@balsa
|
“Şimdi açsam pencereyi de beklesem.
Sen gelsen.
Olmaz ya hani geliversen.
Hiçbir şey sormasan.
Hiçbir şey söylemesen.
Sussam...
Sussan...
Sussak...”
-ÖZDEMİR ASAF-
🗝️🕯️
“Tevâfuk diye çok güzel bir tâbir vardır sevgili Bade, bilir misin?” dediğini duydum seans koltuğuna uzanmış bir şekildeyken. Tevâfuk diye tekrar ederek düşündüm içimde. “Daha önce hiç duymadım.” diyerek başımı kaldırdım. Göz temasımı sürdürürken, “Nedir bu tevâfuk Cemre Hanım?” dedim. Sevgili psikoloğum Cemre Hanım her zamanki o tebessümüyle anlatmaya başladı. “Bu kelimeyi çoğu kişi tesadüf ile karıştırır ama derin mânâsına inildiğinde birbirinden tamamen farklı iki sözcüktür.” Odasındaki kahve makinesinden aldığı iki fincanla geri döndü ve birini bana uzattı. “Tevâfuk kelimesi, latîfâne bir şekilde denk düşmedir sevgili Bade. Buna şöyle bir örnek verebilirim; mesela senin bu travmanı tetikleyen acı olay, belki de başkasının hayatıyla olan denk düşmenin sonucu olabilir.” Düşündüm. Gerçekten bunun nedeninin bu olabilme olasılığını düşündüm. Haklı olabilirdi. Belki de gerçekten başkasının hayatının, benim hayatıma değmesi sonucunda kayıplar vermiştik. İşte tam olarak bunu da düşündüm. Zaten ağzına kadar dolu olan düşünme havuzuma bu da eklenmiş oldu. “O zaman,” dedi Cemre Hanım. “Bir sonraki seansımıza kadar bunun üzerinde durmanı istiyorum senden. Yani bir olumlama yapmış olacaksın bu sayede. Her zaman kötü tarafından değil, iyi tarafından da bakmayı alışkanlık hâline getirmekte fayda var.” “Teşekkür ederim.” dedim her zamanki yorgun gülümsememle. “Kendine dikkat et Badecim. Görüşmek üzere.” diyerek beni uğurladı Cemre Hanım. Çok nahif, güler yüzlü ve işinde oldukça başarılı bir psikologdu. 50’li yaşlarındaydı ama fit bir vücuda ve genç bir zihne sahipti. Şu son 6 yılım onunla birlikte geçmişti. İlk iki yıl her hafta, ondan sonraki zamanlarda ise ayda ya da iki ayda bir seanslarına katılmıştım. Belki de katılmasam şu an daha farklı ve kötü durumda olabilirdim. Kötü anılarımı, yaşantılarımı üzerimden tamamen atamazdı. Onlara nasıl farklı ve iyi bir tarafından bakabilirim diye bir sürü öğretilerde bulunmuştu. Şimdi tüm anılarımla barışıktım. Artık en değerli arkadaşımın yokluğunu üzüntüyle değil, mutluluk ve tebessümle karşılıyordum. Çünkü onun yokluğu, birinin varlığı sebebiyle olabilirdi. Ve tabii ki onun yokluğunu hiç kimse kapatamazdı. Zaten kapatamadığı için şu an buradaydım. Klinikten çıkıp sahil boyunca yürümeye başladım. Üsküdar’ın bu sahili her ne kadar en popüler ve klişe mekan olsa da, benim yorgunluğumu rahatlatıcı manzarasıyla alıp götürüyordu. Her seans sonunda olduğu gibi bu sefer de düşündüm. Her seferinde bu yürüyüşe ayırdığım 1 saati, bugün 2 saat yaptım. Çünkü artık uzun bir süre burada yoktum. Belki de hiç yoktum. Uzun zamandır cesaret edemediğim şeye bu yıl cesaret ettim ve gitmeye karar verdim. Kendi memleketime. Arkadaşımı kaybettiğim memlekete. Trabzon’a... Belki de doğduğumuzdan beri her şeyimizin ortak olduğu, tüm sırlarımızın birbirinde saklandığı, en güzel hediyelerin karşılıklı verilip alındığı tek arkadaşım olan Eren burada vefat etmişti. Vefat değildi. Şehit edilmişti. Âni bir terör baskını nedeniyle şehit düşmüştü. Kendisi ve bir komutan dışında başka bir ölüm olmamıştı. Ama o çatışma benden en yakın dostumu, Eren’i almıştı. İlk haftalarda metanetli durmaya çalışarak idare etmiştim ama aradan birkaç ay geçince patlamıştı benim duygularım. Çünkü sahip olduğum tek arkadaşımdı o. Kardeşimdi âdeta. Kardeşimden de yakın. Bir insana kardeşini kaybetse nasıl hissedeceğini sorsalar tarif edemezdim. Çünkü hayali bile felaket hissettiriyordu. Birlikte büyü, birlikte yaz çiz, birlikte oyna, birlikte uyu, sohbet et... Ve bir anda ortadan kaybolsun bütün bu şeyler. Her şeyi pozitife çevirip boğulmaya karşı önlemler almaya çalışıyordum bende. Başka bir çarem yoktu. Psikolojim altüst olmuştu o dönem. Okulum vardı, üniversite sınavım vardı. Ailem sağ olsun ki ellerinden gelen tüm desteği bana sunmuşlardı. İlk sene tahminim biraz daha altında bir sıralama yaptığım için mezuna bırakmak istememe rağmen babam izin vermemişti. Zaten yıpranmış olan duygularımın üstüne 1 sene daha sınav stresi çekmemi kabul etmedi ve beni özel üniversiteye yazdırmıştı. Zaten yüzde 75 bursum da vardı. Üniversitemi bitirmiş, üstüne birkaç yıl da deneyim sahibiydim. Şimdi ise İstanbul’dan sıkılmış ve korkularımın daha da üzerine giderek Trabzon’da çalışmaya karar vermiştim. 7 yıldır babaannemi bile görmeye gitmedim. Gidemedim. Görüntülü konuştuk, belki de her akşam sohbet ettik ama gitmedim. Kötü kâbuslar gördüm, ağladım, gece anılar anlatsın diye babaannemi aradım ama gitmedim. Çünkü gidemedim... Ama cesaretim artık yerindeydi. Elimden gelen tüm cesaretimi zorluklara göğüs germek için kullanacaktım. Valizlerimi, tüm eşyalarımı birkaç gün önce hazırladım ve paketledim. Şimdi her şey yerli yerinde bir şekilde gitmeyi bekliyordu. Cemre psikoloğumla bir sonraki görüşmem büyük ihtimalle İstanbul’a ne zaman gelirsem o zaman olacaktı. Ailemle, özellikle babamla bu konuda çok tartışma yaşamıştık ama artık gidiyor olmama alışmıştı. Çok özleyeceklerdi ama yapacak bir şey yoktu. Orada beni yeni bir hayatın beklediğine inandım ben. Hissediyordum. Bir kayıp belki de onlarca insan sokardı hayatıma. Büyük hediyelerin sonu belki de bu kayıptan geçiyordu. Uzun zaman geçmişti. Tabii ki de unutmam mümkün değildi ama bazı şeyleri artık geride bırakmam gerekiyordu. Güzel anılarımın içinde yani. Her şey en iyi hâliyle kalmaya layıktı. Ve benim dostum, benim sırdaşım, benim kardeşim de en iyi hâliyle anılarımdaki yerini koruyacaktı. Bütün bu duygu ve düşünce düğümlerimi bir yana ayırarak daha bir ciddiyetle yürüdüm. Yürüdüm ve yürüdüm. En son nereye kadar geldim bilmediğim bir yerden otobüse binip eve geçmeye karar verdim.
Nihayetinde eve gelmiştim. Son akşamımızı geçirmek için gelmiştim ama. Çünkü Trabzon’a ne zaman gideceğimiz belli olmasa da, babamı iyi tanıyordum. Bizi arabayla götürecekti. Emindim. O son geceyi en iyi, en özel, en mutlu şekilde geçirmek için elimden gelen her şeyi yaptım. Çünkü beni Trabzon’da nelerin beklediğini bilmiyordum. Bunca yıl sonra nasıl bir karşılanma beklediğimi ben de bilemiyordum. Ama o şehir... O memleket... Benim masalım olacaktı. Hissediyordum. Çünkü ben küçüklükten beri oradan başka beni büyüleyen bir yer hatırlamıyorum. Söylenilenler de doğru olacaktı. Hislerime güveniyordum. Eğer bir şehir seni aşırı derecede çekiyorsa o şehirde seni bekleyen bir hikaye vardır.
🕯️🗝️
🔏 Vazelon Manastırı benim ilk ve en değer vererek yazdığım kurgumdur. Arkadaşını kaybetme ve şehitlik konularını içerir. Asıl konumuz Eren'in boşluk bırakarak gittiği kalbi kimin, nasıl ve hangi olaylar çerçevesinde dolduracağıdır. 😉 Sağlıcakla kalın🍃 |
0% |