Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3- Deniz Mavisi

@bataktacicek

Oy ve yorum ):

***


Zor da olsa eşyalarımı döke saça kapıdan çıkabildiğimde arkama doğru dönüp anneme el salladım. "Görüşürüz anne" demiştim elimdeki poşetleri bir şekilde dengede tutabildiğimde.

On ikinci sınıf olmak kadar zor bir şey varsa o da on ikinci sınıfta taşınan kitapların yoğunluğuydu. Eşek yüküyle kitaptan ayrı ayrı ödevler veriliyordu ve bu ödevlerin hepsi de birkaç testten ibaretti. İki test için bir kitap taşıyorduk resmen.

Evin demir kapısından tamamen dışarıya çıktıktan sonra sırtımdaki çantayı zıplatıp kesik bir nefes bıraktım dışarıya doğru. Her şey çok zordu. Dershaneye gitmesem ne olurdu ki mesela? Böyle saçma bir kuruma gitmemi zorunlu kılan kişi tam olarak kimdi? Ya da en başında hangi deli on ikinci sınıfların dershaneye gitmesi gerektiğini velilere ölesiye savunmuştu?

Neyse ki dershaneye gitmek için hiç değilse bir tane motivasyonum vardı da fazla zorlanmış gibi hissedemiyordum kendimi. Garip bir içgüdüsel hisle Deniz'in beni engelleyen o motorcu bozuntusu olduğunu düşünüyordum ve bu ihtimal de beni dershaneye bağlıyordu.

Ses tonundan neşesine kadar çoğu şeyi o kişininkine benziyordu. Ama sadece ses tonuyla da bir yere varamazdım. Erkekler öyle ilginç varlıklardı ki sesleri de az çok birbirlerinin sesini andırıyordu bir şekilde.

Ama yine de... Deniz de motor kullanıyordu. Masmavi gözleri, gülünce belirgin olan bir çift gamzesi.... Her şeyiyle muazzam bir çocuktu.

Mezun grup öğrencisiydi ama fazla para verdiği için ve dershanenin kurucularıyla akrabalık bağı olduğu için eksik olduğu her derse sürekli giriyordu.

İlk başta yirmi bir yaşında bir üniversiteyi bırakıp tekrardan sınava hazırlanışının motivasyonunu çok merak eden bir tarafta olsam da şimdilerde umursamamayı seçen tarafa geçmiştim birden. Çünkü çok havalıydı, ayrıca çok yakışıklıydı, çok iyiydi işte.

Tek uyuşmayan şey birkaç sene büyüttüğüm yaşıydı. Deniz yirmi bir yaşına girecekti ama üç gündür engelimi kaldırmayan o geri zekalı yirmi üçüne gireceğini iddia ediyordu...

Yalan söylemiş de olabilirdi aslında, zira ben ömrü hayatımda Deniz kadar güzel motor kullanan ve motora bu denli yakışan bir insan görmemiştim.

Elimdeki poşetleri biraz zıplatıp aptal gibi gülümsedim kendi kendime. Dershaneye varmama üç adım kalmıştı ve düşüncelerim bölünecekti. Saatlerce oturup kendi düşünmek istediklerimi düşünsem ve keyfim isterse de soru çözüp hocalara sorsam olmuyor muydu yani?

Ben ne diye kırk dakikasının son on dakikası goygoy dönen ve belli bir raddeden sonra beynimiz iflas olduğu için hiçbir bok yapmadığımız bu kurumu hafta içlerinde çekmek zorundaydım ki?

"Baban para verdi kızım." dedim içten gelen derin bir motivasyonla. Anlık ve genelde aylık gelen hırs patlamalarımdan birini yaşıyordum. "Yapabilirsin, katlanabilirsin buna."

"Aynen" dedi başka bir alaylı ses. Kafamı sola doğru çevirdiğimde ise dershanenin bahçesinde oturup çayını içen çocukla kesişmişti gözlerim. "O kapasite sende var, başarabilirsin Eylül."

"Hocam siz buradan çıkmıyorsunuz galiba." Tiye alır gibiydi ses tonum, kaşlarım da havalanmıştı aynı zamanda. "Evinizin yolunu unuttuğunuzu düşünmeye başladım ben."

"İş bulamadım maalesef, part time bir iş bulsam bile gideceğim, size çok meraklı değilim ben de zaten." İnce belli çay bardağını hafifçe sallayıp gözlerini kıstı keskin bir bakış eşliğinde. "Ayrıca anamın babamın kurumunda istediğim kadar dururum kızım, sana ne?"

"Neyse ki iyi fizik anlatıyorsunuz." dedim abartılı bir şekilde. O da gözlerini devirmişti benim abartışıma. "Ama siz yine de iş bulun bence, bu yaşta bu kadar çay bünyeye iyi gelmez."

"Fizik sorusu sorarsan çözmem bak."

"Geometri sorarım o zaman ben de."

Çay bardağını masaya koyup kıkırdadı "Onu çözerim bak." dediğinde ise ben çoktan test kitabımı çıkartıp kalemimi eline tutuşturmuştum. Başta afallasa da tepki vermeden parmağımla gösterdiğim sorulara baktı sırasıyla.

Allah vardı şimdi; uyuzdu, salaktı ama zeki adamdı. Güzel soru çözüyordu bir kere. Ayrıca herkesin de harcı değildi matematik mühendisliği okurken fizikle çap yapıp bir de aynı anda iki bölümü bitirebilmek.

Buna rağmen nasıl işsiz kalabilmişti o da şaşılasıydı.

"Anladın mı bücür?" diye sorulunca daldığım yerden bakışlarımı çekip kaşlarımı çattım. "Boyum bir yetmiş Gökalp hocam." dedim gergince. "Siz deve gibisiniz diye bana bücür deyip durmayın."

"Sen bir yetmişsen ben de dünyanın en yakışıklı erkeğiyim bak." Tekrardan önündeki çaya davranıp bir yudum içti keyifle. "Sen taş çatlasın bir altmış yedi falansındır."

"Bir altmış yedi kısa mı oluyor!"

"Uzun mu oluyor?"

"Bana göre kısa oluyor." dedi aynı keyifle. Kendisi fazla uzundu, bir de gelmiş bana kısa diyordu uyuz herif. "Sınıfta bazen sizi göremiyorum, zor oluyor."

"Hocam siz zaten zorla ders anlatıyor gibisiniz." diye yapıştırdım ben de cevabı. Damarıma basarsa ben de onu sinir ederdim. "Yüzünüz gülmüyor, tek bir konuşmaya bile tahammülünüz falan yok, hayat böyle geçmez. Azıcık goygoy yapın öğrencilerinizle."

"Komikmiş." Garip bir surat ifadesinde baktı bana. "Sınıfa çık, ilk dersim size. Ödev kitaplarını topla ve masaya koy."

"Hocam otuz yaşında herifsiniz, utanmıyor musunuz kardeşiniz yaşındaki öğrencinize iş yaptırmaya?"

Alenen alay ediyordum ve fazla keyifliydi aslında bu durum. Gökalp hocanın suratı şekilden şekilde girmişti yaşını ona hatırlatmamla. Bazen kendine yediremiyordu ama maalesef ki yaşlıydı, yapacak bir şey yoktu.

"Hâlâ komik değilsin Eylül." dedi erkeksi bir şekilde bacak bacak üzerine atarken. Arka cebinden çok nadir çıkarttığı sigara paketini de çıkartmıştı aynı zamanda. "Gittiğimde sınıfta ol."

"Hocam Deniz gelecek mi bugün?

Çözülen sorularımı sorduğum kitaplarımı toplarken sormuştum bu soruyu Gökalp hocaya. Derin bir nefes çekti en başında ciğerlerine. "Evden motoru alacaktı." dedi sakince. "İşten erken çıkabilirse, gelir yani."

"Gereksiz ayrıntıları sevmem hoca" dedim lakayt bir tavırla. Gökalp hoca fazla ketum olmasına karşın yaş farkımızın az olduğu bir hoca olduğu için bizi pek kısıtlamıyordu. Bu yüzden ona karşı ayrı bir sempati vardı herkeste.

Tüm öğrencilerin sevdiği o katı hoca, bizim dershanede de Gökalp'ti işte.

"Sesli düşündüğüm için affedersin Eylül." Alaylıydı sesi. "Şimdi sen yukarı çıkıyorsun, ben de telefondaki işlerimi halledip derse geliyorum."

"Her boş vaktinizde telefonla uğraşıyorsunuz." dedim imalı bir şekilde. Sol gözüm de kırpılmıştı aynı zamanda. "Manitanız mı var yoksa?" diye sormamla gözleri devrildi. "Yakışır hocama" A harfini uzatmıştım bu cümleyi kurarken, daha sonrasında da kendi kendime kıkırdaya kıkırdaya yanından uzaklaştım. "Düğünde en yakın masadan yer istiyorum hocam!"

"Kendi düğününde beni nikah şahidi yapmayı kabul edersen neden olmasın!"

Dilimi çıkarttım ve kutu gibi olan binadan içeriye girdim ilk etapta. En alt katta oturuyor olan rehberlik hocalarına samimi bir selam verdikten sonra ise hamal gibi tırmanmaya başlamıştım merdivenleri. Gerçekten zulümdü bu merdiven çıkma işi. Asansör kartını da kullanmamıza izin vermiyorlardı en üst kattaki sınıfımıza çıkarken.

Yavaş yavaş sınıfımın olduğu kata çıktıktan sonra birkaç saniye soluklanıp kimseyle muhatap olmadan sırama doğru adımladım ve yerleştim. Daha sonrasında ise telefonumu cebimden çıkartmış, üç gündür kontrol ettiğim gibi hesabımı kontrol etmiştim.

Engelim açılmadığı için bu sefer de diğer fake hesabıma geçmiştim. Post atıp atmadığını diğer hesabımdan takip ediyordum artık. Platoniklik bunu gerektirirdi sonuçta. O beni sevmiyor, istemiyor diye ondan vazgeçecek hâlim yoktu, kendi kendime takılıyordum bir köşede.

Attığı fotoğraflara büyüte büyüte ve ağzımın suyu aka aka baktıktan sonra dudaklarımı büzdüm hüzünle. Bu kişi Deniz olsa bile -ki çok yüksek bir ihtimaldi- bana bakmazdı. Çocuk resmen Fransa'ydı ben de Esenyurt falan kalıyordum yanında. Belime kadar uzanan kıvır kıvır saçlarım dışında hiçbir esprim yoktu. Hafif kilolu, yüzü akne dolu, yuvarlak gözlere sahip, bir de üzerine yuvarlak çerçeveli gözlük takan poğaça yanaklı bir kızdım.

Fena değildim ama ligim de Deniz tarzı çocuklar değildi zaten. Erkeğin yakışıklısı ve dikkat çekeni de üzerdi zaten...

Ama çok da havalıydı işte hesabında gezindiğim çocuk. Ayrıca kabul etmek gerekiyordu ki yüzü çirkin çıksa bile vücudu fazlasıyla seksiydi. İnsan hoşlanmak için yüzünü görmeye bile ihtiyaç duymuyordu.

Zil çaldı ben bunları düşünürken. Tam o anda ise bildirim panelinde gördüğüm mesajla kesişmişti gözlerim. Motorcu yazmıştı!

partimemotorcu: Selam?

partimemotorcu: Fevri davrandığım için üzgünüm, bunu pek hak ettiğin söylenemezdi.

partimemotorcu: Konuşalım mı biraz?

bubirfakehesap: Bismillahirrahmanirrahim

bubirfakehesap: Motorcu hoş geldin anam

bubirfakehesap: Ama sana küsüm bilgin olsun

partimemotorcu: Yerimde kim olsa aynı tepkiyi verirdi

partimemotorcu: Yine de özür dilerim ama (:

bubirfakehesap: Tamam affettim

partimemotorcu: Konuşuyor muyuz?

bubirfakehesap: Konuşuyoruz.

Tam devam niteliğinde başka bir şey yazacaktım ki kapı açılınca telefonu masanın üzerinden çekip kucağıma bıraktım. Deniz girmişti içeriye. Telefonuna odaklı olduğu için ona baktığımı görmese de elinde tuttuğu kaskı ve üzerindeki motorcu ceketiyle; tüm bunların da üzerine alnına doğru düşen yapılı saçlarıyla... Gerçekten de nefes kesici görünüyordu.

Deniz'in arkasından da onun kuzeni olan fizik hocamız sınıfa elindeki çantayla girdiğinde gözlerimi Deniz'den ayırmak zorunda kalıp telefonuma baktım tekrardan. Adam programlı gibi olmasa onun dersinde belki Deniz'le mesajlaşabilirdim ama... Her şeyi görüyordu maalesef ki.

Motorcunun deniz olduğuna ise neredeyse emindim, çünkü atılan fotoğraflardaki vücut kalıbı bile birebir aynıydı neredeyse, başka biri olamaz gibiydi.

bubirfakehesap: Şimdi işim var ama ya, birkaç saat sonra konuşsak olur mu?

partimemotorcu: Benim de işim var zaten, sorun etmem.

Arkama döndüm hızlıca. Deniz de tam o esnada telefonunu kapatıp gözlerini kaldırmıştı. Gözlerimiz kesişince de gülümseyip hemen çekti bakışlarını benden.

Kesinlikle o'ydu.

***

 

Loading...
0%