Yeni Üyelik
18.
Bölüm

BÖLÜM - 18

@bayanclara

“Pişt! Alo? Kime konuşuyorum kızım ben ya?”

Yasemin’in önümde salladığı eli fark ettiğimde bakışlarım ona dönmeden evvel kafamı hafifçe iki yana salladım.

“Dalmışım, kusura bakma Yasemin. Ne demiştin en son?”

“Önümüzdeki hafta sonu Gökhan’ın yeğeninin düğünü var ama benim orada giyebileceğim bir elbisem yok diyordum. Malum Gökhan’ın sülalesi padişah soyundan olduğu için fazlasıyla dikkatli ama şık giyinmem gerek.”

Son cümlesini gözlerini devirerek söylemesi hafifçe gülümsetmişti beni. Yasemin Gökhan’ın birinci dereceden akrabaları dışındakilerle pek anlaşamazdı. Hatta birinci dereceden olanların da çeyreğiyle falan anlaşırdı ki bunu da onları alttan alarak başarıyordu.

“İnternetten baktın mı bir şeyler?” diye sordum önümdeki pilavdan bir kaşık almadan hemen önce. Pek iştahım yoktu aslında ancak sabah da doğru düzgün kahvaltı etmediğimden güçten düşmemek için yemem gerekiyordu.

“Hıı, baktım ama doğru düzgün bir şey bulamadım. Bir tane elbise azıcık hoşuma gider gibi olmuştu, onun da bedeni yokmuş. Mecbur bir hastane çıkışı Sare’yi anneme bırakıp alışverişe çıkacağım.”

“Tuana’ya söyle, baksın senin için bir şeyler. Elbise bulma konusunda üstüne yoktur, biliyorsun.”

Suyundan içerek kafasını salladı. “Biliyorum, biliyorum. Söylerim de senin neyin olduğunu bana kim söyleyecek?”

Yanaklarımı şişirerek ofladıktan sonra elimdeki kaşığı masanın üzerine bıraktım ve kendimden pek emin olamasam da gözlerimi Yasemin’e diktim. O benim en yakın arkadaşımdı, onunla konuşmayacaktım da kiminle konuşacaktım? Kendi başıma halledemeyeceğimi dün gece tüm yorgunluğuma rağmen uyku girmeyen gözlerimden gayet iyi anlamıştım.

“Yasemin… Bana bir şeyler oluyor. İstemediğim, asla izin vermediğim ama buna rağmen olan şeyler.”

İnce kaşları çatıldı ve “Anlamıyorum,” diyerek başını salladı. “İshal gibi mi yani?”

Ciddi olduğunu fark edince “Ay, hayır, tabii ki,” dedim ve sesimi biraz daha alçaltarak “Öyle bir şey değil,” diye mırıldandım.

“Nasıl bir şey peki? Doğru düzgün anlatsana kızım ya.”

Öğle aramız kısıtlı olduğu için lafı daha fazla uzatmadım ve tek celsede bitirdim bu işi. Zaten dün gece İstanbul’a vardıktan sonra Aral beni evime bıraktığından beri düşünmekten bir hal olmuştum. Ne kadar kabullenmek istemesem ve inatla kendimden kaçmaya çalışsam da gerçekleri yok sayamamıştım.

“Ben… Ben galiba Aral başkomiserden etkileniyorum.”

İtirafım karşısında arkadaşımın ağzı kocaman açıldı ve bana öylece bakakaldı. Bu tepkiyi beklediğim için bozuntuya vermedim ve sözlerimi sindirmesini bekledim.

Aradan geçen saniyelerin ardından biraz kendine gelmiş olacak ki “Ciddi misin sen?” diye sordu.

“Bana onun yakışıklılığından bahseden ve ona başka gözle bakmamı söyleyen sendin, niye bu kadar şaşırıyorsun?”

Aramızdaki masaya biraz abanarak yüzünü benimkine yaklaştırdıktan sonra “Kızım ben dalga geçiyordum ya,” diye mırıldandı hayretle. “Tamam, olmasını isteyerek söylemiştim, kabul ediyorum ama… Gerçekleşeceğini düşünmemiştim yani.”

“Âşık olduğumu söylemedim zaten, sakin ol,” dedim yavaşça. “Etkileniyorum sadece. Belki bir tık fazlası, yani hoşlanıyor da olabilirim.” İç çektim. “Aslına bakarsan tam olarak ne hissettiğimin ben de farkına varamıyorum ama bir şeyler hissettiğimden eminim.”

Gözlerini kırpıştırdı. “Tamay, o uğursuz heriften sonra ilk kez birinden etkilendiğini söylüyorsun. Bunun senin adına ne kadar büyük bir adım olduğunun farkındasın, değil mi?”

“Farkındayım. Aslında bu yüzden kabullenmekte ve kendimle yüzleşmekte bu kadar geç kaldım. Ama dün yaşananlardan sonra ne kadar istesem de kendime kaçacak yer bırakamadım.”

“Dün yaşananlar mı?” diye sordu hemen. “Ne yaşandı ki dün?”

“Biz,” dedikten sonra kısa bir an duraksadım, zira gerçeklerin arasına yalan serpiştirmem gerekiyordu. “Yani bizim gittiğimiz otelde fazladan boş oda olmadığı için iki kişilik tek oda tuttuk.”

Gözleri irice açıldı. “Aynı odada kaldınız yani?”

“Farklı yerlerde yatıyorduk, abartılacak bir şey yok.”

“Yok, canım… Ne abartacağım? Zaten herkes herkesle aynı odada ama farklı yataklarda yatabilir, bu çok normal bir şey.”

Oflayarak “Şimdiden böyle yapacaksan anlatmayacağım,” deyince ellerini hızla havaya kaldırıp teslim olurmuş gibi yaptı. “Tamam, tamam, demiyorum bir şey. Devam et.”

Gözlerimi kısarak ona bakmaya devam ettiğimde “Tamam, dedik ya kızım! Hadi devam et. Bak, gidip Aral’a sorarım ha,” diye tehdit etti beni.

İşin kötü yanı ciddi ciddi Aral’a gidip aramızda geçenleri sorabilecek biri olduğunu biliyordum. Bu yüzden daha fazla nazlanmayıp hafiften utanarak anlatmaya devam ettim.

“Sen bana o fotoğrafı attığında tektim odada, Aral sonradan gelecekti. Pijamalarımı giyip yatacaktım ben de zaten ama bunu gerçekleştiremeden mesajına baktım. Bozuldum tabi… Beklediğim ve bildiğim bir şey olsa da tanık olmak daha farklı oluyor. Baktım odanın içinde daralıyorum, balkona çıktım. Telefonum elimde ve fotoğraf da açık hala. Öyle düşüncelere dalmış gitmişim, Aral yanıma gelip omzuma örtü bırakınca geldim kendime. Gördü tabii o da. Uğur’un kim olduğunu da anlamış. Karşıma geçip aynı senin gibi kendime neden bunu yaptığımı sordu bana. Kızdı desem daha doğru olur hatta. Gücüme gitti tavrı, hele o psikolojiyle daha çok alındım. Kalkıp gidecektim yanından, bunu gerçekleştirmek için de ayaklandım hatta ama ayağımı balkondaki sehpaya çarparak yere düştükten ve birden hıçkırarak ağlamaya başladıktan sonra gerçekleştiremedim bu hedefimi tabii.”

Yasemin, kocaman açılmış gözleriyle bana bakarken “Şaka yapıyorsun?” diye mırıldandı, hayretle. Dudaklarımı büzerek başımı salladım iki yana. Bunun için hala utanıyordum.

“Keşke yapsaydım…”

“Sonra ne oldu peki? Ne tepki verdi Aral?”

“O ruh haliyle tepkisini çok kavrayamadım ama gelip yanıma diz çöktü ve benim kendime yararım olmadığını fark edince beni kucaklayarak içeri götürdü.”

“Kucaklayarak? İçeri götürdü? Seni?”

Beni ikinci kez kucaklayıp Sadullah’ın adamlarından kaçırdığını söylesem bayılır mıydı acaba?

“Evet, götürdü. Beni yatağa bırakmak istedi ama ben onu bırakmadım.”

Yasemin, şokla elini ağzına kaparken işaret parmağımı havaya kaldırıp “Psikolojik olarak berbat bir durumdaydım, lütfen yadırgama,” diye uyardım onu.

“Şu an şok geçiriyorum,” diyerek başını salladı. “Yadırgayacak hal mi bıraktın insanda?”

“Of, biliyorum, çok utanç verici… Hiç bana yakışmayacak hareketler ama ne bileyim, ayağımı vurunca saldım kendimi. Tarif bile edemiyorum yani hislerimi.”

“Ee, sonra? Sonra ne oldu?” diye sordu hızla. Heyecanlanmıştı.

“Beni bırakamayacağını, daha doğrusu benim onu bırakmayacağımı anlayınca kucağında benimle birlikte yatağa oturdu. Sonra ben de ona başımdan geçenleri anlattım.”

“Kucağında seninle birlikte? Yatağa oturdu? Oha!” Şaşkınlıkla gülerek kafasını salladı. “Ve sen de başından geçenleri anlattın ona? Yani o uğursuz herifi?”

“Evet, Yasemin. Ben de kendimden beklemezdim böyle bir şeyi ama çok şey birikmişti içimde. Size doğru düzgün anlatamıyorum, çünkü sinir krizleri geçirip içimi dökmeme izin vermiyorsunuz.”

“Ama biz-”

“Aması falan yok, doğruyu söylüyorum,” diyerek kestim sözünü. “Amcam da sen de onun adını duyar duymaz deliriyorsunuz. Bana da üzülmeye hakkım yokmuş gibi davranıyorsunuz. Sizi anladığım için bunu sindirmeye çalışıyorum ama benim de beni kızmadan dinleyecek birilerine ihtiyacım olabiliyor.”

“Ve bunun için de Aral’ı seçtin,” diyerek başını salladı. “Böyle davrandığım için gerçekten çok üzgünüm ama o herifin adın bile duymaya katlanamıyorum, Tamay. Katıksız bir nefret var içimde. Öyle ki Amerika’yı basıp o aptalı eşek sudan gelene kadar dövmek istiyorum. Doktor olduğum halde!”

“Biliyorum, biliyorum. Bunun için sana kızmıyorum zaten ama beni de anla istiyorum.”

İç geçirerek yerinde dikleşti. “Tamam, şu an konumuz o uğursuz herif değil. Sen ve senin başkomisere olan hislerin. Ay, çıldıracağım, sonunda birinden hoşlanıyorsun kızım ya!”

“Bence bu mutlu olunacak bir haber değil, tam tersi ağlamamız gerekiyor.”

“Aa, o niyeymiş yahu? Kutlama yapmamız lazım, kutlama!”

“Bana o gözle bakmayacak birinden hoşlandığım için mi? Güldürme beni…”

“Niye bakmasın? Cillop gibi kadınsın. Taşsın, kızım, taş. Bir yudum susun. Kara kaşlı, kara gözlü, esmer bir afetsin. Senden hoşlanmayacak da kimden hoşlanacak bu adam?”

“Ay, Yasemin sen de yani,” diyerek güldüm. “Adam yalnız güzelliğime bakarak hoşlanacaksa benden zaten…”

“Niye? Sen onun yakışıklılığından etkilenmedin mi yani? O kumral saçlarından, yeşil gözlerinden hiç mi hoşlanmadın?”

Benim Aral’da dikkatimi çeken ilk şey, o parlak yeşil gözleri olmuştu hâlbuki.

“Yani tamam, dış görünüş de önemli tabii,” diyerek kıvırmaya çalıştım. “Ama her güzel ya da yakışıklıdan hoşlanacağız diye bir kanun da yok.”

“Herhalde de senin huyunu suyunu en iyi bilen kişi olarak sana âşık olan kişinin yaşayacağından da eminim yani.”

Yasemin’in sözlerine cevap vermekten kaçınarak asıl aklıma takılan ve beni uyutmayan şeyi söyledim ona. “Bence Aral’ın da pek iyi olmayan bir geçmişi var.”

Şaşırdı. “Nasıl yani?”

“Yani o soğuk hallerinin, uzak tavırlarının arkasında bir şey yatıyor gibi. Hatta eminim bundan. Dün ona Uğur’u anlattığımda beni anladığını söyledi. Sana bu not işleri ilk başladığı zaman bana karşı takındığı tavırdan bahsetmiştim, hani şu terk edildiğimi söylediğimde yaptığı şeyler… Onun için de özür diledi.”

“Onun da geçmişte terk edildiğini düşünüyorsun o halde?” diye sordu, düşünceli bir halde.

“Hayır,” diyerek başımı salladım iki yana. “Tam tersi, karşısındaki kişi kötü bir şey yaptığı için onu terk ettiğini düşünüyorum.”

Kaşları hayretle havalandı. “Cidden böyle bir şey olmuş mudur?”

“Yani kesin konuşamam elbette ama dün gece uzun uzun düşündüm. Takındığı tavırlar, söylediği sözler, yaptığı imalar ve hatta arabasında bulunan şarkı listesi bile bu öngörümü kanıtlar nitelikte. Tabii bence.”

Düşünceli bir tavırla “Haklı bile olsan bu seni niye ümitsizliğe düşürsün?” diye sordu. “Geçmişinde yara aldı diye ömrünün sonuna kadar yalnız kalacak değil ya.”

Suyumdan birkaç yudum aldıktan sonra “Sana bir şey söyleyeyim mi?” diye mırıldandım. “Başından geçen her neyse onu hayata küstürmüş olmalı. Çünkü kendini hiç düşünmüyor.”

“Anlamadım, nasıl yani?”

“Şimdi biz sık sık görüşmek zorunda kaldığımızdan bazı şeylere şahit oluyorum. Daha doğrusu duyuyorum.”

“Ne gibi şeyler?” diye sordu merakla. Detaya giremeyeceğim için söyleyeceklerimi yontmak zorundaydım.

“Çok tehlikeli bir işi var, senin de bildiğin gibi. Ama sanki Aral çok daha fazla içine giriyor tehlikenin. Yani mesela bir keresinde ikizinden duymuştum, böyle önemli operasyonlar falan olunca adı ilk geçen kişi oluyormuş. Kendini tamamen mesleğine adamış yani. Hatta bir keresinde bu mevzulardan konuşurken kendisinin önemli olmadığını bile söylemişti bana.”

“Şaka yapıyorsun?”

İç çektim. “Çok ciddiyim. Onunla nasıl tanıştığımızı hatırlasana, bıçaklanarak gelmişti hastaneye. Yürüyecek hali olmamasına rağmen tek başınaydı, benim yardımımı bile istememişti. Kendini asla düşünmüyordu. Arel bile o zaman kaçırdığı kapkaççı yüzünden çok sinirli olduğundan bahsetmişti.”

“Çok kafam karıştı ama benim şu an,” diyerek dudaklarını büzdü. “Aşırı mantıklı konuşuyorsun ve bu benim canımı sıktı doğrusu. Adamı bu hale getiren ne olmuş olabilir ki?”

“Aklıma ilk gelen şey ihanete uğramış olabileceği.”

Dirseğini masaya, çenesini de eline yaslayarak “Haklı olabilirsin,” diye mırıldandı düşünceli bir ifadeyle. Sonra da birden yerinde dikleşip “Aman Tamay sen de ha,” diyerek kızdı bana. “Bir varsayım üzerinden senaryo yazdın, beni de kendine alet ettin be kızım. Ne yani sırf bu olabilirler yüzünden bunca zaman sonra hoşlandığın ilk adamdan vaz mı geçeceksin? Belki de bu adam çocukluğundan beri böyledir, başından bir şey geçmemiştir ve yalnızca yontulmaya ihtiyacı vardır. Olamaz mı? Gayet de olabilir!”

Bu sefer dudaklarını büzen bendim. “Öyle mi diyorsun?”

“Tabii ya. Kendi kendine bu kadar çok düşünürsen kurarsın da kurarsın tabii. Sırf ihtimallere ve kendi çıkarımlarına göre hareket etmen kadar aptalca bir şey olamaz.”

“Ya haklıysam?” diye direttim.

“Ya değilsen benim canım arkadaşım?”

Omuzlarımı düşürerek ofladım. “Ne yapacağım ben o halde?”

Uzanıp masanın üzerindeki elimi tuttu. “Zamana bırakacaksın elbette. Kendini kısıtlamaya ve yakışıklı başkomiserden uzaklaştırmaya çalışma. Su akar yolunu bulur, her şey olacağına varır ve bir de bakmışsın ki Sare’ye kardeş yapmışsınız!”

Son cümlesine kadar her şey yolundaydı hâlbuki.

“Çüş yani Yasemin! Ben ne diyorum sen ne diyorsun kızım ya?”

Elimin üzerini pohpohlayarak geri çekilip sandalyesine yaslandı. “Aşırı keyiflendim diyorum. Bence bu haberin üstüne bir keyif kahvesi içilir, ha ne dersin?”

Ağzımı bile açmama izin vermeden ayağa kalktı.

“Harika, dersin tabii, başka ne diyeceksin değil mi?” diyerek güldü. Delirmişti galiba. “Ben hemen iki kahve kapıp geliyorum. Ay çok mutluyum dostlarım, çok!”

Salına salına kantine doğru ilerlemeye başladığında kafamı iki yana salladım. Bunca zamandır sandığımdan da kötü halde olmalıydım ki arkadaşım birinden hoşlandığımı duyunca dünyalar onun olmuş gibi davranmaya başlamıştı.

Sahi, ben bundan sonra Aral’ın yüzüne nasıl bakacaktım?

Önümdeki nota defterini karıştırarak kendime çalacak yeni bir parça aradım ve çok geçmeden bulduğumda parmaklarımı piyanomun tuşlarına yaslayarak çalmaya başladım.

Mesai sonrası eve geldiğimde Tuana’yla birlikte güzel bir akşam yemeği yemiş ve kardeşimi ders çalışmak üzere odasına gönderdikten sonra ben de piyanomun başına geçmiştim. Saatlerdir de buradaydım ve parçadan parçaya atlayıp duruyordum. Parmaklarım tuşlarla adeta dans ederken, kapalı gözlerim sayesinde kendimi notaların ritmine çok daha kolay bırakabiliyordum.

Parçanın en sevdiğim kısmını üst üste birkaç kez çaldıktan sonra devam ettim ve sonuna geldiğimde şık bir bitiriş yaptım. Hissettiğim rahatlamayla gözlerim aralanırken arkamdan gelen alkış sesini işittiğimde Tuana olduğunu düşünerek başımı geriye çevirmiştim ki Aral’la göz göze geldiğimde kısa çaplı bir şok geçirdim.

Ellerim piyanodan ayrılırken “Aa, Aral,” diye mırıldandım şaşkınca. “Ne zaman geldin? Hiç duymadım.”

Aral, çehresindeki yumuşak ifadeyle “Beş dakika kadar oldu herhalde,” diye cevap verdi. “Zile basmadım zaten, daha doğrusu basmama kalmadan Tuana açtı kapıyı. Pencereden görmüş geldiğimi sanırım.”

Tuana’nın odasının penceresi girişe bakıyordu, çalışma masası da pencere dibinde olduğu için görmesi muhtemeldi.

“Anladım,” diyerek başımı salladıktan sonra ne yapacağımı bilemediğimden oturduğum yerde kalmaya devam ettim. Daha bu öğlen Yasemin’e, ona karşı hissettiğim şeylerden bahsetmişken birden karşımda bulmak afallatmıştı beni doğrusu. Yanında nasıl davranmam gerektiğini bilemediğimden vücudumdaki gerginlik her geçen saniye artıyordu. Hızlanan kalp atışlarım da cabasıydı tabii.

Aramızdaki birkaç saniyelik sessizliği “Bu bir rutin haline gelecek sanırım,” diyerek bozdu. “Yani seni piyano başında buluşlarım ve senin benim farkıma varmayışın.”

“Piyano çalarken gerçek dünyadan soyutlanıyorum,” diyerek gülümsedim hafifçe. “Büyük gürültü çıkmadığı sürece duymuyorum hiçbir şeyi.”

“Anlıyorum,” diyerek dudaklarını birbirine bastırdığında oda kapısına kısa bir bakış atarak yalnız olduğumuza emin olduktan sonra tamamen ona dönüp “Bir sorun mu var?” diye sordum, ne olur ne olmaz diyerek ses tonumu biraz kısmıştım.

Kollarını öne doğru uzatıp dizlerine yasladıktan sonra “Tam olarak sorun diyemem ama bilmen gereken bir şey var,” diye cevap verdi. Aynı benim gibi sesini kısarak konuşmuştu ve gergin olduğunu anlamak zor değildi.

Endişeye kapılmamak için dirensem de bunu başaramayacağımı bildiğimden hızla ayaklandım ve seri adımlarla ilerleyip odanın kapısını kapattım. Bunu yaparken koridorun boş olduğundan da emin olmuştum.

Geri gelip aramıza bir kişinin rahatça sığabileceği bir mesafe bırakarak Aral’ın yanına oturdum ve “Ne oldu?” diye sordum.

“Öncelikle telaş yapma ve sakince beni dinle lütfen,” diyerek doğrulduktan sonra elini pantolonunun cebine attı ve içinden katlanmış beyaz bir kâğıt çıkardı.

Bu kâğıdın ne olduğunu çok iyi biliyordum.

Kendimi sakin tutmakta bir hayli zorlanırken “O da nereden çıktı?” diye sordum, endişe barındıran bir sesle.

“Senle birlikte Antalya’ya gittiğimizde, buradaki polisler de Tuana’yla birlikte amcanlara gitmişti.”

Kaşlarım çatılırken “Evet,” diyerek kafamı salladım. “Biliyorum.”

“Aslında elde tutulur bir neden yoktu ancak ben yine de ne olur ne olmaz diyerek bu evi gözetlemesi için de kendi ekibimden birini görevlendirdim. Sadece diğerlerinin aksine arabayla değil de; evin bahçesinde, tek başına tuttu nöbeti.”

Kaşlarım daha da derinden çatıldı. “Bunu bana neden söylemedin?”

“Endişelendirmek istemedim. Daha doğrusu sana haber vermemi gerektirecek herhangi bir şey olacağını sanmıyordum, sadece tedbirli olmakta fayda var diye düşünmüştüm. İyi ki de öyle düşünmüşüm. Bu notları gönderen her kimse evinizin boş olduğunu bilerek eve geldiğin zaman görmen için sana yeni bir not ulaştırmak istemiş. Bunun için de bir kez daha arabanı tercih etmiş. Cumartesi gününün gecesi Rıza, yani ekibimdeki arkadaş, birini bu notu arabanın sileceğine takmaya çalışırken suçüstü yakalamış.”

Böyle bir şeyi hiç beklemediğim için “Ciddi misin sen?” diye sordum hayretle. Usulca başını salladı.

“E, kimmiş peki?” diye atıldım hızla. “Bu sefer bir şeyler öğrenebildiniz mi?”

“Notu bırakan kişi, çocuk desem daha doğru olur gerçi, iki sokak ötedeki pizzacıda part-time çalışan bir üniversite öğrencisiymiş.”

“Ne?” diyerek gözlerimi kırpıştırdım. “İyi de ne alaka?”

“Bir alakası yok zaten, maşa olarak kullanılmış. İş çıkışı yanına biri yaklaşıp para karşılığı notu senin arabana bırakmasını istemiş. Çocuk da kötü bir şey yapmayacağını düşünerek kabul etmiş. Pek de kızamıyorum, o yaşta hayatı okul ve iş arasında geçen bir genç için çok büyük para teklif etmiş.”

Öğrendiğim bu bilgileri sindirmeye çalışırken “Çocuk, kendinden bunu isteyen kişiyi görebilmiş mi peki?” diye sordum.

“Hayır,” diyerek başını iki yana salladı. “Şapkası ve gözlüğü varmış, hatta çocuğa da notu bırakırken takması için bir gözlük ve şapka verip yüzünü göstermeden hareket etmesini istemiş. Lakin çocuğa verdiği ne gözlükte ne de şapka da parmak izi var. Hatta çocuğa kâğıdı bir mendille birlikte uzatıp kâğıtta parmak izi bırakmaması için onu uyarmış.”

“Peki ya çocuğu eve nasıl yönlendirmiş?”

“Evin bulunduğu sokağın başına kadar gelip evi işaret etmiş ve söz verdiği paranın yarısını çocuğa teslim ettikten sonra diğer yarısını da çocuk kâğıdı koyup geldiğinde vereceğini söylemiş. Tabii Rıza çocuğu yakaladıktan sonra sokağa çıktığında etrafta kimseyi görmemiş. Muhtemelen çocuğun evde haddinden fazla kaldığını fark edip uzaklaştı oradan.”

Yüzümü ellerimin arasına alarak parmaklarımla şakaklarımı ovaladım. İnanmakta zorluk çekiyordum. Bu manyak her kimse evin boş olduğunu bilecek kadar yakından takip ediyordu bizi ve bundan bile bir şekilde faydalanmaya çalışıyordu. Delirmemek elde değildi.

“Yani yine var elde sıfır.”

“Tam sıfır sayılmaz,” diyerek bana doğru döndü hafifçe. “Adamın çenesinde, daha doğrusu çenesiyle alt dudağının arasında küçük denemeyecek bir yara izi varmış. Ayrıca telefonda biriyle konuşarak işi halletmek üzere olduğunu falan söylemiş, yani çocuğu ayarlayan adam da birinin uşağı.”

Yanaklarımı şişirerek ofladım. “Bu bilgiden ne çıkar ki? Yanımdan geçen her adamın çenesine mi bakacağım yara izi var mı yok mu diye?”

“Öyle deme,” diyerek başını salladı. “Fırsatın ne zaman ayağına geleceği belli olmaz.”

“Peki,” diyerek dudaklarımı kemirdim. Asıl psikoloji bozan aşamaya henüz geçiyorduk çünkü. “Notta ne yazıyor?”

Aral, konuştuğu süre zarfında elinde çevirip durduğu katlanmış kâğıdı tereddütlü bir ifadeyle bana uzattı. Sessiz kalışı gerginliğimi daha da artırsa da sakin kalmak için nefeslerimi daha sık alıp vermeye başladım ve tek elimle kâğıda uzandım.

Ben seni söylediklerimi düşünüyor sanırken, sen başkomiserle tatile gidiyorsun, ha Doktor? Bundan babanı, dolayısıyla da aileni geri plana atabildiğini mi düşünmeliyim? Yoksa sen de baban gibi umursamaz ve aslında düşüncesiz biri misin? Ya da gerçekler seni hüsrana uğrattığı için kafayı dağıtmaya mı ihtiyaç duyuyorsun? Ne olursa olsun şunu bil ki Doktor, ben çok sıkıldım ve ortaya çıkmak için can çekişen gerçeklere karşı daha fazla körü oynamaya dayanabileceğimi sanmıyorum.

Ya sen Doktor, sen bu gerçeklerin altından kalkmayı başarabilecek misin?

Kâğıtta yazanları her zamanki gibi defalarca kez okudum. Okudukça da beynimden vurulmuşa döndüm. Yine ne saçmalıyordu? Aral’la bir yere gittiğimi nereden biliyordu? Şu bahsettiği gerçeklerden kastı neydi?

Sessiz ama derin düşüncelere daldığım sıra Aral aklımdan geçenleri okumuş gibi “Bizim birlikte tatile gittiğimizden bahsettiğine göre Antalya’ya gittiğimizi biliyor ama bunu nasıl bilebildiği hakkında en ufak bir fikrim yok,” diye mırıldandı.

“Bizi takip etmiş olamaz mı?”

“Bu konuda çok titizimdir. Yani mümkün değil. En fazla evinizden beraber çıktığımızı görmüş olabilir.”

Ürpermişçesine kollarımı ovalarken “Bu nasıl bir bela ya?” diye mırıldandım sessizce. “Gün geçtikçe daha çok dibe batıyoruz. Bir şeyleri öğrendikçe daha çok bilmediğimiz şey ortaya çıkıyor sanki.” Sıkıntıyla kafamı salladım. “Seninle Antalya’ya gittiğimizden bile haberi oluyor. İleride Sadullah’tan haberi olmayacağından emin olabilir miyiz? Bu manyağın ne kadar ileri gidebileceğini nasıl bileceğiz? Aral bu daha ne kadar devam edecek Allah aşkına?”

“Şşt, tamam, sakin ol. En kötüyü düşünme hemen. Bu kadar ileri gitmesine asla izin vermem, merak etme. Ayrıca bunu nasıl öğrenmiş olabileceğini de araştıracağım.”

Tekrar sıkıntıyla oflayacağım sıra odanın kapısı çalındı ve hemen ardından da Tuana’nın sesini işittik.

“Hu hu! Müsait misiniz? Gelebilir miyim acaba?”

Kız kardeşimin imalı ses tonu karşısında kaşlarım derhal çatılırken Aral’a kısa bir bakış attım ve onaylarcasına gözlerini kapayıp açtığını görünce yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak “Gelebilirsin, Tuana,” diye seslendim. Aral, koltukta geriye yaslanıp başını kapıya çevirdiğinde odanın kapısı yavaşça açıldı ve saniyeler sonra Tuana kucağındaki tepsiyle birlikte içeri girdi. Tabii olanca neşesi de kendisiyle birlikteydi.

“Size pasta getirdim! Hem de kendi ellerimle yaptığım, harikalar harikası bir pasta!”

Tuana, dün yengemle birlikte yaptıkları pastanın yarısını eve getirmişti ve şimdi, o pastadan kestiği iki dilimi bize ikram ediyordu. Yanında da gördüğüm kadarıyla yine yengemin yaptığı ev yapımı vişne suyu vardı.

Tuana elindeki tepsiyi önümüzdeki geniş sehpanın üzerine bıraktıktan sonra tam karşımızdaki koltuğa geçip oturdu.

“Hadi, yiyin bakalım, beğenecek misiniz?”

Kaşlarım havalanırken “Ben zaten tatmıştım bu pastadan Tuana?” diye mırıldandım.

“Olsun, bir daha tadıver abla. Ne olacak yani? Hem ben zaten daha çok eniştemi kastederek söylemiştim.”

Gözlerimi devirerek önüme döndüm ve daha fazla konuşmaya mecalim olmadığı için tepsideki pasta tabaklarından birini kucağıma alıp pastayı yemeye başladım. Hem Tuana’nın enişte sevdasıyla uğraşacak gücüm yoktu hem de pasta gerçekten harika olmuştu.

“Enişte, hadi sen de ye.”

Aral, Tuana’nın ikazıyla yavaşça tepsideki diğer tabağa uzanıp aynı benim gibi kucağına çektikten sonra Tuana’nın meraklı bakışları altında pastadan ilk çatalını aldı. Kendi vişne suyumdan aldığım yudum eşliğinde ağzımdaki lokmayı çiğnerken yandan bir bakış attım Aral’a. Nasıl bir tepki vereceğini merak etmiştim doğrusu.

Aral, lokmayı ağzında bir süre çiğnedikten sonra kafasını sağlayarak “Hım,” diye mırıldandı. “Çok lezzetli, eline sağlık.”

“Afiyet olsun!”

Tuana, beğenilmenin verdiği heyecanla neşeyle cıvıldadığında hafifçe güldüm. “Ama sen şu an resmen kandırıyorsun Aral’ı. Sadece kekini karıştırdığın ve üzerine damla çikolata döktüğün pastayı da kendinin yaptığını iddia edemezsin canım kardeşim.”

Tuana gözlerini kocaman açarak “Abla ya!” diye çığırdı. “Niye böyle söyleyip beni enişteme rezil ediyorsun? Hem kekinin her şeyini ben yaptım, kremasını yengeme bıraktım. Lütfen gerçekleri çarpıtma!”

Aral, gerçek bir şaşkınlık içinde bakışlarını Tuana’yla benim aramda gezdirirken gülmemek için başımı diğer tarafa çevirdim ve “Nihayetinde tek başına yapmış sayılmazsın,” diye mırıldandım.

“Of, tamam, yengemle birlikte yaptık. Oldu mu? İçin rahat etti mi?”

Gülümseyerek başımı salladım. “Etti.”

“Her neyse, pastalarınızı beğendiğinize göre sizden küçücük, böyle mini minnacık bir şey isteyebilirim; öyle değil mi?”

Tuana, biraz önceki ruh halinden anında sıyrılıp gözlerini tekrar Aral’a diktiğinde hemen araya girerek “Ne isteyeceksin?” diye sordum. Allah bilir, yine ne yumurtlayacaktı?

Benden hiç hoşlanmadığım bir şey isterken yaptığı gibi parmaklarını birbirine dokundururken “Hani siz şimdi mükemmel bir çiftsiniz ya?” dedi.

Kaşlarım çatılırken başımı omzuma doğru eğerek “Ee?” diye mırıldandım. Beni Aral’a rezil etmek için sürekli bir şey bulmayı başarıyordu gerçekten.

“Ee’si canımın içi ablacığım, normalde mükemmel çiftlerin birçok fotoğrafları olur. Yani birlikte. Yani doğal olarak... Ama sizin yok. Hem de hiç yok. Yani bir tanecik bile yok.”

Muhtemelen bakışlarım karşısında cümleleri saçmalaşır, sesi gitgide kısılırken “Ee?” diye sordum bir kez daha.

“Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim? Bir tanecik? Berfinlere göstereceğim abla ya, azıcık hava atmak istiyorum. Lütfen…”

“Hava atacak başka bir şey mi kalmadı Tuana?” diyerek kızdığımda omuzlarını dikleştirip “Kalmadı tabii,” diye cevap verdi. “Kimin bu kadar yakışıklı ve havalı eniştesi var ki? Kimsenin! Ben zaten ilk günden beri onlara sizden ve mükemmelliğinizden bahsediyorum ama artık bu sözlerimin kanıtlanmaya ihtiyacı var.”

Tam istediği şeyi reddetmek üzere ağzımı açmıştım ki yüz ifademden söyleyeceklerimi anlamış gibi ellerini havaya kaldırarak durdurdu beni. “Ya abla bir dur, niye reddediyorsun? Hem ne biçim ilişkiniz var, anlamadım ki ben. İnsan bunca zaman bir tane fotoğraf çekilmez mi ya?”

“Fırsatımız olmamıştı ama sen bu eksiğimizi giderebilirsin. Çekinelim o halde.”

Sessizliğini bozarak konuşmaya katılan Aral’a döndü bakışlarımız. O ise bana değil Tuana’ya bakıyordu ve yüz ifadesinden düşüncelerini anlamak pek mümkün değildi. Muhtemelen dikkat çekmemek için böyle söylemişti. Lakin ben ona zorla bir şeyler kabul ettirmekten hiç hoşlanmıyordum.

“Yaşasın! Canım eniştem benim!”

Tuana neşeyle ellerini çırptıktan sonra cebindeki telefonunu çıkarıp kamerayı açarak bize doğrulttu. Vazgeçeceğimizi düşünüyor olmalıydı ki hızlı hareket ediyordu. Gözlerimi kırpıştırarak bir Tuana’ya bir de elindeki telefona bakarken “Ee, hadi yaklaşın,” diyerek direktif verdi canım kız kardeşim. “Böyle aranızdan koca bir tren geçebilir şekilde mi çekeyim? Asker arkadaşları bile daha samimi pozlar veriyor yani.”

“Nereden biliyorsun?” diye sordum huysuzca. Kardeşimin bu pervasızlığı beni bitiriyordu. “Askere mi gittin sanki?”

Onaylamayan bakışlarını bana çevirip “Amcamın her aile yemeğinden sonra ortaya çıkardığı askerlik albümlerini unutmuş gibisin ablacığım,” diyerek iç çekti. “Her neyse, çok vaktim yok benim. Hemen fotoğrafınızı çekip dersimin başına geçmem gerekiyor. O yüzden acele edin.”

Rahatlığı karşısında ağzım açık kalırken Aral gerildiğimi fark etmiş olacak ki pasta tabağını tekrar tepsiye bırakarak koltukta bana doğru kaydı ve ben kucağımdaki pasta tabağıyla hiç kıpırdamadan kızgın kızgın kardeşime bakarken “Oldu mu böyle?” diye sordu.

“Bir de ablama sarılırsan çok güzel olacak enişte!”

Yerimden kalkıp Tuana’yı pataklamakla, hemen yanıma gelip kardeşimin isteğiyle (!) bir kolunu gevşekçe belime koyan Aral’ın hızlandırdığı kalp atışlarımı sakinleştirmeye çalışmak arasında sıkışıp kalmıştım.

Birinin zoruyla da olsa bana böyle temas ediyor oluşu, zar zor kabullendiğim hislerimi şaha kaldırıyordu ve ben kimseye çaktırmamaya çalışarak can çekişiyordum.

“Abla sen de biraz yaklaşır mısın acaba?”

Dudaklarım zorlukla kıvrılırken “Ben sana bir yaklaşacağım şimdi,” diyerek mırıldandım kendi kendime. Ardından da Aral’a daha fazla mahcup olmak istemeyerek başımı eğerek Aral’ın omzunun üzerine bıraktım.

Omzunun bu kadar rahat oluşu haksızlıktı.

Tuana, neşeyle birkaç fotoğraf çektikten sonra “Çok güzel oldu!” diyerek heyecanla ayağa fırladı. “Ben bunu kızlara atmaya gidiyorum, siz de afiyetle pastanızı yiyin olur mu?”

Koşar adımlarla odadan çıktıktan sonra kapıyı örtmeden hemen önce başını içeri uzatıp samimi bir gülümsemeyle baktı bize. “Sizi çok seviyorum. Hep mutlu olun, olur mu?”

Bir cümle… Bir cümle yetmişti ruh halimi tamamen değiştirmeye. Tuana’nın gerçek olmayan bir şeye kendini sandığımdan da çok kaptırması canımı acıtıyordu. Hayal kırıklığının ne denli kötü bir şey olduğunu çok iyi biliyordum çünkü.

Bakışlarımı odanın kapısından ayırmadan başımı Aral’ın omuzundan kaldırdığımda Aral belimdeki elini omzuma çıkararak dostane bir tavırla sıktı.

“Üzülme. Nedenlerini öğrenince sana kızmayacaktır.”

Kızmayabilirdi ancak bu çok kırılacağı gerçeğini değiştirmiyordu. Her şey, başımdaki tüm felaketler bir şekilde iyi sonlansa bile geride birçok kırık kalp bırakacaktı ve bu kırık kalplere sahiplik yapacak ilk kişi bendim.

Aklımdan bambaşka şeyler geçse de bunları ona belli etmek istemedim ve kabullenir gibi kısaca başımı salladım. Bunun üzerine omzumdaki elini çekti ve benden uzaklaşarak ilk oturduğu kısma geçti. Bu hareketi bile kalbimin ne kadar kırılacağının kanıtı niteliğindeydi.

Kaçan iştahım yüzünden kucağımdaki tabağı sehpaya bırakırken aramızdaki sessizlik bozulsun diye “Dünkü adamlara ne olacak?” diye sordum. Dün, Aral’ın kucağında sakinleştikten sonra önce odadan sonra da restorandan çıkarak Sadullah’ın evine gitmiştik. Zaten birkaç saat sonra da Sadullah’ın özel uçağına binerek İstanbul’a dönmüştük. O zamandan beri de aklımdaydı bu konu. “Sadullah’a söyleyecek misin, adamlarından birinin ona ihanet ettiğini?”

Meyve suyundan birkaç yudum aldıktan sonra bu konuyu konuşmak için pek gönüllü gibi görünmese de beni cevapsız bırakmadı.

“Sadullah’ın o herifin alnına sıkmasını istemediğim için söylemeyeceğim.”

Hiç beklemediğim bu cevap karşısında gözlerim dehşetle büyüdüğünde dudaklarını yalayarak kafasını iki yana salladı. “Sen bu işi hala çocuk oyuncağı sanıyorsun anlaşılan.” İç çekti. “Gerçi sana da hak vermem lazım. Böyle kişilere ve ortamlara fazlasıyla yabancısın, dolayısıyla şahitlik yapmadığın bir şeye kolay kolay da inanmıyorsun ama bunlar böyle insanlar, Tamay. Sadullah gibi adamların kitaplarında sadakatsizliğin karşılığında ölüm yazar ve bu hiç kolay bir ölüm değildir.”

“Peki, ne yapacaksın?”

“Aslına bilmemen daha iyi ama… Her neyse, bir gün sorgulamaktan vazgeçeceksin zaten.” Kendi kendine konuşuyormuş gibi mırıldandıktan sonra “Yarın isimsiz biri ihbarda bulunmuş gibi adamların bahsettiği yere gidip tırı alacağız. Aynı şekilde adamları da paketleyeceğiz ve ben bunları Emniyet’te öğrenmiş gibi davranarak Sadullah’a haber vereceğim.”

“O adamlar hapse girse bile, Sadullah senin bahsettiğin kadar kötü biriyse tabii, hapishanede de bulabilir onları.”

Aral, sanki benden böyle bir çıkış beklemiyormuş gibi kaşlarını kaldırdı. “Şu polisiye dizilerin öğrettiği bir şeyler de oluyor demek ki.”

“Polisiyeden ziyade mafya dizilerinde böyle şeyler çok oluyor,” diye cevap verdim. Güler gibi oldu.

“Çok yakından takip ediyorsun sanırım?”

“Pek izlemeye vaktim olmuyor aslında ama arada denk geliyorum,” diyerek dudak büzdüm.

Anlıyormuş gibi başını salladıktan sonra “Haklısın,” diye mırıldandı. “Sadullah’ın her yerde adamları var. Bunun için buna göre önlem alacağız, merak etme.”

Ne gibi önlemler alacaklarını merak etsem de daha fazla bir şey sormak istemedim ve tepsideki tabağı işaret ettim. “Benden duymuş olma ama pastanı bitirmezsen Tuana’dan azar işitirsin.”

Bakışları pastaya kaydığında yüzünün aldığı şekilden onu unutmuş olduğunu fark ettim ve hiç şaşırmadım. Bunca derdin arasında pasta akla gelmezdi tabii.

Uzanıp pasta tabağını tekrar kucağına çekerken “Bitireyim o halde,” diye mırıldandı.

Çikolatalı pastadan aldığı lokmayı izlerken “En çok neyli pasta seviyorsun?” diye sordum. Onunla ilgili bir şey öğrenmek istemişti canım.

Kim bilir; belki ileride, yani çok ileride, teşekkür mahiyetinde ona sevdiği pastadan yapardım…

Önce bana sonra da pastaya kısa bir bakış attıktan sonra “Meyveli,” diye cevap verdi. “Meyveli pasta severim en çok. Ama çikolatalıyla da aram iyidir.”

Anlamış gibi başımı salladıktan sonra biraz önce iştahı kapanan ben olmama rağmen kendi yarım bıraktığım pastayı kucağıma çektim ve Aral’la aynı sessizliği paylaşarak pastalarımızı yemeye devam ettik.

Aral, pastasını bitirdikten sonra bardağında kalan meyve suyunu da içtikten sonra “Elinize sağlık, çok güzeldi,” diyerek elindekileri tepsiye bırakıp ayaklandı. “Ben gideyim artık, malum yarın zor bir gün olacak.”

Kendi kucağımdakileri aynı onun gibi tepsiye bıraktıktan sonra “Afiyet olsun,” diyerek onu geçirmek için ayaklandım. Odanın çıkışına doğru ilerlemeye başladığında hemen peşinden yürümeye başlamıştım ki birden duraksayarak arkasını dönmesiyle göğsüne çarpmamak için kendimi frenlemek zorunda kalmıştım.

Yakınlığımız beni korkuttuğu için hızla birkaç adım gerileyerek niye durduğunu anlamak için yüzüne çıkardım bakışlarımı.

“Söylemeyi unuttum. Doğu, İstanbul’a döndü.”

Kaşlarım havalanırken bir anlık gafletle “Kim?” diye sordum. Zira şu an burnuma dolan parfüm kokusunun ne olduğunu çözmeye çalışmakla meşguldüm.

“Doğu, yani Demet’in abisi.”

“Ha,” diyerek başımı salladım. “Demet söylemişti ama bu beni niye ilgilendiriyor ki?”

“Önümüzdeki hafta Doğu için hoş geldin partisi yapacaklarmış. Demet organize ettiği için seni de davet edecektir.”

“Ya,” diyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Doğrusu şu tatilden sonra bir süre onlarla görüşmek zorunda kalmam diye düşünmüştüm. “Hafta içi mi olur, yoksa hafta sonu mu?”

“Bilemiyorum, yüksek ihtimalle hafta sonu olur diye düşünüyorum. Buraya temelli dönüş yapacağı için yorgunluğunu atması uzun sürecektir.”

“Anladım,” diyerek başımı salladım. “Hazırlıklı olurum ben de.”

Gözlerimin içine bakarak “Sağ ol,” dedi. Tüm bunların bana ne kadar ağır geldiğini biliyor ama elinden başka bir şey gelmediği için aykırı davranamıyordu. Farkındaydım ve bunun için hafifçe gülümseyerek “Sen sağ ol,” diye mırıldandım. Bunun sorumluluğunu tek başına üstlenmesini istemezdim, çünkü nihayetinde bütün bunlar benim hatam neticesinde gelişen şeylerdi.

Aral, gözlerini yavaşça kapayıp açtıktan sonra tekrar önüne dönüp odanın çıkışına ilerledi ve ben de bu sefer biraz daha gerisinde kalmaya gayret göstererek peşine düştüm.

Biraz önce de kanıtlandığı üzere birlikte geçireceğimiz daha çok zamanımız olacaktı ve ben içimdeki bu hesaplaşmayla nereye kadar gidebileceğimi hiç bilmiyordum.

Bir dahakine birlikte kendi düğün pastalarını yiyecekler, diyormuşum asdfghjklsdfvgb

Şaka şaka, uçmayalım şimdiden :’) Ama hayat bu tabii, ne göstereceği belli olmaz

Tamay’ın hislerini kabullenmesi konusunda neler düşünüyorsunuz? Ya Yasemin’e söylediği şeyler hakkında? Haklı olabilir mi sizce?

Kitabın başından beri istisnasız herkesten şüphelendiğinizi bilsem de özel olarak Doğu’yla ilgili düşüncelerinizi sormak isterim sdvsfvgayh Sizce bizimkilerin başına iş açma kapasitesi var mı?

Bölümle ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen, yeni bölümde görüşmek üzere!

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%