
İnsanların çoğu aptal yaratıklardır. Kendi aç karınları için yapamayacakları ahlaksızlıklar yoktur. Hele de artık o aç karınları doymuş sıra aç gözleri gelmişse o ‘çoğu’ insanlar ahlaki değerleri, toplum kurallarını, toplumdaki yerlerini hiçe sayarak, üstelik yalnız kalmayı göze alarak hareket etmeye başlarlar. Bilmezler ki bu dünyada adalet vardır, ya da bilirler ama işlerine gelmedikleri için o ahlaksızlıklarına devam ederler. Ancak hayat bunları görür bir, kenara yazar ve cezasını en uygun vakitte ona yaşatır. Yavaş yavaş, acı çektire çektire intikam alır hayat. Hayatın işlevi de budur çünkü o da öyle yaratılmıştır. En doğru vakitte, en acı şekilde suçlu cezasını çektirir ve masumun hakkını almasını sağlar.
Neyse ki topluluklar kanunları ortaya çıkarmıştı da, böylelikle suçlu olan taraf en kısa zamanda cezasını çekiyor, böylelikle adalet sağlanıyordu. Peki ya kanunsuz topraklarda adalet nasıl sağlanabilirdi? Devletin, hakkın, hukukun göz ucuyla bile bakmadığı bu topraklarda kim sağlardı adaleti? Kim verirdi suçlulara cezasını? Kim kurtarırdı masumları? Kim silerdi çocukların göz yaşlarını?
Kan çözüm değildi ancak kanunsuz topraklarda adalet ancak böyle sağlanabilirdi. İç Sınırdakiler bilmezlerdi kanunu, hakkı, hukuku. Kendi adaletlerini kendileri sağlarlardı çünkü buna mecburlardı. Başka türlüsünü görmemişlerdi ki insan gibi halledebilsinler bu sıkıntıları. Evet insan gibi çünkü kanunu, hakkı, hukuku olan bir yerde hakkı kan ile arayanın hayvandan, hatta hayvandan çok iğrenç bir yaratıktan farkı yoktur.
Böyle düşünse de suçluları öldüren bir ‘Cellat’ unvanını almıştı Alaca. Bunu yapmak zorunda olduğunu daha 6 yaşında öğrenmiş ve 10 yaşında bunu yapmak zorunda olduğunu anlamıştı. İç Sınır acımasızdı. Duvarların içerisinde şeytanlar ve şeytanlardan kaçmaya çalışan masumlar yaşıyordu. Alaca hiçbir zaman sırf masumları koruduğu için insanları öldürdü diye kendini masum görmemişti. Kendi gözünde her zaman korkunç bir katildi. Peki pişman mıydı?
Hayır.
Asla yaptıklarından, o ahlaksızları öldürme şekillerinden, yaptığı işkencelerden asla pişman olmamıştı. Kendisini asla aklamıyordu aksine her zaman bir suçlu olduğunu kendisine hatırlatıyordu çünkü kana karşılık kan insanca değil iğrenç bir yaratığın yapabileceği bir davranıştı. Başkası bu durumu çekmesin diye kendisi insan dışı bir varlık olmayı kabul etmişti. Kendi adaletini kendi sağlayan korkunç bir cellat olmayı kabul etmişti. Daha gencecik yaşında kendisine ağır bir yük edinmişti ama asla şikâyet etmedi. Zaten edemezdi çünkü bundan başka şansı yoktu. Hayat onu böyle sınıyordu.
Sınanmak ne acı ama. Hayat seni sınar çünkü senin ilerlemeni ve ilerlerken suçlu musun masum musun, cezayı mı yoksa güzellikleri mi hak ediyorsun seni test eder. Böyledir hayat, bu değiştirilemez bir kural. Hayat ne kadar adaletsiz görünse de bir gün bu ‘adaletsizlik’ olarak gördüğün sınanma bir son bulacak. O zaman ya huzura ereceksin ya da daha büyük bir cezaya.
Alaca elindeki bıçağına ve eldivenli eline baktı. Kendisi acaba bir gün huzura erecek miydi? Yanan ruhu sönecek miydi? Geceleri huzurlu uyuyabilecek miydi? Sonunda hayat o kadar çektirdiklerine karşılık olarak huzuru verecek miydi? Çağrı’nın yardımıyla gerçekten İç Sınır’dan masumlarla beraber kurtulabilecek miydi?
Diğer elini de kaldırıp eldivenlerine göz gezdirdi. Eldiven takmasının acı bir sebebi vardı. Hayat bu acı sebebe karşılık olarak huzuru ona bahşedecek miydi? Çağrı geldiğinden beri aklında bu sorular vardı. Onbaşı, İç Sınır’a geleli üç gün olmuştu. İlk günden beri bu sorular doğmuştu aklında.
Bıçağı tuttuğu elini sıkıp başını kaldırıp çattığı kaşlarının altındaki gözlerini karşısındaki eve sabitledi. Bezmaksas’tan Galiç’e gelmişlerdi. Yol boyunca plan yapmışlardı. İlk önce Çağrı normal bir müşteriymiş gibi eve girecek, kızlardan biriyle odaya girdiğinde ona durumu anlatıp biraz bilgi aldıktan sonra uygun zaman geldiğinde odadaki gaz lambasını yakıp söndürerek işaret verecekti ve Alaca içeriye girecekti.
Alaca kendisine fazlasıyla güveniyordu. Her ne kadar Galiç’te sevilmese de bu işi halledebileceğini biliyordu. Elini ensesine götürüp orada bulunan yara izine dokundu. Gücü olduğunu biliyordu bu yüzden kendine güveni fazlasıyla vardı. Oradaki kişileri indirecek, Hasan denilen herifi öldürecek sonra da kızı alıp gidecekti.
Yalnız aklını karıştıran bazı durumlar vardı. Böyle ahlaksız insanlar her ne kadar şerefsiz olsa da küçük çocukları baş belası olarak gördükleri için böyle pislik yuvasında tutmazlar direkt sokağa atarlardı. O herif neden 5 yaşındaki bir çocuğu zorla tutsun ki? Bu Alaca’yı daha çok öfkelendirdi. Şimdiden Hasan’ı nasıl öldüreceğini hayal etmeye başlamıştı bile. Sadece Çağrı’nın sinyali lazımdı bütün evi yakıp yıkmaya.
~•~•~•~•~•~•~•~•~
İnsanlar her zaman masum değildir. Her insanın aklı ve fikirleri farklıdır. Kimisi asla başını eğmez, kimisi iyi yaşam için gece gündüz çalışır, kimisi ise rahat yaşamak için kendini kullanır. Bunun nedeni ise herkesin yaşamlarının farklı olmasındandır. Herkes farklı yaşamış, farklı şeyler görmüştür, üstelik çevreninde etkisi olur. İç Sınır’da her türlü pisliği görebileceğiniz gibi sırf rahatı için kendisini kullanan ahlaksızları da görebilirsiniz. Çağrı içten içe böyle düşünüyordu. En azından İç Sınır hakkında edindiği bilgiler bunu gösteriyordu.
Şu an karşısındaki kadının rahatına düşkün olduğunu düşünmüştü. Kadın sigarasını yakıp, koltuğa oturmuş, gülümseyerek ayakta duran Onbaşı’nı izliyordu. “Umarım iyi para verirsin. Bahşişte bırakmayı unutma.”, kadının sözlerine karşı anında midesinin bulandığını hissetti.
Gözlerini kısıp karşısında oturarak sigara içen kadına iğrenerek baktı. “Buraya bu iş için gelmedim. Adım Çağrı, sizi kurtarmak ve bir kızı bulmak için bir arkadaşımla geldik.”, kadın anında sigarasını söndürüp ayağa kalktı. “Sonunda! Bir gün bu iğrenç yerden kurtulacağımı biliyordum. Hadi gidelim.”
“Bir dakika az önce memnun gibiydin.”, diye sordu şaşkınlıkla. Ne yani yanılmış mıydı?
Kadın öfkeyle kaşlarını çattı. “Aptal mısın? Hangi kadın böyle bir şeyden memnun olur? Burada benim bedenim kullanılıyor! Her gün gülümsemek ve o piçleri mutlu etmek zorunda kalmak beni ne kadar öfkelendiriyor biliyor musun? Aptal seni! Bir daha böyle bir şey söylersen ağzına bir tane çakarım! Hadi nasıl gidiyorsak gidelim.”
Onbaşı, kapıya doğru giden kadının önünde belirip onu durdurdu. “Bekle sana birkaç soru sormam lazım.”
“Sor.”
“Buralarda 5 yaşında bir kız var mı? Adı…”
“Zehra, evet var. Hasan’ın ve bizim gibi bir kadının kızı. Kadın öldü, Hasan ise kıza gözü gibi bakıyor. Başka sorun yoksa gidelim.”, kadın sabırsızca sözlerini karşısındaki adamın sindirmesini bekledi. Çok geçmeden kendine gelip şok olmuş bir ifade takınarak konuştu. “N-ne? Zehra, Hasan’ın kızı mı? Ve ona gözü gibi mi bakıyor?”
“İki sorunun cevabı da evet.”, tek kaşını kaldırıp kollarını göğsünde birleştirdi. “Baksana kimmiş senin şu arkadaşın?”
“Alaca.”, cevap karşısında bu sefer şok olma sırası kadındaydı. “Cellat Alaca mı? İnanmıyorum. O kadın burayı başımıza yıkar! Şükürler olsun bir kadın tarafından kurtarılacağım! Bu çok gurur verici.”, diyerek gülümsedi.
“Evet her neyse benim Alaca’ya sinyal vermem lazım. Sinyal vereyim ki en uygun zamanda içeriye gelsin. Bana en uygun zamanı söylemelisin.”
Orta yaşlı kadın elini çenesine koyarak başka tarafa bakıp biraz düşündü. Aklına geldiği gibi tekrardan Çağrı’ya döndü. “On beş dakika sonra en uygun zaman. İçkiler içiliyor ve herkes odasına çekiliyor. Sadece aşağıda beş tane adam, bu katta ve üst katta ikişer adam duruyor.”
Onbaşı cep saatine bakarken başını salladı. “Anladım. Gerekirse Alaca’ya yardıma giderim sorun değil. Hallederiz.”
Kadın ufak bir kahkaha attı. “Deli misin sen? O kadın bu binadaki herkesi öldürecek güçte.”, Çağrı kaşlarını çatarak saatini cebine koydu. “Bu imkânsız.”
“Söylentileri bilmiyor musun?”
“Hangi söylentileri?”
“Ah dışarıdan falan mısın sen? Ya da hiç gazete okumaz mısın? Fakirsin diyeceğim üzerindeki kıyafetler ve saatin buna müsaade etmeyecek.”, söyledikleriyle karşısındaki adamı daha da kızdırınca gülüşünü kıstı. “Eskiden buralarda deneyler yapılırmış ve söylentilere göre Alaca’da o deneylerin kurbanı. Artık nasıl bir deneyse Alaca’yı normal bir insandan fazla güçlü yapmış. Hatta deneyler sonucunda ensesinde ufak bir iz oluşmuş. Öyle söylerler.”
Yeni bir şok! Cidden bu İç Sınır’da daha neler görecekti kim bilir… Bu tür deneyleri duymuştu ancak ne kadar gerçekti bunun hakkında bir fikri yoktu. Eğer Alaca’nın ensesine bakarsa deneylerden emin olabilirdi. Onbaşı aklına bu edindiği yeni bilgiyi iyice kazıdı sonra da zaman geçsin diye sohbet etmeye çalışarak konuyu değiştirdi. “Eee senin adın ne? Buraya nasıl düştün?”
Kadın koltuğuna geri oturup arkasına yaslandı. “Adım Eyşan. Anlatmaya çok utanıyorum ama madem sordun anlatayım. Benim babam tüccardı, annem ise terzi. Biz altı kardeştik. Ben her zaman burnumun dikine giden bir kız olmuşumdur. Babam bizi hep severdi ama çok kuralcıydı. Eh gençlik işte, baskılarına dayanamadım ve kaçtım sonumda bu oldu.”, acılı bir şekilde iç çekti. “Bu sefer hayat bana değil ben hayata fazla acımasız davranmışım ha ne dersin?”
Omuzlarını silkti genç adam. “Bunu söyleyebilecek biri olduğumu sanmıyorum. Ne de olsa herkesin bir günahı var ya da var olacak. Bu yüzden bana laf düşmez.”
Gülümsedi Eyşan. “Ağzın var sana da laf düşer. Sadece çok kırıcı olma yeter.”, karşısındaki adamın düşüncelerini merak etmişti. Aslında insanlar ne düşünüyor cidden merak ediyordu bu yüzden eline bu fırsat geçmişken sormak istedi. Çağrı ise buna nasıl cevap veremeyeceğini bilemediği için aklına ilk gelenleri söyledi.
“Belki de senin de kaderin böyleydi. Sen… Şey nasıl desem… Evden kaçarak kendine bu yolu çizdin sonra da kaderine boyun eğdin. Odaya ilk geldiğimde bu durumdan memnunmuş gibi gülümsüyordun yani kaderine karşı çıkmak yerine boyun eğdin. Buradaki tüm kadınlar ve erkekler kaderine boyun eğdi. Siz güçlüsünüz. Masumlar güçlüdür. Kendiniz için savaşmalıydınız ama bunu yapmak yerine kaderinize boyun eğdiniz!”, sinirle derin bir nefes aldı. Aniden sinir patlaması yaşamasına içten içe şaşırsa da devam etti. “Her zaman hayata suç bulunmaz. Sen evden kaçtın sonra da sana yazılmış bu kadere boyun eğdin. Neden bunu kendine yaptın? Sen çok değerlisin. Buradaki herkes çok değerli. Mesela biz insanlar bitkilerden, hayvanlardan farklı olarak aklımız var. Neden aklınızı kullanmadınız? İllaki zekice bir plan bulurdunuz. Kendi bedeninizin kullanılması yerine sokaklarda yaşamak daha iyi değil mi? Ha söyle bana!”
Ne diyeceğini bilemedi Eyşan. Başını eğerek ellerine ve üzerindeki siyah geceliğe baktı. Çağrı’yı haklı bulmuştu ne diyeceğini bilemedi. Aptallık etmişti. Peki ama… Aklına gelen şeyle kaşlarını çatıp başını kaldırdı. “Peki neden buraya düştüm? Sokaklarda yaşasaydım ya! Neden kaderim bana sokakları değil de burayı yazdı? Ben sadece evden kaçtım ve bu piçler beni kaçırdı! Söylesene çok bilmiş neden benim kaderim böyle yazıldı? Ha söylesene?”
Cevabı hazırdı Onbaşının. “Çünkü kaçırılmış olsan bile sen burada yaşamayı tercih ettin. Bu da bir sınavdı ve sen karşı gelmek yerine boyun eğmeyi seçtin. Eğer sen boyun eğmeseydin kaderin senin buradan çıkışını da yazardı. Bak şimdi biz geldik ama sen baş kaldırsaydın buradan daha erken kurtulabilirdin. Hatta kimse sana dokunmadan buradan çıkabilirdin! Bu senin seçimindi. Her zaman hayatı suçlayamazsın.”, diyerek sözlerini tekrarladı.
Sessizlik. Eyşan ne diyeceğini bilemedi, bundan ileriye gidemedi. Çağrı’da zaten daha fazla tartışmak istemiyordu. Hala ayakta duran Onbaşı yatağın Eyşan’ın yakın olan tarafına oturdu. Biraz fazla sert konuştuğunu düşündü. Ne de olsa bu acıları yaşayan oydu. En iyi o bilirdi. Ancak ona baktığında gülümsediğini gördü. Eyşan gülümseyen yüzünü az önce kendisini azarlayan adama çevirdi.
“Haklısın baş kaldırmadım ama en azından siz buradasınız. Kaderimizde yazılıysa ben ve arkadaşlarım bugün buradan kurtulacağız.”
Çağrı’da gülümsedi. “Kurtulacaksınız. Söz veriyorum.”
Bu konuşmalarından sonra dakikalar geçti. Çağrı cebinden çıkardığı saatine baktığında artık zamanın geldiğini görmüştü. Saatini tekrardan cebine koyup yanan gaz lambasını alıp pencerenin yanına gitti. Dışarıda soğuktan ellerini birbirine sürten Alaca’yı gördü. Alaca eve doğru bakıyor ve bir işaret bekliyordu. Çağrı hızla gaz lambasının ışığını en aza indirip tekrardan açtı. Bunu iki defa daha yapınca Alaca işareti almıştı. Hızla iki eline bıçaklarını alıp eve doğru ilerledi. Şimdi sıra cellatın adalet sisteminin işlemesindeydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |