Yeni Üyelik
11.
Bölüm

BÖLÜM - 11

@bayanclara

"Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını, yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı."

|William Shakespeare|

*

“Bir ay sonrasına rutin bir kontrol yazıyorum, o zamana kadar ilaçlarınızı aksatmayın lütfen.”

“Tamam, doktor hanım, teşekkürler.”

“Ne demek. Geçmiş olsun,” diyerek hafifçe gülümsedim ve ifademi bozmadan hastamın odadan çıkışını izledim. Arkasından kapıyı kapattığı anda ise sabahtan beri dik tutmakta zorlandığım omuzlarımı serbest bırakıp ofladım. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak bayağı yorulmuştum. Öğlene kadarki randevularım oldukça yoğun geçmişti. Bu gidişle öğleden sonra da aynısı olacaktı. Gerçi bu bir yandan iyi bir şeydi, zira hastalardan başka şeyler düşünmeye vaktim olmamıştı.

İç çekerek masamdaki çekmeceye uzandım ve açarak içindeki beyaz kâğıdı çıkardım. Sabahleyin avucumun içinde sıkmaktan kırış kırış yapmıştım. Bakışlarım kâğıtta yazan kelimelerin üzerinde bir kez daha gezinirken sıkıntıyla dudaklarımı kemirdim. Ne yapacaktım? Bundan sonra ne olacaktı? Bilmediğim ne vardı? Daha da önemlisi… Bu notu yazan aptal, ne saçmalıyordu?

Sabahleyin trafikteyken bir anda camdan süzülen kâğıtla neye uğradığımı şaşırmış ve büyük bir endişeyle her seferinde bambaşka bir yolla bana ulaştırılan kâğıdı okumuştum. Notta yazan saçmalıklara bir anlam vermeye çalışırken de trafiği durdurduğumu fark edememiş ve kulak zarımı patlatacak kadar kuvvetli çalınan korna sesleriyle ancak kendime gelebilip arabayı kenara çekmiştim. Sonrasıysa rutin şeylerden oluşmuştu. Derhal Aral’ı arayıp olanlardan bahsetmiş, sonrasında da ona olduğum yerin konumunu ve notun fotoğrafını atıp hastaneye gelmiştim. Hasta randevularını iptal edemeyeceğim için ne kadar istesem de Aral’ı bekleyememiştim aslında. Geç de kalamazdım, zira bu sefer de randevu saatleri sarkacak ve öğle yemeğinde gelecek Demet’e vakit ayıramayacaktım. Ondan sonra da işler tamamen sarpa saracaktı ve bunu göze alamazdım. Aslında böylesi daha iyi olmuştu, çünkü yine küçük bir ipucu bile yakalayamayacağımızdan emindim. Bu işi yaptıran her kimse saklanmayı çok iyi biliyordu.

Notu arabamın camından atan çocuk, muhtemelen bir sokak çocuğuydu ve bunu para ya da benzeri bir şey karşılığında yaptığını tahmin etmek çok da zor değildi. Aral, çocuğu bulup notu ona veren kişiyle ilgili bir şey öğrenirse beni arayacağını söylemişti ancak bir şey bulamamış olmalı ki hala daha aramamıştı.

Kahve harelerim, küçük puntoyla yazılmış siyah bilgisayar yazısının üzerinde dolanırken masadaki telefonumun titreştiğini duyup bakışlarımı derhal telefona çevirdim. Mesaj gelmişti ancak Aral’dan değildi.

Gönderen: Demet Hanım

Tamay, ben hastaneye geldim canım.

Benimle bu kadar samimi konuşuyor olması beni bir tık gerse de ona karşı her daim uysal davranmam gerektiğinin bilincindeydim. Yine de heyecanlanmadan ve gerilmeden edememiştim.

Gönderilen: Demet Hanım

Kadın doğum katına çık lütfen. Merdivenlerin başında seni bekliyor olacağım.

Mesajı gönderdikten sonra hızla ayaklandım ve telefonu beyaz önlüğümün cebine atarak odadan çıktım. Yürürken her zamanki tavrımı takınmış ve özgüvenli olduğumu kanıtlamak istercesine omuzlarımla başımı dikleştirmiştim. Aksi takdirde yıkık halim hastanede kulaktan kulağa yayılarak hakkımda dedikodu çıkmasına neden olabilirdi. Açıkçası şu halde bir de bununla uğraşacak gücüm yoktu.

Birkaç adım attıktan sonra gözüm Yasemin’in odasına takılınca istemsizce duraksadım. Dün de öğle yemeğinde asmıştım onu, bu sefer nasıl bir bahane uyduracaktım ki? Daha da önemlisi Demet’i kim olarak tanıştıracaktım?

Koridorun ortasında, Yasemin’in odasına dönük bir şekilde düşüncelere dalmışken Asuman’ın sesini işittim.

“Yasemin Hanım’a baktıysanız odasında değil.”

Hissettiğim büyük rahatlamayı belli etmemeye çalışarak arkama döndüm ve Asuman’ın masasına doğru ilerleyip “Nereye gitti ki?” diye sordum.

“Bir hastası erken doğum için gelince apar topar doğumhaneye gitti.”

“Ah, anladım,” diyerek başımı salladım. O hastanın erken gelen bebeğine ne kadar teşekkür etsem azdı gerçekten. “Çok oldu mu peki doğuma gireli?”

Asuman, kolundaki saatine kısa bir bakış atıp “On beş dakika kadar oldu,” diye cevap verdi.

“Tamam, Asuman. Teşekkür ederim.”

Asuman, küçük bir gülümseme eşliğinde başını hafifçe sallayıp işine döndüğünde ben de tekrardan merdivenlere yöneldim. Yasemin’e Demet için elbette ki bir kuyruklu yalan söylemek zorundaydım -eğer gerçekten hamileyse daha çok görüşecektik sonuçta- ancak bunun şimdi olmayacak olması beni bir miktar sevindirmişti doğrusu.

Merdivenlerin başında duraksadığımda Demet’in elindeki koca çantayla birkaç basamak aşağıda durduğunu gördüğümde büyüyen gözlerimi hızla küçülttüm ve Demet’in bakışları beni bulunca hafifçe gülümsemeye çalıştım. O da anında kocaman gülümseyerek -benimkinin aksime gülümsemesi samimi görünüyordu- kalan merdivenleri tırmanıp karşıma dikildi.

“Merhaba!”

“Merhaba, hoş geldin.”

“Hoş buldum,” diyerek derin bir soluk koyuverdi. “O kadar heyecanlıyım ki, kalbim göğüs kafesimden sıyrılıp havalanacak gibi.”

Tatlı heyecanı beni de sahiden gülümsetmişti bu sefer. Hamile annelerin tepkileri, hele ki genç annelerin, çok tatlı oluyordu. Onları görünce insan heveslenmeden edemiyordu.

“O halde kalbin seni terk etmeden hemen evvel karnındaki küçük şeyin varlığını teyit edelim.”

Dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladığında ona odamı işaret ettim. “Hadi, odama geçelim.”

Asuman’ın meraklı bakışları altında peş peşe odaya girdikten sonra kapıyı kapattım ve ne yapacağını bilemeyerek ayakta dikilen Demet’in birkaç metre gerisinde duraksadım. “Elindekileri şöyle bırakabilirsin. Ceketini de çıkar, hiç vakit kaybetmeden seni muayene edeyim.”

“Olur,” diyerek elindeki büyük çantayla kendi kol çantasını masamın karşısındaki ikili koltuğa koydu ve hemen ardından ceketini çıkartıp çantasının üzerine bıraktı.

“Böyle gel lütfen.”

Onu talimatlarım eşliğinde sedyeye yatırıp karnını açmasını sağladım ve ardından kenardaki su bazlı ultrason jelini alıp uygun bölgeye güzelce sürdüm. Jeli tekrar eski yerine bıraktıktan sonra sedyenin hemen yanındaki sandalyeye oturup probu elime aldım ve Demet’in karnının üzerinde usulca gezdirmeye başladım.

Demet, nefesini tutmuş bir vaziyette benim gibi ultrason ekranını izlerken küçük fasulye tohumunu bulduğumda kendimi tutamayarak genişçe gülümsedim.

“Tebrik ederim, gerçekten hamilesin.”

Demet, dolan gözlerini bana çevirdiğinde titreyen dudaklarına bakıp şefkatle gülümsedim. Bu bebeği ne kadar çok istediği her halinden belli oluyordu.

“Onu bana gösterir misin?”

“Henüz çok küçük olduğundan görmen biraz zor olacaktır ama işte burada annesi,” diyerek parmak ucumla cihaz ekranındaki susam tanesi büyüklüğündeki noktayı işaret ettim. “Henüz beş haftalık, yani yaklaşık iki mm kadar.”

“Be-beş haftalık mı?”

“Hım-hım. Üstelik sen neredeyse bir hafta önce şüphelenip test yapmışsın. Herkes bu kadar erken fark edemiyor.”

“Ah, Tamay…”

Demet, yanaklarıyla buluşan gözyaşlarını silmekle uğraşmayıp gözlerini bir saniyeliğine olsun ekrandan ayırmazken ben de küçük susamın değerlerine baktım. Bir sorun görünmüyordu.

“Şimdilik her şey iyi görünüyor,” diye mırıldanarak tekrar ona döndüm. “Kalp atışlarını duymak ister misin?”

Gözyaşları artarken “Duyabilir miyiz sahiden?” diye sordu. O kadar heyecanlı ve hevesli görünüyordu ki, bir anlığına kim olduğunu unutup yalnızca yavrusunun haberini alan bir anne gözüyle baktım ona.

“Tabii. Yani daha çok küçük olduğundan belli belirsiz duyarız muhtemelen ama duyarız.”

Demet, kısa bir süre düşündükten sonra başını sallayarak “Şimdi olmasın,” diye mırıldandı. “Bebeğimin kalp atışlarını duyduğumda yanımda babasının da olmasını istiyorum.”

Anlayışla gözlerimi kırpıp “Pekâlâ,” dedikten sonra birkaç tane ultrason çıktısı aldım ve hemen ardından Demet’e jeli temizleyebilmesi için selpak uzattım. Demet gözyaşları içinde karnını temizledikten sonra yavaşça doğruldu.

Ona içten bir gülümsemeyle bakarak sandalyeden kalktım ve daha rahat toparlanabilmesi için onu yalnız bırakıp masama doğru ilerledim.

Sandalyeme oturduktan birkaç dakika sonra Demet de masamın karşısındaki tekli koltuklardan birine yerleşip büyük bir mutlulukla bana baktı. “Ultrason fotoğraflarını görebilir miyim?”

Elimdeki çıktıları ona uzattığımda heyecanla aldı ve bir sanat eserini inceliyormuşçasına uzun uzun seyretti nokta boyutundaki bebeğini.

“Ekin’e söylemek için çok sabırsızlanıyorum.”

Gülümseyerek başımı salladım. “Bu arada rutin şeyleri söylemeden geçmeyeyim. Bu dönemden sonra halsizlik, yorgunluk, baş dönmesi, mide bulantısı, göğüs ağrıları, sık idrara çıkma ihtiyacı, duygu değişimleri yaşayabilirsin. Aşermeye başlamakla birlikte bazı yiyeceklerden nefret de edebilirsin.”

Büyük bir mutlulukla başını salladı. “Güzel günler başlıyor, desene.”

Kendimi tutamayarak küçük bir kahkaha eşliğinde “Hem de çok güzel günler,” diye mırıldandım ve uyarılarıma devam ettim. “Muhtemelen biliyorsundur ancak ben yine de tekrar edeyim. Radyasyondan kaçınıyorsun, bana ya da başka bir doktora sormadan ilaç kullanmıyorsun, alkol kesinlikle yok, beslenmene ve sağlığına çok dikkat ediyorsun. Artık iki canlısın, kendinden çok karnındakini düşünmen gerekiyor.”

İki elini de karnına koyduktan sonra “Elbette,” diyerek başını salladı.

“Bu arada rutin birkaç test de isteyeceğim senden. Kan değerlerine bakmam gerekiyor, ona göre vitamin takviyesi falan yapacağım çünkü. Öğleden sonra hallederiz.”

“Hımhım, olur.”

Şu andan sonra ne yapacağımı bilemediğim için duraksayarak onun bir süre daha elindeki çıktılara bakmasını ve ardından ayaklanıp diğer koltuktaki çantalarına doğru ilerlemesini izledim. Çıktıları küçük kol çantasına özenle koyduktan sonra diğer büyük çantayı alarak tekrar karşımdaki tekli koltuğa oturdu.

“Senin öğle yemeğine engel olduğum için gelmeden evvel bir şeyler hazırladım, beraber yeriz diye düşündüm.”

Ona gerçek bir şaşkınlıkla baktığımda, tepkime gülümseyerek kucağına yerleştirdiği çantasını açıp içindeki kapları masama koymaya başladı. Masadaki dosyaları ona engel olmasın diye kenara ittirirken “Neden zahmet ettin ki?” diye sordum, mahcup bir tavırla. “Ben zaten hep dışarı çıkmam, hastane yemeğini de yerim.”

İçi boşalan çantayı hemen yanına bıraktıktan sonra omuz silkip “Olsun,” dedi ve masaya yerleştirdiği kutuları açmaya başladı. “Zaten heyecandan sabah erkenden uyandım. Yapacak bir şey bulamayınca da bunları yaptım, benim açımdan iyi oldu yani.”

Kutulardaki börek, kek, sarma ve türevlerine bakarken “Bunların hepsini sen mi yaptın?” diye sordum, şaşkın çıkmasına engel olamadığım ses tonumla. Hafifçe gülerek başını salladı.

“Sarma dışındaki her şeyi ben yaptım. Sarmayı dün akşam yemeğine yardımcılar yapmıştı, Ekin çok sevdiği için bol bol yapıyorlar. Ben de birazını sana getirmek istedim. Sevip sevmediğini de bilmiyorum gerçi ama olsun.”

“Severim,” diyerek gülümsedim. Beni gerçekten bir hayli şaşırtmıştı.

“Süper! O halde ben de senden çay isteyeyim. Bunlar kuru kuru geçmez boğazdan şimdi.”

“Hemen,” diyerek masamdaki telefona uzandım ve kantini arayıp odama iki çay istedim. Doğrusunu söylemek gerekirse yiyecekler bir hayli güzel duruyordu ve mesai saati başlayalı hiç duraksamadan hasta bakan ben bir hayli yorulmuş ve acıkmıştım.

Kısa sürede gelen çaylarımızın ardından birlikte yemeğe başladık. Söylemesi ayıp her şey harikaydı. Neredeyse Demet’in burada oluşuna sevinecektim.

Ben tüm ilgimi elimdeki su böreğine vermiş durumdayken Demet ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra bir anda “Siz çocuk düşünüyor musunuz?” diye sordu. İşittiğim sorunun ardından az önce ısırdığım börek parçası boğazıma kaçtığında deli gibi öksürmeye başladım. Demet, endişeyle ayağa kalkacağı an öksürmeye devam etsem de elimi kaldırarak onu durdurdum ve masanın diğer ucundaki su şişemi alıp birkaç yudum içtim. Saniyeler sonra nefesim rahata kavuşmuştu kavuşmasına ama kalbim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Yalnızca bir saniyeliğine Aral’la benim bir çocuğumuz olduğunu düşünmem bile az daha boğulmama neden oluyordu…

Demet, sakinleştiğimi anladığında hafifçe tebessüm etti. “Beklemediğin yerden mi geldi sorum?”

Şişeyi kapatıp aynı yerine koyarken “Yani,” diye mırıldandım belli belirsiz. “Biraz sürpriz oldu.”

Çatalının ucundaki sarmasını ağzına atmadan hemen önce “Bundan çocuk istemediğinizi mi çıkarmalıyım?” diye sordu. Ne diyeceğimi bilemeyerek kısa bir süre duraksadıktan sonra Aral’ın bana söyledikleri geldi aklıma. Abartıya kaçmadığım sürece kendimce bir şeyler uydurabileceğimden bahsetmişti. Ben de ona uydum.

“Henüz düşünmedik desem daha doğru olur. Sonuçta evli bile değiliz. Evlilik dışı çocuk dünyaya getirmek istemem.”

“Haklısın tabii,” diyerek başını salladı ve çayından bir yudum aldı. Tavrını incelediğimde beni sorguya çeker gibi değil de, meraklı bir arkadaş gibi davrandığını fark ettim. Tabii rol yapma ihtimali de vardı ancak bunun olmadığını düşünüyordum. “Evliliği ne zaman düşünüyorsunuz peki? Bildiğime göre ilişkiniz birkaç yıllık.”

İlişki için kaç yıl söylemem gerektiğini bilmediğimden kaçamak bir cevap verdim.

“Evlilik teklifi aldıktan sonra düşünebilirim.”

Demet, cevabıma gülerek başını salladı. “Demek hala teklifte bulunmadı, öyle mi? Gerçi çok normal. Ekin de beni deli etmişti o süreçte. Erkeklerde evlilik teklifi fobisi gibi bir şey var.”

Bu konudan çok mustaripmişim gibi gözükmeye çalışarak iç çektim. “Sorma gerçekten…”

“Ee, o zaman başka şeylerden bahsedelim. Nasıl tanıştınız mesela Aral’la? İkiniz nasıl bir araya geldiniz?”

Ağzımdaki lokmayı çiğneme hızımı azaltarak kendime düşünme fırsatı oluşturdum. Güzel bir hikâye uydurmam gerekiyordu ve sanırım bunu yaparken gerçeklerden yola çıkmak en iyisiydi.

“Hastanede tanıştık.”

“Aa,” diyerek güldü. Sanırım daha romantik bir şeyler bekliyordu. “Nasıl oldu peki?”

“Bir gece yarısı acil doğum için hastaneye çağrılmıştım. Apar topar hastaneye gelip doğuma girdim. Sonra, yani hastaneden çıkıp eve gideceğim sıra, Aral’ı gördüm. Hastane bahçesine park ettiği arabasının başında duruyordu ama uzaktan da olsa halinden bir sorunu olduğu belli oluyordu. Hızla yanına gittiğimde önce ayakta durmakta zorlandığını fark ettim, sonra da yaralı olduğunu. Hemen acile yetiştirdim tabii.”

“Ay, nasıl yaralanmış ki?”

O, muhtemelen silahlı mafya adamlarıyla falan dalaştığını düşünüyordu ancak ben yine doğruyu söylemeyi tercih ettim. Zaten onun umduğu gibi şeyler söyleyip bilmediğim şeyler hakkında konuşursam pot kırma ihtimalim oldukça fazla olurdu.

“Kapkaççıyla dalaşmış. Serseri bunu bıçaklayıp bırakmış.”

“Çok şaşkınım şu an… Sonra ne oldu peki? Ona sen mi yardım ettin?”

Bir yandan önümüzdekileri yemeye devam ederken diğer yandan havadan sudan konuşuyormuşçasına rahatça sohbetimizi sürdürüyorduk. Gerçi Demet zaten fazlasıyla rahattı, gergin olan bendim ve ben de tıkınarak bunu saklamaya çalışıyordum.

“Hayır, elbette. Onu acildeki cerrahi asistanlarına emanet ettim. Durumunun iyi olduğunu öğrenince de gittim.”

“Hiçbir şey olmadı mı yani?”

Kaşlarım çatıldı. “Nasıl bir şey?”

“Ne bileyim, romantik bir şeyler işte… İki tatlı söz, farklı bir bakışma, basit bir teşekkür?”

O gece olan tek şey benim Aral’ın parlak yeşillerinden gözlerimi alamamamdı ancak elbette ki bunu ona söyleyemezdim.

“Olmadı, çünkü dediğim gibi onu diğer doktorlara emanet ettikten sonra bir daha görmedim. Acile götürene kadar da pek bir şey olmadı, pek kendinde değildi çünkü. Hatta aslında ben, beni bir daha görse tanımaz diye düşünmüştüm.”

Tek kolunu masaya yaslarken “Ama tanıdı?” diye tahmin yürüttü. Heyecanlanmışa benziyordu. Doğruyu söylemek gerekirse ben de heyecanlı sayılırdım, çünkü bundan sonra anlatacaklarım tamamen hayal ürünü olacaktı.

“İki gün sonra öğlene doğru bana bir çiçek geldi,” diye devam ettim, hiç teklemeden yalan söyleme konusunda geliştiğimi şaşkınlıkla fark ederken. “Üzerinde küçük bir not vardı. Hayatını kurtardığım için teşekkür edip notun altına adını yazmıştı. Gerçi hayatını kurtarmış sayılmazdım, altı üstü hastaneye gitmesine yardımcı olmuştum ama not hoşuma da gitmişti.”

Bir anlığına gerçekten böyle olsaydı ne olurdu, diye düşünmeden edemedim. Sonraysa böyle şeyler düşünmenin hiç uygun olmadığını fark ederek başımı belli belirsiz salladım. Bu yalanları Demet’i inandırmak için anlatıyordum, kendimi değil…

“Ay, çok heyecanlı! Sonra ne oldu?”

İlgisi karşısında biraz tereddüde düşerek abartıp abartmadığımı hesaplamaya çalıştıktan sonra anlatmaya, daha doğrusu yalan söylemeye devam ettim.

“Çiçeğin gelmesinden birkaç gün sonra kardeşimle birlikte yemeğe çıkmıştık. Restoranı falan kardeşim ayarlamıştı, benlik bir durum yoktu yani. Yemeğe başladığımız sıra hemen arkamızdaki masaya biri oturdu.”

“Tahmin edeyim, Aral!”

Heyecanla lafa karışması karşısında kendimi gülmeye zorlayarak başımı salladım. Olayları ne de güzel çarpıtıyordum öyle!

“Kız kardeşimin arkasında kaldığı için o görememişti ama biz yüz yüze oturuyorduk ve ona bakmasam bile Aral’ın gözlerini sürekli üzerimde hissediyordum.”

Aslında bu da tam tersiydi. Birine gözünü dikip bakan bendim ve baktığım kişi Aral bile değildi…

“Sonra ne oldu peki?”

“Bir süre öyle masadan masaya bakışıp durduk. Sonra kardeşim bir ara lavaboya gitti, Aral da onun yokluğunu fırsat bilip yerine oturdu ve bir sonraki akşam yemeğini birlikte yiyip yiyemeyeceğimizi sordu.”

Aral’ın böyle şeyler yapacak bir adam olup olmadığından emin değildim ancak ilişki peşindeki birini anlatırken daha ne kadar basite kaçabilirdim, emin değildim doğrusu.

“Aral’ın hep gizli bir tarafı olduğunu düşünüyordum. Yani böyle pek fazla bizimle takılmıyordu ama babamın ona gerçekten güvendiğini gördükçe de bize göstermediği bir tarafının olduğunu tahmin ediyordum. Haklıymışım. Demek ki insanına göre davranıyor.”

Söyledikleri karşısında ne demem gerektiğinden tam emin değildim, bu yüzden genel bir cevap verdim.

“Aslında herkes biraz öyle değil mi? Nabza göre şerbet vermeyi seviyoruz. Bence öyle yapmak da gerekiyor.”

“Bence de. Zaten Aral’ın iradesi karşısında her zaman şaşıp kalmışımdır. Yani belki kızacaksın bana şimdi ama seni tanımadan önce, sadece varlığından bahsedilirken yani, Aral’a pek inanmıyorduk. Bize aylarca nişanlısı olduğundan bahsetmesine rağmen seni bir türlü bizimle tanıştırmıyordu ancak neredeyse evli biri gibi girdiğimiz ortamlarda herkesten, özellikle de kadınlardan bir hayli uzak duruyordu. Bizi büyük bir ikilem arasında bırakıyordu doğrusu.”

Bu konu benim de fazlasıyla kafamı karıştırıyordu aslında. Gerçekten bir nişanlısı olsaydı çoktan öğrenmiş olmam gerekirdi. Madem bir ilişkisi yoktu, o zaman neden böyle davranıyordu? Onu tutan, durduran şey neydi? Asaf amcam asıl olaydan sapmamak için karışmadığını söylemişti, bir yere kadar haklı da sayılırdı ama şimdi Demet’in anlattıklarından yola çıkarak bu durumun onu şüphe içinde bırakmasına neden olduğunu söyleyebilirdim. Buna neden izin vermişti? Ben hayatına girmemiş olsaydım bu yalanı sürdürmeye devam mı edecekti?

“İkilemlerinizde haklı olduğunuzu söyleyebilirim ancak siz de şunu tahmin ediyor olmalısınız ki ben böyle ortamlardan uzak bir şekilde büyüdüm. Yanlış bir kelime telaffuz etmeden nasıl anlatabileceğimden emin değilim ama bence ne demek istediğimi anlıyorsundur. Ben gerçek silahı ilk kez Aral’da gördüm. Başlarda onun ne iş yaptığını bile bilmiyordum. Bu ortamlara alışmam zor oldu, eskisi kadar değil belki ama hala daha uyum sağlamakta zorlandığım zamanlar oluyor. Aral da bunu bildiği için beni sizden uzak tutmaya çalıştı. Bunun için ona kızabileceğinizi sanmıyorum.”

Beni sakince dinledikten sonra “Elbette,” diyerek başını salladı. “Ne demek istediğini anlıyorum, daha doğrusu tahmin edebiliyorum. Ben bellerinde çifter silah taşıyan adamların, korumaların arasında büyüdüğüm için böyle şeyler çok normal geliyor. Ekin de babamın eski dostlarından birinin oğlu. Yani o da böyle ortamlarda büyüyen biri ve tanışıklığımız eskiye dayanıyor. Bu yüzden senin gibi adaptasyon sorunu hiç yaşamadık ya da Aral’ın gibi dışarıdan birini bizim aramıza katmaya çalışmadık ama çok yaşayan gördüm. Bu yüzden anlıyorum. Hem şu son olaylardan, Volkan zibidisi konusundan bahsediyorum, haberim var. Çok güzel bir kadınsın Tamay, Aral’ın seni onlardan da korumak istediği çok bariz.”

O pislik adamın adını duymak yüzümü buruşturmama neden oldu. Söylediği şeyleri hala daha hazmedemiyor ve o adama büyük bir nefret duyuyordum.

“O adamı gördükten sonra Aral’ın bu konuda ne kadar haklı olduğuna bizzat tanıklık ettim. O herifin söyledikleri yenilir yutulur şeyler değildi, Demet. Neye uğradığımı şaşırdım. Hele Aral’ın gözünün döndüğünü fark edince aklım çıktı daha kötü bir şeyler olacak diye.”

Demet, dudaklarını birbirine bastırarak sıkıntılı bir tavırla başını salladı. Yüz ifadesi içten duruyordu.

“Pek teselli etmez biliyorum ama babam onun icabına baktı, bir daha aynı şeye kalkınabileceğini hiç sanmıyorum.”

İcabına baktı derken ne demek istediğini deli gibi merak etsem de cevabını duymaktan korktuğum için hafifçe başımı sallamakla yetindim.

Demet, çatalındaki son lokmayı da ağzına atıp çiğnedikten sonra bakışlarını saatine dikti. “Sohbete daldık, zamanı unuttuk. Ne kadar kaldı öğle aranın bitmesine?”

Şaşkınlıkla söylediğinin doğru olduğunu fark ederken telefonumun saatine baktım. “On dakika var.”

“Daha varmış, iyi. Önce buraları toplayalım, sonra da ben söylediğin tahlilleri yaptırmaya gideyim.”

“Olur.”

Demet’le birlikte el çabukluğuyla masayı topladıktan sonra onu tahliller için hastanenin ilgili bölümüne gönderdim ve ardından da öğleden sonraki ilk hastamı odaya çağırdım.

Arabanın bagajındaki market poşetlerinin bir kısmını alarak eve doğru ilerlerken bakışlarımı batmaya yüz tutan akşam güneşinde gezdirdim. Hastaneden çıktıktan sonra her ne kadar deli gibi yorgun olsam da düşüncelerimin uyumama ya da dinlenmeme izin vermeyeceğini bildiğim için yemek yaparak kafa dağıtmayı uygun bulup kendimi büyük süper marketlerden birine atmış ve güzel bir alışveriş yapmıştım. Poşetleri taşıması alışverişi yapması kadar eğlenceli değildi belki ama olsundu, yemek yapmanın üzerimdeki terapi etkisini baz aldığımda bunun pek bir önemi yoktu.

Öğleden sonraki randevu sıkışıklığının ardına bir de Demet’in tahlil sonuçlarını eklemiştim. Neyse ki tahlilleri iyi çıkmıştı da birkaç vitamin takviyesiyle onu uğurlayabilmiştim.

Ha, tabii bu arada bir sonraki hafta sonu yapacağı doğum günü partisine de davet edilmiştim. Resmen elimi verip kolumu geri alamadığım durumun içinde yüzüyordum. Nöbetimin olabileceğini ya da başka son durum ameliyatlarının çıkabileceğini söyleyerek gitme sözü vermemiştim tabii ama bu bile sıkıntıydı. Muhtemelen doğum günü ortamı, Sadullah Koroğlu’nun davetlerinden daha farklı olurdu ancak yine de gitmek istemiyordum. Buna rağmen içimden bir ses istemediğim daha birçok şey yapmak zorunda kalacağımı ve bunun yanında bir hiç olduğunu söylüyordu.

Bunun yanında Aral’dan da hala ses seda yoktu. Akımdan bin bir türlü durum geçiyordu. Çok yoğun olduğu için beni aramaya fırsat mı bulamıyordu, yoksa aramaya değer bir şey bulamamışlar mıydı? Gerçi bir şey bulamasalar dahi arayıp haber vermesi gerekmez miydi? Üstelik Demet’in yanıma geleceğini biliyordu. Onunla vaktimin nasıl geçtiğini merak etmiyor muydu?

Bunların hiçbirine verecek bir cevabım yoktu belki ama biraz daha düşünmeye devam edersem kafayı sıyıracağımdan artık emindim. Bu yüzden düşüncelerimi susturmak adına kısık tonda bir şarkı mırıldanarak elimdeki poşetleri mutfağa bırakıp arabada kalanları almak için tekrar geri döndüm.

Son poşetleri de aldıktan sonra arabayı kilitleyip eve geçtim ve üst kata çıkarak üstümü başımı değiştirip banyodaki rutin işlerimi hallettikten sonra bugün etüde kaldığından eve geç gelecek kardeşim için mükellef bir sofra hazırlamaya giriştim.

Yaklaşık iki saat kadar sonra ocağın üstü mis kokulu tencerelerle dolmuştu. Küçük bir gururla yemeklerimi izledikten sonra salata yapmaya başlayacağım an zilin çalmasıyla kapıya koşturdum. Kapıyı açtığım an Tuana büyük bir enerjiyle “Ben geldim!” diye bağırarak üzerime atladı. Beklemediğim bu ani tepki karşısında sendeleyerek geriledim. Son anda duvara monte edilmiş vestiyere tutunmasaydım muhtemelen çoktan yerle öpüşmüş olurdum.

“Seni bugün pek yoramamışlar belli,” deyip güldükten sonra kollarımı Tuana’nın etrafına doladım ve açık renkteki saçlarına derin bir buse bıraktım.

“Tam tersine, o kadar yordular ki kafayı yedim abla,” diye kıkırdayarak geri çekildiğinde işaret parmağımla alnına vurdum.

“Bu kafayı yemiş halin mi yani?”

“Evet, aksi takdirde yerlerde sürünerek eve gelmem lazımdı.”

Başımı iki yana sallayarak “Hadi geç içeri başımın belası,” diye söylendim. “Yemek hazır sayılır, hemen gidip elini yüzünü yıka. Sonra da üzerini değiştirip mutfağa gel.”

“Emrin olur sultanım!”

Yanaklarıma kondurduğu sulu öpücüklerin ardından merdivenlere doğru koşturduğunda bir kez daha başımı sallayarak mutfağa yöneldim. Deliydi, meliydi ancak o olmasaydı nasıl ayakta durabilirdim, bilmiyordum doğrusu. Beni hayata bağlayan ve her şeye rağmen dik durabilmemi sağlayan en büyük etken şüphesiz ki kız kardeşimin varlığıydı. O benim canımın en içiydi.

Tuana dediklerimi yapıp aşağı inene dek salatayı yapıp masaya yerleştirmiştim. Dolaptan tabakları çıkartırken Tuana havayı koklayarak mutfaktan içeri girdi. “Allah’ım, benim küçük burnum neler duyuyor böyle?”

Sözlerine gülerken “Neler duyuyormuş?” diye sordum.

“Çok güzel şeyler, çok!”

Tuana, ocaktaki tencerelerin kapaklarını tek tek açıp teftiş yaptığı sıra zil çalınca kaşlarımı çatarak mutfak kapısına çevirdim bakışlarımı. Kimdi ki bu saatte?

“Misafirimiz mi gelecekti?”

Dolaptan çıkardığım tabakları masanın üzerine bıraktıktan sonra “Hayır, kimseyi beklemiyordum,” diye mırıldanarak mutfaktan çıkıp dış kapıya yöneldim. Ne olur ne olmaz diyerek kapı deliğinden baktığımda görüş açıma giren bir çift yeşil gözle şaşkınlıkla irkildim. Aral’ın burada ne işi vardı ki?

Ansızın daha hızlı atmaya başlayan kalbimi yok sayıp onu daha fazla kapıda bekletmemek için elimi kapı kulpuna attığım sıra bakışlarım üzerime kaydı. Yemek yapmadan evvel üzerimi değiştirip basit bir siyah taytla, Tuana’nın geçen sene hediye ettiği göbeğimin hemen üstünde biten beyaz bir tişört giymiştim. Saçlarım da klasik ev topuzu halindeydi. Yani oldukça basit ve hatta dağınık görünüyor olmalıydım.

Küçük bir tereddüde düştüğümde Aral’ın en güzel halimle karşısına geçtiğimde bile bana göz ucuyla bakmaktan ileriye gitmediğini hatırlayarak buna takılmamaya karar verdim ve içime derin bir nefes çekip kapıyı açtım. Aral, üzerinde siyah bir kot ve koyu lacivert bir tişörtle tam karşımda dikiliyordu. Yüzü solgun gibiydi, daha doğrusu oldukça yorguna benziyordu.

Onu incelediğimi fark etmemesini umarak “Aral?” diye mırıldandım. “Hoş geldin.”

Hafif şaşkın çıkan ses tonumu garipsemeyen Aral bakışlarını kısaca üzerimde gezdirdikten sonra -bu öylesine yapılmış bir hareket gibiydi- başını sallayarak “Hoş buldum,” diye cevap verdi. “Kusura bakma, habersiz geldim ama bugünkü olanlar için seni arayamadım. Öğleden sonra da son dakika operasyonuna katılmak zorunda kaldım, daha yeni dönüyorum. Eve geçmeden evvel sana uğrayıp bugün olanlar hakkında konuşmak istedim.”

Demek beni aramamasının sebebi operasyonda olmasıydı…

“Anlıyorum, iyi yapmışsın,” diyerek başımı salladım. “Geçsene içeri, ayaküstü konuşmayalım.”

“Aslında ben-”

“Enişte?”

Aral’ın cümlesini yarıda kesen şey, Tuana’nın mutfaktan çıkıp adeta sekerek yanımıza gelmesiydi. “bu ne güzel sürpriz! Yemeğe mi geldin yoksa?”

Aral, ona dönerek kaşlarını çattı ve “Yemek mi?” diye sordu şaşkınca. “Aslında-”

“Evet, Tuana, yemeğe gelmiş,” diyerek araya girip bu kez de ben kestim Aral’ın konuşmasını. Biraz emrivaki yapmış gibi oluyordum ama aksi durumda Aral’ın niye bize geldiğinin mantıklı bir açıklamasını yapamazdık.

Bakışlarımı Aral’a çevirip Tuana’ya göstermeden beni bozmaması için kaş göz hareketi yaptım ve renkli gözlerindeki onaylamayı gördüğümde tekrar Tuana’ya döndüm.

“Hastaneden gelirken Aral’la mesajlaşmış ve yemek yapacağımı söylemiştim. O da saatlerdir yemek yememiş, dışarıda yemek yerine burayı gelmeyi tercih etmiş. Değil mi, Aral?”

Aral, ne yapmaya çalıştığımı anlamış olsa gerek başını hafifçe sallayıp “Öyle,” dedi. “Operasyondan geliyorum ve en son ne zaman bir şeyler atıştırdığımı bile hatırlamıyorum.”

“O zaman buraya gelmekle en iyi tercihini yapmışsın, enişteciğim,” diyerek Aral’ın koluna girdi Tuana. “Aslında ben sana trip atacaktım ama çok yorgun görüyorsun. Bu yüzden trip işini bir sonraki görüşmemize erteliyorum.”

Aral, duygularını büyük bir başarıyla saklıyor olsa da Tuana’nın söyledikleri karşısında şaşırdığına, dahası dehşete düştüğüne emindim. Hatta tam şu an içinden Tuana’nın ona neden tirp atmak istediğini sorguluyor olmalıydı.

Tuana, kolundan çekiştirdiği Aral’la birlikte mutfağa girecekken Aral lavaboyu kullanması gerektiğini söyleyerek onu durdurdu. Ben de bunu fırsat bilip Tuana’yı masaya bir tabak daha koyması için mutfağa ittirdim ve Aral’a yolu gösterdim. Biz Tuana’yla genelde üst kattaki banyoyu kullanırdık ancak misafirler için bu katta daha geniş bir banyo vardı.

Banyo kapısında duraksayarak Aral’a döndükten sonra ses tonumu azaltıp “Üzgünüm ama Tuana’nın şüphelenmemesi için böyle söylemek zorundaydım,” diye açıklama yaptım. “Aksi takdirde neden telefonla konuşmadığımızı sorgulardı.”

“Anlıyorum,” diyerek kısaca başını salladı. “Yemek konusunda rahatsızlık vermeyeceksem benim için bir sıkıntı yok.”

“Estağfurullah, ne rahatsızlığı? Altı üstü masaya bir tabak daha ekledik,” diyerek kafamı salladım. “Neyse, sen geç banyoya. Ben de mutfağa geri döneyim.”

“Tamam.”

Aral’ı arkamda bıraktıktan sonra neden heyecanla gerildiğine bir anlam veremediğim vücudumla birlikte mutfağa geçtim. Tuana ben gelene kadar masayı donatmıştı bile. Ben de son olarak ekmek sepetini masaya yerleştirdiğimde Tuana sandalyelerden birini çekip oturdu.

“Eniştemin gelmesi ne iyi oldu, değil mi? Sonunda birlikte doğru düzgün vakit geçirebileceğiz.”

“Evet ama sen yine de cıvıtmamaya dikkat et, Tuana,” diyerek gözlerimi kıstım. “Adama karşı rezil etme beni.”

“Adam dediğin de sevgilin abla, niye rezil olacakmışsın acaba?”

Masadaki çatallardan birini alıp tehdit edercesine Tuana’ya doğru tuttum. “Senin gibi bir kardeşim varken olmamam mümkün mü? Aral, alışık değil senin sırnaşmalarına.”

“İyi ya işte, kısa sürede alışır.”

“Ah, Tuana…”

Sıkıntıyla iç geçirirken Aral’ın içeri girdiğini görünce yerimde dikleştim ve Tuana’yı son kez bakışlarımla tehdit edip Aral’a döndüm. “İstediğin yere oturabilirsin.”

Aral, kısa bir duraksamanın ardından ilerleyip Tuana’nın hemen karşısındaki sandalyeye yerleşti.

“Enişte diken üstündeymiş gibi oturmana gerek yok, rahatla. Yemeyiz seni korkma. Yani en azından ben yemem.”

Sinsi sinsi sırıtan kız kardeşime büyük bir dehşetle bakakalırken Aral’ın düz bakışlarının yüzüme kaydığını fark ederek dudaklarımı mahcup olmuş bir tavırla birbirine bastırdım. Bu kız her geçen gün daha da edepsiz oluyordu ve ben onu asla durduramıyordum.

Konuyu değiştirmek amacıyla ocaktaki çorba tenceresini alıp masaya koydum ve Aral’a dönerek “Domates çorbası içer misin?” diye sordum. Bakışları çorba tenceresine kayarken “Olur,” diyerek başını salladı.

Aral’ın ardından Tuana’nın tabağına da çorba koyduktan sonra ateş saçan gözlerimle ona baktım. Aldığım karşılıksa havaya atılan bir öpücüktü. Ufukta kuvvetli bir saç-baş kavgası görünüyordu…

Kendime de çorba koyduktan sonra Tuana’nın yanına oturup sessizce çorbayı içmeye başladım.

“Ee, enişte anlatsana, ne operasyonu yaptınız bugün?”

Aral’ da aynı benim gibi şaşkın bakışlar attı Tuana’ya. Kız kardeşim karşısında daha fazla ifadesiz duramamıştı adamcağız. “Operasyonu mu anlatayım?”

Tuana hafifçe omuz silkip “Hımhım,” diye mırıldandı. “Halinden yorulduğun belli oluyor. Büyük bir operasyon muydu?”

Aral, bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Tuana’ya dönüp “Bir soyguncu çetesi çökerttik,” diye açıklama yaptı. Doğrusu buna dürüstçe cevap vermesi beni şaşırtmıştı. “Haliyle uzun ve yorucu bir operasyon oldu.”

“Çete mi çökerttiniz? Şu polisiye dizilerinde olduğu gibi mi yani?”

“Dizilerde olanlardan çok daha zor olduğunu söyleyebilirim.”

“Vay be, çok havalı.”

“Neresi havalı Tuana? Adamlar canlarını tehlikeye atıyorlar suçluları yakalamak için.”

Tuana bana yandan bir bakış atarak “İşte bu yüzden havalı ya zaten,” dedi. “Böyle bir enişteye sahip olmak büyük bir şans. Arkadaşlarım, eniştemin başkomiser olduğunu duyduklarında ağızlarından sular akıttılar, yaa…”

Elimdeki kaşığı çorbanın içine düşürürken “Onlara da mı söyledin?” diye sordum şaşkınca. Bu kızın ağzında niye bakla ıslanmıyordu?

“Neden söylemeyeyim ki? Havasını atmadıktan sonra böyle enişteyi ne yapayım ben?”

Kardeşimin yüzsüzlüğü karşısında dehşete mi düşeyim; yoksa Aral’ın, Tuana’nın sözlerinin ardından dudaklarının kıvrıldığını göstermemek için elini ağzına kapatmasına mı şaşırayım bilememiştim doğrusu. Bu yüzden de hiçbir şey demeyip çorbamı içmeye devam ettim.

Çorbalar bitene kadar -neyse ki- kimseden tek kelime daha çıkmamıştı. Sonrasında da yerimden kalkıp herkese sırasıyla biraz pilav, biraz da mantarlı tavuk sote koydum ve yemeğe devam ettik. Bakışlarım ara ara Aral’a kayıyordu ve yemekten memnun olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Açıkçası yüz ifadesinden pek bir şey anlamak mümkün değildi ancak iştahla yemesine bakılırsa yemekleri beğenmişti.

Bu kadar sessizliğin kafi geldiğine karar vermiş olmalı ki “E, yemek sonuna kadar susacak mısınız böyle?” diyerek bakışlarını Aral’la benim üzerimde gezdirdi, Tuana.

“Yemek yiyoruz, Tuana,” diyerek ona dik dik baktım. Susması için illa ağzını mı bantlamam gerekiyordu?

“Ben de yiyorum ama bak konuşabiliyorum abla,” diyerek bakışlarını Aral’a çevirdi. “Enişte kendini tanıtsana bana biraz. Ablam bu konuda çok ketum, bana seninle ilgili bir şey anlatmıyor.”

“Tuana…”

Kız kardeşim bana omuz silkerek istekli bakışlarla Aral’a bakmaya devam edince Aral da ağzındaki lokmasını bitirip “Neyi merak ediyorsun?” diye sordu.

“Mm, kardeşin var mı mesela?”

“Evet, ikizim var.”

“Neyin var, neyin var?”

Tuana kocaman olmuş gözleriyle bana dönerken dudaklarımı birbirine bastırarak başımı eğdim. Dediği gibi Aral’la ilgili bir şey öğrenmeye çalıştığında laf kalabalığı yapıp konuyu kapatmayı yeğliyordum. Aral’a her geçen gün daha çok bağlanıyor olması beni bir hayli korkutuyordu çünkü.

“İkiz kardeşim var.”

“Yani senden bir tane daha mı var?” diye sordu Tuana, kulaklarına inanamıyormuş gibi görünüyordu.

“Öyle de denebilir.”

“Yani şimdi gerçekten sana tıpa tıp benzeyen biri daha var,” dedikten sonra bakışları beni buldu. “Ve sen bana bunu söylemedin, öyle mi?”

“Konusu açılmadı ki,” diyerek yırtmaya çalıştım. “Hem ne yapacaksın sen Aral’ın ikizini?”

“Konu açtırdığın mı var abla? Hem ne demek, ne yapacaksın? Yakışıklı eniştemden bir tane daha varmış. Bu nasıl bir şey biliyor musun acaba?”

Evet, biliyorum. İlk gördüğümde korkudan çığlık atmıştım mesela.

“Bunda abartılacak bir şey yok,” diye mırıldandı Aral. “Sonuçta görülmemiş bir şey değil, her yer ikiz dolu.”

“Ama her yer seninle dolu değil enişte, bunu öyle basit bir şeymiş gibi değersizleştiremezsin.”

Anlaşılan Tuana sulanacak birini daha bulmuştu. İşin kötüsü Arel, Aral gibi de davranmaz; Tuana’yla çok yakından ilgilenir ve zavallı kız kardeşimi onlara daha çok bağlardı.

Konunun kapanmasını umarak tabağını önüne ittirdim ve “Yemeğin soğuyor, daha fazla bekletme istersen,” diyerek kaşlarımı havaya diktim. Bu tavrın bir tehdit niteliği taşıdığını biliyordu ancak bunu umursamadan tekrar Aral’a döndü.

“İkizinin adı ne? O ne iş yapıyor?”

Aral, kaşığındaki pilavı ağzına atmadan önce “Adı Arel ve benim ekibimde komiser,” diye açıklama yaptı.

Tuana, ağzını beş karış açıp “Ne?” deyiverdi. “O da mı polis yani? İnanamıyorum!”

“Bu o kadar da şaşılacak bir durum değil bence. Yani Emniyet’te bizden başka kardeşler de var.”

“Aynı şey değil ki,” diyerek başını salladı Tuana. “Onunla, yani ikizinle ne zaman tanışabilirim? İkinizi yan yana görmek istiyorum ben.”

“Tuana, Aral’ı artık rahat mı bıraksan acaba? Yemeğini yiyemedi senin yüzünden. Hem günler torbaya girmedi değil mi canım? Uygun bir vakitte tanışırsın.”

Tuana, Aral’ın tabağına bakıp yemeğinin yarısının durduğunu görünce omuzlarını indirerek “Peki,” diye mırıldandı. Nihayet. “Ben biraz heyecan yaptım da, affedersin enişte.”

Aral, bana kısa bir bakış atıp “Yok, sorun değil,” diye cevap verdi. “Ve ablanın da dediği gibi zamanı gelince tanışırsın. Öyle pek abartılacak biri de değil zaten.”

Son cümlesi gülesimi getirse de kendimi tuttum. Arel’le arasında gizli kalamayan bir çekişme var gibiydi. Daha doğrusu Aral, Arel’in tavırlarını beğenmediği için ona kızıyordu ve bu, ortaya gülünecek şeyler çıkarıyordu.

Tuana, muhtemelen Aral’ın ne demek istediğini anlamamıştı ancak ona attığım bakışları görünce bir şey demeyerek başını önüne eğdi ve yemeğine devam etti. Beni delicesine kızdırmasına rağmen hevesini kırdığım için üzülüyordum ama buna mecburdum. Ne Aral’a ne de Arel’e kendini bağlamaması gerekiyordu, çünkü onlar hayatımıza geçici olarak girmişlerdi.

Zor olmuştu lakin yemeği huzurlu bir sessizlik içinde bitirebilmiştik. Aslında ben pek huzurlu sayılmazdım. Bir yandan Tuana’nın bundan sonra yapacağına emin olduğum patavatsızlıklar için şimdiden utanıyor, diğer yandan da bir an evvel Aral’la bugün olanlar hakkında konuşmak istiyordum. Ve tabii bunları düşünmek ağzıma attığım lokmaların tadına varmama engel oluyordu.

Yemek bitimi ayaklandığımızda Aral’a dönüp “Sen içeri geç lütfen, biz Tuana’yla hallederiz,” dedim.

“Peki, öyle yapayım. Yemekler için de teşekkür ederim, eline sağlık.”

Hafifçe tebessüm ettim. “Afiyet olsun.”

Aral, mutfaktan çıktığında hızla Tuana’ya dönüp “Seni geberteceğim,” diye homurdandım. “Resmen sulanıyorsun adama, senin yerine ben utanıyorum.”

Tuana kirli tabakları üst üste koyup tezgâha götürürken “Aman abla,” diye söylendi umursamaz bir tavırla. “Sen çok abartıyorsun. Bence eniştemin hoşuna bile gidiyor bu sevgi gösterileri.”

“Çok biliyorsun sen,” diyerek tam önümden geçerken kalçasına şaplak attım. “Yakında adamı taciz edeceksin diye korkuyorum.”

Tuana tek eliyle kalçasını ovalarken bana kötü kötü baktı. “Senin yerine ben yapmış olurum fena mı? Adama hiç gülmüyorsun. İnsan iki naz, cilve falan yapar. Geldiğinde öpmedin bile adamı. Benden mi çekiniyorsunuz, yoksa hep mi böylesiniz? Hep böyleyseniz işiniz kötü, ben şimdiden söyleyeyim de…”

Söylediği şeyler karşısında ağzım açık kalakalırken en sonunda dayanamayıp “Sana ne be,” diye çemkirdim sessizce. “İster öperim ister öpmem, sana mı soracağım ya?”

“Aa, çok yanlış ablacığım, şimdiden söyleyeyim yani. Eniştem gibi yakışıklı bir adam ilgi ister, şefkat ister, öpücük ister. Sonra onu sevmediğini düşünüp terk eder seni, demedi deme. Gerçi sen bu şekilde onu nasıl inandırdın sevdiğine, hiç anlamadım ya neyse. Hatice’ye değil neticeye bakalım biz.”

İçimden Aral’ın bunları duymuyor olmasını temenni ederken “Şimdi ben sana bir şefkat göstereceğim, göreceksin gününü,” diye kızdım ona. “Çabuk odana çık, ben çay demledikten sonra çağırırım seni. Çağırmadan evvel de sakın geleyim deme.”

Pilav tenceresini ocağa bıraktıktan sonra dış kapıya doğru ilerlerken haince sırıttı ve “Neden?” diye sordu. “Sözümü dinleyip eniştemi öpmeye mi gideceksin yoksa?”

Tavrı karşısında öylesine hayrete düştüm ki bu sefer kızmak yerine başımı iki yana salladım. “Sana asla laf anlatamıyorum,” diye mırıldandım sessizce. “Ne oldu sana Tuana?”

Kızmama hiç aldırış etmeyen kardeşim, hayal kırıklığı yaşadığımı görünce yüzünü düşürdü ve hızlı adımlarla yanıma gelip bana sıkıca sarıldı. Başını göğsüme yaslarken “Seni üzmek istememiştim,” diye mırıldandı. “Ben sadece… Abla ben çok endişeliydim. Yani o kariyer meraklısı pis adam yüzünden o kadar kötü günler geçirdin ki bir daha eski haline dönmeyeceksin, kimseyi sevmeyeceksin sanmıştım. Aral eniştemi bile sevdiğini ne kadar zor kabullendin, günlerce boşluğa dalıp durdun. Şimdi olaylar bu raddeye gelmişken geriye dönülsün istemiyorum. Bence Aral eniştem çok iyi biri, hem Asaf amcanın bir numaralı adamı olduğunu sen söylememiş miydin bana? Asaf amcam seviyorsa gerçekten iyi adam demektir. Seni mutlu edebilir. Eskiyi tamamen unutturabilir. Ne bileyim, belki beni de severse sana daha çok bağlanır diye düşündüm herhalde. O yüzden biraz abarttım. Seni üzdüysem çok özür dilerim.”

Keşke bunları duymasaydım da yüzsüzlüğü için Tuana’ya kızmaya devam edebilseydim.

Kız kardeşime sıkıca sarılarak yanağımı saçlarına yasladım. “Benim kimseye ihtiyacım yok ablacığım, biliyorsun değil mi? Evet, değmeyen biri için çok kötü günler geçirdim ama hepsi geride kaldı. Aral olsun ya da olmasın ben o halime asla geri dönmeyeceğim zaten, anlaştık mı? Ayrıca Aral’a kendini sevdirmek için böyle şeyler yapmana gerek yok. Çünkü böyle tavırlardan hoşlanan kişi Aral değil, Arel.”

Başını kaldırıp irileşen gözleriyle yüzüme baktı. “Sahi mi?”

“Hım-hım. Tanıştığında görürsün zaten, Aral’la o kadar ilgisi yok ki.” Kısa bir duraksamanın ardından gülerek ekledim. “Yani dış görünüşü dışında…”

Kıkırdayarak başını salladı. “Şimdi daha çok merak ettim işte ama seni sıkboğaz etmeyeceğim ve uslu bir kız olarak bizi tanıştıracağınız günü bekleyeceğim.”

Saçlarının üzerine bir öpücük kondurup “Akıllı kardeşim benim,” diye mırıldandım.

Sırtımdaki kollarını çözerek benden ayrıldıktan sonra “O zaman ben odama çıkayım. Çay olunca beni çağırırsın,” dedi.

“Peki, tatlım. Bu arada sakın odandayken hakkımızda saçma sapan şeyler düşünme. Oturup konuşacağız sadece.”

“Tamam, abla,” diyerek mutfağın çıkışına doğru ilerledi ve tam koridora çıkacağı an duraksayarak bana döndü. “Öyle düşüneceğimden değil ama bence küçük bir öpücük verebilirsin enişteme. Operasyonda çok yorulmuştur adamcağız, teselliye ihtiyacı olabilir.”

“Tuana!”

Tuana, koşturarak merdivenlere yöneldiğinde burnumdan soluyarak önüme döndüm ve bulaşıkları sudan geçirip makineye dizmeye başladım. Tabii bunu yaparken şu an içeride beni bekleyen Aral’ı ve sevgili kız kardeşimin söylediği şeyleri aklıma getirmemeye çalışıyordum.

Mutfaktaki işleri bitirip ocağa çay suyu koyduktan sonra içeri geçtim ve Aral’ı telefonuyla uğraşırken buldum. Beni görünce telefonunu kapatıp cebine koydu. Ben de mutfakta konuştuklarımızı duymamış olması için dua ederek gidip karşısındaki koltuğa yerleştim.

“Kusura bakma, mutfağı toplarken Tuana’yla uğraşmak zorunda kaldım. Bir de çay suyu koydum.”

Aral, sessiz bir onayla başını sallarken “Sana sormadım ama istersen kahve de yapabilirim,” diye mırıldandım.

“Çay içerim, kahveye gerek yok.”

“Peki,” diyerek iç çektim. “Bu arada Tuana’nın tavırları için de kusura bakma lütfen. Kendini sana sevdirmeye çalışıyor ama bunu yaparken biraz abartıyor.”

“Gerçekten sorun değil,” diyerek başını salladı ve ses tonunu biraz kısarak ekledi. “Sanırım bunu eski ilişkin yüzünden yapıyor.”

Bu sonuca kendi çıkarımlarıyla mı ulaşmıştı, yoksa korktuğum gibi bizi mi duymuştu, bilmiyordum. Yine de bunu o an için önemsemedim ve ona hep olduğum gibi dürüst oldum.

“Öyle. Ondan beri kimseyle duygusal anlamda bir şeyler yaşamadım. Sanırım onu atlatamayacağımı düşünüyordu, seni böyle birdenbire karşısına çıkarınca şaşırdı. Aynı zamanda fazlasıyla da mutlu oldu. Dahası senin beni çok mutlu edeceğini düşünüyor, bu yüzden de sana böyle davranıyor işte.”

“Anlıyorum,” diyerek hafifçe yutkundu ve bakışlarını şöyle bir odanın içinde gezdirdikten -özellikle odanın kapısına bakmıştı- sonra tekrar bana döndü. “Bu arada sabahki çocuk, notu bırakan yani, sandığın gibi sokak çocuğu değilmiş. Sen o panikle fark edememişsin ama üzerinde bir arka sokaktaki ortaokulun forması varmış. Ben de çevredeki kamera kayıtlarını izlerken fark ettim. Zaten çocuğu da o sayede buldum.”

Not mevzusunun açılmasıyla tamamen ciddileştim ve onun gibi odanın kapısına kısa bir bakış attıktan -Tuana’nın bunları duyması çok kötü olurdu- sonra oturduğum koltuğun ucuna doğru kaydım.

“Okul çocuğu muymuş yani? Onu nereden bulmuşlar ki?”

“Söylediğine göre bir okul çıkışı yanına bir adam gitmiş ve harçlık kazanmak isteyip istemediğini sormuş. Çocuk başta şüphelenmiş ama parayı duyunca da heveslenmiş. On iki yaşındaki çocuktan ne bekleyebilirsin ki zaten?” Hayıflanır gibi başını iki yana salladıktan sonra anlatmaya devam etti. “Çocuğun anlattığına göre bir gün okul çıkışı evine giderken önüne aniden bu adam çıkmış ve ondan küçük bir ricası olduğunu, yaparsa da ona para vereceğini söylemiş. Çocuğu tatlı dille ikna ettiğinde de ona senin ve arabanın fotoğraflarını verip ne yapması gerektiğini anlatmış. Hatta çocuğun dediğine göre bunu dün yapacakmış ama dün aynı saatte oradan geçerken arabanın camları kapalıymış. Bu yüzden atamamış.”

Aral’ın anlattıkları karşısında resmen dehşete düşmüştüm. “Yani sen şimdi diyorsun ki, bunu yaptıran her kimse beni adım adım takip ediyor. Kız kardeşimi okula bıraktığım saatten tut, seninle görüşmeme kadar her şeyi biliyor, öyle mi?”

“Ne yazık ki öyle.”

Başımı ellerimin arasına alıp gözlerimi kapadım. “Her şey koca bir şakaymış gibi geliyor. İnanmak o kadar zor ki.”

“Keşke öyle olsa,” diyerek iç çekti, Aral. “Notları gönderen kişi bu iş için çok çalışmış olmalı. Zira çocuğun anlattıklarından yola çıkarak konuştukları günü araştırdım, adam kameralardan hep uzak durmuş. Gerçi yakın dursa da bir şey fark etmezdi, çünkü yine şapka ve güneş gözlüğü takıyormuş. Çocuğa bile göstermemiş yüzünü. Tek fark edebildiğim şey evine girip arabana not bırakan kişiyle fiziksel özelliklerinin çok benzer olması. Muhtemelen de aynı kişi.”

“Kimliğini belirleyemedikten sonra aynı kişi olup olmamasının ne önemi var ki?” diye sordum, başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak. “Bu iş gün geçtikçe daha da büyüyor. Saklamakta zorlanıyorum. Bir gün bilerek veyahut bilmeyerek açığa da çıkaracağım, bundan eminim.”

“Saklayabildiğin kadar saklamalısın ama Tamay, öylece pes edemezsin. Bu kişi sana iletmek istediklerini normal bir mesaj ya da ne bileyim internet aracılığıyla da gönderebilirdi ama böyle yapmayı tercih etti. Ve bana sorarsan bunu gözünü korkutmak için yapıyor. Sana elinin kolunun ne kadar uzun olduğunu göstermeye çalışıyor.”

Ağlamaklı bir ifadeyle “Başarılı da oluyor,” diye homurdandım. “Yakında gölgemden korkar hale geleceğim. Belki de çoktan geldim, kendimden bile emin olamıyorum artık.”

“Dayanabildiğin kadar dayanmalısın. Biz sana yardımcı olmak için elimizden geleni yapacağız.”

Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerinin içine baktım. Samimi görünüyordu. Sessizce iç çekerek belli belirsiz salladım kafamı. “Teşekkür ederim.”

“Şirketinizin olay senesi bağlı olduğu şirketleri araştırmaya devam ediyoruz. Detaylı bir araştırma yaptığımız için yavaş ilerliyoruz ama bana sorarsan bir şeyler çıkacaksa oradan çıkacak. Önünde sonunda küçük ya da büyük bir şeyler bulacağız.”

“İnşallah.”

Aramızda kısa bir sessizlik oluşurken “Çay suyu,” diye mırıldandı Aral.

Dalgın bir ifadeyle ona baktım. “Ha?”

“Çay suyu koymuştun ya? Su kaynamış olmalı.”

Anlık bir aydınlanma yaşarken “Ha, evet, doğru,” diyerek ayaklandım. “Demleyip geleyim o zaman.”

“Tamam.”

Odadan çıkıp mutfağa girdiğimde çaydanlıktan çıkan buharları görünce hızla ocağın başına geçtim ve demliğe üst dolaptan aldığım çaydan birkaç kaşık atarak çayı demledim. Ardından da ocağın altını biraz daha açıp tekrar içeri geçtim.

Yavaş adımlarla ilerleyip Aral’ın karşısındaki koltuğa yerleştiğimde “Bugün Demet gelecekti yanına,” diye mırıldandı. “Ne yaptınız?”

“Önce ultrasonla hamileliğini teyit ettim ve beş haftalık hamile olduğunu gördüm. Ona göre tahlil falan istedim, öğleden sonra yaptırdı. Bir sorun çıkmadı kısacası. Hatta beni şaşırttı bile diyebilirim çünkü bana yemek getirmiş. Yani heyecandan uyuyamayıp erken kalkmış ve öğle yemeği saatinde geleceği için börek, kek gibi şeyler yapıp getirmiş. Odamda birlikte öğle yemeği yedik resmen.”

“Sana gerçekten ısınmış demek ki,” diyerek kaşlarını havaya kaldırdı. “Bir şeyler sordu mu peki?”

Başımı sallayarak onu onayladım. “Senin de tahmin ettiğin gibi nasıl tanıştığımızı falan sordu, bir şeyler uydurdum ben de.”

Çocuk yapmayı düşünüp düşünmediğimizi de sormuştu ama bunu Aral’a söyleyemezdim elbette.

“Ne anlattın?”

“Gerçekleri. Hastanede tanıştığımızı, senin bir kapkaççı tarafından yaralandığını ve hastane bahçesinde sana rastlayıp acile taşıdığımı.”

“Bu kadar mı?”

Bir anda Demet’e devamında anlattıklarım için utandım. Bunları ona da anlatacak olmak beni bir hayli germişti. Bu yüzden gözlerimi kaçırdım.

“O olaydan birkaç gün sonra bana bir teşekkür çiçeği gönderdiğini söyledim,” diye mırıldandım ve içime kaçmış gibi çıkan ses tonum yüzünden biraz daha utandım. Ben ona bakamıyordum ancak bakışlarını yüzümde hissedebiliyordum. Ah, bu çok utanç vericiydi.

“Sonra?”

Bakışlarımı odadaki sehpaya dikip umursamaz görünmeye çalışıp asla başaramayarak “Çiçekten birkaç gün sonra da bir restoranda denk geldiğimizi söyledim. Daha doğrusu beni takip ederek oraya geldiğini ima ettim,” diye mırıldandım ve utançtan ölmeden evvel bitirebilmek için hızla ekledim. “Orada bana randevu teklif ettiğini sonra da buluştuğumuzu, ilişkimizin böylece ilerlediğini falan söyledim. Bu kadar.”

“Anladım.”

Düz çıkan ses tonu beni ona bakmaya itmişti. Yüzünde hiçbir ima yoktu ama benim utancımı görebildiğinin farkındaydım.

“Tamay, utanmana gerek yok. Sonuçta bir tanışma hikâyesi uydurman gerekiyordu ve sen de bunu yaptın.”

“Yine de,” diye mırıldandım yerimde huzursuzca kıpırdanırken. “Sana anlatması biraz tuhaf oldu.”

“Tuhaf olan bir şey yok, muhtemelen daha çok şey uydurmak zorunda kalacağız zaten.”

Ona sıkıntılı bir bakış attım. “Bu arada bir sonraki hafta sonu evlerinde doğum günü partisi düzenleyecekmiş. Beni de, dolayısıyla seni de, davet etti. Gitmek için söz vermedim aslında ama gitmezsek nasıl bir tavra bürünür, bilemiyorum.”

Elini çenesine atıp hafifçe kaşıdı. “Hafta sonuna daha var, buna sonra karar veririz.”

Başımı sallayıp “Peki, öyle yapalım,” diyerek ayaklandım. “Çay olmuştur herhalde, ben koyup geleyim. Nasıl içersin?”

“Demli ve tek şekerli.”

“Hemen getiriyorum.”

Mutfağa geçtikten sonra kaynayan çaydanlığın altını kıstım ve bir tepsiye üç bardak yerleştirip çayları doldurdum. Şekerleri de attıktan sonra tepsiyi alıp oturma odasına geri döndüm. Tepsiyi ortadaki sehpanın üzerine bıraktıktan sonra onun bardağını işaret edip “Sen içmeye başka lütfen, ben de Tuana’yı çağırıp geleyim,” dedim. Başını sallayarak beni onayladığında da hızla odadan çıkıp merdivenlere yöneldim.

Tuana’nın odasının önünde duraksadıktan sonra kapıyı hafifçe çalıp içeri girdim. “Tua-”

Kız kardeşimin yatağının üzerinde mışıl mışıl uyuduğunu görünce dudaklarım şefkatle kıvrıldı. Eve geldiğinde söylediği gibi okulda epeyce yorulmuş olmalıydı, yoksa Aral buradayken hayatta uyumazdı.

Parmak uçlarımda odaya girerek dolaptan ince bir battaniye alıp Tuana’nın üzerini örttükten sonra saçlarına küçük bir öpücük kondurdum ve ışığı kapatıp odadan çıktım.

Yeniden Aral’ın yanına döndüğümde çayını yarıladığını gördüm. Yerime oturup tepsideki çaylardan birini alırken “Tuana uyuyakalmış,” diye mırıldandım ve çayımdan bir yudum aldım.

“Anladım,” diyerek başını salladı. “Geç oldu zaten, ben de çaydan sonra kalkarım.”

“Bir bardak daha koyabilirim?”

“Teşekkür ederim ama yeterli.”

“Peki.”

Aramızda oluşan tuhaf sessizlik eşliğinde çaylarımızı içtikten sonra Aral ayaklandı.

“Yemek ve çay için tekrar sağ ol, biraz habersiz oldu ama…”

“Ne demek, rica ederim.”

Küçük bir baş onaylamasının ardından odanın çıkışına doğru ilerlediğinde ben de onu geçirmek için peşine düştüm. Aral, ayakkabılarını giyerek dışarı çıktığında ben de ayağıma kapı kenarındaki terlikleri geçirip onu takip ettim. Bahçe kapısına vardığımızda duraksayarak geriye dönüp yüzüme baktı.

“Dışarı gelmene gerek yok, ben giderim.”

Başımı sallayarak onu onayladığım sıra bahçenin diğer tarafından bir hışırtı sesinin gelmesiyle irkilerek arkamı dönmeye kalkışınca sendeledim. Düşeyazdığımı fark eden Aral’sa hızla uzanıp tek eliyle belimi kavrayarak dengemi bulmamı sağladı. Bedenimin dengesi yerine gelmişti belki ama kalbimin dengesi için aynı şeyleri söyleyemeyecektim. Zira çıplak belime doladığı eli vücudumun her bir hücresine acil durum uyarısı göndermişti.

Elinin dokunduğu yer yanıyordu. Tıpkı Sadullah’ın davetinde olduğu gibi.

Yüzüne yalnızca birkaç santim uzaklıktan bakarken hışırtının geldiği yerden bu sefer de miyavlama sesi duyulduğunda kendime gelerek hafifçe geriledim ve küçük çalıların arasındaki kediye baktım.

“Kediymiş.”

Aral, önce bana sonra da kediye kısa bir bakış attıktan sonra “Öyleymiş,” diyerek uzanıp bahçe kapısını açtı.

“Bir sorun olduğunda zaman fark etmeksizin beni ara lütfen. Ayrıca şu doğum günü mevzusu için de benden haber bekle.”

“Hımhım, tamam.”

Aral, dışarı çıkıp kapıyı kapattıktan sonra son kez yüzüme bakıp “İyi akşamlar,” diye mırıldandı.

“İyi akşamlar.”

Aral’ın önce sokağın diğer ucundaki sivil polislere eliyle selam vermesini, ardından da bana son bir kez bakıp arabasına binerek uzaklaşmasını izledim. Sonrasındaysa arkamı dönüp eve doğru ilerlerken bir şey fark ettim.

Aral, gideli dakikalar oluyordu belki ama hızlandırdığı kalp atışlarım hala benimleydi.

Tamay’a, o hızlı kalp atışlarının bundan sonra hep onunla birlikte olacağını söylesek mi acaba?

Ya da bırakalım, yaşayarak görsün

Bölüm nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

Aral&Tamay Fan Club başkanı Tuana hakkında neler söylemek istersiniz peki? Ben kendisine biraz bayılıyorum da

Giderek ekşınlı bölümlere yaklaşıyoruz ve ben yazmak için çok heyecanlıyım. Karakterlerimizin başı ne yazık ki beladan kurtulmayacak ama bakalım bu belalar, onlar için neler yapacak?

Okuyup göreceğiz.

Oy ve yorumları eksik etmeyelim lütfen. Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın.

 

Loading...
0%