@balllyazar
|
** "Her yer karanlık, içim tenhaydı. Tutmasalardı düşecektim, keşke tutmasalardı."
** Soyadımın üstünde parmaklarımı gezdirdim. Kitlenmiş gibiydim. Ağzımdan herhangi bir kelime çıkmıyordu. Emindim, soyadımı onlara söylememiştim. Kaşlarımı çatarak ona baktım. O ise ne olduğunu anlamadan suratıma bakıyordu. Kendini çok mu zeki zannediyordu? "Tiazza'lı olduğun için çok mu duygulandın? Neler oluyor?" Ukala tavrını görmezden gelerek kimliği ona gösterdim. Parmağımı soyadımın altına yerleştirdim. "Size soyadımı söylemedim. Benim hakkımda bu bilgileri nereden aldın?" diye patladım. Öfkem kulaklarımdan dumanlar halinde çıkıyordu sanki. Yanaklarım yanıyordu. "Sakinleş," dedi kendinden emin bir tavırla. Kafamı iki yana salladım. Anlamıyordum, neler döndüğünü gerçekten anlamıyordum. Çok fazla düşünüyordum ve başım artık ağrıyordu. Elini zarfın içine tekrar attı ve bana gerçek kimliğimi uzattı. "Kimliğin olmasa soyadını nereden bileceğim?" diye sordu. Kimliğimi alırken bunun nasıl onun eline geçtiğini düşünüyordum. Çantamı salonda mı bırakmıştım? Belki de ben uyurken odaya gelip almıştı. Çantamı nereye koyduğumu bile hatırlamıyordum. "İyi ama arkadaşın kimlik için odadan çıktığında sen hep benim yanımdaydın. Ona ne zaman verdin ki?" onu köşeye sıkıştırdığıma bu kez emindim. "Sabah evden çıkmadan Deniz'e verdim. Biz gelene kadar kimlik işi hızlansın diye. Oldu mu ?" gözlerini devirip yürümeye başladı. Onun önüne geçtim ve Demir'i durdurdum. "Sen de garip bir şeyler var," derken sesimi gizemli tutmaya özen gösterdim. "Sadece sende değil, burada da garip şeyler dönüyor ve ben er ya da geç bu gerçeği öğreneceğim!" Yüzüme dikkatli ve bir o kadar da ciddiyetle baktı. Sonra hiçbir şey söylemeden omzuma çarpıp yürümeye devam etti.Koşarak ona yetiştim ve sağından yürüdüm. "Şimdi nereye gidiyoruz?" az önceki konuşma sanki bir saat öncesine aitmiş gibiydi. Yandan bir bakış attı. "Anıl'la görüşeceğiz," dedi düz bir şekilde. "O kim?" diye sordum merakla. "Ben gibi, söz sahibi biri." Daha sonra hiç konuşmadık. Adeta konuşmamı bastırıyordu. Düz gittik,sağa döndük sonra tekrar sağa, sonra sola... Burada kafam çok fazla karışıyordu. Yollar hep birbirine benziyordu. Her yeri ezberlemem lazımdı. Kaçarken hiçbir sorun çıkmasını istemiyorsam bunu yapmalıydım. Bana kusursuz bir plan gerekiyordu. Bunu başarabilirdim. Omzumda bir el hissettiğimde tüm düşüncelerimden sıyrıldım. Bir eliyle beni durdurmuştu. Diğer elini de sol omzuma koyduğunda buz gibi bembeyaz göründüğüme yemin edebilirdim. Bana dokunması hiç hoşuma gitmemişti. Kasılmamı engelleyemedim. Elleri bir saniyeliğine bollaştı ve daha sonra tamamen bıraktı. Endişemi fark ettiğine emindim ama bunu gördüğünde beni daha çok sıkıştırmasını beklemiştim. Beni afallatmıştı. "İçeri de çok fazla konuşma. Kendin hakkında bir şey söylemene gerek yok, tamam mı?" Uyarısı karşısında şaşırdım. Benimle ilgili düşünceleri tam olarak neydi? Söylediği gibi beni koruyor muydu? Ama kimden koruyordu? Buradan mı ? Kötülerden mi? Ya da bilmediğim bir düşmanım mı vardı? Bunların hiçbiri değilse geriye sadece bir ihtimal kalıyordu... kendinden mi koruyordu? Tam olarak bunu niçin yapıyordu? Ya da her şey gerçekten bir tesadüf müydü? Bakışları gözlerime değdiğinde düşüncelerimi derinleştirmemek adına kendime sinyaller yolladım. Fakat düşünceler beni tamamen kendine çekiyordu. Karanlık bir buğunun içinde kaybolmam için bir el beni sürüklüyordu. Kafamı sağa yatırdım ve ona dikkatlice baktım. Kafam o kadar çok karışmıştı ki ona tam olarak ne söylemem gerekiyor bilmiyordum. Hiçbir şey söylemeden bakışlarıma karşılık verirken en sonunda pes edip bakışlarını çektiğinde ellerini kabanının ceplerine daldırıp derin bir nefes aldıktan sonra bedenini benden ters bir yöne çevirdi. Derin bir nefes almanın iyi bir fikir olduğunu düşünüp bende aynısını yaptım fakat temiz hava sanki göğüs kafesimi yararcasına bana baskı yaptı. Sanırım artık her şey daha da zorlaşıyordu. Yaşama sevincim kesinlikle kalmamıştı. Evden kaçarak hayatımı tamamen yerlere sermiştim. Şimdi saçma sapan bir bölgede hayatta kalmak için savaşacaktım. "Karşılaşmamız tesadüf değil, öyle değil mi?" diye sordum. Kollarımı göğsüme sarmıştım. Sorduğum soru sanki aramızda fırtına etkisi yaratmıştı. Bir anlığına üşüdüğümü hissettim. Bedenini bana çevirdiğinde tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Yüzünü gökyüzüne çevirdikten bir iki saniye sonra bakışları yüzümde oyalandı. "Seni tanımıyorum," dedi net bir şekilde. Bir şey daha söylemek için hazırlandığını görebiliyordum."Ama...kim olduğunu araştıracağım." Konuşmasını bitirdikten sonra kabanının yakalarını düzeltip önündeki kapıyı açıp içeri girdi. Bana peşinden gelmem için bir şey söylemedi. Sanırım arkasından geleceğime bu kadar emindi. Boş boş önümdeki kapıya baktım. Gözlerimi birkaç dakika kapattım ve hızlı hızlı nefes aldım. Nefes aldıkça temiz hava ciğerlerimi dolduruyor ve göğsüm balon gibi şişiyordu. Gözlerimi açtığımda ileride onu bana bakarken gördüm. "Gel." diyerek emretti. Kollarımı vücuduma sarıp onun peşinden gittim. Kapıdan içeri girdiğimde kendimi çok önemli birinin evine girmiş gibi hissettim. Yerde sade ve şık ama deseni olmayan sütlü kahve renginde, uzun bir halı vardı. Duvarlar daha koyu kahveydi. Tavanda tek tek sıralanmış led ışıklar vardı. Bir tanesi diğerlerinden daha az yanıyordu. Kapılar siyahtı ve hepsinde birer rakam yazıyordu. 1,2 ve 3. Demir 3 numaralı kapıya ilerlediğinde onu takip ettim. Rakamların ne işe yaradığını merak etsem de bunu ona sormadım. Bu rakamlar sanki hiç aklımdan çıkmayacak gibi zihnime kazındı. Kapıyı iki kez tıklattı ve içeri girdi. Onun arkasından doğru içeriye hafifçe göz atarak ürkek adımlarla odaya girdim. Karşımdaki masanın arkasında 30'lu yaşlarda bir adam oturuyordu ve tam sağında, masanın üstünde mini etekli, sarışın bir kız duruyordu. Hareketlerine bakılırsa ve oturduğu yeri göz önüne alırsak adamın sevgilisi gibi duruyordu. Adamla sarışın kızı çok umursamadan odaya biraz daha baktım. Burası bir patronun odası gibi duruyordu. Ya da bir müdür. Sol köşede bir içki dolabı vardı. Sağ tarafta da camı olmayan bir dolap konulmuştu. Adamın masasının çaprazında bir lambader iliştirilmişti. Tepesindeki ışık haricinde odada birkaç lamba daha vardı ve odaya loş bir ışık olarak yansıyordu. Odayı daha da karanlık bir yapıya dönüştürüyordu. "Atla bebeğim," diye yabancı bir ses duyduğumda bakışlarımı onlara çevirdim. Kız altındaki mini eteği umursamadan kalkıp adamın dudaklarına uzunca bir öpücük bıraktıktan sonra daha fazla onlara bakmadım ve bakışlarımı başka yöne çevirdim. Mide bulandırıcı bir görüntüydü. "Hoş geldin," dedi yabancı bir ses. Demir Anıl'la tanışacağız derken sanırım bu adamdan bahsediyordu. Montumun ceplerine bir el iliştiğinde bakışlarımı Demir'e çevirdim. Yüzüme bakmıyordu ve çok rahat bir şekilde ceplerimi karıştırıyordu. Cebimden Tiazza kimliğimi alıp Anıl'a ilerledikten sonra kimliği ona verdi. Anıl denilen adam kimliğimi aldıktan sonra inceledi ve dudakları keyifle yukarı kaldırdı. "Eliz Aldinç..." dedi onu duyabileceğimiz kadar kısık bir sesle. Bakışlarını yüzümde dolaştırdıktan sonra dudaklarını yukarı toplayıp kafasını aşağı yukarı sallamaya başladı. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Çekmeceden bir dosya çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Göz ucuyla Demir'e baktım. Sol yumruğunu sağ avucunun içine alıp kollarını önünde toplamıştı. Ayaklarını hafifçe aralamış şekilde öylece bekliyordu. Ona göz ucuyla baktığımı fark ettiğinde bakışlarını bana çevirdi. "Neler oluyor?" diye sordum fısıltıyla. Ürpermeye başlamıştım. Sakin olmamı söylemek istercesine gözlerini kapatıp açtı. "Her şey yolunda," dedi ve ardından kafasını çevirip Anıl'a bakmayı sürdürdü. Kımıldamadan orada öylece duruyordu. Yan profilden ona biraz daha baktım. Bakışlarımı fark ediyordu ama bana asla bakmıyordu. Ona bir şeyler daha sormak istiyordum. Az önce adamın yanında duran sarışın kız yanıma yavaşça yaklaştı. Avucunun içini kafamın üstüne koydu. Beni bir süre inceledi. Benden altı yedi santim uzundu. Ne yapmaya çalıştığını anlamadım ve kendimi kaba bir şekilde geri çektim. Bundan etkilenmişe benzemiyordu. Saçlarımın uçlarını tutup geriye attı ve çenemden tutup başımı sağa sola çevirdi. Ben anlamsızca kızın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken Demir kızın bileğini tuttu ve nazikçe onu benden uzaklaştırdı. Ben de o sıra Anıl'a baktım. Gözleri alev alev yanarken Anıl da Demir'e bakıyordu. "Anna buradaki işi o değil, kızı incelemeyi kes!" dedi Demir dişlerinin arasından. Neyi amaçladığını anladığımda midem bulandı ve kızı itip kendimden uzaklaştırdım. Anıl'ın hiddetle oturduğu yerden kalktığını fark ettim. "Hey hey hey!" diye bağırdığı sırada bize doğru çoktan gelmişti. Korkudan titriyordum ve bana bir hamle yapacağına adım kadar emindim. Sinirle bana yaklaştığı sırada Demir beni belimden kavrayıp arkasına aldı. Demir'in sağ kolunun kenarından Anıl'ı seyrederken soğukta üşümüş gibi titriyordum. Kalbim ağzımın içinde atıyordu ve onları dinlemek neredeyse imkansızlaşıyordu. "Bazı şeyleri unutma Anıl! Benimle olan benim sorumluluğumdadır." Demir bu cümleyi kurarken bir kanat gibi kolunu açıp önüme tuttu. Onu bu kadar korumacı yapan neydi anlamıyordum. Beni neden bu kadar koruyordu? Anıl'dan çıt çıkmıyordu. Anna'yı belinden kavrayıp kendine çekti. Kız çok mahcup ve bir o kadar da şeytani görünüyordu. Bu iki zıt görüntüyü aynı anda nasıl kullandığı hakkında bir fikrim yoktu. Anıl arkasına dönüp "Burada işiniz bitti!" dedikten sonra elini yukarı kaldırıp elinin tersiyle 'gidin' işareti yaptı. Hala Demir'in arkasındaki küçük güvenli sığınağımdaydım. Az önce olanlardan sonra tek güvendiğim kişi Demir'di. Beni korumuştu ama yine de beni buraya getirenin o olduğu aklımdan çıkmayacaktı. İleriye doğru adım attığı sırada refleks olarak koluna yapıştım. Omzunun üstünden doğru bana baktı. Ona olan temasım karşısında bir nebze şaşırdığını görebiliyordum çünkü ona olan tutumumu çok iyi öğrenebilmişti. "Kimliğini alıp geliyorum." derken sesini güvenli tutmaya çalışıyordu. Kafamı salladığımda benden uzaklaşıp Anıl'ın yanından geçerken ona bilerek omuz attı. Bu bir kavganın başlangıcı olabilirdi ama Anıl hiçbir şey yapmadı. Demir masanın üstünden kimliğimi aldıktan sonra bana doğru ilerledi ve bileğime yapışıp beni 3 numaralı odadan çıkardı. Odadan çıktığında bileğimi bırakmıştı. Demir 2 numaralı odaya ilerlediğinde onu takip etmem gerektiğini biliyordum. Kapıdan içeri girdiğimde Anıl'ın ki gibi oda karşılamadı beni. En azından onunki gibi karanlık değildi ve bu durum biraz rahat hissetmemi sağladı. Anıl'ın odasına müdür odası demiştim ama bu fikrimden vazgeçtim. Bu fikrim Demir'in odasını gördüğümde gitmişti. Bir içki dolabı yoktu ve oda aydınlıktı. Güzel kahve mobilyalara sahipti. Bir masa, dolap, deri koltuklar... Duvarları evindeki gibi şampanya rengiydi. Sanırım sadeliği seviyordu. Masasında yerini aldığında bir iş adamına benziyordu ve daha anlaşılır görünüyordu. Deri koltuğa oturduğumda masasını inceledim. Laptop, birkaç dosya, beyaz boş kağıtlar ve bir kalemlikten başka bir şey yoktu. "Halletmem gereken birkaç işim var, Deniz birazdan seni almaya gelecek." dedi yüzüme bakmadan. Suratımı buruşturduğum sırada yüzüme baktı ve tek kaşını kaldırdı. "Alışveriş için." diye ekledi. Omuz silktim. Umrumda değildi. En azından buradan kaçana kadar birkaç kıyafete sahip olurdum. O işlerine dalmış haldeyken altımda gıcırdayan deri koltuktan dolayı rahatsız olmuştum. Sıkıldığım için sürekli yerimde kıpırdamaktan başka aktivitem yoktu. Göz ucuyla ona baktım. Bana baktığında ki o sinirli yüz ifadesi yoktu. Rahattı ve odaklanmıştı. Önündeki dosyaya bir şeyler yazarken çok sıkılmış olacak ki derin bir nefes alıp üzerindeki siyah deri ceketi çıkardı. Benimle hiç muhatap olmuyordu. Böylesi daha çok işime gelmişti çünkü benimle konuşurken hep sinirliydi. Gerçi neden sinirli olduğunu hiç anlamamıştım. Bir anda karşısına çıktığım ve beni buraya getirmek zorunda kaldığı için mi bu kadar sinirliydi? Sanırım cevabını hiçbir zaman bilemeyecektim çünkü sorsam yine cevapsız kalacağımı biliyordum. Daha fazla oturamayacağımı anladığımda yerimden kalktığım sırada ağır bakışlarını hissettim üzerimde. Göz göze geldiğimizde merakla bana bakıyordu. "Sıkıldım," dediğimde ona 'ne var?' der gibi bakıyordum. Sinirli bakışların ardından umursamayıp dosyasına geri döndü. Masanın etrafından dönüp cam kenarına doğru ilerledim. Zebra desenli stor perdeyi kaldırdığımda karşımda inanılmaz bir görüntü vardı. "Orası göl mü?" diye sordum büyülenmiş gibi. Arkamda bir hareketlilik hissettiğimde bedenimi çevirdim ve tepemde dikilen Demir'le karşılaştım. Onun cüssesinin yanında küçük bir serçe gibi kaldığımı hissettim. Yanıma geldi ve kederli bir şekilde göle baktı. O gözlerin arkasındaki hikayeyi çok dinlemek istedim. Onun konuşacağını anladığımda bir şey söylemeden ona kulak kesildim. "Kışta olduğumuz için göl şu anda çamur renginde. Yazın yemyeşil oluyor." dedikten sonra yan taraftaki salkım ağacı gösterdi. Ağacın altında küçük bir bank duruyordu. "O ağaçta yazın pembe olur. Burası Tiazza'nın en uç bölgesi. Gördüğün manzarayı burada başka bir yerde göremezsin. Tiazza'nın diğer tarafında da deniz vardır ama burası gibi güzel değil," diyerek cümlesini bitirdi. Hikaye dinler gibi onu dinledim ve sanırım bu bizim ilk düzgün sohbetimizdi. Sanki bana çok fazla bilgi vermiş gibi silkelenip kendine geldi ve arkasına dönüp masasına ilerledi. "Her neyse kaçak! Yapmam gereken işler var," deyip koltuğuna oturduğu sırada kapı birkaç kez tıklatıldı. Gözlerimi o muhteşem manzaradan ayırıp kimin geldiğine baktım. Elbette ki Deniz'di. Yine yüzünde o muhteşem gülümsemesi vardı. "Ben geldim ve Eliz'e el koymam gerekiyor," dedi Deniz neşeyle. Demir önündeki dosyasını kapatıp "Memnun olurum," dediğinde gözlerimi devirdim. Pislik. Asıl ben onun yanından gidip başka insanların yüzünü göreceğim için mutluydum. Tiazza'nın insanları olmasına rağmen... "O halde biz gidiyoruz," dedi Deniz yine keyifli bir şekilde. Onun gibi keyifli olmayı öğrendiğimde sanırım her şey yoluna girecekti. Ona hiçbir şey söylemeden odadan çıkarken aklımdaki şey, toprak arazideki çakıl taşlarıyla süslenmiş patika yol, gölün kenarında yazın pembe açan salkım ağaç, küçük bank ve o göldü. Buranın pisliğine rağmen bu gördüğüm güzellikler sanırım hayatım boyunca aklımda kalacaktı. ** Bütün alışveriş boyunca benim tarzım olmayan ve şu zamana kadar giymediğim kıyafetlerden almam için Deniz'in büyük baskısıyla cebelleşmiştim. Sonunda elbette ki o kazanmıştı çünkü zaten alışverişi sevmiyordum ve bu ısrarlar daha da katlanılmaz yapmıştı. Alışveriş sırasında bacağa takılan kemerlerden bulmuştum. Bir bıçak ya da silah koymanız için kılıfı olan kemerlerden. Burada kalırsam kendimi savunmayı öğrenmeliydim ama kullanabileceğimi hiç sanmıyordum. Bir insana zarar vermek benim yapabileceğim bir tür davranış değildi fakat her şeye hazırlıklı olmam gerekiyordu. Alışveriş sırasında kendi isteğimle aldığım tek şey bu kemerdi. Deniz'e açıklaması biraz zor olsa da sanırım aksesuar olarak aldığıma inandırabilmiştim. Her şeyi aldığımıza emin olduğumuzda bir kafeye oturduk ve kendimize birer latte söyledik. Deniz yardımcısına paketleri Demir'in evine götürmesini emretti. Hala eksikler olduğunu söylüyordu. İnanamayarak gözlerimi devirdim. Beş senelik kıyafet alışverişimi yapmıştım. Beş sene burada kalma ihtimalimi düşündüğümde öğürme isteğimi zar zor bastırdım. Gezmekten ayaklarımın tabanları ağrıyordu. Üşümüş ellerimi lattemin etrafına sardım. "Stres attım gerçekten," derken sırtını sandalyeye yaslamış ve kahvesinden bir yudum almıştı. Yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim. Etrafıma biraz göz attığımda bugün karşılaştığım bakışların aynılarını gördüm. Deniz fark ettiğinde "Birkaç güne alışırlar. Herkes senin gibi şanslı değil," dedi içten bir şekilde ve gülümsedi. Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. " Ne demek istedin? Ben neden şanslıyım?" Pot kırmış olacak ki endişeli bir şekilde kahvesinden yudum aldıktan sonra gülümsemeye çalıştı. "Seni bizzat Demir getirdiği için dokunulmaz oluyorsun. Kimse sana bir şey yapmaya cesaret edemez demek istedim." Gülümsemeye devam ediyordu ama bunun zorla olduğunu anlayacak kadar aklım vardı. İkna olmadığımı anladığında konuşmaya devam etti. "İnan bana Eliz, buraya her gün olmasa da sürekli yeni insanlar geliyor.Mesela ne zamandır kimse gelmiyordu. Bir aydır kimse gelmemişti. Bazen güvenlik kapısında bekleyenler oluyor bazen gizlice girmeye çalışıyorlar. Bunlar başıboşlar ama sen bizzat Demir tarafından getirildin. Aradaki fark bu," derken elini elimin üstüne koydu bir abla edasıyla. Güven vermek istediğini anlamıştım ve inanmak istemesemde söyledikleri mantıklı gelmeye başlamıştı.
"Aman Allah'ım! Nefes al," dedi Deniz ve sözümü kesti. Cevap istediğime dair gözlerimi ona diktim ve elimi düzeni anlamadığıma dair iki yana açtım. Cevap vermek istemediğini biliyordum çünkü aramızda uzunca bir sessizlik oldu. Avuçlarını pantolonuna sürdü, gözlerini kaçırdı, derin nefesler aldı... Telefonu çaldığında dünyanın en mutlu insanı olduğuna yemin edebilirdim. Sorular onları ne kadar da korkutuyordu. "Demir arıyor," dedi hemen. Ben de suratımı buruşturdum. "Alışverişi bitirdik. Bir şeyler içiyoruz. Paketleri eve götürdüler. Şimdi ne yapalım?" diye cevap verdi karşı tarafa. Sanırım Demir ne yaptığımızı sormuştu. "Pekala, icabına bakarım. Görüşürüz." Telefonu kapattığında ayağa kalktı ve ücreti ödemeye gitti. Ben de o sırada montumu giyiyordum. "Demir Bey şimdi ne emretti?" diye sordum. Deniz gülümsedi. Sanırım bu tarz konuşmam hoşuna gidiyordu. "Sana göz kulak olmamı istedi," derken sırıtıyordu. Aman ne hoş. Gözlerimi devirip Deniz'in koluna girdim. Demir'in evine gitmek için kafeden ayrıldık. ** Deniz sürekli takıldıkları kafe&bar a gitmek için kalçalarımın hemen aşağısında biten koyu lacivert elbiseyi giymem için resmen yalvarıyordu. Düzgün bacak ve kalçalara sahip olduğumu söylese de bunu beni ikna etmek için yaptığını biliyordum. İki kilo kadar fazlam vardı ve bu kilolu hissetmem için büyük bir nedendi. Böyle hissederken o elbiseyi asla giymeyecektim ve Allah aşkına o elbiseyi ne ara almıştı? Onu dinlemeyip dizleri yırtık siyah bir kot pantolon giyip ateş kırmızısı ve dantel detayları olan bir bluzle kombinledim kıyafetimi. Baş parmaklarını gösterip onay verince bana önü açık, bantlı siyah bir topuklu ayakkabıyı giymem için uzattı. Söylediğini yapıp ayakkabıları giydim. En azından topuklu giymeye alışıktım. Öğretmen olduğum zamanlar hep topuklu ayakkabı giyerdim. Makyaj yapmamak adına Deniz'le neredeyse savaşa girecektim. En sonunda pes edip eyeliner çekip rimel sürmesine izin verdim. Tabi araya bordo ruju da kaynatmıştı. Saçlarımı saldığında kesinlikle onay veren bakışlarla bana bakıyordu. "Mükemmel ,mükemmel ve mükemmel," derken etrafımda döndü. "O seni gördüğüm ilk halinden eser yok kızım." Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Gülümsedi ve omzuma dokundu. "Korkmuş ve yıpranmış görünüyordun. En azından biraz toparlandın." Omzumu ondan kurtardım. "Israrlarınız olmasa kendimi daha iyi hissedeceğim ve hala uykum olmasına rağmen Demir Bey'in saçma istekleri üzerine seninle gelmek zorundayım," derken resmen olduğum duruma isyan etmiştim. "Evet, şu an böyle olmak zorunda. Kendi seçimlerimizi yapabiliyor olsaydık başkalarından emir almıyor olurduk. Başımızdaki sistem, düzen ismi her neyse bizi bunu yaptırmaya zorluyor tatlım. Bazen kendimizi istemediğimiz şeyi yaparken bulabiliyoruz. Anlayacağın Demir'in söylediğini yapmak zorundayım," derken sesi de kendisi de ciddileşmişti. Yani onu gördüğümden beri olan Deniz değildi sanki. Şu an o da olduğu duruma isyan ediyordu. Bir an söylediklerime kırılmış olduğunu düşündüm fakat daha da düşününce bunun çokta önemli olmadığına karar verdim. Onu sadece bu sabah görmüştüm, birkaç saat alışveriş yapmış ve en fazla yarım saat kafede oturmuştuk. Onun adına üzülecek kadar fazlasıyla hayatımda değildi. Birden ellerimi yüzüme kapatma isteğiyle dolup taştım. Bir karıncıyı bile incitemeyecek Eliz, bir insan için neler söylüyordu? "Her neyse," deyip iki elini birbirine vurdu. "Gidelim hadi. Birkaç kokteyl ya da biraz şaraba ihtiyacım var." Zorla gülümsedikten sonra üzerime deri ceketimi aldım. Hava soğuktu ve soğuğun derimi ısıracağını bilmeme rağmen incecik giyinmiştim. Evin önünde yine bizi bir taksi bekliyordu. Arka koltuğa geçerek yerimi aldım. Deniz de yanıma oturduktan sonra gideceğimiz yeri taksiciye söyledi. Bölgenin görüntüsü geceyken daha farklıydı. Gece daha cıvıl cıvıldı. İnsanlar hep sokaklardaydı. İlk geldiğim gecenin daha sakin olması, bölgenin girişi olmasından kaynaklıydı. Şu an bulunduğumuz yer daha merkez bir bölge olduğundan dolayı kalabalıktı. Bunu bir günde öğrenebilmiştim. Şu anlık iyi gidiyordum. Neon ışıklarla süslü Kafe&Bar yazılı mekanın önünde durunca taksiden indim. Bana buranın ismini ilk söylediğinde gerçekten tamamen bir kafe beklemiştim ama asla beklentilerimi karşılamamıştı. İki güvenlik görevlisinin olduğu dar kapının orada durduğumuzda Deniz dövmesini göstermek için ceketini çıkardı. Aynısını yapıp ben de hilalimi gösterdim. Görevliler geçmemizi söylediğinde dar kapıdan geçip uzunca ve geniş bir koridordan ilerledik. Koridoru neon ışıklar aydınlatıyordu. Deniz buzlu camlı, ikili kapıyı ittirdiğinde şiddetli müzik kulaklarıma akın etti. Koridorda sadece boğuk bir ses duyuluyordu. Bu ani geçiş beni sersemletmişti. Deniz kaybolmamam için kolumdan tutup beni peşinden sürüklüyordu. Tek istediğim gerçekten buradan kaçıp gitmek ve yumuşak bir yatakta tüm günün yorgunluğunu atmaktı. Deniz beni köşeli bir koltuğun olduğu ayrı bir bölüme çekti. Diğerlerinden ayrı bir medeniyette gibiydik. "Burası Demir'in bölümü. Bar zaten Demir'e ait," dedi garsona işaret ederken. Yüksek sesli müzikte onu doğru duyduğuma emindim. Ayrıcalıklı hissetmeli miydim? Deniz zaten böyle söylüyordum, hissetmeliydim. İkimize birer kokteyl söylediğinde içip içmeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Uykusuzluktan ağrıyan başıma daha fazla eziyet etmek istemiyordum. Mekanın siyah ve kırmızılığıyla ne kadar uyumlu olduğumu düşündüm fakat renkler gözlerimi fazlasıyla yormaya başlamıştı. Dönüp duran ışıklar, yüksek sesli müzik, sıcak ve sanki izleniliyormuşum hissi beni oldukça rahatsız etmişti. Üzerimdeki ceketi çıkarırken etraftaki insanlara baktım. Herkes kendi işiyle meşguldü ve dans ediyorlardı. Sadece paronoyaklaşmıştım. Sakin ol kızım, herkes eğlencesine bakıyor. Deniz'in kulağına doğru eğildim. Sesimi duyurmaya çalışarak lavaboya gitmem gerektiğini söylediğimde bana kafasını salladı. Kokteylini keyifle yudumluyordu. Kendisi kesinlikle parti kızı ya da eğlence manyağıydı. Ya da onun ismine her ne deniliyorsa... İnsanların vücutları birbirine değerken kimse halinden rahatsız görünmüyordu. Bu insan kalabalığına şaşırmamak elde değildi. Tiazza'da başka bar olup olmadığını düşünmeye başlamıştım. Belki de sebebi sadece Demir'di. Güç bela lavaboyu bulduğumda artık vücuduma kimsenin değmemesi daha rahat hissettirmişti. Kapıyı arkamdan kapattığımda insan kalabalığını, rahatsız ışıkları ve şiddetli müziği de arkamda bırakmıştım. Hızla lavaboya ilerleyip suyu açtım ve ellerimi suya uzattığımda tüm istediğim oradaydı. Soğuk... Soğuk suyla boynumu ıslattım ve biraz olsun rahatladım. Makyajımı bozmadan yüzüme biraz su çarptım. Bunu birkaç kez tekrarladım. O rahatsız ortama geri dönmek istemiyordum. Bir düğmeye basıp Demir'in evindeki geçici yatağıma ışınlanmak istiyordum. Bu kadar gürültülü ortamlar bana göre değildi. Ben eski hayatımda şirin bir pastaneye gider oradan biraz donat ve bir bardak kahve alırdım ya da okuldaki en yakın öğretmen arkadaşımla öğle arası okulun yakınındaki restoranta salata yemeğe giderdik. Kendimi hiçbir zaman böyle ortamlara yakıştıramazdım. Ben bir öğretmendim ve öğrencilerime örnek olmayı tercih ediyordum. Her şeyden önce ünlü bir iş adamının kızıydım ve hep göz önündeydim. Hakkımda kötü konuşulmasından nefret ediyordum. Yüzüme bir kez daha su çarptıktan sonra aynadaki yansımama bakmak için doğrulduğumda sıçramamak için kendimi son anda durdurdum. İki adım geride orta boylu bir kadın duruyordu. Saçları birbirine geçmiş ve taranmamış görünüyordu. Saçları yüzüne düşmüştü ve yüzünün yarısı görünmüyordu. Yüzünün görünen kısmında ise akan göz kaleminden başka bir şey yoktu. Üstü temizdi fakat yüzü ve kımıldamadan duruşu beni ölümüne korkutmuştu. Yüzünün her santimini beynime kazıdım. Fiziksel herhangi bir hareket yapmamasına rağmen bakışları beni öldürmeye yetmişti. Kapıyı arkamdan kapattığıma emindim. Geldiğini duyamayacak kadar nasıl dalmıştım? Kalbimin atışı hızlandıkça bacaklarımın hissini iyice kaybetmiştim. Aynadan yüzüne odaklanmıştım ve sadece bir saniyeliğine elinde kesici alet olup olmadığına baktım. Tekrar yüzüne baktığımda dudaklarını yavaşça kımıldattı ve söyledikleri nefesimi kesmeye yetti. "Buraya hiç gelmemeliydin!"
-- |
0% |