@balleydii
|
Herkese Merhaba! Sizi fazla lafa tutmadan içimde bir sürü ukde bırakan o bölümle baş başa bırakıyorum. Sınır; --- Burnuma gelen keskin kolonya kokusuyla gözlerimi açtım. Henüz tam kendime gelemeden, Kayra’nın bana yukarıdan baktığını fark ettim. “Sizi yalnız bırakmamalıydım,” diye homurdandı. Yüzünde beliren pişmanlık beni endişelendirdi. Ne olmuştu bana? Neden bu kadar halsiz hissediyordum? “Ne oldu bana?” Pürüzlü çıkan sesimi duyunca Kayra, “Artık Felah ne yaptıysa bayılmışsın…” dedi ve konuşmaya devam etti; ama Felah’ın ismini duyduğum an sanki her şey durdu. O an, Kayra’nın sesi bulanıklaştı, zihnim o isimle yankılandı. Felah… Birden aklıma olanlar geldi ve hızla ayağa kalktım. Şok içindeydim. “O BANA EVLENME TEKLİFİ Mİ ETTİ!?” Sesim istemsizce yükseldi. Bağırmamla birlikte Kayra bir adım geri çekildi ve biraz alaycı, biraz endişeli bir ifadeyle, “Bağırmasana kızım!” diye sitem etti. Gözlerimi ona diktim. “Ya, sorun benim bağırmam mı sence?” dedim, daha sakin ama alaycı bir şekilde. İçim öfke ve şaşkınlıkla doluydu; olayın ciddiyetiyle başa çıkamıyordum. “Evet,” diye beni yanıtladı. Onun bu umursamaz tavrı karşısında bıkkınlıkla nefesimi verdim. Konuşacak hiçbir şey yoktu. Ona dönmek yerine, olayın aslını öğrenmek amacıyla kapıya yöneldim. Kapıyı açmak üzereyken, kapı aniden açıldı ve Felah’la göz göze geldik. Saniyelerce hareket edemedim. Bakın, burun buruna geldik diyemem çünkü başım göğsüne zor ulaşıyordu. Geri çekildim, mesafeyi korumak istiyordum. Geri çekildiğimi gören Felah dudaklarını ısırırken, “Ayza,” dedi ve ardından iki adım atıp yaklaştı. O, tam da bu noktada geri adım atmalıydı. Bir şeyleri mahvetmişti, bunu fark etmeliydi. “Yaklaşma.” Soğuk ses tonum onu germiş olmalı ki durdu. İkimiz de sessizliğin içinde kaldık; o açıklama yapmak için hazırlığını yaparken ben de kendi öfkemin geçmesini bekliyordum. “Açıklayabilirim.” Bakışları gerçekten ikna ediciydi, ama çok geç değil miydi? İçimde yankılanan kırgınlık ve öfke, ondan gelen birkaç kelimeyle geçecek gibi değildi. “Neyini açıklayacaksan açıkla. Sen bana Kayra ile aranda abi-kardeş ilişkisinden ötesi var dedin ve ayrıldın, Felah. Ardından evlenme teklifi ettin. Allah aşkına, bunu nasıl açıklayacaksın?” Yüzündeki pişmanlığı görmek, içimdeki yarayı biraz daha derinleştiriyordu. Tam o anda Kayra yandan, “Bunu yapmasına izin vermemeliydim,” diye mırıldanınca onun da bu işin içinde olduğunu anladım. Bu iki kişinin de beni koruyacaklarını düşünmüştüm, oysa şimdi ikisi de bu karmaşanın içindeydi. İkisini de karşıma alıp gözlerimi kısarak “Biri ne olduğunu söyleyecek mi?” dedim. Artık içimdeki öfkeyi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bu ciddiyeti anladıklarından emindim. Kayra, eliyle ağzına fermuar yaptığında, Felah sonunda konuşmaya başladı. “Ben seninle evlenmek istiyorum, Ayza,” dedi. Sözleri havada asılı kaldı. Gözlerim karşısında kilitlenip kalmışken, kalbimde garip bir boşluk hissettim. Onu her şeyden çok sevdiğimi, bu cümleleri ondan duymak için nasıl can attığımı hatırladım. Ama o kadar kırgındım ki, sanki bu cümle başka birine söylenmiş gibi yabancı geliyordu. Devam et dercesine attığım bakışlarla Felah devam etti. “Ben de bunu Kayra’ya sordum. Nasıl şaşırtıcı, sürpriz bir şekilde yapabiliriz diye…” Duyduklarım karşısında artık her şey netleşiyordu. Anladım ki, burada bir plan vardı. Kayra'nın “İzin vermemeliydim,” derken bile aslında kendi çıkarlarını düşündüğünü anlamıştım. Düşündüğüm kadar masum değildi. Sertçe Kayra’ya döndüm. “Kayra! Bir daha sana nah abi derim ben!” Sinirli ses tonuma karşı sitem etmek istese bile, bakışlarımı ondan çektiğim için mecburen sustu. Ardından Felah’a döndüm. “Sen…” Bir adım attım ona doğru. “Benim…” Bir adım daha attım. Her kelimeyi vurgulayarak konuşmam onu geriyordu. “Ne kadar…” Bir adım daha attım. “Üzüldüğümü…” Aramızda yalnızca üç adım kalmıştı. “Göre göre…” Yanına iyice yaklaştığımda, bu sefer o nefesini tuttu. “Nasıl devam ettin, Felah?” Aramızdaki bir adımlık mesafeye baktı ve sonunda konuştu: “O kadar başlamışken bir sonuca bağlamak istedim. Seninle evlenmek istedim. Biraz heyecanlıydım, saçma sapan oldu zaten. Özür dilerim. Bir teklifi bile beceremiyor—” Devam edecekti ki, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirip ona sarılmamla sustu. “Evet!” diye bağırdım. “Evet, evet!” Felah şaşkınca, “Bu neydi?” diye sordu, kafası karışmış halde. “Evleniyoruz, geri zekâlı! Onu kabul ettim,” dedim ve şaşkınca bakışlarına gülerek karşılık verdim. Kafamı arkaya attığımda, odada yalnız olduğumuzu fark ettim. Kayra gitmişti. Yalnız kalmanın verdiği rahatlıkla, “Seni seviyorum, Felah Günbatımı,” dedim. Yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdiğinde, “Seni seviyorum, Ayza Soylu,” diye fısıldadı. --- Odadan çıktığımızda, aramızda var sandığım sorunların yok olmasının verdiği rahatlama hissiyle geri parti alanına, yani salona döndük. Kayra’ya içeri girdiğimizden beri bakmasam bile onun bana attığı yoğun bakışları hissedebiliyordum. Felah’la ayakta dikilmek yerine koltukların birinde oturan Atlas abimin yanına gittim ve kolunun altına girdim. “E, abilik, nasılsın?” Bu tavrıma güldü. Evde kimse onunla böyle konuşamazdı; kendi ailesinin bile saygılı olduğu biriydi. Ama bunlar benim umrumda değildi. “İyiyim, doğum günü kızı. Sen nasılsın?” Dudaklarımı büzdüm. “Çok iyiyim, ilk hediyemi aldım bile!” dedim gülerken. Atlas abim, ilgiliymiş gibi bana döndü. “Ya, neymiş ilk hediyen?” dediğinde, elimi kaldırdım ve evlilik yüzüğünü gösterdim. Pırlanta ile bakışan Atlas abim, yaklaşık iki dakika boyunca sadece baktı; ardından hızla ayağa kalktı. Yanlış anladığını umarak bana döndü. “Bana, bunun bir pırlanta olmadığını söyle!” Öyle bağırmıştı ki, bütün bakışlar bizi bulmuştu. Bu sefer kurtarıcım babam olmuştu. Oturduğu yerden kalkarken, “Ulan kerata, ne diye kızıma bağırıyorsun!?” diyerek Atlas abimi azarlamayı da ihmal etmedi. “Baba, gel, anlarsın, Allah aşkına bir gel bak.” Atlas abim, sakin kalmaya çalışsa bile başaramıyordu ve bunu elbette anlıyordum. Babam yanıma geldiğinde bir eliyle saçlarımı tuttu ve boynuma bir öpücük bıraktı. Ardından Atlas abime döndü. “E sorun ne?” diye sorduğunda, Atlas abim “Kendi gözlerinle gör,” dedi ve elimi kaldırdı. Üzerinde bir sürü minik işleme bulunan pırlantayı gören babam sendelerken, “Kızım, bu ne?” diye sordu, titreyen sesiyle. Dudaklarımı dişledim. Keşke Felah evlenme teklifini burada, herkesin önünde yapsaydı. Felah adını andığımı hissetmiş gibi yanımıza geldi ve olaya dahil oldu. “Biz evleniyoruz!” Keşke dört abim ve ikizim, babamın yanında bunu söylemeseydin, Felah, diye içimden düşünürken, Atlas abim hızla Felah’a döndü ve yumruğu yüzüne geçirdi. Felah iki adım gerilerken, hızla aralarına girdim. “Abi, ne yapıyorsun ya!” dedim, sinirle karışık bir korkuyla. Atlas abim susarken ben Felah’a döndüm. Dudağının kanadığını görünce elim dudağına gitti. “İyi misin?” diye sordum. Acıdığını belli etmemeye çalışarak gülümsedi. Ardından, “Boş ver, vursunlar,” demesiyle gözlerimi bölerterek ona baktım. Ağzımı açacaktım ki, “Aniden Birce elinde yüzükle karşıma çıksa, ben de aynısını yapardım,” dedi. Bunun üzerine çattığım kaşlarla ona baktım. “Araz’a vuramazsın ama, değil mi canım benim? Ne de olsa o benim ikizim yani.” Kıstığım gözlerimle ona bakarken, o gözlerini kaçırıp sessiz kalmayı tercih etti. Arkamı döndüğümde ise bütün abilerimin arkamda dizildiğini gördüm. Akıllarından geçeni anladığımda, “Unutun bunu!” dedim sitemle. Uraz abim gülümserken, yüzündeki bu ifadenin pek hayra alamet olduğunu düşünmüyordum. “Hem düğünümüzde yüzünün mor olmasını istemiyorum—” dememe kalmadan, Uraz abim o kadar hızlı bir şekilde aramızdaki mesafeyi kapatıp Felah’a yumruk attı ki, tepki veremedim bile. Atlas abim ve Uraz abimin yumrukları Felah’ı sarsa bile, hala arkamda dimdik ayaktaydım. Bartu abim, diğerlerine göre daha sakin bir tip olduğundan, Felah’a vurmak yerine tebrik etmek istercesine bakıyordu. Kayra ise zaten organizasyon ekibi olduğu için bir şey yapamazdı. Araz ise Birce ile akrabalık bağı olan herkese saygısını koruyordu ve Felah’tan küçük olduğu için ona vuramazdı da zaten. Babam, ilk şoku atlattığında, “Tebrik ederim kızım,” dedi, buruk bir şekilde. Başta burukluğunun nedenini anlamasam da, sonra evden gidecek olmamdan kaynaklandığını fark ettim. On sekiz yılımı bu evde, onlarla birlikte çoğu zaman gülerek geçirmiştim. Dile kolay, on sekiz yıl… Doğum günümün geri kalanı daha sakin geçmişti. Dans etmiş, pasta kesmiştik ve daha nicesi. Sonunda sadece Felah ve çekirdek ailem kaldığında, sıra hediyelere geldi. Heyecanlıydım ve bunu herkes biliyordu. Her zaman yaptığımız gibi, büyükten küçüğe olacak şekilde, ilk hediyesini babam uzattı. Uzatırken yanaklarımdan öpmeyi ve “Doğum günün kutlu olsun, bebeğim,” demeyi ihmal etmemişti. Benden sonra yanımda oturan Araz’a da hediyesini verdiğinde Araz’a döndüm. “Aynı anda!” dememle onaylarcasına kafasını salladı; ardından “3, 2, 1” dedim ve paketi açtım. İçinden minik bir kutu çıktığında kutuyu da açtım ve karşılaştığım şeyle ağzım yere düşecek kadar açıldı. Gözlerim Araz’a döndüğünde, onun da benim gibi afalladığını fark ettim. “BU BİR ARABA MI!?” diye bağıran Araz’a karşı kulaklarımı kapattım. Araz, babamın bir şey demesine fırsat vermeden hemen ayağa kalktı ve ona sımsıkı sarıldı. “Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim…” üst üste teşekkür etmeye devam edecekti ki babam, “Papağan gibi tekrarlamasana, oğlum,” diyince sustu ve geri yanıma oturdu. “Teşekkür ederim, babacığım!” diyerek ben de sevincimi Araz’a göre daha sakin bir şekilde belirttim. Babam karşılık olarak havadan öpücük gönderince kıkırdadım. Atlas abimin hediyesini aldığımızda yine Araz’la aynı anda açmıştık. İçerisinde gördüğüm belgeleri elime aldım ve üzerindekileri okumaya başladım. Bunun bir ehliyet kursuna katılım belgesi olduğunu gördüğümde şaşırmış bir şekilde Atlas abime döndüm. O da bana bakıyordu. “Teşekkür ederim, abilik,” dedim kibar bir şekilde. O da, aynı babasının yaptığı gibi, havadan bir öpücük gönderip göz kırptı. Araz yine koşa koşa abisine sarılmıştı. Bu çocuksu tavrına güldüm. Araz geri yanıma geldiğinde diğer hediyeye gitti elim. Bartu abimin ne aldığını gerçekten çok merak ediyordum. Paket, diğer her şeye nazaran çok daha küçüktü. Heyecana karışık hevesle paketi açtım. İçinden iki tane bilet çıktı. Elime alıp okuduğumda bunların Duman konserine iki adet bilet olduğunu gördüm. Heyecandan elim ayağım titrerken hızla Bartu abimin yanına gittim ve ona sımsıkı sarıldım. “Ama bu biletler satışa çıkar çıkmaz tükenmişti!” O da bana sarılırken, bu şaşkın halime güldü. “Rica ederim, prenses,” dediğinde teşekkür etmeyi unuttuğumu hatırladım. “Teşekkür ederim, abilerin bir tanesi!” Ardından Araz da sarılsın diye geri çekildim ve elbiseme dikkat ederek oturdum. Herkesin bize bakması biraz gerginleştirici olsa da bir şey dememiştim. Araz yanıma geldiğinde “Sana ne çıktı?” diye sordum fısıldarcasına. Elindeki bileti gösterirken “Derbiye loncadan bilet!” dedi hevesle. Gözlerim titredi. “Ay, çok güzel!” dediğimde kafasını sallamasıyla Uraz abimin hediyesine geçtik. Uraz abim genelde klasik şeyler alırdı. Kutuyu açtığımda beni karşılayan gitara ağzım açık bir şekilde baktım. “Bu, bu bir Gibson mu!?” uzun zamandır istediğim o gitarla bakışırken hiç beklemediğim için şaşırmıştım. Geçen sene elbise almıştı; o yüzden fazla bir beklentim de yoktu. Uraz abim bana gülümseyerek bakıyordu. Onun yanına koşarak gittim ve üzerine atladım. Düşmemek için yanındaki masadan destek almıştı. “Kızım, delirdin mi?” diye sitem etmesini umursamadan ona sımsıkı sarıldım. “Teşekkür ederim,” dedim; son harfi öylesine uzatmıştım ki, bana dik dik baktı. Ona gülümsedim ve ardından tekrar sarıldım. Araz arkamda uslu uslu sırasını beklemişti. Ben geri çekilince, uçarak Uraz abime sarılan o oldu. Onun hediyesine baktığımda, imzalı forma ile göz göze geldim. Gerçekten Uraz abim bu yıl döktürmüştü. Araz, Uraz abimle sanki bir aşk yaşıyormuş gibi sarıldıktan sonra Kayra abimin hediyesine geçtik. Kayra abim bize kısık bir gülümseme ile bakıyordu. Elim, kare şeklindeki kutunun fiyonguna gitti. Kırmızı fiyongu çektim ve fiyongun çözülmesini izledim. Kutuyu açtığımda yüzüme gelen şeyle neye uğradığımı şaşırdım. Yüzümdeki ıslaklığın sebebini anlamak için elimi yüzüme attığımda, köpükle karşılaştım. Gözümü silerken Kayra’nın kahkahası odada yankılanıyordu. “Sen göreceksin, sen!” dedim tehditkâr bir şekilde, bu sözümle kahkaha atmayı kesti. Gözümdeki köpük gittiğinde pakete biraz daha dikkatli baktım; bu kutu, direkt yüzüme köpük atacak şekilde tasarlanmıştı. Yüzümdeki köpüğü elimde topladıktan sonra koşarak Kayra’ya doğru gitmeye başladım. Benim ona geldiğimi gören Kayra da koşmaya başladığında aramızda bir kovalamaca başlamıştı. İlahi Bakış Açısı Ayza, Kayra’yı kovalarken mutluydu. On sekiz yaşına girmişti ve gerçekten büyümüştü. Çocuk yanının biraz daha sönükleştiğini hissetse de o kısmı her zaman içinde, onunla beraber olacaktı. Kayra aniden durduğunda, Ayza ona çarpmıştı. Dengesini kaybeden Kayra, havuza düşerken Ayza’yı da beraberinde çekiştirmişti. Bahçede kahkahalar yankılandı. Herkes mutluydu. Ayza’nın çocukluğu katledilmemişti. Zamanında güle doya doya oynamış, çizgi filmler izlemiş ve çoğu çocuğun elde edemediği şanslara sahip olmuştu. Annesi kaçmıştı belki ama annesizliği de öğrenmişti. Ağladığında “Baba” diye ağlamış, güldüğünde de babasıyla gülmüştü. Atlas, kendi ülkesinde sevgilisi ile bir şirkette CİO’luk yapmaya başlamış, aşka hiçbir zaman küsmemişti. Ve belki de en önemlisi, çocuk olabilmişti. Anne ve babasının kavgalarına şahit olmamış, yalandan gülmek zorunda kalmadan her zaman içten bir şekilde gülmüştü. Bartu, kendisini büyümeye zorlamamıştı. Hayalindeki gibi iç mimar olmuş, işini başarıyla yapmıştı. Ailenin asla büyüyemeyen koca adamıydı. Genç yaşta bir başına kalmamış, her zaman sırtını dayayabileceği bir aileye sahip olmuştu. Uraz, acılarından kaçmak için değil, sevincini daha içten bir şekilde yaşamak için gülmüştü. Bütün dünya onun sesini duymuştu. Başarılı bir gitarcı olmanın yanında sesini de duyurmuş ve çok ünlü bir grupta solistlik yapmaya başlamıştı. Kayra, hüzünden uzak bir yaşam sürmüş ve ailesini her zaman yanında hissetmişti. Araz, kadınlardan korkmamış; aksine, kadınları korunması gereken bir çiçek olarak görmüştü. Her zaman da bunun için çabalamıştı. Ayza ile iyi bir evde, iyi bir hayatta yaşadığı için mutluydu. İkizi olmadan bir hayatı düşünemiyordu bile. Herkes mutluydu; yalan duygular, gizlenmeye çalışılan hüzün yoktu. İyi bir hayat geçirmiş çocuklardı onlar. Ancak Ayza, hiç kendi yaralarını sarmayı öğrenmemişti. Kader, Ayza’yı böyle bir hayattan tek bir hareketle mahrum etmişti. Ayza, toz pembe bir dünyada büyümemiş; ölüme mahkûm edilmişti. Kader, her zaman adil olmazdı.
|
0% |