Yeni Üyelik
17.
Bölüm

BÖLÜM - 17

@bayanclara

Beni dinlemesini istiyordum.

Şu anda bulunduğumuz konumu, içinde olduğumuz insanları ve durumu; kısacası her şeyi unutup ona içimi dökmek istiyordum. Aral, beni anlar gibi geliyordu. Neden böyle hissediyordum?

Bu, içimde biriktirerek devleştirdiğim ve ne yazık ki dışa dökemediğim bir konuydu. Çünkü anlatabileceğim kim varsa Uğur’dan nefret ediyor ve bu yüzden beni tam olarak dinleyemiyordu. Nefretlerini anlıyordum, onun adını dahi duymak istememelerini de. Bu yüzden her şeyi içimde halletmeye çalışıyordum ama bu da çok zordu. Hele ki hayatımın her gün daha da karmaşıklaşan şu evresinde bütün bunlara katlanmak beni fazlasıyla yoruyordu.

Bu yüzden engel olmadığım ve belki de normalde asla yapmayacağım bir şekilde indirmiştim bütün gardlarımı. Utanç duygumu yok sayarak şu an kucağında oturduğum adamın beni can kulağıyla dinlemesini ve anlamasını istiyordum.

Yüzüne bakmazken sakin kalabilmek daha kolaydı. Bu yüzden kaldırmamıştım yanağımı göğsünden. Bir de sanırım ciğerlerimi dolduran kokusu hoşuma gitmişti. Çok hafif parfüm kokusu da alıyordum ancak boynundan dağılanın kendine has olan kokusu olduğunu fark etmek zor değildi.

Huzur vericiydi.

Ve bu da korkunçtu. Her anlamda.

Gözlerimi sımsıkı yumup vereceği cevabı beklemeye devam ettim. Dinlemek istemezse kırılmazdım ona. Yani… Tamam, biraz kırılırdım ama anlardım da onu. Sonuçta ben kimdim ki onun için? Ne için dinlesindi benim dertlerimi? Başına o kadar iş açmışken hem de…

Bu düşünce daha da yakmıştı canımı. Yakmasaydı keşke.

Aral’ın göğsüyle birlikte yükselip alçaldığım sıra kısık sesini işittim.

“Eğer çok istiyorsan… Yani anlatmayı… Dinlerim, Doktor.”

Bana bu şekilde hitap etmesini de sevdiğimi fark ettim ve bu içimdeki endişeyi katlayarak artırdı. Niye ona ait bunca şey bu kadar hoşuma gidiyordu? Gitmeseydi keşke.

Bir kız çocuğu gibi sindiğim göğsünden kalktığımda bu davranışlarım yüzünden gözlerine bakamayacağımı bilsem de içimi dökme istediğim o kadar fazlaydı ki dudaklarımı aralamak için fazla beklemem gerekmemişti.

“Üniversite ikideydim onunla, yani Uğur’la tanıştığımda. Öyle pek şaşalı bir tanışma hikâyemiz yok. Ders çalışmak için okulun kütüphanesine giderdim sık sık. Birkaç kez onun yanına oturmuştum. Biriyle böyle sık sık bir araya gelince arada ister istemez bir muhabbet başlar ya, bizimki de o hesaptı işte. Ders notlarımda yazanlara takılmış gözleri bir gün, bir şeyi yanlış yazmışım. Onu söylerken duymuştum ilk kez sesini.”

“Aynı dönem miydiniz?”

İlgi dolu sesini duyduğumda bir hayli şaşırsam da bunu belli etmemeye çalışarak “Hayır,” diye cevap verdim. “Benden iki dönem üstteydi, dördüncü sınıftaydı yani.” İç çektim. “Diyalog bir kez başlayınca devamı kolay gelir, bizimki de geldi. Bir süre sonra kütüphaneye her indiğimde onu arar olmuştu gözlerim. Sonrasını tahmin edersin… Büyüyen konuşmalar, kütüphane dışında buluşmalar falan derken ondan bayağı hoşlandığımı fark ettim. İlgili haline bakılırsa o da benimle aynı durumdaydı ve zaten bana açılması çok da uzun sürmemişti.” Anlatırken o anları tekrar yaşıyormuş gibi hissediyordum ve bu, buruk olan kalbimi daha çok üzüyordu. Yine de anlatmanın vermiş olduğu rahatlığı yok sayamazdım. “İlişkimiz başladı sonra. Birlikte çok güzel yıllar geçirdik. Uğur, okuldan mezun olduktan sonra benim şu an çalıştığım hastanede asistan olarak çalışmaya başladı. Mesleki açıdan gözü yukarılardaydı ve bu yüzden çok hırslıydı.”

“Amcanlarla tanışmış mıydı?”

Sorusu üzerine kısa bir duraksama yaşarken “Onun okulu bitmeden tanıştırmıştım,” diye cevap verdim. “Bizim şirketin yıl dönümlerinden biriydi. Amcama haber vermeden Uğur’u da koluma takıp şirketin kutlama partisine gitmiştim.”

“Bu yüzden mi beni amcanın karşısına çıkarmak için o kadar tereddüt ettin?”

İpuçlarını birleştirmek çok da zor değildi. Hele ki bir başkomiser için…

“Evet,” diyerek iç çektim bir kez daha. “Olanlardan sonra, yani Uğur’la ayrıldıktan, amcama söz vermiştim. Tuana’yla beni kendi kızı gibi gördüğü için üzülmemize hiç dayanamıyor.”

“Nihayetinde sizi o büyütmüş, öyle hissetmesi çok normal.”

“Biliyorum, zaten bu yüzden seninle bu oyuna girmemek için çok diretmiştim başlarda. Her neyse, nerede kalmıştım? Hah, Uğur mezun olmuştu. Ben hala okuldayım tabii. Neyse ki son zamanlarım hastanede stajla geçiyordu da her gün biraz da olsa Uğur’u görme fırsatı buluyordum.” Çenesinin usulca başımın üzerine yerleştiğini hissedince anlatmaya başlamadan evvel kapadığım gözlerimi kırpıştırarak araladım ve tam karşımızdaki duvara baktım. Kalbimin mayhoş hislerle kavrulduğunun bilincindeydim.

“Ben de okulu bitirip hastanede asistan olarak işe başladığımda her şey çok daha güzelleşti. Ailelerimiz tanışmıştı, ilişkimiz çevremiz tarafından biliniyordu. Herkes tarafından desteklenen ve maşallah çekilen bir ilişkimiz vardı. Hatta çoğu kişi nişanlanmamız için gün sayıyordu.” Acınacak halime güldüm. “Bu gün sayanların başında ben vardım tabii. Her güne gözlerimi evlilik teklifi alacağım hayalleriyle açıyordum. Belki bu sana abartılı gelebilir ama uzun süreli bir ilişkin olunca böyle hayallere kaptırıyorsun kendini.”

“Hayır, gelmedi,” diye mırıldandı yavaşça. “Sevdiğin kişiyle evlenmek istemenden daha doğal ne olabilir ki?”

Bunları söylerken içten olduğu ses tonundan belli oluyordu.

“Bazı şeyleri çok isteyince olmuyormuş ama. Bunu öğrendim.” Güler gibi bir ses çıkardım ama daha çok ağlamaya başlayacakmışım gibi çıkmıştı. “Uğur’un mesleğine çok düşkün olduğunu söylemiştim. Daha okuldayken bana yurtdışında çalışmak istediği hastaneleri sayardı, ben de hevesle dinlerdim onu. Nereden bilecektim onun hayallerinin sonum olacağını?” Dudaklarıma buruk bir tebessüm kondu. “Ondan evlilik teklifi beklediğim günlerden bir tanesinde bana gelip evlendikten sonra yurtdışında yaşamanın nasıl bir fikir olduğunu sordu. Oradaki büyük hastanelerden birine başvurmak istediğini ve benden evvel uzmanlık alacağı için araya girerek beni de yanına aldırabileceğini söyledi. Meğer ben evlilik hayalleri kurarken o yurtdışındaki bir hastanede çalışmanın hayallerini kuruyormuş. Yani tamam, hayallerinde ben de vardım ama onu heyecanlandıran kısım evlenmemiz değil, dışarıda çalışacak olmamızdı.”

Biraz daha konuşursam gözyaşlarımın akmaya başlayacağını hissettiğimde duraksayarak derin nefesler almaya başladım. Aral halimi fark etmiş olacak ki yatağa oturduktan sonra gevşettiği elini sırtıma bastırdı. Sanki bana güç vermek istiyordu.

“Sen ne cevap verdin peki?”

“Ben böyle bir şey istemiyordum. Eğer ailem hayatta olsaydı, Tuana’yı onların yanına bırakabilecek olsaydım yani, ona olan aşkımın büyüklüğüne sığınıp ailemden uzak kalmak pahasına nereye gitmek istese giderdim. Yemin ederim giderdim ama değildi işte. Tuana’dan ve amcamlardan başka kimsem yoktu. Tuana’nın annesi de babası da bendim. Onu burada bırakıp nasıl gidebilirdim? Tuana’ya sorsam hiç düşünmeden kabul ederdi benimle birlikte yurtdışında yaşamayı ama bunu ona dayatamazdım. Çünkü buradan, amcamlardan ayrılmak istemediğini çok iyi biliyordum. Tek sorun bu da değildi. Bize yıllarca gözü gibi bakan amcamı, bizi kendi çocukları yerine koyan yengemi nasıl bırakıp gidebilirdik? Benim mutluluğum için onlar da kabullenirlerdi bu ayrılığı, biliyordum ama herkesi yarım bırakınca ben nasıl mutlu olabilirdim? Üstelik kendim bile istemiyordum ki yurtdışında yaşamayı.”

Dudaklarımı birbirine bastırarak devam edebilmek için kendime biraz zaman tanıdığım sıra “Bu yüzden mi ayrıldınız?” diye sordu.

“Aslında evet ama anlattığım zamanda değil,” diye mırıldandım. “Şu an sana söylediğim şeyleri daha detaylı bir şekilde anlattım ona. Beni anlayacağını umdum. Öyle de oldu, daha doğrusu ben öyle olduğunu sanmışım… Uğur büyük bir hayal kırıklığına uğrasa da buradan ayrılmama isteğime saygı duydu lakin kendi isteklerini de geri plana atmadı. Onunla gelmeyeceksem yurtdışına çıkmak için uzmanlığını alana kadar beklemesine gerek olmadığını söyledi. Birkaç seneliğine yurtdışındaki istediği hastanelerden birinde çalışıp geri dönmeye karar verdi. Bunun için onu yargılamadım. Hatta onun hayallerine mani olduğum için hep kendimi suçladım.” Bir kez daha iç çektim. “Amerika’daki hastaneden kabul alması ve geçici süreliğine oraya taşınması o kadar hızlı gerçekleşti ki, bundan ona hiç bahsetmemiş olsam da sanki onunla gelmek istemeyeceğimi düşünerek çok önceden kendiyle ilgili planlamaları yapmış gibi hissetmiştim. Haklı olduğumu anlamam yıllarımı aldı tabii.”

“Evliliği dönüşe mi ertelediniz?”

“Aslında Uğur’un ailesi Uğur gitmeden önce nişanlanmamız konusunda öneri sunmuşlardı ama amcam yaşanacakları hissetmiş gibi onaylamadı bunu. Uğur geldikten sonra nişanla düğünü peş peşe yapmamızın daha uygun olduğunu söyledi. Kimse de itiraz etmedi ve Uğur Amerika’ya gitti. Uzak mesafe ilişkisini kabullenmek de kaldırmak da çok zor olmuştu benim için. Uğur o kadar çok çalışıyordu ki orada doğru düzgün iletişim bile kuramıyorduk. Zaten iki ülkenin uymayan saatleri de ayrı bir zorluktu bizim için. Yine de vicdan azabı çekmeye devam ettiğimden bunların hepsine katlandım. Çok zordu ama ona kavuşacağım güne ve evleneceğimiz hayallerine tutunarak katlandım. İlk birkaç ay her gün ağladım. Tuana’ya ve amcama halimi sezdirmemek için çok uğraşıyordum ama pek başaramıyordum. Benim yüzümden onların da yüzü gülmez olmuştu.”

“Amerika’ya gittikten sonra hiç yan yana gelmediniz mi?”

“İlk sene bir kez ben onun yanına gittim bir haftalığına, bir kez de o geldi İstanbul’a. Bu buluşmalar için bile zor izin almıştık hatta. Neyse, bir şekilde geçti işte o yıl. Ben çok heyecanlıyım tabii. Uğur İstanbul’a döndükten sonra hemen nişan yapacağımızı falan düşünüyorum, bunun için elbise bile bakmaya başlamışım… Ama sonra ne oldu biliyor musun?” Ağlamakla gülmek arasında bir ses çıkardım. Yaşadığım hayal kırıklığını hatırlamak gözlerimi doldurmuştu yine. “Bir telefon aldım Uğur’dan. Dönemeyeceğini ve bir sene daha orada kalması gerektiğini söyledi. Bunun kariyeri için ne kadar önemli olduğuyla ilgili methiyeler dizdi. O telefonda bunları anlatırken benim bakışlarım bilgisayarımın ekranındaki nişanlık elbisesindeydi. Bunu ona söylemedim. Kalbimin ne kadar acıdığından bahsetmedim ona. Hevesini kaçırmanın hakkım olmadığına inandım.” Küçük bir duraksamanın ardından “Hatta biliyor musun?” diye sordum Aral’a. “Sanırım hakkım olmadığından çok üzülmemi umursamadığını duymaktan korktum. Bundan öylesine korktum ki hiçbir şey sormadan ne derse kabul ettim.”

Duvara bakarak konuşmaya devam etsem de başıma yaslı olan çenesinin gerildiğini hissedebilmiştim. Anlattıklarıma sinirlenmiş olmalıydı. Zaten bu ilişkiyi benden dinleyen herkes sinirleniyordu.

“Sonra ne oldu peki?”

“O bir yıl da geçti,” dedim, hiçbir önemi yokmuş gibi. “Ağlayarak, zırlayarak, düşünmemek için hastanede yatıp kalkarak bitirdim o seneyi de. Ama yine aynı şey oldu. Sene sonunda Uğur aradı ve bir sene daha orada kalması gerektiğini söyledi. Bunu gelip yüzüme söylemiyordu. Telefon açıyordu ki bunun nedenini de çok sonradan anladım. Yüz yüze gelirsek onu vazgeçirmek istememden korkuyordu muhtemelen. Daha doğrusu bir insanı kilometrelerce uzaktan telefon aracılığıyla görmezden gelmek daha kolaydır. O da bunu yapıyordu işte. Beni avutuyordu. Lakin bu konuda başarılı olduğunu söyleyemezdim.” İçimdeki derdi dışarı boşaltıyormuşçasına iç çektim. “Amcam bunu duyunca delirdi tabii, Uğur’un buraya dönmeye niyeti olmadığını, beni oyaladığını söyledi. Ama ben onu çok seviyordum ve ayrılmaya gücüm yoktu. Bu yüzden amcamı bir sene daha beklemesi konusunda ikna ettim. Bu sefer döneceğini söyledim. Zaten benim yüzümden hayallerinden vazgeçeceğini, bu konuda anlayışlı olmamız gerektiğini anlatıp durdum. Ama sonra ne oldu biliyor musun, Başkomiser? O sene de geçti ve ben bir telefon daha aldım. Uğur bana kesin bir dille orada kalmaya niyetli olduğunu ve onunla yaşamayı kabul ettiğim takdirde hemen evlenebileceğimizi söyledi. Kabul etmedim ve beni bıraktı.” Kıkırdadım. “Beni öylece bıraktı. Amcam delirdi, Yasemin delirdi, çevremdeki herkes delirdi, ben mahvoldum ama ona hiçbir şey olmadı. Onun aksine ona o kadar âşıktım ki hala daha pişman olup geri döneceğine inanıyordum. Ne zaman orada birlikte çalıştığı bir doktorla evlendiğini duydum, işte o zaman anladım aslında onun gözünde hiç değerim olmadığını.”

Daha fazla tutamadığım gözyaşlarım yanaklarımı ıslarken ellerimi kaldırıp hızla kuruladım yanaklarımı. Onun için ağlamaya bile katlanamıyordum artık.

Odanın içindeki sessizlik dakikalar sürerken Aral’ın buruk bir ses tonuyla “Özür dilerim,” dediğini işittim ve “Ne için?” diye sordum hafif bir şaşkınlıkla.

“Eski sevgilinin seni terk ettiğini öğrendiğimde takındığım tavır için. Bana o zaman ‘bazen çok sevdiğin için de terk edilirsin’ demiştin hatta… Cidden... Çok özür dilerim, Doktor.”

Yüzümde buruk bir gülümseme oluştu. “Önemli değil. Hem nereden bilecektin ki?”

“Olsun,” diye mırıldandı çenesini saçlarımın üzerinden çekerken. “Önyargılı yaklaştım, haddim değildi.”

“Benim için artık bir önemi yok ama bunu başka birine yapmazsan daha iyi olur tabii,” diyerek takıldım ona. Aslında buna bile halim yoktu ama daha fazla hüzünlü şeylerden bahsetmek istemiyordum.

Anlatacaklarım bittiğinden Aral’ın kucağından ne diyerek inmem gerektiğini düşünmeye başladığım sıra “O adamın evlendiğini ve karısının hamile olduğunu bildiğini söylemiştin,” dedi yavaşça. Konuşurken çekindiğini fark ettim. “Buna rağmen fotoğraflarını görünce şok olmuş gibiydin. Neden?”

“Uğur evlendiğinde, biz ayrılalı bir sene bile olmamıştı,” diyerek iç çektim. “Bunu kabullenmek çok zor olsa da çevremdeki herkes mantık evliliği yaptığını düşünüyordu. Yani böyle bir şey yapabilecek biri olduğunu biliyordum ama kabullenmek istemiyordum. Hatta hep o kadına kısa sürede evlenebilecek kadar âşık olduğunu düşünerek acı çektirdim kendime. Buna rağmen arkadaşlarımın söyledikleri de kafamı karıştırmıyor değildi. Gerçi belki de biz hala beraberken kalbi o kadın için atmaya başlamış bile olabilir. O kadar emin değilim ki hiçbir şeyden… Sanırım Yasemin’in attığı fotoğrafta gerçekten mutlu olduğunu görmek şaşırttı bu kadar beni. Yeni hayatına tamamen odaklanmış gibi görünüyordu. Çok mutlu görünüyordu.”

“Seni bu kadar çabuk atlatması zoruna gidiyor, değil mi?” diye sordu, belli belirsiz bir ses tonuyla.

“Gitmişti, bir zamanlar yani.” Dudaklarım büküldü. “Belki hala gidiyordur, uzun zamandır düşünmeyi tercih etmiyorum ama hislerimin eskisi gibi olmadığından eminim. Aslında beni gerçekten sevmediğini kabullendikten sonra diğer şeyleri kabullenmek biraz daha kolay oldu çünkü hiçbir şey, kandırıldığımı kabullenmek kadar acıtamadı canımı.”

“Bazen öyle olur,” dedi yavaşça. “Bir şey öyle çok acıtır ki seni, o kadar çok üzülürsün ki, o andan sonra dünya başına yıkılsa bile umursamayacakmışsın gibi gelir.”

Onun da bir gönül yarası vardı. Bundan o kadar emindim ki.

Bir şey söylemedim. Onunla ilgili bir şey sormadım. Sorsam da cevap alamayacağımı biliyordum çünkü. Bir de bugünlük acı kotamı fazlasıyla doldurmuştum. Başka bir şeye katlanabileceğimi sanmıyordum.

Birkaç dakika boyunca odada yalnızca nefes seslerimiz duyulurken “Ayağın acıyor mu?” diye sordu. O sorana kadar vurmuş olduğumu unuttuğum ayağıma çevirdim bakışlarımı. Hafif kızarıklığı duruyordu ama şişmemişti neyse ki. “Böyle dururken acı hissetmiyorum,” diye mırıldandım. “Belki üstüne basınca acır.”

“Bu kötü oldu,” diyerek iç çekti. “Umarım yarına bir şeyin kalmaz.”

Yarından bahsedince aklıma Demet’e söylediği yalan geldi ve boş bulunarak başımı geriye çekip uzun zamandır bakmadığım yüzüne diktim gözlerimi. “Sahi, şu yemek mevzusu ne?”

Yeşillerini bana odaklayana dek fark etmemiştim bu kadar yakın olduğumuzu. Hissettiğim utanç duygusu güncelleme yaptığı sıra Aral birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktıktan sonra yataktaki elini dizlerimin altına koyup beni yavaşça kaldırdı ve yatağın üzerine bırakıp ayaklandı.

Belki de akıl ve kalp sağlığım açısından böylesi daha iyiydi.

Onun kucağının yataktan daha rahat olduğunu büyük bir şaşkınlıkla fark ederken bunu ona belli etmemeye çalışarak sıyrılan eteğimi düzelttim ve biraz önce anne ve babamın kaybından sonra yaşadığım en büyük kırgınlığımı ona anlatmamışım gibi düz bir ifadeyle yüzüne baktım. Utanç duygumun geri planda kalabilmesi için hiçbir şey olmamış gibi davranmam gerekiyordu ki görünüşe bakılırsa Aral benim yerime bunu fazlasıyla başarıyordu.

Biraz önce beni kucağında tutmamış gibi profesyonel polis kimliğine bürünürken “Sadullah’ın adamlarından birini takip etmem gerekiyor ama bunu tek başıma yaparsam dikkat çeker,” diye açıklama yaptı. Konuşurken sesini olabildiğince kısık tutuyordu. “Yarın önemli biriyle iş yemeği yiyecek lüks bir restoranda. Biz de seninle gideceğiz, dışarıdan romantik bir yemek gibi görünecek ama amacımız farklı olacak.”

Kaşlarım havalanırken “Niye takip etmen gerekiyor ki?” diye sordum ancak kısılan gözleriyle attığı bakış yeterli cevabı almama yardımcı olmuştu. Tabii o bununla yetinmeyip “Bilmemek senin için daha iyi,” diye mırıldandı anlayışlı bir ses tonuyla.

“Pekâlâ,” diyerek kafamı salladıktan sonra “Gideceğimiz yer çok mu lüks?” diye sordum, çünkü valizimde genellikle günlük elbiseler vardı.

“Adamlar bayağı zengin, yani evet.”

Bugün yaşadığım onca şeyden sonra bunu dert etmeme şaşırsam da düşünceli bir tavırla “Yanımda öyle bir yerde giyecek bir şeyler getirmemiştim hâlbuki,” diye mırıldandım. Sabah erkenden çıkıp restorana uygun bir elbise satın almakla Demet’ten istemek arasında gidip gelirken aklıma gelen şeyle gözlerim kocaman açıldı. “Tabii ya! Ben bugün öyle bir elbise aldım.” Demet zorla aldırmıştı gerçi ama iyi ki de aldırmıştı. Yoksa bir de kıyafet arama telaşına girecektim.

“Sıkıntı çözüldü öyleyse?”

Bakışlarımı Aral’a çevirip başımı salladım. “Hımhım, çözüldü.” Gerçi elbise biraz değişik bir modeldi ama şıktı sonuçta.

“O halde artık yatalım. Bugün her anlamda zor bir gün oldu ve yarın da bundan kolay olmayabilir.”

“Olur,” diyerek bacaklarımı yataktan sarkıttım ve sehpaya çarptığım ayağıma dikkat ederek ayaklandım. Aral’ın dikkatli bakışlarının üzerimde olduğunu fark etsem de bunu belli edecek herhangi bir davranışta bulunmayıp birkaç adım atmayı denedim. Yürüyebiliyordum.

Bunun verdiği mutlulukla hafifçe gülümseyerek “Hala az da olsa bir sızı var ama yarına kadar geçer muhtemelen,” dedim.

“İşte bu iyi haber.”

Gülümsemem genişlerken fotoğrafı görmeden evvel halletmem gereken şeyi yaparak valizimden pijamalarımı aldım ve banyoya doğru ilerlerken “Üzerimi değiştirip yatayım,” diye mırıldandım. Aral, başını sallayarak beni onayladığında yavaş adımlarla odadaki banyoya doğru ilerledim ama boştaki elimi banyo kapısının kulpuna attıktan sonra duraksayarak başımı ona çevirdim.

Gözleri bendeydi.

Bu detay kalbimi ısıtırken hafifçe gülümseyip “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Muhtemelen ne için teşekkür ettiğimi anlamıştı ama ben yine de “Her şey için,” diyerek devam ettim konuşmama.

Dudaklarını birbirine bastırdı ve yüzüne hâkim olan anlayışla başını hafifçe eğdi.

Yüzümdeki gülümseme genişlerken önüme döndüm ve kapıyı açarak banyoya girdim.

“Hımhım, bu gece dönmüş olacağım ama sen bu gece de amcamlarda kal.”

“Peki, zaten benim burada keyfim bir hayli yerinde,” diyerek kıkırdadı Tuana. “Amcamla bir yaramazlıklar yapıyoruz ki sorma.”

Bakışlarımı aynadan çekip hoparlöre alarak yatağımın üzerine bıraktığım telefonuma çevirdim. İki işi bir anda yapmak gerekince böyle oluyordu tabii.

“Ne tür yaramazlıklarmış bunlar?” derken Tuana tam karşımdaymış gibi kaşlarımı çattım.

“Yengemi kızdıracak türden değil, eğer bunu soruyorsan,” diye cevap verdi. Tam da bunu sormuştum aslında. “Hatta bazen o bile bize katılıyor, eğlencenin dibine vuruyoruz.”

Yatağıma doğru ilerleyerek telefonumu elime aldıktan sonra “Onları fazla yorma,” diye uyarıda bulundum. “Seni kırmak istemedikleri için her isteğini kabul edebilirler ama bu onların yorulmadığı anlamına gelmez. Nihayetinde yaşlı insanlar.”

“Amcama ona yaşlı dediğini söyleyeceğim,” diyerek güldü. Kime konuşuyordum ki zaten ben? “Ama yengeme söylemem, o kırılabilir.”

“Hatırlat da İstanbul’a dönünce seni bir güzel pataklayayım Tuana,” diyerek başımı salladım.

“Hatırlatırım mutlaka,” dese de böyle bir şey yapmayacağını ikimiz de çok iyi biliyorduk. “Neyse abla, benim kurs saatim yaklaşıyor. Kapatmam lazım. Sonra bir daha konuşuruz, olur mu?”

“Olur da sen yalnız mı gideceksin kursa?”

Sivil polislerin onu anbean takip ettiklerini bilsem de uzakta olduğumdan içim rahat etmiyordu işte.

“Yok, amcam bırakacak; bugün evde ya.”

“Ha,” dedim büyük bir rahatlama hissederken. Hafta sonları amcam evde olurdu. “Anladım. Tamam o zaman, görüşürüz sonra.”

“Görüşürüz abla, kendine dikkat et olur mu?”

“Ederim, siz de edin. Çok öpüyorum.”

“Ben de,” diyerek telefona sesli öpücüklerini bıraktı Tuana. Gülümsedim ve sonlandırdım aramayı. Çok kızıyordum belki ona ama bu kadar kısa sürede bile deli gibi özlüyordum onu.

Telefonu tekrar yatağın üzerine bıraktığım sıra odanın kapısı çalındı ve Aral’ın “Müsait misin?” diye sorduğunu işittim. Gözlerim hızla aynadaki aksime kayarken dudaklarımı dişleyerek “Evet, gelebilirsin,” diye cevap verdim.

Tedirginliğimin sebebi üzerimdeki elbiseydi. Dün Demet’le mağaza mağaza dolaşırken mankenin üzerinde görmüş ve denemek istemiştim. Aslında çok beğenmiştim ve Demet de elbisenin tam bana göre olduğu konusunda bir o kadar ısrarcı davranınca satın almıştım ancak biraz sonra Aral’la gideceğimiz yer için uygun olup olmadığından emin değildim.

Aral, odanın kapısını yavaşça aralayarak içeri girdikten sonra yeşillerini üzerime dikti ve belli belirsiz bir duraksama yaşadı. Tanıştığımız ilk zamanlar olduğu gibi gözlerini bana şöyle bir dokundurup çevirmemişti başını. Baştan aşağı incelemişti beni. Bunu gideceğimiz restoran ve artık oraya ne için gidiyorsak ondan yaptığını biliyordum lakin üzerimdeki bakışlarının kalp hızımı artırdığını saklayamıyordum.

Beni inceleme süresi uzarken kendimi tutamayıp “Olmamış mı?” diye sordum ve harelerimi ondan alıp tekrar aynadaki aksime çevirdim. “Buraya gelirken yanımda sadece günlük kıyafet getirmiştim. Bunu da dün Demet’le gezerken almıştım ve bahsettiğin lüks restorana giderken giyebileceğim en uygun kıyafet bu.”

Üzerimdeki elbise yine vazgeçemediğim bordo rengindeydi ve alışılmış elbise modellerinden biraz farklıydı. Belime kadar olan üst kısmının sağ tarafı omzuma değin kapalıyken sol tarafı askılı elbise tarzındaydı ve sol tarafım belimden göğüs altıma kadar açıktaydı. Ayrıca elbisenin özellikle kalça hizası vücudumu sımsıkı sarıyordu ve bu da elbiseye olan güvenimi bir tık kırıyordu. Harika bir elbiseydi; başka bir zaman, başka bir yerde hiç düşünmeden giyebilirdim ancak Sadullah’ın evinde yaşadığım o iğrenç olaydan sonra bu tip insanların arasında cesur giyinmeye cesaret edemiyordum. Tek avuntum etek kısmının yerlere kadar uzanıyor oluşu ve yırtmacı olmayışıydı.

elbise

Saçlarımı da Demet’in yardımıyla dalgalandırarak açık bırakmış ve koyu bir göz makyajı yapmıştım ki bu, daha çok göze hitap etmeme neden olmuştu.

Aral’dan hala bir cevap alamamış olmanın verdiği sıkıntıyla başımı ona çevirip “O kadar mı abartılı olmuş?” diye sordum. “Demet’ten elbise istemeye çekindim, yani bunu neden giymediğimi sorarsa düzgün cevap veremezdim. Ayrıca yeni bir tane alacak kadar vaktimiz de yoku, bu yüzden-”

“Çok güzel olmuşsun.”

Bir anda sözlerimi keserek söylediği şey üzerine şaşkınca “Ha?” deyiverdim.

Bir elini ensesine atarak kaşırken “Kendini sıkmana gerek yok, gayet iyisin,” diye mırıldandı. Bakışları itina ile kaçınıyordu benden. “Gideceğimiz yer için de abartılı değil ayrıca, mutlaka bundan çok daha cesur kıyafetler giyen kadınlar olacaktır.”

Anlam veremediğim bir duygu kaşlarımın çatılmasına sebep olurken “Çok daha cesur kıyafetler giyen kadınlar demek,” diye mırıldandım. “Sen de bayağı bilgilisin bu konuda anladığım kadarıyla.”

“Yok, ondan değil,” diyerek yeşillerini gözlerime çevirdi. Afallamış, ne diyeceğini bilememiş gibi bir hali vardı ancak bunu umursamayacak kadar sinirli hissediyordum kendimi.

Ne oluyordu bana yahu?

“Ne öyleyse?” diye sordum, haddim değildi belki onu sorgulamak ama merak da mı edemezdim canım?

“Uzun zamandır Sadullah’ın yanında olduğum için bu tür ortamlara girip çıkıyorum. Gözlerim kapalı gezmediğim için de fark ediyorum ister istemez.”

Açıklamasının beni asla rahatlatmaması bir miktar korkmama neden olsa da konuyu uzatmak istemeyip “İyi,” diyerek arkamı döndüm ve Demet’in bugünlük ödünç verdiği siyah çantayı almak için odadaki makyaj masasına doğru ilerlemeye başladım. Ben biraz önce trip mi atmıştım? Hem de başka kadınların giydiği şeyleri biliyor diye, hiçbir şeyim olmayan bir adama…

Sahiden yapmıştım bunu.

Ve bu da fazlasıyla tedirgin ediciydi. Çünkü farkında olarak yaptığım bir şey değildi.

Fark ettiğim bu detayı Aral’ın da fark etmesinden korkarak kendimi hızla toparladım ve masadaki çantayı alıp biraz önceki konuşmamız hiç olmamış gibi rahat bir tavırla “Çıkıyor muyuz?” diye sordum. Aral benden önce üzerine bir takım elbise geçirdiği için -nereden bulduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu- hazırlanmasını beklememe gerek yoktu.

Ayrıca takım elbisenin içinde ne kadar yakışıklı olduğundan bahsetmeme de gerek yoktu. Bahsettiğim takdirde her şey daha da kötü olabilirdi zira.

Aral, başını hafifçe sallayarak “Çıkalım,” diye mırıldandı ve yeşillerini ayaklarıma indirdi. “Ayağın nasıl? O ayakkabıyla rahat edebiliyor musun?”

“İyi,” diye cevap verdim yavaşça. “Bazen sızlıyor ama sorun yok.”

“Topuğu olmayan bir şey mi giyseydin acaba?”

“O zaman elbisenin bütün büyüsü kaçardı, emin ol,” diyerek başımı salladım.

Bana baktı, sanki söylemek isteyip de söyleyemediği bir şey varmış gibi baktı, sonra da iç çekerek kapıyı işaret etti. “Haydi öyleyse.”

Önüme gelen saçlarımı omzumun arkasına bıraktıktan sonra etrafı dağınık bırakmadığımdan emin olarak yürümeye başladım. Odadan peş peşe çıkıp merdivenlerden indiğimiz sıra mutfaktan çıkmakta olan Demet’i gördük. Elindeki böreği ağzına atmak üzereyken bizi fark etmiş ve böreği ağzından çekip abartılı bir tavırla “Harika görünüyorsunuz!” demişti.

Dudaklarımı kıvırarak “Teşekkür ederiz,” dediğimde bakışları Aral’a döndü ve “Ne zaman dönersiniz?” diye sordu. Muhtemelen döndüğümüzde birlikte bir şeyler yapıp yapamayacağımızı merak ediyordu ki Aral’ın “Geç döneriz,” demesiyle asılan yüzü bunu kanıtlar nitelikteydi.

“Neyse, bu seferlik öyle olsun. İyi eğlenin, hatta bizim yerimize de bolca eğlenin.”

Yasa dışı işler yapan insanları takip ederken ne kadar eğlenilirse o kadar eğleniriz, merak etme.

Sadullah ve Ekin ortalarda görünmediği için Demet bizi yolcu etti ve yazlıktan çıkıp Sadullah’ın olduğunu tahmin ettiğim arabalardan birine binerek yola koyulduk.

Aral, hava bir hayli sıcak olduğu için klimayı açarken “Restoran çok uzak mı?” diye sordum.

“Arabayla yarım saat.”

“Takip etmemiz gereken, yani senin takip etmen gereken kişiler, seni tanıyor mu?”

“Biri biliyor,” diyerek sessizce iç çekti. “Ama zaten dün toplantı için Sadullah’ın yanına geldiğinden restoranda beni görmesi sorun teşkil etmez. Üstelik yanımda sen varken şüpheleneceği bir durum da olmaz.”

Varlığım ara sıra işe yaramıyor da değildi hani…

“Peki,” dedim, sessiz durmak bir hayli can sıkıcı olduğu için. “Çok özele girmiyorsa eğer… Sen bu adamlardan tam olarak neyi öğrenmek istiyorsun?”

Dilini dudaklarının üzerinde gezdirirken muhtemelen sorumun cevabını verip vermeyeceğini düşünüyordu. Nihayetinde dünkü sessizliğini bozmaya karar vermiş olacak ki “Silah kaçakçılığı yapıyor bu adamlar, diye cevap verdi. “Yakın bir zamanda iki tır dolusu silah çıkaracaklar ülkeden. Engel olabilmek için bunu ne zaman ve nasıl yapacaklarını öğrenmem gerekiyor.”

Dudaklarım düz bir şekle bürünürken usulca kafamı salladım. Öğrendiğim şeyin beni gerdiğinin farkına varınca daha fazla bir şey sormadım. Bazen bilmemek daha kolaydı.

Sessiz geçen yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından göz alıcı, büyük bir plazanın önünde durduk. İsmi bile yabancıydı restoranın ve her bir noktası para kokuyordu. Aral’ın buranın parasını nasıl ödeyeceğini merak etmedim değildi ancak bunu da soramazdım ya ona.

Aral, arabanın anahtarını valeye teslim ettikten sonra yanıma gelerek kolunu önüme uzattı. “Hadi gidelim.”

Giderek artmaya başlayan tedirginliğimi ve heyecanımı bastırmaya çalışarak sık nefesler alıp verirken uzanıp koluna girdim. “Gidelim.”

Seri adımlarla restoranın kapısına yöneldiğimizde içimden gecenin güzelce sonlanması için dua ediyordum. Nihayetinde Aral’ın karşı tarafın planını nasıl öğreneceği hakkında bir fikrim yoktu ve tehlikeli bir işe bulaştığımız kesindi.

Merdivenleri tırmanarak büyük döner kapıdan içeri girdikten sonra girişteki görevlinin önünde duraksadık.

“Randevunuz var mıydı efendim?”

“Var,” diyerek başını salladı Aral. “Aral Ertem adına, iki kişilik.”

Görevli kadın başını hızla sallayarak “Hemen kontrol ediyorum,” dedi ve önündeki kâğıtta göz gezdirmeye başladı. Aradığı ismi bulduğunda “Yirmi sekiz numaralı masa,” diyerek başını kaldırdı ve giriş koridorunun ucunda bekleyen bir diğer görevliye seslendi.

“Cemil Bey, misafirlerimize yirmi sekiz numaralı masayı gösterebilir misiniz?”

Adının Cemil olduğunu öğrendiğimiz görevli nazik bir gülümsemeyle “Elbette,” diyerek yanımıza geldi ve bizi yirmi sekiz numaralı masaya yönlendirdi.

Bize ait olan masaya gidene dek bakışlarımı restoran içinde gezdirmiştim ve Aral’ın söylediği çoğu şeyde haklı olduğunu anlamam çok da uzun sürmemişti. Öncelikle restoranın içi felaket derecede göz boyayıcıydı ve masalarda oturan insanlar da belli ediyordu ki buraya gelmek için zengin değil, çok zengin olmak lazımdı.

Ayrıca buradaki hanımları görünce kendi kıyafetimin basite bile kaçtığını söyleyebilirdim ki bu da biraz dumura uğramama neden olmuştu doğrusu.

Neyse ki ben etraftaki kadınları izleyerek kendime daha fazla eziyet çektirmeden masamıza varmıştık. Cemil Bey, siparişlerimizi alması için birini göndermek üzere yanımızdan ayrılırken ben de Aral’ın benim için çektiği sandalyeye oturmakla meşguldüm.

“Teşekkürler.”

Aral, kısa bir onaylamayla hemen karşımdaki sandalyeyi çekip yerleşirken bakışlarının dikkatle etrafta gezindiğini fark ettim. Benim gibi restoranın ve restorandaki kişilerin şıklığından ziyade aradığı adamların gelip gelmediğine bakıyor olmalıydı.

Birkaç dakika içinde yanımıza gelen garsona siparişlerimizi verdikten sonra “Dediğin kadar varmış,” diye mırıldandım laf olsun diye. “Fazlasıyla gösterişli bir yer.”

Aral, masadaki cam şişenin kapağını açarak önündeki büyük bardağa su koyarken “Öyle,” diye mırıldandı. “Bu tür insanların kendilerini layık gördükleri, dışı gösterişli ama içi boş bir yer işte.”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Anlaşılan bu tür ortamlardan hiç hoşlanmıyordu.

Bardağa koyduğu suyu usulca yudumladığı sıra iki garson gelerek siparişlerimizi masaya yerleştirdi. Ben onlara teşekkür ederek gönderirken Aral da garsonların masamızda yaptığı kalabalıktan faydalanarak gözlerini rahatça etrafta gezdirmişti.

Çatal ve bıçağımı alarak tabağımdaki etten yemeğe başlarken normal bir konudan bahsediyormuşçasına “Bulabildin mi?” diye sordum. Kendi yemeğine tuz koyarken “Senin arkandalar,” diye cevap verdi. “Üç masa gerideler.”

“Planlarını nasıl öğrenmeyi düşünüyorsun peki?”

“Gizli saklı işlerinden öyle ulu orta bahsedemezler,” diye mırıldandı yavaşça. Oldukça sakin görünüyordu lakin yakınında bulunduğum için çenesinin gerildiğini fark edebilmiştim.

Verdiği cevaptan çok bir şey anlamasam da başka bir şey sormadım ve onu düşünceleriyle baş başa bıraktım. Zira gereksiz konuşarak dikkatini dağıtmak istemiyordum.

Bir süre sessizce yemeğimizi yedikten sonra içeceğimi yudumlarken “Biri kalktı,” diye mırıldandı Aral. Yerinde dikleşmişti. “Muhtemelen diğeri de peşine düşecektir.”

Gerildiğimi hissederek bardağımı masaya bırakırken “Ne yapacağız?” diye sordum. Aral’ın bakışları beni buldu. Oldukça düşünceli bakıyordu.

“Hasta numarası yapabilir misin?”

“Hım?”

“Sancı girmiş gibi falan yani… Yapabilir misin? Mideni tutarak şu ilerideki görevlilere lavabonun yerini sor, ben de birkaç dakika sonra peşinden geleceğim. Ama sakın ben seni çağırmadan çıkma lavabodan, olur mu?”

Hissettiğim gerginlik artarken “Tamam,” dedim, kısık bir ses tonuyla. Altı üstü mideme kramp girmiş gibi davranarak lavabonun yerini soracaktım. Bunu yapabilirdim herhalde.

“Hadi, o zaman.”

Başımı salladım ve sessizce soluklandıktan sonra yüzümü buruşturarak ayaklandım. Masanın kenarındaki çantamı elime alırken role girerken “Ben bir lavaboya gitsem iyi olacak,” dedim.

Aral’ın yüzü endişeli bir hale bürünerek beni bir hayli şaşırttığında “Gelmemi ister misin?” diye sordu. Bu gösteriyi çevre masalarda oturanlar için sergilediğimizin farkındalığıyla “Gerek yok,” dedim. “Ben hallederim.”

“Peki, o halde.”

Masaya arkamı dönerek Aral’ın bahsettiği görevlilere doğru ilerlerken yüzüm oldukça asıktı ve boşta olan elimi aralıklarla karnıma yerleştirerek rahatsız olduğumu göstermeye çalışıyordum.

Ona doğru ilerlediğimi fark eden görevlilerden biri yönünü bana çevirirken yanına varıp “Lavabo neredeydi acaba?” diye sordum.

“Şu tarafta efendim. Bir sorun mu var?”

Kafamı sallayarak “Midem biraz kötü de,” diye cevap verdiğimde; “Lavaboya kadar eşlik etmemi ister misiniz?” diye sordu.

“Sizi oyalamak istemem, ben hallederim.”

“Bu benim görevim efendim, lütfen böyle buyurun.”

Daha fazla itirazın göze batacağını düşündüğümden “Peki,” diyerek görevli kadının yardımını kabul ettim.

Birlikte uzun bir koridora girdiğimizde bir yandan hasta rolü yapmaya devam ediyor bir yandan da çaktırmadan etrafı süzüyordum. Tuvalet koridoru bile oldukça gösterişliydi.

Kadınlar tuvaletinin önüne geldiğimizde “Sizi beklememi ister misiniz?” diye sordu görevli. İçten içe bu ilgiyi bütün müşterilerine gösterip göstermediğini sorgularken “Gerek yok. Hem işinizden alıkoymak istemem sizi,” diyerek başımı salladım. “Bir sorun olursa nişanlımı çağırırım zaten.”

Nihayet beni bırakmayı kabul edip “Peki, efendim,” diyerek yanımdan ayrıldığında rahatlayarak derin bir nefes verip lavabodan içeri girdim. Zira bir ara kadının benimle birlikte lavaboya gireceğinden endişe etmeye başlamıştım.

İçeride kimsenin bulunmadığı lavabonun oldukça lüks olduğunu görünce kafamı sallamadan edemedim. Görevlinin bu kadar ilgili olmasına şaşmamak gerekti. Böylesine lüks bir yerin kazancı muhtemelen dudak uçuklatırdı.

Tuvalette ne kadar durmam gerektiğini bilmediğimden ve biri geldiği takdirde beni böyle boş boş dururken görürse şüphelenebileceğini düşünerek tuvalet kabinlerine doğru ilerlemeye başladım. Stresten tuvaletim gelmişti zaten, hazır buradayken halletmek iyi olacaktı.

En sondaki kabine girerek işimi hallettikten sonra dışarı çıkıp oyalanarak ellerimi yıkadım. Makineden kopardığım peçeteyle ellerimi kuruladığım sıra iki kadın girdi içeriye. Dikkatlerini çekmek istemediğimden onlara arkamı dönüp aynaya yaklaştım ve yemek yerken silikleşen rujumu tazelemeye koyuldum.

Kadınlar, gülüşerek sohbet ederlerken telefonumun titrediğini fark edince rujumun kapağını hızla kapattım ve telefonumu elime aldım. Aral mesaj atmıştı.

Gönderen: Aral

Lavabonun önündeyim. Rahatsızmış gibi yaparak dışarı çık.

Antalya’ya gelmeden evvel rehberdeki ismini bir kez daha değiştirmiştim. Zira herhangi bir gaflet anında Demet’in, Aral’ı başkomiser diye kaydettiğimi görmesi bizim için felaket olurdu.

Aral’a cevap yazmakla uğraşmayıp rujumla telefonu hızla çantanın içine attıktan sonra aynadan kendime kısa bir bakış atıp iyi göründüğüme emin olarak dış kapıya yöneldim. Kadınlardan biri tuvalete girdiği, diğeriyse makyaj tazelemekle meşgul olduğu için benimle ilgilenen olmamıştı.

Elimi kapı kulpuna attığım an rolüme bürünerek yüzümü buruşturdum ve dışarı çıktım. Aral, beni görünce neden yanında durduğuna anlam veremediğim görevli kızı -beni buraya getiren kızdı- arkada bırakarak bana doğru ilerlemeye başladı.

“Nasıl oldun canım? Gelmeyince merak ettim.”

Bu kadar gergin olmasaydım ilgili sevgili rolü karşısında küçük dilimi yutabilirdim herhalde.

Boştaki elim karnıma giderken “Sancım daha da arttı,” diye mırıldandım.

“Yemeklerimiz sürekli kontrolden geçiyor efendim, dokunmuş olabileceğini pek düşünmüyorum.”

Kadın, muhtemelen görevi gereğince restoranı korurken kollarını etrafıma sararak beni göğsüne çeken Aral, “Yemeklerle ilgili bir şey değil zaten,” diye açıklama yaptı nazik bir ses tonuyla. “Nişanlımın bazı sağlık sorunları var. Biraz hava almak ona iyi gelebilir. Restorana girmeden dışarı çıkabileceğimiz ikinci bir kapı var mı acaba?”

Kadın restorana suç atmadığımız için rahatlamış olsa gerek “Tabii tabii var,” diyerek ilerideki bir kapıyı işaret etti. “Personel kapısından restoranın arka tarafına çıkarabilirim sizi.”

“Yardımcı olursanız çok sevinirim,” diyen Aral’ı kafasını sallayarak onaylayan kadın önümüze düşerek “Beni takip edin lütfen,” dedi.

Nereye ve ne için gittiğimiz hakkında bir fikrim olmasa da rolüme devam ettim. Görevli kadın, bizi kutularla ve temizlik malzemeleriyle dolu bir odaya soktuktan sonra büyük odanın diğer ucundaki demir kapıya doğru ilerledi. Kapılarda okuduğum uyarılara bakılırsa personel harici giremiyordu buralara. Muhtemelen tüm bu oyun da dikkat çekmeden burada bulunabilmek içindi. Allah bilir başkomiserin zihninde tür fikirler cirit atıyordu…

Kadın bizi önü yüksek tellerle kapatılmış küçük bir açık alana çıkardığında “Çok sağ olun,” diye mırıldandı Aral, sahici bir minnettarlıkla. “Nişanlım biraz daha iyi olduğunda geldiğimiz yerden geri döneriz.”

Kadın, Aral’ın sözlerindeki gizli mesajı alarak başını salladı ve “Bana ihtiyacınız olursa içeride bekliyor olacağım,” diye mırıldandı. İçeriden kastının restoranın içi olduğunu umarak yorgun çıkarmaya çalıştığım ses tonumla “Çok teşekkürler,” diye mırıldandım.

“Ne demek, görevim. Umarım kısa zamanda iyi olursunuz. Geçmiş olsun.”

Başımı sallayarak onu onayladığımda kadın Aral’a son bir bakış atıp çıktığımız kapıdan içeriye girerek gözden kayboldu. Aral, muhtemelen kadının gittiğinden emin olabilmek için bir süre daha aynı pozisyonda beklememizi sağladı.

Gerçi benim açımdan hiçbir sorun yoktu, zira kokusu aklımı başımdan almış durumdaydı ki yüzümdeki acı dolu ifade bir nebze de bundan dolayıydı. Resmen ona doğru çekiliyordum ve bu olmaması gereken bir şeydi. Onu fark etmemeliydim. Kokusu, yüzü, gözleri, kısacası hiçbir şeyi hoşuma gitmemeliydi. Gitmemek zorundaydı!

“Gitti sanırım.”

Aral, kollarını benden ayırdıktan sonra yavaşça gerileyip etrafı kolaçan etti. “Evet, kimse yok.”

İki büklüm durmaya bir son vererek doğruldum ve kendimi bir sahtekâr gibi hissetmekten alıkoyamazken “Ne yapacağız şimdi?” diye sordum.

“Adamlar peş peşe kayboldular ortalıktan. Buralarda bir yerde olduklarına eminim.”

Kaşlarımı çatarak ona döndükten sonra bundan nasıl emin olabildiğini soracaktım ki işaret parmağını dudaklarının üzerine koymasıyla bundan vazgeçtim.

“Şu an gereksiz muhabbet edecek vaktimiz yok, hızlı olmalıyız. Hadi gel.”

Konuşmamı gereksiz olarak görmesi beni bir hayli kırmıştı doğrusu. Haklı olması kırılmamı engellemezdi sonuçta. Lakin bunu söyledikten hemen sonra uzanıp elimi tutarak beni peşinden sürüklemeye başlaması kırgınlığımın boğazımda kalmasına neden olmuştu.

Elleri ne kadar da sıcaktı!

Teninden yayılan elektrik benim vücuduma yayılıyormuş gibi hissederken hiçbir tepki vermeden peşinden ilerlemeye başladım ancak bu kısa sürdü. Zira şaşkınlığıma rağmen ayağımdaki topukluların böyle bir sessizlikte çıkardığı takırtıları çok net işitebiliyordum.

Aral, elimi bırakmadan çatık kaşlarıyla bana döndükten sonra “Sana bu ayakkabıları giymemen gerektiğini söylemiştim,” diye homurdandı. İşini istemeyerek de olsa baltaladığım için kızmış görünüyordu.

“Ne yapsaydım?” diye sordum burnumu havaya dikip. “Bu elbisenin altına spor ayakkabı giyerek moda tarihine mi geçseydim?”

Aral, bana laf yetiştirmekle uğraşacak vakti dahi olmadığından olsa gerek (!) kafasını iki yana salladıktan sonra elimi birden bıraktı ve bana, teninin bıraktığı boşluğun sıkıntısını yaşayacak vakit tanımadan kolunu sıkıca belime dolayarak beni havaya kaldırdı.

Evet, sahiden beni bir çocuk gibi havalandırmıştı ve ayaklarım yere değmiyordu!

Üstelik parmakları elbisemin açık bıraktığı tenime yapışmış vaziyetteydi ve bu da kalp atışlarımı arşa çıkarmıştı!

Sarsılan dengem yüzünden kollarımı boynuna sararken başımı eğerek “Ne yapıyorsun?” diye sordum şaşkınca. Beni havaya kaldırdığı için saçları çene hizama ancak gelebiliyordu.

Etrafa kısa bir bakış attıktan sonra bulunduğumuz yerin sol tarafına doğru ilerlemeye başlarken “Kucağıma alsam daha çok dikkat çekerdi,” diye cevap verdi yavaşça.

“Ben seni orada beklerdim,” diye mırıldandım, şaşkınlıktan düzgün cümle kurmada zorluk çekerken.

“Önüme herhangi bir görevli çıksa ne diyeceğim ona? Nişanlım rahatsızlandı ve ben de onu bırakıp gezintiye çıktım, mı?”

Her şeye de bir cevabı vardı!

Başımı havaya kaldırıp karanlık gökyüzüne bakarken kendi kendime omuz silktim. Beni taşımaya bu kadar meraklıysa kendi bilirdi.

Birkaç dakika boyunca sessizce geçtiğimiz yerleri izleyerek içten içe ona ağır gelip gelmediğimi sorgularken duyduğumuz fısıltıyı andıran seslerle duraksadık. Daha doğrusu Aral duraksadı, ben de endişeye kapılarak boynuna daha çok yapıştım.

Aral, hızla duvar dibine çekilerek beni yere bıraktıktan sonra eliyle sessiz olmamı işaret edip önüne döndü ve karanlık yüzünden göremesek de seslerini işitebildiğimiz adamların konuşmasını dinlemeye başladık.

“Tırlar ne zaman geçecek Bulgaristan’a?”

Duyduğum ses oldukça kalın ve taraklıydı. Buna rağmen endişeli olduğu da fark edilmiyor değildi.

“Biri yarın, diğeri salı günü çıkacak yola.”

“Peki, bizimki ne zaman çıkacak?”

“Onu Sadullah’ın şüphelenmemesi için cuma günü göndereceğiz. O zamana kadar da Şile’deki eski fabrikanın önünde saklayacağız.”

“Bir aksilik çıkmaz değil mi? Sadullah’ın arkasından ilk defa iş çeviriyorum ve yakalanırsak bize ne yapacağını sen daha iyi bilirsin.”

Kaşlarım hayretle havalandı. Burada ne işler dönüyordu böyle?

“Bu kadar korkak olma. Hem daha ne kadar o herifin köpeği olarak yaşamaya devam edebilirsin ki? Bu sayede dünyanın parasını kazanacaksın. Birkaç sefer sonra da kaçar gidersin yurtdışına. Kim, nasıl bulabilir seni?”

“Doğru diyorsun. Her neyse, daha fazla oyalanmadan içeri geçsek iyi olur. Yokluğumuz dikkat çekmiştir.”

“Tamam, hadi geç.”

Adamların adım seslerini duyduğum sıra tam yanımda bir gürültü olduğunda çığlık atmamak için ellerimi ağzıma kapayarak Aral’a yapıştım. Adamların biri “Nereden geldi lan bu ses?” diyerek adımlarını saklandığımız yere çevirince bakışlarım kenardaki çöpü deviren kedi yavrusuna takıldı. Aral da onu görmüş olacak ki kısık bir sesle küfrettikten sonra beni kucağına aldığı gibi koşmaya başladı.

Endişeden bayılmaktan korkarak Aral’a iyice sokuldum. Aral, saniyeler içinde görevli kızın gösterdiği personel odasına girdikten sonra kapıyı kapatmakla uğraşmayarak odadaki kutuların arkasına geçti. Beni kucağından bırakmadan olduğu yere çömdüğünde burnum boynuna değer vaziyetteydi. Yakalanacak olmanın verdiği korku öyle büyüktü ki kalbim boğazımda atıyormuş gibi hissediyordum.

Ellerimle ceketini sıkıca kavramış haldeyken Aral da buraya kadar koştuğundan derin nefesler alıp vererek elini sırtımda gezdiriyordu. Bunu sakinleşmem için yaptığının farkındaydım ve adım seslerinin odadan içeri girdiğini duyana dek başarılı olduğunu da söyleyebilirdim.

Lakin adamların nefes seslerini işitmeye başladığımda soluk alamamaya başlamıştım.

“Kimse yok işte. Ben dedim, kedi çıkarmış onca gürültüyü. Hadi gidelim, yokluğumuz çok dikkat çekmiştir.”

Konuşan, Sadullah’ın arkasından ilk kez iş çevirdiğini itiraf eden kişiydi.

“Emin olmakta fayda var. Konuştuklarımızı biri duyarsa neler olur, biliyorsun değil mi?”

Adamın yutkunuş sesini olduğum yerden dahi işitirken mümkünmüş gibi biraz daha sindim Aral’ın göğsüne. Ceketini tutan ellerimi öyle sıkmıştım ki uyuşmaya başlamışlardı.

“Tamam, işte. Kimse yok, gördük. Biri fark etmeden yürü gidelim.”

Öteki adamdan bir ses çıkmasa da uzaklaşan adım seslerine bakılırsa diğer adamla aynı fikirdeydi.

Adamların tamamen gittiklerinden emin olabilmek için dakikalarca pozisyonumuzu bozmadan oturduktan sonra Aral, sırtımda gezinen elini saçlarıma çıkarıp “Sakinleş artık, Doktor,” diye mırıldandı. “Gittiler.”

Gittiklerinin farkındaydım lakin o kadar çok korkmuştum ki sakinleşemiyordum. Kalbim hala çılgınca çarpıyordu. Hava alabilmek için başımı gömdüğüm yerden çektim ve bakışlarımı yeşillerine çevirerek “Bu hep böyle mi?” diye sordum. Oldukça kapalı bir şekilde sormuştum ama o anlamıştı ne demek istediğimi.

Her an tehlikenin kucağında olmak böyle bir şey mi?

Bizi fark etselerdi ölecek miydik?

Dudakları usulca kıvrılırken başını arkasındaki duvara yasladı ve gözlerini kapadı.

“Hayatıma hoş geldin, Doktor.”

Kalpleriniz pır pır mı acaba şu an asdfghjkjhgfdsdfghj

Nihayet gerçek ekşınlı bölümlere girebildiğimiz için oldukça mutluyum :D

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen.

Bölüme geçersek, Tamay’ın geçmişi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Aral’ın, Tamay’ı gerçek bir ilgiyle dinlemesi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ekşın mekşın derken sürekli kucak kucağaydılar, fark ettiniz değil mi? zsxdcfvbvcvsafvgsdf

Sizce onlar da fark etmişler midir bunu?

Yazmaktan çok keyif aldığım bölümdü, gelme hızından de bellidir umuyorum. Desteğinizi ve ilginizi görmek beni daha da heveslendiriyor inanın. Bu yüzden paragraf aralarını doldurmayı rica ediyorum eksik etmeyin.

Yeni bölümde görüşene dek, kendinize çok iyi bakın!

 

 

 

 

 

Loading...
0%