@bayanclara
|
“Tamay…” Bana seslenildiğini işittiğimde gözlerimi kırpıştırarak araladım ve karşımda dikilen adama baktım. Benden bir metre kadar uzakta duruyordu ve sanırım bana seslenebilmek için hafifçe eğilmişti. Yüzümde gezinen yeşillerine odaklanırken uyku mahmuru bir sesle “Efendim?” diye mırıldandım. Kendime tam anlamıyla gelebilmek için birkaç dakikaya daha ihtiyacım vardı sanırım. “Ben aşağıya iniyorum, kahvaltıya. Sen de üzerini değiştirip gel olur mu?” Uykulu halimden dolayı olsa gerek fazla sakin konuşuyordu. Ayrıca yüz ifadesi de şu anki buğulu zihnimle tam çözemesem de biraz yumuşak gibiydi. Hatta fazla yumuşaktı. Karnıma yaslı duran elimi kaldırıp saçlarımı geriye iterken “Aşağıya mı iniyorsun?” diye sordum. Doğrusu ne dediğini anlamamıştım. Hangi aşağıdan bahsettiğini de, ta ki ondan ayırdığım gözlerimi şöyle bir odanın içinde gezdirene dek. Kendi odamda değil de başka bir yerde olduğumu fark edince ellerimi yatağa bastırıp hızla doğruldum ve bakışlarımı tekrar Aral’a çevirdim. İçinde bulunduğum ikilemi fark etmiş gibi sessizce kendime gelmemi bekliyordu. Nerede olduğumuz ve dün gece yaşananlar tek tek gözümün önüne gelirken üzerimdeki ince yorganı açarak ayaklarımı aşağı sarkıttım. “Herkes kahvaltıya inmiş mi? Bizi mi bekliyorlarmış?” “Endişe etme, henüz kahvaltıya başlamadılar. Zaten yardımcılardan biri gelip haber verdi, ben de onun sayesinde uyandım.” Kırpıştırdığım gözlerimi hızla başkomiserin üzerinde gezdirdim. Koyu renk bir kot pantolon üzerine haki renginde tişört giymişti. Açıkçası çok da resmi bir havası yoktu ancak giydiği tişört göz rengini ön plana çıkarmıştı ve şekil verildiği belli olan kumral saçlarıyla çok yakışıklı görünüyordu. Onu izleme süremin arttığını fark edince bakışlarımı kendi üzerime çevirip pijamalı halimi umursamamaya çalışarak başımı salladım. “Tamam, sen in. Ben de üzerimi değiştirip geliyorum hemen.” Aral, kısa bir baş onayının ardından odadan çıktığında derin bir nefes alarak ayağa kalktım ve Aral’ın açmış olduğunu varsaydığım balkon kapısına kısa bir bakış atıp banyoya doğru ilerledim. Banyodaki işlerimi hallettikten sonra aynadaki dağınık görüntüme kısa bir bakış atıp çıktım banyodan. Kendime çekidüzen vermeli ve öyle aşağı inmeliydim. Kendime itiraf etmek istemesem de Aral’ın beni böyle uyku sersemi bir halde görmüş olması bir hayli utandırmıştı beni. Odaya geri döndükten sonra ilk işim yatağı düzeltmek olmuştu. Dün gece Aral’ın üzerine örttüğüm örtü ortalıkta gözükmüyordu, muhtemelen dolaba kaldırmıştı. Kendi çantasını da yattığı koltuğun üzerine bırakmıştı. Düzenli biri olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi zaten. Yatağımın kenarındaki küçük valizimi yatağa çıkarıp fermuarını açtım ve giymek için kıyafet aramaya başladım. Hem günlük hem de şık bir şeyler olsun istiyordum. Az kıyafet getirdiğim için çok da seçeneğim yoktu gerçi. Pantolon ya da şort giymek istemediğim için siyah, üzerinde beyaz papatyaların olduğu elbisemi çıkardım bavuldan. Göğsü kalp şeklindeydi ve incecik askıları vardı. Etek boyu da çok kısa sayılmazdı, dizimin birkaç parmak üstünde bitiyordu. İnceliği dolayısıyla da yaz aylarının favori elbiselerinden biriydi benim için. Elbise Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp ne olur ne olmaz diyerek odanın kapısını kilitledikten sonra pijamalarımı çıkarıp elbiseyi giydim. Pijamalarımı valizime tıktıktan sonra da çantamdan çıkardığım tarağımla saçlarımı tarayıp ikiye ayırdım ve iki ayrı balıksırtı ördüm. Örgülerimin uçlarını siyah lastiklerle bağlayarak yüzüme yazlık, hafif bir makyaj yapıp son halime bakabilmek için odadaki dolap aynasının önüne geçtim. Hiç de fena görünmüyordum doğrusu. Hatta pijamalı halimden on kat daha iyi görünüyordum. Daha fazla oyalanmak istemediğimden telefonumu elime alıp çantamı da omzuma astıktan sonra odadan ayrılarak merdivenlere yöneldim. Alt kata indiğimde Sadullahlardan pek ses duyamadığım için adımlarımı çatal-bıçak sesleri gelen mutfağa yönlendirdim. Çalışanlar kahvaltı için hummalı bir hazırlık içerisindeydiler. Aralarındaki yaşça en büyük olan kadın beni fark ettiğinde gülümseyerek bana döndü ve “Bir şey mi istemiştiniz?” diye sordu. Kafamı iki yana sallayarak “Kahvaltı masası nereye kurulacak acaba?” dedim. Bir yandan da tezgâhın üzerindeki kahvaltılıkları dikizliyordum. Görene kadar fark etmemiş olsam da bir hayli acıkmıştım. “Masayı bahçeye kurduk, Sadullah Beyler de oturdular.” “Aa, öyle mi? Ben de gideyim yanlarına o halde. Teşekkürler.” Mutfak bahçesinden dışarı çıktıktan sonra havuzun diğer tarafındaki büyük alana kurulan masayı görerek o tarafa doğru ilerlemeye başladım. Sadullah; büyük, dikdörtgen şeklinde olan masanın bir ucuna oturmuştu. Bir çaprazında Aral otururken diğer çaprazında da Ekin vardı. Demet, kocasının yanında oturuyordu. Aral’ın yanıysa benim için boş bırakılmıştı. Zira masa daha büyük olmasına rağmen benim oturacağım sandalyeden başka boş sandalye yoktu. Dün gece Aral’la sandviç yediğimiz yere kısa bir bakış atarak havuzun etrafından dolanarak masanın yanına vardığımda mutfak kapısından çıktığım andan beri bana kısa bakışlar atan Aral dışındakilerin de dikkatini çekmiştim. “Günaydın, Tamay. Ne kadar hoş görünüyorsun.” Çantamı sandalyenin köşesine astıktan sonra bakışlarımı Sadullah’a çevirip nazikçe gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Aral’ın yanındaki yerime oturduğumda Demet’le göz göze gelerek gülümsemeye devam ettim. “Günaydın.” “Günaydın, güzel doktorum,” diyerek güldü. Yüzündeki ifade bu sabah keyfinin yerinde olduğunun kanıtı niteliğindeydi. “Benimle harika bir gün geçirmeye hazır mısın?” Mutfak kapısından elinde tepsilerle çıkan yardımcılara kısa bir bakış attıktan sonra kahvelerimi tekrar Demet’e çevirdim ve “Karnımı doyurduktan sonra hazır olacağım sanırım,” diye mırıldandım. Bu cevabım masadaki herkesi güldürmüştü. Aral bile dudaklarını kıvırmıştı ki herkesin içinde bana karşı tepkisiz kalmamak için de bunu yapmış olabilirdi. Bahsettiğim kişi Aral olduğunda hiçbir şeyden emin olamıyordum zaten. Yardımcılar masayı donatarak yanımızdan ayrıldıklarında kahvaltıya başladık. Sadullah, Aral ve Ekin kendi aralarında eve gelecek adamlarla ilgili bir şeyler konuşurlarken ben de Demet’i dinlemekle meşguldüm. Büyük bir hevesle bana gezdireceği ve bayılacağımı iddia ettiği yerleri anlatıyordu. İstekliliği karşısında onunla dışarı çıkma konusunda heveslenmedim desem yalan olurdu. Sohbet konuları ara ara değişirken bir ara Sadullah, oğlu Doğu’nun döndüğümüzde İstanbul’da olacağından bahsetmişti. Aral, bana ondan bahsederken bir iş için birkaç aydır yurtdışında olduğunu söylemişti. Yani kısa süre içinde onunla tanışmam olası duruyordu. Masadaki tatları birbirinden güzel olan şeylerden bol bol yiyerek karnımı bir güzel doyurduktan sonra çayımdan son yudumumu alıp arkama yaslandım. Güzel yemiştim hani. Sadullah, Demet ve Ekin’le konuşurken Aral ağzına bir salatalık attıktan sonra hafifçe bana doğru eğilip “Doymadıysan bir şeyler daha isteyelim,” diye mırıldandı. “Gözün masada kaldı sanki.” Sesindeki hafif alayı fark ettiğimde kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Bir şey mi ima ediyorsun?” Dudaklarını büküp “Yo,” diyerek sandalyesine yaslandı. “Ben sadece gördüklerimi söylüyorum.” Gözlerimi kısarak ona biraz daha yaklaştıktan sonra “Bana diyorsun ama senin çenen de bayağı açıldı,” diyerek laf sokuşturmaya çalıştım. Benimle eğlenmesi iyi bir şeydi evet ama açlığıma tokluğuma da laf sokması pek hoş değildi hani. “Hem sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?” Dudağının kenarı kıvrılırken “İnan bana saymakla olacak iş değil bu,” diye mırıldandı. Kabullenmekte zorluk çekiyordum lakin resmen benimle alay etmekten hoşlanıyor gibi davranıyordu. Devreleriyle mi oynamıştım acaba adamın? “Ya siz ne tatlısınız öyle!” Demet’in çığlığa benzer sesi aramızda girdiğinde kendime gelerek Aral’la neredeyse burun buruna durduğumuzu fark ettim. Söylediği şeyleri hazmetmekle meşgulken bu kadar yakınına geldiğimi fark edememiştim. Hızla geri çekilip utanmış bakışlarımı Demet’e çevirdiğimde koca gülümsemesiyle bize baktığını fark ettim. Normalde kendisi bu kadar heyecanlı ve içten biri miydi yoksa hamilelik hormonları mı iş başındaydı bilmiyordum ancak bizi böyle görmek hoşuna gitmiş gibiydi. Aral’la benden herhangi bir ses çıkmazken kızının sesiyle bakışlarını bize odaklayan Sadullah da kafasını sallayarak “Gerçekten çok yakışıyorlar,” diye onayladı kızını. “Çok da iyi anlaşıyorlar. Buna rağmen nişan ve düğün işini niye bu kadar geriye attıklarını anlamıyorum ya neyse.” Çok da iyi anlaşamadığımız için olmasın? Ya da gerçekten birbirimize âşık olmadığımız için? “Daha önce de söylemiştim, ailelerimiz biraz daha zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyorlar. Onları üzecek bir karar almamak için bekliyoruz biz de. Yoksa çoktan evlenmiştik zaten.” Yüzüme kondurduğum gülümsemeyle Aral’ın söylediklerini onaylarcasına başımı salladım hafifçe. Şöyle bir düşününce, Aral’la gerçekten evlenecek olsaydık amcamın rızasını almak için uzun zaman beklememiz gerektiğini fark ettim. Yani Aral paralel evrende doğru olacak bir yalan söylüyordu. “Büyüklerin bir bildiği vardır, diyelim babacığım,” diyerek nazikçe güldü Demet. Babasına attığı bakıştan küçük bir imada bulunduğunu anlamıştım. Sadullah, kızına kısa bir bakış atsa da bir şey dememişti. Bunun üzerine Demet de tekrar bana döndü. “Kahvaltın bittiyse çıkalım mı? Gezecek çok yerimiz var.” “Bitti,” diyerek başımı salladım. “Çıkabiliriz.” Demet, kocasına ve ardından babasına bakarak “Biz çıkıyoruz öyleyse,” dedi. “Size kolay gelsin.” Sadullah çayından birkaç yudum aldıktan sonra “Çıkın kızım,” dedi ve Aral’la Ekin’e baktı kısaca. “Siz de kızları geçirip gelin.” Buna gerek olmadığını söylemek üzere ağzımı açacaktım ki Demet ve Ekin’in hiçbir şey söylemeden ayağa kalktıklarını görünce vazgeçtim. Buna alışık olmalılardı ki -normali de böyle olmalıydı gerçi- Sadullah’ı ikiletmemişlerdi bile. Onların ardından biz de ayaklanarak mutfak kapısına doğru yürümeye başladık. Sadullah’tan bir müddet uzaklaştıktan sonra Aral biraz daha yakınıma gelerek hafifçe kulağıma eğildi. “Demet’in yanında pot kırmamaya çalış. Boşluğuna falan gelir, söylememen gereken bir şey söylersin, başımız ağrır sonra.” Bunun için kendime çok güvenmesem de başımı salladım. “Elimden geleni yapacağım.” “Demet akşama kadar güzelce gezdirir seni zaten. Buradaki ortamı düşünme, keyfine bak. Zaten ancak bu şekilde ona doğallığını kanıtlayabilirsin.” Bir kez daha salladım başımı. Bir şeyleri unutabilmem elbette mümkün değildi ancak deneyecektim. “Bunun için de elimden geleni yapacağım.” Sandalyeden kalkarken omzuma taktığım çantama biraz daha asılarak mutfak kapısından içeri girdim ve arkamdaki Aral’ın varlığını hissederek yardımcıların arasından geçip dış kapıya ulaştım. Demet ve Ekin kapının önünde bir şeyler konuşuyorlardı. “Aldıklarını sen taşıma, korumalara ver. Herhangi bir sorun olursa da hemen beni ara, tamam mı?” Ekin’in korumacı tavrı dudaklarımın hafifçe kıvrılmasına neden olmuştu. Onu tanıma fırsatı geçmemişti elime ancak anladığım kadarıyla karısına bir hayli düşkündü. “Merak etme,” diyerek güldü Demet. Ardından da beni işaret etti. “Doktorumu da yanımda götürüyorum ne de olsa.” Bakışlarımı Ekin’e çevirip “Gözün arkada kalmasın,” dedim. Dudaklarını birbirine bastırıp hafifçe başını salladı. “E, hadi daha fazla oyalanmadan çıkalım biz. Siz de işinize bakın,” diyerek uzanıp kocasının dudaklarına küçük bir buse kondurdu Demet. Ardından da başını bana çevirip beklemeye başladı. İlk başta harekete geçmem için beklediğini sanıp yürümeye kalktım ancak gözlerinin benle Aral arasında gezindiğini fark edince Aral’la vedalaşmamı beklediğini fark ederek duraksadım ve gözlerimi irileştirmemek için bir hayli zorladım kendimi. Aral’ı öpmemi mi bekliyordu? Bunu yapamazdım! Sarılsam olmaz mıydı? Askerlik arkadaşı gibi mi olurdu? Demet halimizden şüphelenir miydi? Aramızdaki sessizlik büyürken Demet yarı sırıtır bir edayla “E, hadisene! Aral’ı öp de gidelim,” diye mırıldandı. “Yoksa bizden mi utanıyorsun?” Biraz daha put gibi durmaya devam edersem işlerin iyiye gitmeyeceğini fark edip “Yok, yahu,” dedim zar zor. “Niye utanayım ki?” Dudaklarımdan çıkan kelimeler bunlar olmasına rağmen başımı Aral’dan tarafa çevirince asla gözlerine bakmadım. Zira biraz sonra yapacağım şey için şimdiden delicesine utanmıştım. Boyu benden biraz uzun olduğu ve ayaklarımda spor ayakkabı bulunduğundan Aral’a yetişebilmek için parmak ucunda yükseldim ve bana nasıl baktığını görmemek için gözlerimi sıkıca yumup yanağına belli belirsiz bir öpücük kondurup hızla geri çekildim. Dudaklarıma batan sakallarının verdiği hissi umursamamaya çalışarak “Akşam görüşürüz,” dedikten sonra ona arkamı dönüp kalbim heyecandan dörtnala koşmuyormuş gibi Demet’e baktım. “Hadi gidelim.” Demet, arkamda duran ve yüzünde nasıl bir ifade olduğunu asla tahmin edemediğim Aral’a kısa bir bakış atıp koluma girdi. “Gidelim, doktorcuğum.” Evden çıkıp bahçe kapısına varana dek Demet’in beni götüreceği yerleri anlatmasını dinlemek yerine biraz önce yaptığım şeyi düşünüp durdum. Keyfimden öpmemiştim onu elbette ama onu öpmekten keyif almış olduğumu da gizleyemezdim kendimden. Keyif aldığım için delicesine utandığımı da… “Sen beni dinliyor musun?” Bahçe kapısından çıkıp hemen önümüzde duran siyah bir minibüsün önünde duraksadığımızda sormuştu bunu bana. Dikkatim anında ona kayarken “Elbette,” diye yalan söyledim. “Sadece gideceğimiz yerde kardeşime uygun bir şeyler bulabilir miyiz, diye düşünüyordum. Buraya gelirken benden kendisine hediye almamı istedi de.” Korumalardan birinin yardımıyla lüks minibüse binerek geniş, deri koltuklardan birine yerleştiğinde “Buluruz tabii canım,” diyerek başını salladı. Bu sırada ben de bana da yardım etmek isteyen korumayı elimi gerek yok dercesine sallayarak durdurmuş ve araca binip Demet’in karşısına oturmuştum. “Gideceğimiz yerde harika butikler var da senin kardeşin mi vardı?” “Hımhım,” diyerek başımı salladım. “Bir tane kız kardeşim var, on sekiz yaşında.” “Aa, öyle mi? Ne güzel. Aralarında yaş farkı olan kardeşler daha iyi anlaşıyor sanki.” “Öyle sanırım,” diyerek dudak büzdüm. “Gerçi bizim anlaşamamak gibi bir şansımız yoktu. Birbirimizden başka kimsemiz olmayınca.” Kaşları hafifçe çatıldı. “Nasıl yani?” Bu konunun özele girmediğini ve Aral’ın biraz önce yaptığı uyarıyı delmediğimi umarak “Tuana, yani kız kardeşim, daha bir yaşına gelmeden kaybettik annemizle babamızı. Amcamla yengem büyüttü bizi. Aslında kimsesiz derken biraz yanlış konuştum ama anne-baba, amca ve yengeden daha farklı oluyor haliyle.” Demet, dalgalanan gözlerini benden kaçırarak arabanın camına çevirdi. “Bilirim o duyguyu,” diye mırıldandı yavaşça. Bakışları hala akıp giden yoldaydı. “Yani senin kadar olmasa da… Benim babam hayatta ve bize onun yokluğunu hissettirmemek için çok çabaladı ama olmuyor işte. Babam bile kapatamıyor annesizliğin neden olduğu boşluğu.” Dolan gözlerimi kırpıştırırken “Kapatamaz,” diye mırıldandım yavaşça. “Tam tersi de olsaydı, yani annen babanın yokluğunu fark ettirmemeye çalışsaydı yine olmazdı. Çünkü herkesin yeri, verdiği his farklı; kimse kimsenin eksikliğini gideremez ki.” Boğazıma oturan yumruyu göndermek umuduyla boynumu ovduğum sıra Demet iç çekerek tekrar bana döndü. “Öyle… Her neyse, gezmeye giderken canımızı sıkacak şeylerden bahsetmesek daha iyi. Başka bir konu açalım, mesela… Ben bebeğimin cinsiyetini ne zaman öğrenebileceğim? Ağız tadıyla bebek alışverişi yapmak istiyorum artık ya.” Gülerek başımı salladım ve merakını gidermek üzere dudaklarımı araladım. ღ “Demet… Daha ne kadar gezeceğiz? Çok yoruldum ben. Hamile olan sen misin ben miyim, belli değil vallahi!” Elimdeki poşetle Demet’in peşinden ilerlerken ettiğim serzenişler alışveriş delisi olduğuna emin olduğum kadının gülerek bana dönmesine neden oldu. “Alışık olmadığın belli,” diyerek iç çekti ve kolundaki saatine kısa bir bakış attı. “Evdeki toplantı daha bitmemiştir. O yüzden biraz daha buralarda vakit geçirelim. Hım… Ne yapsak ki?” Harelerini etrafta gezdirdikten sonra birden sırıttı. “Kumpir sever misin?” Bakışlarını takip ederek kumpir yapan işletmeyi gördüğümde bakışlarımı kumpircinin ön vitrininde görünen malzemelerde gezdirdim. “Severim aslında.” “Hah, süper. Hadi gel yiyelim o halde. Hem biraz da oturmuş oluruz.” Biraz daha gezmeye mecalim olmadığından hevesle kabul ettim bu teklifi. “Olur, yiyelim.” Demet’le minibüs muhabbetimizin ardından harika butiklerin olduğu büyük bir caddeye gelmiştik ve ilk dükkândan başlayarak her yere girmiştik. Demet tam anlamıyla bir alışveriş canavarıydı. Hoşuna giden her şeyi alıyordu. Hele bir bebek mağazasının altını üstüne getirmişti ve pembeyle mavi harici her renkte bebek eşyası almıştı. Bu kadar eşyayı tek başına taşıyamayacağı için bizimle birlikte gezen iki koruma sürekli değişiyordu. Poşetleri alan arabaya dönüyor, diğeri peşimize takılıyordu. Demet’i tüm hanımefendiliğini koruyarak her şeye saldırırken görmek tuhaftı ama eğlenceliydi de. Bu yüzden Tuana’ya yakışacak bir şeyler bulmak dışında yaptığım tek şey onu izlemek olmuştu. Tuana’ya ona uygun öylesine güzel elbiseler almıştım ki hediyelerini görünce kesin bayılacaktı. Ayrıca korumalar sağ olsun, aldığım elbiseleri Demet’in peşinden koşarken taşımak zorunda da kalmamıştım. Şu an elimde olan poşette ise kendim için aldığım bir elbise vardı. Aslında niyetim kendime bir şey almak değildi ancak caddenin sonundaki büyük alışveriş merkezine girerek buradaki mağazaları da talan etmeye başladığımızda, yani Demet başladığında, ben de peşinden ilerlerken gözüm bir elbiseye takılmıştı ve denediğimde Demet tarafından almam konusunda ısrara boğulduğumdan satın almak dışında bir şey yapamamıştım. Bol malzemeli iki kumpir sipariş edip beklemeye başladık, çünkü bu işletmenin oturma yeri yoktu. Bu yüzden kumpirlerimizi alarak yemek bölümündeki masalardan birine geçmeye karar vermiştik. Kumpirleri aldıktan sonra Demet tüm ısrarlarıma rağmen benimkinin de parasını ödedi ve boş masalardan birine kurulduk. “Uzun zamandır yememiştim. Görünce canım çekti, aşerdim galiba,” diyerek büyük bir iştahla kumpirini yemeye başladığında gülerek “Olabilir,” dedim ve onun aksine usulca kendi yemeğimden yemeye başladım. “Immm, bayağı da lezzetliymiş ya.” Kumpirini yerken kendinden geçmesi bir hayli eğlendirmişti beni doğrusu. “Evet, güzelmiş.” Bir süre sessizce kumpirlerimizi yedikten sonra aklıma gelen şeyle “Eve gitmek için neden toplantının bitmesini bekliyoruz?” diye sordum. “Oradaki adamlara görünmememiz mi gerekiyor?” Ağzındaki lokmayı yavaşça yuttuktan sonra “Yok, hayır,” diye cevap verdi. Sanırım sorumla keyfini kaçırmıştım, çünkü yüzü asılmıştı. “Niye görünmememiz gereksin ki zaten? Sadece… Ben gitmek istemiyorum.” Kaşlarım yavaşça çatıldığında bunu fark etti ve burukça gülümsedi. “Şaşırdın değil mi? Nihayetinde böyle adamların arasında büyümüş biriyim. Hatta bu adamların başında babam var ama ben onları görmek istemiyorum.” “Yani,” diye mırıldandım yavaşça. Ne diyeceğimi şaşırmıştım. “Şaşırdım biraz ama kimseyi de sevmek zorunda değilsin sonuçta.” Bir süre sakince yüzüme baktıktan sonra “Aslında seninle bu konuyu konuşabilirim, nihayetinde beni şu durumda en iyi anlayabilecek kişi sensin,” dedi. Muhatabı bendim ama kendi kendine konuşur gibi bir hali de yok değildi. “Konuyu çok anlamadım ama benimle konuşabilirsin elbette. İyi bir dinleyiciyimdir.” Hafifçe gülümsedi. “Bunu seni tanımadan da tahmin edebilirdim.” Hafifçe iç çekti ve gözlerini kısaca etrafta gezdirdikten sonra tekrar bana döndü. “Hani Aral’la tanıştığında onun ne iş yaptığını bilmediğini ve öğrendikten sonra da çoktan âşık olduğun için vazgeçemediğini söylemiştin ya bana?” “Evet,” diye mırıldandım, ona bunları anlattığım an gözümün önüne gelirken. “Öyle demiştim.” “Benimki de aynı hesap işte,” diyerek kumpirinden biraz daha yedi. Bunu konuşmak için cesaretlenmek adına yaptığını anlamıştım. “Babamın işlerine aklım erene kadar harika bir çocukluk geçirdim. Ama sonra etrafımızda bu kadar koruma olması, babamın sürekli takım elbiseli adamlarla toplantılar yapması dikkatimi çekmeye başladı. Bu adamlar kimdi? İş adamı olduğunu sandığım babam aslında ne iş yapıyordu? Kafamda bunlar gibi öyle çok soru vardı ki.” Onu dinlerken dikkatliydim. Yine de anlatırken bakışlarımdan rahatsız olabileceğini düşünerek kalan yemeğimi bitirmeye odaklanmıştım. “Doğu benden dört yaş büyük. Aslında o eve gelen giden adamların kim olduklarını benden daha önce anlamıştı ama yaşımı küçük gördüğü için söylemedi. Onca soru sormama rağmen annemin ağzından da tek laf alamıyordum ta ki lisedeyken babamla bir adamın konuşmalarını gizlice dinleyene dek. Sonrasında ağlayarak Doğu’nun yanına gitmiş ve olanları anlatmıştım. O gün öğrenmiştim zaten haberi olduğunu.” Yemeğimi bitirerek geriye yaslandığımda göz ucuyla beni izleyip devam etti anlatmaya. “Babamın aslında sandığım kadar dürüst biri olmadığını kabullenmem çok uzun sürdü. Doruk’un ikazıyla anne ve babama hiçbir şey söylememiştim ama onlar zamanla tavırlarımdaki tuhaflık yüzünden anlamışlardı. Sonra işte bir şekilde her şeyi öğrendim. Aslında tanıdığım herkesin bu işin bir parçası olduğunu, yanlış işler yapmalarına rağmen bundan rahatsız olmadıklarını fark ettim. İsyan etmeye çalıştım, kabul etmemek için çok direndim ama elimden ne gelirdi ki? Canımdan çok sevdiğim babamdı yanlış işler yapan kişi. Annemin haberi vardı, her şeyi biliyordu ama yine de babamın yanındaydı. Çünkü o da çok seviyordu babamı. Çünkü aslında onun babası, yani dedem de bu işlerin içinden biriydi.” Yemeğinden son lokmasını alarak ağzını peçeteyle sildikten sonra “Tüm bunların yanında,” diyerek burukça gülümsedi. “Çocukluk aşkım olan adam da kendi babası yüzünden bu işlerin içindeydi. Aynı benim gibi. Ekin’le sevgili olmadan önce çok düşündüm. Dışarıdan, yani babamın çevresinden olmayan biriyle evlenirsem bu işlerden uzaklaşabilir miyim, diye ancak bunun bir çözüm yolu olmadığını anlamam uzun sürmedi. Olsa olsa hayatıma aldığım adamın da hayatını karartırdım çünkü babamın işlerini kocam olacak birinden nereye kadar saklayabilirdim ki? Ayrıca Ekin’e öyle âşıktım ki ondan başka kimle evlenirsem evleneyim bir şekilde mutsuz olacağım kesindi. Kaçamadım, kabullendim ve görmezden gelmeye başladım. Böyle yapmasaydım ömrümün sonuna kadar can çekişecektim çünkü. Babamın yanındaki adamları ne kadar görmezsem o kadar iyiydi. Ekin’in ve babamın iş konuşmalarından ne kadar uzak kalırsam, aslında böyle şeyler yapmıyorlarmış gibi düşünürsem çok daha iyi olacağımı fark ettim. O zamandan beridir de böyleyim işte.” Öğrendiğim şeyler ağırdı. Daha doğrusu Demet’in hiç göstermemesine rağmen kendi içinde böylesine bir savaş vermesi çok ağırdı. Hâlbuki şu ana kadar onun hayatından çok memnun olduğuna yemin bile edebilirdim. “Ne diyebileceğimi bilmiyorum gerçekten.” “Bir şey demene gerek yok, teselli istemek için anlatmadım zaten. Hani insan bazen anlatmaya ihtiyaç duyar ya, benimki de o hesap. Senin bir şekilde beni anlayacağını düşündüm çünkü Aral’la birlikte olabilmek için sen de aynı şeyleri sorguladın, biliyorum.” Aslında ben çok daha farklı şeyler sorgulamıştım ve bu yüzden şu an duyduğum vicdan hesabının haddi hesabı yoktu. Bir şekilde Demet’i de kandırıyordum ve o bunun farkında olmadığı için beni kendine yakın hissederek içini döküyordu. Bu durum zaten sevdiklerimi kandırdığım için sızlayan yüreğimin daha kötü hale gelmesine neden olmuştu. Buna rağmen onunla aynı şeyleri yaşamamış da olsam onu anlayabildiğimi hissediyordum lakin söyleyebilecek tek kelimem yoktu. Geçeceğini söylemezdim, çünkü bu öyle bir şey değildi. Değiştirebileceği bir durum hiç değildi. Demet, bir şey söyleyemediğim için karşısında ezilip büzüldüğümü fark ettiğinde hafif bir neşeyle gülümsedi. “Dinlendiğimize göre geriye kalan mağazaları gezebiliriz, değil mi?” Dudaklarım kıvrılırken başımı iki yana salladım. “Nedense oraları gezmeden buradan gidemeyeceğimizi düşünüyorum.” Küçük bir kahkahayla ayaklandı. “Çok doğru düşünüyorsun tatlım.” Çantamı koluma takarak ayağa kalkarken küçük bir tebessümle izledim Demet’i. Anlattıklarından sonra ona karşı olan düşüncelerim değişmişti ve sanırım gerçek anlamda ısınmaya başlamıştım. ღ “Biraz dinlenelim, yarım saat sonra akşam yemeğinde görüşürüz.” “Olur, görüşürüz.” Demet’ten ayrılarak bu evde bizim için ayrılan odaya doğru ilerlerken ayaklarımı zorlukla sürüklüyordum, çünkü kumpirden sonra tam tamına beş mağaza daha gezmiştik. Demet’in peşinde onlarca kıyafetin arasında koşturmak ölüm gibi bir şeydi ama kimse ölmemişti işte. Ne kadar yorgun olursam olayım anlattıklarından sonra Demet’e kızamayacağımı düşünerek odadan içeri girdim. Eve girdiğimizde yardımcılardan başka kimseyi görememiştik ve onlar da beylerin odalarına çekildiklerini söylemişlerdi. Aral’ın içeride ne yaptığını bilmediğim için temkinli bir şekilde açmıştım kapıyı ancak dün gece yattığı koltukta oturduğunu ve telefonuyla ilgilendiğini görünce hareket hızımı güncelleyip elimdeki poşetleri kenara bıraktıktan sonra elbiseme dikkat etmeye çalışarak yatağa bıraktım kendimi. “Haşatın çıkmış gibi.” Aral’ın hafif alaylı sesini işittiğimde yanağımı yatağa bastırarak “Haşatım çıksa iyiydi,” diye mırıldandım. Gözlerim çoktan kapanmıştı. “O kadar diyorsun yani.” “O kadardan da beter diyorum. Bir canavarla alışverişe çıkmışım meğer. Ne kaç mağaza gezdiğimizden haberim var ne de Demet için kaç elbise yorumladığımdan…” “Demet’le alışverişe çıkmaktan hoşlanırsın sanmıştım ancak evde bir odada tıkılı kalmayı tercih edecekmişsin oysa.” Hafifçe iç çekerek gözlerimi araladım ve bir müddet beyaz tavanı izledikten sonra “Aslında gittiğim için pişman değilim,” diye mırıldandım. “Boş yere yorulmuş olabilirim ama sanırım bugün sayesinde Demet’i daha iyi tanıdım.” “Ne demek istiyorsun?” Ellerimi yatağa bastırarak doğrulduktan sonra bakışlarımı Aral’a çevirdim. Elindeki telefonu koltuğun üzerine bırakmıştı ve dikkatle beni dinliyordu. “Demet bugün bana,” dedikten sonra birden duraksadım. Nihayetinde anlattıklarını yalnızca bana güvenerek anlatmıştı, bunları Aral’a söylemek uygun olur muydu? Kendimi sorguladığım sıra Aral aklımdan geçenleri okumuş gibi “Bana anlatmaktan çekinme,” dedi. “Senin buradaki ve buradakilerle bağlantılı olan insanlarla paylaştığın özel bir şeyin olmamalı, daha doğrusu olamaz çünkü bu durum normal değil. Sen buraya ait değilsin. Buradaki kimliğin gerçek değil. En önemlisi de burada benden başka kimseye güvenemezsin. O yüzden ne yaşarsan yaşa gelip anlatacağın ilk kişi ben olmalıyım. Anlaştık değil mi?” Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım. Haklı olduğunu biliyordum ama bu vicdan azabı çekmeme engel olamıyordu. Nihayetinde bana güvenen birinin güvenini boşa çıkarmış oluyordum. Gerçi bana bunları Aral’a anlatmamam gerektiğini söylememişti ama zaten başkasına anlatamadığı için bana anlatmamış mıydı? Bunları şimdi düşünmemeliydim. “Aslında bu hayatı yaşamaktan mutlu değilmiş. Babasının ve kocasının yaptığı işten çok rahatsızmış ama onları bırakıp da bir yere gidemiyormuş. Babasının yaptıklarını öğrendiğinde daha çok küçükmüş ve kabullenmesi uzun sürmüş. O toplantı yaptığınız adamlar evden çıkana kadar buraya gelmek istemedi. Onları veyahut babasının yaptıklarını görmezden gelince her şeyin daha kolay olduğuna inandırmış kendini. O vurdumduymaz halinin arkasında aslında gizlediği çok şey var.” Bir çırpıda söylediğim şeylerin ardından susarak aramızda birkaç saniyelik sessizliğin oluşmasına izin verdim ancak Aral bu sürenin uzamasına izin vermedi. “Kendini nasıl korumaya aldığını bilemem ama hiçbir şey, babasının onlarca yasa dışı işe bulaşmasının ve bunun için birçok insanın ölümüne sebep olmasının mazereti olamaz. Demet’in tüm bunları saklaması da aynı şekilde… Sadullah’ın gözümün önünde verdiği ölüm kararlarının sayısını söylesem kaldıramazsın, Tamay ve Demet bunların hepsini biliyor. Kimin ne için öldürüldüğünü bilmese de babasının başka insanların sebebi olduğunu çok iyi biliyor ama susuyor. Sence bu normal bir şey mi?” Nefes almakta sorun çekiyormuşum gibi hissettiğimde elimi boğazıma götürdüm ve Aral’ın söylediklerini düşündüm. Bir doktor olarak, hala daha birilerinin ölümüne şahitlik ettiğim zaman günlerce kendime gelemeyen biri olarak, hiç düşünmeden insanların nefeslerine son verme emrini veren birinin yanında bulunuyordum. Onun kızıyla alışverişe çıkmış ve tüm bunları bilmesine rağmen sessiz kalmayı tercih eden kızına üzülmüştüm. Gerçekleri daha yeni yeni fark ediyor gibiydim. Ve bunu kaldırmak çok zordu. Bakışlarımı karşımdaki boş duvara odakladığım için tam yanıma oturan Aral’ın ayağa kalktığını fark edememiştim. Elini omzumun üzerinde hissettiğimde başımı yavaşça ona çevirdim. Yeşillerine anlayış hâkimdi. “Bunların sana çok ağır geldiğinin farkındayım. Bu yüzden çoğu şeyi sana sezdirmeden halletmeye çalışıyorum ama onlara sempati beslemene izin veremem. Bu çok yanlış, onları korumak hissiyatıyla kötü şeylere yol açabilirsin. Bunlar olmamalı, anlıyorsun beni değil mi?” Anlıyordum, anlıyordum ama kabullenmesi çok zordu. Hala daha bu kadar ileriye gittiklerine inanmakta zorluk çekiyor olsam da Aral’ın böyle bir konuda beni kandıracak biri olmadığını biliyordum. Zaten ona kalmadan Asaf amcadan duyduklarım yetiyordu ama unutuyordum. Çünkü insandım. Çünkü böyle şeylere hiç ama hiç alışık değildim. Hazır hiç değildim. “Anlıyorum,” diyerek iç çektim. “Ve daha dikkatli olacağım.” Kısa bir bekleyişin ardından ekledim. “Yine de Demet için üzüldüm. Babası böyle biri olmasaydı daha farklı bir hayatı olabilirdi.” “Bunları düşünmenin hiçbir anlamı yok bu saatten sonra. Olan olmuş, buradan geri dönüşü yok.” Başımı salladım. Haklıydı. Bu yüzden başka şeylere odaklanabilmek adına “Yemeğe inmeyecek miyiz?” diye sordum. Sorumun üzerine omzumdaki elini çekerek ayaklandığında tenime bırakmış olduğu sıcaklığı fark etmemiş gibi davrandım. Bu ve bunun gibi çoğu şeyi de düşünmem gerekiyordu aslında ama ulaşacağım sonuçtan korkuyor olduğum için düşünmekten kaçıyordum. “İnmemiz gerek. Üzerini değiştirmek istersen dışarı çıkayım?” Elbiseme kısa bir bakış attıktan sonra dudaklarımı bükerek “Yo,” diye mırıldandım. “Gerek yok. Yemekten sonra değiştirip yatarım zaten.” “Peki, o halde. Hadi inelim.” Başımı sallayarak ayaklandım ve vücudumun dinlenmeye duyduğu ihtiyacı daha iyi hissederken “Elbisemi değiştirmeyeceğim ama bana beş dakika ver lütfen,” diyerek banyoya doğru ilerledim. İhtiyaçlarımı gidermek ve sabahtan beri yüzümde olan makyajı temizlemek istiyordum. Banyoya girip öncelikli işlerimi hallettikten sonra yüzümü temizledim ve sabahleyin ördüğüm için usul usul bozulmuş olan örgümü açarak gece karası saçlarımı dağınık bir topuz halinde topladım. Daha sade ama kesinlikle daha iyi görünüyordum. Banyodan çıktığımda Aral’ı yine telefonuyla ilgilenirken bulmuştum. Kaşlarının çatıklığına bakılırsa hoş şeyler olmuyordu. Sakin adımlarla yanına yaklaştığımda beni fark ederek sessizce iç çekti ve telefonunu kapayıp cebine attıktan sonra yeşillerini bana çevirdi. Gözleri uzu sayılabilecek bir süre yüzümde gezindiğinde kaşlarım usulca çatıldı ve elimi kaldırarak yanağıma yerleştirdim. “Bir şey mi var suratımda?” Sorum onu kendine getirmiş gibi başını belli belirsiz iki yana sallayarak “Yo,” dedi, hızla. “Yani yok. Sadece…” Gözlerini kaçırdığını fark ettiğimde gözlerim kısıldı ve “Sadece?” diyerek cümlesine devam etmesini istediğimi belli ettim. Bakışları tekrar bana döndüğünde konuşmak istemiyormuş gibi bir hali olsa da işaret parmağını hızlıca kendi yüzünün etrafında gezdirip “Yüzün sadeyken, yani doğal halindeyken daha güzel,” diye mırıldandı. Duyduğum şey üzerine şaşkınlıkla yüzüne bakakalsam da kalbimin hızlandığını fark etmesinden korkarak gözlerimi kırpıştırdım ve laf olsun diye “Makyaj yaptığımda çirkin olduğumu mu söylemeye çalışıyorsun yani?” diye sordum. Kaşları havalandı. “Yok, yok, hayır.” Aceleyle konuştuğunu fark edince usulca yutkunup bakışlarını yüzümden çekerek kapıya çevirdi. “Sadece makyaja ihtiyacın olmadığını söylemeye çalışmıştım. Her neyse, geç kalıyoruz. Hadi gidelim.” Acele adımlarla ilerleyip odadan çıktığında açık kalan ağzımla ardından bakakalmıştım. Bana makyajsızken daha güzel olduğumu söylemişti. Buna dikkat mi etmişti? Elimi kalbimin üzerine bırakırken “Sakin ol,” diye mırıldandım sessizce. “Delirmenin vakti değil, delirmen için sebep de değil. Saçmalama.” Birkaç kere derince nefeslendim ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Aral, sözlerinin beni heyecanlandırdığını anlamamalıydı. Ben de biraz önce bana dolaylı yoldan da olsa güzel olduğumu söylediğini unutmuş gibi yapmalıydım. En azından şimdilik… Aral’ı merdiven başında yakaladığımda sessizce birlikte basamakları inmeye başladık. Merdivenlerin sonunda Aral şöyle bir etrafa baktıktan sonra eliyle mutfağı işaret ederek oraya doğru ilerlemeye başladığında ona eşlik ettim ve mutfaktaki yardımcılardan Sadullah’ın bahçede olduğunu öğrenerek bahçe kapısından dışarı çıkıp Sadullah’ın yanına vardık. Demet’le Ekin ortalarda görünmüyordu. Sadullah bizi fark ettiğinde “Geldiniz mi?” diye sorarak oturduğu yerde doğruldu. “Ben de yemekten önce biraz hava alayım diye erken inmiştim.” Aral, birkaç mırıltıyla onu anladığını belirtirken Sadullah’ın karşısındaki koltuğa oturmam için beni eliyle yönlendirdi. Koltuğa yerleştiğimde Sadullah dikkatini bana çevirdi. “Demet seni bir hayli yordu galiba.” Başımı salladım. “Biraz öyle oldu gerçekten. Tükenmek bilmeyen bir enerjisi var.” “Sen de bayağı hareketli birisin oysa; hele ki mesleğini göz önünde bulundurursak.” “Öyle,” diyerek onayladım onu. “Ama hastanenin içinde koşturmakla mağazalar arasında koşturmak çok farklı. Bir de ben öyle pek alışveriş yapmayı seven biri değilim. Çoğu işimi de internetten hallederim hatta. Alışık olmadığım için biraz zorlandım sadece ama keyifli bir gün geçirdim.” Sadullah memnuniyet dolu bir ifadeyle başını sallarken mutfak kapısından Demet’le eşi geçerek yanımıza geldiler. Küçük bir merhabalaşmanın ardından ayaklanıp yemek masasına geçtik ve yardımcıların çorba servisinin ardından yemeğe başladık. Havadan sudan konuşulan muhabbet sırasında Demet bana dönerek “Yarın için bir planınız var mı?” diye sordu. “Dönmeden önce birlikte bir şeyler yapabiliriz.” Aral’la yarın hakkında konuşma fırsatı bulamamıştık ve doğrusu evde kalıp dinlenmek şu an için arzuladığım tek şeydi. Yine de Demet’i reddedemeyeceğimi biliyordum, bu yüzden yardım dilenmek için bakışlarımı Aral’a çevirmiştim ki Aral benden önce davranıp “Aslında Tamay’la yemeğe gitmeyi düşünüyorduk. Onu, beğendiğim bir restorana götüreceğim,” diye cevap verdi. Böyle bir şey konuşmadığımız için şaşırmıştım ancak neyse ki bunu belli edecek herhangi bir davranışta bulunmadım. “Ya,” diyerek üzüldüğünü belli etti Demet. “Sen de kocanla gezersin kızım,” diyerek araya girdi Sadullah. “Antalya’ya kadar gelmişiz, baş başa vakit geçirmeden mi dönsünler?” “Tamam, baba ya, bir şey mi dedim?” diyerek iç çekti Demet. “Bu seferlik böyle olsun, ne de olsa acısını İstanbul’a döndüğümüzde çıkarırız.” Zorla gülümsedim. Onunla daha fazla vakit geçirmek falan istemiyordum, çünkü etkileniyordum. İnsan ister istemez birlikte vakit geçirdiği kişiye alışıyordu ve bunun olmaması lazımdı. Bu işin sonunun nereye varacağı bile belirsizken kendimi onlardan tutabileceğim kadar uzak tutmam gerekiyordu. Muhabbet, Sadullah’ın sorduğu bir şeyle değişirken tüm dikkatimi yemeğime vererek karnımı doyurdum. Zira Aral’ın aklında her ne varsa muhtemelen yarın onun için efor sarf edecektim ve bunun için enerjiye ihtiyacım vardı. Yemeğin ardından Demetlerle birlikte ayaklandığımda Aral bana dönerek “Sen git,” diye mırıldandı. “Benim Sadullah babayla konuşacağım bir şey var.” Küçük bir duraksamanın ardından Sadullah’a kısa bir bakış attıktan sonra gülümsemeye çalışarak “Peki,” diye mırıldandım ve Demetlerin peşine düşerek bahçeden çıktım. Üst kata çıktığımızda Demet ve Ekin’e iyi geceler dileyerek bize ayrılan odaya girip kapıyı ardımdan kapattım ve büyük bir iş yapmış gibi derince soluklandım. Kendimle alay ediyordum belki ama sürekli yalan söylemek zorunda olduğunuz bir ortamda bulunmak fiziki güç harcamaktan daha beterdi. Yanlış bir davranışta bulunmamak için kendimi öylesine sıkıyordum ki bunun ileride bana kötü olarak geri döneceğini tahmin etmek hiç de zor değildi. “Nereden bulaştım ki bu belaya?” diye oflayarak odadaki banyoya geçip ellerimi yıkadım ve pijamalarımı almak için yeniden odaya girdim. İstediğim tek şey yatar yatmaz uyumaktı ki Aral’dan önce odaya girmiş olmam benim için şans bile sayılabilirdi. O gelene kadar koltuğa kıvrılıp uyumayı başarabilirsem bu gece mecburi olarak yatakta yatardı ki bu onun için vicdan azabı duyan gönlümü az da olsa rahatlatırdı. Bu düşünceyle elimi daha çabuk tutmak isteyerek yatağın yanındaki küçük valizime doğru ilerlemeye başlamıştım ki telefonumdan gelen bildirimi duyarak duraksadım. Amcamın ya da Tuana’nın mesaj attığını düşünerek çantamdaki telefonu aldığım sıra ekranda gördüğüm isimle yanıldığımı fark ettim. Çünkü mesajın sahibi Yasemin’di. Gönderen: Yasemin <3 Aslında böyle bir zamanda bu haberi sana vermeyi asla istemezdim ama sonrasında senden sakladığım için bana çok kızacağını bildiğimden bunu yapmak zorundayım. Uğursuz herifin çocuğu doğmuş. Fotoğraf mesajın altında olsa da gözlerim ilk ona odaklandığı için mesajı okumadan neden bahsettiğini anlamıştım. Olduğum yerde kaskatı kesilirken mesaja kısa bir bakış atıp tekrar fotoğrafa diktim kahvelerimi. Uğur. Karısı. Oğlu. Mutlu bir aile tablosu… Düşüncelerim birbirine girerken kesilen nefesimle bir fotoğrafa ne kadar bakılabilirse o kadar çok baktım. Ağlamadım. Dövünmedim. Sövmedim. Telefonu duvara fırlatmadım. Yalnızca baktım. Hiçbir tepki vermesem de odanın içinde boğuluyormuş gibi hissettiğimi fark ettiğimde boştaki elimi boğazıma sararak arkamı döndüm ve hızlı adımlarla balkona doğru ilerledim. Açık kapıdan dışarı çıkarak serin havayla buluştuğumda derin nefesler alarak balkondaki L koltuğa bıraktım kendimi. Bir elim hala boğazımdayken diğeri telefonumu tutmaya devam ediyordu ki bu yüzden fotoğraf görüş alanımdan çıkamamıştı. Hiçbir şey düşünmemeye çalışsam da gördüğüm gülen yüzlerin canımı yaktığını kendimden saklamam kolay olmuyordu. Hissettiğim ve ne kadar çabalarsam çabalayayım içimden atamadığım o aldatılmış duygusunu yok sayamıyordum. Ve yine en çok kendime kızıyordum. Olduğum andan sıyrıldığımı omzuma konan şeyle irkilerek kendime geldiğimde fark etmiştim. İrice açılmış gözlerimi kaldırdığımda Aral’ın yeşilleriyle karşılaşarak duraksadım. Düşünceli bir ifadeyle bana bakıyordu. Hala daha boğazımda duran elimle omuzlarıma bırakmış olduğu ince örtüyü düzeltirken bakışlarımı ondan kaçırıp “Geldiğini fark etmedim,” diye mırıldandım. Ortadaki küçük sehpanın etrafından dolanarak koltuğun diğer ucuna oturduğunda “Dalmıştın,” dedi. Usulca yutkunarak başımı salladım. “Öyle olmuş.” Aramızda birkaç saniyelik sessizlik oluştuğunda bunu “Arkadaşın mı?” diye sorarak bozdu. Bakışlarım tekrar ona döndüğünde yeşillerinin telefonumun ekranındaki resme odaklandığını fark ettim. Yüzünde her zamankinden de boş bir ifade oluşmuştu ve nedense fotoğraftaki kişinin kim olduğunu biliyormuş gibi hissetmiştim. Gerçi halime bakarak tahmin etmesi öyle zor olmasa gerekti. Telefonun ekran kilidinin üzerine basıp fotoğrafın yok olmasını sağladıktan sonra telefonu sehpanın üzerine bırakırken “Hayır,” diye cevap verdim. Telefondaki bakışları yüzüme tırmandı ve zaten cevabını bildiğini düşündüğüm o soruyu sordu. “O mu?” Kollarımı göğsümde kavuşturarak gözlerimi gökyüzüne çevirmeden hemen önce kısaca başımı salladım. Bu konuyu konuşmaktan nefret ederdim ancak nedense onunla konuşmaya ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Deli miydim? Normalde kendisini ilgilendirmeyen konularla muhatap olmadığını bildiğim için “Evlenmiş mi?” diye sorması beni bir miktar şaşırtmıştı. Sessizce iç çekerek “Evleneli bir buçuk sene oldu,” diye cevap verdim. “Karısı hamileydi, doğum yapmış.” Benim gibi arkasına yaslanarak kollarını göğsünde kavuşturduktan sonra “Ve sen bunları takip ediyorsun?” diye sordu, sesinde meraktan ziyade sitem var gibi hissetmiştim. Sorusu karşısında utandığımdan bakışlarımı gökyüzünde gezdirmeye devam ediyormuş gibi yaparak başımı diğer tarafa çevirdim ve “Tam olarak öyle değil,” diye mırıldandım belli belirsiz bir ses tonuyla. “O zaman başkaları takip edip sana haber veriyor?” Bu sefer tam anlamıyla suçlar gibi konuştuğundan kaşlarımı çatarak ona döndüm. “Öyleyse ne olmuş?” “Kendine acı çektirmekten zevk mi alıyorsun?” Benimle böyle konuşmasına katlanamadığım için “Ne alakası var?” diye sordum kızgınca. “Hem sana ne bundan? Öyleyse bile sana ne?” Kafasını sallayarak bakışlarını balkon demirlerine dikti. “Doğru. Beni ilgilendirmez.” Patlamama ramak kalmışken kendini aniden geri çekmesi daha da delirtmişti beni. Biraz daha üzerime gelseydi tüm sinirimi ondan çıkarabilirdim belki ama böyle konuşması boşluğa düşmüşüm gibi hissettirmişti bana. “Bu mu yani?” diye sordum kaşlarım havalanırken. “Sözlerinin arkasında bile durmayacak mısın?” Yeşillerini demirlerden ayırmadı. “Hakkım yok.” “Hah,” diye bir ses çıktı dudaklarımın arasından. “Biraz önce vardı ama? Varmış gibi hesap soruyordun benden?” Bakışlarının odağı değişmedi. “Affedersin.” Ağzım açıldı, kapandı. Açıldı, yeniden kapandı ve nihayet sesimi bulabildiğimde “Seni anlamak çok zor,” dedim. Sesim kızgınlık doluydu ancak daha çok isyan ediyor gibi çıkmıştı. “Gerçekten. Çok zor.” “Öyle.” Bir anda büründüğü tavır beni öyle bir hale sokmuştu ki daha fazla onunla muhatap olmaya dayanamayacağımı fark ederek ayaklandım ve omuzlarımdan düşen örtüyü umursamadan balkon kapısına yöneldiğim sıra ayağımı sehpaya sertçe vurup küçük bir çığlıkla yere yapıştım. Düşerken sıyrılan elbisemi umursamadan acıdan ölen ayağımı sararken nereden çıktığını bilmediğim gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başlamıştı bile. Ve ben bunu fark ettiğimde ellerimle ayağımı sarmaya devam ederken hıçkırarak ağlamaya başladım. Çok değil, yalnızca saniyeler sonra Aral yanı başıma çömelerek beni kendine çekti ve kollarını etrafıma sararak sol elini ayağıma uzattı. “Çok mu acıyor?” Biraz önce sinirden patlayacak olan kişi ben değilmişim gibi başımı göğsüne yaslayarak ağlamaya devam ettim ve “Çok,” diye cevap verdim. Yalnızca bahsettiğim şey ayağım değildi ve Aral’ın da bunu fark ettiğini hissetmiştim. Aral’ın derince soluduğunu sırtımın yapışık olduğu göğsünün alçalıp yükselmesinden anlarken “Tamam,” diyerek ayağımdaki elini diz kapağımın altına kaydırdı ve çevik bir hareketle beni kucağına alıp ayaklandı. Bunu yaparken o kadar zorlanmamıştı ki, kendi kilomdan haberim olmasa oyuncak bir bez bebeği havaya kaldırdığını bile düşünebilirdim. Bulunduğum durumdan nefret etsem de ağlamayı kesemediğim için göğsüne biraz daha sindim. Onun karşısında ağlamak utandırmıştı beni. Ne için ağladığımı biliyor olmasıysa yüzüne bakma cesaretimi tam anlamıyla öldürmüştü. Odaya girdikten sonra beni yatağa bırakmak üzereydi ki omzunda duran elimi boynuna dolayarak buna izin vermedim. Bu hareketim onu duraksatırken “Aşağı inip buz alayım,” diye mırıldandı yavaşça. Biraz öncekinin aksine sesi o kadar yumuşaktı ki gözlerimden yaşlar akıyor olmasa delirmiş gibi gülerdim. Acımış mıydı bana? Burnumu çekerek “İstemiyorum,” diye mırıldandım. Başımı özellikle eğiyordum ki yüzümü göremesin. “Ayağın acımıyor mu?” “Acıyor.” Aslında ilk vurduğum anki kadar değildi acısı lakin zonklamaya başlamıştı. Yine de bu kadar detay vermedim, zira utancımdan zor konuşuyordum. “Niye buz istemiyorsun o halde?” “İşte.” İç çekerek buz istemediğimi kabullendiğini gösterirken “Yatağa bırakayım bari,” diye mırıldandı. Beni bıraktığında bir şekilde yüzüne bakmak zorunda olduğumu bildiğimden “İstemiyorum,” dedim bir kez daha. Gülüyormuş gibi nefeslenirken “Sabaha kadar böyle mi duralım yani?” diye sordu. Kızmakla gülmek arasında kaldığını fark etmiştim ancak kızana kadar zorlamaya devam edecektim. Bu yüzden sessiz kaldım. Birkaç saniye sonra cevap vermeyeceğimi anlamış olacak ki ofladı ve hiçbir şey söylemeden yatağa oturdu. Hala kucağındaydım. Ve utancım her geçen saniye daha fazla artıyordu. Hissettiğim utanç daha fazla ağlamak istememe neden olsa da kendimi tutarak derin nefesler eşliğinde ağlamayı kesmeye çalıştım. Aral, belimdeki elini hafifçe gevşettikten sonra diğer elini de yatağa bastırdı ve “Ayağın için ağlamadığının farkındayım,” diye mırıldandı usulca. “Ama ayağım çok acıdı,” diye savundum kendimi. “Olabilir ama şu an kalbinin çok daha fazla acıdığına eminim.” Neden ağzımı tutamadım bilmiyorum ama kalbimin acıdığını söyleyince “Ona âşık değilim,” dedim. Sesim kendimden emin çıkmıştı ancak ondan herhangi bir cevap alamadım. Bunun üzerine de konuşmaya devam ettim. “Sadece hissettiğim aldatılmışlık duygusunu aşamıyorum. Aradan uzun zaman geçmiş olsa da hayal kırıklığının verdiği acıyı unutamıyorum.” Seslice iç çekişi neticesinde yükselen göğsüyle bir kez daha havalanıp geri inmiştim. Aslında bulunduğum konumdan rahatsız olarak ayaklanmam lazımdı ancak kabullenmesi zor olsa da göğsündeyken huzurlu hissettiğimin farkındaydım. Bunun farkında olmak çok korkutucuydu ama farkındaydım işte. Ve o da kucağından kalkmam için ısrarda bulunmamış ve beni kendinden zorla uzaklaştırmamıştı. Sanırım biraz da bundan cesaret aldığım için yerimde kıpırdamadan duruyordum. Gözyaşlarım tamamıyla kesildiğinde karnımda duran elimi kaldırıp ıslak yanaklarımı kuruladım ve içinde bulunduğum duygu karmaşası içinde sordum. “Anlatsam… Dinler misin beni, başkomiser?” ღ Allah’ım, Allah’ım, neler oluyor? Aslında bu bölümde öğrenecektiniz Tamay’ın geçmişini ama bölüm sandığımdan uzun olunca diğer bölüme aktarmaya karar verdim. Umarım bunun için bana çok kızmazsınız ve merak etmeyin, yeni bölüm için sizi çok bekletmemeye çalışacağım. Bölüm hakkındaki, Aral ve Tamay arasındaki ilişki hakkındaki görüşlerinizi, düşüncelerinizi benimle paylaşmayı unutmayın lütfen. Yeni bölümde görüşmek üzere! İnstagram: rabiaclr İnstagram Sayfası: dolunayinvechi
|
0% |