Yeni Üyelik
15.
Bölüm

BÖLÜM - 15

@bayanclara

“Seni eniştem mi bırakacak havalimanına?”

Unuttuğum bir şey var mı diye küçük valizimin içindekileri kontrol ederken Tuana’ya dönmeden başımı salladım. Göz göze gelmeden yalan söylemek biraz daha kolaydı.

“Hımhım, o bırakacak.”

“Ya,” diyerek sırt üstü yatağımın üstüne bıraktı kendini. “Keşke o da gelseydi seninle.”

Telefonumun şarjını unuttuğumu fark ederek komodinimin çekmecesini açıp içindeki şarjı alırken “Tatile gitmiyorum ya Tuana, seminere gidiyorum. Benle gelse bile birlikte doğru düzgün vakit geçiremeyiz ki gelemez de zaten. Adam koskoca başkomiser, uğraşması gereken bir sürü şey var.”

Bu yalanı bulup her şeyi sahte bir düzene oturtturmak tam üç günümü almıştı. Elbette ki Aral, Sadullah’ı ikna edememişti. Bu konuda Demet’in etkisi büyüktü, zira beni bile arayıp onlarla gelmem için ısrar etmişti. Orada tek başına sıkılacağını, ben de gelirsem eğlenebileceğimizi falan söylemişti. Bana bu kadar yakın davranıyor olmasının beni şüphelendirmediğini söyleyemezdim ancak bir yanım da onu anlamıyor değildi. Gerçi bu kadar sorun olacaksa Antalya’ya gitmeyebilirdi lakin bu onun için bir seçenek değildi demek ki.

Sadullah, tam da Aral’ın tahmin ettiği gibi hastaneden izin alma işini ona bırakmamızı bile istemişti ancak ben izin verdirtmemiştim. Çünkü böyle bir şey yapması işleri daha da karıştırırdı. Ayrıca başhekim amcamın dostu olduğu için izni benim almam çok daha iyi olurdu. Zira öngöremediğim bir şekilde ikisi haberleşip yalanımı ortaya çıkarırlarsa olayların gidişatını takip etmek imkânsız hale gelirdi.

Zaten hala daha hayret ediyordum kendime, çünkü bir sürü insana çeşit çeşit yalan söylemiştim. Önce Yasemin’in yanına gitmiş ve babamın katıldığı ihaledeki bir şirket sahibinin yıllar önce emekli olup Antalya’ya taşındığını, Aral’ın da o adamla konuşmak için oraya gideceğini söylemiştim. Eh, tabii neden telefonla aramadığını sormuştu ancak yüz yüz olan konuşmaların daha etkili olduğuyla ve Aral’ın adamın çevresini de araştırma istediğiyle ilgili bir düzine yalan daha söyleyerek onu ikna etmeyi başarmıştım.

Bundan sonraki yalanlarımızsa Yasemin’le ortak ürünümüzdü. Amcamlara ve Tuana’ya iş için bir seminere katılmam gerektiğini söylemiştim. Normalde de şehir dışına seminerler için gittiğim için bu yalanıma inanmaları kolay olmuştu. Son olarak da başhekimden özel bir mevzu için iki günlüğüne izin istemiştim ve tabii bunun amcamın kulağına gitmemesi için de özellikle söz almıştım. Normalde böyle şeyler yapmadığım için biraz endişelenmişti, çünkü biraz da amcamdan kaynaklı samimi bir ilişkimiz vardı ancak ona iyi olduğum garantisini verince endişesi hafiflemişti.

Kısacası tek ayak üstünde kırk yalan söyleyerek bu akşam kalkacak olan özel uçağa binme onayı kazanmıştım.

Lakin yazlıkta mutlaka Sadullah’la konuşacak ve o her istediğinde bir yerlere gelemeyeceğimi beyan edecektim. Sürekli yalan söyleyerek bir yere varamazdım ki yalanımın mumu öyle ya da böyle bir gün sönecekti.

Şarjımı da küçük valizime koyduktan sonra fermuarını kapayıp ayaklandım. Yolculuk için bol paça bir kot pantolon ve askılı kırmızı tişört giymiştim. Uzun saçlarımı tepemde sade bir topuz halinde toplamış ve dudaklarıma hafif bir parlatıcı sürmüştüm. Süslenmeye gerek duymamıştım çünkü akşam yola çıkacağımız için oraya gece yarısına doğru varacaktık ve muhtemelen varır varmaz da yatardık. Zira bugün hastanede bir hayli yoğun bir gün geçirmiştim ve birkaç günkü yoğun çabam üstüne söylediğim bütün yalanlar belimi büktüğü için kendimi fazlasıyla bitkin hissediyordum.

“Antalya’dan bana ne getireceksin?”

Tek bacağımı altıma alarak yatağımın ucuna oturduktan sonra “Ne getirmemi istersin?” diye sordum.

Gözlerini kısarak düşünüyormuş gibi yaptıktan sonra “Elbise alabilirsin,” diye mırıldandı. “Oralarda yazlık elbiselerin daha fazla çeşidi vardır.”

“Olur,” diyerek gülümsedim. “Alırım.”

Tuana tekrar konuşmak için dudaklarını bir kez daha aralayacakken çalan telefonumun sesi duraksamasına neden oldu. Yatağın ortasında duran telefonumu aldığımda amcamın aradığını görerek hızla yanıtladım aramayı.

“Efendim, amca?”

“Tamay, ben geldim kızım. Kapıdayım.”

Yavaşça ayaklanırken “Tamam, amca. İniyoruz hemen,” diyerek aramayı sonlandırdım ve kardeşime döndüm. “Amcam kapıdaymış, hadi kalk.”

İki günlüğüne de olsa özellikle böyle bir zamanda Tuana’yı evde yalnız bırakamayacağım için amcamların evine göndermeye karar vermiştim.

Tuana, yataktan kalktıktan sonra “Sen in, ben de çantamı alıp geliyorum,” diyerek odanın çıkışına koşturdu. Ben de onun peşinden çıkıp merdivenlere yöneldim ve aşağı indim. Kapı ağzındaki terliklerimi giyerek bahçeye çıktım ve bahçe kapısına doğru yürümeye başladım.

Amcam arabasını hemen evin önüne park etmişti ve bizi arabanın içinde bekliyordu. Arabanın etrafından dolanarak sürücü kapısının önüne geldiğimde camı birkaç kez tıklatıp açmasını bekledim. Normalde böyle yapmazdı ancak kendince havaalanına Aral’la gidecek olmama tripleniyordu. Gerçekten çok kıskanç bir adamdı.

Amcam bana yandan bir bakış atarak küskün bir tavırla camını araladığında başımı hızla camdan içeri sokup yanaklarına öpücükler kondurdum. Başta beni engellemek istercesine kafasını geriye çekmeye çalışsa da başarılı olamadığını görünce pes etti ve yeğeninin sevgi tufanına kucak açtı.

“Tamam, deli kız, tamam… Yedin bitirdin beni, yengene kalmadı, tamam…”

Kahkaha atarak geri çekildiğimde bakışlarım sırıtan çehresindeydi. Keyfini yerine getirmeyi başarmıştım.

“Yengem seni hep öpüyordur, biraz da ben öpeyim yani ne var?”

Kaşları memnuniyetle havalanırken “Evet,” diye mırıldandı. “O da bayağı bir öpüyor beni gerçekten.”

Gözlerim kocaman açılırken bir kahkaha daha patlattım.

“İyi ki yengem yok burada, vallahi gece odaya almazdı seni he.”

Amcam sahte bir korkuyla “Şşt,” dedi. “Burada konuşulan burada kalır, ona göre.”

Gülerek başımı salladığım sıra bahçe kapısından çıkan Tuana da arabanın etrafından dolanarak amcamın yanındaki yerini aldı.

“Neye gülüyorsunuz bakalım bensiz?”

“Hiç,” diyerek başını salladı amcam. İ harfini gereksiz yere uzatması bir işler karıştırdığının ispatıydı ve bunu da Tuana daha çok meraklansın diye yaptığından adım kadar emindim. Ki Tuana’nın çatılan kaşlarına bakılırsa başarılı olduğu da kesindi.

“Hiç de hiiiç gibi durmuyor tontişim ama ben sabrederim. Ne de olsa koskoca iki gün benimlesin, elbet seni konuşturmasını bilirim.”

Gülerek doğrulurken “Oo amca başına iş aldın, benden söylemesi,” diyerek başımı salladım. Amcamsa yandık dercesine kafasını salladı ancak halinden bir hayli memnun olduğunun farkındaydım.

“Yengenin ardına sığınırım her zamanki gibi, sen beni dert etme,” diyerek kontaktaki anahtarı çevirip arabayı çalıştırdı ve bakışlarını bana çevirdi. “Bak hazır gidiyorken seni de havaalanına atarım, başkasını beklemene gerek yok.”

Havaalanına gitseydim eğer kabul ederdim amcacığım ama ne yazık ki gitmem gereken yer daha farklı.

“Uçağıma daha var amca, boş yere erken gitmeyeyim. Hem verilmiş bir sözüm varken ayıp olur.”

Amcam burnunu kıvırarak “İyi,” dediğinde Tuana güldüğünü belli etmemek için eliyle ağzını kapatmıştı. Amcamın bu kıskanç halleri onu da fazlasıyla eğlendiriyordu. “Dikkat et kendine, bizi de merakta bırakma. Sık sık ara, tamam mı?”

“Tamam, amcacığım. Sen merak etme. Saat başı arar rapor veririm ben sana.”

“Dalga geçme amcanla.”

Birkaç adım geri çekilip “Haşa tontişim, ne dalgası,” diyerek güldüm. Tuana’yı taklit etmem onu da güldürmüştü.

“Aman iyi iyi,” diyerek başını salladı. “Hadi biz gidiyoruz, Antalya’ya varınca haber et mutlaka.”

“Ederim, siz de dikkatli gidin.”

Amcam gaza basarak yola koyulduğunda iç çekerek kenara çekildim ve köşe başındaki sivil polis arabasının amcamların peşine takılmasını izledim. Ben burada olmasam da onlar Tuana’yı korumaya devam edeceklerdi.

Koca sokakta bir başıma kalınca tekrar içeri girdim ve Aral gelene kadar odamda biraz kestirmeye karar vererek merdivenlere yöneldim.

Çalan telefonumla gözlerimi kırpıştırarak araladığımda ne olduğunu anlamam birkaç saniyeme mal olmuştu. Neyse ki mesleğim sayesinde bu duruma alışık olduğum için kendime gelmem ve telefona uzanarak yanıtlamam çok uzun sürmemişti.

“Efendim?”

Esneyerek konuştuğum için sesim biraz boğuk çıkmıştı ancak söylediğim şey anlaşılıyordu.

“Tamay… Ben evine geldim, zili çaldım ama açan olmadı. Başka bir yerde misin?”

Telefonu kimin aradığına bakmadan yanıtladığım için Aral’ın sesini duyunca gözlerim kocaman açılmış ve yattığım yerde hızla doğrulmuştum.

“Yo, evdeyim ben. Uyuyakalmışım, duymadım zili. Hemen geliyorum.”

Yaşadığım utançla birlikte Aral’ın cevap vermesine müsaade etmeyip telefonu yüzüne kapadım ve bunu umursamamasını ümit ederek banyoya koşturdum. Hızla işlerimi halledip kendime gelebilmek adına yüzüme defalarca kez su çarptıktan sonra dağılan saçlarımı çözdüm. Atkuyruğu şeklinde tekrar toplayıp odama geçtim ve hazırladığım küçük valizle, içine telefonumu attığım sırt çantamı alarak aşağı indim.

Saate hiç bakmamıştım ancak Aral söylediği saatte geldiyse bu, iki saate yakın uyuduğumu gösteriyordu ve ben uykumu asla alamamış, üstüne daha da yorgun düşmüştüm. Üzerimde birkaç günün yükü olduğunu varsayarsak zaten değil iki saat, iki gün aralıksız uyusam bile kendime gelebileceğimden emin değildim.

Evdeki gerekli yerleri Tuana gitmeden evvel kontrol ettiğim için direkt dış kapıya yöneldim ve vestiyerden spor ayakkabılarımı da alarak kapıyı açtım. Başkomiser, tam karşımdaydı.

Bahçede gezinen bakışları sesimi duyduğunda beni buldu ve kısaca üzerimde gezindi. Yüzüme sürdüğüm tek şey olan parlatıcının yıkarken gittiğini bildiğimden ve banyodayken gözlerimin uykudan yeni kalktığımı fazlasıyla belli ettiğini fark ettiğimden bakışlarımı ondan itina ile kaçırarak ayakkabılarımı giyinmeye koyuldum. Açıkçası kendimi çirkin hissettiğimden bana bakmasını istememiştim.

“Kusura bakma, amcam Tuana’yı aldıktan sonra seni beklerken azıcık kestireyim demiştim. Uyuyakalmışım.”

Başını iki yana sallayarak “Önemi yok,” diye mırıldandı. “Ama sen pek de uykunu alamamış gibi görünüyorsun.”

Ayakkabılarımı giydikten sonra valizimle sırt çantamı tekrar yüklenip dışarı çıktım ve kapıyı kapatıp iki kez kilitledim. Bunları yaparken Aral’a cevap vermeyi de ihmal etmemiştim.

“Kısa süre uyuduğum için yetmedi ve sanırım daha beter hale geldim. Başım ağrıyor.”

Aral, yüzüme düşünceli bir ifadeyle baktıktan sonra bir şey demeden uzanıp elimdeki küçük valizi aldı. Tenime değen parmakları içimi bir hoş ettiği için bunu yapmasına gerek olmadığını söyleyememiştim.

“Sadullah’ın özel uçağıyla kısa sürede gideriz Antalya’ya. Vardığımızda gece yarısı olur muhtemelen, sen de sabaha kadar bir güzel uyursun. Biraz daha sık dişini.”

Beni düşünmesinin hoşuma gittiğini belli etmemek için bakışlarımı bahçenin içine çevirdim ve “Dert değil,” diye mırıldandım. “Uykusuzluğa alışığım ne de olsa.”

Bu durumdan memnun olmadığı belli olsa da konuyu uzatmadı. “Gidelim hadi,” diyerek bahçe kapısına doğru yürümeye başladığında yanındaki yerimi alarak ona eşlik ettim. Beni de yanında götürdüğü için bunun sıkıntısını yaşadığını biliyordum ancak başka bir çaremiz yoktu. Antalya’ya gidince bir fırsatını bulup Sadullah’la konuşmayı kafaya koymuştum. Belki o zaman ilerisi için böyle ansız davetlere son verirdi ancak şu an için başka bir çözüm yolumuz yoktu.

Aral’ın daha önceden bu iş için özel olarak ayarlandığını söylemiş olduğu siyah, spor arabaya binerek yola çıktığımızda gözkapaklarımın her geçen saniye daha da ağırlaştığını fark edince başımı koltuk başlığına yaslayıp gözlerimi kapattım.

Sessiz geçen yolculuğumuz beni uykunun kollarına bırakmaya meyilli olsa da uçağın kalkacağı alana varana kadar uyumamayı başarabilmiştim ancak aynı şeyi uçakta da başarabileceğimden şüpheliydim.

Aral, uçağın kalkacağı yerin kapalı otoparkı olduğunu düşündüğüm yere arabasını park ettiğinde derince iç çekip yüzümü sıvazladım ve çok kötü görünmediğimi umarak dışarı çıktım. Aslında makyaj yaparak bu halimi Sadullah ve adamlarından saklayabilirdim ancak bunu yapmak istememiştim. Sadullah belki eserini görürse her şeyin onun istediği gibi olmaması gerektiğini anlardı.

Aral, benim valizim ve kendine ait olan küçük bir sırt çantasıyla yanıma geldiğinde ben de kendi çantamın kulplarını omuzlarıma geçirmekle meşguldüm.

“Uykusuzluktan bayılmayacağından emin misin?”

Çantayı takma işim bittiğinde bakışlarımı ona çevirdim ve uykumu kaçırmak istercesine gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Yüzümün aldığı hal onu daha da korkutmuş olacak ki kaşları hızla çatıldı, ben de yüz ifadesine kayıtsız kalamayıp hafifçe kıkırdadım.

“Korkma, başkalaşım geçirmiyorum. Göz kapaklarımı birbirinden uzak tutmaya çalışıyorum yalnızca.”

“Hastanede de hastalarına böyle mi bakıyorsun uykun kaçsın diye?”

Söylediği şeyi hayal etmiş olsa gerek suratı tatlı bir şekilde buruşunca sesli bir şekilde gülmeye başladım.

“Hayır elbette. Gece yarıları genelde doğuma gittiğim için anne adaylarının ve bebeklerin attığı çığlıklar zinde kalmam konusunda epey yardımcı oluyor bana.”

“Ha, iyi bari,” diyerek başını salladı. “Seni bu halde görürlerse kendilerini daha kötü hissedebilirler çünkü.”

Benimle alay ettiğini fark ettiğimde ağzım şaşkınlıkla aralandı. Açıkçası biraz da yediğim hakaret yüzünden ona bakakalmıştım.

“Ben onlar için gecenin bir yarısı sıcacık yatağımdan kalkıp hastaneye gidiyorsam herkese istediğim gibi bakabilme hakkım olmalı. Öyle değil mi başkomiserim?”

“Bence olmasa daha iyi olur,” diyerek önden ilerlemeye başladığında yapabildiğim tek şey biraz daha açılan ağzımla arkasından bakmak olmuştu. Başka birisi olsa bu lafların acısını fena halde çıkarırdım ancak söz konusu oyken ve bana karşı yavaş yavaş açıldığını hissederken en başa dönmemek için kendimi tuttum. Olur da birbirimizle rahatça dalga geçebildiğimiz seviyeye ulaşabilirsek, yani inşallah, o zaman acısını çıkarırdım.

Arabaların arasından geçerek hızlı adımlarla yanına ulaştığımda dudağının kenarının çok hafif de olsa kıvrık olduğunu görünce gülümsememi bastıramadan “Çok kötü olduğunuzu söylememe fırsat vermeden kaçtınız başkomiserim,” dedim, sahte bir resmiyetle. “Size hiç yakıştıramadım.”

Otoparkın asansörünün önünde duraksayıp düğmeye bastıktan sonra ciddileşme vakti gelmiş olacak ki yüzü her zamanki haline büründü ve “Bana böyle seslenmeye alışmasan iyi olur,” diye mırıldandı. Sesi sert değildi ancak uyarıcı nitelikteydi. “Nihayetinde polis olduğumu bilen tek kişi Sadullah ve diğerlerinin yanında kırabileceğimiz en ufak bir pot işleri çok daha karmaşık bir hale getirebilir.”

Bir yanım alaycı yanının geldiği hızla yok olmasına üzülürken diğer yanım sözlerinde haklı olduğunun farkındaydı. Bu yüzden başımı sallayarak “Dikkat ederim,” diye mırıldandım ve kapıları açılan asansörden içeri girdim. Aral da peşimden asansöre bindikten sonra ineceğimiz katın düğmesine basıp sırtını asansörün duvarına yasladı. Kendi halim onun durumunu fark etmeme engel olmuştu lakin asansör ışığının da etkisiyle onun da en az benim kadar yorgun göründüğünü fark edebilmiştim.

Onun için üzüldüğümü hissederek dudaklarımı büzdüm. Asaf amcam sayesinde bir polisin, daha doğrusu yetkili bir polisin ne gibi sorunlarla uğraştığını az çok biliyordum. Muhtemelen benden çok daha kötü olduğu halde bunu belli etmiyordu.

Asansör durunca açılan kapıdan geçerek dışarı çıktık. Geldiğimiz yer büyük bir pistti ve ilerideki orta boylardaki uçağı görebilmem pek de uzun sürmemişti. Olduğumuz yerden çok seçemesem de uçağın yanındakilerin Sadullah ve adamları olduğunu biliyordum.

Onları her gördüğümde istemsizce geriliyordum ve bunu engelleyemiyordum. Asaf amcamın onlar hakkında anlattığı şeyler aklımdan çıkmadığı için bir yanım onlardan delicesine korkuyor, diğer yanımsa gerçekten bu kadar kötü birileri olup olmadıklarını sorguluyordu. Asaf amcama güvenim tamdı elbette ancak insan gözüyle gördüğü şeye daha içten inanırdı.

Aral, yürürken kollarımız birbirine değecek kadar yakınıma geldiğinde bunu memnuniyetle karşıladım çünkü şu ortamda ondan başka güvenecek ve destek alacak kimsem yoktu.

Yanlarına yaklaştıkça Sadullah’ı, Demet’i, Ekin’i ve diğer adamları daha kolay seçebilir hale gelmiştim. Onlar da bizi fark ettiklerinde konuşmalarına ara vererek bize dönmüş ve yanlarına varmamızı beklemeye başlamışlardı.

“İşte benim doktorum da geldi,” diyerek kocasının yanından sıyrılan Demet yanıma gelerek beni kollarının arasına aldığında ilk birkaç saniye şaşkınlıkla hareketsiz kalmış olsam da Aral’ın uyarıcı bakışlarını fark edince ben de boştaki kollarımı ona dolayıp sarılışına karşılık verdim. Bir yandan da bunun mecburiyetten yapılmış olan bir eylem gibi görünmemesi için dua ediyordum.

Aral da Sadullah ve damadıyla tokalaştıktan sonra Sadullah’ın uyarısıyla sırayla uçağa geçtik. Bu insanları görünce yaşadığım gerginlik uykumun biraz daha açılmasını sağlamıştı ancak başımdaki ağrıdan kurtulabilmiş sayılmazdım. Kurtulmak için de derin ve uzun süreli bir uykuya ihtiyaç duyduğumu çok iyi biliyordum.

İki bölümden oluşan uçakta Sadullah’ın korumaları ilk bölüme yerleşirlerken ben de Aral’ın yönlendirmesiyle ikinci bölümdeki karşılıklı yerleştirilen ikili koltuklardan birine yerleştim. Aral da hemen yanıma oturmuştu.

Sadullah tek başına karşımızdaki koltuklardan birine geçtiğinde Demet ve Ekin de Sadullah’ın hizasındaki ikili koltuğa yerleşmişlerdi.

Uçağı kullanacak olan pilot ve muhtemelen bize yardımcı olacak olan hostes gelip kısaca bizimle merhabalaştıktan sonra gözden kayboldular. Daha önce birçok kez uçağa bindiğim için herhangi bir endişe hissetmiyordum ancak oturduğum koltuk beni yeniden uykunun kollarına çekmek istercesine rahattı ve ben de ona karşı koyamamaktan çekinmeye başlamıştım.

Ufak konuşmalar eşliğinde uçak havalandığında kendimi konuşmalara odaklayarak uykuyu defetmekle uğraşıyordum ki Sadullah’ın dikkatinin bana çevrilmiş olduğunu fark edince bakışlarımı ona odakladım.

“Bugün biraz yorgun görünüyorsun Tamay.”

Dürüstlüğe bu kadar erken başlamayı düşünmemiş olsam da “Öyleyim,” diyerek doğruları söyledim. Ha yazlık ha uçak, pek fark etmezdi. “Fazla yoğun bir hafta geçirdim ve üstüne bu hafta sonu kaçamağı da girince hastaneden ve ailemden izin almakla uğraştım. Takdir edersiniz ki böyle şeyler son dakika olunca ayarlaması da zor oluyor.”

Sesimi olabildiğinde yumuşak tutmuştum, zira dikleniyormuş gibi görünmek istememiştim. Buraya gelmek istemediğimi değil, gelmek için ne kadar zorluk çektiğimi anlamalıydı.

Demet, babasından evvel araya girerek “Ya, seni zor durumda bırakmış olabileceğimizi düşünmüştüm ama bu kadar yıpranacağını tahmin edememiştim,” dedi. Gerçekten üzgün gibi görünüyordu. “Gideceğimiz yerde tek kadın ben olacaktım ve canımın sıkıntıdan patlayacağı kesindi. Bu yüzden senin de gelmeni çok istedim. Beraber güzel vakit geçiririz diye düşünmüştüm.”

“Gelmeyi ben de çok istedim ama emrivaki yapar gibi olunca ayarlaması zor oldu, onu belirtmek istedim sadece. Herhangi bir işte çalışmıyorum, doktorum ve hastalarımın günün hangi saatinde bana ihtiyaçları olacağını bilemem. Ayrıca hafta sonları da çalışıyorum, yani bu seferlik izin almam kolay oldu ama bir dahakine böyle olmaz. Onu söylemek istedim.”

“Bu seferlik kusurumuza bakma öyleyse,” dedi, Sadullah. Yüz ifadesinden sözlerime kızıp kızmadığını anlamak biraz zordu lakin bakışlarında onay parıltıları görüyor gibi olmuştum. “Ben de Demet için ısrarcı oldum bu konuda. Bir dahakine daha uygun bir şekilde hallederiz.”

“Estağfurullah, öyle olursa çok sevinirim ben de.”

Bulunduğumuz bölüme sürdüğü atıştırmalık arabasıyla gelen hostes konunun burada kapanmasını sağlamıştı. Açıkçası iyi de olmuştu çünkü daha ne söyleyebilirdim, bilmiyordum.

Hostes, Sadullah için içecek bir şeyler doldururken başımı hafifçe Aral’a çevirdim. Konuştuğum süre boyunca hiçbir şekilde araya girmemiş, durumu benim halletmeme kendince izin vermişti. Gözlerini yavaşaca kapayıp açmasına bakılırsa iyi iş çıkardığımı düşünüyordu.

En son Tuana’yla birlikte yemek yediğim ve üzerinden saatler geçtiği için hostesten sandviç istemiştim. Böylece açlığımı bastırmış olurdum, nihayetinde gideceğimiz yerde yemek yiyip yiyemeyeceğimden emin değildim.

Aral’la Sadullah gideceğimiz yerde yapacakları toplantıyla ilgili konuya hâkim olmadığım için pek anlamadığım bir şeyler konuşurken bakışlarım Demet ve Ekin’e kaydı. Onlar da kendi aralarında muhabbet ettiklerinden kendimi biraz dışlanmış gibi hissetmiştim doğrusu. Bunun yanında biraz önce yediğim sandviç dakikalardır yok saydığım uykumun tekrar bastırmasına neden olduğunda da yapacak başka bir işim olmadığı için başımı rahat koltuk başlığına yaslayarak gözlerimi yumdum.

Etrafımdaki sesler bana ninni gibi gelirken uyku bir kez daha ele geçirdi beni. Nihayetinde en son hatırladığım şey başımın koltuktan kayarak daha sert lakin çok daha güzel kokan bir şeyin üzerine düşmesiydi.

“Tamay… Tamay, geldik, uyanmalısın.”

Birinin bana seslendiğini duyuyordum, duyuyordum lakin birbirine yapışmak konusunda oldukça dirayetli olan göz kapaklarımı birbirinden ayıramıyordum. Bir de yüzümün gömülü olduğu bir yer vardı ki, kokusu yüzünden ayrılasım gelmiyordu.

“Doktor! Hadi, bizi bekliyorlar. Gitmemiz gerek.”

Duyduğum ses biraz daha arttığında yüzüm huzursuzca buruştu. Uykudan ayrılmak istemiyor ancak buna mecbur olduğumu da biliyordum. Bu yüzden burnumu güzel kokan yere biraz daha bastırdıktan ve kokuyu son kez seslice içime çektikten sonra gözlerimi kırpıştırarak araladım.

Aralamaz olaydım…

Görüş açıma giren şey herhangi bir tavan ya da hastane odası değildi. Bu zamana kadar görmeye alışık olduğum bir şey de değildi. Gördüğüm şey âdemelmasıydı ve gözlerim ona odaklandığı an hareket etmişti.

Fark ettiğim şeyle gözlerim kocaman açılırken alnıma batan sakalları fark ettim. Yüzüm birinin boyun girintisinde saklıydı. Biraz önce içime çektiğim koku da bu tenden geliyordu.

Aral’ın teninden.

Ateşe dokunmuşum gibi hızla geri çekilirken “Affedersin,” diye mırıldandım. Sesim öyle kısık çıkmıştı ki duyup duymadığından bile emin olamamıştım. “Ben nasıl oldu anlamadım. En son sıkıntıdan gözlerimi kapatmıştım, uyku bastırmıştı. Sonra-”

“Doktor, tamam,” diyerek araya girdi Aral. “Herkes indi uçaktan, bir biz kaldık. Aşağıda bekliyorlar. Acele etmemiz gerekiyor.” Gözlerimi itina ile ondan kaçırıp bizden başka kimsenin olmadığı uçakta gezdirdiğim için yüzünde nasıl bir ifade olduğundan haberim yoktu. Açıkçası samimiyeti sevmeyen bir adam omuzunda, hatta boyun girintisinde uyuduğum için benden nefret ediyor bile olabilirdi ve kalbim ondan gelecek böyle bir tepkiyi kaldıramazdı.

“Ta-tamam, hadi gidelim.”

Yandığını hissettiğim suratımı başımı eğerek kapamaya çalışırken aceleyle ayaklandım ve otururken kucağıma koyduğum çantamı omzuma takıp uçağın kapısına doğru ilerledim. Aral da hemen peşimdeydi.

Mümkün olsa görünmez olup koşarak kaçmak isterdim ondan. Bunu nasıl yapmıştım sahi? Bir de derin derin çemiştim kokusunu içime. Fark etmemiş olması imkânsızdı. Kendimi bulduğum ilk köprüden aşağı atsam yeriydi.

Uçak merdivenlerini olabilecek en hızlı şekilde indikten sonra korumalarıyla konuşan Sadullah ve Ekin’den birkaç metre geride duran Demet’in yanında duraksadım. Bir yandan da Aral’ın yanıma gelmemesi için dua ediyordum, zira bir süre yüzüne bakabileceğimi sanmıyordum.

“Uykunu bayağı almış gibi görünüyorsun, Tamay,” diyerek güldü Demet. Yüzünde imalı ama bir o kadar da tatlı bir gülümseme vardı. Yakın bir arkadaşına takılır gibiydi lakin keşke Aral hemen arkamda durmaya başladığında da imalarına devam etmeseydi. “Gerçi uyuduğun geniş omuz, yastığından bile rahattır muhtemelen. Almasan hata olurdu, değil mi?”

Gözlerimi kapayıp olduğum yerde tepinmemek için kendimi zor tutarken zar zor bulduğum sesimle “Ya öyle oldu,” diye mırıldandım. “İçim geçmiş de biraz.”

“Olur öyle olur,” diyerek neşeyle kıkırdadı Demet. Bakışlarını da Aral’la ikimizin arasında gezdirip duruyordu. “Uykun yarıda kaldı diye de üzülme. Yarım saate bizim evde oluruz. Sizin için hazırlattığım odada uykuna kaldığın yerden devam edersin.”

Bizim için hazırlattığı oda?

Bu zamana kadar hiç düşünmemiştim ben bunu. Aral’la farklı odalarda kalacağımızı sanıyordum. Nasıl olacaktı?

Yüzüm nasıl bir hale girdiyse Demet’in gözünden kaçmamıştı.

“Aa, niye öyle bakıyorsun? Aranızda nişan yaptığınız için birlikte kalırsınız diye düşünmüştüm, hata mı yapmışım?”

Aral’ın arkadan uyarıcı bir tonda koluma dokunduğunu fark ettiğimde usulca yutkundum ve “Yok, hata yapmamışsın,” diye mırıldandım gülmeye çalışarak. Hatanın en büyüğünü yapmıştı çünkü. “Uyku mahmuruyum da hala, kendime gelemedim. Ondan öyle bakıyorum. Tabii uyuruz biz, yani şey kalırız. Aynen, kalırız aynı odada. Hep kalıyoruz zaten.”

Şu huyumdan acilen kurtulmam gerekiyordu… Korkunca ya da telaşlanınca niye saçmalıyordum ki ben?

“Birlikte mi yaşıyorsunuz siz?” diye sordu Demet kaşlarını kaldırarak.

Biri beni bu durumdan kurtarabilir miydi?

“Hayır da sık sık birbirimizde kalıyoruz, o yüzden öyle söyledim.”

Gittikçe battığımı hissettiğim sıra Sadullah imdadıma yetişmişti.

“Arabalar geldi, gidebiliriz.”

Çaktırmadan derin bir nefes verirken Aral’ın kolumdaki elinin bileğime indiğini hissettim.

“Arabaya geçelim.”

Yüzüne bakmaktan itina ile kaçınsam da başımı sallamayı ihmal etmedim. Muhtemelen tavırlarımın garip olduğunun ve bunun nedeninin farkındaydı. Etrafımızda başkaları olduğu için mi bir şey demiyordu, yoksa direkt yok mu sayıyordu olanları bilmiyordum. Hangisinin daha iyi olduğunu da bilmiyordum ve bu bilinmezlik beni daha çok geriyordu.

Sürücü koltuğunda birinin oturduğu siyah bir cipin arka koltuğuna bindiğimde Aral da yanıma yerleşti. Arabanın ön camından gördüğüm kadarıyla Sadullah ve ekibi de farklı bir arabaya geçiyordu. Sanırım ayrı ayrı gidecektik.

Sadullah’ın korumalarından biri gelerek öndeki boş koltuğa kurulduğunda yola çıktık. Aral’la aynı koltukta oturuyor olsak da ikimiz de kendi tarafımızdaki camlara yakın olduğumuz için aramızda biraz mesafe vardı.

Hava almak için kapıdaki düğmeye basarak camı yarıya kadar indirdikten sonra dışarıyı izlemeye başladım. Saati bilmiyordum lakin havaya bakılırsa gece yarısına yakın olmalıydı. Bu yüzden de hava biraz serindi ancak İstanbul gibi değildi, üşütmüyordu.

Esen rüzgâr yüzüme vurdukça yüzümün ne kadar yandığını daha iyi anlamıştım. İçimdeki duygu karmaşasını tüm hücrelerimde hissedebiliyordum. Aral’ın omzunda uyuyakalmam ya da rahat durmayıp boynuna süzülmem bilinçli yaptığım bir şey değildi elbette lakin sonraki davranışlarım öyle değildi. Gerçi onlarda da mantık aramamak gerekirdi, çünkü utançtan ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteydim ancak bunu bahane olarak sunamıyordum.

Buna ilave olarak onunla aynı odada kalacak olmak daha da germişti beni. Aynı yatakta yatmayacağımızı tahmin etmek zor değildi, en kötü birimiz yerde yatardı ancak onun nefes seslerini duyarak uyuyacağımı bilmek beni telaşlandırıyordu.

Öndeki adamların kendi aralarında görevleriyle ilgili birkaç şey konuşmasının dışında sessiz bir yolculuk geçirmiştik. Arabaya bindiğimden beri Aral’dan tarafa hiç dönmediğim için yüz ifadesini göremiyordum, dolayısıyla düşünceleriyle ilgili yorum yapmak da zordu. Gerçi kendi zihnimin içinde dönenler bile beni germe konusunda fazlasıyla yeterliydi.

Demet’in de dediği gibi yaklaşık yarım saat sonra Sadullah’ın İstanbul’daki malikânesine benzeyen büyük bir yazlığa vardık. İstanbul’daki ev kadar olmasa da burası da yüksek duvarlarla örtülmüştü.

Evin büyük, siyah kapısı iki koruma tarafından açılırken önce Sadullahların içinde bulunduğu araba sonra da biz girdik içeri. Bindiğimiz cip duraksadığında Aral “Hadi,” diyerek kendi kapısına yöneldi. Ben de kendi kendime sakin olmamı ve daha fazla saçmalamamı tembihleyerek arabadan inip Aral’ın yanına doğru ilerledim. Bu sırada da ona bakmamak için evi inceliyordum. Ön bahçede büyük bir çardaktan başka bir şey yoktu. Arabaları buraya park ettiklerine göre burayı genellikle korumalar kullanıyor olmalıydı.

Bunun dışında ev üç katlıydı ve bahçedeki ışıklandırmalardan anladığım kadarıyla krem rengindeydi. Doğruyu söylemek gerekirse bayağı güzeldi ki Sadullah’ın bu eve bir servet ödediği evin her bir köşesinden belli oluyordu.

Sadullah önden ilerlerken Demet yanıma gelerek koluma girdi ve “Hadi sana biraz evi gezdireyim,” diyerek babasının peşinden sürükledi beni. Bunu memnuniyetle karşıladım çünkü Aral’dan kaçmak için sığınabileceğim başka bahanem yoktu.

Evin geniş kapısından içeri girdiğimizde kendimi büyük ve beyaz bir holde buldum. Girişteki vestiyerlerden ve duvarlarda asılı olan tablolardan anladığım kadarıyla evin dışı kadar içi de epey zengindi.

Bizi karşılayan yardımcıların yanından geçerek Demet’le birlikte alt kattaki odaları ve mutfağı gezdikten sonra bir üst kata çıktık.

“Şurası banyo, şurası Ekin’le bizim odamız, şu ikisi de misafir odası,” diyerek kapıları kapalı odaları gösterdikten sonra beni misafir odalarından birine yönlendirdi. “Burayı sizin için hazırlattım.”

Odadan içeri girdiğimizde kendimi camgöbeği ve beyaz renklerin hâkim olduğu büyük bir odada buldum. Odanın bir köşesinde büyük bir ikili yatak, karşısında ise üçlü deri koltuk vardı. Koltuğun büyük ve rahat görünmesi içimi bayağı bir rahatlatmıştı doğrusu. Yerde yatmamıza gerek kalmayacaktı çünkü.

Odanın diğer köşesinde büyük, beyaz bir gardırop; yanında da onunla takım olduğu belli olan makyaj masası bulunuyordu. Bakışlarım kısaca yerdeki halılarda, yatağın iki kenarındaki beyaz komodinlerde ve banyoya açıldığını düşündüğüm kapının üzerinde gezindikten sonra balkon kapısında duraksadı. Bulunduğum yerden net göremesem de balkonun da geniş olduğunu söyleyebilirdim.

“Beğendin mi?”

Kahvelerimi Demet’e çevirip hafifçe gülümsedim. “Çok güzel, teşekkür ederiz.”

Odayı beğenmeme sevindiğini belli ederek ellerini çırptı. “Harika o halde. Zaten geç oldu, herkes yatar birazdan. Bir ihtiyacınız olduğunda beni ya da mutfakta gördüğün yardımcıları çağırmaktan çekinme lütfen.”

“Olur, teşekkür ederim.”

“Sabah kahvaltıda görüşürüz. Yarın tüm gün benimlesin, uykunu alsan iyi olur.”

Bana imayla göz kırptıktan sonra iyi geceler dileyerek çıktı odadan. Bense derin bir nefes verip yatağın üzerine çöktüm. Antalya’ya vardıktan sonra yaşadığım şeyler uykumu kaçırmıştı ve bunun için oldukça üzgündüm. Aral gelene kadar şuracıkta uyuyakalsam ve sabaha kadar deliksiz uyusam ne kadar güzel olurdu hâlbuki.

Üzerimi değiştirip pijamalarımı bile giyemiyordum çünkü valizim Aral’daydı ve Aral’ın nerede olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Oflayarak sırt çantamdan telefonumu alıp Tuana’ya ve amcama Antalya’da tuttuğum otele geldiğimi belirten bir mesaj gönderdikten sonra telefonumu yatağın üzerine bıraktım. Doğrusu yalan söylemeye alışmaya başlamıştım ve bu durum canımı çok sıkıyordu.

Bakışlarım boş odada gezmeye devam ederken karnımdan gelen sesi duyarak yüzümü buruşturdum. Stresten olsa gerek yine acıkmıştım. Daha doğrusu uçakta yediğim küçük sandviç doymamı değil, birkaç saatliğine açlığımı bastırmamı sağlamıştı. Üstelik kendimi uyuyamayacak kadar dinç hissettiğim için açlığımı daha çok takacaktım. Bu yüzden mutfağa gitmek için ayaklandım ve kapıya doğru yürüdüm. Ne de olsa Demet bir şey olduğunda mutfaktaki yardımcılardan yardım alabileceğimi söylemişti. Ben işlerini kolaylaştırıp direkt mutfaktan yardım alacaktım.

İçimden bunları geçirerek odanın kapısını araladığımda Aral’la burun buruna gelmeyi beklemiyordum tabii.

Bakışlarımız çarpıştığında aceleyle bir adım geriledim ama yüzüne bakmaya devam ettim. Ondan hala utansam da gözlerimi kaçırarak bir yere varamayacağımın farkındaydım.

Kahvelerim, herhangi bir ima ya da alay arayarak çehresinde gezinse de bunlara dair hiçbir şey bulamamıştım. Hatta her zamanki düz ifadesiyle bakıyordu bana. Bu iyi bir şeydi herhalde?

“Nereye gidiyorsun?”

Yorgun görünmesine rağmen parıltısından hiçbir şey kaybetmeyen yeşillerine bakarken “Şey,” diye mırıldandım. “Mutfağa. Mutfağa gidiyorum, karnım kazındı da.”

“Çalışanlar odalarına çekildiler ama.”

Kaşlarım havalanırken “Ya, öyle mi?” diyerek dudak büktüm. Benim onlarla işim yoktu zaten. “Neyse, sorun değil. Uçaktaki gibi sandviç hazırlasam yeter bana.”

Birkaç saniye daha yüzüme baktıktan sonra usulca kafasını salladı ve “Bana da yapar mısın?” diye sordu. Böyle bir teklif beklemediğim için bir an şaşkınlıkla yüzüne baksam da kendimi toparlamam uzun sürmemişti.

“Tabii. Tabii, yaparım.”

“Sen in o halde, ben de üzerimi değiştirip gelirim.”

“Peki,” diyerek önünden çekilip odaya girmesi için izin verdim. Sonra da hızlanan kalp atışlarımı görmezden gelerek merdivenlere yöneldim. Benden böyle bir şey istediğine göre kafamda kurduğum gibi bir durum yoktu. En azından bir şey olmamış gibi davranıyordu ki bu d benim işime gelirdi. Hem de fazlasıyla.

Ortalıkta kimsenin olmamasını garipsemeden merdivenleri inip mutfağa girdim ve karanlık olduğundan bir müddet ışığı açabilmek için ellerimi duvarın üzerinde gezdirdim. Nihayetinde anahtarı bulup ışığı açtıktan sonra kısaca mutfağın içinde göz gezdirip buzdolabına doğru ilerledim. İki kapaklı dolabı açtığımda gördüğüm doluluk beni şaşırtmamıştı. Bu yüzden duraksamadan ihtiyacım olan malzemeleri aramaya koyuldum.

Bulduğum malzemeleri kucağıma alarak tezgâha bıraktım ve kendime kesme tahtasıyla bıçak aramaya koyuldum. Mutfak büyük olduğu için arama çalışmalarım biraz uzun sürmüştü lakin bu sürede sandviç ekmeklerini de bulduğum için hayıflanmamıştım.

Tezgâhın kenarında duran su ısıtıcısının içine bir miktar su koyup kaynaması için bıraktıktan sonra dolaptan aldığım marulları yıkadım. Hemen ardından dilimlediğim peynir ve salamlarla birlikte üç tane sandviç hazırladım. Aral’a iki tane yapmıştım çünkü nedense uçakta hiçbir şey yemediğini düşünüyordum.

Sandviçleri bir tepsinin üzerine bıraktıktan sonra kaynayan suyu alarak iki tane bitki çayı yaptım. Hazır çayları da bıçak ararken fark etmiştim ki iyi olmuştu. Karnımızı doyurduktan sonra uyumamız konusunda bize yardımcı olurdu.

Çay bardaklarını da tepsiye koyarken bakışlarım mutfağın cam kapısına takılmıştı. Aral gelene kadar bahçeye bir göz atmayı düşünerek o tarafa doğru ilerledim ve şansıma kilitli olmayan kapıyı açarak dışarı çıktım. Gerçi kapıda o kadar koruma varken kapıyı kilitlemeleri de komik olurdu herhalde.

Bahçenin bu tarafında tek bir ışıklandırma açık olduğu için her yeri net seçemiyordum ancak dolu olduğunu fark ettiğim büyük havuzu görmek aklıma bir fikir getirmişti. Dudaklarıma konan küçük gülümsemeyle eğilip kotumun geniş paçalarını dizlerime kadar katladım ve arkamı dönüp sandviçlere doğru ilerlemeye başladım. Tepsiyi elime aldığım an mutfaktan içeri giren Aral’ı görünce “Tam zamanında,” diyerek başımla mutfak kapısını işaret ettim. “Hadi gel.”

Ne yapacağımızı anlamadığı için bir anlığına kaşlarını çatsa da peşime düşmeyi ihmal etmemişti. Bahçeye çıktığımızda yürüyerek havuzun yanında duraksadım ve elimdeki tepsiyi yere bırakıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra da havuzun kenarına oturup ayaklarımı havuzun içine daldırdım. Hava güzel olduğunda Tuana’yla birlikte yemek yemeyi en sevdiğimiz yerlerden biri havuz kenarıydı şüphesiz. Ayaklarımızla birbirimize su sıçratarak muhabbet etmek eğlenceliydi tabii ama Aral’la bu kadar ileri gidemeyeceğimin farkındaydım.

Hemen tepemde dikilen Aral şaşkınca “Burada mı yiyeceğiz?” diye sorduğunda başımı kaldırıp yüzüne baktım. “Hımhım, hadi gel.”

Tepsinin diğer yanındaki boşluğu işaret ettiğimde gözleri kısıldı.

“Burası yemek yemek için pek konforlu görünmüyor sanki.”

Dudaklarım kıvrılırken “Konforlu yerlerde yediğin yemeklerden bu kadar zevk alamazsın,” diye mırıldanıp boş yere vurdum elimle. “Hadi ya amma nazlandın.”

Evet, kesinlikle utanç duygumu geride bırakmıştım ve bunun Aral’ın hiçbir şey olmamış gibi davranmasından kaynaklandığını biliyordum.

Aral birkaç saniyesini daha bana boş boş bakmakla harcadıktan sonra pes ettiğini gösterircesine iç geçirdi ve ayakkabılarını çıkarıp üzerine giymiş olduğu eşofmanın paçalarını sıvayarak aynı benim gibi oturdu havuzun kenarına. Mutfağa girdiğinde fark etmemiştim ancak siyah bir eşofmanla aynı renk bir tişört giymişti üzerine.

Aral’ın suya soktuğu ayaklarına baktıktan sonra kendi sandviçimi elime alıp koca bir ısırık aldım. Aral kısa bir süre daha pozisyonunu inceleyerek tepsideki sandviçlerden birini alıp yemeye başladı. Çayımdan birkaç yudum daha aldığım sıra bardağıma kayan bakışlarını fark edip “Bitki çayı,” diye mırıldandım. “Yatmadan önce iyi geleceğini düşündüm.”

Kendi bardağını boştaki eliyle kavrarken başını sallamakla yetindi. Bunun üzerine önüme dönüp bahçeyi izleyerek sandviçimi bitirmeye odaklandım.

Derin bir sessizlik eşliğinde yemeğimi yiyip çayımın kalanını içtiğim sıra “Bunu yemeyecek misin?” diye sorduğunda başımı çevirip Aral’a baktım. Tepside kalan sandviçi gösteriyordu. Kafamı iki yana sallayıp “Onu da sana yapmıştım,” diye mırıldandım. Kaşlarını havaya kaldırarak bana merakla bakmaya devam ettiğindeyse “Aç olduğunu düşünmüştüm,” diye açıklamada bulundum ve onun karın tokluğunu umursadığımı itiraf ettiğimi fark edince utanarak bakışlarımı kaçırdım.

Aral bir şey demeden tepsideki diğer sandviçi de alarak yemeye başladığında ben de çayımdan son bir yudum alıp boşalan bardağı tepsiye bıraktım. Ardından da ellerimi avuç içlerim yerle temas edecek şekilde vücudumun gerisine yerleştirip ayaklarımı suyun içinde yavaşça sallamaya başladım. Başkomiserin göz ucuyla bana bakıp yemeğine geri döndüğünü fark ettiğimde sesimi kısık tutmaya çalışarak “Yarın ne olacak?” diye sordum. Bu konuyu tam olarak konuşmaya fırsat bulamamıştık.

Çiğnediği lokmayı yutup çayından içtikten sonra “Demet seni kahvaltıdan sonra dışarı çıkaracakmış sanırım,” diye mırıldandı. “En azından Ekin böyle söyledi. Aslında bu iyi bir şey, çünkü ev Sadullah’ın bu çevrede çalıştığı adamlarla dolu olacak ve bu sırada evde olmaman daha uygun olur.”

İç çekerek başımı salladım. Kötü adamların içinde bulunmaktan hoşlanmıyordum zaten.

“Sonra ne olacak peki?”

Sandviçinin son lokmasını ağzına atmadan hemen önce “Onu ben de bilmiyorum,” diye cevap verdi. “Yarınki toplantıdan sonra netlik kazanır.”

“Peki.”

Aral, çayını da bitirdikten sonra “Yemek için teşekkür ederim,” diyerek ayaklarını havuzdan çıkardı. “Eline sağlık.”

Ayağa kalkmasını izlerken “Afiyet olsun,” diye mırıldandım.

Eğilip ayakkabılarını eline alırken “Ben odaya çıkacağım, sen gelmiyor musun?” diye sordu. Muhtemelen hemen gidip uyumak istiyordu.

Usulca yutkunurken “Sen git, ben de şunları yıkayıp gelirim birazdan,” diye mırıldandım.

Elimle şöyle bir işaret ettiğim tepsiye kısa bir bakış attıktan sonra yeşillerini bana çevirdi. “Aynı odada kaldığımız için rahatsız oluyorsan eğer-”

“Yo, hayır, ondan değil,” diyerek lafını kestim. Bunca derdi arasında bir de benim duygularımla uğraşmasını istemezdim. “Uçakta uyuduğum için çok uykum yok. Biraz oyalanırsam gelir belki.”

Onun omzunda rahat bir uyku çektiğimi hatırlamam üzerine bakışlarımı ondan kaçırıp havuza dikmiştim. O bahsini açmamışken bir şeyler yumurtlamak istemiyordum, çünkü ağzımdan çıkan şeylerin hesabı olmuyordu.

“Pekâlâ, ama çok kalma. Biri yalnız başına burada oturduğunu görürse yanlış anlayabilir.”

Onu kısa bir baş sallamayla onayladığımda arkasını dönerek mutfak kapısına doğru ilerledi. Bende derin bir nefes verip başımı kaldırdım ve gökyüzünü izlemeye başladım. Bugün ortalıkta ay görünmüyordu lakin yerini alan yıldızlar öyle parlaktılar ki gülümsemeden edemedim.

Bir süre daha olduğum yerde etrafı izledikten sonra hafiften uykumun geldiğini hissederek ayaklandım ve tepsiyle ayakkabılarımı da alıp içeri geçtim. Kullandığım malzemeleri yıkayarak yerine yerleştirdikten sonra ışıkları kapayıp mutfaktan ayrıldım. Merdivenleri aheste aheste çıktıktan sonra Demet’in bizim için hazırlattığı odanın önüne gelerek duraksadım. Aral’la aynı odada kalacak olmak beni inanılmaz heyecanlandırıyordu ve kendimi sakinleştirmek için hiçbir şey yapamıyordum.

Onun çoktan uyumuş olacağını ve geldiğimi fark etmeyeceğini umut ederek derin bir nefes aldıktan sonra sessiz olmaya gayret göstererek kapıyı açıp içeri girdim. Yatağın başucundaki gece lambası yandığı için odanın içerisi karanlık değildi, yani yatağın karşısındaki koltukta bana sırtı dönük bir şekilde uyuyan Aral’ı fark etmem çok uzun sürmemişti. Aslında yüzünü görmediğim için uyuyup uyumadığını da bilmiyordum lakin içeri girdiğimden beri uyanık olduğunu belli eden herhangi bir şey yapmadığı için uyuduğunu düşünmüştüm. Beni rahatsız etmemek için uyuyor numarası da yapıyor olabilirdi ki bu yüzden kendimi rezil edecek bir şey yapmamalıydım.

Kapıyı sessizce kapattıktan sonra içeri doğru ilerlerken Aral’ın koltuğa sığmak için bacaklarını dizlerinden bükmüş olduğunu fark ederek üzüldüm. Benden daha yorgun olduğu kesindi ve buna rağmen koltuğa yatmıştı. Onunla aynı anda gelip yatakta yatması konusunda ısrar etmediğim için kendime kızsam da bir yanım ne kadar ısrar edersem edeyim onu vazgeçiremeyeceğimi düşünüyordu. Yine de yarın gece şansımı deneyecektim, zira böyle olunca kendimi ona iyice yük olmuş gibi hissediyordum.

Bakışlarımı kısaca etrafta gezdirdikten sonra yatağın yanındaki küçük valizimi görerek ona doğru ilerledim ve elimdeki ayakkabıları yere bırakıp sessiz olmaya gayret ederek içinden siyah, pamuklu pijama takımımı çıkardım. Pijama olduğu için şortu biraz kısaydı ancak bunu dert etmedim ve odanın içindeki banyo kapısına doğru ilerledim. Elim kapı kulpuna dokunurken kendime söz geçiremeyip kafamı omzumun üzerinden çevirerek bulunduğum yerden daha iyi bir şekilde görünen Aral’a baktım. Kollarını göğsünde bağlamıştı ve gerçekten uyuyor gibi duruyordu. Yüzüne yakından bakma istediğimi bastırıp kapıyı açtım ve banyoya girerek işlerimi halledip üzerimi değiştirdim.

Çıkardığım kıyafetleri tekrar kucakladıktan sonra banyodan çıkıp eşyalarımı valizimin üzerine bıraktım. Yatağın çarşafını açarken aklıma gelen şeyle geriye dönüp Aral’a baktım bir kez daha. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Üşür müydü ki acaba?

Odada üşüyecek bir hava olmasa da uyuyanın üzerine kar yağar diyen atalarımın sözünü hatırlayınca içim rahat etmedi ve kendimi odadaki gardıroba doğru ilerlerken buldum. Ben üzerini örterek vicdanımı susturacaktım. Geceleyin daralırsa üzerini açabilirdi ne de olsa.

Dolabın kapaklarını usulca araladıktan sonra alt rafların birinde aradığım şeyi bularak aldım ve aynı yavaşlıkta kapakları kapatıp Aral’a doğru ilerledim. Ona yaklaştıkça daha hızlı atan kalbimi yok saymaya çalışıyordum.

Hemen arkasında duraksadığımda bakışlarım usulca inip kalkan göğsüne takıldı. Sanırım gerçekten uyuyordu. Tepesinden bakarken yüzünün sadece bir kısmını görebiliyordum ki yarımken bile çok yakışıklı olduğunu itiraf etmem gerekirdi. Kumral saçları yorgunluğunu kanıtlamak istercesine dağınıktı ve alnına dökülmüştü. Kaşlarıysa hafif çatıktı. Acaba uyurken hep mi böyle görünüyordu, yoksa huzurlu bir uykuya dalamadığı için mi böyleydi?

Bakışlarım uzun kirpiklerine kayarken onu izlemeye bir son vermemi kendime hatırlatıp sessizce iç çekerek elimdeki ince örtüyü yavaşça üzerine örttüm ve kendini bilmez kalp atışlarımı da alarak geri çekildim. Parmak uçlarımda yürüyerek yatağa vardığımda usulca yattım ve bakışlarımı son kez Aral’a dokundurduktan sonra üzerimi örtüp gözlerimi kapadım.

Yarın muhtemelen yorucu bir gün olacaktı ve bunun için Aral’ın koltukta huzursuz göründüğü unutup bir an önce uykuya dalmalıydım.

Tamay için biraz utanç verici (!) olsa da Antalya’ya ulaşmayı başardık. Bundan sonra ne olacak dersiniz?

Bu bölüm biraz sakindi ama diğer bölümün böyle olmayacağını söyleyebilirim ;)

Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın lütfen.

Oy ve yorumlarınızı bıraktıysanız yeni bölümle görüşmek üzere, kendinize iyi bakın!

İnstagram: rabiaclr

İnstagram Sayfamız: dolunayinvechi

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%