Yeni Üyelik
22.
Bölüm

BÖLÜM - 22

@bayanclara

“Tamay, lütfen iyi düşün kızım. Hatırlamaya çalış. Hiç isim ya da ne bileyim, ipucu kabul edebileceğimiz bir şey söylemediler mi konuşurken?”

Kucağımdaki ellerimi gergince ovuştururken “Hayır,” diye mırıldandım. Odanın içinde sıkıntıyla volta atan Aral, dikkatimi Asaf amcama vermeme engel oluyordu. “Dediğim gibi daha önce hiç sesini duymadığım bir adam Sadullah’a Emniyet’te işlerin karıştığını söyledi. Sadullah da onun için çalıştığını öğrenip öğrenmediklerini sordu ama adam reddetti. Sadullah da adamı odasına götürdü.”

“Şerefsiz herif,” diye homurdandı, Asaf amca. Kızgın olduğu her halinden belliydi ancak olayları idrak etmeye çalıştığı için yerinde duramayan Aral kadar değildi siniri. Sadullahların evinin önüne ona sarılıp söylediklerimden beri kendini kaybetmiş gibiydi. Öyle ki bir an her şeyi boş verip eve dalacak kadar şuurunu kaybetmişti. Neyse ki yaşadığım şoku atlatamamış olsam da hala çalışan aklımın bir köşesi sayesinde koluna asılıp onu durdurabilmiştim. Hiçbir sebep yokken eve dalması ve hatta o adamla karşılaşması kendi durumu açısından bir felakete yol açardı çünkü. O kafayla Sadullah’a açıklama yapması imkansızdı. Hele ki içerideki polis Aral’ı tanıyorsa işler tamamen sarpa sarardı.

Bunu aceleyle onu anlatmaya çalışırken bir yandan da önünü kapatmaya çalışmıştım ki evdeki korumalar veyahut çalışan biri halimizi görüp bizden şüphelenmesin. Sonuçta evden çıkmış olmamıza rağmen arabanın önünde hararetli bir şekilde tartışıyormuş gibi görünüyorduk dışarıdan bakıldığında.

Aral, söylediklerimde haklı olduğumu fark edince hızla Arel’i arayıp Sadullah’ın evine gelmesini istemişti. Sadullah’ın o polisi elini kolunu sallayarak evden çıkarmayacağını tahmin edebilecek kadar kendine gelmişti ancak yürüyen bir ateş topuna dönüştüğü için ona yaklaşmaya korkar hale gelmiştim.

Arel’i çağırdıktan sonra daha fazla dikkat çekmemek için arabaya atlamış ve arabayı evin bulunduğu sokağın köşesine, dikkatli bakılmadıkça fark edilmeyecek bir yere park etmişti. Benim arabada kalmamı ve gözümü giriş kapısından ayırmamamı da tembihledikten sonra arabadan inip evin arka tarafına geçmişti. Adamın evin arka kapısından çıkma ihtimalinin daha fazla olduğunu düşünmüştü çünkü.

Ancak şans bizden yana değildi. Arel eve gelene kadar ön kapıdan plakası kapatılmış bir araba çıkmış ve Aral’ı aramama kalmadan da hızla sokağı terk etmişti. Aklıma arabayı çalıştırarak o siyah cipin peşine düşmek gelmedi desem yalan olurdu ancak bu kadarına cesaret edememiştim. Zaten böyle bir şey yapmaya kalkıştığım takdirde en başta Aral’dan bir ton azar ve kim bilir daha neler yerdim…

Aral’ı arayıp haber verdikten hemen sonra sokağa giren kırmızı, camları koyu filmlerle çevrelenmiş bir araba içinde bulunduğum arabanın yanında birkaç saniye duraksadıktan sonra hızla yoluna devam etmişti. O arabanın içinde Arel’in olduğunu da Aral yanıma geldiğinde öğrenmiştim tabii.

Arel, belki de birkaç dakika arayla diğer arabanın peşine düşse de onu yakalayamamıştı ve saatlerdir mobeseleri incelemelerine rağmen hiçbir ipucu yakalayamamışlardı. Aral’la birlikte Emniyet’e geldikten sonra direkt Asaf amcanın odasına geçmiş ve yolda gelirken Aral’la hiç konuşmamışlar gibi duyduklarımı Asaf amcaya tekrar tekrar anlatıp durmuştum.

“Aklım almıyor,” deyip adım atmayı bırakarak alev gibi parlayan yeşillerini Asaf amcaya dikti Aral. “Bu zamana kadar nasıl fark edemedik? Nasıl şüphelenmedik?”

Asaf amca çenesini ovalayarak “Şüphelenmedik değil,” diyerek başını salladı. Bakışları dalgındı. “Sadullah’ın eline geçen bazı bilgilerin kökünü bulamıyorduk, hatırlarsan. Şimdi anlaşılıyor onlara nasıl ulaştığı. İçimize köpeğini sokmuş pislik herif.”

“İçimize sokmamış, içimizden birini parasıyla satın almış,” diye düzeltti onu Aral. Öyle kızgındı ki yüzüne bakmaya dahi çekiniyordum. Beni Sadullahların evinde koridorda sıkıştıran Volkan denen adamı döverken bile bu kadar sinirlenmemişti. “Bizi kim bilir ne zamandır ayakta uyutuyorlar? Sadullah’ın bizimle alay ettiğine bile eminim! Şerefsiz herif, bir taneyle de yetinmiyor!”

Odada birkaç saniyelik sessizlik oldu. Daha doğrusu Aral’ın sert soluklarından başka bir şey duyulmadı. Ben zaten nefes bile alamaz haldeydim. Hiçbir şekilde içinde bulunmaktan hoşlandığım bir yer değildi çünkü burası.

Asaf amcam bakışlarını Aral’dan ayırıp bana döndürdükten sonra “Sesini duysan tanırsın o herifi, değil mi?” diye sordu. Kısaca yokladım kendimi. Adamın sesini net bir şekilde yerleştirmiştim kafama. Bu yüzden usulca başımı salladım. “Tanırım büyük ihtimalle.”

“Ne yapacağız?” diyerek alaylı bir tavırla konuştu Aral. “O şerefsizin oğlunu bulmak için Emniyet’teki bütün adamlarla konuşmasını mı sağlayacağız Tamay’ın?”

“Saçmalama,” diyerek kaşlarını çattı Asaf amca. “Öyle bir şeyi istesek de yapamayız zaten. Olur da bir yerde denk gelir diye sordum sadece.”

Aral, Asaf amcaya herhangi bir cevap vermeden odanın içinde yürümeye devam ettiği sırada odanın kapısı çaldı ve Asaf amcamın cevap vermesini beklemeden kapıyı açan Arel içeri girdi. Hepimizin bakışları ona döndüğünde asık suratıyla -ki onu böyle görmeye hiç alışık değildim- “Bakmayın öyle, iyi haberlerim yok,” diye söylendi. “Arabayı bir yere kadar takip edebiliyoruz ancak sonradan kameraların olmadığı bir bölgeye geçip gözden kayboluyor. Arabanın modeli ve renginden yola çıkmaya çalışsak da muhtemelen biz arabayı bulana kadar iş işten geçmiş olur.”

Ellerimi ovmayı bırakarak başımı öne eğdim. Dertlerimiz gün geçtikçe büyüyordu ve içimdeki güvende olmama hissi her geçen gün daha da büyüyordu.

“O köstebeği bir an evvel bulmamız lazım,” diyerek kaşlarını çattı Asaf amcam. “Hangi şubede olduğunu bilebilseydik keşke.”

“Adam, evine gelmemesiyle ilgili uyardığına göre buluştukları başka bir yer var. Sadullah’ı sürekli takip ettirmemiz gerekiyor.”

Aral’ın sözlerini başını sallayarak onayladı Asaf amca. Karşımdaki koltuğa oturan Arel de benim gibi sessizce onları dinliyordu. “Sadullah’tan başka kimin bilgisi olabilirse onları da takip ettirmekte fayda var. Doğu biliyor mudur acaba?”

Aral kaşlarını havaya kaldırdı. “Beni bilmiyordu.”

“Belki de onu bildiği için senden bahsetmemiştir Sadullah, oğluna,” diyerek başını salladı Arel. “Nihayetinde aynı yerde birbirinden habersiz iki adam tutmak nereden baksan oldukça tehlikeli bir iş ve zaten Doğu da sana güvenemediği için bir türlü kendisine yakınlaşmana izin vermiyor.”

“Olabilir,” diyerek ellerini önündeki masaya yerleştirdi, Asaf amcam. “Her şey olabilir ve biz bütün ihtimalleri düşünerek plan yapmalıyız. Bu iş bize her anlamda çok pahalıya patlayacak.”

Odanın içinde tekrar huzursuz bir sessizlik peyda olurken odanın kapısı çaldı ama bu sefer Asaf amcam “Gir,” diye direktif verene kadar kimse içeri girmedi.

Kapıyı açıp içeri giren kişi Aralların ekibinde olduğunu bildiğim Rıdvan’dı ve yüzünde oldukça resmi bir ifade vardı.

“Amirim, Zeki Müdürüm sizi çağırıyor. Acilmiş.”

Asaf amca oflayarak ayağa kalktı ve “Yine ne oldu acaba?” diye söylenerek masasının etrafından dolanıp hemen yanımda durdu. Elini kaldırıp babacan bir tavırla omzuma koyarak “Evine gidip güzelce dinlen ve bunları düşünme, olur mu?” diye mırıldandı. “Kendini sorumlu hissetme, tüm bunlar bizim derdimiz ve halledeceğiz.”

Sözlerine uyamayacağımı bilsem de usulca başımı salladım. “Denerim, amca.”

Asaf amcam Rıdvan’ın peşine takılarak odadan çıktığında ben de kendimde ayağa kalkıp eve gitme gücü bulmaya çalışıyordum. Lakin bu çabam fazla uzun sürmedi, çünkü birden odayı dolduran zil sesim dikkatimi dağıtmıştı.

Çantamı açarak telefonumu çıkardığımda arayanın Gökhan olduğunu görüp kaşlarımı çattım. Gökhan beni niye arıyordu ki?

İç çekerek aramayı cevaplandırdıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. “Efendim?”

“Tamay, selam. N’aber? Nasılsın?”

“İyiyim, Gökhan,” diyerek yalan söyledim. “Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Çok iyiyim hatta. Sonunda Yasemin’in partisini nerede yapacağımızı buldum. Bir yer aramaktan vazgeçtim, çünkü partiyi bizimkilerin arka bahçesinde yapacağız. Doğum gününü birkaç gün erken kutlamış olacağız ama kesinlikle büyük bir sürpriz olacak.”

Ah. Bu tamamen aklımdan çıkmıştı.

“Harika o halde. Yardıma falan ihtiyacın var mı?”

“Yok, yok, her şeyi ayarladım ben. Yasemin’i oyalama işi de annemlerde. Sen kardeşini alıp gel, yeter. Ha, bir de enişte beyi tabii.”

Bakışlarım istemsizce hala ayakta durmakta olan Aral’a kaydığında dikkati benim üzerimde olduğu için göz göze geldik. Usulca yutkunurken bakışlarımı başkomiserden kaçırdım ve “İşi dolayısıyla gelme olasılığı çok düşük ama yine de denerim,” diye mırıldandım. Yasemin’e söylememesi için yemin ettirdiğimden Aral’la aramızdaki şeyi gerçek sanıyordu, herkes gibi…

“Olsun, sen yine de sor. Ayıp olur sonra. Hatta ikizine de söyle, belki onun fırsatı olur. Ben de nihayetinde onlardan biriyle tanışmış olurum hem.”

Son sözlerini hafif bir içerlemeyle söylemişti ki aramızdaki yakınlık düşünüldüğünde böyle davranması normaldi. Bu yüzden aksi bir şey söylemek istemedim ve “Ona da sorarım mutlaka,” diye mırıldandım.

“İyi o halde. Daha haber vermem gereken çok kişi var, sonra görüşürüz olur mu?”

“Tabii, tabii. Görüşürüz sonra. Sare’yi öp benim için.”

“Kocaman öperim hem de. Kendine dikkat et.”

Aynı dilekle aramayı sonlandırdıktan sonra telefonu çantama bırakıp başımı kaldırdım ve ikizlerin dikkatle beni incelediğini fark ederek kaşlarımı çattım.

“Ne? Niye öyle bakıyorsunuz?”

“Telefondaki kişi aracılığıyla bir yere davet edildiğimizi düşünüyorum, haksız mıyım?” diye sordu Arel.

Çok da belli etmemeye çalışmıştım ancak becerememiştim belli ki.

“Gökhan, yani Yasemin’in eşi, Yasemin için sürpriz doğum günü planlıyor da sizi de davet etti partiye.” Bakışlarım Aral’a döndü. “Ama kendinizi gelmek zorundaymış gibi hissetmeyin, bunca şeyin içinde bir de bu dert olmasın başınıza. Ben göreve gitmek zorunda kaldığınızı falan söylerim, sıkıntı olmaz.”

Aral, kafasını sallayarak muhtemelen beni onaylamak için ağzını araladığı sırada “Ne münasebet?” diyerek araya girdi Arel. “Ne zamandı bu doğum günü şeysi?”

Kaşlarımı kaldırdım. “İki gün sonra.”

Şöyle bir düşünüp dudaklarını büktü. “O gün devriyem var ama Rıdvan’ın bana bir gün borcu vardı, ona kitlerim devriyeyi. Yani ben gelirim.”

“Saçmala, Arel,” diyerek araya girdi başkomiser. Dik bakışları ikizinin üzerindeydi ve duyduklarından hiç de memnun olmuşa benzemiyordu. “Ben partiye gitmeyeceğim. Ben yokken senin gitmen doğru olmaz.”

“Neden olmasınmış?” diyerek kaşlarını çattı Arel de. “Nihayetinde sen gitseydin de sen gittiğin için gitmeyecektim ki partiye. İki doktor görürüm, içim açılır.” Haylaz bakışları bana döndü. “Partiye gelecek bekâr doktor arkadaşlarınız var, değil mi?”

Gözlerimi kırpıştırdım. “Yani… Aslında var ama Gökhan’ın partiye kimleri çağırdığını bilmiyorum.”

“Birkaç tane olsa da yeter bana, dert değil.”

“Arel!”

Aral, bu sefer epey sert bir şekilde araya girince istemsizce irkildim ancak Arel pek etkilenmişe benzemiyordu. Öyle ki bıkkın bakışlarını ikizine çevirdi.

“Ne var? Ben zaten normalde de gece adamı değil miyim? Niye karşı çıkıyorsun bu kadar?”

“Canın bu kadar çok partiye gitmek istiyorsa her zamanki mekânlarından birine git,” diye tersledi Aral onu. “Yasemin’in doğum gününe gitmeyeceksin.”

Arel, alaylı bir gülüşle ayağa kalktı ve ellerini ceplerine sıkıştırıp kardeşine doğru ilerledi. Aralarındaki gerginlik bana öyle çok tesir etmişti ki Gökhan’ın telefonunu açtığım için kendimi suçlu hissetmeye başlamıştım.

“Ben senin ikizinim, Başkomiserim. Yani bana emir veremezsin ve çocuk da olmadığıma göre istediğim her yere kendi irademle gidebilirim diye düşünüyorum.” Kısa bir duraksamanın ardından sözlerine devam etti. “Ayrıca senin gibi tüm hayatımı işime adamadığım için beni yargılayamazsın. Evet, işler iyi gitmiyor olabilir ve hatta her şey sarpa sarmış da olabilir ama tüm bunlar hayatımı kendi istediğim şekilde yaşamama engel değil. Sana da olmasın, benden bir kardeş tavsiyesi.”

Arel, başını omzunun üzerinden bana çevirip hafifçe gülümsedi.

“Sonra görüşürüz, Jülide. Parti için haberleşelim.”

Bakışlarımı Aral’a çevirmekten korkarak kısaca başımı salladığımda Arel odadan çıktı, ben de başımı önüme çevirip sessizce beklemeye başladım. Böyle bir tartışmaya yol açtığım için Aral’dan özür dilemeli miydim? Ayrıca… Arel, son sözlerinde asıl neyi ima etmişti?

Odada hâkimiyetini süren sessizlik, Aral’ın bana doğru attığı adımlarla bozulduğunda usulca yutkundum ve korkunun ecele faydası olmadığının bilinciyle kafamı kaldırıp Aral’a baktım. Bakışları boştu. Sanki hiçbir şey hissetmiyordu. Ya da bunu çok iyi gizliyordu.

“Ben yokken gelmesi uygun olmaz, şimdi biraz atar yaptı ama ben ikna ederim onu.”

“Dert değil. Gelmek istiyorsa gelsin,” diyerek kafamı iki yana salladım. “Senin işinin olduğunu söylerim, herkes anlayışla karşılar zaten.”

“Olsun, dediğim gibi böylesi daha uygun. Ben halledeceğim.”

“Peki, sen nasıl istersen...”

“Benim burada kalmam gerekiyor, o yüzden seni götüremeyeceğim ama istersen evine bıraktırabilirim?”

Kucağımdaki çantamı tutarak ayağa kalktım. “Yok, hiç gerek yok. Ben bir taksiye atlayıp giderim.”

“Emin misin?”

“Hımhım,” diyerek başımı salladım. Kimseyi işinden etmesine gerek yoktu benim için, hele de durumlar bu kadar karışıkken.

“Seni aşağıya kadar geçireyim o zaman,” diyerek kapıya doğru ilerlemeye başladığında “Ona da gerek yok,” diyerek durdurdum onu. Beynimin bir yanını köstebek polis işgal ediyordu zaten. Üstüne bir de Aral’ın, Arel’e karşı olan tavırları aklımı kurcalamaya başlamıştı. Kısacası hislerime odaklanacak halim kalmamıştı ve bu yüzden onun yanından ne kadar erken ayrılırsam o kadar iyiydi.

Aral, kapının birkaç adım gerisinde duraksayarak tekrar bana döndü. Kısa bir an benden böyle bir çıkış beklemediğini düşündüm ancak suratı hala aynı ifadeye ev sahipliği yapıyordu. Yani ne düşündüğünü bilmek çok ama çok zordu.

“Peki, sonra görüşürüz o zaman.”

Kısaca başımı sallayarak yanından geçtikten sonra kapıyı açıp koridora çıktım ve hiç beklemeden merdivenlere doğru ilerlemeye başladım.

Eşyalarımı küçük el çantamın içine doldurduğum sıra zilin çaldığını işittiğimde son olarak telefonumu attığım çantamı kapatıp hızla ayaklandım ve ilerledim. Odamdan çıkarak merdivenlere yöneldiğimde Tuana’nın odasından “Abla iki dakikaya geliyorum!” diye bağırdığını işiterek duraksadım ve elimi tırabzan başına yaslayıp “Tamam, kapıyı açmaya gidiyorum ben de,” diyerek merdivenleri inmeye başladım.

Akşamki sürpriz parti için şık olmayı tercih etmiştim, nihayetinde en yakın arkadaşımın doğum gününe gidiyordum. Bu yüzden üzerime ince askılı ve V yakalı siyah bir elbise giymiştim. Elbise diz kapağımın hemen altında bitiyordu lakin sol tarafındaki yırtmaç sayesinde yürüdükçe sol bacağım ortaya çıkıyordu.

Foto

Hızla indiğim merdivenden ayrılarak seri adımlarla dış kapıya vardım ve Tuana hazır olup yanımıza gelene kadar Arel’i içeri davet etmeyi düşünerek kapıyı araladım.

“Hoş geldin Arel. Tuana daha hazır değil, o gelene kadar-”

Cümlemi yarıda kesmeme neden olan şey, kapıyı açarak karşısına dikildiğim adamın bakışlarıydı. Halime tepki vermeden önce yüzümde ardından da kısaca üzerimde gezinen yeşillerin sahibi Arel olamazdı. Büyük bir şaşkınlıkla soludum.

“Aral?”

Yeşilleri tekrar gözlerimle buluştu ancak saniyeler önceki gibi tepkisiz değildi. Şaşkın gibiydi, belki biraz da merak vardı o yeşil tohumlarda.

“Nasıl tanıdın?”

Kaşlarım havalandı. Şu an önemli olan bu muydu gerçekten? Bence değildi. Partiye gelmeyeceğini söyledikten, hatta Arel’i de gözümün önünde azarladıktan ve onu gelmekten vazgeçireceğini söyledikten sonra kendisinin burada ne işi vardı?

Daha da önemlisi… Bu akşam o partiye onsuz katılacağını düşünerek üzülerek kalbim, ne ara kendine gelerek bu kadar hızlı atmaya başlamıştı?

Usulca yutkunurken “Bilmem,” diye mırıldandım kısık bir ses tonuyla. Burada oluşunu kabullenmeye çalışmakla meşguldüm hala. “Arel gibi bakmıyorsun bana. Galiba ondan anladım.”

Tek kaşı havalandı. Saçlarına şekil mi vermişti o? Ayrıca giydiği gri tişört ve düz, siyah kumaş ceketiyle ne kadar da yakışıklı görünüyordu.

“Arel nasıl bakıyor ki sana?”

Gözlerimi kırpıştırdım. Sahi, neden buradaydı? “Bilmem,” dedim bir kez daha. Şaşkınlığımı yok edebilsem biraz daha mantıklı şeyler söyleyebilirdim sanki. “Senin baktığın gibi bakmıyor işte.”

Kaşları çatıldı bu sefer, alnı kırışmıştı. “Ben nasıl bakıyorum ki?”

“Soğuk bakıyorsun,” dedim, dürüstlükten yana olarak. “Böyle dümdüz bakıyorsun.” Kaşları biraz daha çatıldı.

“Ben… Ben herkese böyle bakıyorum.”

“Evet,” diyerek kabullendim. “Bunun farkındayım.”

Üzücü olan da bu ya zaten…

Bir şey söylemedi ama bakışlarını yüzümden çekmedi de. Bir şey arıyormuş gibi gezdirdi yeşillerini çehremde. Bana sorsaydı eğer, aradığı şeyi ben verebilirdim ona oysa.

“Tuana’nın işi daha çok mu?” diye sordu, aramızda oluşan sessizliğe bir son vererek. Şaşkınlığımı ve ne olmuş olursa olsun onu burada görmüş olmanın verdiği mutluluğu belli etmemeye çalışarak ayakkabı dolabına doğru yürürken “Yok, birazdan iner aşağı,” diye mırıldandım. Dolaptan çıkardığım siyah topukluları yere bırakıp giyindikten sonra doğrularak Aral’a baktım tekrardan. Beni izliyordu.

“Neden fikrini değiştirdin?” diye sordum birden. Şu an bundan daha fazla merak ettiğim bir şey yoktu çünkü.

“Hangi konuda?” diye sordu gerçek bir ciddiyetle ama neyi kast ettiğimi bal gibi biliyordu.

“Partiye gelmeyeceğini söylemiştin ama anladığım kadarıyla geliyorsun,” diyerek üzerini işaret ettim çenemle. “Üstelik bana haber bile vermedin.”

Ellerini siyah pantolonunun cebine koyarak bakışlarını omzumun üzerinden içeri çevirdi ve birkaç saniye boyunca boş koridoru izledi. Hiçbir şey söylemeden ama bakışlarımı da yüzünden bir saniye olsun ayırmadan bekledim vereceği cevabı.

Nihayetinde “Arel’i gelmekten vazgeçiremedim,” diyerek yeşillerini gözlerime odaklayınca kaşlarımı çattım.

“Yani?”

“Nişanlın ya da erkek arkadaşın, her neyse artık, ben olmama rağmen en yakın arkadaşının doğum gününe benimle değil de kardeşimle gitmen pek doğru olmazdı.” Kaşlarım biraz daha çatıldı. “Yani etrafındaki insanlar bunu sorgulayabilirler haklı olarak. Doğrusunu istersen başta Arel’i partiye gelmekten vazgeçirebilirim sanmıştım ama inat etti. Sana da söylediği gibi devriyesini ekipteki başka birine verdi. O böyle yapınca ben de gelmek mecburiyetinde kaldım.”

Yani benim için gelmemişti ve şu an burada oluşunu bir mecburiyet olarak görüyordu. Kalbimin kırıldığını hissettim ve bu kırgınlık, partiye gelmeyeceğini söylediği zamankinden daha farklıydı. Çünkü şu an yanımdaydı ama bunu bir mecburiyet olarak görmeseydi burada olmayacaktı.

“Böyle bir mecburiyet hissetmene gerek yok,” dedim, sesimin soğuk çıkmasına engel olamamıştım. “Ben gerekli kişilere bunun izahını yapardım, hatta yaptım da. Mesleğin dolayısıyla bunu kimse garipsemedi üstelik. Yani hala geç kalmış sayılmazsın, Tuana seni görmeden gidebilirsin.”

Duraksadı ve hafif bir şaşkınlıkla yüzüme baktı. Benden böyle bir tepki beklemiyor olsa gerekti ama onca söylediği şeyden sonra ona mutlulukla kucak açacak halim yoktu ya?

Tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki merdivenlerden gelen heyecanlı “Geldim, geldim!” sesiyle duraksamak zorunda kaldı. Tuana saniyeler içinde yanımızda bitip Aral’a hayran hayran bakarak “Hoş geldin, Arel abi,” diye mırıldandığında, bakışlarımı kız kardeşime çevirip “Arel değil o,” dedim. Tuana şaşkınlıkla gözlerini büyüterek bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Aral’a dönüp kıkırdadı. “Öyle mi? Kusura bakma enişte, çıkaramadım.”

Aral, yumuşak bir sesle “Alışığım, merak etme,” diye cevap verdiğinde Tuana yüzündeki gülümsemeyi büyüttü ve dolaptan çıkardığı düz taban beyaz ayakkabılarını yere bırakıp giydi. Üzerinde haki renginde düz bir tişört ve kot tulum vardı. Yaşını gösteren şeyleri giymeyi severdi.

“Ben hazırım, hadi gidelim.”

İlerleyerek Aral’ın yanında duraksadığında bakışlarım Aral’a kaydı. Cevap vermesine müsaade etmeden araya dalan Tuana kime iyilik yapmıştı, anlayamamıştım doğrusu.

Aral, Tuana’ya dönerek “Araba bahçe kapısının önünde, Arel de arabada. Sen yanına git, biz de arkadan geliriz,” diye mırıldandı. Bu sözlere en az benim kadar şaşıran Tuana gözlerini kırpıştırarak bir bana bir de Aral’a baktıktan sonra birden sırıtmaya başlayıp “Haa,” dedi. “Tamam, hemen gidiyorum ben.”

Kıkırdayarak bize arkasını dönüp bahçe kapısına doğru ilerleyen kız kardeşimin aklından neler geçtiğini fark ettiğimde iç çekerek Aral’a döndüm ve onunla göz göze geldim.

“Eğer gitmemi istiyorsan bir bahane bulup gidebilirim,” dedi, beni adeta şoka uğratarak. “Tuana’nın beni görmüş olması bir şeyi değiştirmez.”

Güler gibi bir ses çıkararak başımı salladım. Dalga mı geçiyordu?

“Niye öyle bir şey isteyeyim ki?” diye sordum, inanamıyormuş gibi.

“Beni karşında görmek seni mutsuz etmiş gibi çünkü.”

Gözlerimi kırpıştırdım. “Ne diyorsun, Aral ya? Biraz önce buraya mecburen geldiğini söyleyen sendin, unutmuş olamazsın değil mi? Seni bir şeye zorladığımı ima ettikten sonra mutlu olmamı mı bekliyorsun gerçekten?”

Kısa bir duraksamanın ardından bakışlarını kaçırıp “Ben… Aslında öyle söylemek istememiştim,” diye mırıldandı. İstemsizce güldüm.

“Arel’i gelmemesi için ikna etmeye çalıştığını ve başaramayınca laf olmasın diye senin de gelmek zorunda kaldığını söyledin dakikalar önce.”

Seslice iç çekip “Tamam,” diyerek başını salladı. “Affedersin, öyle söylemek istememiştim aslında. Sadece iki gündür kafam çok dolu ve bu yüzen yanlış şeyler yapabiliyorum. Söylediğim her şeyi unutalım ve başa saralım.” Kısa bir an duraksadı. “Partiye ben de gelebilir miyim?”

Bir süre yüzünü inceledikten sonra tek kaşımı kaldırdım. “Gelmeyi sahiden istiyor musun?”

Gözlerimin içine baktı. “Evet.”

Samimi görünüyordu ama nedense tamamen inanmamıştım ona. Yine de başımı salladım.

“Peki, o halde.”

Aral, birkaç adım geriye geçilerek bana dışarı çıkmam için yer açarken aklıma Yasemin’e aldığım hediye gelince oflayarak duraksadım.

“Hediyeyi odamda unuttum. Sen git istersen, ben de hemen gelirim.”

“Sorun değil, beklerim ben burada.”

“Peki,” diyerek dudaklarımı birbirine bastırdım ve ona arkamı dönüp hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. İkişer ikişer çıktığım basamaklar sonlanınca hızla odama dalıp makyaj masamın üzerindeki büyük hediye paketini kavrayarak tekrar aşağı indim. Aral, söylediği gibi beni kapı ağzında beklemeye devam ediyordu.

Kapıya vardığımda elimdeki paket yüzünden biraz zorluk çeksem de ayakkabılarımı giymeyi başarıp dışarı çıktım. Aral, benim yerime kapıyı kapatarak yanıma geldiğinde hiç konuşmadan bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladık.

Aral’ın kendi arabası olduğunu bildiğim cipin yanına vardığımızda Aral elimdeki hediyeyi alarak bagaja koydu. Bu sırada ben de arka koltukta oturmuş gülüşen Arel’le Tuana’ya kısa bir bakış atıp ön yolcu koltuğuna yerleştim.

“Arel abi tamam, devam etme lütfen,” diyen ve karnını tutarak gülen Tuana’ya baktım dikiz aynasından. Ardından da merakla “Neye gülüyorsun bu kadar?” diye sordum.

Hediyeyi bıraktıktan sonra kendi koltuğuna yerleşip arabayı çalıştıran Aral, sorumun yarısında katılmıştı aramıza.

“Arel abiye kapıdayken eniştemi tanıyamadığımı söylemiştim de bana bir çocukluk anılarını anlattı, ona gülüyorum.” Neşeyle Arel’e döndü. “Ablama da anlatır mısın lütfen? Benim anlatmam seninki gibi bir etki bırakamaz çünkü.”

Aral, ana yola çıkarken ikizine biraz önce benim yaptığım gibi dikiz aynasından kısa bir bakış atmıştı lakin bir şey de söylememişti. Gerçi söylese bile Arel’in onu umursayacağını hiç sanmıyordum.

Arel, keyifli bir şekilde vücudunu ön koltuğa yaklaştırarak “Ortaokul sondaydık,” diye başladı anlatmaya. “Matematik sınavına gireceğiz ama ben hiç çalışmamışım. Kalacağım garanti yani. Aral’la da kavgalıyız o günler, onun dersleri benden hep daha iyi olmuştur ama konuşmadığımız için kopya vermeyeceğini de biliyorum. Bu yüzden sınıftan bir kızı ayarladım bana kopya vermesi için ki bu kız da sınıfın çalışkanlarından biri ve kopyayla hiç işi gücü yok normalde. Ben biraz cazibemi kullanarak ikna etmiştim onu zaten. Her neyse, girdik sınava işte. Kız önümde oturuyor ama bana söz vermesine rağmen kâğıda öyle bir kapanıyor ki hiçbir şey göremiyorum. Arkadan kalemle dokunuyorum hani anlasın diye ama yok, zaten o sırada fark ettim kızın notlarının nasıl bu kadar iyi olduğunu. Sınav sırasında transa geçip tüm dünyayla bağını koparıyormuş meğer. Çok yanlış kişiden istemişim yardımı yani. Eh, kızdan umut kalmayınca tüm kızgınlığımı yutup çaresizliğimi fark ederek kıs kıs gülen Aral’a yalvaran bakışlar attım ama ne fayda. Umurunda bile olmadım. Bu yüzden de gözlerimi etrafta gezdirmeye ve birilerinden üç beş bir şeyler görmeye çalıştım. Tabii bu pek kolay olmadı ve nihayetinde öğretmene yakalandım.”

“Hadi ya,” diyerek güldüm. Aral’ın inatçı kişiliğini de öğrenmiş olmuştum böylece. “Sonra ne oldu?”

“Ne olacak, hoca aldı kâğıdımı. Dedi, Arel çık dışarı. Ama ben ne yaptım?”

Kaşlarım havalandı. “Ne yaptın?”

“Dedim, hocam ne Arel’i? Ben Aral’ım.”

Aral, yan koltukta homurdanmaya başlarken şaşkınlıkla güldüm. Tuana zaten en başından beri kıkırdıyordu.

“Ee, sonra ne oldu?”

“Aral ayağa kalkıp inkâr etti ama ben de ısrarla devam ettim Aral olduğumu iddia etmeye. Hoca çaresiz kaldı, sınıftakilere falan sordu hangisi hangisi diye. Fark etmişsindir, yüzlerimizde falan öyle ayırt edilebileceğimiz özelliklerimiz yok. Bu yüzden bizi genelde kıyafetlerimizden, saçımızdan başımızdan tanırlardı. Tesadüf bu ya, o gün Aral’da da olan hırkalarımdan birini giymişim. Saçımız da aynı şekildeydi. Kimse ayırt edemedi kısacası bizi. Sınıfın yarısı Aral’ın gerçek Aral olduğuna inandı, diğer yarısı benim olduğuma derken sınavın yaklaşık on dakikası böyle geçti gitti. Sonra hoca sinirlendi, Aral’ın kâğıdını da alıp bizi sınıftan attı. Sınavlarımıza da sıfır verdi.”

Elim ağzıma kapanırken “İnanamıyorum sana,” diye mırıldandım. Bir yandan da o anları hayal ederek gülüyordum. “Niye böyle bir kötülük yaptın?”

Arel, keyifle arkasına yaslanarak kollarını göğsünde kavuşturdu. “Yalnız yanmayı hiç sevmem, biliyor musun, Jülide? Hem dolaylı yoldan Aral’dan intikamımı da almıştım. Sadece babamdan bir güzel fırça yemiştim ama ona da değmişti yani.”

Bir yanım neyin intikamını aldığını sormak istese de özellerine girmek istemediğimden kendimi frenledim ve başımı sallamakla yetindim. Anlaşılan Arel küçük bir çocukken de oldukça yaramaz biriydi.

“Ablama neden Jülide dedin?” diyerek araya girdi Tuana. Hiçbir şey de kaçmıyordu dikkatinden.

“Doktorlar dizisini izlemiş miydin?” diye sordu, Arel.

“Hem de yüz kere,” diyerek gözlerini belertti Tuana. “Hala daha tekrarları oynuyor televizyonda yazları.” Küçük bir aydınlanma anı yaşadı. “Ha… Oradaki Doktor Jülide de kadın doğum uzmanıydı, ondan mı?”

Arel, keyifle parmağını şıklatarak onu işaret etti. “Çok zeki bir kız olduğunu biliyordum zaten.”

Tuana, aldığı iltifatla şımararak geriye yaslandı ve “Teşekkürler,” diye mırıldandı. “Ama sen yine de ablama fazla öyle seslenme… Malum Jülide’nin bahtı pek iyi değildi.”

Arel, dudağının bir kenarını kıvırarak Tuana’ya göz kırptı. “Mesaj alınmıştır.”

Yolun geri kalanı Arel’le Tuana’nın kendilerince ettikleri sohbet eşliğinde geçmişti. Aral neredeyse hiç konuşmamıştı, bunu iç huzursuzluğuna bağlıyordum. Deli gibi köstebek polisi aradığını dün Asaf amcamla gerçekleştirdiğim telefon konuşması sayesinde öğrenmiştim. Muhtemelen üzerindeki ekstra gerginlik de bundan kaynaklıydı. Ben de arada bir konuşmaya dâhil olmuştum, o kadar.

Gökhan’ın kendi anne ve babasının yaşadığı lüks villaya geldiğimizde Arel küçük bir ıslık eşliğinde indi arabadan. “Böylesine bir evde yaşamak için ne başarmış olabilirler acaba?”

Sadullah’ın malikânesini gördükten sonra gördüğüm her ev sönük gelmeye başlamıştı gerçi bana ama Arel’in kendince haklı olduğunu da biliyordum.

“Gökhan’ın anne ve babası doktor, kendilerine ait bir hastaneleri var.”

Tuana, yanıma gelirken Aral da arabanın bagajından hediyemi almakla meşguldü.

“Bildiğim kadarıyla Yasemin senin yanında çalışıyor, gelinlerini hastanelerine almamışlar mı yoksa?” diye sordu Arel.

“Aslında çok çağırdılar ama Yasemin uzmanlığını alana kadar orada çalışmak istemedi. İşte torpil morpil konuları, Yasemin arkasından konuşulmasını pek sevmez. Kafasına takar çünkü. Gerçi geçen sene aldı uzmanlığını ama bu sefer de bizim hastaneyi çok sevdiği için gitmek istemiyor. Bundan sonra ne olacağını kimse bilmiyor kısacası.”

“Alengirli işler diyorsun,” diyerek kafasını salladı Arel. “Her neyse, üzümünü yiyelim bağını sormayalım.”

Aral da yanımıza geldiğinde hep birlikte bahçe kapısından içeri girip geniş ön bahçede ilerlemeye başladık. Bahçenin bu tarafı bomboştu, çünkü Gökhan tüm hazırlığı arka bahçeye kurdurmuştu.

Hepimizden evvel kapıya varan Tuana zili çaldığında kapıyı evin daimi yardımcısı Sevim abla açtı. Bizi görünce yüzündeki resmi gülümseme içten bir tebessüme dönüşürken “Hoş geldiniz,” diyerek bizi içeri buyur etti.

“Hoş bulduk, Sevim teyze. Nasılsın?” diye sordu Tuana içeri geçerken.

“İyiyim kızım, sağ ol. Sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Çok iyiyim hatta.”

Tuana’nın peşinden içeri girdiğimde ben de samimi bir gülümsemeyle izliyordum Sevim ablayı. O kadar iyi biriydi ki bu eve çok girip çıkmamamıza rağmen onu severdik. Yasemin de bir hayli severdi, zira Sare’nin bakımı için Sevim abladan çok yardım görmüştü.

Bizden sonra beyler de içeri girince Sevim abla şaşkın bir şekilde onlara baktı. Bunu fark eden Tuana heyecanla ileri atılıp Aral’ı gösterdi. “Sevim teyze, bak bu eniştem Aral. Bu da eniştemin ikizi Arel abi.”

Şaşkınlıkla “Ah, öyle mi?” diyen Sevim teyze bakışlarını Aral’a odaklayıp “Tanıştığımıza çok memnun oldum,” diye mırıldandı.

Aral, resmi bir şekilde gülümseyerek başını hafifçe öne eğdiği sıra Gökhan’ın bana seslendiğini duyup o tarafa döndüm. Bakışları Aralların üzerinde gezinirken yanımıza geldiğinde “Hoş geldiniz,” diyerek benle Tuana’ya sarıldı. Ardından da elini Aral’a uzatıp kendini tanıttı.

“Siz de hoş geldiniz, Yasemin’in eşi Gökhan ben.”

Aral, Gökhan’ın elini sıkarak “Aral ben de, hoş bulduk,” diye cevap verdi. Gökhan memnun olduğunu söyleyerek Arel’e geçtikten sonra onun da elini sıkıp aynı şeyleri söyledi ve rutin bir tanışma anı gerçekleşti. Gökhan’a Aral’ın partiye gelemeyeceğini partide söylemeyi planladığım için gelmeleri onun için sürpriz olmamıştı. Bu yüzden konuyu hiç dağıtmadım ve Aralları Tuana’yla birlikte arka bahçeye yollarken ben de Gökhan’ın peşine takılarak mutfağa geçtim.

Tuanalardan ayrılırken Aral’ın elinden aldığım hediye paketini mutfak masasının üzerine bıraktım ve orta tezgâha dizilmiş bin bir çeşit ikramda gezdirdim bakışlarımı. Hepsi harika görünüyordu doğrusu ve iştahımı kabartmışlardı.

“Yüz ifadenden masadakileri beğendiğini anlıyorum,” diyerek benimle inceden dalga geçen Gökhan’a dönüp sırıttım.

“Kesinlikle çok beğendim.”

“Bu harika. Misafirler de yavaş yavaş gelmeye başladılar zaten, yardımcılara bahçedeki masaları donatmalarını söyleyeceğim birazdan.”

Başımı sallayarak onu onayladım. “Yasemin ne zaman gelecek peki?”

Gökhan kolunu kaldırarak bileğindeki saate kısa bir bakış attı. “Annemden haber bekliyorum ama muhtemelen yarım saat kadar sonra burada olur.”

Yasemin, kaynanası ve kayınpederinin bu gece onlara misafirliğe geleceğini sanıyordu. Aslında bu doğruydu da, yalnızca onlar Yaseminlerin evindeyken Yasemin de Gökhan’la birlikte bu evde olacaktı. Gökhan’ın annesi bir bahaneyle Yasemin’i buraya bir şey alması için yollayacaktı ve Yasemin, doğum günü için Gökhan’ın bir restorana rezervasyon yaptırdığını tesadüf eseri (!) öğrendiğini sandığından partiden asla şüphelenmeyecekti. Sare’ye de Gökhan’ın annesiyle babası bakacaktı.

“Yasemin’i arka bahçeye çıkardığımda sen de pastayla birlikte peşimizden bahçeye çıkacaksın, tamam mı?”

Başparmağımı havaya kaldırdım. “Pasta bende.”

“Harika o halde. Ben gidip Sevim ablaya haber vereyim, bunları bahçeye göndertsin. Sen de bahçeye geç.”

“Tamam,” diyerek mutfaktan çıkacağım sırada Gökhan tekrar konuştu.

“Telefonda çok umutsuz konuşunca seninkilerin gerçekten gelemeyeceğini sanmıştım ama ikna etmişsin.”

Valla ben de çok şaşkınım ama ne yazık ki bunu sana söyleyemeyeceğim, Gökhan.

“Ben öyle sanıyordum vallahi,” diyerek ona döndüm. “Hatta Arel gelmek için devriyesini ekipten birine devretmiş. Zar zor geldiler anlayacağın.”

Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı. “Sağ olsunlar. Neyse hadi sen git, ben de peşinden geleceğim.”

Mutfaktan çıkarak salona geçtikten sonra arka bahçeye çıktım ve gürültülü kalabalığın arasına karıştım. Bahçe bir hayli doluydu, hem Yasemin’in hem de Gökhan’ın arkadaşları buradaydı çünkü. Tanıdığım birkaç kişiye selam vererek benimkileri aramaya koyulduğumda bahçenin arka taraflarındaki bir masanın etrafında durduklarını görünce onlara doğru ilerlemeye başlamıştım ki Aral’ın yanında duran ve dişlerini göstere göstere sırıtan Gamze’yi görünce ayaklarım yere çivilendi.

Gamze, Gökhan’ın hem okuldan hem de hastaneden arkadaşıydı ve aynı zamanda Uğur’un kuzeniydi.

Tuana’nın Gamze’ye attığı ölümcül bakışları fark ettiğimde adımlarımı tekrar harekete geçirip onlara doğru yürüdüm. Birkaç kişilik ailemdeki herkes Uğur’dan da Uğur’un akrabalarından da nefret ediyordu, en başta da Tuana.

Aral’la Arel, Gamze’ye tuhaf tuhaf bakmakla meşgul olduklarından; Tuana da olanca nefretini yüklediği gözlerini Gamze’den ayırmadığı için onlara doğru yaklaştığımı ilk fark eden Gamze olmuştu.

“Aa, iyi insan da lafının üzerine gelirmiş işte,” diyerek oldukça samimiyetsiz bir tavırla gülümsedi, Gamze. Uğur’la birlikte olduğum zamanlarda bile nedenini asla anlamadığım şekilde benden hazzetmezdi ve bu yüzden de yıldızımız asla barışmamıştı. Bu yüzden Uğur’la ayrılmamıza en çok sevinen kişilerden biriydi şüphesiz. “Görüşmeyeli çok uzun zaman oldu, nasılsın Tamay?”

Aral’la Tuana’nın arasındaki boşlukta duraksayarak kaşlarımı havaya diktim ve “Gördüğün üzere gayet iyiyim,” diye cevap verdim. Konuşmaya devam etmediğimi görünce yalandan dudaklarını büktü.

“Sormadın ama ben de çok iyiyim,” diyerek başını omzuna doğru eğdi. “Tuana’yı görünce eski günlerin hatırına bir selam vereyim demiştim ben de hâlbuki.”

Gözlerim kısılırken “Eski günlerin bizim üzerimizde ne gibi bir hatırı olabilir acaba?” diye sordum tersçe. “Seninle oturup iki kahve bile içmemişizdir ki biz.”

Gamze, lafımı asla esirgememem karşısında hafiften bozularak bakışlarını kısaca Aral ve Arel’e dokundurdu. Ne sanıyordu? Yanımda başkaları var diye ona sahte gülücükler saçacağımı falan mı?

“Sen bugün tersinden kalkmışsın belli,” diyerek hafifçe gülümsedi. Bu, imalı bir gülümsemeydi ve iyi şeyler yumurtlamayacağı her halinden belliydi. “Hâlbuki ben sana güzel haberler vermeye gelmiştim.”

“Sen ve bana güzel haber vermek?” dedim, kaşlarım saç diplerime kadar kalkarken.

“Seni duyan da beni düşmanın sanacak, Tamay,” derken elini havada sallayarak gülüyordu. Konuyu gereksiz yere uzatmamak için düşmandan daha beter olduğu gerçeğini kendime sakladım. “Her neyse, sohbetinize doyum olmaz ancak kendi arkadaşlarımın yanına gitmem lazım. O yüzden hemen müjdemi verip gideyim,” diyerek yüzündeki hain sırıtışı büyüttü. “Önümüzdeki hafta sonu Uğur ve ailesi İstanbul’a gelecek, biliyor musun? Bir aylık tatil gibi düşün. Hani belki bir yerlerde denk gelirseniz şaşırma diyerekten söylüyorum. O kadar da iyi niyetli bir arkadaşım.”

Boş bakışlarımı yüzünden ayırmazken en ufak bir tepki vermedim. Şaşırdığımı ona belli etmemek için kendimi bir hayli kasmam gerekse de bunu başarmıştım. Uğur, biz ayrıldığımızdan beri Türkiye’ye hiç gelmemişti. En azından ben gelmedi diye biliyordum, çevremdeki hiç kimsenin haberi olmadan gelip gittiyse bilemezdim elbette.

Gamze, büyük bir hevesle vereceğim tepkiyi beklerken kaşlarımı çattım ve oldukça düz bir ses tonuyla “Bu bilgiyle ne yapmam gerekiyordu?” diye sordum. “Karalar bağlamam falan mı?”

“Ah, hayır tabii ki, ben sadece-”

“Amacının ne olduğunu çok iyi biliyorum, Gamze,” diyerek sözünü kestim. “Aklınca canımı acıtmaya çalışıyorsun ama o köprünün altından çok sular aktı. Ben değiştim, hayatım değişti, hayatımdakiler değişti. Bak mesela,” diyerek hiç düşünmeden yanımda duran Aral’ın koluna girdim ve küçük bir tebessümle Aral’ın ifadesiz yüzüne kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Gamze’ye döndüm. “Hayatımda yeni biri var, çok da mutluyum ayrıca ve şu an saçmaladığın şeyler ikimizin de canını sıkamayacak kadar geride kaldı. Bu yüzden kendini daha fazla küçük düşürmeden gitsen iyi olur.”

Gamze tek kelime bile edemeden oldukça bozulmuş bir halde yanımızdan ayrıldığında Tuana yumruk yaptığı elini önümüzdeki masaya vurdu. “Tam bir yelloz. Yasemin ablamın gününü mahvetmek istemesem gidip o boyası gelmiş saçlarına yapışmıştım çoktan.”

Arel, Tuana’nın bu tavrı karşısında hafif bir şaşkınlık barındıran gülümsemesiyle kolunu kardeşimin omzuna attı. “Sakin ol şampiyon. Ne bu şiddet, bu celal?” Bakışları bana döndü. “Ayrıca özel değilse bu kadının ve dolayısıyla da Uğur’un kim olduğunu sorabilir miyim?”

İç çekerek elimi Aral’ın kolundan ayırıp kendime çektim. Bu izinsiz hareketim yüzünden bana kızmamış olmasını umuyordum, aksi takdirde Gamze’yi ağzına laf tıkıp göndermem daha uzun sürebilirdi.

“Uğur benim eski sevgilim. Bu kadın, yani Gamze de Uğur’un kuzeni. Yıldızımız asla barışmadı. Bu yüzden kendince huzurumu kaçırmaya çalışıyor.”

Aral, ellerini ceplerine sokarak bakışlarını etrafta gezdirmeye başladığında ne düşündüğünü bilmek için can attığımı fark ettim.

Arel, kötü bakışlarını Gamze’nin üzerinden ayırmayan kardeşimi biraz daha kendine çekerek dikkatinin dağılmasını sağladı ve “Ailesi diye bahsettikleri kim o halde?” diye sordu. Anlaşılan Aral, ona anlattığım hiçbir şeyden bahsetmemişti kardeşine. Tam da olması gerektiği gibi.

Yanaklarımı şişirdim. “Uğur, eşi ve bebekleri işte.”

Arel, hafif bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve ikizine kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. “Affedersin ama bu Gökhan da ne biçim arkadaşmış böyle? Ne diye çağırmış bu kadını partiye?”

“Aynı hastanede çalışıyorlar,” diyerek başımı salladım. “Muhtemelen Gökhan kendi arkadaşlarını davet ederken bu da araya kaynayıp kendini zorla davet ettirmiştir.” İç çektim. “Yapmadığı şey değil çünkü.”

“Kötü kadın,” diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu Tuana. İnsanlardan kolay kolay nefret edemeyen biriydi ancak Uğur’a da onun yakınındaki insanlara da akıl almaz bir kin besliyordu ve bunun bana olan bağlılığından kaynaklandığını biliyordum. Hatta ilk zamanlar yaşına da bağladığım oluyordu ancak amcamın ondan bir farkı olmadığını fark ettiğimde bundan vazgeçmiştim.

Arel, Tuana’yı samimi bir şefkatle izlerken “En iyisi biz senin sinirlerini yatıştıracak bir şeyler bulalım. Şu görevli kadındaki yiyecekler hiç de fena durmuyor gibi sanki, ha?” dedi ve kolu hala Tuana’nın omzuna sarılı olduğundan onu kolayca misafirlere yiyecek dağıtan yardımcı kızlardan birine doğru sürükledi.

Onlar yanımızdan ayrıldığında bakışlarım Aral’ın yüzüne tırmandı ve yeşillerine denk geldim. Ne zamandır bana bakıyordu?

“Gamze’nin yanında söylediklerim için kusura bakma,” diyerek omuzlarımı kaldırdım. “Aksi takdirde onu yanımızdan göndermem daha uzun sürebilirdi.”

“Senin için sorun yoksa benim için de yok,” diyerek başını salladığında kaşlarım çatıldı.

“Nasıl yani?”

“Söylediklerini kastediyorum.” Duraksadı. Devam edip etmeme konusunda tereddütte kalmış gibiydi lakin etti. “Canını sıkmadı mı?”

Sorusu karşısında duraksayarak kendimi sorguladım. Sahiden sıkılmış mıydı canım? Küçük bir burukluk hissetmiştim kabul, ama sıkkın değildim. Canımın sıkıldığı çok daha farklı şeyler vardı, karşımdaki adamın kalbine nasıl gireceğim konusunda mesela…

“Hayır,” diyerek başımı salladım. “Biz ayrıldığımızdan beri gelmedi Türkiye’ye. Yani en azından ben öyle biliyorum ve bu yüzden biraz şaşırdım sadece. Gerçi önünde sonunda doğup büyüdüğü yeri ziyaret etmek isteyecekti, değil mi?” Dudaklarım büküldü. “Belki bir sene öncesinde olsaydım çok daha farklı şeyler hissedebilirdim ama şu an hayır.” İstemsizce gülümsedim. “Biraz geç olsa da zaman işe yaramış gibi.”

Belki de sen başkomiser, sen etki ettin bana…

Aral, tereddütlü bakışlarla yüzümü incelemeye devam etti. Muhtemelen yakın zamanda kucağında ağlayan kadının ben olup olmadığımı sorguluyordu ama Uğur’u hala deli gibi sevdiğim için ağlamamıştım ki ben o zaman da. Yaşanmışlıklara, kırgınlıklara, hayal kırıklıklarına; kısacası birikmişlere ağlamıştım.

“Hey, millet! Yasemin beş dakikaya burada olur, lütfen herkes sessiz olsun.”

Gökhan’ın gür sesi tüm bahçeyi doldurduğunda dikkatim onun üzerine kaydı. Evin bahçeye açılan kapısının önünde durmuş, misafirlere bakıyordu. Bakışları beni bulunca elini kaldırarak yanına gitmemi işaret etti ve ardından tekrar misafirlere dönüp bir kez daha Yasemin’i alıp gelene kadar herkesten sessiz olmalarını rica etti.

“Yasemin’in pastasını ben tutacağım,” diyerek Aral’a döndüm. “O yüzden içeri gidiyorum, sen keyfine bak, olur mu?”

Aral, kısaca başını sallayarak beni onayladığında misafirlerin arasından sıyrılarak Gökhan’ın yanına gittim ve birlikte içeri geçtik. Mutfağa doğru ilerlerken “Gamze’yi de çağırmışsın,” diye mırıldandım huysuzca. “İlk işi gelip laf sokuşturmak oldu.”

Mutfağa girdiği an duraksayarak bana döndü ve yüzünden okunan pişmanlıkla “Böyle olmasını istemezdim,” dedi. “Bizim bölümdeki arkadaşları partiye davet ettiğimi duymuş. Babam ve Ekrem amcayla konuştuğum bir ara birden yanımızda bitiverip babamlara ‘Gökhan’ın partisine gidiyor musunuz? Beni henüz davet etmediği için gelemiyorum.’ dedi. Unuttuğumu söyleyerek partiye davet etmek zorunda kaldım ben de.”

“Tam bir sürtük,” dedim, ağzımı bozarak. “Seni kıstıracağı bir anı yakalamak için peşinde koşturduğuna adım gibi eminim. Bana iki laf sokacak diye girdiği hallere bak.”

Gökhan, mutfakta çalışanlara kısa bir bakış atarak tekrar bana döndü ve “Ne dedi sana?” diye sordu.

“Uğur geliyormuş, İstanbul’a. Hem de ailesiyle birlikte.”

Gökhan benden bile daha çok şaşırmıştı bu habere. “Ne işi varmış ki burada?” diye sordu. “Bunca sene sonra neden geliyormuş?”

Ona ailesinin burada olduğunu hatırlatmaya gerek duymadım ve “Bir aylık tatil mi yapacakmış, ne?” diyerek kafamı salladım. “Boş versene, ne yapıyorlarsa yapsınlar. Yeter ki bizden uzak olsunlar.”

“Haklısın ama ya onunla karşılaşmak zorunda kalırsan?” diyerek bu haberi öğrendiğimden beri aklıma getirmemeye çalıştığım şeyi direkt yüzüme vurdu. Bazen yakın arkadaş seçimimde hata yapıp yapmadığımı düşünmüyor değildim hani.

“Onu da o zaman düşünürüm, Gökhan,” diyerek kestirip attım. “Hem Yasemin gelmek üzeredir, boşa vakit harcıyoruz. Hadi yürü.”

“Ah, doğru, Yasemin,” diyerek avucunun içiyle alnına vurduğunda dayanamayıp kıkırdadım. Adamcağız benim dertlerime dalıp karısını unutmuştu.

Boşluğundan faydalanıp omuzlarından tuttuğum gibi onu ters çevirdim ve sırtından itekleyerek mutfağın içerisine doğru ilerlemesini sağladım. “Yürü hadi, yürü. Pasta nerede? Ne zaman götürmem gerekiyor?”

Gökhan, buzdolabından aldığı dikdörtgen şeklindeki büyük pastayı orta tezgâhın üzerine bıraktı. Beyaz pastanın üstünde stetoskopu olan bir doktor bulunuyordu. Sade ama oldukça güzel bir pastaydı.

“Yasemin bunu üfleyecek. Misafirlere başka pasta dağıtılacak.”

Başımı sallayarak onu onayladım ve pastadaki doktor figürünün yanındaki rakamlara odaklandım. 30. En korktuğum yaştı, çünkü resmen yaşlanmaya başladığımızın kanıtıydı. En yakın arkadaşımın benden evvel otuzuna girecek olması benim için iyi miydi, kötü müydü, karar veremiyordum bile.

Rakamlar aslında birer mum olduğu için elimle onları işaret ederek “Bunları ne zaman yakacağım?” diye sordum.

“Pastayla bahçeye çıkmadan hemen evvel,” dediği an evin zili duyuldu ve Gökhan heyecanla gözlerini büyüttü. “İşte geldi! Ben Yasemin’i alıp bahçeye geçeceğim, sen de mumları yakıp peşimizden gel.”

Cebinden çıkardığı çakmağı elime tutuşturup dış kapıya koşturduğunda mutfaktaki yardımcılara kısa bir bakış atıp pastanın başına dikildim. Herkes sessiz olduğu için Yasemin’le Gökhan’ın seslerini net bir şekilde işitebiliyordum.

“Annen, bahçedeki koltuklardan birinde yarına kadar incelemesi gereken bir dosyayı unutmuş galiba. Onu almaya geldim de senin ne işin var burada?”

Yasemin’in sesi oldukça huysuz çıkıyordu. Burayla evlerinin arasındaki mesafeyi ve İstanbul trafiğini düşününce haline hak vermemek mümkün değildi doğrusu.

“Babamla birlikle geldim ben de,” diyerek yalan söyledi, Gökhan. Babası burada değil, hastanelerindeydi. “Bizim eve tek araba geçelim dedik. Babam üzerini değiştirene kadar evde bekleyeyim dedim ben de.”

“Hastaneden erken çıkacağınızı niye haber vermedin bana Gökhan ya? Boşa yoruldum buraya kadar.”

“Ne bileyim hayatım, annemin seni buraya göndereceğini bilsem arayıp söylemez miydim?”

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Zira Yasemin’in ses tonundan kocasını boğmak istediğini anlayabiliyordum.

“Neyse hadi gel, bahçeye çıkalım da bir soluklan. Babamın hazırlanacağı yok zaten.”

“Önce bir su içeyim, ağzım kurudu.”

Adımların bana yaklaştığını duyunca hafif irkilsem de Gökhan’ın “Yok, yok, sen zahmet etme,” diyerek araya girmesi çok uzun sürmemişti. “Ben yardımcılardan birine söylerim şimdi, getirir bahçeye.”

“Ne gerek var, Gökhan? Hemen alırım ben-”

“Yavrum, uzatma işte ya. Hadi yürü.”

Ayak sesleri mutfaktan uzaklaştı ve en son Gökhan’ın “Sevim abla, Yasemin için bir bardak su getirebilir misin bahçeye?” diye bağırdığını işittim.

Mutfağın diğer ucunda bir tepsiye boş bardak dizen Sevim abla bakışlarını bana çevirdi. “Götüreyim mi?”

Gülerek başımı iki yana salladım ve çakmakla mumları tutuşturdum. “Partiyi görünce susuzluğunu unutur o, olmadı masalardaki içeceklerden alır sonra.”

“Peki, madem,” diyerek tepsiye bardak dizmeye devam ettiğinde ben de daha fazla oyalanmak istemeyerek pastayı kucaklayıp mutfaktan çıktım ve tam bu anda bahçede kopan alkış sesini işittiğimde hızlı adımlarla bahçe kapısına vardım.

Partidekiler hep bir ağızdan “İyi ki doğdun Yasemin!” diye bağırarak şarkı söylerlerken pastayla birlikte bahçeye çıkıp şarkıya eşlik etmeye başladım. Yasemin büyük bir şaşkınlık ve mutlulukla Gökhan’ın boynuna atladıktan sonra ondan ayrılarak arkasına, yani adım adım ona yaklaşan bana döndü. Elimdeki pastayı gördüğünde ellerini ağzına kapatarak mutlulukla bana baktı. Gülümsedim.

“Doğum günün kutlu olsun, güzeller güzeli arkadaşım!”

Yasemin, küçük bir çocuk gibi yerinde sektikten sonra ellerini ağzından çekti ve “Pastanın güzelliğine bak!” diye şakıdı.

“Pastayı seyretmeden evvel mumları üflesen iyi olacak,” diyerek göz kırptığımda neşeyle güldü ve “Önce dileğimi diliyorum,” diyerek gözlerini yumdu. Birkaç saniye sonra gözlerini geri açtığında önce Gökhan’a sonra da bana kısa bir bakış atıp eğilerek pastanın mumlarını üfledi.

Bahçede yeni bir alkış tufanı koparken Yasemin içi gülen gözlerini bana kaldırdı. “Nasıl da hiç belli etmediniz ya!”

“E, adı üstünde sürpriz,” diyerek kocaman sırıttım.

“Pastayı ben alayım efendim.”

Yanımdan gelen sesi duyunca hızla dönüp pastayı yardımcı kızlardan birine teslim ettim ve ardından Yasemin’i açtığım kollarımın arasına çektim.

“İyi ki doğdun, canımın içi. İyi ki, iyi ki, iyi ki!”

Yasemin, bana sıkıca sarılarak “Teşekkür ederim,” diye mırıldandı. “Sen de iyi ki benim arkadaşımsın.”

“Karımı bıraksan da azıcık ben sarılsam, Tamay, ha?”

Gökhan’ın huysuz sesini işittiğimde kıkırdayarak geri çekildim. “Yemedik ya karını, al sarıl yahu.”

Kıkırdama sırası Yasemin’e geçerken kocasının kollarına atıldı. Onları küçük bir tebessümle izlerken etrafımıza doluşan insanları fark ederek hafifçe geriye çekildim. Şayet Gökhan izin verirse bu sayede diğerleri de Yasemin’e sarılıp, doğum gününü kutlayabilirlerdi.

Kalabalıktan ayrılıp Tuanaların olduğu masaya doğru ilerlerken bahçenin içine kurulmuş hoparlörlerden şarkı duyulmaya başladı. Bunun üzerine bahçede bir hareketlenme olurken Tuana da Arel’i kolundan çekiştirip masadan biraz uzaklaşmalarını sağladı ve çalan şarkıya uygun olarak dans etmeye başladılar.

Küçük bir şaşkınlıkla Aral’ın yanına vardığımda bakışlarım Arel’in kolunun altında neşeyle dönen kız kardeşimdeydi.

“Tamam,” diye mırıldandım istemsizce. “İyi anlaşacaklarını biliyordum, hatta bundan emindim ama bunun bu kadar kısa sürede gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim.”

“Arel, herkesle kısa sürede çok iyi anlaşabilme yeteneğine sahip,” diyerek başını salladı Aral. İkizinin bu yeteneğinden (!) pek de memnun değilmiş gibiydi. “O yüzden beni şaşırtmıyor.”

Kaşlarımı kaldırarak ona döndüm. “Bu özelliği hiç hoşuna gitmiyormuş gibi konuştun.”

“Gitmiyor zaten,” diyerek elinde tuttuğu içecekten küçük bir yudum aldığında bu konuda daha fazla konuşmak istemediğini anlayarak dudaklarımı birbirine bastırdım.

Yasemin’in doğum gününü kutlayanların bir kısmı tekrar masalarına dönerken bir kısmı da Tuana’yla Arel gibi dans etmeye başlamışlardı. Bakışlarım istemsizce Aral’a kaydı, yeşilleri bahçedeki insanları taramakla meşguldü.

Onu dansa kaldırmaya kalksam bana ne tepki verirdi? Muhtemelen beni reddederdi. Bundan adımın Tamay olduğu kadar emin olduğum için belli belirsiz iç çekerek tekrar önüme döndüm.

Biz orada öylece dikilerek etraftakileri izlerken dans edenlerin sayısı giderek artmaya başladı. Tuana’yla Arel dakikalar sonra yanımıza geldiklerinde Tuana nefes nefese kalmıştı. Arel’deyse tık yoktu. Bu tempoya alışkın olduğunu düşündüm.

Tuana, içinde karışık meyve suyu olduğunu düşündüğüm bardağını kafasına dikerken Yasemin’le Gökhan da yanımıza geldiler. Yasemin, koluma girerken “Doğum günüme geldiğim kıyafete bak,” diyerek üzerini gösterdi. Koyu renk bir kotla, düz bir tişört giyiyordu.

“En sade halinle bile çok güzelsin,” diyerek boştaki elimle yanağından makas aldım.

Yasemin, omzuyla omzuma çarparak “Yalancı seni,” dese de hoşnut bir şekilde gülümsemeden de edememişti.

“Düşünceli bir kocan olduğunu unutuyorsun sanırım tatlım,” diyerek göğsünü kabartan Gökhan’a döndük. “Üst kattaki odaya senin için evden kıyafet getirdim, annem seçti senin için.”

Yasemin, bu sefer gerçek bir mutlulukla “Ya!” derken çalan şarkı değişti ve edilen danslar romantik bir hal almaya başladı. Değişen tek şey şarkı da değildi üstelik, Yasemin’in Gökhan’a olan bakışları da değişmişti. Çünkü çalan onların şarkısıydı.

Gökhan, elini Yasemin’e uzatırken “Önce dansımızı edelim, sonra değişirsin üzerini,” diye mırıldandı. Yasemin, kocasının onu kendine çekmesine izin vererek onunla birlikte dans edenlerin arasına katıldıklarında çalan şarkının farkında olan Tuana Aral’la bana döndü ve “Abla sizin şarkınız ne?” diye sordu. Hiç beklemediğim bu soru karşısında şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

“Şarkı mı?”

“Evet, yok mu şarkınız?”

Arel, eğlenen bakışlarını bizim üzerimizde gezdirirken ve içeceğinden pipeti sayesinde höpürdeterek içerken Aral’a kısa bir bakış atıp tekrar meraklı kardeşime döndüm.

“Yok, şarkımız.”

Tuana’nın dudakları büküldü. “Nasıl yok ya?”

“Yani böyle şeyler ‘olsun’ diyerek oldurulmaz ki,” diye cevap verdim, kıvrandığımı belli etmemeye çalışarak. “Tesadüfen olur ya da denk gelir, bu bizim şarkımız olsun, falan dersin.”

Arel, bardağını ağzından çekerek bana döndü.

“Dinlerken aklına Aral’ı getiren bir şarkı da mı yok?”

Bakışlarım Arel’in imalı bakan yeşillerine takılırken onun gözlerine bakarken Aral’da hissettiğim hiçbir şeyi hissetmediğimi fark ettim. Gerçi bu çok normaldi, hoşlandığım kişi o değildi sonuçta.

Aral’ın kardeşine kötü kötü baktığını fark etmemiş gibi davranırken kafamı umursamazca sallayıp “Yok,” diye mırıldandım.

“Ondan mı özellikle son zamanlarda odandan sürekli Sezen Aksu’nun Erkek Güzeli şarkısı duyuluyor?” diyerek araya girdi Tuana. Böyle bir gafta bulunmasını asla beklemediğimden büyük bir şaşkınlıkla ona döndüm. “Ne?”

“Gel de eğ şu asi başını,” diyerek bahsettiği şarkının bir kısmını şiir gibi söylemeye başladı Tuana. Bunu fark ettiğini bana hiç belli etmemişti oysaki! “Kaçırma, gel şu olgun yaşımı. Anladım korkunu, telaşını. Görünce çakmak çakmak yeşillerini…”

Duraksayarak -ve oldukça büyük bir neşeyle- Aral’a döndü. “Bakayım.” Gözlerinin tam içine baktı. “Vallahi de billahi de yeşil.”

Köşeye sıkışmışlığın verdiği kızgınlıkla “Tuana!” diye sesimi yükselttiğimde Aral’ın elini bileğimin üzerinde hissettim. Bu ani temas beni afallatırken önce bileğimdeki eline, ardından da yeşillerine çevirdim bakışlarımı. Çözemediğim bir ifadeyle bakıyordu yüzüme. Anlamış mıydı bu şarkıyı onu düşünerek dinlediğimi?

“Hadi gel, dans edelim.”

Vücudumdaki gerginlik yerini hayrete bırakırken “Hı?” deyiverdim şaşkınlıkla. “Dans mı?”

“Hımhım,” diyerek elini kaydırdı ve elimi avucunun içine alarak beni dans edenlerin arasına çekiştirdi. O kadar şaşkındım ki Tuana’yla Arel’in arkamızdan mırıldandıklarını duysam da ne dediklerini asla anlamamıştım. Tüm hücrelerimle elimdeki dokunuşa odaklıydım. Neden yapmıştı ki bunu şimdi?

Boş bir yerde duraksayarak bana döndüğünde yok etmeyi başaramadığım bir şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ediyordum. Halime daha fazla kayıtsız kalamamış olacak ki “Daraldığını fark edince seni oradan uzaklaştırmak istedim,” diye mırıldandı yavaşça. “Hata mı ettim?”

“Yok,” diyerek başımı salladım hızla. Böyle bir şeye hata diyen çarpılırdı vallahi! “Çok iyi düşünmüşsün, çok sağ ol gerçekten.”

“Tuana biraz fazla meraklı bir kız kardeş,” diyerek dudağının ucunu kıvırdığında gözlerim saniyeliğine o noktaya kaydı ancak çabucak toparladım kendimi.

“Maalesef öyle,” diyerek iç çektim. “Ama hep böyle değil. Sizin yanınızda biraz abartıyor.”

“Bizi kabullenmesi çok kısa sürdü,” diyerek elimi bıraktığında yaşadığım hayal kırıklığı, elinin belime konmasıyla bambaşka duygulara yelken açtı. Sahiden dans edecektik! Hem de benim teklif etmeme gerek bile kalmadan…

Elinin temasıyla ona biraz daha yaklaştığımda ve dudaklarımı birbirine bastırıp yüzüne bakmaya başladığımda yeşillerini kahvelerime dikerek “Buraya dans etmek için geldiğimize göre böyle boş boş durmasak iyi olur sanki,” dedi.

Hipnotize olmuş gibi “Hımhım, olur,” diye mırıldandım ve boşta duran kollarımı kaldırıp omuzlarına bıraktım. Aral da diğer elini belimin diğer yanına yasladığında usulca salınmaya başladık. Onunla ilk kez dans etmiyordum belki ama her seferinde ilk defaymış gibi heyecanlanıyordum.

Gözlerine bakmaya devam ettiğim takdirde hislerimi fark edeceğinden korktuğum için bakışlarım omuzlarında, ceketinin yakasında, daha da olmazsa etrafta geziniyordu; ta ki sorduğu soru yüzünden şaşkınlıkla ona dönene dek.

“Onun gözleri yeşil mi?”

“Kimin?” diye sordum, anlamayarak. Bakışları yüzüme odaklanmıştı ve saf bir merak vardı yeşillerinde.

“Onun işte, eski sevgilinin yani.”

Kaşlarım çatılırken “Hayır,” diye mırıldandım gayriihtiyari. “Onun gözleri kahveydi, yani kahverengi ama ne ala-” O an aydınlanma yaşadım. “Ha sen şarkı yüzünden soruyorsun.” Bu yüzden mi alelacele kaçırmıştı beni Tuanaların yanından? Gamze’nin imalarının üzerine rahatsız olacağımı falan mı düşünmüştü? Halbuki gerçekler bambaşkaydı. “Masada da söylemiştim ya, tesadüf yani. Bir şarkıda göz rengi geçiyor diye şarkıyı dinlerken illa o renge sahip birilerini mi düşünmek gerekiyor?”

Ben düşünüyorum ama sen bunu bilmesen de olur.

“Öyle mi?” diyerek kaşlarını kaldırdı. Gerçekten inanmıştı Uğur’un gözlerinin yeşil olduğuna. “Ben de masada öyle gerildiğini görünce… Yanlış anlamışım demek ki.”

Gözlerimi kaçırarak “Demek ki,” diye mırıldandım, kısık bir sesle.

Çalan şarkı bitene kadar aramızda geçen tek konuşma bu olmuştu. Şikayetçi değildim. Kollarının arasında dans ediyordum ya, saatlerce konuşmasak da olurdu. Alnıma çarpan nefesini hissetmek fazlasıyla yetiyordu bana.

Şarkı bittiğinde ve etrafımızda dans eden birkaç kişi duraksadığında biz de adımlarımızı durdurduk ancak bunun dışında herhangi bir ayrılma girişiminde bulunmadık. Bundan cesaret aldığımdan mıdır, yoksa kokusunu duyarak onunla dans etmek ona karşı olan hislerimi içimde iyice zirveye taşıdığından mıdır bilmem, başımı kaldırıp gözlerinin içine bakarak gülümsedim. “Mecbur hissederek de olsa buraya benimle birlikte geldiğin ve daraldığımı düşünerek beni dansa kaldırdığın için teşekkür ederim,” diyerek uzanıp dudaklarımı yanağına, dudaklarına yakın bir yere bastırdım.

Bunu hangi akla hizmet yapmıştım, gerçekten bilmiyordum. Bir anda içimde gelen bir şeydi ve kendimi tutamamıştım işte. Tutmak istememiştim.

Vereceği tepkinin tedirginliğini yaşayarak geri çekildiğimde afallamış bir halde bana baktığını gördüm. Gerçekten şaşkın görünüyordu ve bunu saklama ihtiyacı gütmemişti. Belki de şaşkınlıktan saklamayı akıl edememişti.

Saniyeler sonra ondan bir cevap beklediğimi fark etmiş olacak ki ellerini belimden ayırarak birkaç adım geriledi ve “Önemli değil,” diyerek bakışlarını kaçırdı. “Kendime içecek bir şeyler alsam iyi olacak, masada görüşürüz.”

Öyle hızlı konuşmuş ve yanımdan öyle hızlı ayrılmıştı ki olduğum yerde öylece kalakalmıştım. Resmen onu öptüğüm için kaçmıştı benden.

Ne hissetmem gerektiğinden emin olamasam da omuzlarımın hayal kırıklığıyla çöktüğünden emindim.

Gözpınarlarımın yandığını hissetsem de alt dudağımı dişlerimin arasına alarak sıktım ve etraftakilerin dikkatini çekmek istemediğimden Tuanaların olduğu masaya gitmek için arkamı döndüm ancak burun buruna geldiğim kişi yüzünden bu amacımı gerçekleştiremedim.

“Kaçmasına izin verme.”

Büyük bir şaşkınlıkla Arel’e bakakalırken “Ne?” diye mırıldandım anlamayarak.

“Aral’ın senden kaçmasına izin verme,” dedi bir kez daha. O kadar ciddi görünüyordu ki ne hissedeceğimi bilemedim.

“Kaçmak mı?” diye sordum, dalga geçermiş gibi. Gerçi onunla mı dalga geçiyordum yoksa kendimle mi, emin değildim. “İçecek almaya gitti sadece.”

“Sen onu öptüğün için senden kaçtı, Jülide,” derken sesi biraz öncekine nazaran oldukça yumuşaktı. Beni üzmemeye çalışıyordu sanki. “Bunu sen de çok iyi biliyorsun.”

“Ben,” diyerek duraksadım. İnkar etmekten başka çarem var mıydı ki? “Sadece buraya geldiği için teşekkür etmek istemiştim. Basit, önemsiz bir şeydi. Bunu bu kadar takacağını sanmıyorum.”

“Kendini kandırmaktan vazgeçmelisin,” diyerek usulca tebessüm etti. “Onun burada olmasını sağlayan benim ama beni öpmedin. Teşekkür etmedin, aklına bile gelmedi çünkü.”

Afalladım. “Yanlış anlamışsın, bak, ben-”

“Hislerinden kaçmamalısın,” diyerek kesti sözümü. “Lütfen kaçma,” diye de devam etti. Öneriden çok yakarışa benziyordu sözleri. “Peşinden git. Yalnız kalmasına ve saçma kararlar almasına müsaade etme. Senden uzaklaşmasına izin verme.”

“Saçma kararlar mı?” diye sordum kaşlarım çatılırken. “Neyden bahsediyorsun, hiçbir şey anlamıyorum.”

“Şimdilik sadece söylediklerimi yap, lütfen.” İç geçirdi. “Onun sana ihtiyacı var.”

“Ben,” dedim bir kez daha. “Anlayamıyorum.”

“Kalbinden gelen sesi dinle, hislerinden kaçma. Bunu Aral için yap, Tamay.”

Arel, afallamış halime aldırmadan elini uzatıp omzuma dokundu ve dostane bir tavırla sıvazlayıp yanımdan ayrıldı. Neydi şimdi bu? Ne demek istemişti? Arel, ikizine hissettiğim şeylerin farkında mıydı gerçekten?

Bakışlarım, Aral’ın olduğu yere kaydı. Üzerinde yiyecek bir şeylerin bulunduğu bir masanın önünde duruyordu lakin elleri cebindeydi. Hiçbir şey atıştırmıyordu. O halde ne diye orada duruyordu? Arel’in dediği gibi düşünüyor muydu? Onu neden öptüğümü mü düşünüyordu?

Şu an istediğim tek şey arkama bile bakmadan buradan uzaklaşmaktı. Eve gidip yatağımın içine girerek saatlerce Arel’in söylediklerini düşünmeye ihtiyacım vardı. Lakin hiçbirini yapamıyordum. Aral’ın yanına gitmediğim takdirde benden uzaklaşmaya mı karar verecekti yani? Halim olsa bu düşünceme gülerdim. Sahi, Aral bana ne kadar yaklaşmıştı ki?

Hem yanına gidince ne diyecektim? Arel bununla ilgili bir şey söylememişti. Gidip hislerimi yüzüne vuramazdım, imkanı yok yapamazdım bunu. Cesaretim yoktu çünkü. Hele şu an hiç yoktu.

Yine de arkamı dönüp gidemedim. Buna da cesaret edemedim. Arada bir de olsa dokunabildiğim adamın benden daha da uzaklaşmasından korktum çünkü. Bu yüzden derince soluklandım ve adımlarımı Aral’a doğru yönlendirdim. Canımın yiyecek bir şeyler çektiğini söyleyebilirdim. Kafasını nasıl dağıtacağımı bilmiyordum ama en azından yanında olurdum işte.

Korkak adımlarım hemen yanında duraksadığında masadaki yiyeceklerin çok leziz göründüğünü söylemek için ağzımı aralamıştım ki beni şoka uğratarak “Aldatıldım,” diye mırıldandı. Ağzım açık, öylece kalakaldım. Bana bakmıyordu, bakışlarını masanın üzerinden bir an olsun ayırmıyordu ama yanına gelenin ben olduğumu anlamıştı işte.

“Ne?” diye sordum, adeta fısıldarcasına. Başını yavaşça kaldırdı ve yeşilleri bana çevrildi.

“Hani bana demiştin ya, belki bir gün sen de anlatırsın, diye…” Yutkundu. “Delicesine aşık olduğum kadınla nişanlanacağım gün, parmağıma yüzük takılmasına belki de dakikalar kala aslında bana değil, başkasına aşık olduğunu öğrendim.”

Delicesine aşık olduğu kadın…

Ne diyeceğimi şaşırmış vaziyette, acıyan kalbimle birlikte öylece yüzünü seyrederken “Meğer benimle birlikte olma sebebi, aşık olduğu kişiye yakın olabilmekmiş,” diye devam etti anlatmaya. Öyle bir hali vardı ki anlatırken, fiziksel acı çekse bu kadar kötü görünmezdi muhtemelen. “Benim yanımda durarak ona daha kolay ulaşabileceğini düşünmüş. Beni kandırmış.” Güldü. Acı, keder ve bolca hayal kırıklığı barındıran bir gülümsemeydi bu. Daha önce hiç görmemiştim böyle gördüğünü.

“Çok uzun zaman oldu ama hissettiğim hayal kırıklığını asla unutmadım. Unutamadım.” Duraksadı. “Şimdi diyeceksin ki, bunları neden şimdi anlatıyorsun bana?” Başını salladı yavaşça, kendiyle dalga geçmeye çalışıyor gibi bir hali vardı ancak başarılı olduğunu söylemeyecektim. “Hani buraya gelmeden önce sana soğuk baktığımdan bahsettin ya, çoğu davranışımı da garip buluyorsun hani, anlam veremiyorsun… Bu yüzden. Ettiğin basit bir teşekküre bile nasıl karşılık vereceğimi bilmiyorum. Gördüğün üzere, çareyi kaçmakta buluyorum.” Dilim tutulmuş vaziyette öylece onu izleyen bakışlarımda, çehremde gezdirdi yeşillerini. “Özür dilerim. Bugüne kadar birçok kez hak etmediğin şekilde davrandım sana. Kusuruma bakma olur mu? Utanç verici belki ama… Samimi bir teşekküre, hatta hak etmediğim bir teşekküre nasıl karşılık vereceğimi unutmuşum ben.”

Gözlerim doldu. Onu karşımda böyle, hiç olmadığı kadar dürüst görmek canımı o kadar acıtmıştı ki başımı hızla iki yana salladım. “Sorun değil, yemin ederim hiç sorun değil.”

Birbirine bastırdığı dudakları burukça iki yana kıvrıldığında daha fazla dayanamadım ve kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldım. Yüzümü omzuna gömerken Arel’in biraz önce söylediği tek cümle yankılanıyordu zihnimde.

Onun sana ihtiyacı var.

Anlıyordum. Şimdi gerçekten anlıyordum ve vazgeçişime sebep olan yegane şey buydu. Günlerdir düşündüğüm ancak bir türlü karara ulaşamayan düşüncelerimin vardığı adres belliydi artık. Kararımı vermiştim. Saklanmaktan vazgeçecektim. Kabullendiğim hislerimi ondan gizlemeyecektim. Şimdilik gözlerinin içine bakarak anlatmaya cesaretim yoktu ama biliyordum.

Bir gün bu cesarete de kavuşacaktım.

Ne desem bilemedim, bu yüzden yorumu size bırakıyorum…

Aral’la ilgili bir şeyler yazmak isterseniz diye de bu paragrafı bırakıyorum :’)

Oy ve yorumlarınızı bırakmayı unutmayın lütfen. Bölümle ilgili düşüncelerinizi de benimle paylaşırsanız çok sevinirim.

Yeni bölümde görüşene dek kendinize çok iyi bakın, hoşça kalın!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%