Yeni Üyelik
2.
Bölüm

BÖLÜM - 2

@bayanclara

Sen haklıydın.

Sen haklıydın.

Sen haklıydın.

O gece yaşananlar basit bir kaza değildi.

Cinayetti.

Kâğıtta yazanları kaç kere okuduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Tek bildiğim, vücudumun gerginlikten kaskatı kesildiği, masayı daha fazla tutamayarak dizlerimin üzerine düştüğüm ve gözlerimin dolduğuydu.

Salık bıraktığım için önüme gelen saçlarımı sırtımdan geriye atarak derin nefesler aldım. Kendime gelmem lazımdı. Bir an önce kendime gelmeli ve Asaf amcama koşmalıydım.

Elimi boynuma sürterek daha çok nefes çektim içime. Diz kapaklarımın sızladığını hissediyor ama birazcık bile umursamıyordum. Şu an canım umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey harelerimin üzerlerinde gezindiği kelimelerdi.

Çok uzun zamandır bekliyordum bu anı. Çok uzun.

Kendimden başka kimseyi inandıramamıştım ama biliyordum işte, biliyordum.

O gece yaşananlar kaza değildi. Biri, bile isteye almıştı annemle babamı benden. Bile isteye.

Ve ben yemin etmiştim. O kişiyi bulmadan ölmeyeceğime yemin etmiştim.

Şimdi, bu yemini tutma zamanıydı.

Boğazımdan kaçan hıçkırığı durdurmak istercesine dişledim dudaklarımı. Şimdi değildi, şimdi zamanı değildi.

Avuç içlerimi yere bastırarak derin bir nefes daha aldım ve bir elimle masadan destek alarak ayağa kalktım. Acele etmeliydim. Çok bile beklemiştim.

Elimdeki kâğıdın buruşmasını umursamadan elimi yumruk haline getirdim ve diğer elimle sandalyedeki çantamı kavradığım gibi kendimi odadan dışarı attım. Gözlerim hızla daha yeni yeni dolmaya başlayan hastane koridorunda gezindiğinde çaprazdaki masada oturan asistanı görerek aceleci adımlarla ona doğru ilerledim.

“Asuman, odama benden evvel biri girdi mi?”

Birkaç yıldır bu hastanede çalışan asistan kız sesimin bozukluğundan mıdır, yoksa görünüşümün berbatlığından mıdır bilinmez, hızla ayağa fırladı. İrice açtığı gözlerini benim üzerimde gezdirirken “Ben kimseyi görmedim Tamay Hanım,” diye mırıldandı. “Hem odanızın anahtarı yalnızca sizde değil mi? Sizden izinsiz kimse giremez.”

Cevabıyla hayal kırıklığına uğrasam da bunu belli etmeyerek omuzlarımı dikleştirdim. “Öyle olması gerekiyordu ama görünüşe bakılırsa olmamış. Her neyse, benim acilen çıkmam gerekiyor. Zaten öğleden önce üç hastam vardı. Onlarla Yasemin ilgilenecek, tamam mı?”

Kaşları havalanırken “Ama-” demişti ki elimi kaldırarak onu susturdum. “Çok acil bir durum olmasa gitmezdim. Ben Yasemin’le konuşacağım.”

Asuman “Peki,” diyerek kabullendiğinde merdivenlere yönelecektim ki aklıma gelen şeyle geri döndüm ve çantamdan çıkardığım anahtarla odamın kapısını kilitleyerek tekrar merdivenlere doğru yol aldım. Koşar adımlarla basamakları indikten sonra hastaneden ayrıldım ve dakikalar içinde kendimi arabamın sürücü koltuğunda buldum.

Çantamı yan koltuğa fırlattıktan sonra hızla telefonumu çıkararak Yasemin’i aradım ve açmasını bekleyemeden telefonu da çantamın üzerine bırakarak arabayı çalıştırıp Emniyet Müdürlüğüne doğru yol aldım.

Birkaç çalışın ardından “Rüyanızda beni mi gördünüz doktor hanım?” diyerek telefonu açan arkadaşımın neşesine katılamadan “Yasemin,” dedim ciddiyetle. “Benim çok acil işim çıktı, hastaneden ayrıldım. Öğleden önce üç hastam gelecekti, onlara sen bakar mısın? Asuman’ı bilgilendirdim. Öğleden sonra dönmeye çalışacağım.”

Nefes almadan söylediğim şeyler üzerine “Bir dakika, bir dakika,” diyerek araya girdi Yasemin. “Ne işi, ne hastası? Neler oluyor Tamay?”

“İnan anlatacak vaktim yok ama ben iyiyim, merak etme. Gelince anlatacağım her şeyi, sen yokluğumu aratma yeter.”

Kırmızıya dönmek için son saniyelerini sayan ışığı gördüğümde gaza yüklendim.

“Hiçbir şey anlamadım ve şu an senin için çok endişeliyim.”

“Sakin ol, lütfen. Sen dediğimi yap yeter, dediğim gibi ben iyiyim.”

Ya da iyi olmaya çalışıyorum.

“Tamam, peki. Hastaları düşünme ve beni merakta bırakma, olur mu? Gözüm telefonda olacak.”

“Tamam, Yasemin,” diyerek kabullendim ve arabamı Emniyetin otoparkına park ettikten sonra telefonumu boştaki elime aldım. Diğerinde hala sıkıca kâğıdı tutuyordum.

“Şimdi kapatmam lazım canım, görüşürüz.”

Bir şey demesine müsaade etmeden telefonu kapattım ve çantamın içine koyduktan sonra kendimi dışarı attım. Arabayı kilitlemem ve içeri doğru koşmaya başlamam saniyeler içinde gerçekleşmişti. Yerimde duramıyordum. Hem tedirgin hem de fazlasıyla heyecanlıydım.

Büyük bina kapısından içeri girdikten sonra üzerimin aranmasını ve kimliğime bakılmasını sabırsız bir şekilde beklemiş, Asaf Amir’i ziyarete geldiğimi söylemem üzerineyse misafir kartı verilerek içeri alınmıştım.

Hiç beklemeden merdivenlere koşsam da yıllardır buraya adım atmamış olmak, etrafı tuhaf tuhaf süzmeme neden olmuştu. Her şey değişmişti, Asaf amcamın odasının kaçıncı katta olduğunu dahi hatırlamıyordum ancak yine de koşmaya devam ettim. İnsanların bakışlarına aldırmadan birkaç merdiven tırmandım ve gözlerim resmi kıyafetli kadın bir polisin hareleriyle çarpıştığında kendimi ona doğru ilerlerken buldum. Benim kendisine doğru yöneldiğimi görünce duraksamış ve beni beklemeye başlamıştı.

Yanına ulaştığımda heyecan ve adrenalinden titreyen sesimle konuşmaya çalıştım. “Merhaba, Asaf Amir’in odası nerede acaba?”

Sorduğum soru karşısında kaşları çatılsa da beni şöyle bir süzdükten sonra “Üst katta, koridorun sonundaki oda,” diye cevap verdi. Polise teşekkür ettikten sonra hızla geri döndüm ve tekrar merdivenleri tırmanarak üst kata vardım. Polisin tarifi üzerine hiç durmadan ilerleyerek koridorun sonuna vardım ve duvardaki Asaf Önal – Emniyet Amiri yazısını görür görmez hiç düşünmeden kapı kulpuna asıldım.

“Asaf amca!” diyerek içeri daldığımda gözlerim umduğu kişiye değil, bir çift açık yeşil göze tutunmuştu. Gerçek bir afallamayla birkaç gün önce acile taşıdığım adama bakarken, Asaf amcanın tok ve gür sesiyle kendime gelerek bakışlarımı ona çevirdim.

“Tamay? Ne işin var burada senin?”

Bakışlarım istemsizce tekrar yeşil gözlü adama kaydığında kısılan gözleriyle beni izlediğini fark ettim. Asaf amcanın masasının önündeki sandalyede gayet rahat bir şekilde oturmuş, kolunu da masaya yaslamıştı. Dikkatimi dağıtmasına sinirlenerek bakışlarımı ondan kaçırdım ve arkamdaki kapıyı kapatmayı bile akıl edemeyerek adımlarımı Asaf amcaya doğru yönlendirdim.

Çatılmış gür kaşlarının arasından şaşkınca bana bakan adamın birkaç metre uzağında durarak “Çok önemli bir şey oldu,” diye mırıldandım. Sesim beklediğimden heyecanlı ve yüksek çıkmıştı. Bunu umursamadım ve yumruk halindeki elimi açarak buruşmuş olan kâğıdı masasının üzerine bıraktım.

“Bu sabah hastaneye gittiğimde masamın üzerinde buldum bunu amca,” diye konuştum. Kaşlarını biraz daha çatarak kâğıda uzandığı sıra “Ben demiştim,” diye mırıldandım kendime hâkim olamayarak. “Haklı olduğumu söylemiştim. Bana inanmadınız. Hiçbiriniz bana inanmadınız ama haklıydım. Ben haklıydım.”

Bir yandan deli gibi ağlamak istiyor, diğer yandan ise haklı olmanın verdiği duyguyla avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Ancak ikisini de yapmadım.

Sandalyede oturan ve Sevda hemşireden polis olduğunu öğrendiğim adam sessizce beni izlemeye devam ederken, bakışlarımı ona çevirmemek için kendimi zor tuttum. Bu, oldukça tuhaftı. Dün gece restorandayken de bakışlarımı ondan ayırmakta zorluk çekmiştim. Hâlbuki o, restoranda yüzüme bile bakmamıştı. Belki de beni hatırlamıyordu. O gece yüzüme dikkatle bakmadıysa tanımamış olabilirdi. Şimdiki bakışlarının sebebiyse muhtemelen amirinin odasına pat diye dalan bir kadının tuhaflığı olmalıydı. Umursamamaya çalıştım. Ama sadece çalıştım.

Asaf amca, buruşuk kâğıdı yavaş hareketlerle düzelttikten sonra aynı benim gibi tekrar tekrar okudu kâğıtta yazanları. Bunu, kelimelerin üzerinde hareket eden harelerinden anlayabiliyordum. Bunca yıllık mesleğinin etkisiyle olsa gerek benim verdiğim hiçbir tepkiyi vermedi. Şaşırmadı, sevinmedi, üzülmedi. Yalnızca çatık kaşlarla kâğıda bakmaya devam etti. Büyük bir sabırsızlıkla bana dönmesini bekledim.

“Önce açık bıraktığın kapıyı kapat ve sonra şuraya otur.”

Bakışlarını kâğıttan ayırmadan tok sesiyle kurduğu cümleyi dinledim ve dediğini yaptıktan sonra odadaki diğer polise bakmamaya çalışarak boştaki sandalyeye oturdum.

Asaf amcanın koyu renk gözleri nihayet bana kaydığında oradaki ciddiyete tanık oldum. Umursamamış gibi görünse de yakından baktığımda ne kadar gerildiğini fark edebiliyordum.

“Şimdi her şeyi en baştan anlat, tek bir detay atlamadan.”

Sözlerinin üzerine rahatsızca yerimde kıpırdandım ve bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim. Rahatsız edici bir dikkatle beni inceliyordu ve bana asla güven vermiyordu. Onun yanındayken özelimi dökmek istemiyordum.

Bunu belirtmek üzere tekrar Asaf amcaya döndüğümde, bakışlarımdan derdimin ne olduğunu anlamış olacak ki “Sakin ol,” diye mırıldandı. “Aral, ekibimdeki başkomiser ve en güvendiğim adamım. Eğer bu kâğıtta yazanlar doğruysa bu işin peşine takabileceğim tek kişi. Yani eninde sonunda öğrenecek.”

Aral. Demek, yeşil gözlerini bir türlü aklımdan çıkaramadığım adamın adı buydu ve Asaf amcamın en güvendiği kişiydi… Usulca yutkundum ve Asaf amcaya güvenmeyi seçerek tekrar ona döndüm.

“Her şey normaldi,” diye mırıldandım. “Sabah hazırlanıp evden çıktım ve hastaneye gittim. Odama vardığımda kendi anahtarımla kapıyı açıp içeri girdim, yani kapı kilitliydi. Sonra ilerledim ve masanın ortasına bırakılmış bu notu gördüm. Kapıdaki asistanlardan birine sordum ama odama girip çıkan birini görmemiş. Zaten görmemesi gerekiyor da, zira anahtar yalnız bende var. Dün gece hastaneden çıkarken kapıyı kilitlediğime de eminim.”

Asaf amca, sözlerimi dikkatle dinledikten sonra parmak uçlarıyla masasına vurmaya başladı. Bir şeyler düşündüğü belliydi.

“Güvenlik kameralarına bakmadınız mı?”

Adının Aral olduğunu öğrendiğim polis, en son birkaç gece önce bana iyi olduğunu söylerkenki ses tonundan daha kalın bir sesle konuştuğunda ona döndüm ve “Ha-hayır,” diye mırıldandım. Akılsızlığım beni utandırmıştı, çünkü bunu hiç düşünmemiş ve kendimi direkt buraya atmıştım. “Ben… Bakmadım. Notu bulduğumda yalnızca buraya gelmem gerektiğini düşündüm.”

“Anladım.”

Bakışlarında bir küçümseme veyahut kötü bir duygu aradım ama yoktu. Bunu akıl edememiş olmamı gayet normal karşılamıştı. Şaşırmadan edemedim ama diyecek bir şey de bulamadığımdan tekrar Asaf amcaya döndüğümde, düşünceli bir tavırla elindeki kâğıdı incelediğini gördüm.

“Temizlikçi falan girmiyor mu odana? Onlarda anahtar yok mu?”

Asaf amcanın sorusuyla başımı kaldırarak “Ah, evet,” diye mırıldandım. “Onlarda da var.” Bu detayı da atlamıştım. Aklımı kaybetmeden buraya geldiğim için kendimi ödüllendirmeliydim belki de (!)

Cevabımın üzerine kısa bir süre odada çıt çıkmazken nihayet konuşmaya karar veren Asaf amca, karşımdaki adama döndü.

“Tamay, benim çocukluk arkadaşımın kızı. Kendisini on sekiz yıl önce bir trafik kazasında kaybettik; daha doğrusu kendisini ve karısını. Neden olduğunu çok araştırdım. Kaza; iş yemeğinden döndükleri bir gece, mobeselerin olmadığı bir konumda gerçekleştiği için hiçbir zaman kesin bir yargıya varamadık ama kaza olmadığını gösteren bir ipucuya da rastlayamadık.”

Asaf amcanın sözleri, kalbimde bunca yıldır kapatamadığım yaranın tekrar kanamasına neden oldu. On sekiz sene önce kaybetmiştim anne ve babamı. Tam on sekiz sene önce… O zamanlar on bir yaşındaydım, küçük bir kız çocuğuydum. Annemle babamı kaybetmeye asla hazır değildim. Gerçi bu hazır olunabilecek bir şey miydi, ondan da emin değildim ya, neyse.

Bir gün annemle babam hayattaydı.

Ve bir sonraki gün gözlerimi açtığımda onları kaybetmiştim.

On bir yaşındaydım. Sadece on bir.

Kucağımdaki elimin yumruk haline geldiğini hissettim ama bakışlarımı masanın üzerindeki kâğıttan da ayırmadım. Kâğıdı bulduğumda ve buraya gelirken yaşadığım şok, duygulanmamı engellemişti belki ama bunları duymak her şeyi bir kez daha çarpmıştı yüzüme.

On bir yaşında büyümek zorunda kalan bir kız çocuğu.

On bir yaşındayken, daha yaşına girmemiş kız kardeşine anne olmak zorunda kalan bir kız çocuğu.

Çocukluğu elinden çalınan bir kız çocuğu.

Ben. Tamay Altuna.

“Başınız sağ olsun.”

Duyduğum ses, biraz öncekine kıyasla daha sakin ve kısıktı. Ona dönmeden bir baş hareketiyle onayladım onu. Zira şu an kirpiklerime kadar gelen gözyaşlarımı tutmak zorundaydım. Başkalarının yanında ağlamayı sevmezdim. Hele ki tanımadığım kişilerin yanında.

Ama hep ağlamak zorunda kalmıştım. Hep.

“İzin almadan mı geldin hastaneden?”

Tekrar Asaf amcanın sesini duyduğumda alt dudağımı dişleyerek kafamı salladım. “İzin alacak vaktim yoktu. Öğleden önce de sadece üç hastam vardı, Yasemin’inden onlara bakmasını istedim. Öğleden sonra geri dönebileceğimi düşünüyordum.”

Şimdiyse tek düşünebildiğim yalnız kalmak ve saatlerce ağlamaktı.

“Anladım,” diye mırıldandı ve gergin bir tavırla çenesindeki sakalları sıvazladı. Babamla aynı yaşta olduğunu düşünürsem ellilerinin ortasındaydı ve buna bağlı olarak saçlarına ve sakallarına aklar düşmüştü. O an, Asaf amcayı görmeyeli bir aydan fazla olduğunu fark ettim.

“O zaman şimdilik yapabileceğimiz tek şey Aral’la birlikte hastaneye dönmeniz ve güvenlik kameralarından odana girip çıkan var mı diye bakmanız. Ben de bu kâğıdı ne olur ne olmaz diyerek incelemeye göndereceğim ama bir şey çıkacağını düşünmüyorum. Yazıyı gönderen kişi bilgisayar yazısı kullanmayı akıl ettiğine göre üzerinde de parmak izi bırakmamıştır.”

Haklıydı, bunu da daha yeni fark ediyordum. Kâğıttaki not el yazısıyla yazılmamıştı. Başımı sallamakla yetindim.

“Hadi, gidin bakalım.”

“Arabamı Arel’e vermiştim, o yüzden ekip arabasını alacağım.”

Ayağa kalkarak kapıya doğru ilerlediğim sıra başkomiserin sesini duysam da muhatabının ben olmadığımı bildiğimden yürümeye devam ettim. Adımlarım, buraya koşuşumun tersine sarsak ve dengesizdi. Aynı şu anki ruh halim gibi.

Arkamdan gelen adımları işitirken ileri doğru uzandım ve kapı kulpunu kavrayarak aşağı indirdim. Kapıyı açtığımda yalnızca birkaç santim uzağımdaki yüzü görerek dehşete düştüm ve ağzımdan kaçmasını engelleyemediğim küçük çaplı çığlık eşliğinde kendimi geriye attım.

Kapının dışında duran ve hareketlerime bir anlam veremediğinden olsa gerek şaşkınca beni izleyen adama bakarken yüzümün renk değiştirdiğine emindim. Çünkü kapıda gördüğüm kişi başkomiserin ta kendisiydi! Arkamdan gelen adımlarını duyduğum başkomiserin!

“Tamay!”

Asaf amcanın endişeli sesini duysam da bakışlarımın geriye doğru kaymasına engel olamadım. Döndüm ve biraz önce karşımda oturan başkomisere baktım. Orada duruyordu. Sonra tekrar kapıya döndüm ve girişte durarak beni izleyen adama baktım. Başkomiserin tıpatıp aynısıydı. Yalnızca kıyafetleri değişikti.

Bir dakika…

Bakışlarım hızla karşı karşıya duran adamalar arasında gezinirken nihayet ne olduğunu kavradım ve sinir boşalması eşliğinde güçsüz düşen vücudumu hemen arkamdaki ikili koltuğa bıraktım.

Başkomiserin ikizi vardı.

Omzumda hissettiğim dokunuşun Asaf amcaya ait olduğunu bildiğimden derin bir nefes aldım ve eğik başımı kaldırmadan yavaşça konuştum. Rezil olmuştum.

“Affedersiniz. Ben bir an idrak edemedim. Çok üzgünüm.”

Başkomiser ve ikizinden ses çıkmazken Asaf amca önümde diz çökerek çenemi kavradı ve kendisine bakmamı sağladı. Gözlerindeki yıkılmışlığı şimdi çok daha iyi görüyordum. O da etkilenmişti. O da en az benim kadar etkilenmişti nottan.

“Sakin ol, sorun yok tamam mı?”

Gözlerim yeniden hızla doldu, bakışlarını benden ayırmadı.

“On sekiz sene amca,” diye mırıldandım ağlamaklı bir ses tonuyla. Kucağımdaki ellerimden biri yumruk olmuştu ve bunun nedeni izleniyor olmamdı. Ama kendimi tutamıyorum. Çabalıyordum ama başaramıyordum. “Çok uzun. Çok, çok uzun…”

Kalın parmaklarını çenemden yukarı kaydırarak yanağımı avucunun içine aldı. “Biliyorum güzel kızım, biliyorum.”

“Bunu öğrenmek için bekledim. Bunca zaman ufacık bir ipucu aradım ve şimdi korkuyorum. Boş yere umutlanmaktan da korkuyorum, şayet doğruysa bu şeyin sonunda öğrenebileceklerimden de.”

Yavaşça yanağımı okşadı. “Biliyorum, kızım. Çok iyi anlıyorum. Ama… Babanı düşün olur mu? Sen babanın kızısın, Tamer’in kızısın sen. Çok güçlüsün. Her şeyin üstesinden gelebilirsin.”

Gözümdeki bir damla yaş yanağıma düştüğünde elimi kaldırarak hızla yok ettim yaşı. Ardından da buruk bir gülümseme kapladı dudaklarımı. “Evet,” diyerek onayladım onu. “Ben babamın kızıyım.”

Sessiz olmaya çalışarak burnumu çektim ve Asaf amca yüzümdeki elini çektiğinde hızla gözlerimi ovaladım. Kızardıklarına emindim.

Asaf amca doğrulduğunda ben de ayağa kalktım ve ona son kez baktıktan sonra kapıya döndüm. İki çift yeşil gözün odağındaydım. Her şeye rağmen şaşırmamak elde değildi. Bir anda dün akşam restoranda gördüğüm adamın hangisi olduğunu merak ederken buldum kendimi. Sonra hızla bu saçma düşüncemden sıyrıldım ve kısık bir ses tonuyla “Tekrar affedersiniz,” diyerek yanlarından sıyrılıp dışarı attım kendimi. Başkomiserin arkamdan gelip gelmediğini kontrol etmeden hızla merdivenlere yöneldim ve aceleci adımlarla basamakları indikten sonra kimliğimi teslim ettiğim yere gittim. Misafir kartını geri verip kimliğimi aldıktan sonra kendimi Emniyet Müdürlüğünün dışına attım ve kapının önünde sırtı dönük bir şekilde bekleyen başkomiseri gördüm.

Biraz önceki zayıflığıma şahitlik ettiğini unutmaya çalışarak omuzlarımı dikleştirdim ve yanına doğru ilerledim. Ona yaklaştığımı fark ederek bana döndüğünde bakışlarımı bilerek yüzüne çevirmedim.

“Arabanız var mı?” diye sorduğunda başımı sallayarak onayladım onu.

“O halde sizi takip edeceğim.”

“Takip etmenize gerek yok,” dedim birden. “Yani birkaç gün önce aciline gittiğiniz hastanede çalışıyorum.” Bir anda yaşadığım farkındalıkla deminden beri gösterdiğim çabayı unutarak gözlerimi yeşillerine çevirdim. Bu rengi daha önce kimsede görmediğime yemin edebilirdim. “Tabii acile gelen kişi sizdiyseniz...”

Yüzünde mimik oynamazken “Bendim,” diye mırıldandı. O geceki gibi asabi olduğunu hissettim.

Başka bir şey söylemeye ihtiyaç duymayıp “Hastanede görüşmek üzere,” diyerek yanından ayrıldım. Arabama bindiğimde hiçbir şey düşünmemeye çalışarak Emniyet Müdürlüğünden ayrıldım ve yola düştüm.

“Acaba restorandaki kişi ikizi miydi? Beni zaten tanımadığı için mi ona baktığımı görmesine rağmen tepki vermedi? Yoksa kaba biri olduğu için mi?”

Sesli bir şekilde düşündüğümü fark ederek anında sustum ve kafamı iki yana salladım. Cidden o kadar şey varken bunu düşünmenin sırası mıydı?

Elimi kaldırıp kapıdaki düğmelerden birine bastım ve hemen yanımdaki camın tamamen açılarak içeri dolan rüzgârın saçlarımı uçuşturmasına izin verdim. Esintiyi hissetmek iyi gelmişti.

Sabah saatlerinin etkisiyle az olan trafik sayesinde kısa denebilecek bir sürede hastaneye vardım. Arabamı her zamanki yerine park ettikten sonra başkomiserin gelip gelmediğini merak ederek hastanenin girişine yürümeye başladım. Duygusal olarak kendimi aşırı yorgun hissetsem de kameralarda görecek olacağım şeyler merakımı arttırıyordu ve adrenalinle dolduğum için yorgunluğumu dışarıya göstermeden ilerleyebiliyordum.

Yine de bu gövde gösterimin en fazla bir saat sonra yerle bir olacağından emindim.

Aral başkomiseri bulamadığım takdirde Asaf amcayı aramayı düşünürken, giriş kapısının önünde beklediği fark ettim. Benden önce gelmişti ve bunun farkında olarak beni bekliyordu. Hangi arabayla geldiğini bilmediğimden peşimde olup olmadığını da bilememiştim. O benim arabamı tanıyor muydu?

Başkomiserin göz ucuyla bana baktıktan sonra içeri girdiğini gördüğümde istemsizce gözlerimi devirdim. Kabul, gözlerinden fazlasıyla etkilenmiştim ama asla tahammül edebileceğim kişilikte biri değildi.

Hastane kapısından içeri girdiğimde hemen köşede durduğunu gördüm ve iç çekip bir şey demeden yürümeye devam ettim. Peşimden geleceğini biliyordum. Göz ucuyla asansörlerin olduğu kısmın fazlasıyla dolu olduğunu gördüğümde tereddüt etmeden merdivenlere yöneldim. Güvenlik odası alt kattaydı.

Karşıma çıkan tek tük personellerden tanıdıklarıma kısa bir baş selamı vererek istediğim kata ulaştım ve arkamdan gelen adımların farkında olarak güvenlik odasına doğru ilerledim. Başkomiserin bu umursamaz tavrının genel mi olduğunu, yoksa istememesine rağmen acile gitmesine yardım ettiğim için mi bana böyle davrandığını çözememiştim. Umursamamaya çalıştım.

Odanın önüne geldiğimde başkomiserin yanıma gelmesini bekledim ve sonra kapıyı çalarak içeri girdim. Bizi karşılayan kişi, bildim bileli hastanenin güvenliğiyle ilgilenen Hasan abiydi. Beni gördüğünde şaşırarak ayaklandı ve “Doktor hanım?” diyerek birkaç adımda yanıma geldi. Bakışları benimle Aral başkomiserin arasında gelip giderken “Bir şeye mi ihtiyacınız var?” diye sordu.

“Hasan abi, dün gece odama birinin girip girmediğini öğrenmem gerekiyor,” diye mırıldandım. Güvenlik görevlisinin gözleri bende takılı kaldı ve şaşkınca “Hırsızlık olayı mı?” diye sordu. Şaşkınlığını anlayabiliyordum, çünkü bu hastanenin personelleri arasında böyle şeyler olmazdı.

“Hayır,” diyerek başımı salladım. “Biri masama bir not bırakmış ve notta yazanlar benim için hayati derecede önemli. Bunu kimin yaptığını öğrenmem lazım.”

Hasan abi başını sallayarak beni onaylasa da çatılan kaşları bu durumdan hoşlanmadığını belli ediyordu. Tereddütlü bakışlarını başkomisere çevirdi.

“Siz?”

Başkomiser, cebinden çıkardığı kimliği gösterdi Hasan abiye. “Ben, Başkomiser Aral Ertem. Görüntüleri izlemek için buradayım.”

Aral Ertem. Güzel bir soy ismi vardı.

Hasan abi arkamdaki adamın polis olmasını ummuyor olacak ki şaşırdı ancak yorum yapmayıp kafasını sallamakla yetindi. Ardından bilgisayarların olduğu yere ilerledi ve sandalyesine otururken bana dönmeden konuştu. “Ne zamanın görüntülerini istiyordun?”

“Dün gecenin abi.”

Bir kez daha başını salladı ve hastane koridorlarının görüntüleri arasında gezmeye başladı.

“Üçüncü kattaydı senin oda, değil mi?”

“Evet, abi.”

Biraz daha karıştırdı görüntüleri. Biz de hemen arkasında durarak bakışlarımızı bilgisayara diktik. Çok geçmeden kayıtları başlattığında önce dün hastaneden çıktığım anı izledik. Dediğim gibi kapıyı kilitleyip gitmiştim. Hasan abi biraz ileri sardı görüntüyü. Koridor boştu. Bir müddet boş koridoru izledik sessizce, sonra temizlik görevlilerinden Zeynep ablanın girdiğini gördük kameranın açısına. Önündeki temizlik arabasını ilerleterek benim odamın bulunduğu sıradaki her odaya sırayla girmeye başladığında gözlerimi kısarak tüm dikkatimi görüntülere verdim. Hasan abi kaydı biraz daha ileri aldığında benim odama girmeden önce cebindeki anahtarlığı çıkardığını ve anahtarlardan birini seçip kilidi açarak içeri girdiğini gördük.

“Odanın içini de görebiliyor muyuz?”

Yanımda duran başkomiserin sesini duyduğumda başımı ona çevirmemek için zor tuttum kendimi. Bilgisayar ekranını rahat görebileceğimiz kadar yakındık birbirimize ama asla temasta bulunmuyorduk.

Hasan abi kısa bir baş onaylamasıyla odamın içindeki kameraya geçiş yaptı ve Zeynep ablanın odamı temizleyişini izledik. Tek yaptığı şey masamın ve yerlerin tozunu alıp dışarı çıkmak olmuştu.

Zaten notu bırakanın o olduğunu hiç düşünmemiştim.

Hasan abi tekrar koridoru gören kameraya geçtikten sonra kaydı ileri sardı. Mesai saatinden sonra bizim katta gezinen biri olmazdı zaten. Yine de izlemeye devam ettik.

“Gece yarısından sonrasına alıyorum.”

Aral başkomiser, Hasan abiyi küçük bir mırıltıyla onayladığında göz ucuyla baktım ona. Tüm dikkati bilgisayarın üzerindeydi, fazlasıyla odaklanmış görünüyordu.

Bir süre daha boş koridor kayıtlarını izledikten sonra saat gece üçü geçerken koridordaki bir karaltı, hepimizin olduğumuz yerde dikleşmesini sağlamıştı. Birkaç saniye içinde kameranın izlediği yere giren kişiyi görünce kaşlarım havalandı ve istemsizce öne doğru eğilerek görüntüye daha yakından baktım.

Temizlikçi kıyafetlerinden giydiği belli olan ama ağzındaki maske ve neredeyse gözlerine kadar indirdiği saç bonesiyle kim olduğu belli olmayan kişi etrafı kolaçan ederek cebinden çıkardığı anahtarla odamın kapısını açtı ve kendisini hızla odaya attı.

Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

Hasan abi, talimat beklemeden odamdaki kameraya geçiş yaptığında içeriye giren kişi tekrar görüntüye geldi. Hareketleri oldukça aceleciydi ve bilhassa suratını yerden kaldırmıyordu. Yüzünü göstermemek için olduğunu düşündüm.

Vücut hatlarından daha çok bir kadını andırdığını düşündüğüm kişi cebinden çıkardığı kâğıdı şöyle bir etrafına bakındıktan sonra masamın üzerine koydu ve aynı hızla odayı terk etti.

Bir kez bile başını kaldırmamıştı.

“Ellerinde eldiven var ve yüzünü asla göremiyoruz.”

Başkomiserin kendi kendine mırıldanmasını umursamayarak ekranı izlemeye devam ettim. Hasan abi bir kez daha koridorun kamerasına geçiş yaptığında, odadan çıkan kişinin tekrar etrafı kolaçan ettiğini ve kimsenin olmamasını fırsat bilerek kapımı kilitlediği gibi hızlı adımlarla kameranın görüş alanından çıktığını izledik.

Başkomiserin talimatıyla koridor kameralarında geçiş yapan Hasan abi, odama giren kişiyi hastaneden çıkışına kadar takip etti. Üzerindeki kıyafetleri ve bandanayı çıkarmadan ayrılmıştı hastaneden.

“Bu görüntülerin bir kopyasını alabilir miyim?”

Hasan abi, başkomiserin dediklerini yaparken, yeşil gözlerin odağında olduğumu fark ederek ona döndüm. Bakışları düşünceliydi.

“Muhtemelen hastaneden biri değil ama bir şekilde personel kıyafetlerine ve odanızın anahtarına ulaşmış. Yine de tüm çalışanlarla tek tek ilgilenileceğinden emin olabilirsiniz. Ayrıca hastanenin dışındaki kameralara bakarak şüphelinin hastaneden nasıl uzaklaştığını ve hastaneye nasıl giriş yaptığını öğreneceğim.”

Başımı sallamakla yetindim.

Başkomiser, Hasan abinin uzattığı CD’yi aldı ve bakışlarını ona dikerek “Ben, ekibimle birlikte yeniden hastaneye gelip araştırma yapana kadar bunları kimsenin duymaması iyi olur,” diye mırıldandı.

“Tabii,” diyerek başını salladı Hasan abi. Bunun üzerine tekrar bana döndü.

“Bundan sonrası bizde, gereken her şeyin yapılacağından emin olabilirsiniz. Ayrıca durumu Asaf amire ben bildiririm.”

“Tamam,” diyerek onayladım onu. Zaten bir şey yapabilecek güçte hissetmiyordum kendimi.

“O halde iyi günler.”

Aral başkomiser, kısa bir baş selamıyla odadan çıktığında sıkıntıyla oflayarak Hasan abiye döndüm. Kafası karışmışa benziyordu.

“Biri sizi tehdit mi ediyor?”

“Hayır,” diyerek başımı salladım. “Öyle bir şey değil ama ne olduğunu ben de anlamış değilim.”

Hasan abi, dediklerimden bir şey anlamasa da konunun uzamasına neden olmadı ve ben de ona teşekkür ederek güvenlik odasından ayrıldım. Beni zor taşıdığını fark ettiğim ayaklarımı zorlayarak merdivenlere yöneldim ve basamakları teker teker çıkmaya başladım.

Yasemin’e ihtiyacım vardı. Şu haldeyken bana biraz olsun iyi gelebilecek tek kişi oydu.

Sesli bir şekilde iç çektim ve ayaklarımın beni ona götürmesine izin verdim.

 

 

 

Loading...
0%