Yeni Üyelik
13.
Bölüm

BÖLÜM - 13

@bayanclara

Herkese merhaba!

Nihayet geri döndük ve gerçekten çok güzel döndük. Bölümü okudukça ne dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Sizden ricam, verdiğim aradan dolayı kitabı unuttuysanız şöyle bir geriye dönüp diğer bölümlere küçük bir göz gezdirmeniz. Böylece bölümden daha çok verim alabilirsiniz. Ayrıca önceki bölümlerde Tamayların yengelerinin çevre mühendisi olduğunu söylemiştim ama onu peyzaj mimarı olarak değiştirdim. Görünce takılmayın ^^

Oylarınızı ve paragraf arası yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.

Keyifli okumalar!

“Demek amcan polis beyleri yemeğe davet etmeni söyledi, ha?”

Elimdeki tatlı kaşığını dondurma kâsesine daldırırken oflayarak başımı salladım.

“Evet, yani Aral yetmiyormuş gibi Arel’i de çağırdı. Her gün başıma daha tuhaf şeyler geliyor Yasemin, engelleyemiyorum.”

Bugün iş çıkışı Yasemin’e uyup onların evine gelmiştim. Tuana, uzun sürecek bir etüde kalmıştı. Yani eve gitsem de yalnız kalacaktım ki şu sıralar en son istediğim şey yalnız kalmaktı. Kendimle baş başa kaldığımda zihnimin içindeki kargaşayla uğraşmak zorunda kalıyordum ve bununla başa çıkmak çok zordu. Bu yüzden arkadaşımın teklifini değerlendirmiştim. Ve doğruyu söylemek gerekirse son zamanlarda yüzümü gerçekten güldürebilecek tek şey, Sare’nin olmayan dişleriyle bana bakıp gülücükler saçmasıydı.

Yasemin, ağzındaki dondurma kaşığını çıkarmadan “Hep kötü düşünüyorsun ama,” diye sızlandı. “Bardağa biraz da dolu tarafından bakmak gerek.”

Şaşkınlıkla güler gibi bir ses çıkardım. “Dolu taraf mı? Hangi dolu taraf? Bardağın için bomboş Yasemin, her bir tarafım yalanlarla örtülü.”

Oturduğu koltuktan sarkan sol bacağını da altına çekerek bağdaş kurdu ve bana yaramaz bir gülümseme yolladı.

“Yalanlardan bahseden kim? Ben Aral başkomiserin yakışıklılığından söz ediyorum.”

Tam bu anda ağzıma yeni bir dondurma kaşığı götürmek kötü bir fikirdi. Kesinlikle çok kötü bir fikirdi.

Boğazıma kaçan soğuk tat beni öksürtmeye başladığında dondurma kâsesini oturduğum koltuğun kenarına bıraktım ve yerimde dikleşerek öksürüklerimin arasında konuşmaya çalıştım.

“N-ne başkomiseri? Ne yakışıklılığı Yasemin ya?”

Yasemin halime hiç de tatlı görünmeyen bir ifadeyle gülerken “Ne?” diye sordu. Yalandan gözlerini kocaman açmıştı. “Yalan mı? Adamda yakışıklılık desen var, karizma desen övgüye gerek bile yok. Mesleği, karizmasına karizma katıyor. Yani… Kötü şartlar içinde olsan da insan ayağına kadar gelen fırsatı tepmemeli. Değil mi canım arkadaşım?”

“Ben şimdi seni bir tepeceğim, göreceksin Yasemin!” diyerek başımı salladım. Ben zaten adamın yeşilleri rüyama girmesin diyerek yatmadan önce hatimler indiriyordum, gelmiş bana ne diyordu!

“Tep, güzelim. Beni de tep, itiraz etmem ama artık önüne çıkan fırsatları da değerlendirmeye başla. Kaç senedir yalnızsın, geçmişi geçmişte bırak. Açılmayı bekleyen onlarca yeni sayfa var önünde.”

En yakın arkadaşıma onu boğmak istiyormuş gibi bakarken “Ben buraya neden geldim Yasemin?” diye sordum ters ters. “Olmayan aşk hayatımı konuşmaya mı?” Onun cevap vermesini beklemedim. “Elbette hayır! Başımdaki belaları anlatıp beni biraz olsun rahatlat diye geldim ama şu duyduğum şeylere bak! Ayrıca hala kimseye kabul ettiremesem de ben geçmişi sildim attım ve o bahsettiğin temiz sayfaları açalı çok oluyor. Yalnızca o yeni sayfalarda tek başımayım, başka kimseye de ihtiyacım yok.”

Yasemin, dudaklarını büzdü ve “Of, tamam ya kızma,” diyerek iç çekti. “Ben de kendimce aklını başka şeylere çekmeye çalışıyordum işte.”

Dondurma kasemi tekrar kucağıma alırken “Çekme Yasemin,” diye homurdandım. “Sen hiçbir şeyi çekme.”

Yasemin, kaşığına doldurduğu dondurmayı ağzına atmadan hemen önce bana tip tip bakıp “İyi!” dedi ve bir süre sessizce dondurmalarımızı yedik. Sessizdik, sessiz olmasına ama salak kız aklıma başka şeyler sokmuştu. Bir süre oflayarak gözlerimi etrafta gezdirsem de sonunda dayanamayıp tekrar ona döndüm.

“Doğmuş mu?”

Yalancı bir alınganlıkla bana çevirdi bakışlarını. “Kim?”

Adını anmak istemediğim için “Onun,” diye mırıldandım. Sesim umduğumdan da kısık çıkmıştı. “Çocuğu işte. Doğmuş mu?”

Bana ters ters bakmaya devam ederken “Heh, aynen, çok güzel unutmuşsun,” diye homurdandı. “Yeni sayfa falan açmışsın kendine, aynen, aynen.”

Kaşlarımı derince çatarken “Yasemin,” dedim sertçe. “Basit bir merak sadece, unutmakla alakası yok.”

Oturduğu yerde dikleşirken “Hayır, canım, doğmamış,” diye cevap verdi laubali bir tavırla. “Eski sevgilinin karısı doğurmama konusunda biraz ısrarcı, çocuğu çıkarmıyor.”

Sözlerine kaşlarımı çatsam da yeni bir münakaşa çıkarmak istemediğimden sessiz kalarak dondurmamı yemeye devam ettim ancak bu, Yasemin’i durdurmaya yetmemişti.

“Bu daha ne kadar devam edecek, Tamay?”

“Ne daha ne kadar devam edecek?”

“Anlamamazlıktan gelme. Bu herifi tam olarak ne zaman çıkaracaksın hayatından? Kaç sene geçti üzerinden Tamay. O aptal evlenip çocuk bile yaptı, sense bana çocuğunun doğup doğmadığını soruyorsun.”

Usulca dudaklarımı yaladım. “Basit bir merak olduğunu söylemiştim.”

“Hayır, değil. Öyleyse bile olmamalı. Sen bu adamı merak etmemelisin. O seni yarı yolda bırakan hainin teki.”

“Öyle,” diyerek iç çektim. “Bu unutup unutmama meselesi değil ama. Sadece hala hazmedemedim. Bunu yapmak söylemesi kadar kolay değil.”

“Ama onun seni bırakıp gitmesi, yetmezmiş gibi başka biriyle evlenmesi kolay. Senin hazmetmen zor ama onun seni kolayca unutup üstüne çocuk yapması kolay. Hatta çok kolay!”

Ona kırık bir bakış attım. Canımı yaktığının farkındaydı ve zaten bunu bilerek yapıyordu. İçimdeki nefreti açığa çıkarmak istiyordu.

“Dönüp dolaşıyor ve yine aynı yere geliyoruz. Hep aynı yere geliyoruz. Böyle bir yere varamayız ki.”

“Ne yapayım Yasemin?” diye sordum kaşlarımı çatarak. “Kendimi ilk bulduğum adamın kollarına mı atayım? Bana geçmişi unuttursun diye başka birinin duygularıyla mı oynayayım?”

“Yahu ne alakası var?” diye yükseldi ansızın. Hemen sonraysa evin diğer ucunda uyuyan kızını uyandırmaktan korkarak ses tonunu kıstı. “Ben böyle bir şey mi dedim şimdi? Sana neden başkalarının duygularıyla oynamanı söyleyeyim? Ben yalnızca kendini rahat bırakmanı istiyorum. Seninle ilgilenen adamlardan köşe bucak kaçma mesela. Onlara bir şans ver. Belki birini tanıdıkça ondan hoşlanacaksın, ne biliyorsun?”

“Yasemin, tamam,” diyerek elimi kaldırdım. “Senelerdir aynı şeyleri konuşuyoruz zaten. İstemiyorum. Benimle ilgilenen adamların çoğu doktor ve ben bir doktorla daha birlikte olmak istemiyorum.”

“İyi ama hastaneyle ev arasında mekik dokumaktan başka bir şey yapmazken yeni biriyle nasıl tanışacaksın?” diye sordu inler gibi bir ses çıkarırken.

Başımı salladım. “İstemiyorum diyorum yahu, yeni biriyle de tanışmak istemiyorum. Kimseyi istemiyorum.”

“Tamam, o halde geriye tek bir kişi kalıyor. O da Aral başkomiser. Doktor değil, yakışıklı, mesleğinde uzmanlık yapmak istemesi gibi bir durum söz konusu değil. Bak gördün mü? Tam ideal koca adayı. Hem de tanışıyorsunuz ve sürekli yan yana gelmek zorundasınız. Bundan güzel fırsat mı olur?”

Dişlerimin sıkarak “Bu yaştan sonra saç baş kavga edelim mi istiyorsun?” diye sordum.

“Aral başkomiseri, hani hazır amcanlar da damat adayları olarak görürken, değerlendirmeye alacaksan ona da razıyım. Zaten uçlarını aldırmam gerekiyordu, senle hallederiz.”

Daha fazla sakin kalamayacağımı anladığımda kucağımdaki kâseyi önümdeki sehpaya bırakıp hızla ayağa kalktım.

“Ben en iyisi gidip Sare’yi izleyeyim. Şu an beni sakinleştirebilecek tek şey o çünkü.”

“Nasıl görünüyorum abla?”

Dudağıma götürdüğüm ruj havada kalırken karşımdaki ayna yardımıyla pat diye odama giriş yapan kız kardeşime çevirdim bakışlarımı. Üzerinde papatyaların olduğu siyah, balon bir etekle; beyaz, askılı bir tişört giymişti. Saçlarını da hoş bir topuz haline getirmişti.

Tüm içtenliğimle “Harika görünüyorsun,” dedikten sonra elimdeki kırmızı ruju dudaklarıma yedirdim.

Tuana, yavaş adımlarla yanıma geldi ve tepemde dikilerek üzerimi büyük bir memnuniyetle süzdü.

“Asıl sen harika görünüyorsun, eniştem bayılacak!”

Kız kardeşimin yersiz sevinci karşısında inlememek için kendimi zor tuttum. Yaseminlere gittiğim günün üzerinden iki gün geçmişti ve evet, bugün o akşam yemeği yenilecekti; tabii biz bir saat içinde amcamların evinde olmayı başarabilirsek.

“Aral’la baş başa olacağım bir yemeğe gitmiyorum, farkındasın değil mi tatlım?” diye sordum nazikçe. Ben onu Aral’ın ekseninden çekmeye çalıştıkça o daha çok giriyordu ve işler saçma bir hal alıyordu.

“Olsun, sonuçta onlar da yemekte olacak ve bu bir tanışma yemeği. Ha, pardon, amcamla eniştem tanışmıştı zaten, değil mi? O halde bir kaynaşma yemeği.”

Ağzımı açıp onu tersleyecek bir şey söylememek için direndim. Zor oldu ancak sessiz kalmayı başarabildim.

Aynadan son kez yüzüme bakarak makyajımın hoş durduğuna emin olduktan sonra yavaşça ayaklandım ve Tuana’ya doğru döndüm. Bu sırada o da hala üzerimi süzmekle meşguldü.

Fazla abartılı olmamak için kırmızı, üzerinde beyaz benekler olan, kısa kollu yazlık bir elbise giymiştim. Eteği genişti ve dizimin bir karış üzerinde bitiyordu. Uzun bir V yakası vardı lakin dar olduğu için abartılı görünmüyordu. Belinde elbisenin kumaşından bir bağcığı vardı ve onu bağlayarak kurdele şeklini aldırmıştım.

T

“Bazen senin şu esmer tenini çok kıskanıyorum abla ya, kırmızıyı bir ayrı taşıyorsun.”

Tuana’nın büyük bir iç geçirmeyle kurduğu cümle karşısında hafifçe gülümseyerek uzandım ve yanağından makas aldım.

“Kendi süt beyazı tenine bak önce sen, kırmızı ya da siyah bir şeyler giydiğinde resmen parlıyorsun.”

Annemden aldığı mavilerini yüzüme çıkardı. “Ya… Öyle mi?”

“Öyle tabii ki,” diyerek başımı salladıktan sonra düzleştirmekle yetindiğim saçlarımı omzumun gerisine attım. “Hazırsak çıkalım artık, geç kalırsak amcam bir güzel fırça çeker yoksa.”

Hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledi. “Ceketimi alayım, hemen çıkalım. Hem belki eniştemler de erken gelir. İkiziyle tanışmak için can atıyorum.”

Can atacağı kadar vardı. Zira Arel, Tuana’nın ruh ikizi gibi bir şeydi. Bunu şimdilik ona söylememiştim, bilse daha çok heyecan yapardı çünkü ve tabii ikiz kardeşlere kendini daha çok kaptırırdı ki bu en son isteyeceğim şey bile olmazdı.

Ertem kardeşlere alışmamamız gerekiyordu. Çünkü bu bizim için felaket olurdu.

Her anlamda.

Tuana ceketini, ben de çantamı aldım ve evin her yerinin kilitli olduğuna emin olduktan sonra arabaya atlayıp gaza bastım. Tabii sokaktan ayrılmadan önce köşe başındaki polis arabasına kısa bir bakış atmayı da ihmal etmemiştim. Not gönderen baş belası tuhaf bir şekilde günlerdir sessizdi ve bu beni tedirgin ediyordu. Aslında bakarsanız beni son bir aydır her şey tedirgin ediyordu ve bu halde yaşamaya daha ne kadar devam edebilirdim bilmiyordum.

Trafik yüzünden uzun, radyoda çalan şarkılara eşlik ettiğimiz için eğlenceli geçen bir yolculuğun ardından arabayı amcamların evinin önüne park ettim. Tuana adeta atlarcasına arabadan indiğinde arkasından kafamı sallayarak ofladım ve kardeşimin aksine büyük bir isteksizlikle arabadan indim. Bu akşam olacaklar ya da olabilecekler için hiç hazır değildim.

Arabayı kilitleyerek Tuana’nın peşine düştüm ve geniş bahçe kapısından içeri girdim. Yengemin filizlenen çeşit çeşit bitkilerinin arasından derin nefesler alarak ilerlerken Tuana çoktan amcamların dış kapısına dayanmıştı bile.

Kapıyı büyük bir gülümseme eşliğinde açan elbette ki yengemdi. Ben yanlarına varana kadar Tuana’yı sıkı sıkı kucaklayıp öptü. Sıra bana geldiğindeyse Tuana hızla ayakkabılarını çıkarıp “Neredeymiş benim tonton amcam?” diye bağırarak içeri girmişti.

“Keyfi bayağı yerinde seninkinin.”

Yengemin açtığı kolların arasına girerken “Ya,” dedim. “Hiç sorma.”

Yengem bana da sıkıca sarıldıktan ve yanaklarımdan öptükten sonra “Niye öyle söylüyorsun ki?” diye sordu şüpheyle. “Tuana’nın Aral’la arasının iyi olması seni mutlu etmiyor mu?”

Dudaklarımı birbirine bastırıp etrafa kısa bir bakış attım. Bunu yalnız olduğumuzdan emin olabilmek için yapmıştım.

“Ediyor etmesine ama kendini çok hızlı kaptırdı, yenge. Yani tamam, Aral’la aramızda azımsanamayacak şeyler var ama…” Bu okkalı yalan karşısında yutkunmadan edememiştim. “Daha kesinleşen bir şey yok. Hala daha kararımın arkasındayım. Senin ya da amcamın gönlü olmazsa bu ilişkiye başlamayacağım.”

Yengemin kaşları usulca çatıldı. “Bu çocuğu sevmiyor musun sen?”

Muhtemelen onların izni olmadan biriyle birlikte olmayacağımı söylemem onu şüphelendirmişti, çünkü bu pek benlik bir şey değildi. Ancak şöyle de bir şey vardı ki gerçekten biriyle görüşüyor olsam da amcamların rızasını almadan ilişkiyi ciddiye bindirmezdim. Zira ben boyumun ölçüsünü alalı çok oluyordu.

“Hoşlanıyorum,” diye mırıldandım, fazla büyük yalanlar atıp gerçekçiliği yitirmemek adına. “O eski toyluğum yok üzerimde yenge. Yani bilmiyorum, yediğim o kazıktan sonra belki de insanlara olan güvenim tamir edemeyeceğim bir şekilde kırıldı ve bu da birine kendimi kaptırmama engel oluyor.”

Yengem anlayışla başını sallayarak geri çekildi. “Hadi gir içeri, bunlar ayakta konuşulacak şeyler değil. Ayrıca elbette ki senden hemen kör kütük âşık olmanı beklemiyorum ama Aral’a olan bakışlarının da azımsanacak bir şey olmadığının farkındayım.”

Aral’a olan bakışlarım mı? Nasıl bakıyordum ki?

Bu soruyu yengeme de sormak istedim ama alacağım cevaptan korktum. Nedense duyacağım şeyleri biliyor gibiydim. Bu yüzden bu konuyu şimdilik yok sayıp içeri girdim.

Oturma odasından gelen gülüşmeleri duyduğumda adımlarımı oraya yönlendirdim. Tuana bugün o kadar formundaydı ki yanındakileri de ister istemez etkiliyordu. Bunu göbeğinin üzerinden yeğeninin ellerini itmeye çalışan, bir yandan da gıdıklandığı için içli içli gülen amcama bakarak rahatça anlayabilirdiniz.

“Yahu dur, aa! Tuana! Öldürecek misin beni?”

Tuana anlık bir duraksamanın ardından kaşlarını çatıp daha çok gıdıklamaya başladı amcamı. “Sana kaç defa dedim, şakayla bile olsa böyle şeyler söyleme, diye!”

Biz yengemle onların karşısındaki üçlü koltuğa kurulurken bir yandan kafa sallıyor bir yandan da gülüyorduk. Amcamla Tuana yan yana geldiklerinde Tuana üç, amcamsa beş yaşına geri dönüyordu.

Ve inanın bana hiç abartmıyordum.

Amcam, debelenirken oturdukları koltukta kaymaya başladığında “Tuana!” dedim, sesimi yükselterek. “Yeter, rahat bırak amcamı!”

Tuana, beni daha fazla kızdırmaya cesaret edememiş olacak ki ellerini amcamın karnından çekti ve yanaklarına götürüp amcamın yüzünü şapur şupur öptü. Sonra da amcamın kulağına doğru eğilip bizim de rahatça duyabileceğimiz bir ses tonuyla “Bu kız niye bizi bu kadar kıskanıyor sence tontonum?” diye sordu.

Kafamı sallayarak gülen yengeme döndüm ve sesli bir şekilde iç çektim. “Bu kız hiç büyümeyecek yenge.”

“Sen büyüdün de ne oldu sanki?” diye sordu amcam, Tuana’yı kolunun altına alırken. Bana resmen trip atıyordu. “Unuttun bizi. Hastaneden çıktığın yok. Çıktığında da bize uğramıyorsun zaten. Sen gelmiyorsun diye bu kızcağız da gelmiyor. Yalnız bıraktınız bizi iyice. Bir de çok acelen varmış gibi bulmuşsun yine birini. İyice arka plana düşeceğiz senin gözünde.”

Yengem kaşlarını çatarak “Tuncay!” dese de amcamın sözleri bana bayağı bir dokunmuştu. İşim ağırdı, onları görmeme de engel oluyordu. Özellikle son bir aydır sarpa saran işler yüzünden onları iyice ihmal etmiştim ki amcam bunu doğal olarak Aral’la birlikte oluşuma yoruyordu. Bu yüzden bana içerlenmişti. Haklıydı. Ve benim onlardan başka kimsem yoktu.

Büzdüğüm dudaklarımla yerimden kalkıp hızlı adımlarla amcamların yanına gittim ve amcamın hemen yanındaki kol koyma yerine oturarak kollarımı amcamın etrafına sardım. “Özür dilerim, hiçbir şeyi isteyerek yapmıyorum ama özür dilerim.”

Amcamın saçlarının üzerini öptüğümde amcam da boynuna sarılı olan kolumu öptü. Baba yarımdı o benim, her şeyimdi. Tuana’dan sonra bana kalan tek kişiydi.

Tuana “Kıskanırım ama ya,” diyerek kendini amcamın göğsüne attığında yengem de karşı koltuktan kalkarak yanımıza geldi.

“Beni de hep unutuyorsunuz ama.”

O da Tuana’nın arkasına oturarak kollarını bizim etrafımıza sardığında sevgi yumağı gibi bir şey olmuştuk ki bunu ara ara yapardık. Kalbe çok iyi gelen bir eylemdi. Tarafımızca test edilmiş ve kesinlikle onaylanmıştı.

Bir süre sessizce birbirimize sarıldıktan sonra çalan zili işittiğimizde sevgi yumağımızı ilk bozan kişi elbette Tuana olmuştu.

“Eniştemler geldi!”

Gözlerimi kocaman açarak kızgın bir ifadeyle “Tuana!” diye bağırmam bile umurunda olmamıştı lakin amcamın yeniden düşen suratını görünce kendini dizginleyip amcama tekrar sarılmış ve yanağına sulu bir öpücük kondurmuştu.

“Senin yerini kimse dolduramaz tontonum, bunu hiç unutma ve suratını asma. Tamam mı?”

Amcam kollarını göğsünde kavuştururken Tuana’ya mağrur bir bakış fırlattı. “Doldursun da göreyim zaten.”

Ben amcamın haline gülerken yengem çoktan kapıyı açmaya gitmişti bile.

Oturduğum yerden kalkarak sıyrılan eteğimi düzelttim ve önüme gelen saçlarımı omuzlarımdan geriye attım. Biraz heyecanlanmış mıydım ne?

Çok geçmeden içeriye Aral’la Arel ve onların hemen peşinden gelen yengem girince Tuana’nın şaşkınca soluduğunu işittim.

“Oha, resmen aynılar! Ve çok yakışıklılar!”

Kocaman açılmış gözlerimle patavatsız kardeşime dönerken amcam da rahatsız bir tavırla boğazını temizledi. Yengemle ikizlerden siyah bir tişört giymiş olanı ise gülüyordu. Bundan da rahatça anlamış oluyorduk ki tişörtlü olan Arel’di.

Bunu anlamış olmanın rahatlığıyla bakışlarımı Aral’a çevirdim ve onunla göz göze geldim. Düz bir ifadeyle bana bakıyordu. Her zamanki gibiydi ve Tuana’nın da dediği gibi çok yakışıklıydı. Arel’in aksine üzerine kırmızı, üzerinde siyah beyaz çizgiler olan bir gömlek giymişti. Altındaysa siyah bir kot vardı. Oldukça sadeydi ancak bu yakışıklılığından hiçbir şey eksiltmiyordu. Kumral saçları rastgele dağıtılmış gibi duruyordu ve yeşilleri her zamanki gibi parıldıyordu. Göz rengini gerçekten seviyordum.

Aramızdaki bu kısa sessizlik amcamın “Hoş geldiniz,” demesiyle bozuldu ve tüm gözler ona döndü. “Ayakta kaldınız, şöyle geçin.”

“Hoş bulduk.”

Aral kısa bir baş selamının ardından amcamın gösterdiği koltuğa doğru ilerlerken Tuana da gözünü kırpmadan Arel’le ikisini incelemekle meşguldü ve benim aksime bu halinden çekinir bir tarafı yoktu.

Aral ve Arel, biraz önce yengemle oturduğumuz üçlü koltuğa yerleştiklerinde biz de boş bulduğumuz diğer koltuklara geçtik. Bu sırada hemen yanımda oturan Tuana hala büyük bir şaşkınlık ve beğeniyle ikizleri süzmekle meşguldü. Nihayet dayanamamış olacak ki koluyla hafifçe bana vurdu ve sesini kısmayı unutarak “Hangisi eniştem ya?” diye sordu. “İkisi de birbirinin aynısı, hiçbir fark yok.”

Tuana’nın sözleri herkesin bakışlarını bize odaklamıştı çünkü dediğim gibi, ses tonunu kısmayı unutmuştu. Bunu da bakışlar üzerine çevrildiğinde utançla gülümsemesinden anlamıştım.

Battı balık yan gider düşüncesiyle herkesin duyabileceği bir ses tonuyla “Gömlekli olan Aral,” diye cevap verdim. Bunu oldukça emin bir şekilde söyleyişim Arel’in yüzüne yamuk bir sırıtış eklemişti. Aral’sa yüzünde mimik değişmeden bana bakmaya devam ediyordu.

Amcamla yengem doğruluğundan emin olmak için Aral’a döndüklerinde Aral kısa bir baş onayıyla “Evet,” dedi. Onun ardından da Arel konuşmaya dâhil oldu.

“Ben de Arel, tanıştığımıza memnun oldum.”

Tuana, aldığı bu sıcak karşılamayla yüzüne geniş bir gülümseme kondurdu. “Ben de çok memnun oldum.”

“Eğer açsanız direkt yemeğe geçelim, sohbetimize orada devam ederiz,” diyerek ev sahipliğini üstlendi yengem. Amcamın aksine ikizlere daha sıcakkanlı davranıyordu çünkü aynı Tuana gibi onlardan etkilenmişti.

“Vallahi ben çok açım,” diyerek güldü, Arel. “Mesaiden sonra eve uğrayıp üzerimi değiştirebildim sadece. En son da sabah kahvaltısı yapmıştım.”

Aral, oldukça rahat tavırları nedeniyle olsa gerek ikizine dik dik baksa da Arel bunu asla umursamadı ve yengeme masum bir gülümseme gönderdi. Bir insanı nasıl etkileyeceğini kesinlikle çok iyi biliyordu ve tavırları korkunç derecede Tuana’ya benziyordu.

“Öyleyse masaya geçelim,” diyerek ayaklandı ve bahçe kapısını gösterdi yengem. “Şöyle alayım sizi.”

Aral’ın bakışları amcama döndüğünde önce onun kalkmasını beklediğini anladım. Her ne kadar soğuk biri olsa da kesinlikle saygı ve hürmetten anlıyordu. Amcam da bu bakışları kaçırmamıştı. Bunu gözlerindeki memnuniyet dolu ifadeden anlamıştım.

Nihayetinde önce amcam ardından da biz ayaklandık ve erkeklerle Tuana’yı bahçeye gönderdikten sonra yengemle mutfağa geçtik.

“Gelince sormadım ama eksik gedik bir şey var mıydı yenge?” diye sordum, bakışlarımı boş tezgâhta gezdirirken.

“Yok, kuzum, yok. Nazmiye ablayla her şeyi hallettik. Çıkmadan evvel de masayı kurmuştuk bahçeye. Sadece yemekleri götürmemiz gerekiyor.”

Nazmiye abla yengemin yardımcısıydı ve evin genel işlerine o bakardı. Bakışlarım ocaktaki patlıcan yemeğine kayarken usulca başımı salladım. Yengem akşam yemeği günü kesinleştikten sonra beni arayıp Aralların neyi sevdiğini sormuştu. Elbette ki bu konuda en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden hastamın geldiği bahanesiyle telefonu kapatmam gerektiğini söyleyip ona yemekleri mesaj atacağım yalanıyla yengemi avutmuş, ardından da hızla Aral’ı aramıştım. Ancak telefonumu açmamıştı. Buna biraz bozulmuştum elbette ancak sonuçta bir başkomiserdi ve uygun olmama ihtimali çok yüksekti. Bu yüzden şansımı Arel’den yana kullanmış ve ona ulaşabilmiştim. Açıkçası başta tereddüt etmiştim çünkü Arel eğlenceye düşkün bir adamdı ve sırf biraz eğlenebilmek adına bana Aral’ın en nefret ettiği şeyleri söyleyebilirdi. Bu yüzden işimi garantiye almış ve eğer böyle bir şey yaparsa ona çok fena hesap soracağımı bildirmiştim. O da benden korkmuş (!) olsa gerek dürüst olmuştu.

Başkomiser patlıcanlı her şeye bayılıyordu. Yani Arel böyle demişti. Kendisinin de kabak harici her şeyi yediğini söylemişti. Ben de bunu yengeme iletmiştim ve şimdi ortaya böyle şeyler çıkmıştı işte.

Ha, tabii Aral o günün akşamı beni geri arayarak toplantıda olduğu için telefonuna bakamadığını söylemiş ve bir sorun olup olmadığını sormuştu. Notlarla ilgili bir şeyler olduğundan şüphelendiğini anladığımda ona bir sıkıntı olmadığını, sadece en sevdiği yemeği sormak için aradığımı ve o telefonu açmayınca Arel’le hallettiğimi söylemiştim. Elbette ki bu onu biraz şaşırtmıştı, yani ben olsam ben de şaşırırdım sanırım ama yapacak bir şey yoktu. Yengeme bu konuda bir şeyler uyduramazdım çünkü hesabı kitabı yapılmayan yalanların ileride ayak bağı olma ihtimali çok yüksekti.

“Çorba tenceresini ben alayım, sen de şunu al,” diyerek ocaktaki içinde pilav olan diğer tencereyi gösterdi bana. Başımı sallayarak gösterdiği tencereyi aldım ve yengemin peşine düştüm.

Bahçeye çıktığımızda amcamla Aralların bir şeyler konuştuğunu gördük. Tuana da çenesini eline yaslamış hayran bakışlarla karşısındaki polisleri izliyordu. Bu kız beni bir gün öldürecekti.

Tencereleri yemek masasının yanındaki yüksek sehpaya bıraktığımızda yengem bakışlarını bana çevirdi. “Ben çorbaları koyayım, sen patlıcan yemeğini getir.”

Başımı salladım. “Tamam, yenge.”

Bir kez daha içeri girerek ocaktaki son tencereyi aldım ve bahçeye çıktım. Yengem yemekler soğumasın diye ocakta bekletmişti yemekleri ancak hava da o kadar sıcaktı ki yemeklerin soğuması düşük bir ihtimaldi.

Patlıcan tenceresini de sehpaya bırakıp Tuana’nın yanındaki, Aral’ın da tam karşısındaki sandalyeye kuruldum. Lakin o bana değil amcama bakıyordu, çünkü amcamın sorduğu bir soruya cevap vermekle meşguldü.

Yengemin koyduğu çorbamdan birkaç kaşık alırken amcamın “Ya sen?” dediğini duydum ve bakışlarımı ona çevirdim. Amcamsa Arel’e bakıyordu. “Sen başkomiser olmayı istemedin mi? Nihayetine aynı yaştasınız ve bu zamana kadar hep beraber olduğunuzu söylediniz. Aral kadar senin de tecrüben vardır.”

Arel, suyundan birkaç yudum aldıktan sonra kafasını salladı. “Var tabii ama ben Aral’dan biraz farklıyım. Sorumluluk almayı hiç sevmem ve başkomiser olmak da çok fazla sorumluluk gerektiriyor. Aslına bakarsanız ben Aral’ın bile olmasını istemedim çünkü onun yüzünden benim de bazı gereksiz şeylerle uğraşacağımı tahmin etmiştim. Nitekim öyle de oldu.”

Ne kadar haklı olduğunu anlamak için onu az buçuk tanımak yeterliydi. Arel kesinlikle büyük sorumluluklar altına giremeyecek, daha doğrusu kendi rızasıyla girmeyecek birisiydi. Amcamın bakışları Aral’a döndü.

“Sorumluluk almayı seviyorsun yani?”

“Çok sevdiğim söylenemez aslında çünkü Emniyet’te alınan sorumluluklar öyle basit şeyler değildir,” diye cevap verdi Aral. “Ama altından kalkmasını biliyorum diyelim. Bir de mesleğime çok düşkünümdür. Bu yüzden benim açımdan daha katlanabilir oluyor.”

Amcamın kaşları hafifçe çatıldı. “Bundan, hayatının merkezine koyduğu şeyin mesleğin olduğunu mu anlamalıyım?”

Aral muhtemelen amcamın sorusuna sözlerini doğrulayan bir cevap vermek için ağzını açtığı sırada Arel’in hafifçe koluna dokunduğunu gördüm. Onları bu kadar dikkatli izliyor olmasam fark edemezdim bile.

Aral, ikizinin uyarısıyla birkaç saniyeliğine bana bakıp tekrar amcama döndü. “Doğruyu söylemek gerekirse bu zamana kadar öyleydi ancak nedense çok kısa bir zaman sonra değişeceğini düşünüyorum.”

Bu sözlerin doğru olmadığının, ailemi etkilemek için söylenen bir yalan olduğu elbette biliyordum. Buna rağmen kendimi bu sözlere inanmak isterken buldum ve bu farkındalık beni korkuttu. Beni çok korkuttu.

Amcamın dudakları düz bir şekle bürünürken yengemin yüzündeki memnuniyet dolu gülümsemeyi yakalayabilmiştim.

Masada kısa bir sessizlik oluşurken Arel yengeme dönüp “Çorba çok lezzetli olmuş, ellerinize sağlık,” dedi. Yengem gülümseyerek başını salladı. “Afiyet olsun.”

Çorbalar bittiğinde yengemle birlikte patlıcan yemeğiyle pilavı servis ettik ve herkes yemeğine kaldığı yerden devam etti. Bu sırada da masada havadan sudan konulardan dönen bir muhabbet vardı.

“Bahçeniz de çok güzelmiş,” diye mırıldandı Arel, bakışlarını etrafta gezdirirken. “Çok da özenilmiş. Sıkı ilgilendiniz herhalde.”

Yengem aldığı iltifatlardan memnun olarak başını salladı. “Çok severim böyle şeyleri. Peyzaj mimarlığı mezunuyum zaten ben, senelerce de yaptım ama sonradan bıraktım mesleği. Bahçeme adadım kendimi.”

“Öyle mi?” diyerek kaşlarını kaldırdı Arel. Ortamla ve de ailemle bayağı ilgiliymiş gibi görünüyordu. Tabii bu ilgisi rol icabı da olabilirdi lakin kendince Aral’ın eksiklerini gidermeye çalışıyor olmalıydı. Zira Aral ona soru sorulmadıkça pek konuşmuyordu.

“Bir şey sorabilir miyim acaba?”

Herkesin başı hemen yanımda oturan Tuana’ya döndü. Tuana’ysa hala büyük bir ilgiyle Aralları izliyordu. Bu zamana kadar bir şey söylememiş olması mucizeydi zaten. Allah vere de çok rezil etmeseydi beni.

Arel, Aral’dan evvel davranarak “Tabii ki,” diye mırıldandığında Tuana yerinde dikleşerek “Sizi birbirinizden nasıl ayırt ediyorlar?” diye sordu. Eh, bu çok da rezil edici bir soru sayılmazdı neyse ki. “Yani geldiğinizden beri herhangi bir fiziksel farklılığınız var mı diye bakıyorum ama hiçbir şey göremedim. Zaten ablam sizi girdiğiniz anda nasıl şıp diye anladı, onu da anlayabilmiş değilim.”

Aral’ın bakışları bana döndü. “Bizi bir tek yakın çevremiz ayırt edebilir,” diye cevap verdi nazikçe. “Dediğin gibi görülebilir herhangi bir fiziksel farklılığımız yok. Bu yüzden konuşma tarzımızdan, tavırlarımızdan anlıyorlar.”

Sanırım onları nasıl ayırt ettiğimi Aral biliyordu.

“Hım, anladım,” diyerek arkasına yaslandı Tuana. Biraz bozulmuş gibiydi. “Anlaşılan sizi ayırt edebilmek için sizinle daha çok vakit geçirmem gerekiyor.”

“Çok üzülme,” diyerek Tuana’ya göz kırptı Arel. “Senin yanına geldiğimde yaka kartı takarım.”

“Ya,” diyerek yüksek sesle kıkırdadı sevgili kız kardeşim. Şimdiden Arel’e bayıldığına emindim.

Nihayet yemeklerimiz bittiğinde herkes ayaklandı. Biz Tuana’yla masayı toplamaya girişirken yengem de amcamları bahçedeki oturma grubuna yönlendirdi.

“Sen misafirlerimizle otur canım, biz kızlarla burayı halledip tatlıları getiririz.”

Amcam kısa bir baş onayıyla Arallara yol gösterirken ben de tabakları üst üste koymakla meşguldüm. Tabii bu meşguliyetim kız kardeşim tarafından yarıda kesildi.

“Kız abla,” diyerek koluma dirsek atan Tuana’ya çevirdim baygın bakışlarımı.

“Ne oldu?”

“Arel abiye bayıldım ben! Çok komik birisi değil mi? Ayrıca aynı eniştem gibi çok yakışıklı.”

Son cümlesi beni güldürmüştü. “Hadi canım, Allah Allah! Neden acaba?”

Bir dirsek daha yedim.

“Dalga geçme ya… Bayıldım ben işte onlara. Hem Arel abi eniştem gibi de değil pek, daha çok konuşuyor ve daha çok gülüyor. Tam benlik.”

Bir an neyi kast ettiğini anlayamayarak kaşlarımı çattığımda Tuana kıkırdadı. “O anlamda değil tabii ki! Kaç yaş büyük benden, abi diyorum duymuyor musun? Ama bence çok iyi anlaşacağız biz onunla, eniştemden bile daha iyi anlaşabiliriz hatta. Ne diyorsun?”

Bundan ben de emindim ama elbette bunu ona söylemeyecektim.

Umursamaz görünmeye çalışarak “Bilmem,” diye cevap verdim. “Zamanla görürüz.”

Bu konuda fazla yorum yapmaktan kaçındığım için topladığım tabakları da alarak mutfağa doğru ilerledim. Yengem tatlıları servis için hazırlamaya başlamıştı bile.

“Çocuklar gelirken dondurma almışlar,” diye mırıldandı yengem, tatlı tabağındaki baklavanın yanına Maraş dondurması koyarken. “Baklavayla birlikte koyayım da yiyelim bari, güzel olur.”

Tabakları tezgâha bırakırken “Olur yenge olur,” dedim. Şu an belki de en umursayamayacağım şey dondurmaydı.

Elindeki tencereyle birlikte içeri giren Tuana “Sen ne diyorsun yenge bu konuda?” diye sordu. Masada kalan şeyleri almak için geri dönecektim lakin kız kardeşimin yumurtlayacağı şeyi duymam gerektiğini düşündüğüm için bahçe kapısının ağzında duraksadım.

“Hangi konuda kuzum?” diye sordu yengem, o da benim gibi bir şey anlamamıştı bu girişten.

“Arel abi de çok tatlı, değil mi? Bence biz çok iyi anlaşırız. Sence?”

“İyi çocuklara benziyorlar,” diyerek kafasını salladı yengem. Bir yandan da tatlıları tabaklara doldurmaya devam ediyordu. “Arel, Aral’dan daha konuşkan gibi. Belli yani. Ama Aral’ın da duruşu çok sağlam, sorulan şeylere güzel cevap veriyor. Özellikle şeye bayıldım,” dedikten sonra tepkimi ölçmek istercesine bana baktı. “Yakında mesleğinden daha çok önem vereceği bir şey bulacakmış gibi hissetmesine.”

İçime bir utanç duygusu çökerken “Ehehe,” gibi salak saçma bir şey çıktı dudaklarımdan. “Ben masayı toplamaya devam edeyim.”

Arkamı döndüğüm gibi hızla uzaklaştım mutfaktan. Muhtemelen Aral’ın sözlerinin çok hoşuma gittiğini ama utandığım için yanlarından kaçtığımı düşünüyorlardı. Kalsaydım da diyecek bir şey bulamazdım zaten. O yüzden böyle düşünmeleri şimdilik işime gelirdi.

Birkaç turun ardından Tuana’yla birlikte tüm masayı toplamış, ardından da bulaşıkları makineye dizmiştik. Bu süre zarfında hayatta bulaşıklardan daha önemli bir şey kalmamış gibi yengemlerden özellikle uzak durmuş ve Tuana’yla ikisinin Aral’la Arel’e dizdikleri methiyeleri duymuyormuş gibi yapmıştım.

Zira kendimi tutamayıp Aral’ın yeşillerine ne kadar bayıldığımı falan söyleyebilirdim ve bu da beni onların gözünde başkomisere âşık biri haline getirirdi ki şimdiki planlarımda böyle bir şey yoktu.

Mutfakta işimiz kalmadığında tatlı tabaklarını da alarak amcamların yanına gittik. Biz masayı topladığımız süre boyunca sürekli bir şeyler konuşmuşlardı ancak oturdukları yerle masa arasında mesafe olduğu için hiçbir şey duyamamıştık. Gerçi yengemle Tuana’nın pek umurunda değildi bu durum, zira Tuana’nın aklı başka şeylerdeydi. Yengem de muhtemelen biz gittikten sonra amcamla uzun bir durum değerlendirmesi yapacağı için ve konuştukları dişe dokunur bir şeyse önünde sonunda öğreneceği için umursamıyor olmalıydı. Lakin ben ne kadar merak etsem de gidip kimseye ne konuştunuz diye soramazdım.

Tabakları, karşılıklı konumlandırılan oturma grubunun ortasındaki küçük sehpaya bıraktıktan sonra boş yerlere geçtik. Yengem ve Tuana amcamın iki yanına oturunca geriye tek bir boş yer kalmıştı, o da Aral’ın yanıydı. Bence mecburen gidip yanına oturmuştum.

Herkes tatlılarına yoğunlaşmış haldeyken “Bunu hangi pastaneden aldınız?” diye sordu Arel, çatalıyla tabağındaki baklavayı gösteriyordu.

Yengem yeni bir iltifatla daha karşı karşıya gelirken hafifçe tebessüm edip “Ben yaptım,” dedi. “Pastaneden almadım.”

Arel’in ağzı genişçe açıldı. Sanırım amacı iltifat etmek değildi, gerçekten tadını merak ettiği için soruyordu.

“Sahi mi? Siz mi yaptınız gerçekten? Hiç ev yapımı baklavalara benzemiyor, pastaneden alınmış gibi. Ayrıca tadı da enfes!”

Yengem, Arel’in saf tepkisi karşısında sesli bir kahkaha attı. “Çok tatlısın gerçekten ama pastanelerdeki tatlıları da birileri yapıyor değil mi? İşin sırrı yapılışını öğrenmekte ve biraz da pratik yapmakta. İşimi bıraktıktan sonra çok boş vaktim olunca ben de böyle şeylere sardım işte.”

“Yemekleriniz zaten harikaydı, tatlınız ondan da şahane. Pastane ya da kafe falan açmayı düşündünüz mü hiç? Size ortak olabilirim. Tutacağından o kadar eminim çünkü.”

Yengem bir şen kahkaha daha atarken Tuana’yla ben de gülüyorduk. Hatta amcamın dudakları bile kıvrılmıştı lakin Aral, sadece dinliyordu. Yüzündeki ifade sert değildi ancak gülmüyordu da. Buradayken kendini görevdeymiş gibi hissediyor olmalıydı.

“Çalışmak isteseydim mimarlığı bırakmazdım,” diyerek güldü yengem.

“Ha,” diyerek başını salladı Arel. “Sizin sorununuz direkt çalışmakla, anlıyorum şimdi.”

“Çalışmayı sevmediğimden değil de, kızlarımla ilgilenmem gerekiyordu ve ikisini aynı anda götürmek bir hayli yorucuydu. Ben de işimden kendi rızamla vazgeçtim ama gördüğünüz üzere mesleğimden vazgeçmedim. Bahçemle ilgilenirken mesleğimi yapmaya devam ediyorum ve arada olmak şartıyla bazı tanıdıklarıma da bu konuda yardımcı oluyorum.”

Arel, oldukça etkilenmiş görünerek başını salladı. Tuana’yla ben de tatlı bir tebessümle yengeme bakıyorduk. Bize gerçekten kendi kızı gibi bakmıştı. Hatta şu devirde çoğu anne, onun bizi sevdiği kadar sevmiyordu çocuğunu.

Aral, amcama işlerinin nasıl gittiğini sorarak -kardeşinin kendisinden daha çok konuştuğunun farkına varmış olmalıydı- muhabbetin yönünü değiştirdiğinde kendimi tatlıma verdim ve bir süre sessizce baklavayla dondurmanın uyumunun tadını çıkardım. Aslına bakarsanız dondurmaya bütün tatlılardan daha çok bayılıyordum.

Dondurmayla yaşadığım aşkın arasına giren yengemin çalan telefonu olmuştu. Yengem mahcup bir ifadeyle kaşlarını çatarken “Çok affedersiniz,” diyerek ayağa kalktı ve bizden birkaç adım uzaklaşırken telefonu yanıtladı.

“Efendim, Tuğba? Ah, öyle mi? Çok sevindim ama bizim de misafirimiz var canım. Hımhım, bir dahaki sefere artık… Selam söyle Tuğçe’ye. Görüşürüz.”

Gözlerimi kısarak yengemin konuşmasını çözmeye çalışıyordum. Tuğba dediği kadın, karşı komşusuydu ve yengemin en yakın arkadaşlarından biriydi. Tuğçe teyze de onun kendisinden birkaç yaş küçük kız kardeşiydi ve normalde Antalya’da oturuyordu. Ablasını ziyarete gelmiş olmalıydı.

Yengem telefonu kapatarak tekrar yanımıza geldiğinde “Tuğçeler mi gelmiş?” diye sordu amcam. Tuğçe teyzenin eşiyle iyi anlaşırdı.

“Hım, evet, sürpriz yapmışlar Tuğbalara. Onlar da bahçelerinde toplanmışlar, bizi de çağırdılar. Ben de misafirimiz olduğunu söyledim, bir dahaki sefere artık.”

“Lütfen rahatsız olmayın, biz de birazdan kalkarız zaten,” diyerek araya girdi Aral. Gitmeye dünden razıydı.

“Olur mu öyle şey?” diyerek başını salladı yengem. “Daha erken. Hem Tuğçeler en az bir hafta kalırlar burada, görüşürüz sonra.”

“Aynen öyle, daha çok erken,” diyerek araya girdi Tuana. Bakışları Aral’daydı. “Hem yemek yemek dışında hiçbir şey yapmadık ki, daha eğlence yeni başlıyor.” Aral’ın yüz ifadesinden anladığım kadarıyla kız kardeşimin söyledikleri hoşuna gitmemişti. Doğrusunu isterseniz Tuana’nın saçmaladıkları benim de hoşuma gitmemişti lakin Arel halinden memnun gibiydi.

“Ama siz gidebilirsiniz isterseniz yenge,” diyerek yengeme döndü Tuana. “Ben misafirlerimizle çok iyi ilgilenirim, aklınız bizde kalmasın.”

“Eğlenceden kastının ne olduğunu sorabilir miyim?” diye araya girdi Arel. Muhatabı kız kardeşimdi. Tuana da heyecanla ona döndü.

“Dans etmeyi sever misin?”

Arel, böyle bir soru beklemiyor olsa gerek biraz duraksadı ancak ben Tuana’nın neyi kast ettiğini çoktan anlamıştım.

“Tuana,” dedim kızgın görünmemeye çalışarak. “Bence dans için uygun bir gece değil. Hem işten geldiler, yorgundurlar ve muhtemelen yarın erken kalkacaklar. Aralları yormasak daha iyi, değil mi?”

“Yo,” diyerek araya girdi Arel tekrar. “Yani işten geldik tamam ama yorgun falan değilim.” Kendi adına konuşuyordu ve bu bakışlarından anladığım kadarıyla ikizini sinirlendirmişti. “Ayrıca dans etmeyi de severim ve aklından nasıl şeyler geçtiğini merak ettim.”

Tuana heyecanla ellerini çırparak ayaklandı ve yengemlere baktı. “Bize katılmak isterseniz buyurun gelin ama sizi pek sarmayabilir. Tuğba teyzelere gidebilirsiniz yani, ben misafirlerimize gözüm gibi bakarım.”

Yengem ve amcamın Tuana’nın eğlence planını anlamışlardı, bu yüzden tereddütte kaldıklarını anlayabiliyordum çünkü bize katılmayacakları her hallerinden belliydi.

Kısa bir sessizliğin ardından “O halde şöyle yapalım,” diyerek araya girdi yengem. Sonra da bakışlarını bana odakladı. “Siz keyfinize bakın. Dolapta içecek, meyve, vs. her şey var. Misafirlerimize ikram edersiniz. Biz de Tuğçelere şöyle bir hoş geldin deyip geliriz. Olur mu?”

Olmaz, tabii ki yenge. Ben bu kızla tek başıma nasıl başa çıkarım?

“Olur yenge, çok güzel olur hem de,” diyerek heyecanla araya girdi Tuana. Bense ağzımı açıp içimdekileri dışa dökemedim ancak yüz ifadem düşüncelerimi belli ediyor olacak ki amcamın sorgu dolu bakışlarını üzerimde hissettim.

İşlerin daha da karışmasından korkarak amcama samimi olduğunu düşündüğüm bir gülümseme gönderdim ve ayağa kalktım. Madem bir plan yapılmıştı, rızam olmasa da ayak uydurmak zorundaydım.

Tuana tatlı tabaklarını içeri taşırken ben de amcamla yengemi bahçe kapısına kadar geçirdim. Yengem kapıdan çıkana kadar dolaptaki ikramlardan bahsetmiş, misafirlerimizi iyi ağırlamam gerektiğini tembihlemişti. Amcamsa ikilemde kalmış gibiydi. Sanki hem gitmek istiyordu hem de istemiyordu. Aslında bunun nedenini anlayabiliyordum. Gitmek istemiyordu çünkü bizi çocuklarla yalnız bırakmak istemiyordu. Bir yandan da gitmek istiyordu çünkü gideceği yerdeki muhabbet onu daha çok sarardı.

Amcamları Tuğba teyzelere gönderdikten sonra derin nefesler alarak tekrar bahçeye döndüm ancak bahçede kimse yoktu. Tuana hiç vakit kaybetmemişti anlaşılan.

Oflayarak içeri girdiğimde Aral’ı mutfakta kendine su doldururken buldum ve bozuk yüz ifademi anında topladım. Arkası bana dönük olduğu için ofladığımı görmemişti. Neyse ki.

Herhangi bir harekette bulunmasa da adım seslerimden geldiğimi fark etmiş olmalıydı. Bu yüzden sırtımı dikleştirdim ve yavaş adımlarla ona doğru ilerlerken “Diğerleri nerede?” diye sordum.

Birkaç adım uzağında duraksadığımda bakışlarını bana çevirdi ve “Televizyonu ayarlaması gerekiyormuş Tuana’nın,” diye cevap verdi. “Arel de ona yardım etmeye gitti.” Su bardağını kafasına diktiğinde aslında onun da bu durumdan hiç hoşnut olmadığını kavradım. Gerçi bunu tahmin etmek zor değildi ki benim sıkıntıya girmemin en büyük sebebi de oydu. Zira Arel’in yanında rezil olmak o kadar da önemli değildi ancak onun karşısında ezilip büzülmek istemiyordum.

“Tuana’ya bu kadar heyecanlı olmamasını söyledim yüz kere ama beni asla dinlemiyor. Seni sevdi, Arel’eyse şimdiden bayılmış gibi görünüyor ve sonrasında ona kızacağımı adı gibi bilse de umursamıyor.”

Su bardağını tezgâha bırakırken “Sorun değil,” diye mırıldanınca kaşlarımı havaya kaldırdım. Bu onu ciddiye almadığımın kanıtıydı ki çok geçmeden kendini düzeltti. “Yani yapacak bir şey yok.”

Hafifçe başımı salladıktan sonra içeri geçmemiz gerektiğini söyleyecektim ki “Nasıl anladın?” diye sormasıyla olduğum yerde durmaya devam ettim. Neyden bahsettiğini anlamadığım için kaşlarım çatılmıştı.

“Neyi nasıl anladım?”

O bayıldığım yeşillerini gözlerime diktiğinde tüm hücrelerimin elektrik akımına kapıldığını hissettim. Gözleri zaten başlı başına etkileyiciyken bir de ona bu kadar yakından bakmak başımı döndürüyordu.

“Gömlek giyenin ben olduğumu… Nasıl anladın?”

Ağzım hafifçe açıldı. Tuana’nın sorusuna verdiği cevaptan zaten bunu nasıl anladığımı bildiğini fark etmiştim. Anladıysa bana neden soruyordu? Sebebini benden mi duymak istiyordu yoksa yanlış değerlendirme mi yapmıştım?

Aral, bir cevap beklediğini belli eden bakışlarla yüzüme bakmaya devam ettiğinde “Eve ilk geldiğinizde, yani Tuana sizi ilk gördüğünde biraz saçma bir tepki verdi ya,” diye mırıldandım yavaşça. Gözlerinin kısılmasından anladığım kadarıyla bahsettiğim anı düşünüyordu. “Tuana’nın tepkisinde Arel genişçe sırıttı. Yani güldüğü için onun Arel olduğunu anladım.”

Kafasını hafifçe sallayarak “Yani benim gülemediğimi düşünüyorsun?” diye sordu.

Bir an ne diyeceğimi bilemeyerek “Yok, hayır, tabii ki,” dedim hızla. “Elbette gülüyorsundur, yani inşallah gülüyorsundur ama ben hiç görmedim ya öyle rahatça güldüğünü, o yüzden.”

Heyecanlanınca saçmalama özelliğimi Tuana’dan almıştım galiba (!)

Aral, öylece yüzüme bakmaya devam edince hissettiğim utanç arttı ve daha fazla karşısında durmaya cesaret edemeyeceğimi anlayarak mutfak kapısını işaret ettim. “Hadi onların yanına gidelim.”

Aral’dan hiçbir cevap beklemeden adeta kaçarcasına mutfaktan çıkarken sinirle dudaklarımı dişliyordum. Ah, Tuana! Ah, Tuana! Senin yüzünden düştüğüm hallere bak!

Seslerin geldiği yere, yani büyük televizyonun olduğu salona geçtiğimde Arel’in üçlü koltukta yayılarak oturduğunu; Tuana’nınsa elindeki kumandayla televizyonda ayar yaptığını gördüm. Tabii aynı zamanda yarısında dâhil olduğum için konusunu tam anlayamadığım bir şeyler anlatıyor ve Arel’i güldürüyordu.

Hızlı adımlarla ilerleyerek kendimi Arel’in karşısındaki koltuğa bıraktığımda çıkardığım ses yüzünden ikisinin bakışları da bana döndü. Tuana elindeki kumandayı televizyon ünitesine koyarken “Ne oldu abla?” diye sordu. “İyi misin?”

Dudaklarıma sahte bir gülümseme kondururken “Bomba gibiyim,” diye cevap verdim. Sesimin beklediğimden de imalı çıkması Arel’in sırıtışını büyütmüştü.

Tuana’ysa yaptığım imayı görmezden gelip “Oh oh ne güzel,” diye mırıldandı. “Bize de enerji lazım zaten.”

Gözlerimi devirerek sırtımı koltuğa yasladığım da Aral da gelip tam karşıma, yani Arel’in yanına oturdu.

“Şimdi sen senin tabirinde o müthiş müzik listesinden rastgele bir şarkı seçeceğiz ve o şarkıya göre dans edeceğiz, doğru mu anlamışım?” diye sordu Arel. Biz yokken Tuana saçma oyunumuzdan Arel’e bahsetmiş olmalıydı.

Tuana kafasını sallayarak eline telefonunu aldı. Televizyona bağladığı için bundan sonrasını telefonuyla halledecekti.

“Şimdiden anlaşalım, ben dans falan etmem.”

Aral’ın itiraz istemediğini belli eden ses tonunu duyduğumuzda hepimiz ona döndük.

“Ya! Ama sensiz olmaz ki enişte, mızıkçılık etme!”

Elbette kardeşim benim gibi değildi, imalı bakışlardan ve sözlerden çıkarması gereken dersleri asla çıkarmazdı.

“Aynen Aral, mızıkçılık yok. Hem ben çok eğleneceğimizi düşünüyorum.”

Aral, kafasını çevirip ikizine ters ters baktı. Buna rağmen Arel’in keyfi oldukça yerindeydi, kardeşini deli etmek onun bir numaralı eğlence anlayışı olmalıydı.

“Tamam, bakın, ilk dansı Arel abimle biz yapacağız. Ama sonra siz de ekibe katılacaksınız.”

Tuana sözlerinin ardından yanıma gelerek telefonunu elime tutuşturdu ve “Hadi seç birini,” diye mırıldandı. Bu oyunu tanıdıklarla oynamak güzel oluyordu. Ne bileyim, Yasemin, Gökhan veya yengemle oynarken değişik dans figürleri sergileyip deli gibi gülebiliyorduk ama Aral’ın karşısında kolumu bile kaldırmak istemiyordum. Bu yüzden ateş saçtığına emin olduğum bakışlarımı kız kardeşimin gözlerine diktim ve telefondaki listeyi bakmadan parmağım yardımıyla karıştırdıktan sonra rastgele birine bastım.

Yabancı bir pop şarkısı çıkmıştı.

“Oh, en sevdiğim,” diyerek ayağa fırlayan Arel birkaç adımda Tuana’nın yanına vardı ve tek elini kaptığı gibi onu etrafında döndürdü. Tuana yüksek bir kahkahayla anında Arel’e uyum sağlarken bakışlarım Aral’a kaydı. Kardeşine öyle bir ifadeyle bakıyordu ki korkmasam yarılana kadar gülebilirdim.

Arel’in eğlence ve dans konusunda uzman olduğunu Tuana’yı harika bir şekilde yönlendirmesinden anlamak çok kolaydı. Gerçi kardeşim de uyum konusunda sorun çekmeyen biri olduğu için Arel’e hiç zorluk çıkarmıyordu. Tuana’nın çocukluğundan beri kendi kabuğuna çekilmemesi ve arkadaş canlısı biri olması için çok uğraşmıştım. Yeni tanıştığı insanlarla çabuk kaynaşır, tanıdık olduğu ortamlara hızlı uyum sağlardı. Arel’e kanının çoktan ısındığını yemek masasındayken anlamıştım zaten ve sanırım bu huyundan ilk kez şu an rahatsız oluyordum.

Şarkı bittiğinde odayı kaplayan sessizliği Tuana’nın neşeli kıkırdamaları ve Arel’le ikisinin nefes sesleri dolduruyordu. O kadar hareketli dans etmişlerdi ki nefes nefese kalmaları çok normaldi.

Arel, Tuana’nın yanağından makas alarak yerine geçtiğinde Tuana da genişçe sırıtarak yanıma geldi ve elimdeki telefonunu alıp “Bu sefer siz de katılacaksınız,” demeyi ihmal etmeden listeden rastgele yeni bir şarkı seçti. Listede her türden parça vardı çünkü bunu güzelce saçmalayıp yarılana kadar gülmek için yapmıştık, böylesine gergin bir ortamda dans etmek için değil.

Tango müziği.

Tuana’nın seçtiği şey, tango müziğiydi. Oyunumuzun kurallarına göre tango yapmamız gerekiyordu ve bu da gözlerimin kocaman açılmasına neden oldu.

Tedirgin bir ses tonuyla “Bunu geçelim, sonuçta tek başına tango yapılmaz, değil mi?” dediğimde bakışlarım kız kardeşimdeydi. Gözlerinin içine adeta pot kırkmaması için yalvararak bakıyordum ancak dudaklarına konan hin gülümsemeye bakılırsa beni satacaktı.

Düşündüğüm şeyin başıma gelmesi sadece saniyelere mal oldu. Tuana bana arkasını dönerek bakışlarını Arellere çevirdi ve “Aslında yapılır ya,” diye mırıldandı. “Ablam tecrübeli bu konuda, defalarca kez oyuncak ayım-”

“TUANA!”

Ayağa fırlamam ve elimi kardeşimin ağzına kapayarak onu susturmam o kadar hızlı olmuştu ki herkes şaşkınca bana bakakalmıştı. Lakin bunun pek bir önemi yoktu, çünkü kardeşim söylememesi gereken her şeyi çoktan söylemişti.

Birkaç ay sonra otuz yaşına girecek birinin oyuncak ayıyla tango yaptığını karşımdaki iki adam bilmese daha iyi olurdu aslında…

Arel gülerek “Oyuncak ayıyla tango mu yapıyorsun?” diye sordu. Bakışlarımı Aral’a çevirmeye korkuyordum. Zira rezilliğime koca bir kahkaha patlatırsa arkama bakmadan kaçardım.

Elim hala Tuana’nın ağzındayken “Ehe,” diye bir ses çıktı dudaklarımdan. “Yok canım, yani şey, ee… Arada böyle eğlence için saçma şeyler de yapılmıyor değil…”

Esmer tene sahip olduğum için bir kez daha şükrettim. Aksi takdirde utançtan mora döneceğimden emindim.

Ben ne yapacağımı bilemeyerek öylece ayakta dikilmeye devam ederken ve içten içe de Tuana’nın ağzını dikmenin nasıl bir fikir olduğunu sorgularken Arel “Bu sefer ayıyla tango yapmana gerek yok çünkü Aral da biliyor,” diyerek ikizini omzundan ittirdi. Kendi rezilliğimi bir anlığına unutarak şaşkın bakışlarımı Aral’a çevirdiğimde Arel’e onu dövmek istermiş gibi baktığını gördüm. Neyse ki böyle bir amacı vardıysa bile, ağzındaki elimi ittiği gibi heyecanla “Sahi mi?” diye bağıran Tuana herkesin dikkatini tekrar ona çevirmişti.

“Çok önceden öğrenmiştim. Uzun zamandır da yapmadım, beni saymayın,” diyerek başını salladı Aral. Lakin kız kardeşime laf anlatmak o kadar kolay değildi. Tuana birkaç adımda Aral’ın yanına gitti ve elinden tuttuğu gibi ayağa kaldırdı onu.

“Dans etmek, öğrenilmiş reflekstir enişte. Aynı bisiklete binmek gibi, yani unuttum sanırsın ama aslında unutmamışsındır. Ablama birkaç saniye ayak uydursan yeter, gerisi kendiliğinden gelecektir.”

Aral’ın cevap vermesini beklemeden onu elinden çekerek yanıma kadar ilerletti ve bizi karşı karşıya getirdi. Aral’la tango mu yapacaktım? Sanırım nefesin nereden alındığını unutmuştum.

Tuana, yanımızdan ayrılarak kendini Arel’in yanına bıraktı ve “Pozisyon alın,” diye uyardı. “Şarkıyı başlatıyorum.”

Aral, yeşillerini yüzüme dikerek “Gerçekten çok uzun zaman oldu,” diye mırıldandı. Yüz ifadesi bu dansı yapmak istemediğinin kanıtı niteliğindeydi. Gerilmişti. Bense onun tangoyu nasıl ve neden öğrendiğini sorgulamaya başlamıştım. Açıkçası pek de tango yapacak bir adama benzemiyordu.

Usulca yutkundum. “Tuana’nın dediği gibi dans etmek aslında öğrenilmiş bir reflekstir, yani sen unuttuğunu sansan da öyle değil. Bana ayak uydursan yeter, toparlaman hızlı olacaktır.”

Dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi ve sıkıntılı bir nefes verdi. Bu işten hoşnut olmaması beni de geriyordu ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Arel onun tango bildiğini yumurtlamasa ben Tuana’ya şarkıyı geçtirirdim. Yani tek suçlu benim şapşal kardeşim değildi. Gerçi onlara kalırsa yaptıkları şey bir suç değildi.

“Şarkıyı başlatıyorum,” diye mırıldandı bir kez daha Tuana. Arallar gidince gösterecektim ben ona şarkı başlatmayı.

Başka çaremin olmadığını ve ben hareketlenmedikçe Aral’ın da kıpırdamayacağını bildiğimden ona doğru bir adım daha atıp sol kolumu geniş bir açıyla kaldırıp omzuna yerleştirdim. Diğer elimle de onun elini tutarak kollarımızı kaldırdım. Evet, gerisi ondaydı.

Birkaç saniye boyunca öylece gözlerimin içine baktı. Ne düşündüğünü deli gibi merak ediyordum. Bakışlarını kahvelerimden ayırmadan boştaki elini kaldırıp belime yerleştirdi. Gevşek değildi tutuşu ama çok da sıkı sayılmazdı. Ardından parmaklarını ona tutunan elimin üzerine sardı. Nefesimi kesmesi işte bu kadar kolaydı.

Tuana pozisyon aldığımızı görünce bir şey söylemeye gerek duymadan müziği başlattı. Yavaş tondaki keman sesi kulağımı doldurduğunda derin bir nefes aldım ve sol bacağımla sağa doğru geriye bir adım attım. Aral da beni takip etti. Ardından sağ bacağımla sola doğru bir adım daha attım. Aral bir kez daha beni takip etti. Bunu bir kez daha tekrarladıktan sonra tek bacağımı havaya kaldırdım ve Aral’ın beni etrafımda döndürmesine izin verdim.

Bakışlarım tekrar ona dokunduğunda etrafımızdaki hiçbir şeyi hissedemediğimi fark ettim. Tuana ve Arel yoktu sanki. Keman sesi bile çok gerilerden geliyordu. Bir tek Aral vardı, bir de o parlak yeşilleri.

Ellerimizi ayırdığımızda Aral boşta kalan kolunu aşağı indirdi, bense onun omzunun üzerine bıraktım ve bakışlarımı ondan ayırmadan geriye doğru adımlamaya başladım. Beni takip etti. Sona doğru hızlanan adımlarımızı durdurduk ve bu sefer ters istikamette hareketimizi tekrarladık. Bir kez daha duraksadığımızda omzundaki elimi çektim ve hızla geriye doğru açılırken belimdeki elini tuttum. Odanın iki yanına doğru uzanıyormuş gibi yaptıktan sonra tekrar birbirimize kenetlendik ve beni etrafımda döndürdü. Bunu oldukça hızlı ve iki kez yapmıştı. Hareketlerinden anladığım kadarıyla açılmıştı ancak yüz ifadesinde değişen hiçbir şey yoktu. Aynı ciddiyetiyle gözlerimin en içine bakıyordu.

Dansımız uzayıp gitti. Hareketlerimiz değişti, nefes alışverişlerimiz hızlandı ama bakışlarımız birbirinden hiç ayrılmadı.

Dansın sonlarına doğru iyice birbirimize yapışmış hale gelmiştik. Dizlerimiz iç içeydi, göğüslerimiz birbirine yapışmıştı. Avcunun içinde duran elimin terlediğini hissediyordum. Ve tabii bir de deli gibi atan kalbimi.

Son adımımızı attığımızda tuttuğu elimi omzunun üzerine bıraktı ve belimin biraz üzerindeki eli yardımıyla beni geriye doğru yatırdı. Yüzlerimiz dip dibeyken ve hızla alıp verdiğimiz nefeslerimiz birbirimizin yüzüne çarparken sol yanımdan gelen sesleri işitebiliyordum.

Kalbimde tehlike çanları çalıyordu.

Ve bunu şu anda gözlerimi yeşillerinden ayıramadığım adam yaptırıyordu.

Tuttuğunuz nefesleri geri verdiğiniz yer burası :d

Çok severek yazdığımı söylemiştim, umarım siz de öyle okumuşsunuzdur. Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen.

Bölüm sonrası şuna da ayrı bir parantez açmak istiyorum. Aral’ın tavırlarını zamanla anlayacağınızı söylemiştim birkaç bölüm önce. Aslında Tamay’ı da zamanla tanıyacaksınız çünkü bu zamana kadar okumuş olduğunuz Tamay, Tamay’ın kendisi değildi. Yani siz kitabın başından beri endişe, korku ve telaş içindeki Tamay’ı okuyorsunuz. Onun rahat tavırlarını, günlük yaşamında nasıl biri olduğunu bilmiyorsunuz ama öğreneceksiniz. Ve sizi temin edebilirim ki öğrenmek çok hoşunuza gidecek.

Başta da söylediğim gibi bundan böyle tam gaz devam edeceğiz. Kızıl’ın finalinden sonra daha da düşecek bölüm aralıklarımız çünkü ben bu kitap için çok heyecanlı ve çok sabırsızım. Umarım sizlerden de beklediğim tepkiyi alabilirim.

Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın!

 

 

 

 

Loading...
0%