@bayanclara
|
Aldatılmak. Kimine göre dert bile sayılamayacak bir durumdu, kimini ise hayata küstürmeye fazlasıyla yeterdi. Ben tam olarak iki gruba da girmiyordum zannımca. Bunu dert saymamam imkânsızdı ancak Uğur benden vazgeçti diye hayata da küsmemiştim. Çok zor zamanlar geçirmiştim kabul, çok da acı çekmiştim ancak belki çok daha büyük acılar yaşadığım için bir şekilde kalkmıştım altından. Ama Aral kalkamamıştı. Gerçi onun yaşadıklarıyla kendi yaşadıklarımı bir tutamazdım. Aral, sevdiği kadın tarafından, hatta onun sözleriyle delicesine sevdiği kadın tarafından, kandırılmıştı. Nişanlanacağı gün öğrenmişti bir de bunu. O zamana kadar yaşadığı şeylerin koca bir yalan olduğunu, sevdiği kadın için hedefe ulaşılmak adına kullanılan bir merdiven basamağı gibi olduğunu öğrenmişti. Çok acı bir şeydi. Bir insan bir insana bunu nasıl yapardı? Kalple dalga çekmek bu kadar kolay mıydı? Başka birini severken Aral’ın yüzüne nasıl bakabilmişti? Aral’a, ona âşık olduğunu nasıl söyleyebilmişti? Ya gerçekler ortaya çıkmasaydı ne olacaktı? Göz göre göre evlenecek miydi onunla? Sevmediği bir adamın karısı olacaktı ama hiç sesi çıkmayacak mıydı? Bundan da önemlisi, Aral nasıl öğrenmişti bunu? Nişan günü yüzükler takılmadan evvel ne olmuştu da Aral bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalmıştı? Bu konu çok canımı sıkıyordu. Hem de öyle sıkıyordu ki saatlerdir yatakta dönüp durmama rağmen gözüme uyku girmiyordu. Aral, ona sarılışıma karşılık vermemiş; ondan ayrıldığımdaysa hiçbir şey söylememiş gibi davranmıştı. Her zamanki Aral olmuş, ciddiyetini takınmıştı ve bu yüzden başka bir şey sormaya cesaret edememiştim. Ona soramadığım her şey de eve geldiğimden beri beynimi kemirip duruyordu. Yatağın içinde debelenip durmakla bir yere varamayacağım kesindi. Bu yüzden oflayarak üzerimdeki pikeyi ittirdim ve doğrulup ayaklarımı yataktan sarkıttım. Mutfağa gidip yoğurt yesem iyi olurdu, belki uyku konusunda bana yardımcı olabilirdi. Ayağa kalktıktan sonra yatağın ayakucundaki sabahlığımı üzerime geçirip kuşağını bağladım ve Tuana’nın hediyesi olan tüylü terlikleri giyerek odadan çıktım. Tuana, Yasemin’in partisinde Arel’le birlikte sürekli tepindiğinden eve geldiğimizde yorgunluktan ölüyordu ve bu yüzden üzerini değiştirir değiştirmez yatağa atmıştı kendini. Kolay kolay uykusu bölünmeyen biriydi ancak yine de tedbirli olarak yavaş adımlarla merdivenlere gidip basamakları teker teker indim. Etraf karanlık olduğu için salonun ışığını açıp mutfağa doğru ilerledim ve içeri girip mutfağın da ışığını açmak üzere duvardaki anahtara bastım. Mutfağın içi bir anda aydınlanırken gözlerimi kırpıştırarak buzdolabına doğru döndüğümde olduğum yerde donakalırken koca bir çığlık koparttım. Çünkü mutfağın bahçeye açılan kapısının ardında, kafasında kar maskesi olan biri vardı ve tam da şu an gözlerimin içine bakıyordu. Boğazımdan firar eden çığlık bir saniye olsun durmazken kar maskeli adam -vücut hatlarından erkek olduğu belliydi- gözlerimin içine bakarak avucunun içindeki bir kâğıdı cama yapıştırdı. Onun bu hareketiyle istemsizce bir adım gerileyerek duvara yapıştığımda, notu kapının camına yapıştıran adam arkasını döndü ve koşmaya başladı. Kaçıyordu. Olanları idrak etmek için yalnızca saniyelerim vardı. Cama yapıştırılan kâğıdın ne için yapıştırıldığını biliyordum ama kim tarafından yapıştırıldığını ve bunu kimin istediğini bilmiyordum. Eğer adamın kaçmasına izin verirsem muhtemelen uzun bir zaman daha öğrenemeyecektim. Bahçeye nasıl girdiğini anlayamadığım adamın kaçması beni alevlendirmişti. Nasıl yaptım, neyime güvenerek yaptım, en ufak bir fikrim yoktu lakin titreyen ama buna rağmen koşmayı başarabilen bacaklarım sayesinde ilerleyip tezgâhtaki bıçaklıktan en büyük bıçağı kaptığım gibi dış kapıya koştum. Ayağımdaki saçma ev terliklerine ve sabahlık giyiyor olmama aldırmadan dış kapıdan fırladım. Şu an mutfağımın camına yapışık olan kâğıtta ne yazıyor bilmiyordum, şu aşamada ilgilenmiyordum da. Umurumda olan tek şey bahçeme gizlice giren herifi yakalayıp kim olduğunu öğrenmekti. Ayrıca sokaktaki polisleri atlatıp bahçeye nasıl girdiği de büyük bir muammaydı. Elimdeki koca bıçakla ön bahçeyi hızlıca bitirip kar maskeli adamın muhtemelen kaçarken açık bıraktığı demir kapıdan dışarı çıktığımda, geç saatlerde olmanın faydasıyla koca sokakta yankılanan tek sese çevirdim başımı. Kar maskeli adam, yolun ortasında olmasını umursamadan deli gibi koşuyordu. Bakışlarım saniyeliğine evin diğer köşesine kaydı ancak haftalardır orada görmeye alışkın olduğum o araba baktığım yerde değildi. Adamın bahçeye nasıl elini kolunu sallayarak girdiği belli olmuştu lakin bunu düşünmekle uğraşmadım ve içimdeki deli cesaretine sarılarak adamın peşinden koşmaya başladım. Eğer onun bu şekilde benden kaçmasına izin verirsem vicdanımın sesinden uyuyamayacağımı biliyordum. Kendime kızmaktan bitap düşeceğimi de. Bu yüzden koştum. Deli gibi koştum hem de. Belki de hayatım boyunca bu kadar koşmamıştım hiç. Yalnızca sokak lambalarının aydınlattığı ıssız bir sokakta, hiç de uygun olmayan bir kılıkta koşuyordum ve bunu, şu an asla umursamıyordum. Adam, terliklerimin sesi yüzünden peşinden koştuğumun farkındaydı. Hızını artırmaya çalışmasından belli oluyordu bu. Geceyi inletmeyi göze alarak “Dur!” diye bağırdım en sonunda. “Kimsin sen? Neden girdin bahçeme? Kime diyorum, dursana!” Hızlanmaya çalıştım ama biraz daha bu şekilde koşmaya devam edersem dengemi kaybedip yapışacaktım yere. Biliyordum lakin bunu da umursamadım. Adam, köşe başından sola sapınca yalnızca birkaç dakikanın ardından ben de döndüm o köşeyi ancak döndüğüm gibi de olduğum yerde kalakaldım. Çünkü benim köşeyi dönmemle aynı sokağın diğer ucundan süratli bir aracın yola girmesi ve arkasını dönerek beni kontrol etmeye çalışan adama çarpması bir olmuştu. Arabanın adama çarpmasıyla sokağı inleten bir ses yankılandı. Sesten irkilerek elimdeki bıçağı yere düşürsem de şahit olduğum kaza yüzünden bununla ilgilenemedim. Kar maskeli adamın, arabanın kaputunda yuvarlanarak yere düştüğünü gördüğümde bir adım dahi atacak takatimin kalmadığını fark ettim. Arabayı süren kişinin hışımla arabadan çıkıp yerdeki adamın yanına gidişini ve telefonundan muhtemelen ambulansı arayarak duymadığım bir şeyler mırıldanışını öylece izledim. Bir doktor olarak burada durmamam ve gidip adamla ilgilenmem gerekiyordu, farkındaydım ancak yapamıyordum. Sanki felç inmişti vücuduma; ne tek bir uzvumu hareket ettirebiliyordum ne de gözlerimi kazanın olduğu noktadan ayırabiliyordum. Arabanın sahibinin, bahçeme giren adamın başındaki maskeyi dikkatlice çıkarıp atmasını ve nefesini kontrol etmesini izlerken omzuma konan eli hissettiğimde biraz önce kal gelmişçesine duran kişi ben değilmişim gibi koca bir çığlık atarak arkama döndüm. “Şşt, Doktor, sakin. Benim. Korkma.” Aral’dı. Gözlerimin içine bakan kişi Aral’dı. Buradaydı. Adı, dudaklarımın arasından bir yakarış gibi çıkarken öne atılıp kollarımı boynuna sardım ve yüzümü göğsüne bastırıp hıçkırarak ağlamaya başladım. “Aral… İyi ki geldin…” Sözlerim ve tavırlarım karşısında şaşkın olduğu belliydi ancak bir kolunu belime diğerini ise başımın arkasına koyup bana sarılması uzun sürmemişti. Şu haldeyken fark edebilmem bir mucizeydi belki ama Aral bana ilk defa bu kadar sıkı sarılıyordu. “Ne oldu?” diye sordu yumuşak bir ses tonuyla. Hıçkırıklarımın arasından onu duymak oldukça zordu. “Ne işin var bu saatte dışarıda? Niye böyle çıktın evden?” Sadece Aral’ın sorularını değil, sokağın diğer ucundaki sesleri de işitiyordum. İnsan sesleri giderek artıyordu ve gidip o adama bakmak yerine burada kendimden geçercesine ağladığım için kendimden utanıyordum. Ama yine de bu kolların arasından çıkmak istemiyordum. İnsan seslerinin doldurduğu sokakta ambulans siren sesi duyulmaya başlandığında kafamı usulca geri çektim ve akmaya devam eden gözyaşlarımla yanımızdan geçen ambulansa baktım. Vaktinde yetişebilmişler miydi? Yoksa adam çoktan ölmüş müydü? Bakışlarım ambulansın terk ettiği boşlukta takılı kaldığında Aral, başımdaki elini çeneme kaydırıp yüzümü kendisine çevirdi ve bakışlarımı ona odaklamamı sağladı. “Lütfen bir şeyler söyle bana. Ne oldu, Tamay? Neler oldu?” Yeşillerinin sol yanımdaki sızıya iyi geldiğini hissederken “M-mutfağa inmiştim,” diye mırıldandım zar zor. “Işığı açınca bahçe kapısında birini gördüm.” Hıçkırdım. “Yüzünde maske vardı ama gözleri, gözleri bana odaklanmıştı. Çok korktum.” Birkaç kere daha hıçkırdım. “Gözlerini benden ayırmadan elindeki bir kâğıdı cam kapıya yapıştırdı. Çok korkunçtu, Aral.” İki elini de yanaklarıma yaslayıp gözyaşlarımı silerken “Geçti,” diye mırıldandı ama sesinin aksine gözleri hiç de sakin değildi. “Geçti, tamam mı?” “B-ben de peşine düştüm,” diyerek iç çekip ağlamaya devam ettim. “Neden yaptım bilmiyorum ama kaçmasına izin vermek istemedim. Bu bilinmezlikten çok yorulmuştum.” Sessizce beni dinlemeye devam ediyordu ancak yüzümü avuçlamaktan da vazgeçmemişti. “Polisler yoktu kapıda,” diye mırıldandım, beni tamamen hatalı sanmasını istemeyerek ancak o zaten bunu biliyor olmalıydı ki sözlerime hiç şaşırmadı. “Olsalardı koşmazdım adamın peşinden ama yoklardı, ben de koştum.” Dudaklarını sımsıkı birbirine bastırıp gözlerini yumdu. Kendini sakinleştirmeye çalıştığını fark ettim ama esas siniri kimeydi, onu çözemedim. “Sonra ona araba çarptı işte,” diye mırıldandım, fısıltı gibi çıkan sesimle. “Ama yanına gidemedim. Bakamadım ona. Ben nasıl doktorum, Aral?” Ona nasıl bir çaresizlikle baktıysam artık, gözlerinin içindeki kırılmaya anbean şahit oldum. Benim için hüzünlenen bakışları eşliğinde beni kendine çekip sıkıca sarıldı ve çenesini saçlarımın üzerine yaslayarak “Sen de bir insansın,” diye mırıldandı. “Doktor olman bu gerçeği değiştirmez.” Kollarım beline dolanırken partiye geldiği kıyafetlerle durduğunu fark ettim. Bizi eve bıraktıktan sonra evine gitmemiş miydi? Aklımdaki düşünceleri bir kenara süpürdüm ve “Yine de yanına gidip kontrol etmem lazımdı,” dedim ağlayarak. Kendimi asla durduramıyordum. “Ben bir doktorum, vazifemi yapmam gerekiyordu.” İç çektim ve başından beri aklıma takılan şeyi ona sordum. “Sence… Sence ö-ölmüş müdür?” Sıkıntıyla aldığı nefesten ötürü göğsüyle birlikte bende yukarı aşağı hareket ederken “Bilmiyorum,” diye mırıldandı. “İnsanlar yüzünden buradan net bir şey görünmüyor ama ölmüş olsa adamı çoktan ambulansa yüklemiş olurlardı herhalde.” Burnumu çektim ve duyduğu şeye inanmak için can atan küçük bir çocuk gibi “Sahiden mi?” diye sordum. “Sahiden, Doktor. Sahiden.” Ofladı. “Hadi seni evine götüreyim. Sonra da bu herif kimmiş, neyin nesiymiş öğrenmem lazım.” Başımı geri çektim ve gözlerinin içine baktım. “Sen gitmesen? Başkası öğrense? Mesela Arel? O gitse hastaneye? Sen kalsan? Olmaz mı?” Bir süre öylece yüzümü izledikten sonra iç çeker gibi “Olur,” diye mırıldandı. “Olur, Doktor. Hadi gidelim.” Beni bırakmayacağı için delicesine sevinsem de bunu belli edecek halim yoktu. Bu yüzden oldukça yorgun bir halde başımı salladım. “Teşekkür ederim.” Aral, benden ayrılarak birkaç adım geriye gittiğinde ayağı bir şeye takıldı ve tok bir ses çıkardı. İkimizin de bakışları anında yere inerken mutfaktan çıkarken bir hışımla aldığım bıçağı gördüm. Aral, bıçağa anlam verememiş bir şekilde bana baktığında “Ben almıştım,” diye mırıldandım zar zor. “Mutfaktan çıkarken yani… Ne olur ne olmaz diye.” Başını usul usul sallarken yavaşça “Tamam,” dedi ve eğilip bıçağı yerden aldı. Bıçakla ne yapacağını sormama kalmadan yanımdan ayrıldı ve birkaç metre ilerimizde duran çöp konteynırının yanına gidip bıçağı çöpe attı. Ardından da hiç oyalanmadan yanıma geldi ve “Haydi gidelim,” dedi. Kısaca başımı sallayarak onu onayladığım sırada sokağa bir polis arabasının girdiğini görerek duraksadım. Kar maskeli adama vuran kişi için mi gelmişlerdi? İçim acıdı. Her şey benim yüzümden olmuştu çünkü. Ben eğer o adamı kovalamasaydım arabanın altında kalmayacaktı ve arabanın şoförü de suçlu olmayacaktı. Acıyla yoğrulan bakışlarım Aral’a döndü. “Benim yüzümden.” Aral, başını iki yana salladı. “Hayır, değil. Olacağı varmış sadece.” “Benim yüzümden,” diye tekrar ettim. “Hepsi benim yüzümden.” “Değil, tamam mı? Hiçbir şey senin yüzünden değil. Sadece şu an sağlıklı düşünemiyorsun, hadi eve gidelim.” “Ama-” “Eve gidiyoruz, Tamay,” diyerek sözümü kesti ve bana doğru bir adım daha atıp ben daha ne olduğunu anlayamadan beni kucağına aldı. “Tuana meraktan deliye dönmüştür, onu daha fazla endişelendirmek istemezsin, değil mi?” Kollarım refleksle boynuna dolanırken şaşkınlıkla soludum. “Tuana mı?” Ah, onu tamamen unutmuştum. “O mu çağırdı seni?” Aral hızlı adımlarla köşeyi dönüp evimin bulunduğu sokağa girerken usulca başını salladı. “Çığlığınla uyanmış, sonra da bu halde evden fırladığını görünce hemen beni aramış.” Kız kardeşimi içinde bıraktığım durum yüzünden apayrı bir vicdan muhakemesine girerken dudaklarımı suçlulukla birbirine bastırdım ve başımı eğip omzuna yasladım. Berbat, korkunç bir geceydi ve kendime gelebilmek, olanları salim kafayla düşünebilmek için zamana ihtiyacım vardı. Bu yüzden kıvranan vicdanımı duymamaya çalışarak gözlerimi yumdum ve Aral’ın boynundan yükselen kokuyla kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Dakikalar sonra benim açık bıraktığım bahçe kapısından içeri girdiğimizde, Aral’ın demir kapıyı kapattığını işiterek gözlerimi araladım ve evime baktım. Aral, hızlı adımlarla evin kapısına vardığında ondan ayrılmayı hiç istemesem de “Beni yere bırakabilir misin?” diye sordum. “Tuana beni böyle görürse daha çok endişelenir.” Aral, söylediklerimi mantıklı bulmuş olacak ki bir şey söylemeden beni usulca yere bıraktı ancak olduğum yerde sıkıntısız bir şekilde durabildiğimi görmeden ellerini üzerimden çekmedi. Ona minnettardım. Gerçekten. Aral’ın kucağındayken ağlamaya bir son vermiş olsam da kontrol amaçlı ellerimi yüzümde gezdirdim ve ardından karman çorman olduğuna emin olduğum saçlarımı elimle şöyle bir düzeltmeye çalışıp omuzlarımdan geriye bıraktım. Bu birkaç dakikalık süre zarfında Aral’ın gözleri üzerimden ayrılmamıştı ve her şeye rağmen bunun verdiği heyecanı en derinde hissediyordum. Hazır olduğuma kanaat getirip elimi zile uzatmıştım ki aklıma gelen şeyle hızla Aral’a döndüm. “Tuana, mutfak camındaki kâğıdı görmemiştir, değil mi? Kâğıtta ne yazdığını da bilmiyorum… Ya olanları öğrenirse?” Kaşları çatılırken “Gördüğünü sanmıyorum. Bunu belli edecek herhangi bir şey söylemedi,” diye mırıldandı. “Ama görmüş olsa bile ben bir şeyler uydururum, endişelenme.” “Tuana zeki bir kız, eğer bir şeyden şüphelenirse onun ardını bırakmaz.” Gözlerimin içine bakarak “Halledeceğim, merak etme,” diye mırıldandı. Başımı salladım. Ona güveniyordum. Zili çalmamızın üzerinden bir dakika bile geçmeden kapı açıldı ve Tuana, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş bir şekilde karşıma dikildi. Birkaç saniye boyunca öylece birbirimize baktıktan sonra ilk harekete geçen Tuana oldu ve “Anne,” diyerek göğsüme sığındı. Tuana, ancak bir şeyden gerçekten çok korktuğu zaman bana ‘anne’ derdi. Onun yanında dik durmam gerektiğini bildiğimden kendimi kastım ve kollarımı etrafına sararken “Özür dilerim, bir tanem,” diye mırıldandım. “Seni korkutmak istememiştim, özür dilerim.” Belimdeki kollarını mümkünmüş gibi daha da sıkarken “Niye gittin o hırsızın peşinden?” diye sordu. “Neden yaptın böyle bir şeyi?” Eve gireni hırsız sanıyordu ve bu iyi bir şeydi. Hafifçe iç çekip saçlarına birkaç öpücük kondurdum. “Anlatacağım ama önce içeri geçelim.” “Ta-tamam.” Tuana, kollarını benden ayırmadan sağ tarafıma geçtiğinde Aral araya girerek “Ben bir bardak su getireyim mi sana?” diye mırıldandı. Nota bakacağını anlayarak kısaca başımı salladım. “Zahmet olmazsa.” Aral, yanımızdan ayrıldığında ayağımdaki terlikleri dış kapının oraya bıraktım ve Tuana’yla birlikte içeri geçip üçlü koltuğa yerleştik. Başını tekrar göğsüme yaslarken “Çığlığını duyunca ödüm koptu abla,” diye mırıldanarak kokumu içine çekti. Sabahlığımı dışarının kokusu sarmıştı ama bunu umursamıyor gibiydi. “Yataktan nasıl kalktığımı hatırlamıyorum bile. Hele de senin bu halde kapıdan fırladığını görünce deliye döndüm ve hemen eniştemi aradım.” Saçlarına bir öpücük daha kondurdum. “İyi yapmışsın bebeğim.” Aral, notu bulabilmiş miydi? Başını hafifçe kaldırıp gözlerimin içine baktı. “Neden gittin abla? Bir şey mi almış evden? Alsın… Senden değerli miydi? Hem ne oldu da geri döndünüz siz? Adamı yakalayamadı mı eniştem?” Maddi bir şey aldığını söylediğim takdirde bana inanmazdı, çünkü parasal bir konuda canımı tehlikeye atmayacağımı bilirdi. Bu yüzden kendimden utansam da “Annemlerin odasına girmiş,” diye yalan söyledim. İrkildi. “Bir şey alıp almadığını kontrol edemedim, çünkü mutfağa gitmek için odamdan çıktığımda annemlerin odasının kapısının aralık olduğunu gördüğüm an aşağı koşturdum. Mutfağa girip adamın bahçede olduğunu görünce bir anlık gafletle peşine düştüm.” Aral’ın odaya girdiğini fark ettiğimde duraksayarak bakışlarımı ona çevirdim. Yüzünde sakin bir ifade vardı ve sorun olmadığını göstermek amacıyla gözlerini yavaşa kırpıp açtı. Rahatlayarak derin bir nefes aldım, kâğıdı almıştı. “Sonra ne oldu, peki?” diyerek dikkatimi tekrar kendi üzerine çekti, Tuana. “Kaçtı mı?” “Hayır,” diyerek yutkundum. “Adama… Araba çarptı.” “NE?” Başını hızla göğsümden ayırarak yüzüme baktığında “Durması için çok seslendim ama beni dinlemedi,” diye açıklamaya giriştim hızla. “Ne olursa olsun böyle olmasını istemezdim ama oldu işte… Yolun aşağısındaki köşeyi döndükten birkaç dakika sonra da hızla gelen bir arabanın altında kaldı.” “Öldü mü?” Dolan gözlerimi ondan kaçırarak “Bilmiyorum,” diye mırıldandım. “Yanına gidemedim. O gücü bulamadım kendimde. Adama vuran şoför ambulansı aradı, ambulans gelince sağlık görevlileri ilgilendi ama ben bir şey yapamadım. Aral’la eve geri döndüm.” Aral, elindeki bardağı bana uzatırken “Arel hastaneye gidiyor,” diye açıklama yaptı. Onunla ne ara haberleşmişti? “Bizi son durumdan haberdar eder.” Suyu alırken “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. Kafasını hafifçe eğerek diğer yanıma oturduğunda sudan birkaç yudum alıp orta sehpanın üzerine bıraktım ve Aral’la rahatça konuşabilmek için Tuana’yı odasına göndermem gerektiğinin farkındalığıyla kız kardeşime biraz daha sarıldım. “Ben iyiyim ablacığım, hadi sen de git yat. Yarın okula gideceksin, benim yüzümden yorgun gitmeni istemem.” “Yarın okula gitmesem de olur, seni bırakmak istemiyorum,” diyerek başını iki yana salladığında yüzünü avuçlarımın arasına alıp “Beni bırakmak istememeni anlıyorum ama benim yüzümden okula gitmemeni kabul edemem,” diye mırıldandım. “Sen derslerini bu kadar önemserken, konulardan geri kalmanı istemiyorum.” “Ama abla-” “İtiraz istemiyorum bebeğim, lütfen.” Gözlerinin içine baktığımda oflayarak başını salladı ve Aral’a yarım bir bakış atıp “Ama bu gece benimle uyuyacaksın, tamam mı?” diye sordu. O adamın iyi olduğunu öğrenmeden uyuyabileceğimi sanmıyordum ama yine de “Tamam,” diyerek başımı salladım. En azından yanında yatabilirdim. “Hadi daha fazla uykundan olma.” “Peki, gidiyorum,” diyerek bana son kez sarıldı ve yanağımdan öpüp ayağa kalktı. “Ama bekleyeceğim seni bak.” “Geleceğim, söz,” diyerek hafifçe gülümsemeye çalıştığımda dudaklarını birbirine bastırdı ve Aral’ın önüne geçip eğilerek ona da sarıldı. “Teşekkür ederim, enişte. İyi ki hemen geldin.” Dolan gözlerimi Aral’a çevirdiğimde onunla göz göze geldim. Tuana’dan böyle bir atak beklemiyor olacaktı ki şaşkın görünüyordu ancak yine de ellerini onun sırtına yaslayıp bir abi edasıyla sırtını pışpışlamayı ihmal etmedi. “Ne demek, teşekküre bile gerek yok.” “Hayır, teşekküre çok gerek var,” diyerek geri çekildi Tuana. “Seni arayamasaydım muhtemelen burada korkudan ölürdüm.” Aral’la birlikte aynı anda “Allah korusun,” dedik ve aynı anda konuştuğumuz için bakışlarımız birbirini buldu. Tuana da bunun üzerinde keyifle kıkırdadı. “Siz olmuşsunuz gerçekten ya.” Kırpıştırdığım gözlerimle Tuana’ya döndüm. Şu haldeyken bile imalı laflardan geri durmuyordu ya, pes diyordum… “Hadi, çabuk odana git.” Duraksadım ve o ana kadar düşünememiş olduğum şeyi telaşla sordum. “Amcamları falan aramadın, değil mi?” “Yok, yok, aramadım merak etme. Aral enişteme haber verince onları endişelendirmeyeyim dedim. Kötü bir haber alırsam arayacaktım ki öyle bir şey olmadı çok şükür.” İçim rahatlarken “İyi düşünmüşsün,” diye mırıldandım, bir de onlara açıklama yapacak gücüm yoktu çünkü. Tuana, iyi geceler dileyerek yanımızdan ayrıldığında notu istemek için Aral’a dönmüştüm ki, çalan telefonu tekrar susmama neden oldu. Cebindeki telefonu çıkarıp ekrana baktıktan sonra “Arel,” diyerek beni bilgilendirmeyi ihmal etmedi ve aramayı yanıtladı. “Son durum ne?” Arel’in telefondan gelen sesini duyuyordum ancak ne dediğini anlayamıyordum. Bu yüzden dudaklarımı kemirerek Aral’ın izlemeye koyuldum. “Kimliğini tespit edebildiniz mi peki?” Arel’in verdiği cevap üzerine Aral bana dönerek “Tuna Aydın,” diye mırıldandı. “Tanıyor musun?” Kaşlarımı çatarak düşünmeye başladım. Tuna adında tek bir arkadaşım olmuştu, o da lisedeydi ve kızdı. Bu yüzden başımı iki yana salladım. “Tanımıyorum.” Aral, kısa bir baş onayıyla “Tanımıyormuş,” diyerek Arel’i bilgilendirdi. “Tamam, tamam, bir gelişme olursa haberdar et. Görüşürüz.” Telefonu kapattığında “Ne olmuş?” diye sordum hızla. “İyi miymiş adam?” “Ameliyata almışlar,” diyerek ofladı. “Ama doktor pek olumsuz konuşmamış.” Sıkıntıyla iç çektim. “Adam ölürse ben de vicdan azabından ölürüm.” “Nedenmiş o?” diyerek kaşlarını çattı. “O adamın suçu yok mu? Bahçene gizlice girmese senin ona ne gibi bir zararın olabilirdi?” “Orası da öyle ama her ne olursa olsun ben bir doktorum. İşim, insanlara faydalı olabilmek; onların yaralanmasına sebep olmak değil.” “Bence,” diye mırıldandı gözlerimin içine bakarak. “Şu an biraz bencil olabilirsin. Ayrıca adama çarpan kişi bir eczacıymış, yani bir sağlık çalışanı. İlk yardım konusunda yapılabilecek bir şey vardıysa o da yapmıştır, içini ferah tut artık. Neticesinde senin branşın da çok farklı, yani senin de o adama pek bir faydan dokunmazdı.” Kaşlarım havalanırken “Sahi mi?” diye sordum. İçimdeki vicdan ağrısının haddi hesabı yoktu ve bu bilgi, sol yanımdaki yangına bir kova buzlu su dökülmüş gibi hissettirmişti. “Sahi.” Aral’ın bana getirmiş olduğu su bardağını tekrar elime aldım ve bu sefer bardaktaki suyun hepsini kana kana içtim. Kesinlikle daha iyi hissediyordum ve aklım biraz olsun farklı şeylere takılmayı başarabilmişti. “Kapının önünde neden polisler yoktu?” diye sordum Aral’a. “Bunu fırsat bilmiş olmalılar.” Sıkıntıyla iç geçirdi. “Bu gece Rıdvan nöbet tutacaktı ama bebeği ateşlenmiş. Bebek daha üç aylık olduğu için karısı da telaş yapıp aramış onu. Bebeğini hastaneye götürmek için ayrılmış evin önünden anlayacağın. Yoldayken beni arayıp haber verdi, bu yüzden buraya geliyordum aslında ben de. Bu gecelik ben tutacaktım nöbeti.” Bu, Aral’ın nasıl Hızır gibi imdadıma yetiştiğini açıklıyordu işte. “Anladım,” diyerek başımı salladım ve dananın koptuğu yere geldiğimizin farkındalığıyla “Peki,” dedim yavaşça. “Kâğıtta ne yazıyor?” Aral, sıkıntıyla iç geçirdi ve ceketinin cebinden katlanmış bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. “Yere düşmüş, Tuana bu yüzden görememiş olmalı.” Parmak uçlarındaki kâğıdı yavaşça alırken “İyi ki düşmüş o zaman,” dedim ve derin bir nefes alıp kâğıdı araladım. Böyle olmuyor ama Doktor :’) Sen, en yakın arkadaşının doğum gününe bile çakma sevgilinle gideceksen ben sana nasıl ulaşacağım? Biraz beni de düşünmelisin ama değil mi? Ciddiyetimi takınmam gerekirse gerçeklere ulaşmak istiyorsan sana daha rahat bir şekilde ulaşmamı sağlamalısın, Doktor. Yoksa daha çok uğraşırız. Kaşlarım havalanırken “Seninle sevgili rolü yaptığımızı biliyor,” dedim. Şaşırmaya halim bile kalmamıştı. “Ayrıca Yasemin’in doğum gününe birlikte gittiğimizi de…” Bakışlarımı Aral’ın yeşillerine çevirdim. “Bu takip edildiğimiz anlamına mı geliyor?” Sıkıntıyla çenesini sıvazlarken “Partiye giderken çok dikkat etmiştim ama gelirken aynı dikkati gözetemedim,” diye homurdandı. Gelirken aklının nelerle meşgul olduğunu tahmin ettiğimden bununla ilgili bir şey sormadım. “Giderken değil de gelirken mi takip etti bizi yani?” “Belki,” diyerek kaşlarını çattı. “Belki de takip etmesine gerek yoktu ve bu yüzden uğraşmadı bile.” “Nasıl yani?” diye sordum anlayamayarak. “Belki de bizi takip etmesine gerek yoktu, çünkü zaten o -ya da adamlarından biri- da doğum günü partisindeydi.” ღ Sizin diliniz ne söyler Başkomiserim… Kısa bir bölümdü, biliyorum ama bu kadar kısa zamanda ancak bu kadar oluyor. Sık geldiği müddetçe de bölüm kısalığı sorun olmaz diye düşünüyorum :p Ortalık iyice kızışacak, buna hazır mısınııız? Yeni bölümde görüşene dek, kendinize çok iyi bakın! İnstagram: rabiaclr/dolunayinvechi
|
0% |