Yeni Üyelik
27.
Bölüm

BÖLÜM - 27

@bayanclara

“Yasemin, ekmekleri kesmiştiniz değil mi?”

Yasemin karıştırdığı çorbadan kafasını kaldırarak bana döndü ve çenesiyle salatayı kâselere bölüştüren yengemi işaret etti.

“Sedef abla halletmişti.”

“Evet, ben kestim ama sepete yerleştirmemiştim kurumasınlar diye. Masanın üzerindeki poşetteler.”

“Tamam, ben hallederim,” diyerek dolaptan çıkardığım iki ekmek sepetini masaya bıraktım ve ekmek poşetindeki dilimlenmiş ekmekleri sepetlere bölüştürdüm.

Bu akşam topluca akşam yemeği yiyecektik ve aile yemeğimizin kutsal bir amacı vardı; Tuana’ya moral vermek. Evet, biricik kız kardeşimin moralini yükseltebilmek için bu geceyi organize etmiştim. Zira üniversite sınavına yaklaşık bir ay gibi kısa bir süre kaldığı için stresten ve aylardır deli gibi ders çalışmasına rağmen ‘ya yapamazsam?’ korkusundan psikolojik olarak çökmüştü. Ona sürekli motivasyon konuşması yapıyordum lakin bu konuşmaların etkisi kısa süreli oluyordu. Hele de denemelerinde beklediğinden kötü sonuç gelirse başına çok kötü bir şey gelmiş gibi hıçkırarak ağlıyordu. Sürekli geri sayım yapmaktan başka bir şeye odaklanamaz olmuştu ki biraz olsun aklının dağılmasını istiyordum. Hatta buna ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu yüzden bir akşam yemeği organize etmiş; amcamları, Yaseminleri ve tabii Aralları yemeğe çağırmıştım. Tuana’nın Aral ve Arel’i çok sevdiğini bildiğimden onları yemeğe davet ederken hiç çekingenlik yaşamamıştım tabii ama bunu hevesle yapmamın bir diğer ve aslında en büyük nedeni de Aral’ı bir hayli özlemiş olmamdı. Amaç başka olsa da insan kendi ekmeğini hak geçmek istemiyordu doğal olarak.

Ekmekleri sepetlere doldurduktan sonra mutfaktan çıktım ve amcamların olduğu odaya doğru ilerlemeye başladım. Aslında başta masayı arka bahçeye kurmayı düşünmüştüm ancak Sare de bizimleydi ve yaz ayının başlarında bulunmamıza rağmen hava hafif rüzgârlı olduğu için bebeğimizin üşütmesini göze alamamıştım. Bu yüzden de içerideki büyük yemek masasını hazırlamıştım ki bir bakıma böylesi daha kolay olmuştu, çünkü bahçede yemek yiyebilmek için bu büyük masayı dışarı taşımak zorunda kalacaktık.

“Bu kızın gözleri ne kadar güzel böyle ya? Hele o fındık burnu! Hele o küçük dudakları!”

Amcam, Gökhan’ın kucağındaki güzelliğe methiyeler dizerek onun utançla babasının göğsüne sokulmasına neden olurken koca bir gülümsemeyle elimdeki sepetleri masanın iki ucuna yerleştirdim.

“Benim kızım dünya güzelidir Tuncay dedesi, dünya güzeli!”

Gökhan, Sare’nin başının üzerine güçlü bir öpücük kondururken amcam kaşlarını çatarak Gökhan’a baktı. “Dede mi? Ben o kadar yaşlı mıyım ya?”

Amcamın alındığını fark ederek dudaklarımı birbirine bastırdım ve gülümsememi bastırmaya çalışırken kalçamı masanın kenarına yaslayıp Gökhan’ın kıvranmasını izlemeye başladım.

“Yok, yok yani estağfurullah Tuncay abi. Ben lafın gelişi dedim öyle. Yoksa gencecik adamsın sen yani.”

Amcam kısık gözleriyle dik dik Gökhan’a bakmaya devam edince Gökhan usulca yutkundu ve kucağında oturan kızını gövdesinden tutarak ayağa kaldırdıktan sonra “Değil mi kızım?” diye kıvranmaya devam etti. “Tuncay abimiz benden bile genç, dinamik ve mükemmel biri. Değil mi kızım? Evet, desene kızım. He, de bari kızım.”

Gökhan, daha konuşmayı bilmeyen kızına ilk kelimesinin evet olmasını istercesine aynı şeyleri tekrar ve tekrar söylerken amcamın ifadesinin bozulmadığını fark edip son çare olarak Sare’yi amcama uzattı.

“Biraz sevmek ister misin, Tuncay abi? İnan bana bütün sinir stresi atıyor insan. Bir denemeni öneririm.”

Daha fazla dayanamayıp küçük bir kahkaha patlatarak kalçamı masadan ayırdım ve amcamın yanına gidip yanaklarını sıktım.

“Sen ne bakıyorsun Gökhan’a tontonum benim? Kaç yıl geçerse geçsin aramızdaki en çıtır kişi hep sen olacaksın.”

Amcam burnunu kırıştırarak bana alttan bir bakış attı ve huysuzlanarak yanaklarını benden kurtardı. “Sus, sus, kandırma beni yalanlarınla. Hem nerede kaldı senin şu başkomiser? Hep geç mi kalır bu adam? Bir de polis olacak.”

Polislikte dakikliğin arasındaki ilişkiyi tam olarak çözemesem de amcamı daha fazla huysuzlaştırmayı göze alamadığımdan “Bugün biraz yoğunmuş amca, söyledim ya. Emniyet’ten eve geçip oradan da buraya gelecekler. Hem birazdan burada olurlar, sen merak etme,” diye cevap vermiştim ki evin zili çaldı. Bakışlarım hızla bileğimdeki saate kaydığında Tuana’nın eve gelmesine daha yarım saat olduğunu görerek heyecanla “Hah, bak işte iyi insan lafının üzerine gelirmiş!” deyip odanın çıkışına doğru koşturdum. Amcam arkamdan “Adı anıldığı an dibinde bitene denilecek başka bir şey daha vardı ama neyse,” diye homurdansa da duymamış gibi yaparak koridora çıktım ve girişteki aynalı vestiyerden üzerime bakıp yeşil, mini elbisemin hoş durduğuna kanaat getirerek delikten bakma ihtiyacı duymadan kapıyı açtım.

Elbise

Kapıyı açar açmaz sandığımın aksine tek bir kişiyle karşılaşınca hafif bir duraksamayla karşımdaki adamın yeşillerine odaklandım. Kim olduğunu anlamam için birkaç saniye kâfi gelmişti.

Yüzümde koca bir gülümseme peyda olurken “Hoş geldin, Başkomiser’im,” diye mırıldandım. Hasret dolu gözlerim güzel çehresinde dolanırken bana adını koyamayacağım bir şekilde bakarak “Hoş buldum,” dedi. Sanırım yine onu saniyeler içinde tanımama şaşırmıştı. Eh, alışması uzun sürmez diye umuyordum.

Bakışlarımı hafifçe etrafta gezdirip “Arel yok mu?” diye sordum. “O da gelecekti.”

Başparmağıyla omzunun arkasını işaret ederek “Arabayı park edecek yer bulamadı da evin önünde, beni bırakıp arabayı arka sokağa götürdü. Birazdan gelir,” diye cevap verdi.

“Ah, doğru. Amcamlarla Gökhanların arabası var dışarıda. Ama arkada yer bulur, neyse hadi geç sen içeri.”

Kapının arkasında durup geçmesi için ona yer verdim ve ayakkabılarını çıkarıp içeri girmesini büyük bir dikkatle izlerken “Terlik ister misin?” diye sordum.

“Yok, sağ ol. Böyle iyi.”

“Peki, öyleyse. Sen şöyle geç, amcamlar içeride. Ben de Arel’i bekleyeyim.”

Dudaklarını birbirine bastırıp bir bana bir de açık kapı sayesinde bahçeye baktıktan sonra başını hafifçe salladı ve bana arkasını dönerek büyük salona geçti. Odanın kapısından girene kadar onu izleme fırsatı bulduğum için şanslıydım. Yüzüne bakarak üzerini süzmem pek mümkün değildi çünkü.

Altında açık renk bir kot pantolon, üzerinde ise sütlü kahve renginde kumaş bir ceket vardı. İçeri girerken gördüğüm kadarıyla da içine düz, beyaz bir tişört giymişti. Uzun boylu ve hafif yapılı olduğu için üzerindekileri öyle harika taşıyordu ki kıyafetlerinin sıradanlığının hiçbir önemi kalmıyordu.

“Ağzını kapa Jülideciğim, sinek kaçmasını istemeyiz değil mi?”

Hemen yanımdan gelen alaylı sesi işittiğimde irkilerek arkamı döndüm ve otuz iki diş sırıtan Arel’le göz göze geldim. Dağılmış yüz ifademi hızla toplarken “Ne saçmalıyorsun ya?” diyerek sözlerini anlamamış gibi yaptım ancak imasını anladığımın farkındaydı.

“İkizimin sularına dalışından bahsediyorum. Benim için hiç sorun değil ancak Aral için bir tık fazla olabilir.”

Bir tık, derken gözlerini hafifçe kısmış ve kaldırdığı elinin başparmağıyla işaret parmağını birbirine yaklaştırmıştı. Açıkçası söylediklerini pek umursadığımı söyleyemezdim. Neticesinde Aral’a olan hislerimi bildiğini ima etmişti ve hatta bu sayede Aral’a karşı hissettiğim şeylerle ne yapacağıma karar verebilmiştim. Tabii bu söylediklerine azıcık, ufacık kırıldığımı da inkâr edemeyecektim. Bu halim bile hızlıysa ben ne yapacaktım Allah aşkına?

Derin düşüncelere dalmışken yanağımdan alınan makasla kendime gelerek Arel’in yeşillerine odaklandım. İkizinin aynısı olan gözleri bana Aral’ın gözlerine bakarken hissettiğim onca şeyin birini bile hissettirmiyordu, ne tuhaftı.

“Üzülme bu kadar, Aral görmediği sürece çeneni yere değdirsen de sorun olmaz. Ona karşı hissettiğin şeyler onu bir tık korkutabilir şu an çünkü, biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.” Eliyle ağzına fermuar çekermiş gibi yaptı. “Ayrıca benden sır çıkmaz, bilirsin.”

Sesli bir iç çekerek “Hadi gir içeri, çakma Arslan İbrahimoğlu,” diye homurdandım. “Konuştukça canımı sıkıyorsun.”

Asık suratıma bakıp yüzündeki gülümsemeyi genişletti ve “Seviyorum kız seni,” dedi. “İnşallah sana yenge diyeceğim günler için fazla beklemem.”

Ağzım bu sefer gerçek bir şaşkınlıkla aralanırken Arel şaşkın yüz ifademi keyifle izleyip yanağımdan bir makas daha aldı ve beni kapı ağzında öylece bırakıp içeri geçti.

Bana yenge demek istediğini mi söylemişti sahiden?

Yüzümdeki hayret yerini aptal bir gülümsemeye bırakırken birinin beni görme ihtimaline karşı dudaklarımı dişleyerek gülümsememi bastırmaya çalıştım lakin içimden Arel’in duası için âmin demeyi de ihmal etmedim.

Kapıyı kapattıktan sonra her ne kadar amcamların yanına gidip Aral’ı uzun uzun izleyebileceğim bir yere oturmak istesem de asıl amacımı unutmayarak adımlarımı mutfağa yönlendirdim. Tuana’nın bu yemekten haberi yoktu ve etütten gelince muhtemelen küçük çaplı bir şok geçirecekti ki benim isteğim de tam olarak buydu zaten. Hiç beklemediği anda öyle mutlu olacaktı ki içinde bulunduğu stresi bir geceliğine de olsa unutacaktı.

Mutfağa adım attığım an Yasemin’in yengeme hararetle bir şeyler anlattığına şahit olarak duraksadım, çünkü büyük bir nefretle bahsettiği kişi Uğur’dan başkası değildi.

“Ah ben hastanede olacaktım var ya Sedef abla… Çıkacaktım o uğursuz herifin karşısına, hiç düşünmeden tükürecektim o çirkin sıfatına. Hatta hızımı alamayıp çakardım da ağzının ortasına bir tane, yıllardır bunun hayaliyle yaşıyordum ben ya. Gökhan da tam yemeğe çıkaracak günü bulmuş beni yani!”

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırırken “Yasemin!” diyerek dikkatlerinin bana dönmesini sağladım. Elbette bu konuyu onunla da yengemle de konuşmuş ve ikisinden de ayrı ayrı nefret sözcükleri işitmiştim ancak bu konu kapanmıştı. Çünkü konuşulacak bir yanı yoktu ve ayrıca amcamın bunları öğrenmesini de istemiyordum. Uğur’un hastanede yanıma gelip benimle konuştuğunu duysa, hele de bana söylediklerini bilse soluğu Uğurların evinde alır, onu bir güzel benzetirdi ve kimse de ona engel olamazdı çünkü.

Yasemin burnundan solurken “Ne Yasemin, ne?” diye yükseldi. “Zaten o gün beni arayıp o uğursuz dangalağın geldiğini söylemediğin için hala acayip bozuğum sana, daha da fazla sinirlendirme beni.” Bakışlarını yengeme çevirdi. “Tamay’ın karşısına geçip pişkin pişkin neler söylediğini biliyorsun değil mi? Puşt herif Tamay’ı bırakıp giden o değilmiş gibi onu hiç unutamadığını ve hatta bunu başarabilmek için oradan biriyle evlendiğini, bu kâfi gelmeyince de çocuk peydahladığını söylemiş. Yüzsüze bakar mısın, Sedef abla! Hadi sen aptalsın, başkasına âşık olduğunu bildiği halde bununla evlenen kadın bundan da aptal… Bir ihtimal bu herife olan aşkı gözünü kör etmiş de başkasına âşık olsa da adamla evlenmeyi kabul etmiş desek, o çocuğun günahı ne?”

“Uğur, evlendikten sonra kendisini mutlu eden tek şeyin çocuğu olduğunu söyledi. Yani onu ihmal edeceğini sanmıyorum, öyle biri değil.”

“OYLO BORO DOĞOL.” Gözlerini devirip hırsla soludu. “Öyle biri olmadığı için seni bırakıp gitti zaten canım, öyle değil mi? Ay gözünü seveyim bana şu adamla ilgili en ufak olumlu bir şey söyleme, Tamay. Gözünü seveyim. Utanmaz geçmiş oturmuş karşına, aptal aptal konuşmuş. Adım kadar eminim; azıcık, bak çok azıcık bir karşılık alabilseydi senden Aral’dan ayrılmanı ve onunla birlikte olmanı isterdi.”

Gözlerimi dehşetle belertirken “Yuh ama artık, abartma,” diye söylendim. Şaşkınlıkla kendini işaret etti. “Ben mi abartıyorum?” Bakışlarını yengeme çevirdi. “Sedef abla sen söyle, abartıyor muyum ya? Yok onca yılın hatırına düşman gibi olmak istememeler, yok Tamay’ı aslında hiç unutamadığını anlatmalar falan… Aha da şuraya yazıyorum, bunca yıldır bir kulağı sendeydi bunun. Ne zaman ki hayatında birinin olduğunu duydu, tutuştu. Buraya gelmesinin tek nedeni de ağzını aramaktı, bundan o kadar çok eminim ki.”

“Yasemin artık bunları konuşmanın da bir anlamı yok. Evet, onun da yaptığı ve söylediği şeyler hiç normal değil ama bunu tartışmak bile çok saçma. Üstelik şu an Tamay’ın hayatında başka biri var ve Tamay onunla mutlu. Başka hiçbir şeyin önemi yok şu saatten sonra.”

“Orası öyle ama ben sakin kalamıyorum, Sedef abla. Deliriyorum. Hangi insan bunca yıl sonra gelip böylesine saçmalar? Kimden alıyor bu cesareti ya? Üstelik karısı ne diye tek başına göndermiş bu herifi çalıştığı eski hastaneye? Oradaki en yakın arkadaşı olduğuna göre Tamay’ın hastanede olacağını bilmemesi imkânsız.”

Yasemin’in sözleri karşısında başıma ağrılar saplandığını hissederek alnımı ovalarken yengemin uyarı dolu bir sesle “Yasemin, tamam canım. Hadi çorbayı içeri götür sen,” dediğini işittim ve tam o an hissetmiş gibi arkamı dönerek mutfağın kapısında duran Aral’la göz göze geldim. Bu sefer kıyafetleri sayesinde onu tanımak için saniyelere de ihtiyaç duymamıştım lakin bakışlarını gördüğümde konuşulanları duyduğunu anlamam pek uzun sürmemişti.

Mutfakta gergin bir sessizlik oluştuğunda Aral, konuşması gerektiğini hissetmiş gibi “Ben lavabonun yerini sormak için gelmiştim ama lafınızı böldüm sanırım, kusura bakmayın,” diye mırıldandı.

Sanki aramızda gerçek bir ilişki varmış da ondan bir şeyler saklamışım gibi saçma bir suçluluk duygusu hissederken “Ben sana göstereyim,” diyerek ona doğru ilerledim. Zaten yengemin yanında pot kırmamak için onunla gitmem şu an için en iyi seçenekti.

Aral’ın yanından geçerek üst kata çıkan merdivenlerin diğer tarafına doğru ilerledim ve alt katta bulunan geniş banyonun kapısını açarak içeri girdim. Banyo ışığının anahtarı direkt girişte olmadığı için misafirler genelde ışığı yakmakta zorluk çekerlerdi. Bu yüzden ışığı yakıp banyodan çıkacaktım lakin ışığı açtıktan sonra zorunlu bir tebessümle Aral’ın yanından geçip gideceğim an “Pişman olan,” diyerek ayaklarımın yere çivilenmesine neden oldu. Zihnim o an öylesine karışıktı ki söylediklerine bir anlam veremeyerek kaşlarımı çattım ve yavaşça ona dönüp “Efendim?” dedim.

Yüzündeki ciddiyet dolu ifadeyle “Hani Yasemin dedi ya, bunu hangi insan yapar, diye?” diyerek sözlerini anlamam için biraz duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti. “Pişman olan insan… Pişman olup sahip olduğunu şeyi sonsuza dek kaybedeceğini anlayan insan… Son kez şansını denemezse ölene kadar kendi içindeki hesaplaşmayla başa çıkamayacağını anlayan insan bunu yapar.”

Birkaç saniye boyunca ne diyeceğimi bilemeyerek öylece yüzüne baktım. Bakışları da ifadesi de düzdü, düşüncelerini benden saklıyordu. Bu yüzden ne hissettiğini çözemiyordum ve bu bir miktar canımı sıkıyordu. Aklından geçenleri azıcık da olsa tahmin edebilsem ona göre cevap verebilirdim belki.

En sonunda sırf bir şeyler diyebilmek için “Son pişmanlık fayda etmez, diye boşa dememişler,” diye mırıldandım. Büyük bir umursamazlıkla söylediğim şey onu şaşırtmışa benziyordu ki bunu garipsemedim. Bir fotoğraf yüzünden onun kucağında ağlayan kadındım ben, bu durumu duygudan yoksun bir halde karşılayamayacağımı biliyor olmalıydı. “Hem o son treni kaçıralı gerçekten çok uzun zaman oldu, bunların artık konuşuluyor olması bile çok saçma.”

Bir süre öylece yüzümü inceledikten sonra kafasını usul usul salladı. Uzun zamandır kestirmediği belli olan kumral saçları, bu hareketiyle alnına dökülmüş ve bana inanılmaz bir görsel şölen bahşetmişti.

“Bana söylemedin… Yani onun yanına geldiğini.”

Bana bunu sorduğuna göre Uğur’u gördüğümde ona anlatmamı bekliyordu ki bu durum beni bir tık şaşırtmıştı. Yine de bunu belli edecek herhangi bir davranışta bulunmadım. Nihayetinde yavaş yavaş da olsa bana karşı olan duvarlarını indiriyordu ki bunun durmasını veyahut daha da yavaşlamasını istemezdim.

“Vakit olmadı,” diyerek başımı salladım. Onunla bu konuda konuşmak için özellikle plan yapmamıştım ama muhtemelen yeri geldiğinde anlatmaktan çekinmezdim. Kısacası doğruları söylüyordum. “Yani geleli birkaç gün oldu zaten ve o zamandan beri seninle yüz yüze gelemedik hiç. Açıkçası duyduğum şeyleri hazmetmek için de biraz zamana ihtiyaç duydum.” Hafifçe iç çektim. “Konuşmanın ne kadarını duydun bilmiyorum ama Yasemin her şeyin kısa bir özetini geçti zaten. Fakat yine de benden de dinlemek istersen daha müsait bir anda anlatabilirim, böyle ayakta konuşulacak şeyler değil pek çünkü.”

Kısa bir duraksamanın ardından bakışlarını gözlerimden ayırdı ve pek de kuvvetli olmayan bir sesle “İsterim,” diye mırıldandı. “Sana söylediği şeyleri biraz merak ettim sanırım.”

Çekingen hali dudaklarıma küçük bir tebessüm oturmasını sağladı. “Yasemin’in hararetli konuşmasından sonra normal,” diyerek istediği şeyin çekinmeyi gerektirecek bir şey olmadığını hissettirmeye çalıştım. Zaten benim dileğim de benimle ilgilenmesiydi, her anlamda.

“Neyse, sen işlerini hallet. Tuana da gelir birazdan, son kez masayı kontrol edeyim.”

“Olur.”

Aral’ı lavaboda bıraktıktan sonra kapıyı kapatıp mutfağa gitmek yerine amcamların oturduğu odaya doğru ilerledim. Zaten kapalı mutfak ışığına bakılırsa yengemler de içeri geçmişlerdi.

Odaya girdiğimde Yasemin’in Gökhan’ın yanında oturduğunu ve Sare’yi kucağına aldığını gördüm. Arel tekli koltuklardan birinde oturuyordu, yengemse masanın başında dikiliyordu ki odaya girdiğim an endişeli bakışları beni buldu. Aral’la aramızda gerçek bir ilişki olduğunu sandığından tartışmış olabileceğimizden korkmuş olmalıydı. Bu yüzden yüzüme konumlandırdığım sorun yok gülümsemesiyle yanına gittim.

“Aral, ona daha önce anlatmadığın için sinirlenmedi değil mi?”

Fısıldayarak sorduğu soru üzerine ifademi bozmadan “Sinirlenmedi yenge, merak etme,” diye cevap verdim. “Aral anlayışlı bir adam, bulduğum ilk fırsatta ona anlatacağımdan da şüphe etmeyecek kadar tanıyor beni.”

Fark etmiştim de eskisinden daha rahat yalan söylüyordum artık. Sanırım gerçekleşmesini istediğim şeyleri hayalini kurduğum şekilde anlatmak beni zorlamıyordu.

“İyi bari,” diyerek iç çekti yengem. “Böyle saçma bir mevzu için aranızın bozulmasını hiç istemezdim doğrusu.”

Elimi kaldırıp ince omzunun üzerine bıraktım ve şefkatle okşadım. Annemden sonra bana annelik yapan ikinci kadındı yengem, bu yüzden hissettiği endişenin samimiyetine tüm kalbimle inanıyordum.

“Biz iyiyiz ve olacağız, hiç sıkma o tatlı canını böyle şeyler için.”

Gülümsedi. “Olun zaten. Hep çok iyi ve çok mutlu olun.”

İnşallah yenge. İnşallah.

Konuyu dağıtmayı umarak bakışlarımı masaya çevirdim. “Eksik bir şey kalmadı, değil mi?”

“Kalmadı. Tuana gelince dolaptaki içecekleri de getiririz, her şey tamam olur.”

Saatime bakarak “O da gelir zaten birazdan,” demiştim ki zilin çaldığını işiterek bakışlarımı yengeme taşıdım hızla. “Hah, bak, geldi bile.”

Odadaki bütün bakışların bana döndüğünü hissederek başımı çevirdim ve “Ben Tuana’yı karşılayayım,” diyerek odadan çıktım. Tabii aklım Tuana’ya kaymışken lavabodaki Aral’ı saniyeliğine de olsa unutmuş ve kapı ağzında ona çarpmadan son anda durmayı başarabilmiştim. Odadakilerin bakışlarını sırtımda hissettiğimden telaşla birkaç adım gerileyerek başımı kaldırıp mahcup bir gülümsemeyle Aral’a baktım ve “Affedersin,” diyerek yanından geçip dış kapıya doğru ilerdim.

Kapıya vardıktan ve derin bir nefes aldıktan sonra uzanıp kapıyı açtım ve kız kardeşimle göz göze geldim.

“Dışarıdaki arabalar Yasemin ablamlarla amcamlara mı ait, yoksa yorgunluktan yanlış mı gördüm?”

Yüzümdeki geniş gülümseme oluşurken kapının arkasına geçtim ve “Bilmem,” diyerek omuz silktim. “Neden içeri girip kendin bakmıyorsun?”

“Ya neden bana daha önce söylemedin?” diyerek hızla ayakkabılarını çıkarıp içeri daldı ve çantasını girişteki portmantonun üzerine koyup koşarak içeri girdi. Gülerek gözden kayboluşunu izledikten sonra kapıyı kapatırken içeriden gelen bağırtısını duydum. “Yaaaaa! Hoş geldinizzzzz!”

Şimdiden amacıma ulaşmış olmanın verdiği mutlulukla hızlı adımlarla koridoru aştım ve odaya girdim. Tuana baştan başlayarak herkese sarılıyor olmalıydı ki ben geldiğimde Sare’nin yanağına sesli bir öpücük kondurduktan sonra Gökhan’a sıkıca sarılmış ve Arel’e geçmişti.

Arel’e ve hatta ardından Aral’a sıkıca sarılışı, Gökhan’a sarılışından farksızdı ki Gökhan’la bu seviyeye gelmesi öyle kolay olmamıştı. Oysa ikizlere alışması yalnızca birkaç ay sürmüştü.

Nihayetinde amcamın yanındaki boşluğa oturan Tuana bakışlarını bana taşıyarak “Niye bana hiçbir şey söylemedin?” diye sordu. Sesindeki mutluluğu hissetmemek imkânsızdı.

“Söyleseydim sürpriz olmazdı çünkü tatlım.”

“Sürpriz mi? neden bana sürpriz yapmak istediniz ki?” Bakışlarını yengemle amcamın arasında gezdirdi. “Doğum günüme de daha var.”

Amcam, Tuana’yı göğsüne çekerek saçlarından öptü. “Doğum günleri harici sürpriz yapmak yasak da haberimiz mi yok? Canımız sürpriz yapmak istedi ve yaptık işte.”

“Ay iyi ki yaptınız tontonum, iyi ki. Evin kapısına gelene kadar yorgunluktan ölüyordum, ne zaman sizin arabaları gördüm birden canlandım.”

“Karnınız ne halde peki küçük hanım? O da canlandı mı acaba?”

Tuana, bakışlarını yengeme çevirdi ve avuç içini karnına bastırıp “Kurt gibi açım, kurt,” diyerek başını salladı. “Neler yaptın bana bakalım, yengelerin sultanı?”

“Elini yüzünü yıkayıp gel de masaya geçelim. Böylece sana neler yaptığımızı daha net görebilirsin.”

Tuana hızla ayağa kalkıp “Hemen gidiyorum,” dedikten sonra koşarak odadan çıktığında amcam yüzündeki şefkatli gülümsemeyle ayağa kalktı. “Bizde sofraya geçelim bari.”

Başımı salladım. “Tabii tabii, herkes buyursun lütfen.”

Amcamın ardından diğerleri de sırayla kalkıp tek tek masaya yerleşirlerken Yasemin Sare’yi buraya geldiğinde rahatça yemek yiyebilsin diye Tuana’yla birlikte sipariş ettiğimiz mama sandalyesine oturtup yanındaki sandalyeye yerleşti. Yengemle birlikte çorba servisine başladığımız sıra üzerini de değişmiş bir şekilde içeri giren Tuana’yı elimle durdurdum.

“Dolaptaki içecekleri getirebilir misin?”

“Hemen getiriyorum.”

Tuana cıvıldayarak odadan çıktığında çorba servis etmeye devam ettim. Birkaç dakika içinde herkesin çorbası önüne konduğunda Tuana’nın tepsiyle getirdiği içecekleri masanın yanındaki sehpanın üzerine bıraktım ve Tuana’nın da masaya geçmesiyle kala tek boş yere, yani Aral’ın hemen yanına oturdum. Özellikle ayarladığım bir durum olmasa da bu durumdan oldukça mutlu olduğum gerçeğini de saklamayacaktım.

Tuana, son zamanlardaki depresif halinin aksine eskisi gibi cıvıldayarak konuşuyor ve ağzına yemek atmadığı müddetçe de durmuyordu. Bu sayede masada da hiç durgunlaşmayan bir sohbet havası oluşmuştu ki herkes bu durumdan memnun gibi görünüyordu.

Çorbaların ardından ara sıcaklar, ondan sonra da ana yemekler yenmiş; sıra tatlılara gelmişti. Sare’yi babasına emanet ederek masayı hızlıca toplamama yardım eden Yasemin’le birlikte mutfakta yengemlerin gelirken aldıkları künefeyi tatlı tabaklarına pay ederken “Tuncay abi, Arallara alışmış gibi geldi bana,” diye mırıldandı Yasemin.

“Masadaki uysallığına aldanma,” diyerek hafifçe güldüm. “Muhtemelen Tuana’nın neşesi ona diğer görevlerini unutturdu. Yoksa Arallar gelmeden evvel nerede kaldıkları konusunda söylenip her zamanki gibi laf sokuşturdu başkomiserime.”

Yasemin’in bıçak tutan eli havada kalırken imalı bakışları bana döndü. “Başkomiserin?”

Sırıttım. “Evet. Ona böyle demek çok hoşuma gidiyor.”

“Aman aman aman! Ağzınızın tadı bozulmasın Tamay Hanım.”

İç çekerek başımı salladım. “Tat bozulmasına gelemedik daha ama…”

Kaşları havalandı. “Ama?”

Kontrol amaçlı mutfak kapısına kısa bir bakış atıp tekrar Yasemin’e döndüm ve ne olur ne olmaz diyerek sesimi bir tık daha kıstım. “Onu lavaboya götürdüğümde Uğur’u sordu bana. Hatta ona neden anlatmadığımı bile sordu.”

“Şaka yapıyorsun?” diye yükseldiğinde hızla işaret parmağımı dudaklarıma götürdüm ve “Şşt,” dedim. “Bağırma, duyacak şimdi herkes.”

Ellerini hararetle sallarken “Ay, tamam, tamam, affedersin,” diyerek başını salladı ve bana biraz daha yaklaştı. “Ama bu da heyecan yapılmayacak bir şey değil ki. Tamamen kendi hür iradesiyle seninle ilgili bir şeyi merak etmiş, hatta ona anlatmanı beklemiş. Ay, harika!”

Yasemin’in tavrı beni biraz daha umutlandırmıştı ve bu da küçük bir yanımın korkmasına neden olmuştu. Bunu onunla da paylaştım. “Boşa ümitlenmek istemiyorum Yasemin, o yüzden çok da sevinmek istemiyorum.”

Elini dostane bir tavırla omzuma bırakırken “Çok haklısın güzelim, bunları düşünmen çok normal,” diyerek beni onayladı. “Ama inan bana bu tavır Aral gibi biri baz alındığında gerçekten büyük bir olay. Yani umutlanabilirsin. Ayrıca sonra ne oldu? Yani sana bunları söyledikten sonra sen ne dedin?”

“İsterse daha uygun bir zamanda olanları baştan anlatabileceğimi söyledim.” Kısa bir an duraksadım ve Yasemin’in hevesle devam etmemi beklediğini görünce hafif bir gülümsemeyle “İstediğini söyledi,” diye ekledim.

Heyecanla el çırptı. “Ay oldu bu iş, vallahi oldu!”

“Tamam, sakin ol, tamam,” diyerek sesli bir şekilde güldüm. Neşem katlanmıştı doğrusu. “Abartmayalım lütfen.”

“Bence kutlama bile yapmalıyız,” diyerek gözlerini belertti. “Ki şunu da belirtmek isterim ki, bu isteğimin tek sebebi başkomiserinin tavrı değil. Sinirimi atlatmam pek kolay olmadığı için sana söylemeye de fırsatım olmadı ama şu anki mutluluğumun en büyük sebebi o uğursuz herifi onca zaman sonra ilk kez canlı olarak görmene ve konuşmana rağmen bunu umursamadın. Söylediği şeylere yeterli tepkiyi koymadın aslında; bizden daha fazla deliye dönmen gerekirdi, yapmadın. Bu kadar sert olduğum için şimdiden özür diliyorum ama adam hayatını boka çevirdi, sonra da başkasından çocuk yapmasına rağmen sana gelip sana duyduğu aşktan bahsetti. O herifi oracıkta gebertmen lazımdı ama sen ne yapmışsın? Herif seni asla atlatamadığını söylerken karşısında umursamazca domates çorbası içmişsin! Müthiş bir olay ya, harika!”

Söylediklerini düşündüm. Haklıydı. Eski ben olsaydım Uğur’un söylediklerinden sonra haftalarca, belki de aylarca kendime gelemezdim. Bizden bile isteye aldığı gelecek için gözyaşları dökerdim. Oysa ben ne yapmıştım? İlk anda sinirlenmiş ve Uğur’a tepki göstermiş olsam da normalde yaşamam gereken hiçbir şeyi yaşamamıştım. Şaşkınlığım ve kabullenmem biraz zamanımı almıştı sadece, bunun dışında ona kafa yormamıştım bile. Çünkü aklımda da fikrimde de gönlümde de tek bir şey vardı.

Yeşil gözlü bir başkomiser.

“Tamay… Geçmiş olsun güzelim. Seninki hoşlantıyı geçeli çok olmuş.”

Yasemin’in sesiyle daldığım düşüncelerden ayrılarak “Ne?” dedim.

Genişçe gülümsedi ve uzanıp yanağımdan makas aldı. “Sen başkomiserine âşık olmuşsun.”

İnkâr edebilmek için ağzımı araladım ancak dilimden tek bir kelime dahi dökülmedi. İnkâr etmem demek yalan söylemem demekti ve bunu biliyordum. Bunu, bocaladığımı fark eden Yasemin de biliyordu. Bu yüzden sıcak bir gülümsemeyle “Olmuşsun ama bunu henüz kabullenememişsin,” dedi. “Belki de ilk kez ben sesli bir şekilde dile getiriyorum, o yüzden bir şey diyemiyorsun. Bu da çok normal, gerçekten çok uzun zamandır yeni birine karşı bir şeyler hissetmiyorsun. Bunu kabullenmen zaman alabilir. Ben hep yanında, seninle olacağım. Aklından geçirip dile dökemediğin şeyler için burada olacağım. Çünkü sen benim yalnızca arkadaşım değilsin, kız kardeşimsin. Yani Tuana bir, ben iki.”

Gözlerim dolarken dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım ve uzanıp ona sıkıca sarıldım.

“İyi ki varsın, canımın içi.”

“Sen de iyi ki varsın güzelim benim.”

“Oho biz bu kızlardan tatlı bekleyelim, onlar burada sarılıp öpüşsün.”

Yengemin sitemli çıkarmaya çalıştığı ancak asla başaramadığı sesiyle Yasemin’den ayrılarak yengeme baktım.

“Kıskandıysan direkt söyle yengem, sana da sarılırım.”

Yengem başını sallayarak “Yasemin’i mi kıskanacağım kız? Yok artık,” dedi ve tatlı tatlı güldü. Kıskanmadığını biliyordum tabii ki ama yine de gidip kollarımı etrafına sardım ve yanağına uzun bir öpücük kondurdum. Çok seviyordum onu. Çok, çok seviyordum.

“İçeridekiler tatlı diye mutfağı basmadan evvel gitsek iyi olur, hanımlar,” diyerek araya girdi Yasemin. “Ben şu tepsiyi götürüyorum. Siz de kalanları getirirsiniz.”

Yasemin mutfaktan çıktığında kalan tatlıları bölüşerek tepsileri yengemle birlikte kucakladık ve içeri geçtik. Herkes aynı yerinde oturmaya devam ettiği için tatlıları dağıtmakta zorluk çekmemiştik. Yalnızca uykusu geldiği fazlasıyla belli olan Sare’yi, Gökhan zapt etmekte biraz zorlanıyordu ki Yasemin’ tatlısını yedikten sonra Sare’yi benim odamda uyutmasını teklif etmiştim. Bunu mantıklı bulduğundan tatlısını hızlı hızlı yerken masadaki konu Tuana’nın etrafında dönmeye devam ediyordu. Şöyle de bir gerçek vardı ki Tuana’nın aklını ne film ne kitap ne de bunlar gibi aktiviteler dağıtabiliyordu. Kız kardeşime en iyi gelen şey ailesiyle birlikte güzel vakit geçirmekti. Anne babasız büyümüş olmak onda böyle bir etki bırakmıştı ve bunu en iyi bilen kişi olarak ona istediği şey her ne ise vermeye çalışıyordum.

“Yemekten sonra her zamanki gibi televizyondan karaoke açıyoruz ve dans ediyoruz. Anlaştık, değil mi?”

Tuana’nın isteği üzerine hepimiz ona döndük. Bu bizim alışık olduğumuz bir şeydi lakin Aral’la Arel hafif duraksamıştı. Gerçi tango yaptığımız geceden sonra böyle alışkanlıklarımız olduğunu anlamaları gerekirdi.

Yasemin ağzındaki lokma çok büyük olduğu için ellerini ağzının önüne siper etti ve “Bana uyar ama önce Sare’yi uyutmam lazım,” dedi. Aslında bana da uyardı, bizimkilerle şarkı söyleyip saçma sapan danslar etmek çok eğlenceliydi ancak Aral’ın da burada olup beni izleyecek olması beni bir tık germişti doğrusu. Gerçi Sadullahların evinde Demet’le ettiğimiz dansı izlemiş olduğu için bu duruma şaşıracağını sanmıyordum ancak yine de çekiniyordum.

“Tam olarak ne olacağını anlamadım ama bana da uyar,” diyerek güldü Arel. Ona uymayan şeyle karşılaşamamıştık bu zamana kadar zaten.

“Pek bir numarası yok aslında. Sırayla şarkı söyleyip dans edeceğiz ama genelde çok eğlenceli vakit geçiririz.”

Gökhan’ın sözlerinin ardından yengem lafa karışarak “Bize de uyar,” dedi. Amcam önce yengeme ardından da Arallara kısa bir bakış attıktan sonra herhangi bir mimikte bulunmadan kısaca başını salladı ve tatlısını yemeye devam etti. bir şey belli etmemeye çalışmasına rağmen artık aile içi etkinlik haline gelen bu aktiviteye ikizleri de katacak olmamızın hoşuna gitmediğini anlamıştım ancak yapacak bir şey yoktu. Çünkü benim uzun vadedeki niyetim Aral’ı gerçek manada çekirdek ailemize katmaktı.

Yasemin herkesten evvel tatlısını bitirdikten sonra Gökhan’ın kucağındaki kızını alıp üst kata çıktı. Onun ardından tatlısını bitirip kalkan Tuana da büyük bir hevesle simli taşlarla süslü mikrofonunu almak üzere odasına koşturdu.

Doğrusunu isterseniz Aral’ı simli bir mikrofonla şarkı söylerken hayal edemiyordum.

Ancak onu şarkı söylerken dinlemek için de büyük bir sabırsızlık duyuyordum, tabii söylemeye karar verirse.

Tatlılardan sonra amcamlar masadan kalkıp oturma gruplarına yönelirlerken yengemle biz de çabucak tabakları toplayıp mutfağa girdik ve hummalı bir çalışmayla bulaşıkları makineye dizdik.

Elimdeki son bardakları da makineye koyacağım sıra “Yardım edebileceğim bir şey kaldı mı?” diyerek mutfağa girdi Yasemin. Cevap vermeme kalmadan etrafı kısaca süzdükten sonra omuzlarını düşürüp “Kusura bakmayın lütfen, Sare’yi uyutmak her zamankinden zor oldu,” dedi mahcupça. “Her zamanki gibi yerini yadırgadı.”

“Sorun değil, tatlım,” diyerek gülümsedi yengem. “Biz de kız kıza sohbet ederek çabucak bitirdik zaten.”

Başparmağımı havaya kaldırarak yengemi işaret ettim. “Kesinlikle öyle.”

“Peki, madem ama Tuncay abi kahve isterse ben yaparım ona göre.”

Yengem gülümseyerek Yasemin’in koluna girdikten sonra onu mutfak çıkışına doğru ilerletti. “Anlaştık.”

Onlar mutfaktan çıktığında ben de son kez etrafa bakınıp her yerin derli toplu olduğuna kanaat getirdikten sonra ışığı kapatarak içeri geçtim.

Tuana çoktan televizyonun başına geçmiş ayarlama yapıyordu. O meşhur taşlı ve yer yer pembe tüylerle kaplı mikrofonu da Aral’ın oturduğu koltuktaydı. Usulca ilerleyip yengemin yanına otururken bakışlarım Aral’ın mikrofona takılı yeşillerine takıldı. Mikrofona gizlemeye çalıştığı bir dehşetle baktığını görünce kahkaha atmamak için dudaklarımı dişlemem, üstüne de elimle ağzımı kapatmam gerekmişti. Bu adamı izlemek bile ayrı bir keyif veriyordu bana ya.

“Evet, televizyon hazır!”

Tuana ellerini çırparak bizden tarafa döndüğünde bakışlarımı Aral’dan alarak kız kardeşime çevirdim. O ise koltukların arasındaki geniş sehpaya bakıyordu. Bir şeyler düşündüğünü belli edercesine gözlerini kıstıktan sonra başını kaldırıp “Arel abi şunu kenara çekmeme yardım eder misin?” diye sordu. Arel, hızla ayaklanırken kibar bir sesle “Tabii ki,” diyerek sehpanın diğer köşesine geçti ve Tuana’nın pek de yardım etmesine gerek kalmadan sehpayı kenara çekti. İşte şimdi dans pistimiz hazırdı.

Arel yerine geçerken “İlk kim başlıyor?” diye sordu, Yasemin. Oldukça hevesli görünüyordu.

Tuana, Aral’ın yanındaki mikrofonunu eline aldıktan sonra “Tabii ki ben!” dedi ve kumandayla söylemek istediği şarkıyı açıp yönünü bize döndü. Çünkü bu onun söylemeyi en sevdiği şarkılardan biriydi ve bu yüzden sözlere bakmaya gerek duymuyordu.

Evin içinde duyulmaya başlayan müzik, Aral ve Arel harici kimseyi şaşırtmazken Tuana’nın eliyle beni işaret ederek şarkıyı söylemeye başlamasıyla gülerek başımı salladım.

Kapkara gözlerle yaktın sineden

Aşkınla tutuşup yandım çingenem

Ruhumu koparıp aldın bedenden

Uğuruna sararıp soldum çingenem

Sesi pek iyi olmayabilirdi lakin bu, Tuana’nın dünyanın en iyi şarkıcısıymış gibi hareketlerde bulunmasını engellemiyordu. Üstelik insanı gaza getiren, dans etmek isteten bir havası vardı. Buna karşı koyamayan ilk kişi Yasemin olurken ansızın kolumdan tutarak beni de ayağa kaldırmasıyla kendimi herkesin ortasında bulmuştum.

Tuana, büyük bir coşkuyla şarkıyı söylemeye devam ederken nakarat kısmında elini mikrofon gibi kullanan Yasemin de bana ithafen şarkıya eşlik etti.

Çingenem çingenem, kara gözlü çingenem

Aşkınla tutuşup yandım çingenem

Evet, kendimi kasmam buraya kadardı. Hatta iyi bile dayanmıştım. Yasemin’in gözlerinin içine bakarak kıvırmaya başladığımda Yasemin küçük bir çığlık atarak daha büyük bir hevesle dans etmeye başladı.

Tuana, nereden çıkarttığını fark edemediğim tüylü, süs atkısını amcamın boynuna dolayarak şarkıyı söylemeye devam ederken amcam da el çırparak ona eşlik etti. Bu alışıldık bir görüntüydü, hatta yeri gelince amcam kendini ortaya atıp kıvırtabiliyordu bile ama Arallar buradayken böyle bir şey yapmayacağını biliyordum.

Oturduğu yerde dans etmek yetmemiş olacak ki Gökhan da ayağa kalkıp aramıza karıştığında onu Arel takip etti ve oda cümbüş yerine döndü. Allah’tan Sare’nin uyuduğu oda yukarıda ve buraya ters bir noktadaydı da gürültüyü duyması pek mümkün değildi.

Tuana, bir assolist gibi kıvırtarak hepimizin arasında dolanırken tüm kalbimle arkamı dönüp Aral’a bakmak istiyor ancak cesaret edemiyordum. Evet, Arel’in hızla uyum sağlayabileceği bir ortamdı ancak Aral için durum farklıydı. Yine de şarkının sonlarına doğru cesaretimi topladım ve dans etmeye devam ederek arkamı dönüp bakışlarımı Aral’a çevirdim.

Beni izliyordu.

Ve dudakları yukarı doğru kıvrıktı.

Bu görüntü içimdeki umudu da cesareti de onla çarparken yüzümdeki gülümsemeyi genişlettim ve yeşillerine bakıp oyunbaz bir ifadeyle ellerimi iki yana açarak omuzlarımı salladım. Resmen adama cilve yapıyordum ve itiraf etmeliydim ki bunu yapmak çok hoşuma gidiyordu!

Aral, bir anlığına bana bakakaldıktan sonra kafasını iki yana sallayarak tatlı bir tebessümle elini yüzüne kapadığında ağzım gülümsemekten yırtılacak hale gelmişti. Kalbimin koştuğu maratondan bahsetmiyordum bile.

Kırılıyordu. Yemin ederim hissediyordum, kendini hapsettiği hücrenin demirleri tek tek kırılıyordu.

Tuana, şarkıyı tiz bir sesle bitirdiğinde salonda bir alkış ve ıslık tufanı koptu. Herkes kocaman sırıtıyor, mutlu görünüyordu. Üstelik bu ilk şarkı kimseye yetmemişti. Bunu “Sıra bende!” diyerek Tuana’nın elindeki mikrofonu kapan Gökhan’dan da belli oluyordu.

Amcam oturduğu yerden “Ah, olamaz,” diyerek kafasını salladığında ikizler ve Gökhan haricinde herkes kahkahalara boğuldu. Çünkü Gökhan’ın o yakışıklı sıfatının aksine sesi bir hayli kötüydü. Yine de o şarkı söylerken delicesine eğlendiğimizi saklayamayacaktım.

Gökhan yapmacık bir alınganlıkla amcama bakarak “Sana bol bol teessüflerimi sunuyorum Tuncay abi,” diyerek başını salladı. “Ama ne yaparsan yap hevesimi kıramayacaksın!”

“İşte cesaret, işte feraset, işte adam gibi adamlık! Ben arkandayım Gökhan abi, seni yıldırmalarına sakın izin verme.”

Tuana, balkon konuşması yapan siyasetçiler gibi bir üslup takınarak Gökhan’ı gazladığı yetmezmiş gibi amcamın boynuna doladığı tüylü atkıyı alıp Gökhan’ın omuzlarına sardı. Bunun üzerine iyice havaya giren Gökhan, Tuana’nın başına küçük bir öpücük kondurup kulağına eğildi ve muhtemelen açmasını istediği şarkıyı söyledi. Tuana da hızla başını sallayıp televizyona koşturdu.

Aral, amcam ve yengem harici hepimiz ayaktaydık ve açılacak şarkıyı bekliyorduk ki bu çok da uzun sürmemişti. Odayı dolduran şarkı eşliğinde kendimi tutamayıp koca bir kahkaha patlatırken Yasemin gözlerini devirdi.

“Aşkım yine mi bu ya? Azıcık vizyonunu genişletsen mi artık?”

Gökhan elindeki koca mikrofonla bir sağa bir sola dans ederken çoktan havaya girmişti.

“Bazı şeyler değişmemelidir, bu şarkı da aramızdaki o yüce aşkın en güzel sembollerinden biri. Hem dur, oyalama beni ya! Sözleri kaçırmak istemiyorum.”

Herkes Gökhan’ın bu laflarına gülerken Gökhan omuzlarını sallayarak televizyona döndü ve ekranda dönen yazıları okumaya başlayarak parmağıyla Yasemin’i işaret etti.

Dinle, bu şarkım sana dinle

Söyle, nasıl sevdiğimi söyle

Amcam, Gökhan’ın sesine dayanamayarak kulaklarını kapadığında, yengem oturduğu yerde kahkahalara boğulmuştu bile. Bense dans etmeye çalışıyordum ancak Gökhan’ın tam bir keko gibi Yasemin’e el kol hareketleri yaparak şarkı söylemesi o kadar komikti ki gülmekten düzgün hareket edemiyordum.

Yanmışım sönmüşüm ellerinde

Bitmişim tükenmişim gözlerinde

Arel’le Tuana birlikte dans etmeye başladıklarında bakışlarımı hala oturmakta olan Aral’a çevirdim. Bu sefer bana değil, kardeşimle dans eden ikizine bakıyordu ancak yüzündeki o ince tebessüm yerini koruyordu. Aslında gidip onu dansa kaldırmak istiyordum ama bu kadarının ona fazla gelebileceğinden endişelendiğimden buna cesaret edemiyordum.

Tutsak, bu gönül sana tutsak

Yasak, başkası sana yasak

Müptela oldum aşka seninle

Kayboldum gözlerinde

Uçurumsun sen bu bedende

Her şeyi bırakıp bir köşeye

Yanmaya hazırım ben seninle ateşlerde

Aral’ı zorlamamaya karar verdiğimden yerimde salınarak arkama döndüm ve yengemin yanına gidip elinden tutarak ayağa kaldırdım. Aral’la dans edemiyorsam yengemle ederdim ben de, ne yapayım?

Şarkıya eşlik ederek yengemi etrafında döndürürken Aral’ın bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım. Yeşillerinin bana odaklı olduğunu sevdiğimi fark ettiğim için bunun bozulmasını istememiştim doğrusu.

Şarkı bittiğinde odanın içini bir kez daha alkış sesleri doldururken amcam “Çok şükür bitti,” diyerek ellerini kulaklarından çektiğinde hepimiz güldük. Çünkü oturduğu koltukta hafifçe kıpırdandığını ve aslında kulaklarını tam kapatmadığı için her şeyi oldukça net bir şekilde duyduğunu hepimiz biliyorduk çünkü.

Gökhan, elindeki mikrofonu Tuana’ya teslim ettikten sonra boynundan sarkan tüylü atkıyı çıkarıp amcama fırlattı. “Şu an susuyorsam bunca yıllık tanışlığımızdan, başka bir şeyden değil Tuncay abi.”

Attığı komik tripten sonra Yasemin’i de alarak koltuklardan birine oturduğunda ben hala gülmekle meşguldüm. Tuana’nın bahanesiyle bu geceyi organize etmiştim belki ancak benim de böyle bir gece yaşamaya ihtiyacım olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti.

“Ee, şimdi kim söylüyor?”

Tuana’nın sorusuyla herkes birbirine bakmaya başlayınca yengem ansızın araya girdi.

“Aral söylesin bence.”

Aral, büyük bir şaşkınlıkla yengeme bakakalırken ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı birbirine bastırdım.

“Ben mi?”

“Hımhım,” diyerek başını salladı ve ilerleyip amcamın yanına oturdu yengem. “Tamay, sesinin çok güzel olduğundan bahsetmişti bize. Eğer senin için de sorun yoksa dinlemeyi çok isterim.”

Aral’ın bakışları bana döndüğünde istemsizce gerildim. Evet, yengemle havadan sudan konuştuğumuz sırada nasıl olduysa ağzımdan bu detayı kaçırmıştım ancak ben de bir kere dinleme şerefine nail olabilmiştim zaten. Gerçi onda da radyoda çalan şarkıya eşlik ettiğinden tam dinlemiş sayılmazdım bence.

Kendini söylemek zorunda hissetmesin diye bakışlarımı kaçırarak yerdeki halıya odaklandım. Aral’ın içinden gelmeyen bir şey yapmasını istemiyordum lakin sesini duymayı da her şeyden çok istiyordum. Bakışlarımdan bunu anlamasından korkmuştum aslında.

Odanın içindeki kısa süren sessizliği bozan Aral oldu. “Özellikle söylememi istediğiniz bir şey var mı?”

Duyduğum soru sonrasında Aral’a bakmak için hevesle başımı kaldırmıştım ki Arel’le göz göze geldim. Yüzünde buruk bir tebessüm vardı ve yanlış yorumlamıyorsam eğer bana minnetle bakıyordu. Ama neden?

“MFÖ’den Sarı Laleler’i söyleyebilir misin?”

Bu soruyu soran yengem değil, amcamdı ve bu da şaşkın bakışlarımın amcama dönmesine neden oldu. Bu şarkı yengemle ikisinin şarkısıydı ki bunu da öyle kolay kolay herkesten istemezdi. Yani tam da şu an amcamın, Aral’a karşı olan o yüksek duvarlarını kırmaya başladığı andı ve bunu ikizler dışındaki herkes anlamıştı.

“Tabii,” diyerek başını salladı Aral. “Söylerim.”

“O halde ben hemen şarkıyı açıyorum!”

Tuana büyük bir coşkuyla televizyona koşturduğunda Yasemin ve Gökhan’la birlikte üçlü koltuğa yerleştim. Arel de kendini tekli koltuğa atarken şarkıyı ayarlayan Tuana mikrofonunu Aral’a uzattığında, Aral burnunun ucunda duran mikrofona tuhaf bakışlar atıp başını iki yana salladı.

“Böyle iyi.”

“Sen bilirsin, enişte,” diyen Tuana diğer elindeki kumandayı televizyona çevirdi ve “Başlatıyorum,” diye haber verdikten sonra şarkıyı açtı. Odayı hafif tonlarda bir müzik doldurmaya başladığında Aral kendini oturduğu koltuğun ucuna itti ve ellerini kucağında kavuşturduktan sonra televizyona bakmadan şarkıyı söylemeye başladı.

Uykulu gözlerle döndüm rüyamdan

Sana sarı laleler aldım çiçek pazarından

Sen olmasan buralara gelemezdim ben

Sevemezdim bu şehri, anlamazdım dilinden

Sesi… O kadar güzeldi ki, Arel haricindeki herkes hafif şaşkın bakışlarla bakıyordu Aral’a. Bense şaşırmadan ancak kelimenin tam anlamıyla mest olarak dinliyor ve izliyordum onu.

Nasıl bir sevdaysa bu karşı koyamam

Dayanamam, kıskanırım, seni paylaşamam

Satırlar uçar gider aklımdan

Sana sarı laleler aldım, çiçek pazarından

Tuncay amcam usulca ayağa kalkarak elini yengeme uzattığında, yengem yüzündeki o güzel tebessümüyle elini amcamın avucunun içine bıraktı ve kendisini yönlendirmesine izin vererek sehpayı kaldırdığımız boşlukta amcamla birlikte dans etmeye başladı. Amcamların ardından Gökhan ve Yasemin de dans için kalktıklarında, Tuana da mikrofonunu oturduğu koltuğa bırakıp ayaklandı ve Arel’i dansa kaldırdı.

Aral, bakışlarını birbirine kavuşturduğu ellerinden ayırıp dans edenlere, ardından da bana çevirdi ve onu izlediğimi gördü ancak bunu zaten biliyormuşçasına herhangi bir tepki vermedi. Hatta şarkının kalanını gözlerimin içine bakarak söyleyip kalbime kast etti.

Şarkı bitene kadar gözümü kırptığımı bile fark etmemiştim. Öyle yoğun şeyler hissediyordum ki duygularım kalbime ağır geliyordu. Yasemin haklı mıydı? Ben kendimi hoşlantı diyerek oyalarken çoktan âşık olmuş muydum Aral’a?

Odada kopan alkışla bakışlarımız birbirinden koparken nefessiz kalmışçasına derin bir nefes çektim içime. Sahi ne yapacaktım ben bu adamla?

Herkes sırayla Aral’a övgü dolu sözcükler söyleyerek yerlerine geçerken sessizce oturmaya devam ettim. Bir şey deme ihtiyacı duymuyordum, bakışlarım içimden geçenleri anlatmıştı çünkü.

“Tamay, benim kahve saatim mi geldi acaba?”

Amcamın sesiyle bakışlarımı ona çevirdiğimde Yasemin benden önce davranarak ayaklandı.

“Bu geceki kahven benden Tuncay abi.”

“Olur,” diyerek memnuniyetle başını salladı amcam. “Senin ellerinden kahve içmeyeli bayağı olmuştu zaten.”

Yasemin hevesle başını salladıktan sonra diğerlerine döndü. “Herkese yapıyorum o zaman?”

“Ben istemiyorum,” diyerek oturduğu yerde geriye doğru yaslandı Tuana. “Kahve içmekten içim dışıma çıktı zaten.”

Ne kadar uğraşırsak uğraşalım onu ancak bu kadar uzaklaştırabiliyorduk sınav stresinden…

“Pekala, o zaman Tuana harici herkese yapıyorum. Nasıl istiyorsunuz kahvelerinizi?”

“Fark etmez bana,” diyerek başını salladı Arel.

“Bana da,” diyerek ikizine katıldı Aral.

Diğerlerinin ağzından da aynı sözcükler döküldüğünde Yasemin odanın çıkışına doğru ilerledi. Ben de ona yardım edebilmek için ayaklanıp peşine düştüm. Mutfağa girerek kahve malzemelerini çıkardığımız sıra “Başkomiserinin sesi de sesmiş yalnız,” diyerek kalçasıyla bana vurdu Yasemin. “Tuncay abi bile mest oldu.”

“Evet,” diyerek iç çektim. “Harika bir sesi var.”

Kalçasıyla bir kez daha vurdu bana. “Şarkıyı sana bakarak söylediğini de fark etmedim değil, ona göre.”

Elimdeki kahve kavanozunun kapağını açtıktan sonra duraksayarak Yasemin’e döndüm. “Sen de fark ettin, değil mi?”

Hevesli halim onu gülümsetti. “Ettim tabii ya. Bak aha da şuraya yazıyorum, bu adam senden etkileniyor. Öyle hoşlantıydı, aşktı, falandı, filandı, bilmem ama bir şeyler olduğu ke-sin.”

Son kelimesine yaptığı vurguyla derin bir iç çektim. “Umarım haklısındır, yoksa halim hal olmayacak Yasemin.”

Elini omzuma koyup hafifçe sıktı. “Sen bana güven, bu sefer mutlu olacaksın. Hem de çok mutlu olacaksın.”

Dudaklarımı birbirine bastırarak seslice iç çektim. Kendimi kaptırmamaya çalışıyordum ancak bunun gerçek olmasını da çok istiyordum.

Kahveleri yaptıktan sonra fincanları tepsiye doldurduk. Tuana için de süt ısıtmış ve içine bal katmıştım. Kahve dolu tepsiyi Yasemin, sularla sütün olduğu tepsiyi de ben aldım ve içeri geçtik.

Orta sehpa yeniden eski yerine konumlandırılmıştı, demek ki eğlence saatimiz bu kadardı ki saat de geç olmaya başlamıştı zaten. Muhtemelen kahvelerden sonra herkes ayaklanmaya başlardı.

Kahveleri ve suları dağıttıktan sonra Tuana’ya da sütünü vererek yeni oturma düzeninde boş kalan tek yere, yani Aral’ın yanına geçtim ki diğer yanında da Tuana oturuyordu zaten.

Odada amcamın açtığını tahmin ettiğim işlerle alakalı bir mevzu dönerken Tuana’nın kısık bir ses tonuyla “Koluna ne oldu enişte?” dediğini işiterek bakışlarımı anında Aral’a çevirdim. Kahve fincanını tutan kolunu hafifçe çevirip bileğinin iç kısmına kısa bir bakış attı ve umursamaz bir ifadeyle “İki gün önce yakmıştım,” diye mırıldandı.

Yanık izinin büyüklüğü endişelenmeme neden olurken kendime hâkim olamayarak uzandım ve başparmağımı yara izinin kenarına dokundurdum. Okşamış da olabilirdim. “Nasıl yaktın?” diye sorarken bakışlarım hala izdeydi, sesim de endişeli çıkmıştı. Aral’ın usulca yutkunduğunu duydum.

“Evde yemek yaparken tavaya dokundum yanlışlıkla.”

En azından operasyon sırasında falan olmamıştı ki bu içimi ferahlatmıştı. Yeni bir yaralanma durumuyla karşılaşmak istemiyordum çünkü.

“Yanık kremi falan sürüyorsun, değil mi?”

Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda göz göze geldik. Yeşillerinin böylesine can yakıcı olması haksızlıktı.

“Arel sürüyor bir şeyler.”

Kaşlarım çatılırken “Niye sen sürmüyorsun?” diye sordum ki sesimin hafiften sert çıkmasını engelleyememiştim ve bunu fark etmişti.

“Kendi kendine de geçer çünkü, gerek yok.”

Tuana, aldığım cevap karşısında sinirlendiğimi fark edip dudaklarını birbirine bastırarak Aral’dan hafifçe uzaklaştığında kafamı usul usul salladım ve gözlerinin içine bakarak “Beni deli ediyorsun,” diye mırıldandım. Hiçbir şey yapmadan beklemekle, yaraya tedavi uygulamanın arasındaki farkı bildiğinden adım gibi emindim. Bu yüzden herhangi bir açıklamada bulunmadan yalnızca sinirimi belli ettim. “Ve muhtemelen yakın bir zamanda kendimi daha fazla tutamayıp seni bir güzel döveceğim.”

Koltuğun öbür ucundaki Tuana kıkırdamasını süt bardağını ağzına götürerek durdurmaya çalışırken Aral’ın da dudağının kenarı havalandı. “Döv artık da sen de rahatla ben de be, Doktor.”

Kaşlarımı çatarak gözlerinin içine baktım. “Beni ciddiye almıyorsun ama bu işin sonu hiç iyi bitmez, söyleyeyim.”

Çehresindeki hafif muzip ton yok olurken dalgın bir ifadeyle baktı bana. “Emin ol Doktor, son zamanlarda en çok ciddiye aldığım kişi sensin.”

Sözleri kalbimde duraksamaya neden olurken amcamın abartılı öksürüğüyle dikkatim dağıldı ve o an Aral’a gereğinden fazla yaklaştığımı fark ettim. Bakışların üzerimize çevrildiğini hissederek hızla kendimi geriye çektiğimde Aral hiçbir şey olmamış gibi yeşillerini kaldırdı ve amcama baktı. Bense kahve fincanımı kafama diktim. Utanmıştım.

Yengem, Yasemin’e sorduğu bir soruyla ortamdaki sessizliği bozarken ben de sessizce ecza dolabındaki merhemleri hatırlamaya çalışıyordum. Aral’ı zorlamam gerektiğinin farkındaydım çünkü.

Gökhan, kahveler içildikten sonra yarın sabah önemli bir ameliyata gireceği için ayaklandığında Yasemin Sare’yi almak üzere üst kata çıktı. Saat on bire geldiği için amcamların da kalkması gerektiğini biliyordum, çünkü amcam da erkenden işe gidiyordu ve genelde gece yarısı oldu mu yatardı ancak Arallar gitmeden kalkmak istemeyeceğini de biliyordum. Bu yüzden Yaseminleri yolcu ederken usulca yengemin yanına yanaşıp kulağına eğildim ve durumdan bahsettim. Olanlar hakkında Aral’la daha detaylı konuşmaya ihtiyacımız olduğunu söylemem onun için yeterliydi.

Biraz zor olsa da yengem amcamı kalkma konusunda ikna ettiğinde Tuana’yla birlikte geçirdik onları. Amcam bize sıkı sıkı sarıldıktan sonra kulağıma eğilerek “Çok geçmeden gönder şunları da,” diye fısıldadı kulağıma. “Yengen birden gidelim diye tutturmasa onlar kalkana kadar gitmezdim ben ama. Neyse artık.”

“Olsun amca, yengemin önemli işleri var demek ki. Hem onlar da işe gidecek yarın, birazdan kalkarlar.”

“Bizden sonra çok tutma, hemen gönder onları. Tamam mı, kızım?”

Yengem gözlerini devirerek amcamın koluna girdikten sonra “Kovsun istersen, Tuncay!” diye sitem etti. “Bırak otursunlar hep birlikte işte, aa!”

Amcam, sinirli sinirli ona bakan yengem karşısında yumuşayarak “Tamam, karıcığım. Ne dedim ben yahu?” dedi ancak bakışları bana döndüğünde kaş göz hareketleri yapmayı da ihmal etmedi. Çok tatlı bir kıskançtı yahu.

Biraz zor da olsa amcamları da yolcu ettiğimizde Tuana’yla birlikte içeri geçtik. Ben, Aral’la rahatça konuşabileceğimiz yerleri düşünürken Tuana hızlı adımlarla ilerleyip telefonuyla uğraşan Arel’in yanına bıraktı kendini.

“Aa, ne oyunu bu?”

“Savaş.”

Arel’le Tuana kendi aralarında konuşurlarken Aral’ın bakışlarını üzerimde hissederek ona döndüm ve küçük bir iç çekmeyle “Gel, bahçeye çıkalım,” diye mırıldandım. “Daha rahat konuşuruz.”

Aral, usulca başını sallayarak Arel ve Tuana’nın bakışları eşliğinde ayaklanıp yanıma geldi. Bahçeye çıkmak için mutfağa doğru ilerlerken aklıma gelen şeyle duraksayarak Aral’a döndüm ve “Sen bahçeye geç, ben hemen geliyorum,” dedim. Kısa bir an merakla yüzüme baksa da “Tamam,” diyerek mutfağa girdi. Ben de alt kattaki banyoya koşturdum.

Banyodaki ecza dolabından Aral’ın bileğine sürebileceğim bir yanık kremi aldıktan sonra banyodan çıktım ve mutfağa girerek bahçeye açılan kapıdan geçtim. Bahçedeki ışıklandırmalar kapalıydı ancak mutfağın ışığı sayesinde Aral’ın sallanan bahçe sandalyesinde oturduğunu görebilmiştim. Bu yüzden duraksamadan ona doğru ilerledim.

Kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözlerini kapayarak başını geriye yaslamıştı. Çehresinin yakışıklılığı karşısında mest olurken usulca yanındaki boşluğa oturdum. Muhtemelen bahçeye çıktığımdan beri varlığımın farkındaydı ancak yanına oturana kadar aralamamıştı gözlerini.

Göz kapaklarını kaldırıp yeşillerini bana çevirdiğinde yorgun olduğunu fark ettim. Bu içimi sızlatırken boştaki elimi havaya kaldırıp “Kolunu uzat bakalım,” diye mırıldandım.

“Hım?” diyerek kaşlarını çattığında seslice iç çektim ve ona laf anlatmakla uğraşmak yerine uzanıp kolunu tuttum ve kendime çektim. Kolunu bacaklarımın üzerine bıraktıktan sonra gömleğini hafifçe yukarı sıyırdım ve banyodan getirdiğim merhemin kapağını açıp aldığım bir miktarı yarasına sürmeye başladım.

Yarasının tazeliği canımı sıkarken “Yaptığın yemeğe değdi mi bari?” diye söylendim. “Bayağı da yakmışsın, azıcık dikkat etseydin ya.”

“Kızartma yapıyordum, öyle havalı bir şey değil yani,” dediğinde bakışlarımı yaradan ayırarak ona çevirdim. Bana bakıyordu. “Telefonda bizim ekipteki çocuklardan biriyle konuşuyordum, dikkatim dağıldı. Kolumu tavaya çarptım.”

Sinirlerim bozulduğu için “Aferin sana,” diyerek güldüm. “Çok büyük başarı.”

“Sağ ol, Doktor.”

Cevabıyla yüzümdeki gülümseme büyürken “İyi yemek yapabiliyor musun bari?” diye sordum. Bir elimle merhemi yarasına yedirirken diğeriyle kolunu sabitlemek amacıyla elini tutuyordum ve kolu elbisemin üzerinde duruyor olmasına rağmen sıcaklığını her bir hücremde hissediyordum.

“Çok iyi yaparım.”

“Hım,” diyerek başımı salladım. “Ne zamandan beri yapıyorsun peki? Daha doğrusu nasıl öğrendin yapmayı?”

“Arel’le bir evde yaşıyorsan ya yemek yapmayı öğreneceksin ya da sürekli dışarıdan yemek söyleyeceksin. Çünkü kendisinin yemekle yemek dışında hiçbir ilişkisi yok.”

Kıkırdayarak başımı salladım. “Yani yemek yapmayı öğrenmeye mecbur bırakıldın, öyle mi?”

“Öyle de denebilir.”

“En azından senin için faydalı bir girişim olmuş,” diyerek dudaklarımı büktüm. “Tabii dikkatli olmayı da öğrenebilseydin daha iyi olurmuş ama neyse.”

“Sen bana laf sokmayı bayağı seviyorsun bence.”

Yarayla yeterince ilgilendiğime kanaat getirdikten sonra merhemin kapağını kapattım ancak kolunu kucağımda tutmaya devam ettim. Daha doğrusu merhemi tutan elim hala avuç içinin üzerindeydi ki o da çekmek için herhangi bir harekette bulunmamıştı.

“Birilerine laf sokmayı sevmem, genelde yaptığım bir şey de değil ama sen beni gerçekten çok sinir ediyorsun.”

“Hâlbuki bunun için hiçbir şey yapmıyorum.”

“Zaten sorun da bu, hiçbir şey yapmaman. Konu sen olduğunda kendine yaptığın haksızlık canımı sıkıyor ve bunu neden yaptığını da anlayamıyorum.”

Usulca iç çekti. “Bu da özellikle yaptığım bir şey değil.”

“Kimse kendine bu derece zarar veremez, Aral. Yani bu, kesinlikle özellikle yaptığın bir şey.”

“Konu sen değil miydin?” diyerek konudan sıyrılmaya çalıştı. “Ne zaman bana döndük?”

“Sen çevir konuyu, çevir,” diyerek başımı salladım. “Nasılsa öğreneceğim gerçekleri.”

“Biliyor musun?” diye sordu gözlerimin içine bakarak. “Nedense bundan da hiç şüphem yok.”

“Çünkü beni tanımaya başladın ve ne yapıp ne yapmayacağımı tahmin edebiliyorsun.” İç çektim. “Her neyse, konuyu değiştirmene izin veriyorum. Neyi merak ediyorsun bakalım?”

“Hım,” diyerek düşündüğünü belli ederken kolunu kucağımdan çekmeye çalıştığında kendimden asla beklemediğim bir refleksle elini tutup bunu yapmasına engel oldum. Şaşkınlıkla bana baktığında “Merhemi üzerine sürersin şimdi sen,” diye mırıldandım hızla. “Böyle dururken daha rahat emer merhemi tenin.”

Kaşlarını havaya kaldırıp elini sıkıca kavramış parmaklarıma baktıktan sonra bozuntuya vermeden “Peki,” dese de kafasının karışmış olduğunu görebiliyordum ancak ona de diyebilirdim ki? Sana çok fena tutuldum, biraz olsun seninle ilgilenmeme izin ver, mi? Neyse ki konuyu uzatmamıştı.

“Uğur, ne zaman geldi?”

“İki gün oldu.”

“Yasemin’in dediklerinin ne kadarı doğruydu?”

“Hepsi,” diye mırıldandım sıkıntıyla. “Sen ne kadarını duydun, bilmiyorum ama Yasemin’in dediği her şey doğruydu.”

“Anladım,” diyerek başını salladı. “Peki, gelip o mu konuşmak istedi seninle?”

“Evet,” diyerek onayladım onu. “Aslında başta koridorda gördüm onu, başhekimle konuşuyordu. Görmemiş gibi geçtim gittim yanlarından. Yemekhaneye indim, yemeğimi alıp masalardan birine kuruldum. Bir anda geçip oturdu karşıma. Saçmaladı.”

“Saçmaladı?”

İç çekerek bakışlarımı bahçedeki havuza çevirdim. “Benden ayrılırken beni hala seviyormuş, yani öyle söyledi. Ama hayalini kurduğu şeyden de vazgeçmek istememiş. Yapamamış daha doğrusu. Bunu atlatabilmek için de orada arasının en iyi olduğu kişiyle, yani o zamanlar bana oradaki en yakın arkadaşı diye tanıttığı kadınla evlenmeye karar vermiş. Çok detaylı bilmiyorum ama sanırım kadın buna karşı arkadaşlıktan daha ileri hisler besliyordu, başka birine âşık olduğunu bildiğin bir adamla öyle kolay kolay evlenemezsin. Yani bence… Ama buna rağmen hayatında hep bir eksiklik olduğunu düşünmüş, bu yüzden de çocuk sahibi olmak istemiş.”

“Bunca şeyi yapana kadar sana geri dönmeyi düşünememiş olması…” Başını salladı. “Gerçekten tuhaf.”

“Yanlış kararlar yanlış kararları doğurabilir. Yani… Olan olmuş zaten, bunca şeyden sonra bunları konuşmak bile çok saçma.”

“Orası öyle ama… Her neyse. Başka ne dedi peki? Çocuğunun doğması doldurmuş mu o eksikliği?”

“Hayır, dolduramamış.”

“Doldurabilseydi karşına çıkma gereğinde bulunmazdı zaten. Çok... Affedersin ama boktan bir durum.”

Gerçekten sinirlendiğinde ağzının bozulduğunu biliyordum, bu yüzden şaşırmadım ve usulca kalan kısmı anlattım ona. Uğur’un arkadaş kalmak istediğini, saçmaladığı şeyleri… Çok detaya girmemiştim ki detaylık da bir şey yoktu zaten.

Anlatacaklarım bittiğinde aramızda kısa bir süreli bir sessizlik oluştu. Bunu memnuniyetle karşıladım, çünkü hiç istemediğim şeyler hakkında konuşuyor olsak da Aral’ın yanında oturuyor olmaktan zevk alıyordum.

“Gerçekten pişman olmuş,” diyerek başını salladı, Aral. “Ve muhtemelen Yasemin haklı, yani onun bir kulağının sende olduğu konusunda. Bunca şeyden sonra karşına çıkıp böyle şeyler söylemesi bunu kanıtlıyor.”

Artık bu sözleri duymaktan gına gelmişti. Bunu belli eden derin bir nefes aldıktan sonra “Umurumda değil, Aral,” dedim. “Gerçekten.”

Gözlerimin içine baktı ve “Gerçekten mi?” diye sordu tekrar. İnanıp inanmama konusunda tereddüde düşmüştü sanki.

“Senin yanında ağladığım için veyahut ondan konu açılınca yüzüm düştüğü için bana inanmıyor olabilirsin ama gerçekten böyle. Zamanla insanın hisleri sahiden değişebiliyormuş. Bana acı veren o değil, onunla yaşadığım geçmiş. Anılarım, hayal kırıklıklarım canımı yakıyor; Uğur değil.”

“Bunu nasıl anladın?” diye sordu, kısık ve soru işaretleriyle dolu bir ses tonuyla. “Nasıl emin olabiliyorsun böyle olduğuna, kendini kandırmadığına?”

Gelmesini beklediğim o vakit, şu an mıydı? Ona kalbimde başka birinin olduğunu, bu sayede emin olabildiğimi söylemeli miydim? Kalbimdeki kişinin kendisi olduğunu anlar mıydı? Peki ya anlarsa benden uzaklaşır mıydı? Bunun olmasını istemiyordum. Ona zaten yeni yeni ulaşmayı başarmışken aramızdaki ilişkiyi tehlikeye atamazdım. Bu yüzden burukça gülümsedim.

“Bunu sana söyleyeceğim,” diyerek başımı salladım. “Yani nasıl anladığımı ancak şu an değil, zamanı geldiğinde.”

Zamanı geldiğinde sana âşık olduğumu söyleyeceğim, Başkomiserim.

“Zamanı geldiğinde?” diyerek kaşlarını kaldırdığında tekrar salladım başımı usulca.

“Zamanı geldiğinde.”

Bahsettiğim bu zaman ne zaman gelecekti ben de bilmiyordum lakin uzun sürmemesini diliyordum.

Tamay bilmiyor olabilir ama ben biliyorum, bunun için fazla beklemeyeceğiz :p

Umarım bölümü en az benim kadar sevmişsinizdir, düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen.

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!

 

 

 

Loading...
0%