum gülümserken. Açılan asansörden inerken “Öncelik abimin, sahi siz ne zaman evlenirsiniz?” Birce’nin oldukça açık bir şekilde sorduğu soruya karşın abim öksürmeye başlarken bilmem anlamında dudaklarımı büzdüm. “Sanırım Felah ne zaman teklif ederse,” daha fazla konuşmadık. Salondan içeri girerken kulaklarımızı coşkulu müzik doldurdu. Ben aramızda küçük bir kutlama istesem bile Uraz Abimi ikna edememiştim ve o da döktürmüştü. Etraftaki tanıdık simalara bakarken ne kadar fazla kişi olduğunu görmek biraz daha şaşırmama sebep oldu. Sonunda Atlas ile Uraz abimi görünce hızla yanlarına gittim. Uraz abimin sırtı bana dönük olduğu için beni ilk fark eden Atlas abim olmuştu. Bartu abimle birlikte yürürken Birce abisini bulmak için geride kalmıştı. Atlas abim oturduğu sandalyeden kallkarken yanına gelmiştim. Hızla beni çekti ve sırtım göğsüne çarptı. “Abi Allah aşkına ne yapıyorsun?” Atlas abim sitemli çıkışıma karşın “Asıl sen o sırtındaki açıklık ne onu söyle!” dedi. Ses tonundaki dehşete gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. “Dekolte,” diye açıkladım Bartu abime beni kurtarması için yalvaran gözler ile. Bartu abim omuz silkip Uraz abimin yanına oturduğunda ona bakmayı bıraktım, bana yardım etmeyecekti. “Kızım bu dekolte değil,” Atlas abim dehşetle konuşmaya devam etti “Bu maldan çalma! Kızım dekolte diye kandırıyorlar sizi.” Sona doğru kendinden emin bir şekilde başını aşağı yukarı salladı. Kollarının arasından çıkmak için hareketlenirken “Saçmalama abi,” dedim. O beni bırakmak yerine daha sıkı tutarken “O dekolte ile burada gezebileceğini düşünüyorsan yanılıyorsun küçük," dedi. Sinir kat sayım artarken yüzümü buruşturdum. Seviyordum iyi tamam ama biraz mağara adamıydılar. Ağzımı açıp Atlas abimi tersleyecekken arkadan bir ses geldi “Ayza ne yapıyorsunuz?” Felah’ın sesini duyunca içimdeki öfke bir anda yok oldu. Yerini huzur alırken “Sevgilim!” diye seslendim onu görmememe rağmen. Atlas abim beni bırakırken “Üzerine bir şey giy!” dedi sitemle. Hızla Felah’a doğru koşup arkasına geçtim ardından “Üzerimde zaten bir şey var,” diyerek Atlas abime çemkirdim. Atlas abim sinirle bana bakarken Uraz abim kıyamamış olacakki “Abi boş ver gel otur. Heves etmiş o kadar,” diyerek Atlas abimi yanına çekti. Atlas abim bir şey diyecekken bu sefer Kayra ile Araz “Biz geldik!” diyerek Atlas abimi susturdular. Ben kıkırdarken “Hoş geldiniz,” diyerek onları selamladım. Araz’ın yanına gittim ve sımsıkı sarıldım “Doğum günü çocuğu,” coşkuyla konuşmam ile gülümsedi ardından “Hoş buldum Öğretmen Hanım,” diyerek egomu okşadı. Dudaklarım iki yana kıvrılırken “Daha öğretmen olmadım, hatta eğitim görmeye başlamadım bile,” sonunu uzatarak söylemem ile Araz yüzünü buruşturdu. Üniversite sınavında odlukça yüksek bir puan yapmış olmama rağmen anasınıfı öğretmeni olmak istiyordum. Onlarında benim gibi iyi bir çocukluk geçirmesini istiyordum çünkü her çocuk bunu hak ederdi. “Olsun, elbet bir gün olursun.” Araz’ın dudaklarından dökülen her söz içimi ısıtırken Kayra’da Uraz abimin yanına, masaya oturmuştu. Sessiz geçen bir kaç saiyenin ardından “Abi,” diye bir bağırış geldi ardından Birce koşarak Felah’ın üzerine atladı. Aşık olduğum yüzünü şaşkınlık sararken öne doğru sendeledi ardından kardeşini sımsıkı tuttu. “Birce ne yapıyorsun?” bağırırcasına çıkan sesinde korku emarelerini görünce içim yumuşamıştı. “Eğleniyorum abim,” diye bir ses geldi üstten. Felah’ın omuzlarında olduğu için kafamı kaldırmam gerekmişti. Felah gülecek gibi olsa da aniden ciddileşti “Senin üzerinde elbise yok mu nasıl atlarsın üzerime Birce?” Felah’ın sorusu üzerine Birce’nin elbisesine baktım. Üzerinde, derin bir gece mavisi tonunda, yumuşak bir kumaştan yapılmış zarif bir elbise vardı. Elbisenin beli, ince bir dantel kuşakla çevrilmişti; bu detay, onun zarif siluetini vurgularken, dantel işçiliği de elbiseye derinlik katıyordu. Eteği, dizlerinin biraz üstünde başlayarak hafifçe kabarık bir form alıyor, adımlarını attığında zarifçe dans ediyordu. Kumaşın hareketi, onun her bir adımında bir melodi gibi dalgalanıyordu. Elbisenin kolları, omuzları açıkta bırakarak gençliğinin ve canlılığının güzelliğini sergiliyor, dantel kenarlarıyla süslenmişti; bu da ona romantik bir hava katıyordu. Saçları, doğal dalgalar halinde omuzlarına dökülüyor, her bir dalga sanki bir rüzgarın etkisiyle hareket ediyormuş gibi canlı görünüyordu. Saçlarının arasında, parıltılı taşlarla süslenmiş ince bir taç, ışık altında parlayarak ona prensesvari bir görünüm kazandırıyordu. Gözleri, derin bir deniz mavisiyle parıldıyordu; içlerinde hayal ve coşku karışımı bir ışıltı vardı. O anki mutluluğu, gülümsemesiyle tüm odayı aydınlatıyor, etrafındakilere neşe aşılıyordu. Ayaklarında, zarif beyaz topuklu ayakkabılar vardı. Her adımında, hafif bir tıkırtıyla ilerleyerek sanki her zaman müzikle dans ediyormuş gibi bir hava yaratıyordu. Ayakkabılarının dikişlerinde küçük taşlar parıldıyor, elbisesinin rengini tamamlayarak ona bir bütünlük katıyordu. Tek kelime ile mükemmeldi. Ondan daha azı beklenemezdi gerçi. “O zaman ineyim ben,” dedi Birce yaptığından biraz utanarak. İnerken eteğinin açılması muhtemeldi. Araz’la bakıştığımızda aynı şeyi düşündüğünü anladım. Birce atlayacakken son anda “Dur aşkım!” dedi. Acele ve hızla söylediği için son kelime ani gelişmişti. Birce afallarken Felah’ın gözleri büyümüştü. Herkes ikisinin sevgili olduğunu elbette biliyordu lakin duymakla görmek farklıydı. Araz başta anlamasa da yaptığı hatayı anladığı an öksürmeye başlamıştı. Yine de Birce’nin arkasına geçti ve “Elbisenin eteği açılmasın ben indireyim diye şey... ettim yani... ııı...” gevelemeye başladığını fark edince susmuştu. Birce onun bu haline güldükten sonra “Beni kurtarın bu kuleden prensim,” diyerek Araz’ın üzerine bıraktı kendini. Bu kızın bir yerlere atlama sevdasını bir türlü anlayamıyordum. Araz onu tutunca onlara imrenerek baktım. Felah şu aralar bana soğuk davranıyordu. Herhangi bir yanlış haraketim oldu mu çok düşünsemde bir türlü bulamamıştım. Bir ara sormayı aklıma not ettim. Ben onun neredeyse siyah gözlerine dalmışken bir anda bana döndü. Göz göze geldiğimizde her zamanki gibi içim ısınmadı. Aksine üşüdüm. Duygusuz bakışları karşısında şok olurken sarsıldım ama sandalyede oturan abilerime belli etmemeye çalıştım. Bakışmamız üç saniyeyi geçmemişti ama bu bile sarsılmama yetmişti. Benden aldığı bakışlarını Araz ve Birce’ye çevirdi ve bana attığı soğuk bakışların aksine sıcak bakışlarla onlara bakması moralimi bozarken odadan koşarak çıkmak istedim. Ama bu benim doğum günümdü ve ben dışında herkes bugüne çok değer veriyordu. Ben düşüncelerimin beni attığı uçsuz bucaksız denizde boğulmamak için çırpınırken omzuma dokunan elin beni derin sulardan çıkardığını hissettim. Arkama döndüğümde Kayra bana bakıyordu. “İyi misin?” diye fısıldadı diğerlerinin duymayacağı bir şekilde. İyi olmadığımı belli etmek istercesine başımı iki yana salladım. Uraz abim “Kayra hoş geldin abim,” derken Kayra’nın eli koluma gitti ardından “Hoş buldum abi. Bizim Ayza ile iki dakika işimiz var,” dedi ve bir cevap beklemeden beni bahçeye çıkardı. Çocukluğumdan beri her zaman onunla dinlendiğimiz lavantaların yanındaki yerimize vardığımızda “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım minnettar bir biçimde. O beni ortamdan kaçırmasaydı oradan koşarak kaçardım ve bu da pek hoş karşılanmazdı. “Her zaman,” dedi kendini yere atarken. Ben ise üzerimdeki elbiseden ötürü daha kibar bir şekilde yanına oturdum. “E, sorunun ne Lavantam?” diye sorduğunda istemsiz bir şekilde gülümsedim. Çocukluktan beri Lavantalara olan sevgimi herkes bilirdi. Hatta babam benim için arka bahçeyi -şu an oturduğumuz yeri- Lavantalarla doldurmuştu. “Sorun aynı ya Kayra’m,” dedim büzdüğüm dudaklarım ile. Kayra ile aram her zaman diğerlerinden daha iyiydi. Çoğu zaman Araz’la değil de Kayra ile ikiz olduğumu düşünürdüm. “Kayra’m ne be kızım abi diyeceksin abi!” diye sitem etti ardından “Bu Felah seni biraz daha üzerse elimde kalır.” Yüzündeki memnun olmayan ifadeye bakarken “Kayra sakın! Felah’ı dövmek yok!” vurgulu konuşmamın ardından “Seni üzen birine bu kadar değer vermemelisin.” dedi. Kınayıcı bakışları altında kalırken “Seviyorum ne yapayım?” dedim masum bir tavırla. Yüzümdeki ifadeye bakarken bakışları yumuşadı. Bir şey demek için ağzını açsa da sonra dilini ısırarak kendini durdurdu. Dudaklarını nemlendirdi ve tekrar araladı. "Bana bir kere abi dersen dövmem,” Gözlerim ben onlara emir vermeden devrilirken gözlerimi kısarak ona baktım. Aramızda bir yaş olduğu için ve onu ikizim olarak gördüğüm için ona adıyla seslenirdim. “Peki. Kayra…” devam edecektim ki “E böyle duygusuzca söylersen ne anlamı kalır kızım boş versene. Senin olsun sevgilin.” Beni bölmesinin üzerine trip atarcasına konuşmuştu. Bu haline gülmemek için dudaklarımı ısırsam bile ayaklanması ile ciddi olduğunu anlamıştım. Şaşkınlıkla gözlerim büyürken “Ay gitme!” diye seslendim. Duraksasa bile bana dönmemişti “Kayra abiciğim ne abarttın sende otur şuraya trip atma bana.” Ağzımı yaya yaya konuştuğum için buruşmuş yüzüyle bana döndü. Gözlerindeki sevinci görünce dudaklarım istemsiz iki yana kıvrıldı, belki de ona daha sık abi demeliydim. Geri yanıma gelirken bu sefer yere değil benim üzerime atlamıştı. Tiz bir çığlık atacakken eliyle ağzımı kapatmış ve beni kucağına almıştı. Bana sımsıkı sarılırken “Canım Lavantam benim,” gibi sözcükler ile övmeyi de ihmal etmiyordu. O sırada “Siz ne yapıyorsunuz?” diyen Felah’ın sesini duyunca duraksadım. Kayra da susarken Felah’a döndüm “Sarılıyoruz. Bir sakınca mı var?” Bakışlarındaki duygusuzluk beni korkuturken Felah bana dönmedi bile Kayra’ya “İki dakika gider misin?” dedi. Kayra bana dönünce gitmesi için hareket yaptım. İstemeye istemeye de olsa gitti ve Felah’la yalnız kaldım. Hala ayakta dikildiğini görünce “Otursana,” dedim zoraki bir gülümseme ile. Soğuk bakışlarını üzerimde gezdirdi ardından “Lüzumsuz. İşim kısa zaten,” dedi. Bu tavrı karşısında gerilirken “Sen bilirsin,” dedim. Birkaç saniye ne diyeceğini kafasında tarttı ardından “Ben ayrılmak istiyorum,” dedi. Biçimli dudaklarından dökülen kelimeler bende şok etkisi yaratmıştı. Bütün vücudum şokla sarsılırken kulaklarım çınlamaya başlamıştı. “F-felah ne dedin sen?” diye sordum yanlış duyma ihtimaline dayanarak. Bakışlarında anlık bir şevkat görmüş gibi olsam bile dudaklarından dökülen sözcükler bana yanıldığımı söyledi “Bitti. Senden ayrılmak istiyorum.” O an, benim için hayatın bittiği andı. O an oturduğuma şükrettim çünkü bacaklarım dahil bütün vücudum deli gibi titriyordu. “Neden?” diye sordum kekelememek için mücadele ederken. “Abilerinle fazla yakınsın. Özellikle Kayra ile… Sanki abi kardeşten ötesi var…” devam etmesine izin vermeden “Ne saçmalıyorsun sen!?” diye sordum. Vücudum hala deli gibi titriyordu. Yaptığı ima ile yüzüme tokat atsa daha az sarsardı. “Dediğim gibi.” Pişkin tavırları ile zorda olsa ayağa kalktım ve karşısına dikildim. Boyu uzun olduğu için göğsü ile bakışıyordum. Kafamı kaldırdım ve gözlerinin içine odaklandım “Felah sen ne diyorsun ya!?” boğazımı yırtarcasına bağırmıştım. Yaşlar gözüme akın ederken göğsüne vurdum “Ya ben sana aşıkken sen bana ne diyorsun!?” ardından kendi kalbime vurdum. Onun da eli havalanırken kalbime gitti “Bu kalp,” dedim kısılan sesimle. “Senin için atarken, sen bana ayrılalım diyemezsin!” Başım dönmeye başlarken midem tepetaklak olmuştu. Felah ağzını açmıştı ki dizlerim beni daha fazla taşıyamadı. Eli hızla belime giderken beni kendine çekti ve beni öptü. Ben hızla geri çekilirken sağ elim havalandı ve sertçe yüzüne vurdum. Bunu beklemiyor olacak ki sarsıldı ve dizlerinin üzerine düştü. İyi mi diye bakmak için eğilecekken onun yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Eli cebine gitti ve bir kutu çıkardı. Kutuyu açtığında gördüğüm yüzük ile daha fazla dayanamadım ve dönen başım ile kendimi yerde buldum. Gözlerim kapanırken Felah’ın “Ayza!” diye seslenmesini duydum. 💖💖💖
Biraz felaket bitirmiş olabilirim kabul ediyorum. Aslında devam edecektim ama yetişmedi. Part iki artık ne zaman yazabilirsem o zaman gelecek 😅😅😅
|
0% |