Yeni Üyelik
24.
Bölüm

BÖLÜM - 24

@bayanclara

“Evde tek kalmaktan korkmazsın, değil mi ablacığım?”

“Korkmam abla, emin olabilirsin. Bir kere hırsız geldi diye evde duramayacak mıyız artık?”

“Orası da öyle ama endişe etmemek elde değil,” diyerek dudaklarımı büktüm. Dışarıdaki polislerin varlığına güvenmesem şu şartlarda onu asla evde tek başına bırakmazdım ancak o bunu bilmese de olurdu.

“Beni düşünme de eniştemin yanına git artık. Hem taksici de seni beklemekten ağaç olacak.”

“Tamam, yahu, gidiyorum,” diyerek Tuana’nın odasının kapısında duraksadım ve başımı omzumun üzerinden arkaya çevirip “Güzel olmuş muyum?” diye sordum.

Tuana kıkırdayarak başını salladı ve oturduğu sandalyeyi bir sağa bir sola doğru döndürürken “Fıstık gibisin, mis gibisin, eniştem tekrar âşık olacak sana,” diye hevesle konuştu.

Tekrar âşık olmasına gerek yok, diye mırıldandım içimden. Bir kere olsa da yeter.

“Hadi bakalım, inşallah dediğin gibi olur,” diyerek ona havadan bir öpücük attım ve rahatça ders çalışabilmesi için dışarı çıkıp kapıyı kapattım.

En sonuncu notu almamın üzerinden bir hafta geçmişti. Notu gönderen kişi o zamandan beri sessizdi. Notta yazdıklarına zıt olarak davranmasının nedeni Aral’ın kapıda nöbet tutan polislerin sayısını arttırması da olabilirdi tabii ama umurumda değildi. O gün, o adamın mutfak kapısının ardından bana baktığını gördüğümde hissettiğim korkuyu hala daha atlatabilmiş değildim. Bir daha öyle bir şey yaşamamak için Aral bütün Emniyet’i evime dikse de gıkımı çıkarmazdım.

Zaten Oktay denen adamdan da bir halt çıktığı yoktu. Korktuğum şey başıma gelmemiş, şükür ki evime giren adamın ameliyatı iyi geçmişti. İki gün yoğun bakımda kalsa da uyanmış ve sağlığı el verecek duruma geldiğinde polislere ifade vermişti. Gerçi o uyanana kadar Aral, adamın yedi ceddini araştırtmış ve nasıl biri olduğunu öğrenmişti. Oktay Aydın, 35 yaşındaydı ve Ardahanlıydı. Üniversite okumak için İstanbul’a geldikten sonra memleketine tekrar dönmemişti ancak üniversiteyi de bitirmemişti. O zamandan beri çeşitli işlerde çalışmış lakin devamlılığı gözetememişti. Aral, adamın son üç aydır işsiz olduğunu da söylemişti. Eğer notları gönderen kişiyle direkt bir bağlantısı yoksa para için yaptığını düşünmüştük ki adamın uyandıktan sonra verdiği ifade bunu doğrular nitelikteydi. Aral, adamın verdiği kısıtlı bilgileri detaylıca araştırmaya girişmişti ancak şimdilik elde tutulur bir şey öğrenememiştik. Bu işin arkasında ne türlü bir ruh hastası varsa kontrolü elinden asla bırakmıyordu ve bu çok can sıkıcıydı.

Kol çantamla birlikte merdivenlerden aşağı inerken yaklaşık on dakika evvel çağırdığım taksicinin bir kez daha kornaya bastığını işittiğimde adımlarımı hızlandırdım ve girişe vardığım gibi kolumda asılı duran uzun ceketi üzerime, dolaptan aldığım siyah topukluları da ayağıma geçirerek kendimi evden dışarı attım.

Bugün, Aral’la birlikte Sadullah’ın Şile’deki yazlık evine -bu adamın mal varlığı beni dehşete düşürmeye başlamıştı artık- akşam yemeğine gidecektik. Aral’ın söylediğine göre Sadullah, Aral’la Doğu’nun arasını yapmak için bir hayli uğraşıyordu. Tabii Aral’ın canına minnetti, zira Doğu’yla ne kadar iyi anlaşırsa gizli bilgilere ulaşma hızı da doğru orantılı bir şekilde artacaktı.

Eh, arada ben de kaynamış oluyordum ama sanırım bu duruma alışmaya başlamıştım.

Evin kapısını kapatarak bahçeyi hızla aştım ve dışarı çıkıp sokağın ucundaki polis arabasına kısa bir bakış attıktan sonra beni bekleyen taksiye binip Aralların adresini verdim.

Aslında bu da kafamı karıştıran bir konuydu, çünkü her zamanki gibi Aral bizim eve gelerek beni alacaktı ancak bir saat kadar evvel beni arayıp işle ilgili bir aksilik çıktığını ve beni almaya gelemeyeceğini söylemişti. Şile’ye gideceğimiz için de zaman kaybı olmaması adına taksiyle onlara gitmemi istemişti.

Gerçi bana söylediği saatten daha erken bir saatte evlerine varmış olacaktım ve evde olup olmadığından bile emin olmayarak yola çıkmıştım. Bunu bana yaptıran içimdeki huzursuzluktu, zira Aral’ın beni almaya gelmeyip taksiyle yanına çağırması pek de normal değildi. Açık açık sorduğumda cevap alamayacağımı bildiğimden de habersiz gitmeye karar vermiştim.

Bakışlarım taksinin camı üzerinden geçtiğimiz sokaklarda gezinirken bir kez daha şansımı denemeye karar vererek çantamdan telefonumu çıkardım ve Arel’i aradım. Herhangi bir olumsuzlukta onun benimle açık açık konuşacağını bilerek onu rahatça arıyordum lakin son iki seferde olduğu gibi çalan telefonuma cevap veren olmadı ve bu, içimdeki rahatsızlığı biraz daha katladı.

Yaklaşık yarım saat sonra taksi Aralların apartmanlarının önünde durduğunda taksicinin ücretini ödeyip taksiden indim ve hızlı adımlarla apartmana girip daha önce yalnızca bir kez gelmiş olmama rağmen her ayrıntısıyla aklıma kazınan apartmanın asansörüne bindim. Bu andan itibaren Aralların dairesinin önüne varmam yalnızca üç dakikama mal olmuştu.

Elimi kaldırıp zili çaldıktan sonra sağ ayağımı yere vurmak suretiyle ritim tutarak kapının açılmasını bekledim. Saniyeler sonra açılan kapının ardında dikilen kişi beni görünce heyecanlı bir tavırla “Seni Allah gönderdi,” dediğinde, Arel’le göz göze olduğumu da anlamış bulundum.

Kaşlarım çatılırken “Kaç kere aradım seni,” diye mırıldandım. “Niye bakmadın telefonuna?”

Geri çekilerek içeri geçebilmem için yer açarken “Telefonumun bende olduğunu sana kim söyledi?” diye homurdandı. Bu tavrı, Aral’ın bir şeyler karıştırdığı konusunda emin olmamı sağlarken iç çekerek ayakkabılarımı çıkardım ve içeri girdim. Arel de peşimden kapıyı kapatarak salonun ortasına kadar bana eşlik etti ve bir önceki seferde geldiğim odayı işaret etti.

“Orada.”

Adımlarım gösterdiği yere yönlenirken Arel’i ardımda bırakıp odaya girdim ve Aral’ı elindeki yuvarlak ayna yardımıyla yüzünü incelerken buldum.

Ah, pardon, yüzünü değil; patlamış kaşını.

“Yok ama artık ya!”

Aral’ın bakışları hızla beni bulduğunda kaşları şaşkınlıkla havalandı ve bu hareketi canını acıtmış olacak ki sessizce inledi. Buruşan yüzü benim canımı da acıtırken iç çekerek “Yine kiminle dalaştın?” diye sordum bıkkınca. Bir yandan da sehpanın üzerindeki ecza malzemelerini süzüyordum.

“Sen niye erken geldin?” diye sordu, sorumu cevaplamak yerine. “Bir saat sonra gelmen gerekiyordu.”

Bir elimi belime atarak ona dik dik bakarken “Beni almaya gelemeyeceğini söylediğinde içime bir kurt düştü, gidip bakayım dedim ben de,” diye cevap verdim. “İyi ki de gelmişim. Ayrıca bundan sonra da ne zaman sözünden dönsen anlayacağım ki başına bir şeyler gelmiş.”

“Ha-hay,” diye gevşek gevşek güldü Arel. Bakışları ikizindeydi. “Bak, kardeşim. Tamay’ı aramamı engellemek için telefonumu gasp etmen de işe yaramadı, çünkü o zeki bir kadın.”

Ağzım duyduklarım karşısında bir karış açılırken “Bir de telefonunu mu aldı senden?” diye sordum. Başkomiser iyice aşmıştı kendini artık!

“Evet, aldı. Bu yüzden aramalarına cevap veremedim. Kusuruma bakmazsın artık,” diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu. “Ayrıca sen geldiğine göre bu koca bebeğin başında beklememe gerek kalmadı demektir. Devriyeye çıkacağım daha ben ya, işim gücüm var!”

Arel, kendisine oldukça kötü bir şekilde bakan ikizine hiç de samimi olmayan bir gülümseme sunup bana döndü ve “Ben bir duş alayım da sonra yine görüşürüz, Jülide,” diyerek yanımızdan ayrıldı.

İkizinin odadan çıkmasıyla bakışlarını elindeki aynaya indiren Aral’a baktım bir müddet. Ardından da sıkkın bir şekilde iç çekip üzerimdeki ceketi çıkararak boştaki koltuklardan birine bıraktım. Aral, yandan bir bakışla üzerimdeki kırmızı elbiseyi kısaca süzüp tekrar aynaya döndüğünde ilerleyerek hemen yanına bıraktım kendimi.

“Yaklaş da bir bakayım şuna, dikiş falan gerektiriyor mu diye.”

Aynayı kucağına bırakırken “Dikişlik bir şey yok,” diye mırıldandığında elimi uzatıp çenesini kavradım ve çehresini kendime çevirdim.

“Kendinden bu kadar emin olduğuna göre incelememde bir sorun yoktur sanıyorum.”

Taviz vermeyen tavrım karşısında sessiz kaldığında beni onaylamış olduğunu varsayarak bakışlarımı sol kaşının üzerindeki noktaya çevirdim. Kesici bir şeyle oluşmuşa benziyordu lakin pek de büyük sayılmazdı. Yani söylediği gibi dikişe gerek yoktu ancak pansumanını ben yapsam içim daha çok rahat edecekti.

“Dikişe gerek yok ama yine de yarayı güzelce temizleyip bandajlayalım,” diyerek bakışlarımı tekrar sehpaya çevirdim ve gerekli malzemeleri kucağıma çekerek kaşındaki kurumuş kanları temizlemeye başladım.

Bakışlarını muhtemelen yüzüme dikmemek için elbisemin açık bıraktığı omuzlarımda gezdirdiği sıra “Yine kapkaççıyla mı dalaştın?” diye sordum merakla. Yeşilleri, kahvelerime taşındı.

“Yok,” dedi. “Bu sefer bilerek yaptığım bir şey değil.”

Elimdeki pamuk havada kalırken kaşlarımı derinden çatarak baktım ona. “Bu zamana kadar bilerek mi yaralanıyordun yani?”

“Öyle değil,” diyerek gözlerini devirince kızgın bir ses tonuyla “Nasıl olduğunu düzgünce anlat da bilelim o zaman,” diye homurdandım.

“Arel’le eve gelirken kıraathanenin birinde toplu kavga çıktığını gördük,” diye anlatmaya başladığında yarayı temizlemeyi bitirmiştim. “Arabayı kenara çekip kavgayı durdurmak için araya girdik ama herifler bayağı bilenmişler, havaya ateş açana kadar ayrılmadılar. Tabii o aşamaya gelene kadar adamın birinin, başka bir adamın kafasında patlatmak üzere kaldırdığı bardağın hedefi ben oldum. Adam, bardağı indirmek üzereyken araya girince bardak benim kafada patladı yani.”

Elimdeki sargı bandıyla öylece kalakalırken yükselmesine engel olamadığım sesimle “Ne?” diye bağırdım. “Kafanda bardak mı kırdılar?”

“Sakin ol,” diyerek gözlerini kırpıştırdı. Adamın yüzünün ortasına bağırınca biraz irkilmişti tabii. “Abartılacak bir durum değil, çok daha kötülerini yaşadım.”

Elimdeki sargı bandını temizleyip tedavi edici bir şeyler sürdüğüm yaranın üzerine yapıştırırken “Çok daha kötü şeyler yaşamış olman, kafanda bardak kırılmasını önemsiz hale getirmez, Başkomiserim,” dedim ters ters. “Çünkü normalde insanların kafalarında bardak kırmak öyle sandığın gibi masum bir şey değildir.”

Elimdeki kirli malzemelerle ayağa kalktığımda başını hafifçe geriye atarak yüzüme baktı.

“Sinirlenince çok komik birine dönüşüyorsun.”

Yasemin, sinirlendiğimde çok ateşli göründüğümü söylerdi hâlbuki.

“Komik mi?” diye sordum, duyduklarıma inanamayarak. “Sence bu benim komik olmuş halim mi?”

“Bence evet,” diyerek sırtını koltuğa yasladı. “Sinirlenince gözün dönüyor ve söylediğim her şeyi ama her şeyi tersliyorsun.”

Kaşlarım çatılırken “Sen de bunu komik mi buluyorsun?” diye sordum. Omuz silkti.

“Evet.”

“Aa,” dedim hayretle. “Manyağa bak. Nerem komik benim?”

Güldü. Hem de aşırı karizmatik bir şekilde.

“Devlet memuruna manyak da demezsin yalnız.”

Burnumu asi bir tavırla yukarı dikip “Karşımdaki devlet memuru sensen şayet, manyakla kaldığıma dua etmelisin bence,” diye söylendim. “Ayrıca tembellik etme de git üzerini değiştir, gömleğinde kandamlaları var hep.”

Ellerini havaya kaldırdı. “Tamam, Doktor. Sakin.”

“Önce delirtiyor, sonra da sakin olmamı söylüyor,” diye homurdanarak odanın kapısına doğru ilerleyip kapıdan çıkmadan evvel aklıma gelen şeyle duraksayarak huysuz bir tavırla ona döndüm.

“Mutfak nerede?”

Gülmemek için işaret parmağıyla burnunu kaşıdıktan sonra bakışlarını benden kaçırıp “İleride, solda,” diye cevap verdi. Ona birkaç saniye daha ters ters baktıktan sonra arkamı dönüp koridora çıktım ve Aral’ın söylediği yere doğru ilerledim.

Mutfağa girdiğimde kısaca etrafı süzüp tezgâhın kenarındaki büyük çöp kovasını görünce oraya doğru ilerledim ve elimdekileri çöpe attıktan sonra Arel’in banyoda olduğunu bildiğimden mutfak lavabosunda ellerimi yıkadım. Tabii bu süre zarfında etrafı incelemeye de devam ediyordum. Siyah ve beyaz tonlarına bürümüşlerdi her yeri ve şaşırtıcı bir şekilde bizim mutfaktan bile daha derli topluydu.

Gerçi şaşırmamam gerekiyordu, muhtemelen buranın böyle olmasını sağlayan kişi despot Başkomiser’den başkası değildi. Zira Arel gibi birinin düzene önem vereceğini hiç ama hiç sanmıyordum.

Mutfağı yeterince incelediğime kanaat getirdiğimde mutfaktan çıktım ve oturma odasına döndüm. Odanın içinde benden başka kimsenin olmadığını fark edince Aral’ın sözüme itaat ederek üzerini değiştirmeye gittiğini tahmin ettim ve ilerleyerek biraz önceki koltuğa attım kendimi. Bacak bacak üstüne atarak koltuğa iyice yayılırken önümdeki sehpanın üzerindeki malzemelerin yok olduğunu fark ettim. Bu da demek oluyordu ki mutfakta düşündüklerim konusunda haklıydım, bu eve düzeni getiren Aral’dan başkası değildi.

Üzerimdeki kadife elbisenin ince askılarını düzelttiğim sıra Aral girdi içeri. Bakışlarım ona döndüğünde siyah bir pantolonun üzerine düz beyaz tişört, onun üstüne de siyah ceket giydiğini gördüm. Genelde bu tarz sade şeyler tercih ediyordu, bu yüzden şaşırmamıştım ancak eliyle dağıttığı belli olan saçları ve karşı konulmaz karizması nedeniyle bir gün onun yüzünden kalpten gidebileceğimi de biliyordum.

Bakışlarım kaşındaki bandaja kayarken “Kaşına ne olduğunu sorduklarında ne diyeceksin?” diye sordum. Aklımı dağıtmam gerekiyordu, aksi takdirde dakikalar boyunca hayran hayran onu izlemekten alıkoyamayacaktım kendimi.

Umursamaz bir ifadeyle omuz silkti. “Düştüğümü.”

Kaşlarım hayretle havalandı. “Ve buna inanacaklar mı?”

“Hayır, birileriyle kavga ettiğimi anlayacaklar ama bunu umursamayacaklar. Bu tür şeyler, o tip adamların hayatlarında çok olağan. Belki de ne olduğunu sormazlar bile.”

“Gerçekten tuhaf,” diyerek ayaklandım ve otururken biraz daha kısalan eteğimi düzelttim. Tuana’nın ricasıyla -Aral’ın yakın bir tanıdığına misafirliğe gittiğimizi düşünüyordu- bu elbiseyi giymiştim.

Foto

“Aslında tuhaf değil ama alışık olmadığın için öyle geliyor,” diyerek başını salladı. “Her neyse, yolumuz uzun. Çıksak iyi olur.”

“Tamam,” diyerek konuyu uzatmadım ve karşı koltuktaki ceketimi alıp üzerime geçirdikten sonra çantamı da elime alarak telefonuyla uğraşan Aral’ın yanına gittim. “Arel’e çıktığımızı haber vermeden mi gideceğiz?”

Telefonunu cebine sokarken “Gerek yok,” diye mırıldandı ve bana arkasını dönüp dış kapıya doğru ilerledi. O kadar enteresan bir kişiliğe sahipti ki her hareketiyle beni hayret dehlizlerine sürüklüyordu. Ayrıca ikiziyle alıp veremediği ne vardı da onu asla umursamıyormuş gibi takılıyordu?

Aklımdaki soru işaretleriyle birlikte Aral’ın peşine düştüm ve ayakkabılarımı giyerek evden çıktım.

Asansörle giriş kata inmemiz ve Aral’ın daha önceden bu iş için ayarlandığını söylediği spor arabaya binerek yola çıkmamız yaklaşık beş dakikamıza mal olmuştu ve nereden baksanız en az bir saatlik yolumuz vardı.

Yolculuğumuzun ilk on dakikası oldukça sessiz geçtiğinde ve bu sıkılmama neden olduğunda “Radyoyu açabilir miyim?” diye sordum. Bana kısa bir bakış atarak “Nasıl istersen,” diye cevap verdiğinde uzanıp radyoyu açtım ve Aral’ın kendi listesinden bir şeyler çalmak suretiyle ilgili yere girdiğimde öncekinden farklı bir liste olduğunu daha gördüm. Yeni şarkılar eklemiş olduğunu düşünerek ikinci listeye girdiğimdeyse listede bulunan tek bir şarkı olduğunu fark etmiş ve adeta şoka girmiştim.

Sezen Aksu – Erkek Güzeli

Bu şarkı, Tuana’nın pot kırarak Aral’ı düşünürken dinlediğimi söylediği şarkıydı ve şu an Aral’ın listesindeydi. Ayrıca sanki fark etmemi istiyormuş gibi bu şarkı için ayrı bir liste oluşturmuştu.

Kapalı tutmakta zorluk çektiğim ağzımla birlikte ona döndüğümde yarım bir gülümsemeyle yolu izlediğini görerek “Çok fenasın,” diye mırıldandım. Tek kaşını alayla havaya kaldırdı ve bana kısa bir bakış attı.

“Niyeymiş? Aslında sevdiğim bir şarkıydı ama listeme eklemeyi unutmuşum. O gün Tuana bu şarkıdan bahsedince de hemen eksiğimi gidermek istedim.”

Sözlerine asla inanmazken “Niye kendi listene eklemek yerine yeni bir liste yapma ihtiyacı duydun o halde?” diye sordum. Sesimi sert çıkarmaya çalışsam da pek başarmıyordum, zira oldukça utanıyordum.

“Canım öyle istedi,” diyerek omuz silkti. “Bir nedeni yok.”

Gözlerimi kısarak ona kötü kötü baktıktan sonra “Kesin öyledir,” diye söylenerek listeden çıkmak üzere elimi uzattığımda direksiyondan ayırdığı eliyle parmak uçlarımı tuttu.

“Buraya kadar gelmişken bir kez dinleseydik bari,” diyerek benimle alenen alay ettiğinde parmaklarımı hışımla avucundan kurtardım ve “Canım bunu dinlemek istemiyor,” diye homurdandım. “Sanırım, şarkıyı eskisi kadar sevmiyorum artık.”

“Niye öyle diyorsun? Sezen Aksu bu laflarını duysa çok üzülürdü bak,” diye eğlendi benle. Daha da bozuldum ve asabi bir tavırla kollarımı göğsümde kavuşturdum.

“Duyamayacağına göre sorun yok, öyle değil mi?”

“Duyamaz belki ama hisseder. O yüzden bir defa da olsa dinleyelim,” diyerek şarkıyı açtığında bir süre yüzüne kötü kötü baktım. Bunu fark etse de başını yoldan ayırmadı ancak dudaklarındaki tehlikeli kıvrımları görebiliyordum. Gerçekten ama gerçekten bir anı bir anını tutmuyordu bu adamın.

Arabanın içinde Sezen Aksu’nun sesi duyulmaya başladığında başımı camdan tarafa çevirdim ve şarkı bitene kadar da duruşumu asla bozmadım. Öyle ki camdaki filmler sayesinde onun birkaç kere dönüp bana baktığını bile görmüştüm lakin bu bile tavrımı bozamamıştı. Çünkü bir kez yüzüne bakarsam şarkı bitene kadar yeşillerini görebilmek için bakışlarımı ondan ayıramayacağımı biliyordum. Ve bu aşk itirafından da beter bir şey olurdu.

Şarkı bittiğinde rahatladığım belli olmasın diye sessizce iç çektim ve ona asla güvenmediğimden şarkıyı tekrar başlatmasından korkarak hızla radyoya uzanıp eski listesinden rastgele bir şarkı açtım. Arabanın içini bu sefer Barış Manço’nun sesi doldururken rahatça arkama yaslandım ve bu sefer ön camdan yolu izlemeye devam ettim.

Aral’ın şehir dışında biraz gaza yüklenmesi sayesinde bir saati biraz geçen yolculuğumuzun ardından Şile’deki harika bir yazlık evin önünde durduk. Sırayla arabadan inerek arabanın arka tarafında yan yana geldiğimizde bakışlarım etraftaki yazlıklar arasında geziniyordu. Hepsi lüks, göze devasa güzellikte görünen türdendi lakin hemen önünde durduğumuz ev hepsine fark atıyordu.

Alışkanlık haline getirdiğim üzere Aral’dan herhangi bir tepki beklemeden koluna girerken “Bu adamın mal varlığı çok korkunç,” diye mırıldandım. Aral, kolundaki elime kısa bir bakış attıktan sonra bakışlarını yüzüme taşıyıp “Senin gördüklerin, Sadullah’ın mal varlığının çeyreği olur ancak,” diye mırıldandı.

“O kadar diyorsun yani,” diyerek kaşlarımı havaya kaldırdığımda başını salladı.

“Parayı kirli yollardan kazanmaya başlarsan servet elde edebilirsin.”

“Ne kadar acı,” diyerek iç çektiğimde, “Öyle,” diyerek onayladı beni. Sonra da “Oyalanmayalım,” diyerek bahçe kapısına doğru ilerlemeye başladı. Elim kolunda olduğu için ben de ayak uydurdum ona.

İstanbul’daki evlerinin aksine buranın kapısında zil bulunuyordu. Aral, boştaki elini uzatarak zili çaldığında saniyeler içindeki karşımızdaki demir kapı aralandı ve aşina olmadığım bir yüz “Hoş geldiniz,” diyerek bizi karşıladı. Aral, adama kısaca cevap verdiğinde adamın yanından geçerek bitki çeşitliliği açısından göz boyayan bahçede ilerlemeye başladık. Sadullah, yazlık evinin bakımını bir hayli önemsiyordu belli ki.

Yazlık evin kapısında duraksadığımızda bu sefer Aral’dan hızlı davranarak ben çaldım kapıyı. Arada işe yaramak gerekiyordu sonuçta (!)

Kapıyı yirmilerinin başında olduğu çok belli olan bir yardımcı araladığında kızın güzelliği karşısında bir hayli şaşkınlığa uğramıştım, ta ki bize bozuk aksanıyla “Hoş geldiniz,” diyene dek. Sadullah, yazlık evine yabancı yardımcı tutmuştu demek ki.

Resmi bir tebessümle “Hoş bulduk,” diyerek dizime kadar gelen ince ceketimi ve çantamı kıza uzattıktan sonra Aral’la birlikte holde ilerleyerek geniş salona geçtik. Evin dizaynı ne Sadullah’ın evine ne de Doğu’nun yerleştiği eve benziyordu. Oldukça ferah ve güzeldi etraf. Hafif bir gösteriş de yok değildi ancak bu bile eve ayrı bir hava katmıştı.

“Ah, işte geldiler!”

Elbette bizi coşkuyla karşılayan kişi Demet’ten başkası değildi. Oturduğu koltuktan kalkarak yanıma kadar gelip kollarını etrafıma doladığında aynı şekilde karşılık verdim ona. Biz sarılırken Aral da Ekin, Doğu ve Sadullah’la tokalaşmıştı. Demet’ten ayrılarak Aral’ın yanındaki yerimi alırken diğerlerine hafif bir baş selamı verdim ben de.

“Ekip tamamlandığına göre oyalanmaya gerek yok, yemek faslına geçebiliriz,” diyerek ev sahipliği yapan Sadullah, bizi bahçeye yönlendirdiğinde Aral’dan uzaklaşmamaya gayret ederek diğerlerinin peşine takıldım. Böyleyken her şey iyi hoştu, herkes iyi insan rolü yapıyordu ancak Sadullah’ın kendi ağzıyla Emniyet’ten tuttuğu adama söyledikleri zihnimde çınlayıp duruyordu.

Oldukça gösterişli olan bahçeye konulan devasa masaya baktığımda evde bizden başka en az on kişinin daha olması gerektiğini düşündüm. Zira masadaki yiyecekleri bitirmek için bir orduya ihtiyacımız olduğu kesindi.

Masanın bir ucuna Sadullah, diğer ucuna da Doğu oturduğunda; Demetlerle karşı karşıya gelecek şekilde ikili ikili oturmuştuk biz de. Gerçi masanın büyüklüğünden dolayı hemen karşımda oturan Demet’le bile aramda en az iki metre vardı.

Bize kapıyı açan kadınla ilk kez gördüğüm başka bir kadın servis açarlarken dikkatimi ufak bir şey çekmişti. Herkesin dikkati masaya oturduğumuzdan beri havadan sudan şeylerle muhabbet döndüren Sadullah’tayken Doğu’nun bakışları sık sık o genç yardımcıya kayıyordu ve kadın tarafından da karşılık buluyordu. Belki de bu kadının burada çalışması Sadullah’ın değil, Doğu’nun işiydi.

Çorbamı koyan kadına küçük bir gülümseme yolladıktan sonra -Allah’tan yabancı kız değildi- dönen muhabbeti dinliyormuş gibi yaparak çorbamı içmeye koyuldum.

Çorbanın tadı şahaneydi ve bu bana iyi gelmişti En azından zihnimi, karnımı doyurmakla meşgul edebilirdim.

Ara yemeklere geçtiğimiz sıra masada dönen muhabbetin konusu değişmiş ve Sadullah, Demet’le Doğu’nun çocukluklarından bahsetmeye başlamıştı. Özellikle Doğu’nun komik yaramazlıklarından bahsetmesi oğlu için sıcak bir ortam oluşturmaya çalışmasından kaynaklanıyor olsa gerekti ki Doğu’nun her zamankine nazaran daha samimi bir şekilde muhabbete katılması ve çocukluğunda yaptığı şeyleri savunmaya çalışması Sadullah’ın başarılı olduğunu gösteriyordu.

Yardımcılar ana yemek servisine başladıklarında nasıl olduğunu anlamasam da konu birden bize döndü.

“E, sizin nişanınız ne zaman?” diyerek bakışlarını bize dikti Sadullah. “Süreci uzattıkça uzatıyorsunuz sanki.”

İçimden, önce bir sevgili olalım, nişana sonra bakarız, dediğim sıra Aral sakince cevap verdi.

“Daha önce de söylediğim gibi ailelerimizin onayını bekliyoruz. Nihayetinde evlilik önemli bir müessese ve kendimizden emin olmadan bu yola girmemizi istemiyorlar.”

“Birbirinize olan sevginizden emin değil misiniz?” diye sordu, Demet araya girerek.

“Hayır, elbette,” diyerek başını iki yana salladı Aral. Öyle ciddi ve dürüst görünüyordu ki neredeyse ben bile inanacaktım sözlerine. “Ama sevgi tek başına yeterli değil. Aynı zamanda sizin de bildiğiniz üzere evli bir çiftin sorunları çok daha genel ve büyük oluyor. Bu yüzden biraz daha beklemek istiyoruz.”

Bir şey söyleme ihtiyacı güderken “Aynen öyle,” diyerek onayladım, Aral’ı. Hem haklıydı da, sevgili olmakla evli olmak bir miydi? Üstelik biz sevgili bile değildik!

“Peki, madem,” diyerek suyundan birkaç yudum aldı Sadullah. “Sizin hayatınız, sizin kararınız ancak benden bir baba tavsiyesi almak isterseniz bu işi daha fazla yokuşa sürmeyin derim. Nihayetinde evlenip çoluk çoluğa karışacaksınız ki maalesef yaşlarımız olduğu yerde saymıyor.”

Üstü kapalı konuşarak yemeğine dönmüş olsa da bize, hatta bana, yaşlandığımızı ve çocuk için geç olabileceğini söylemek istediğini elbette anlamıştım. Üstelik ben bir kadın doğum uzmanıydım ve otuzuna merdiven dayamış biri olarak bu tür gerçeklerle her gün yüzleşiyordum zaten. Bu gelip yüzümüze vurması şart mıydı ki şimdi?

Suratım gerçek bir alınganlıkla çevrelendiği ve bunu engelleyemediğim için başımı iyice yemeğime doğru eğdiğimde Demet halimi fark etmiş olacak ki olağanca neşesiyle lafa girdi ve çocukken abisiyle birlikte evden kaçtıkları bir anıyı anlatarak konunun dağılmasını sağladı.

Uzun soluklu yemeğin ardından masadan kalksak da bahçeden ayrılmak yerine ortadaki büyük havuzun sağ tarafına konumlandırılmış oturma gruba yerleştik ve kahveyle birlikte Demet’in kendi elleriyle yaptığını söylediği pastadan yiyebilmek için beklemeye başladık.

Özellikle çocuk meselesinden sonra konuşmaya pek fazla katılmıyor olsam da herkesi dikkatle dinliyormuş gibi rol yapmayı ihmal etmiyordum. Neyse ki bu rolü tıkınırken yapmak bana biraz daha kolaylık sağlıyordu.

Kahve ve pasta faslından sonra Sadullah biraz dinlenmek için bizden izin isteyerek eve geçtiğinde bahçede kısa bir sessizlik oluştu. Ortamdaki en fazla konuşan kişi gidince küçük bir bocalama yaşamıştı herkes ancak sevgili Demet bu sessizliği gayet profesyonel bir şekilde defederek bana döndü.

“Biz bize kaldığımıza göre biraz eğlensek diyorum?”

Hevesli halinden yumurtlayacağı şeyin hoşuma gitmeyeceğine emin olarak “Ne tarz bir eğlenceden bahsediyorsun?” diye sordum.

“Biz bize küçük bir parti verebiliriz mesela?” diyerek bakışlarını kocasıyla abisi arasında gezdirdi. “Dans falan ederiz, güzel olmaz mı?”

Yakın arkadaşlarımla birlikte vereceğimiz biz bize küçük bir parti kulağa oldukça hoş gelebilirdi ancak Ekin, Doğu ve hatta Aral’la nasıl bir parti verebilirdik ki?

Erkeklerden herhangi bir cevap gelmediğinde Demet’in bakışları bana döndü. Kabak niye benim başıma patlamıştı ki şimdi?

“Yani,” diye mırıldandım gülümsemeye çalışarak. “Baban rahatsız olmaz mı? Sonuçta dinlenmek için gitti.”

Çok saçma bir bahane sunmuşum gibi gözlerini devirdi Demet. Bence gayet de mantıklıydı hâlbuki.

“Babamın odası evin ön tarafında, duymaz bizi.” Bakışları kocasına döndü. “Böyle boş boş oturmak yerine biraz eğleniriz hem, fena mı ya?”

Ekin, karısına kıyamamış olacak ki “Tamam,” dedi. “Sen nasıl istersen öyle olsun.”

Demet, kocasının onayını genel bir onay gibi kabul etmiş olsa gerek sevinçle el çırpıp başını eve çevirdi. “Tatyana! Üst kattaki hoparlörü getirir misin?”

Seslendiği kişinin bizi karşılayan kız olduğunu tahmin ettim ve bu yüzden başımı çevirip Demet’e onaylayan bir şeyler söyleyen kadına dönüp bakmadım. Zaten Doğu hepimizin yerine yeterince bakmıştı o tarafa.

Tatyana, Demet’in bahsettiği taşınabilir orta boydaki hoparlörü getirene dek konuşmamıştı Aral. Hemen yanımda oturduğu için nefes seslerini duyabiliyordum. Keşke zihninin içindeki sesleri de duyabilseydim.

Hoparlörü oturma grubunun yanındaki masaya bırakan Tatyana, Doğu’ya kısa bir bakış atarak yanımızdan ayrıldığında ayaklanarak hoparlörü telefonuna bağlamaya çalışan Demet’i izlemeye başladım.

Demet, işini halledip bize döndükten sonra “Önce eğlenceli bir şarkıyla başlıyoruz,” dediğinde kimseden ses çıkmadığını görünce kaşlarını çattı. “Hamile bir kadının istediğini çok görmek çok kaba bir davranıştır.”

“Güzelim, patlayana kadar yemek yedik. Hoplamanın sırası mı şimdi?”

Demet, Doğu’ya dönerek “Ne güzel işte abi,” diyerek gözlerini devirdi. “Karnındakileri eritmiş olursun.”

Doğu, ikna olmamıştı. Bu bakışlarından belliydi ki Demet’in de bunu fark etmesi çok uzun sürmemişti. Oflayarak başını salladı. “Peki, madem. Açılış dansı Tamay’la benden olsun ama bir sonraki şarkıda hepinizi ayakta göreceğim, hepinizi.”

Kabak hakikaten hep benim başımda patlıyordu ama ya!

Demet, telefonunda birkaç yere tıkladığında hoparlörden enerjik bir yabancı şarkı çalmaya başladı. Şarkıyı bilip bilmediğimi sorgulayıp bilmediğime kanaat getirdiğim o birkaç saniye içerisinde Demet hızlı adımlarla yanıma varıp elimden tuttuğu gibi ayağa kaldırmıştı beni.

Beni koltukların olmadığı boş yere götürerek iki elimi birden tutup dans etmeye başladığında ne yapacağımı bilememiş bir vaziyette karşısında dikiliyordum. Halimi fark ettiğinde yarım yamalak gülümseyerek beni kendi etrafımda döndürdü.

“Hadi ama doktorum ya, utanıyor olamazsın!”

Ani dönmenin etkisiyle gözlerimi kırpıştırırken “Ben-”demiştim ki “Yabancı yok, bana eşlik et lütfen,” diyerek sözümü kesti.

Yabancı var mıydı yok muydu bilmiyordum ama bulunduğumuz ortamda sahtekâr çoktu. Aral’la ben bile o sahtekârların içindeydik.

Yine de ona uymayı tercih ettim. Okul yıllarımızda Yasemin’le dans ortamlarında az kıvırtmamıştık. Doktor olduktan sonra biraz daha ağır başlı olmuştum ancak partilerin keyfini sürmeyi de bilirdim. Buradaki çekingenliğim aralarında bulunduğum adamların kötü işler yapmasından kaynaklanıyordu. Onların göremediği ama onlarla aramızda var olan o koca duvar kendim gibi davranmama engel oluyordu.

Tüm bunlara rağmen, belki biraz da Demet’in karnındaki o masum canın hatırına onu üzmek istemedim ve hafifçe gülümseyerek adımlarımı ona uydurdum. Başlarda biraz kasıntı hareket etsem de sonradan açıldım. Özellikle şarkı değişip Tarkan’dan Dudu Dudu çalmaya başladığında küçük bir şaşkınlık nidasının ardından daha büyük bir şevkle dans etmeye başladım. Tarkan’ın şarkılarına bayılıyordum ve Tuana’yla birlikte evin salonunda yaptığımız karaokelerden birindeymiş gibi hissettiğimden kendimi iyice serbest bırakmıştım.

Tabii daha rahat dans etmemin etkenlerinden biri de beylere arkamın dönük olmasıydı. Onları görmeyince yoklarmış gibi farz etmek daha kolay oluyordu.

Demet, “Seni gaza getirecek şeyin Dudu Dudu olduğunu bilseydim ilk onu açardım,” diyerek güldüğünde ben de gülüp bu sefer de ben onu kendi etrafında döndürdüm.

Şarkı bittiğinde ve otomatik olarak başka bir yabancı şarkı bahçede yankılanmaya başladığında duraksayarak derin bir nefes verdim. “Biraz dinlenelim bence.”

Demet, kıkırdayarak salık saçlarını omuzlarından geriye atarken “Sen de çabuk yoruldun be arkadaşım,” diye mırıldandı. Güldüm.

“Ben senin için demiştim hâlbuki.”

Gülüşmeye devam ederek diğerlerine doğru döndüğümüzde görmeyi beklediğim son şey bile değildi Tutku’nun Aral’ın yanında, hatta biraz evvel benim oturduğum yerde, oturduğunu görmek. Kaşlarım istemsizce çatılırken Demet’in hislerimden haberdar olduğunu bildiğimden “Tutku’nun da geleceğinden haberim yoktu,” dedim doğrudan. Sesim homurtu gibi çıkmıştı.

Demet, mahcup bir ifadeyle bana bakarken “Aslında yarın sabah gelecekti,” diye cevap verdi bana. “Şu an neden burada olduğunu inan ben de bilmiyorum.”

Bir şey demek yerine Aralların yanına doğru ilerlemeye başladığımda Demet de hemen arkamdaydı. Aral’ın yanı dolu (!) olduğundan ve Tutku’nun yanındaki boşluğa da asla oturmak istemediğimden Sadullah’ın yanımızdan gitmeden evvel oturduğu tekli koltuğa bıraktım kendimi. Bütün keyfimi kaçırmıştı yelloz.

Demet de eski yerine yerleşirken “Hoş geldin, Tutku,” diye mırıldandı. Ona da üzülmüştüm ister istemez. Kocası yüzünden sevmediği biriyle iyi geçinmek zorunda kalıyordu. “Geldiğini fark etmemişiz hiç.”

“Hoş buldum,” diyerek bacak bacak üstüne attı, Tutku. Üzerindeki mini elbise sayesinde beyaz bacaklarını gözümüze sokmayı başarmıştı. “Geldiğimde öyle güzel dans ediyordunuz ki bozmanızı istemediğimden sessizce oturdum buraya.”

Aral’ın yanından başka yer yoktu sanki oturacak.

“İyi etmişsin,” diyerek gülümsedi Demet. Hoparlörden şarkı duyulmaya devam ediyordu lakin ses tonumuzu hafif yükselttiğimizde birbirimizi duymamız zor olmuyordu.

Tutku, yengesine sahte olduğunu ilk bakışta anladığım bir gülümsemeyle baktıktan sonra bana döndü. Gözleri çakmak çakmak parlıyordu. Hoşuma gitmeyecek bir şeyler yumurtlayacağı o kadar barizdi ki. Sessizce iç çekerek kendimi gelecek darbelere hazırlamaya çalıştım.

“Harika dans ediyordun, özel eğitim falan mı aldın?”

Böyle bir şeyi samimi bir şekilde söylemeyeceğini bilecek kadar tanıyordum onu. Muhtemelen Demet’le yalnızca eğlenmek için ettiğimiz dansla alay etmeye çalışıyordu. Genişçe gülümsedim.

“Aslında aldım ama Demet’le yalnızca eğleniyorduk.”

“Öyle mi?” diyerek kaşlarını kaldırdı Tutku. “Ne eğitimi aldın peki?”

Gülümsemeye devam ettim. “Aslında farklı farklı dansların eğitimlerini aldım ama en istikrarlı öğrendiğim dans tango oldu.”

Demet, Tutku’dan evvel heyecanla araya girerek “Ah, doğru ya, Aral’la ikiniz harika tango yapıyordunuz!” dedi. Sohbetlerimizin birinde ucundan çıtlatmıştım sadece ki yalan da sayılmazdı yani. Bir kere de olsa yapmış mıydık? Evet, yapmıştık. “Bizim için de dans eder misiniz, bir kere?” diye devam etti, Demet. Bunu Tutku’nın gözüne sokmak için söylediğini tahmin edebiliyordum ancak Aral’ın üzerimde hissettiğim dik bakışları yüzünden bunu hiç söylememiş olmasını dilemiştim.

“Şey,” diye mırıldandım yerimde huzursuzca kıpırdanmamaya çalışarak. “Başka bir gün yapsak, olmaz mı? Biraz yoruldum da ben.”

Tutku, tepkimden memnun olarak alaylı bir sırıtışla geriye yaslanırken Demet kaşlarını çatıp“Lütfen,” diye mırıldandı. “Benim için birazcık da olsa dans edemez misin?”

Ben ederim de Aral etmez be Demet.

Bakışlarım gayriihtiyari Aral’a döndüğünde anlam veremediğim bir ifadeyle beni izlediğini fark ettim. Kızmış mıydı? Ama ben özellikle söylememiştim ki ona, öyle havadan sudan konuşurken ağzımdan kaçırmıştım birlikte tango yaptığımızı.

Hafif buruk bakışlarla Aral’a bakmayı sürdürdüğüm sıra Aral beni şaşırtacak bir şey yaptı ve ağır hareketlerle yerinden kalkarak yanıma gelip elini bana doğru uzattı.

“Demet’i kırmayalım istersen.”

Kocaman açılmak isteyen ağzımı zar zor zapt ederken içimde uçuşmaya başlaya kelebekleri belli etmemeye çalışarak hafifçe başımı salladım ve elimi Aral’ın avucunun içine bırakıpk beni kaldırmasına izin verdim.

“Telefonumda kilit yok, istediğin şarkıyı aç lütfen.”

Aral’la el ele biraz önce Demet’le dans ettiğimiz noktaya giderken Demet’in heyecanla söylediği şeyi duyarak ona baktım ve gülümseyerek başımı salladım.

Hoparlörün olduğu masanın yanında duraksadığımızda Aral elimi bırakarak masadaki telefonu işaret etti. “İstediğin şarkıyı açabilirsin.”

Masanın üzerindeki telefonu elime alırken “Üzgünüm,” diye mırıldandım. “Demet’le sohbet ettiğimiz bir sıra dans kurslarına gittiğimi anlatırken sorunca seninle de dans ettiğimizden bahsetmiştim ona. Böyle bir anda önüme süreceğini bilemezdim.”

Ellerini ceplerine sokarak başını salladı. “Sıkıntı değil. Yemekteyken evlilikle ilgili bir sürü konuştular zaten, dansla gözlerini boyamış oluruz.”

Aklı fikri işindeydi. En azından kızmadı, diyerek avuttum kendimi. Sonrasında da yutkunarak önüme döndüm ve Demet’in telefonunu kullanarak internete girdim. Şarkı için düşünmeme gerek yoktu, çünkü tangoya çok yakışan bir şarkı biliyordum zaten.

Doris Day – Perhaps

Şarkıyı başlatarak telefonu tekrar masaya bıraktıktan sonra Aral’ın açtığım şarkıya kısacık bir bakış atmasını ve ardından elini bir kez daha bana uzatmasını izledim. Elimi sıcak avucunun içine bıraktığımda beni kendiyle birlikte birkaç adım geriye çekti ve ardından da hemen arkama geçti.

Beni belimden ve kolumdan kavrayarak kendine döndürdüğünde göz göze geldik. O an, o yeşillerde çok farklı bir şeye şahit oldum. Adını asla koyamadığım bir şeydi ve bana sanki bir şey anlatmaya çalışıyordu.

dans

Benim yüzümden dansa kalkmış gibi olsa da hareketleri, beni tutuş şekli ve vücutlarımızın arasında olmayan mesafe; bu dansın bir önceki yaptığımızla hiçbir alakasının olmadığını gösteriyordu sanki. Bütün kontrol ondaydı, bunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Bizim evdeyken tangoyu unuttuğunu söylemişti ancak şu anki hareketleri taze yenilenmiş dans figürleri içeriyor gibiydi.

Yeniden dans çalışmış olabilir miydi? Benim için?

Aklımdan geçen düşüncelerle birlikte ona ve oldukça iddialı dansına ayak uydurmak beni bir tık zorlasa da altından kalkmayı başarmıştım. Tabii heyecandan atma konusunda zorluk yaşayan kalbim için aynı şeyleri söyleyemeyecektim.

Sağ bacağımı bacağına dolayarak beni etrafında döndürmesine izin verdiğimde parmak uçlarını kollarımda gezdirerek bir kez daha arkama geçti ve göğsünü sırtıma yasladı. Burnu saçlarımın arasında gezinirken ne yaşadığımı düşündüm bir an. Sahiden ne oluyordu?

Bizi izleyenleri çoktan unutmuştum. Kulaklarımda Doris Day’in sesi, kalbim de dâhil olmak üzere diğer tüm hücrelerimde ise Aral vardı. Beni kendine çevirerek belimi kavradığında gözlerinin içine baktım.

Eğer kararını veremiyorsan

Biz asla başlayamayız

Ve kalbi kırılmış olarak ayrılmak istemiyorum

Bu yüzden eğer beni gerçekten seviyorsan

Evet de; ama sevmiyorsan sevgilim, itiraf et

Ve lütfen “belki, belki, belki,” deme

Şarkıyla birlikte biten dansımızın ardından bir ıslık ve alkış sesi ilişti kulaklarıma. Beni kendime getiren de bu sesler olmuştu, zira büyük bir hayranlıkla daldığım gözlerden ayrılmak için çaba gösterecek aklım bile kalmamıştı.

“Harikaydınız, müthiştiniz, bayıldık!”

Demet’in ayakta bizi büyük bir mutlulukla alkışladığını gördüğümde dayanamayıp gülümsedim. Bu kadının enerjisi gerçekten bambaşkaydı.

Kendini yenileyen şarkıyı kapatarak tekrar Aral’ın yanına gittiğimde birlikte diğerlerine doğru ilerledik.

“Demet’in de dediği gibi hakikaten çok iyiydiniz,” diyerek başını salladı Ekin. Böyle mevzulara pek girmediği için sözlerine hafiften şaşırsam da yüzünde gördüğüm samimi ifade bizi sahiden takdir ettiğini gösteriyordu.

Aral, dans etmeden evvel oturduğum tekli koltuğa yerleştiğinde ona kısa bir bakış atıp mecburen Tutku’nun bulunduğu koltuğa yerleştim. Allah’tan ikimiz de iki ayrı uçta oturuyorduk da bu sayede aramızda hatırı sayılır bir mesafe kalmıştı.

Ayrıca Aral’ın aynı yerine geri dönmek yerine tekli koltuğa oturmasını içten içe takdir etmedim de değildi. Lakin bu takdiri çok da abartmadım. Zira Tutku ben farkında olmadan yanına yerleştiğinde gayet rahat bir şekilde oturuyordu yerinde.

“Dansınızın da dışında aranızdaki çekim mükemmeldi. Birbiriniz için yaratılmış gibisiniz,” diyerek birleştirdiği ellerini hayranlık dolu bir ifadeyle çenesinin altına yasladı Demet. Tutku var diye mi abartıyordu yoksa hakikaten hissettiklerini mi söylüyordu emin olamamıştım, çünkü Demet zaten duygularını zirvede yaşayan bir kişilikti. Buna rağmen sözlerinde haklı olduğunu da hala her bir hücremde Aral’ın dokunuşlarını duyuyormuşum gibi hissetmemden anlayabiliyordum.

Küçük bir tebessümle “Teşekkür ederiz,” diye mırıldandım. Zaten daha fazla konuşacak halim de yoktu. Hala dansın etkisindeydim.

O ana kadar kendi halimden fark edemediğim Tutku, elinde tuttuğu içki bardağıyla ayağa kalktı. Bu yüzden bakışlarım ona döndüğünde keyfinin kaçık olduğunu fark ettim. Doğrusunu söylemek gerekirse bu hali beni bir hayli keyiflendirmişti lakin bunu belli edecek herhangi bir tavırda bulunmadım. Zaten keyfimi ağız tadıyla sürecek vaktim de olmamıştı.

“Ben bir lavaboya gideyim,” diyerek kendine en yakın taraftan geçmek yerine benim önümden ilerleyen Tutku, tam önümden geçtiği sıra birden bükülerek inledi ve elindeki içkiyi üzerime boca etti.

Ufak bir çığlıkla ayağa fırladığım sıra Tutku da yapmacık bir endişeyle birkaç adım geriye giderek “Özür dilerim!” dedi. Yüzündeki ağlamaklı ifadeye tezat bir şekilde içinden göbek attığına adım gibi emindim. “Bir an ayağım burkuldu, istemeden oldu.”

Öfkeli bakışlarımı Tutku’nun yüzüne çevirdim. Sinir katsayım o kadar artmıştı ki elimi uzatıp saçlarını kökünden kavramamak için kendimi oldukça zor tutuyordum.

“Ah, dikkatsizlik işte,” diyerek araya giren Demet olmasa kendimi daha fazla tutamazdım sanırım. “Hadi gel ben sana benimkilerden temiz bir şeyler vereyim, yardımcılar da elbiseni temizlesinler.”

Tutku, yapmacık hüznüyle tekrar tekrar özür dilerken ona herhangi bir cevap vermedim ve Demet’in koluma girerek beni eve yönlendirmesine izin verdim. Bir anlık kargaşadan farkına varamamıştım lakin arkamızdan gelen adım seslerini duyarak başımı çevirdiğimde Aral’ın da hemen peşimizden ilerlediğini gördüm.

En azından o yellozun yanında daha fazla durmayacaktı.

Hep birlikte içeri girdiğimizde “Siz dans ederken kıskançlıktan içkiye vurdu kendini,” diye mırıldandı Demet, yalnızca benim duyabileceğim bir ses tonuyla. “Bir halt karıştıracağı belliydi.”

Hem Aral’ın duymasını istemediğimden hem de mevzuyu uzatarak sinirimi harlamayı göze alamadığımdan Demet’e cevap vermek yerine içkinin döküldüğü yere baktım. Güzelim elbisem mahvolmuştu.

Sıkıntıyla iç çektiğimi fark eden Demet kolumdan çıkarken “Dert etme,” diye mırıldandı. “Bizim kızlar kısa sürede yeni gibi yaparlar elbiseni. Ben gideyim de sana giyecek bir şeyler ayarlayayım.”

“Sağ ol, Demet,” diyerek başımı salladığımda kısaca omzumu sıvazlayıp “Ne demek,” dedi ve Aral’a döndü. “Sen Tamay’ı buraya geldiğinde kaldığın odaya çıkar, ben de peşinizden geleceğim.”

Aral, “Tamam,” diyerek bana ilerideki merdivenleri işaret ettiğinde küçük bir şaşkınlıkla düştüm peşine. Başkomiser, bu evde mi kalmıştı?

Peş peşe üst kata çıktığımızda holün en sonuna doğru ilerleyip sağdaki odaya girdik. Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra bakışlarımı kısaca benim yatak odamla aşağı yukarı aynı genişlikteki odada gezdirdim. Oda; koca bir çift kişilik yatağa, üçlü koltuğa ve büyük denebilecek bir çalışma masasına ev sahipliği yapıyordu. Ha bir de yatağın karşısında koca bir gardırop vardı.

Odanın dizaynı çok da umurumda olmadığından bakışlarımı Aral’a çevirdim. Yeşilleri benim üzerimdeydi.

“Sen daha önce burada mı kaldın?” diye sordum, saf bir merakla.

Başını kısaca salladı. “Bazen Sadullah’ın işleri dolayısıyla yanında kalmam gerekiyor.” İç çekti. “İstanbul’daki evinde de kaldım birçok kez.”

“Anladım,” diyerek yutkundum. Sadullah’ın evinde kalması sorun değildi de, Aral onlarda kalırken evde Tutku’nun da bulunuyor olması büyük bir sorundu. Acaba böyle bir şey olmuş muydu? Olduysa da Tutku salak saçma hareketler sergilemiş miydi?

Bu düşüncelerle aklımın karışmasına izin verdiğim takdirde asla sakinleşemeyeceğimi fark ederek iç çektim ve başımı çevirip odada banyo olup olmadığına bakındım.

Elbette vardı.

Aral’a banyoya açıldığını düşündüğüm kapıyı işaret ederek “Ben banyoya geçip elbiseyi çıkarayım,” diye mırıldandım. Başını salladı.

“Olur. Ben de aşağı ineyim tekrar. Demet geldiğinde rahatça giyinirsin.”

“Tamam, sağ ol.”

Aral’ı ardımda bırakıp hızlı adımlarla ilerleyerek banyoya girdikten sonra kapıyı kapattım ve karın boşluğumdan itibaren bacaklarıma doğru ıslandığı için vücudumun üşümesine neden olan elbisemi dikkatlice üzerimden çıkardım. Aral’la ettiğimiz dansın keyfini çıkaramadan sinir küpüne dönüşmemi sağlayan Tutku belasına içimden bir hayli küfrediyordum doğrusu.

Banyoda iç çamaşırlarımla kaldığımda Demet’in beni böyle görmesini istemediğimi fark ederek banyo dolaplarının olduğu yere ilerledim. Aral ara sıra burada kaldığına göre burası misafir yatak odası olmalıydı ve misafir yatak odalarında genelde temiz havlu ya da bornoz bulunurdu. Bunun bilinciyle birkaç kapağı araladıktan sonra aradığım şeye denk gelmemle dudaklarımdan küçük bir “Hah,” nidası firar etti. Dolapta paketiyle birlikte duran havluyu kendime çektikten sonra havlunun dışındaki jelatini yırttım ve oldukça pahalı bir markanın etiketine sahip olan havluyu çamaşırlarımın üzerinden etrafıma sardım. Havlu kalçamın birkaç parmak altına geliyordu gerçi ama iç çamaşırlı halimden çok daha iyiydim en azından.

Banyoda bir müddet oyalandığımı bildiğimden Demet’in hala gelmemiş olması bir tık germişti beni. Acaba odaya gelmişti de banyoda olduğumu fark edemeyip tekrar mı gitmişti?

Aral’ın aşağı ineceğini söylediğini bildiğimden banyo kapısına vardım ve ne olur ne olmaz diyerek yavaşça araladığım kapının arasından kafamı uzattım. Oda boştu. Bunun verdiği rahatlıkla kapıyı tamamen açarak odaya geçtim ve yatağa doğru ilerlemeye başladım. Lakin yatağa varmama kalmadan odanın açılan kapısıyla duraksadım.

Hayır, açılan oda kapısı değildi. Açılan balkon kapısıydı ve kapıyı açan da Aral’dan başkası değildi.

Utanç duygusu bütün hücrelerimi ele geçirirken sağ elimle havlunun göğsümde bağladığım yerini tuttum. “S-sen aşağı inmeyecek miydin?”

Utançtan kekelemiştim!

Aral, neye uğradığını şaşırmış vaziyette bakışlarını hızla benden kaçırarak “Arel arayınca rahat konuşabilmek için balkona çıkmıştım,” diye cevap verdi. “Banyoda kalacağını sanıyordum, yoksa odadan çıkardım.”

“Demet banyoda olduğumu düşünemezse diye odada bekleyeyim demiştim ben de.”

Sesim oldukça kısık çıksa da beni duyduğunu baş hareketinden anlamıştım. Havlu, giydiğim elbiseden en fazla üç dört parmak kadar kısaydı lakin hissettiğim utancın haddi hesabı yoktu.

“Tamam, ben çıkayım o halde. Sen de rahatça bekle Demet’i,” dedi ve gözlerini asla bana değdirmeden odanın kapısına doğru ilerlemeye başladı. Tabii kapıya varabilmek için yanımdan geçmesi gerekiyordu ki bunu onun adına kolaylaştırmak adına birkaç adım geriledim.

Ancak gerilemeyi bitirdiğim an bir şey oldu. Ansızın ve bir o kadar da hızlıca açılan kapının ardından içeri Demet yerine Tutku girerken “Aral, burada-” diye mırıldanıyordu ki kelimeleri beni görmesiyle yarım kaldı. Bakışları benimle, birkaç adım gerimde duraksayan Aral’ın arasında gidip geldikten sonra memnuniyetsiz harelerini üzerime dikti.

“Sen de mi buradaydın?”

Duyduğum soruyla beynim resetlenmiş gibi hissederken kaşlarımı derince çattım ve müthiş bir sakinlikle “Anlamadım?” diye mırıldandım.

Gevşek bir rahatlıkla “Ben seni Demet’in yanında sanıyordum da,” dediğinde alayla güldüm. Ağından çıkanı kulağı duyuyor muydu acaba? Ne dediğinin farkındaysa ve bunu gözlerime bakarken rahatça dile getirebiliyorsa ortada çok ama çok büyük bir sorun var demekti.

“Yani buraya Aral için geldin,” diyerek kaşlarımı havaya diktim. “Doğru mu anlamışım?”

“Evet ama yanlış anlama lütfen, ben-”

“Seni gebertirim.”

Lafını şiddetle keserek söylediğim şey üzerine bocaladı. Lakin şu andan itibaren hiçbir şey umurumda değildi. Gözümün döndüğü ana giriş yapmıştık çünkü.

Ona doğru birkaç adım atarken havluyu tutan elimi kaldırıp tehditkâr bir tavırla yüzüne doğrulttum.

“Seni mahvederim, duydun mu beni? O küçücük beyninle kendince beni aşağıladığını sandığını bilmiyor muyum? Bakışlarındaki hasedi görmüyor muyum? Çürümüş kalbinin kokusunu almıyor muyum sanıyorsun? Bu zamana kadar sessiz kaldıysam ortalığın karışmasını istemediğimden ama artık yeter. Ya sen kendine ve o ahlaksız düşüncelerine bir ket vuracaksın ya da ben seni bir güzel benzettikten sonra Sadullah’a gidip nişanlımda gözün olduğunu söyleyeceğim, duydun mu beni? Cahildir dedim, ergenliğine vereyim dedim ama yeter. Benim de sabrımın bir sınırı var. O çirkin gözlerinin bir daha Aral’a dokunduğunu görmeyeceğim, yoksa günah benden gider. Duydun mu?”

Sözlerim karşısında o kadar bozulmuştu ki gözleri dolmuştu. Lakin karşımdaki acizliği içimdeki ateşin sönmesine yardımcı olmuyordu. Ancak onu bir güzel dövdüğümde huzura kavuşacakmışım gibi hissediyordum ki bunu yapmamak için de kendimi gerçekten bir hayli zor tutuyordum.

Tutku gözlerimin içine bakmaya devam etse de beni onaylayan bir şeyler söylemediğinde sesimin evde yankılanacak olmasını umursamadan “Duydun mu beni?!” diye bağırdım. İrkildi ve hızla kafasını salladı. “Duydum.”

Sertçe “İyi,” dedikten sonra kapıyı işaret ettim. “Defol git şimdi, gözüm görmesin seni. Defol!”

Tutku, titreyen vücuduyla odayı terk ettiğinde hışımla arkamı dönüp havada kalan işaret parmağımı Aral’ın suratına salladım. Sinirimi biraz da ona boşaltmam gerekiyordu.

“Hepsi senin umursamazlıkların yüzünden farkındasın, değil mi?” diye sordum. Ne üstüm başım umurumdaydı şu durumda ne de bulunduğumuz yer. “Onun ilgisini fark ettiğin halde engelleyecek hiçbir şey yapmamış olman, senin deyiminle ‘buna gerek duymaman’ yüzünden ezilen ben oldum. Sana söyleyerek ortamı germek istememiştim ama bu kız beni gördüğünden beri arkamdan atıp tutuyor. Aşağıda içkiyi bilerek üzerime döktüğünün sen de farkındasındır diye umuyorum.” Kısa bir an duraksadım.” Ben yokken ne halt ettiğin umurumda bile değil.” Kuyruklu yalan. “Ama beni burada yol arkadaşın olarak tuttuğun müddetçe benim gururum için hareketlerine dikkat etmek zorundasın. Ben normal hayatımda tahammül edip yüzüne bile bakmayacağım insanlarla bir arada duruyorsam bunu keyfimden yapmıyorum, bunu en iyi sen biliyorsun. Başımda yeterince bela yokmuş gibi bir de senin umursamazlıkların yüzünden iğrenç insanlarla yüz göz olamam ben.”

Tüm kızgınlığıma ve buna bağlı olarak bazen haddini aşan laflarıma rağmen sakinliğini asla bozmadı ve gözlerimin içine bakarak düşünceli bir tavırla “Tamam,” diye mırıldandı. “Bundan sonra daha dikkatli olacağım. Sakin ol, lütfen.”

Gözlerimi kısaca yumup derin nefesler aldıktan sonra göz kapaklarımı tekrardan aralayıp “İyi,” diyerek başımı salladım. Bana karşı çıkmak yerine sözlerimi kabullenmesi sinirimi atmama hiç yardımcı olmamıştı doğrusu. Yine de konuyu daha fazla uzatmak istemedim ve odada daha fazla durmak istemeyerek banyoya doğru birkaç adım attım. Kapıyı aralık bıraktığım takdirde Demet’in geldiğini duyabilirdim ne de olsa.

Adımlarım beni Aral’a yaklaştırsa da bilerek bakışlarımı banyo kapısından ayırmadım ve ona bir şey demeden yanından geçip gideceğim sırada beni utanç dehlizlerine sürükleyen bir şey oldu.

Ani hareketlerimi kaldıramayan havlunun ucu, sıkıştırdığım yerden çıktığında her şey için çok geçti. Havlunun üzerimden sıyrılacağını fark ederek dehşetle elimi göğsüme götürdüğümde elimin üzerine konduğu şey havlu ya da göğüslerim olmamıştı.

Çünkü Aral, benden çok daha hızlı davranarak havlunun düşmesine engel olmuştu.

Havlunun ucu Aral’ın parmakları arasında, Aral’ın parmakları da avucumun içindeydi. Havluyu her ne kadar gevşekçe tutmaya çalışsa da parmak uçlarının göğüslerimin hemen üstündeki noktaya temas etmesini engelleyemiyordu ve bunun verdiği ateşe dokunmuş hissiyatı tüm vücudumu etkisi altına almıştı.

Nefesi saç diplerime çarparken bakışlarımı ellerimizden ayıramıyordum. Yeşillerine bakacak gücüm yoktu, zira son birkaç saat içinde yaşadığım ani duygu geçişleri yüzünden düşüp bayılmam çok büyük ihtimaldi.

“Ups, kapıyı aralık görünce direkt içeri girmekle hata yaptım galiba.”

Demet’in sesi, bizi kendimize getirirken diğer elimi de kaldırıp havluyu tuttum ve bakışlarımı Aral’a çevirmeden içime kaçmış gibi çıkan sesimle “Tuttum, bırakabilirsin,” diye mırıldandım. Aral, elini hızla tenimden uzaklaştırdıktan sonra “B-ben aşağı ineyim,” diyerek yanımdan geçip gitti.

Sanırım Aral’ın ilk kez böylesine afalladığına ve kekelediğine şahit oluyordum.

Aral, odadan adeta kaçar gibi gittiğinde Demet şaşkın bakışlarını bana çevirdi.

“Niye öyle çıktı odadan? Ayrıca Tutku’nun ağlayarak merdivenleri indiğini gördüm, ne oldu burada?”

Delicesine bir hızla çarpan kalbimi sakinleştirebilirmişim gibi boynumu sıvazlarken birkaç adım atıp yatağın üzerine bıraktım kendimi ve bakışlarımı beni saf bir merakla izleyen Demet’e çevirdim.

“Kapıyı kapatıp gelir misin?”

Başını kısaca sallayıp “Tabii,” diyerek kapıyı kapatmak için arkasını döndüğünde iç çektim. Tutku’yla aramızda geçenleri anlatırsam Aral’ın kendini suçlu hissederek odadan çıktığını düşünebilirdi. Hem böylece ileride Tutku’yla ilgili bir sorun yaşayacak olursam gerçekleri bildiği için benim tarafımda olmaya devam ederdi.

Zaten gerçekleri anlatamayacağıma göre başka da şansım yok gibiydi.

Yaşıyor musunuz inşallah? asdfghsdfvsagfasf

Nasıldı bölüm? Yükseldiğim ve sizi de yükselttiğim kadar var mıydı?

İki hafta içinde üç buraya bir de Son Sayı’ya toplamda dört bölüm yazdığım için bir hayli yoruldum ve derslerimi biraz boşladım. Bu yüzden bir sonraki bölüm bu kadar hızlı gelemeyecek ama arayı çok uzun tutmamaya çalışırım.

Yeni bölümde görüşene dek kendinize çok iyi bakın!

İnstagram: rabiaclr/dolunayinvechi

 

Loading...
0%