@bayanclara
|
Araba, Doğu’nun evinin önünde durduğunda çantamı alarak aşağı indim. Ev, Sadullah’ın malikânesine nazaran daha sadeydi ancak yine de normal şartlara göre görkemli sınıfına girdiğine hiç şüphe yoktu. Evin çevresi yüksek tellerle çevrelenmişti ve muhtemelen mahremiyet sağlaması için teller yapraklarla kapatılmıştı. Bu yüzden dışarıdan bakıldığında çatı katı haricinde bir yeri göremiyordunuz. İstanbul’un yüksek tepelerinin birinde bulunduğumuz için hava fazlasıyla soğuktu ve bu, yanıma ceket benzeri bir şey almadığım için pişmanlık duymama neden olmuştu. Arabayı kilitleyerek yanıma gelen Aral, kolunu girmem için öne uzattığında ona kısa bir bakış attım ve uzattığı koluna girmek yerine diğer tarafına geçerek salık duran koluna tutundum. Bu hareketimi anlamlandıramamış olacak ki çatılan kaşları eşliğinde gözlerini benden ayırmadan havada olan kolunu usulca indirdi ve “Niye böyle bir şey yaptın?” diye sordu. Usulca omuz silkip çenemle karnındaki yaranın olduğu yeri işaret ettim. Dik duruşuna ve sert çehresine bakan herkes onun fazlasıyla güçlü olduğu kanısına varabilirdi, belki öyleydi de ancak en fazla bir saat öncesinde yarasını diken bir doktor olarak ne halde olduğunu en iyi ben bilebilirdim. Tabii onun yarasına asla dikkat etmeyecek biri olduğunu da biliyordum. “Yanlışlıkla biri yaranın olduğu yere çarpıp dikişlerine zarar vermesin diye.” Açıklama yaparken başımı usulca sol omzuma doğru yatırıp alayla gülümsedim. “Malum senin kendine dikkat etmeyeceğini bu gece çok ama çok iyi bir şekilde anladım.” Cevabım üzerine kaşları havalanırken bir şey demek üzere olduğunu fark edip çantamı tuttuğum elimi havaya kaldırarak onu susturdum. “Yeni bir tartışmayı daha kaldıracak halim yok, bu seferlik böyle olsun. Saçmalıklarını daha sonra dinlerim, tamam mı?” Yüzüne gerçek bir şaşkınlık ifadesi otururken “Saçmalıklarımı mı?” diye sordu. Ciddiyetimden asla taviz vermeyerek “Aynen öyle,” diye mırıldandım. “Ayrıca lütfen bu konuşmayı da sonra yapalım, çünkü ciddi manada donuyorum.” Sözlerim üzerine dikkati dağılırken bakışları hızla beyaz elbisemin üzerinde gezindi ve belli belirsiz bir hoşnutsuzlukla “Kim dedi sana bu kadar ince ve kısa giyin diye?” diye sordu. “Sadullah’ın evine gideceğiz sanıyordum, başka bir yere geleceğimizi bilsem üzerime ceket falan alırdım.” Usulca iç çekerek bakışlarını benden ayırdı ve kısık bir ses tonuyla “Ceket de ısıtırdı zaten seni,” diye mırıldanarak evin dış kapısına doğru yürümeye başladı. Tabii beni de peşinden sürüklemeyi ihmal etmiyordu. “Bir an önce eve girelim bari de buza dönme.” “Çok kibarsın gerçekten,” diyerek dudak büktüğümde bana üstten bir bakış attı. “Kafamda topuklu ayakkabısını parçalamak isteyen biri mi söylüyor bunu?” Gülmemek için kendimi zar zor tutarken bu halimi fark ederek dudağının ucunu kıvırdı. Şapşal herif, ne güzel laf sokuyordu. “Bunu yapsaydım bile haklıydım,” diyerek kuyruğu dik tutmaya çalıştım. “O kadar saçmalamıştın ki ne yapsam yeriydi.” “Sanırım bugün gerçek yüzünle karşılaştım?” dediği sıra evin büyük demir kapısının önüne varmıştık. “Gerçek yüzümle deme, sanki bilerek rol yapıyormuşum gibi oluyor o zaman. Tanıştığımız günden beri korkak bir sümüklüyle yüzgöz olduğun için böyle düşünmen normal gerçi ama ben aslında böyle biriyim.” Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Yeşil gözleri üzerimdeydi. Keşke bu kadar yakışıklı olmasaydı. “Ona göre ayağını denk alsan iyi olur.” Bakışlarını benden kaçırdı. Sanki biraz daha yüzüme bakarsa kendini tutamayıp gülecekti. Ayarlarıyla oynamıştım sanırım adamın. Nihayetinde halime bakmadan bir başkomisere kafa tutuyordum. “Bundan sonra öyle yaparım, Doktor.” “Evet, öyle yap.” İtinayla saçmalamaya devam ediyordum çünkü içten içe bu duruma, yani onunla şaka yoluyla iddialaşmaya bayılmıştım. Bakışları bana çevrildi, yüzüme sanki bir şey arıyormuş gibi uzun uzun baktı ve ardından hiçbir şey olmamış gibi önüne dönerek kapıyı şifreli diyebileceğim bir şekilde çaldı. Büyük, demir kapı saniyeler sonra aralandığında artık görmeye aşina olduğum korumalardan biri Aral’ı ve beni kısaca selamlayıp içeri geçmemiz için geri çekildi. Etraftaki izbandut kılıklı adamları görmek biraz önceki halimden tamamen sıyrılmama neden olurken istemsizce Aral’a biraz daha sokuldum. Dışarıdan bakan biri algılayamayabilirdi bu hareketimi ancak Aral’ın hissettiğini biliyordum. Bunu, boştaki elini kaldırarak koluna sıkıca tutunmuş olan elimin üzerine bırakmasından da anlayabilmiştim. Etrafta Sadullah’ın evindekine nazaran daha az koruma vardı ve çoğunu ilk kez görüyordum. Gerçi normalde de korumaların yüzlerine bakmayı tercih etmediğimden daha önce yanından geçtiğim bir korumayı hatırlamıyor olma ihtimalim de oldukça fazla sayılırdı. Uzun taşlı yoldan ilerlerken bu evin daha çok bir yazlığı andırdığını fark ettim. Çatı katıyla birlikte üç katlıydı ancak dış görüntüsüne baktığımda oldukça geniş olduğunu söyleyebilirdim. Tek başına yaşayan bir insan için gereksiz bir büyüklüğe sahipti fakat korumalar ve muhtemelen evin içinde çalışan yardımcılar düşünüldüğünde Doğu’nun burada tek başına yaşaması imkânsız gibi bir şeydi. Aral, evin ön kapısına gitmek yerine arka bahçeye gittiğini düşündüğüm küçük aralığa girdiğinde sessiz kalmaya devam ederek ona eşlik ettim. Yazlık tahminim tutmuştu. Zira arka bahçe oldukça genişti ve büyük denebilecek de bir havuza sahipti. Etraf insanlarla doluydu ve hallerine bakılırsa keyfileri yerindeydi. Birkaç kişi havuzun kenarındaki bahçe sandalyesinde oturmuş gülüşüyordu. Beş altı kişilik bir topluluk havuzun diğer kenarında bulunan L koltuklara oturmuş ve önlerindeki masada duran yiyeceklerden atıştırarak koyu bir sohbet içinde görünüyorlardı. Onlar dışında dört beş kişi de etrafa yayılmıştı. Bahçedeki ışıklandırmalar sayesinde her yeri net bir şekilde gözlemlerken bakışlarım bahçeye açıldığını fark ettiğim kapıya çevrildi. Aral, yeşillerini etrafta gezdirdikten sonra o kapıya doğru ilerlemeye başladığında aradığı kişilerin içeride olduğunu düşündüm. Zira ne Demet’i ne de Ekin’i görebilmiştim. Doğu’yu da görsem bile tanıyamazdım zaten. Kapıdan içeri geçiş yaptığımızda oldukça geniş bir salona girdiğimizi fark ettim. Etraf siyah ve haki renklerine bürünmüştü. Arada da beyaz dokunuşlar yok değildi. Sadullah’ın evinin dizaynına göre daha sadeydi ancak bana sorarsanız oradan çok daha güzeldi. “Ah, nihayet gelebildiniz!” Bakışlarım merakla etrafta gezinmeye devam ederken duyduğum tanıdık ses üzerine duraksayarak başımı önüme çevirdim ve krem renginde uzun bir elbise giymiş olan Demet’in bize doğru ilerlediğini fark ettim. Hemen arkasında da Ekin ve gördüğüm anda yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttuğum Tutku vardı. Onu ilk gördüğüm gün tuvaletteyken hakkımda söylediklerini unutmuş değildim zira. Abisinin yanında ilerlerken hiç sakınmadan gözlerini Aral’a dikmiş olması beni epey gerse de dışarıya bir şey belli etmeyerek yanıma gelen Demet’in bana sarılmasına izin verdim ve gözlerimi zar zor Tutku’dan ayırarak “Trafik çoktu,” diye yalan uydurdum. “O yüzden biraz geciktik.” Aral, Ekin’le erkeksi bir tavırla tokalaşırken beni onaylayan birkaç mırıltı çıkardı. Beni asla umursamadığını tavırlarıyla belli eden Tutku, hülyalı bakışlarını Aral’a dikerek davetkâr bir havayla “Hoş geldin,” diye mırıldandı. Bir an bana öyle gelip gelmediğini sorguladım ama hayır, yüz ifadesi hiç de masum değildi. Aral, umursamaz bir tavırla başını yavaşça sallarken gözlerim Demet’e takıldı. Görümcesine çatık kaşlarla bakıyordu. Çok geçmeden Tutku da bunu fark ederek yengesine döndü ve bakışlarından ne demek istediğini anlamış olacak ki suratsız bir şekilde bakışlarını bana çevirip “Sen de hoş geldin,” diye mırıldandı. Demet’in tavrını bir miktar şüpheli bulurken kaşlarımı hafifçe kaldırıp kendimden emin bir şekilde “Hoş bulduk,” dedim. Hemen ardından da Demet’e sarılırken Aral’ın kolundan çıktığım için geri giderek Aral’ın dibinde bittim ve içimden gele dürtüye engel olamayarak uzanıp Aral’ın elini tuttum. Gif Yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak gözlerimi Tutku ve Demet arasında gezdirirken Aral’ın bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım ona. Utanıyordum ve bunu neden yaptığımı soran yeşillerine nasıl bakacağımı bilmiyordum. Onu kıskandığımı söyleyemezdim ya. Buna rağmen bakışları birleşen ellerimize kayan Tutku’nun düşen surat ifadesi içimde tarifi imkânsız bir tatmin duygusu oluşturmuştu ve bundan birazcık korkmuştum. Ama sadece birazcık… Aral, yüzünü Ekin’e çevirerek üzerimdeki gerginliği bir tık atmamı sağlarken “Doğu nerede?” diye sordu. “Ah, bakın iyi insan da lafının üzerine gelirmiş.” Demet, kocasının yerine cevap verirken başımı çevirip odaklandığı yere baktım. Aral boylarında, baktığınız an Demet’le aynı fabrikadan çıktığına emin olabileceğiniz bir adam yüzündeki sabit ifadeyle yanımıza doğru geliyordu. Bakışları kısaca herkesin üzerinde gezindikten sonra Aral ve benim aramda gidip gelmeye başladığında hafifçe gerildiğimi hissederek Aral’ın eline biraz daha asıldım. Doğu’nun dik bakışlarından pek hoşlanmamıştım zira. Kapının önünde kaplan kesilen ben, yeniden kediye dönmüştüm ve bu utanç vericiydi. Aral, muhtemelen sorun olmadığını göstermek amacıyla başparmağıyla elimin üzerini hafifçe okşadığında dikkatim anında dağıldı ve kahvelerim birleşmiş ellerimize kaydı. Duygularım gözümü kör ettiğinden de olabilirdi ama o an ellerimiz birbiri için yaratılmış gibi hissetmekten alıkoyamamıştım kendimi. Böylesine hızlı duygu değişimleri bana hiç iyi gelmiyordu sanırım. “Hoş geldiniz.” Yanımıza gelen Doğu, Aral’la el sıkıştıktan sonra bakışlarını bana çevirerek başını hafifçe öne eğdiğinde aynı şekilde selamladım onu. “E, hadi burada durmayalım, dışarı çıkalım,” diyerek kocasının koluna giren Demet, Ekin’i bahçe kapısına doğru çekiştirdiğinde biz de sırayla peşine düştük. Tutku kişisinin dik bakışlarını ara ara üzerimde, daha doğrusu Aral’ın üzerinde hissetsem de bunu fark ettiğimi belli etmedim. Hem ortamı germek istemiyordum hem de kendimden yaşça küçük olan birine onu tehlike olarak gördüğümü belli etmek istemiyordum. Gereksiz yere havalara girmesine gerek yoktu sonuçta, değil mi? Bahçenin bir diğer kenarına kurulan oturma grubundaki koltuklardan birine Aral ortada kalacak şekilde Aral, ben ve Doğu oturmuştuk. Diğer üçü de karşımızdaki koltuğa yerleşmişti. “Görüşmeyeli nasılsın doktorcuğum?” diyerek aradaki sessizliği bozan Demet’e döndüm ve hafifçe gülümsemeye çalıştım. Hissettiğim gerginlik bunu doğal olarak gerçekleştirmeme engel oluyordu zira. “İyiyim, sen nasılsın?” “Ben de harikayım.” “Bu hafta kontrole geleceksin, unutmadın değil mi?” diye sordum, sırf konuşma uzasın diye. Demet büyük bir hevesle “Unutur muyum hiç?” dedi. Aksi bir cevap beklememiştim zaten. “Doktorluk zor olmuyor mu?” diye araya girdi Tutku. Bakışlarım ona dönerken sabit yüz ifadesinden çıkarabildiğim tek şey burada olmaktan memnun olmadığıydı. Belki de burada olmasından hoşlanmadığı kişi bendim. “Ne bileyim, çok zor bir iş. Bir de sen kadın doğumcuymuşsun.” “Kadın hastalıkları ve doğum uzmanıyım,” diye düzelttim onu. Sorgusunun amacını anlamamıştım ancak üzerime düşeni yapacak ve onu ciddiyetle cevaplayacaktım. “Gerçekten zor bir meslek. Benim branşımın da ekstra zorlukları var, evet ama ben işimi çok severek yapıyorum.” “Bu biraz klişe değil mi ya?” diyerek güldü. Sanırım beni ya da işimi küçük görmeye çalışıyordu. “Zor ama severek yapıyorum falan?” “Klişe olması kötü olduğu anlamına gelmez yalnız,” diyerek araya girdi Aral. Şaşkın bakışlarımı ona çevirdim, konuşmasını beklemiyordum doğrusu. “Ayrıca bu her şey için geçerlidir. Bir zorluğa katlanıyorsan ya seviyorsundur ya da mecbursundur. Tamay’ın bu mesleği yapma mecburiyeti olmadığına göre?” “Kesinlikle katılıyorum,” diyerek başını salladı Demet. Bu sırada da görümcesine dik dik bakmakla meşguldü. Neden bilmiyordum ama görümcesinden pek haz etmediği yargısına kapılmıştım. Benim yerime konuşanlar olduysa da “İnsanlara yardım etmeyi seviyorum,” diye açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Tutku pek umurumda değildi ancak Doğu ve Ekin’in konuşmayı dikkatle dinlemeleri bu ihtiyacı hissettirmişti bana. “Özellikle de kadınlara ve bebeklere. Bu sayede gecenin bir yarısı doğuma gitmekten gocunmuyorum. Ha, uykuya en çok ihtiyacım olduğu zaman evimden ayrılmak zor gelmiyor mu? Geliyor elbette. Ancak dünyaya ilk adımını atmasına yardımcı olduğum bebeği sağlıklı bir şekilde kollarıma aldığımda her şeyi unutuyorum.” Demet, hevesli bir şekilde iç çektiğinde ona bakıp gülümsedim. Bebeğine kavuşmak için ne kadar sabırsızlandığını biliyordum. “Doktor olmak istemenin özel bir sebebi var mı?” diye sordu, Doğu. Bakışlarım ona kaydığında dikkatle yüzüme baktığını gördüm. Soruyu kestirip atmak kolayıma gelirdi ancak Asaf amcamın bu işe girmeden evvel kendim olmamla ilgili söylediği şeyleri hatırlayınca bunu yapmayıp dürüst olmayı tercih ettim. “Benden sonra bir kez daha çocuk sahibi olmak istediklerinde annem bazı sağlık sorunları yaşadı. Küçüktüm ancak annemin hamile kalmayı ne kadar istediğini ve bunun için ne kadar uğraştığını çok iyi hatırlıyorum. Birkaç senelik tedavinin neticesinde hamile kalabildi ama çok zor bir süreç geçirdi. Hatta ilk birkaç aydan sonra evden hastaneye gitmek dışında ayrıldığını hatırlamıyorum. Doktoruyla sürekli irtibat halindeydi ve annemin yanından pek ayrılmadığım için onun doktoruyla ben de bir hayli vakit geçirmek zorunda kalmıştım. Çok ilgili ve iyi biriydi. Anneme iyi geldiğini görmek onu kendi içimde daha farklı bir yere koymama neden oluyordu hatta. Bu mesleğe ilk heves edişim onun sayesinde oldu kısacası.” Aral’ın ilk oturduğumuz zaman koltuğa yasladığı kolu omzuma indiğinde ona dönüp hafifçe tebessüm ettim. Bu olayı yeni öğrendiği için biraz şaşkın olduğunu fark edebilmiştim ama sanırım beni kolunun altına alarak destek olma çabası, kardeşim doğduktan sonra yaşananları bildiği içindi. “Doğumda bir sorun yaşanmadı ama değil mi? Yani Antalya’dayken kardeşine hediye aldık sonuçta?” Demet’in endişe barındıran sesini işitince dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı salladım iki yana. “Biraz zor bir doğum olmuştu ama kardeşim sağlıklı bir şekilde doğdu. Annem de iyiydi ve ne zaman sorsam kardeşimin yüzünü gördüğü ilk an yaşadığı bütün sıkıntıları unuttuğunu söylerdi.” Yaşadığı bunca şeye rağmen kardeşimin bir yaşına bastığını bile görememişti ya, bana en çok koyan buydu işte. Anlattıklarım -ki esas yıkıcı olan şeyi kendi içimde bırakmayı tercih etmiştim- herkese buruk bir sessizlik bağışlarken Doğu yavaşça ayaklanıp “Ben yeni gelen misafirlerle ilgileneyim biraz,” diyerek yanımızdan ayrıldı. Abisinin gidişini izleyen Demet de kocasına dönerek “Şu müzik olayını halleder misin, hayatım?” diye sordu. “Danssız parti mi olur?” Ekin, “Halledeyim,” diyerek eve doğru yöneldiğinde bakışlarım anlık olarak Tutku’yu buldu. O ise zaten bize bakıyordu, daha doğrusu Aral’ın hala omzumda duran eline. Hislerinin basit olmadığını ve bunu saklama ihtiyacı bile gütmediğini anlamak kolaydı. Zor olan bununla başa çıkmaktı. Esasen Aral’ın hiçbir şeyi değildim ancak Aral’a karşı hissettiğim şeyler bunu önemsemememi engelliyordu. Zira Tutku’nun yüzüne baka baka sırtımı Aral’ın göğsüne yaslamamın başka bir açıklaması olamazdı. Üstelik bunu Aral’a nasıl izah edeceğim konusunda da en ufak bir fikrim yoktu. Hareketim sonucu Aral’ın bana döndüğünü fark etsem de gözlerimi Tutku’dan ayırmadım. Onun Aral’ın elinden ayrılan bakışlarının bana kaymasını ise küçük bir tebessümle izledim. Amacım ona Aral’ın kime ait olduğunu göstermek değildi ki bunu istesem de yapamazdım zaten. Benim istediğim şey ona hal ve tavırlarının farkında olduğumu hissettirebilmekti. Bu zamana kadar Aral’la aralarında ne gibi bir ilişki vardı, bilmiyordum ancak ben yanlarındayken Aral’ın dibine düşmesine izin vermeyecektim. Aral’a karşı bir şey hissediyor olmasaydım da buna izin vermezdim çünkü dışarıdan bakan biri -ki Demet’in, görümcesinin hisleri hakkında bir şeyler bildiğinden şüpheleniyordum- Tutku’nun tavırlarına sessiz kalmamı farklı yorumlayabilirdi. Tutku, çatılan kaşları eşliğinde gözlerini benden kaçırdığı sıra Aral her şeyden bir haber olarak kulağıma eğilip “Benim ufak bir işim var, soran olursa lavaboya gittiğimi söylersin,” diye mırıldandı. Yüzünü görebilmek için ona doğru döndüğümde yakınlığımızdan ötürü burnum çenesine sürtündü. Sakallarının tenimde oluşturduğu tuhaf karıncalanma aklımı başımdan alırken gözlerimi yeşillerine dikerek “Hımhım,” diye sessiz bir mırıltı çıkardım. Zira ‘tamam’ diyecek halim bile kalmamıştı. Birkaç saniye için gözlerimi izledikten sonra başını hafifçe sallayıp benden uzaklaştı ve ayağa kalktı. Tutku ve Demet’e ithafen “Müsaadenizle hanımlar,” diyerek evin içine doğru ilerlemeye başladığında gözden kaybolana kadar onu izledim. “Tamam, gitti adam, tamam. Buraya dönebilirsin.” Demet’in bir hayli alaylı sesini işittiğimde küçük bir irkilmeyle önüme döndüm. Resmen gözlerinin önünde dalmıştım, hem de Aral’a. Hissettiğim utanç duygusuyla “Şey, ben,” derken Demet elini uzatarak kıkırdamaya devam etti. “Sorun yok, çok anlıyorum ben seni.” Dudaklarımı sıkıntıyla birbirine bastırırken Tutku birden ayağa kalktı ve yüzümüze bile bakmadan “Ben de arkadaşlarımın yanına gideyim,” diyerek yanımızdan ayrıldı. Engel olamadığım dürtüyle onun gidişini de izlerken havuz başındaki grubun yanında durduğunu görerek rahatsız edici bir rahatlama hissiyle tekrar Demet’e döndüm. Bakışları hala benim üzerimdeydi ve ne yaptığımın da farkındaydı. “Tutku’nun tavırlarını fark ettiğini anlayabiliyorum,” diye mırıldandı yavaşça. Ondan bir açıklama istemediğim halde aklımdan neler geçtiğini tahmin etmiş olmalıydı. “Açıkçası bu zamana kadar onu uyarma ihtiyacı hissetmemiştim, çünkü sana ilk tanıştığımız zaman da söylediğim gibi Aral’ın gerçek bir nişanlısı olduğuna inanmıyorduk.” Kaşlarım çatılırken “Ama vardı,” dedim. Sesim biraz sert çıkmıştı; çünkü şu an için Demet’in, bilmese de doğruyu söylüyor olmasının benim için hiçbir anlamı yoktu. Demet, mahcup bir ifadeyle başını sallayarak “Farkındayım,” dedi. “Zaten onun hislerini bir tek ben biliyorum. Ekin’in ya da babamların yanında onlardan çekindiği için hislerini belli edemiyordu. Bir an önce hislerinden kurtulmasını sağlamak için onunla özel olarak ilgileneceğim.” “İyi olur, aksi takdirde beni umursamadan nişanlımı süzmeye devam etmesine daha ne kadar tepkisiz kalabileceğimi hiç bilmiyorum.” “Haklısın,” diyerek anlayışla başını salladı ve ardından sesini biraz daha kısarak devam etti konuşmaya. “Aslında ondan ben de pek haz etmiyorum. Tahammül edemeyeceğim kadar şımarık bir kız, Ekin için alttan almaya çalışıyorum.” “Ekin’e pek benzemiyor,” diyerek burnumu kırıştırdım. Gerçekten de abisine dış görünüş olarak da benzemiyordu, huy olarak da. “Ekin’le Tutku üvey kardeşler aslında. Yani babaları bir ama anneleri farklı. Babası Ekin’in annesinden ayrıldıktan sonra başka biriyle evlenmiş ama Ekin annesiyle kalmış. Büyüdükleri ortam da farklıydı kısacası. O yüzden birbirlerine pek benzemezler.” İşte bu her şeyi açıklıyordu. Bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak istemeyerek anlayışla başımı salladım ve Tutku’yu görebilmek amacıyla bakışlarımı biraz önce gittiği yere çevirdim ama orada değildi. Gözlerimi kısarak etrafa bakmaya devam etsem de onu görmeyi başaramamıştım. Aral da hala dönmemişti. Onu bulmaya gitmiş olabilir miydi? Hissettiğim huzursuzlukla Demet’e dönüp “Ben bir Aral’a bakayım olur mu?” diyerek ayaklandım. İçim içimi yerken oturmaya devam edemezdim zira. Demet neden böyle bir şey söylediğimi anlamış olacak ki “Benim de gelmemi ister misin?” diye sordu. Bakışlarındaki tereddüdü fark edebiliyordum. Başımı iki yana sallayıp “Yok, gerek yok,” diye mırıldandım. Aksine inandırabileceğimi sanmasam da “Aral’ın midesinde sorun vardı, gecikince merak ettim sadece,” diye devam ettim. Başını sallayarak “Sen öyle diyorsan,” dediğinde usulca gülümseyip, daha doğrusu gülümsemeye çalışıp, ona arkamı döndüm ve bahçeyi süzmeye devam ederek eve doğru ilerledim. Salondan içeri girdiğimde Aral’ı düşündüğüm gibi bir durumun içinde bulmadığım takdirde ne gibi bir bahane bulmam gerektiğini düşünüyordum. İşi olduğunu söylemişti ki işinin kendi bildiği tarzda olduğuna emindim. En fazla geciktiği için merak ettiğimi söyleyebilirdim ki buna ne derece inanırdı, bilmiyordum. Eğer Tutku’nun yanında olduğunu görürsem de muhtemelen kendimi tutamayıp aralarına girerdim. İçerideki tek tük kişilerin ve yardımcıların yanlarından geçerek merdivenlerin başına geldiğimde duraksayarak nereye gitmem gerektiğini düşündüm. Alt katta olsalardı bir şekilde denk geleceğimi farz ederek merdivenleri tırmanmaya başladım. Dudaklarımı dişleye dişleye üst kata vardığımda bakışlarımı etrafta gezdirdim. Görünürde kimse yoktu, ses falan da gelmiyordu ancak içim rahat etsin diyerek sağdaki koridora sapıp ilerlemeye başladım. Bulunduğum yerde kapısı kapalı üç tane oda vardı. Bu yüzden etrafta kimsenin olmamasından faydalanıp her kapının önünde duraksayarak içeriyi dinlemeye çalıştım ancak odaların içleri boş olacak ki tek bir ses bile duyamamıştım. Oflayarak aynı şeyi tekrarlamak üzere diğer tarafa doğru ilerlemeye başladım. Kendi kendime “Neredeler bunlar ya?” diye söylenerek karşı koridordaki ilk odanın önüne vardığım sıra merdivenlerden ses gelmeye başladığında kulağımı uzatmış olduğum kapıdan hızla uzaklaşıp merdivenlere doğru ilerlemeye başladım. Ummadığım birine yakalandığım takdirde tuvaleti aradığım yalanına sığınabilirdim. Bulunduğum koridorun sonuna gelerek merdivenlere ulaşmak için köşeyi döneceğim sıra biriyle çarpıştım. Ani çarpma sonucu küçük bir iniltiyle geri çekildiğimde karşımda Aral’ı bulmayı beklemiyordum elbette. Ancak çarptığı kişinin ben olduğumu anladığı an kolumdan tutarak beni arkamda kalan duvara yaslamasını ve üzerime eğilmesini hiç beklemiyordum. Neye uğradığımı şaşırmış vaziyette boynumda soluklanan adamın hızla alıp verdiği nefesleri dinlerken “N-ne oluyor?” diye sordum zar zor. Gerçi içime kaçmış gibi çıkan sesimi duymuş olduğundan bile emin değildim. Kokusu ve sıcaklığı kalp atışlarımın her geçen saniye daha da hızlanmasına neden oluyordu ve bu kadar yakınımdayken bunu fark etmesinden deli gibi korkuyordum. “Şşt,” diyerek üzerime biraz daha fazla eğildiğinde ne yapacağımı bilemeyerek öylece kalakaldım. Tavrı aklımı başımdan almasaydı, bize doğru yaklaşan adımları daha erken fark edebilirdim belki. Adım sesleri giderek yaklaşırken belimin yanından duvara yasladığı kolunu belki de bu zamana değin hiç olmadığı kadar sıkı bir şekilde belime dolayarak kendini bana bastırdığında yanağım ensesine yaslanmıştı. Çok ama çok kötü bir pozisyondaydık, zira kalbim her an durabilirdi. “Ups, yanlış zaman.” Doğu’nun yakından gelen sesi tüylerimi diken diken ederken zihnimde bir ampul yanmıştı; Aral, Doğu’dan kaçabilmek için bana sığınmıştı… Aral, sanki boynuma üflemek dışında bir şey yapmış gibi ağır hareketlerle başını geriye çekip Doğu’ya döndü. Yüzümün yanından duvara yaslı olan elini indirmişti ancak diğer kolu hala belimdeydi. Hissettiğim heyecanla karışık utanç duygusu yüzünden başımı öne eğmeyi tercih ederken “Koridordan gelen sesler duymuştum da bir bakayım dedim,” diye açıklama yaptı Doğu. Yanağımı dişleyerek Aral’ın belime dolanmış koluna bakıyordum. Beni böyle afallatmaya hakkı var mıydı sahi? Aral, oldukça soğukkanlı bir tavırla “Lavabo arayan olmuştur belki,” diye mırıldandı. “Ama biz görmedik kimseyi.” En klişe ve akla ilk gelen yalandı ancak inandırıcılığı da bir o kadar fazlaydı. Alay dolu bir sesle “Sizin birini görecek haliniz de yok pek ama haklısın,” diyerek bizden uzaklaşmaya başladığında yanağımı daha sert dişlemeye başladım. Bari gerçek olsaydı yalanımız, belki o zaman bu kadar utanmazdım… “Neyse, aşağıda görüşürüz.” Doğu’nun merdivenleri inmesini bekledik bir süre. Bu sırada Aral’ın suratına nasıl hiçbir şey olmamış gibi bakacağımı düşünmeye çalışıyordum. Sesler kesildiğinde Aral da belimdeki sıcak dokunuşunu benden ayırdı ancak yalnızca bir adım geriye gitti. Hala dibimdeydi, yalnızca artık hiçbir yerimiz temas etmiyordu. Başım hala eğik olduğu için alnıma değen nefesini saymazsak tabii. Kendime çeki düzen vermem gerektiğinin farkındalığıyla usulca yutkunup başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Göz göze gelmiştik, çünkü o da zaten bana bakıyordu. “İşini halledebildin mi?” diye sordum, sesimi sakin tutabilmek için delicesine çaba sarf ederken. Dudaklarını birbirine bastırarak sıkıntılı bir tavırla başını iki yana salladı. “Odasına girdim ama aradığım şeyi bulamadım.” “Evde kamera falan yok mu?” diye sordum endişeyle. “Ya odasına girdiğini fark ederse?” Dilini üst dudağında gezdirdikten sonra “Henüz yok,” diye cevap verdi. “Daha vakitleri olmadı ama yakında taktırırlar.” Bir anlığına duraksayıp kaşlarını çattı ve “Sen ne yapıyordun burada?” diye sordu. Eh, işte korktuğum soru… Lavabo yalanını yemeyeceğini bilerek “Seni arıyordum,” diye cevap verdim. “Yani gecikince merak ettim seni.” Sandığımın aksine bunu garipsemeyip çenesini kaşıyarak “İyi yapmışsın,” diye mırıldandı. “Merdivenlerden inene kadar beni fark etmesi muhtemeldi. Zaten henüz benimseyemedi beni, iyice şüphesini çekerdim.” Kaşlarım havalandı. “Niye benimseyemedi ki seni?” “Sadullah, daha önce ona benden bahsetmediği için sanırım, biraz sıkıntı çıkardı. Muhtemelen esas mesleğimi öğrenince tepkisi daha da artacak.” Yanaklarını şişirerek ofladı. “Neyse, şimdi bunları konuşmanın vakti değil. Daha fazla dikkat çekmeden inelim aşağı.” “Olur.” Ben önde, Aral arkada indik merdivenleri. Tabii bu sırada eve giriş nedenimi hatırlayarak bir miktar utandım kendimden. Tutku’ya hiçbir şekilde güvenmiyordum ancak Aral’ın bunca derdinin arasında Tutku’ya tahammül edecek vaktinin olmadığını bilmem gerekirdi. Ayrıca biraz önce yukarıda yaşananları da sağlam bir kafayla düşünmem lazımdı. Böyle ne kadar devam edebilirdim ki? Seslice oflamamak için dudaklarımı birbirine bastırırken bahçeden gelen müzik sesini fark ederek dikkatimin dağılmasına izin verdim. Zira şu an için buna ihtiyacım vardı. Basamaklar bitince Aral’ın bana yetişmesini bekledim ve ardından birlikte bahçeye çıktık. Hiçbir şey olmamış gibi davranmak kolay değildi belki ancak görüş açıma giren Tutku’yla birlikte omuzlarımın dikleşmesi uzun sürmemişti. Hemen yanında dikilen Doğu ve bize bakarak açık açık sırıtan Demet’e bakılırsa yukarıda yaşanılanların dedikodusu çoktan yayılmıştı. En azından gerçekten sevgili olduğumuza inanıyor olmalılar, diye avuttum kendimi. Yanlarına vardığımızda Demet birkaç adımda yanımda biterek koluma girdi ve yalnız benim duyabileceğim bir ses tonuyla “Ne arıyordun ne buldun doktorcuğum, ha?” diye sordu. Aynı zamanda kıkırdıyordu. Kendince dalga geçiyordu, zilli. Bir yanım hala utanç içindeyse de dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım ve “Hişşt,” dedim. “Ayıp.” “Aa, nesi ayıpmış bakayım? Müstakbel nişanlınla koklaşmayacaksın da benimle mi koklaşacaksın?” diyerek beni iyice darladığında gözlerimi irice açarak ona kötü kötü baktım. “Keser misin şunu?” “Ay bir de utanıyor,” diyerek kıkırdamaya başladığında kolumu ondan kurtarıp birkaç adım geriledim. Bu sırada da ona kötü kötü bakmaya devam etmeyi ihmal etmemiştim. Lakin beni umursamadığı her halinden belli oluyordu. “Ee, siz neden böyle duruyorsunuz? Herkes dans ediyor, siz de ortama uyun lütfen.” Demet’le uğraşırken nereden geldiğini anlayamadığım Ekin, karısının elini avuçlarının içine sıkıştırdıktan sonra bize yamuk bir gülümseme gönderip Demet’i dans edenlerin yanına çekiştirdi. Doğu, kardeşine ve onun eşine tepki olarak gözlerini devirdikten sonra “Beni düşünen yok,” diyerek Tutku’ya döndü. “Bu seferlik benimle idare edebilir misin?” Tutku, Aral’a kısa ama asla gözümden kaçmayan bir bakış attıktan sonra gülümseyerek Doğu’nun ona uzattığı eli tuttu ve “Seve seve,” diyerek onu yönlendirmesine izin verdi. Her ne kadar bunu yapmayı istemesem de dans eden topluluğun arasına karışana kadar gözlerimi ayıramamıştım onlardan. “Bakışlarla zarar verilebiliyor olsaydı Tutku muhtemelen şu an komada falan olurdu.” Aral’ın alay dolu sesi beni kendime getirirken hızla ona dönerek gözlerimi kırpıştırdım. “Ne?” Ellerini ceplerine sokarak omuzlarını ahenkle kaldırıp indirdi. “Ondan hoşlanmadığın her halinden belli oluyor.” Gözlerimi kısarak başımı omzuma doğru eğdim ve “Asıl o benden hiç hoşlanmıyor,” diye homurdandım. “Nedeni de malum.” Onu suçladığımı fark ettiğinde kaşlarını çatarak “Beni bahane etmeni kabul edemem, zira bunun için hiçbir şey yapmadım,” dedi. “Bir şey yapmana gerek yok ki,” diyerek bakışlarımı ondan kaçırdım ve sessizce devam ettim. “Öylece dursan bile etkilersin kadınları.” “Ne dedin? Anlamadım.” Tekrar ona dönerken “Hiç,” diyerek omuz silktim. “Hiçbir şey demedim. E, biz dans etmeyecek miyiz?” Kurtuluşu lafı değiştirmekte bulmaya çalışıyordum; çünkü Aral’ın, Tutku’yu kıskandığımı anlamasına izin veremezdim. Kaşları havalanırken “Dans mı?” diye sordu. “Hım,” diyerek başımı salladım ve çenemle etraftaki insanları işaret ettim. “Baksana herkes dans ediyor.” Misafirlerin çoğu Demet ve Doğu’nun kendi arkadaşları olduğu için ortam ve ortamdaki kişiler her zamanki davetlere nazaran çok daha tanıdıktı. Korumalar da evin ön tarafına doluşarak burayı rahat bırakmışlardı. Umursamaz bir tavırla dudak bükerek “İyi,” dedi. “Edelim o zaman.” Çocuksu yüz ifadesine kayıtsız kalamayıp güldüğümde “Ne?” diye sordu. “Niye gülüyorsun?” Omuz silkerek “Hiç, hiçbir şeye,” dedim ve ona doğru ilerleyip elimi uzattım. “Daha fazla dikkat çekmeyelim istersen.” Önce yüzüme, ardından da elime baktıktan sonra başını usulca sallayarak elimi tuttu ve beni biraz daha çekti kendine. Tuttuğu elimi omzuna bıraktıktan sonra iki elini de belime yaslayınca ben de boştaki elimi diğer omzuna bıraktım ve olduğumuz yerde salınmaya başladık. Gif Yakınlığımız, dakikalar önce yukarıda yaşadığımız anı gözümün önüne getirdiği için bakışlarımı Aral’ın yüzüne asla çıkarmıyordum. Buna rağmen burnuma dolan kokusu, boynuma değen nefesini hatırlamama neden oluyordu. Bunun hissettirdikleri ise hem güzel hem de korkutucuydu. Aral’a karşı hissettiğim şeylerle ne yapacağımı asla bilmiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırarak aklımdakileri defetmeye çalışırken Aral’ın ansızın sessizce inlediğini işittim ve bunun üzerine kendimden bile beklemediğim bir hızla ona dönerken omzundaki ellerimden birini de gömleğinin üzerinden yarasının olduğu yere yasladım. “İyi misin?” Aral, gözlerinden okunan şaşkınlıkla yarasının olduğu kısımdaki elime bakarken “Refleks miydi bu?” diye sordu. Elimi karnından ayırarak tekrar omzuna bıraktığım sıra “Sanırım,” diye mırıldandım belli belirsiz bir sesle, ardından da devam ettim. “İyisin, değil mi?” “İyiyim, endişelenme,” derken gözlerimin içine bakıyordu ancak yeşillerinin bana odaklı olduğunu bilmek kalbime hiç iyi gelmiyordu. “Yara kasılır gibi oldu sadece.” “Haline bakmadan o kadar koşturursan olacağı buydu,” diye homurdandım. “Azıcık dikkat etsene kendine ya.” “Tamam, Doktor, sakin,” diyerek dudağının kenarını kıvırdı. “Bugün yeterince azar yedim, daha fazla kaldırabileceğimden emin değilim.” Normalde kızmaya devam ederdim, ancak gözümün içine böylesine tatlı bir ifadeyle bakarken bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Ona biraz daha böyle bakmaya devam edersem dudaklarıma sahip çıkamayıp tenine dokundurmaktan çekindiğimden bakışlarımı ondan kaçırarak “İyi,” dedim ve ondan kaçındığımı fark etmemesi için kollarımı uzatarak boynuna sarıp yanağımı omzuna yasladım. Ondan kaçarken yine ona sığınmıştım. Çünkü tüm kabullenişlerimin ardından ondan uzak durmak benim için çok zordu. Yakın tavrım yüzünden olsa gerek bir anlığına duraksadı ancak bu çok uzun sürmedi. Hatta şaşıracağım bir tepki vererek belimdeki kollarını sıkılaştırıp çenesini başımın üstüne yasladı. Kalp atışlarımı duyabiliyor muydu? Ya böyle yaparak içimde ölmeye yüz tutmuş yanlarıma hayat suyu verdiğini biliyor muydu? “Yoruldun galiba.” Bakışlarım bahçedeki ışıklandırmalar sayesinde yere yansıyan yansımamızdayken “Sanırım,” diye mırıldandım ve hafif şakacı bir tavırla ekledim. “Seninle başa çıkmak kolay değil.” Boğazından alaylı bir homurtu yükseldiğinde dudaklarım kıvrıldı. Onunla laf dalaşına girmek acayip hoşuma gidiyordu. “Evet, genelde öyle söylerler.” “Başa çıkabiliyorlar mı peki? Yani böyle söyleyenler?” Göğsünün usulca yükselip alçaldığını hissettim. “Pek sayılmaz.” “Ama ben çıkacağım.” Sesim kendimden emin çıkmıştı. Kim bilir, belki de yüzüne bakmadığım için bu kadar rahat konuşabiliyordum. “Hatta çıkmaya başladım bile, değil mi?” “Değil, diyebilseydim keşke.” Güldüm. “Başına çok büyük bela aldın, baş- ıhım, yani Aral.” Seslice iç geçirdi. “Farkındayım, Doktor. Hem de çok farkındayım.” ღ Herkese merhabalar efeniiim! Çok özlediniz biliyorum, arayı açtığım için üzgünüm ama okul beni sandığımdan daha fazla yoruyor. Olmayan uyku düzenim iyice raydan çıktı ve ya çok uyuyorum ya da günümü esneyerek falan geçiriyorum :d Alışacağımı umuyorum elbette, umarım bu alışma sürecini hızla atlatabilirim asdfghnjsdfgh Onun dışında bölüme gelirseeeekkk Geçen bölüm içindeki dişiyi çıkaran Tamay sayesinde yanmaya başlamıştık zaten, bu bölümden de anlayacağınız üzere ateşimiz hiç sönmeyecek. Hatta sürekli harlanacağını bile söyleyebilirim :p Neyse, başımızda bu kadar bela varken konuyu saptırmayalım. Yorumlardan gördüğüm kadarıyla Doğu’nun bela olacağını düşünüyorsunuz. Söylemek istediğim tek bir şey var, bu kitapta herkes belalı fgdscfsadasf Gereksiz cıvıttığıma göre artık kaçabilirim. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oy ve yorumlarınız sayesinde bölüm yazma hevesim artıyor, bunu unutmayın lütfen. Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın! İnstagram: dolunayinvechi
|
0% |