@bayanclara
|
“Akşam eve dönecek misiniz yoksa başka planlarınız var mı?” diye sordu yengem, saçımın uçlarını maşalamaya devam ederken. İncecik elleri saçlarımda dolanırken öylesine hafifti ki ara sıra saçlarımı yanlışlıkla çekiştirmese bana dokunduğundan emin olamazdım. Karşımdaki ayna aracılığıyla onunla göz göze geldim ve dudaklarımı büzdüm. “Bilmiyorum, bunu konuşmadık,” derken dürüsttüm. “Gideceğimiz yer uzak, dönüşte orda kalmak isteyebilir, Aral. Eğer öyle olursa ben de ona uyarım ama dönebiliriz de, şimdi ne desem yalan olacak.” Otelin konumu bulunduğumuz yere epey uzaktı, çoğu zaman İstanbul’un iki yakasının iki ayrı şehir olması gerektiğini düşünürdüm. Hatta İstanbul’un bir ucundan bir ucuna gitmek, İstanbul’dan başka bir şehre gitmekten çok daha zordu ve bunu burada yaşayan herkes bilirdi. Gideceğimiz yer uzaktı uzak olmasına ama tek derdimiz bu da değildi maalesef, Sadullah’ın bana aşırı saçma gelen birçok katı kuralı bulunuyordu ve daha önce de olduğu gibi bizden geceyi otelde geçirmemizi isteyebilirdi. En azından Aral beni bu konuda uyarmıştı ve ben de bu yüzden Aral’ın arabasında bırakmak niyetiyle içine pijamalarımı ve gerekli birkaç malzemeyi koyduğum bir sırt çantası hazırlamıştım. Gerçi geceyi orada geçirmek benim için sorun değildi, nihayetinde yarın işe falan gitmeyecektim. Sadece amcam gecenin tamamını Aral’la birlikte dışarıda geçirmeme laf edebilirdi ki onu da yengeme bırakıyordum. Tuncay Altuna’nın hakkından bir tek Sedef Altuna gelebilirdi. Yengem son saç tutamımı da dalgalandırdıktan sonra coşkulu bir sesle “İşte bitti,” dedi ve birkaç adımda yanımdan geçip makyaj masamın yanına dikilerek bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Harika görünüyorsun, güzelim.” Ona kocaman gülümsedim. “Senin sayende yengelerin en güzeli, ellerine sağlık.” Maşayı toplarken “Ben ne yaptım ki canım?” diyerek bana tatlı tatlı göz kırptı. “Güzelliğini biraz daha ortaya çıkardım o kadar.” Gülerek başımı salladıktan sonra elbiseme dikkat ederek ayaklandım. Makyajım, saçlarımdan önce yapıldığı için hazırdım. Gardırobumun aynasının karşısına geçip kendimi inceledim. Elbise rengini yine siyahtan yana kullanmıştım, çünkü bu gece ağır olmam gerektiğini düşünmüştüm. Dolabımın yarısından çoğunu siyah ve bordo-kırmızı elbiseler oluşturduğundan dolayı da bunun için sıkıntı çekmemiştim. Yerlere kadar uzanan straplez elbisemin yalnızca göğüs dekoltesi vardı, o da abartılacak bir şey değildi. Yani en azından benim için öyleydi. Elbise Yengem de bu elbiseyi daha iyi taşıyabilmem için koyu bir gece makyajı yapmış ve saçlarımı dalgalandırmıştı. Hoş görünüyordum. “Aral ne zaman gelecek?” diye sordu yengem, makyaj masasını toparlamaya devam ederken. Bakışlarımı arkamdaki duvarda asılı olan saate çevirdim. “On dakikası var.” Cümlemi bitirdiğim an zil çalınca yengemle bakışlarımız buluştu. İçten bir şekilde gülümsüyordu. “İyi insan lafının üzerine gelirmiş.” Biraz daha gülümsedi. “Senden daha fazla ayrı kalamamış olsa gerek erken geldi.” Tutmayı başaramadığım dudaklarım iki yana kıvrılırken “Bilemiyorum artık,” diye mırıldandım. Böyle bir şey olmadığını biliyordum ama hayalini kurmak bile çok güzeldi. “Sen çantalarını topla, ben de aşağı inip karşılayayım yakışıklı polisi. Amcanla baş başa kalmasın.” Küçük bir kahkahayla başımı salladım. “Kesinlikle kalmaması gerek yenge.” Yengem odadan çıkarken ben de daha yanından ayrılalı yirmi dört saat bile olmamış olmasına rağmen deli gibi özlediğim başkomiserime kavuşmak için elbisenin izin verdiği hızla etrafta dolanmaya başladım. Etek kısmında dekolte olmasa da belimi ve kalçalarımı sıkıca sarıp aşağıya da aynı darlıkla uzandığı için vücut hatlarımı belli ediyor ve rahatça yürümeme izin vermiyordu. Bazen güzellik için böyle saçmalıklara katlanmak gerekiyordu maalesef. Dün geceki telefondan sonra tam da tahmin ettiğim şey olmuş, Aral’ın sinirleri bozulduğu için yeniden basketbol oynayamadan beni eve bırakmak zorunda kalmıştı. Ancak bunu sorun etmemeye çalışıyordum, zira ahşap evinin ön verandasındaki sandalyelerde oturup gece manzarasını izleyerek kahve içmek de çok iyi gelmişti. Evini biraz daha yakından tanıyabilmek ve kitaplarını karıştırabilmek için en yakın zamanda kendimi tekrar davet ettirmeyi düşünüyordum. Bunu da öyle bir zamanda yapmalıydım ki beni reddetmeyi düşünmemeliydi bile. Bu yüzden biraz daha beklemem gerekiyordu. Gece orada kalırsak lazım olabileceğini düşündüğüm eşyaları koyduğum sırt çantamı bir elime, telefonumla birkaç küçük şey koyduğum çantamı da diğer elime alarak odadan çıktım ve merdivenlere doğru ilerledim. Ben hazırlanırken bir hafta sonraki üniversite sınavına çalışmaya devam eden kız kardeşim Aral’ın geldiğini duyunca kendini aşağı atmış olmalıydı ki kıkırtıları buraya kadar geliyordu. Alt kata inip çantalarımı girişteki vestiyerin üzerine koyduktan sonra adımlarımı seslerin geldiği odaya yönelttim ve Aral’ı göreceğim için hissettiğim heyecanı dizginlemeye çalışarak içeri girdim. Bakışlarımın ilk buluştuğu kişi şüphesiz ki amcamın karşısındaki tekli koltukta oturan Aral’dı. Amcamla bir şey konuşuyordu, en azından odaya girdiğim an üzerime çevrilen bakışlarının altında hala kıpırdanan dudaklarından anladığım tek şey buydu lakin duyma yetimi kaybetmiş gibiydim. Ona o kadar âşıktım ki gözlerimi yeşillerinden ayırabilmek için delicesine zorlanıyordum. Çok yakışıklıydı. Hayır, çok ama çok yakışıklıydı. Ve onu gördüğüm ilk andan beri aklımdan çıkmayan yeşilleri beni izliyordu. Ta ki amcam üst kattan dahi duyulabilecek kadar sesli bir şekilde boğazını temizleyen kadar. Biri parmağını şıklatmış da hipnozdan çıkmışız gibi alelacele amcama döndü ikimizin bakışları da. O ise sırıtarak birbirlerine omuz atmakla meşgul olan yengemle Tuana’ya ters ters bakıyordu. Ufak bir utanç dalgası vücudumu ele geçirirken kendimi toparlamaya çalışarak “Hoş geldin,” diye mırıldandım ve kendimi Tuana’nın yanındaki boşluğa bıraktım. Kız kardeşimin yüzüme odaklı renkli gözleri çakmak çakmak parlıyordu ki nedenini bilmek hiç de zor değildi. Sesim umduğumdan biraz daha çatallı çıkmış olsa da Aral’a duyurmayı başarabilmiştim. Bu yüzden nazik bir ses tonuyla “Hoş buldum,” deyip tekrar amcama döndü. “Dediğim gibi otel yakın bir aile dostumuzun, o yüzden ailemi temsilen ben gideceğim açılışa. Normalde Arel’le gidecektim ama devriyesi çıkınca ve ben de tek gitmek istemediğim için Tamay’ı davet ettim.” Anlaşılan amcam yokluğumda Aral’ı yine çapraz sorguya almıştı, neyse ki biricik başkomiserim böyle şeylere fazlasıyla aşina olduğu için altından kalkmayı çok iyi başarıyordu. Ne kadar acı olsa da kendimize yalanlarla çevrili bir hayat kurmuştuk ve bunu devam ettirmek zorundaydık. Amcam kısaca başını sallayıp bir şeyler söylerken Aral’ın üzerini süzmekle meşguldüm. Lacivert bir takım elbise giymiş ancak gömlek yerine beyaz tişört tercih etmişti. Gelmeden önce tıraş olmuş ve dün gece yüzünde olduğuna emin olduğum sakallarını kesmişti ki, bu da onu olduğundan çok daha genç göstermişti. “Biraz daha dayan, baş başa kaldığınızda istediğin kadar dikizlersin eniştemi.” Kulağıma fısıldanan bu sözlerle başımı hızla çevirip Tuana’nın alayla parıldayan gözlerine baktım. “Ne saçmalıyorsun sen bakayım?” Yüzündeki yemezler sırıtışı eşliğinde “Eniştemi bakışlarınla yedin bitirdin ya, onu söylüyorum,” diyerek kaşlarını oynattı. “Amcam da bizim gibi bunun fazlasıyla farkında, size sorun çıkarmasını istemiyorsan birazcık sabret diyorum.” “Şu an her zamanki gibi saçmalıyorsun,” diyerek gözlerimi devirdim. “Haklı olduğumu çok biliyorsun canım ablacığım,” derken hala sırıtmakla meşguldü. “Ama senin için farkında değilmiş gibi davranacağım.” Kaşlarımı çattım. “Tam bir cadalozsun.” Gülerek tek kaşını kaldırdı. “Tatlı bir bıcırık demek istedin galiba?” “Hayır, tam olarak cadaloz demek istedim.” Tuana’ya pis pis bakmakla meşgulken “Tamay,” diyerek araya giren gönlümün sahibi dikkatimi dağıttı. Derhal yüzümdeki ifadeyi silip Aral’a döndüm. “Efendim?” “Artık çıksak iyi olur, malum yolumuz uzun.” “Ah, tabii tabii,” deyip elbisemin eteğine takılmamaya çalışarak ayaklandım. Topuklu giydiğimde bu dertten kurtulacağımı umuyordum. Aral’ın bakışları kısa bir an üzerime takılsa da kendini hızla toparlayıp amcamla yengeme veda etti. Aynısını ben de yaptım ve bizi geçirmek için peşimize takılan Tuana’yla birlikte dış kapıya yürüdük. Aral, benden evvel tişörtüyle aynı renk olan sporlarını giyerek dış kapıyı açtığında ben de vestiyerin kapaklarından birini aralayıp elbisenin altına giyeceğim siyah topukluları aldım. Kenarda ayakkabılarımı giyerken Aral da kapı ağzında dikildiği yerden Tuana’ya “Sonra görüşürüz,” diyerek veda etti ancak bu Tuana için yeterli olmasa gerek Aral’a doğru yaklaşıp parmak uçlarında yükseldi ve ikimizin de şaşkın bakışları eşliğinde Aral’ın iki yanağından da öptü. “Görüşürüz en sevdiğim eniştem.” Normalde bunu yaptığı için Tuana’ya kızmam gerekiyordu ama belki de ilk kez kızmadım, kızamadım. Aral’ı sevdiği için onu yargılayabilecek en son insan bile değildim. Ona bu kadar değer vermesi çok hoşuma gidiyordu üstelik. Aral’ın öpüldükten sonraki şaşkın surat ifadesi de görmeye değerdi doğrusu. Aral, kırpıştırdığı gözlerinin arasından şaşkın şaşkın Tuana’ya bakarken kız kardeşim bunu fark edemeden bana döndü ve uzanıp sıkıca sarıldı. Son bir haftadır sınava çalışmadığı anlarda tek yaptığı şey bana sarılmak veyahut öpmekti ki neden böyle davrandığını hepimiz çok iyi biliyorduk. O yüzden de bu sevgi dolu hallerinin karşılığını yüksek dozda ilgiyle vermeye çalışıyordum. “Güzel güzel eğlenin tamam mı? Amcamı da kafaya takma, biz yengemle ağzından girer burnundan çıkarız onun.” Gülerek uzanıp alnından öptüm. “Hiç şüphem yok nedense.” Geri çekilip bana muhtemelen havalı olduğunu düşündüğü bir şekilde göz kırptı. Ancak benim için havalıdan ziyade fazlasıyla tatlıydı. Nihayet ondan ayrılabildiğimizde sessizlik içinde bahçeyi aştık ve Aral’ın daha önceden bu görev için ona verdiklerini söylediği spor arabaya bindik. Sırt çantamı arabanın arka koltuğuna attıktan sonra önüme dönüp kemerimi bağladım ve Aral’ın arabayı çalıştırarak yola koyulmasını izledim. Normal şartlarda bir buçuk saatlik yolumuz vardı ancak trafik ve Aral’ın sürüş hızı muhtemelen bu süreyi değiştirecekti. Başımı saçlarımın bozulmayacağı şekilde koltuğun sırtına yaslayarak bakışlarımı Aral’a çevirdim. Bu kadar yol sessizlik içinde bitmezdi ki gideceğimiz yer yakın bile olsa onunla konuşmak için can attığım için bu sadece dile kolay gelen bir bahaneydi. “Bugün için benden istediğin bir şey var mı?” diye sordum laf açmak için. “Yani özellikle dikkat etmemi istediğin bir şey falan?” Bakışlarını yoldan çekerek yavaşça bana döndü ancak cevap vermek yerine yeşillerini yüzümde gezdirdi. Bu ona yeterli gelmemiş (!) olacaktı ki bakışları yüzümde kısaca dolandıktan sonra hafifçe aşağı indi. Ardından biraz daha aşağı indi ve birkaç saniye sonra elektrik çarpmış gibi irkilerek önüne döndü. Ağzım açıldı, biraz daha açıldı ama diyecek bir şey bulamadığım için kucağımda duran ellerimden biriyle çeneme baskı uygulayarak ağzımın kapanmasını sağladım. Bunu kendi çene kaslarımla başaramayacağımı düşünerek bunu yapmıştım lakin Aral’ın da bunu gördüğü yoktu zaten. Dışarıdaki yapay ışıklandırmalar gözümü yanıltmıyorsa boynuna kadar kızarmıştı ve bunun da farkındaydı. Çünkü biraz önce gözü dekolteme kaymıştı ve bunu onun yüzüne baktığımı bilmesine rağmen yapmıştı. Bunu hakikaten yapmıştı. Kendisini tutamamış gibiydi. Çok uğraştım, yemin ederim çok uğraştım ama kendimi tutamadım ve arabanın içinde bir bomba misali patlayan koca bir kahkaha attım. Aral’ın boynundaki kızarıklık kulaklarına ulaştı. Ve ben daha çok kahkaha attım. İlk tanıştığımız zamanlar bana göz ucuyla bile bakmayan o adam nereye kaybolmuştu? “Gülme.” Dişlerinin arasından konuşsa da utançtan yerin dibine girmek istermiş gibi duruyordu ki bu hali onu tutup göğsüme bastırma istediğimi arttırıyordu. Evet, göğsüme. Kahkahamı asla bastıramazken saniyeler sonra zar zor da olsa “Önemli değil, olur böyle şeyler,” demeyi başardım. Genelde göğüs dekolteli elbiseler giymeyi seviyordum ve giyiyordum da, bunun öncekilerden tek farkı destekli olması ve göğüslerimi kaldırıp göze daha çok hitap ettirmesiydi ki görünüşe göre başkomiserimizin de gözüne hitap etmeyi başarmıştık. Aral’ın yok olma isteği devam ediyor olsa gerek omuzlarını kaldırıp yüzünü öne doğru eğdi. Gülüşümü bastırmaya çalışıyordum, gerçekten çabalıyordum ama olmuyordu. Onun bu haline kıyamadığım için anlayışlı bir ifadeyle “Bana bile oluyor, dert etme lütfen,” dediğimde başını o kadar hızlı bir şekilde bana çevirdi ki beni yanlış anladığını fark edip bir kahkaha daha patlattım. “Kendiminkilere bakmıyorum canım, arada başka kadınların dekoltelerine gözüm kayıyor.” İnler gibi bir ses çıkardı ve ben bu konuşma yüzünden ne kadar acı çektiğini fark ettim. Ama kendimi durduramadım. Şu an o kadar eğleniyor ve o kadar utanmıyordum ki sonuna kadar onunla uğraşabilirdim. “Lütfen susar mısın, rica ediyorum,” diye mırıldandı can çekişiyormuş gibi çıkan sesiyle. Gülmekten ağrılar giren yanaklarımı zorlayarak “Sadece utanacak bir şey olmadığını söylemeye çalışıyorum,” diye mırıldandım. “İnsanlık hali bu.” “TAMAY!” Güya kızıyordu ama kafasını milim oynatamıyordu utancından. Onu nasıl ciddiye alabilirdim ki? Elimi boğazıma yerleştirip kıkırtılarımı kesmeye çalışırken “Tamam,” diye mırıldandım. Sakinleşebilmek için derin derin nefes alırken “Konuyu kapatacağım ama seni bir kez öpmeme izin vereceksin,” diye mırıldandım. Şu an o kadar ama o kadar tatlıydı ki aklımdan geçen tek şey onu yanağından öpmekti. Bunu daha önce de yapmıştım, bu yüzden kendimde sormadan onu öpme yetkisini buluyordum ancak habersiz bir öpücükten sonra olduğu yerde bayılıp kalmasından endişe ediyordum. Ve tabii bir de onu kıvrandırmak felaket derecede hoşuma giderken bunu neden kullanmayacaktım ki? Bugün bilmem kaçıncı kez şokla bana dönüp “Ne?” diye adeta bağırdı. Güldüğümü görmesin diye iki elimle birden ağzımı kapattım ama kıkırtılarım her yandaydı. “Şu an o kadar tatlısın ki seni bir kere öpmem lazım,” derken içten içe ne ara bu kadar arsız olduğumu sorguluyordum. İçime Tuana mı kaçmıştı? “Yanağından küçük bir öpücük alacağım ve gülmeyi bırakacağım. Söz.” Bakışları hızlı hızlı etrafı tararken muhtemelen arabayı çekebileceği bir yer arıyordu, böylelikle aşağı atlayıp arkasına bakmadan kaçabilirdi. “O-olmaz.” Başka bir zamanda olsa beni reddetmesi gururumu incitebilirdi ancak şu an beni daha fazla eğlendirmekten başka bir şey yapmamıştı. Çünkü söylerken sesi fısıltı gibi çıkmış, bu da yetmiyormuş gibi kekelemişti. Bu yüzden arsızca üstelemeye devam ettim. “Hadi ama… Daha önce yapmadığımız şey değil sonuçta. Altı üstü basit bir öpücük. Hem susacağım sonra, söz veriyorum bak.” Bana asla bakmadan hırçın bir tavırla “Olmaz dedim!” dedikten sonra alelacele radyonun düğmesine bastı. Bunu benden ve ısrarlarımdan kaçmak için yaptığı barizdi lakin sonrasında olacakları tahmin edebilseydi bunu ölse yapmazdı, emindim. Öpücem öpücem dedim sana Trip yapma, yapma Trip yapma, yapma Trip yapmasana bana Açtığı ilk radyo kanalında çalan şarkıyı duyduğumuzda ikimiz de bir anlığına donup kaldık. Öyle ki Aral arabanın kontrolünü kaybeder gibi olup son anda kendini toparlamıştı ve beni girdiğim transtan çıkaran şey de bu olmuştu. Ağzımdan patlama sesi gibi bir inilti çıktıktan hemen sonra adeta haykırarak gülmeye başladım. O kadar yüksek sesle ve tepinerek gülüyordum ki emniyet kemerim takılı olmasına rağmen hızımı alamayıp kafamı arabanın camına vurdum. Camdan çıkan küt sesi benim kahkahalarımı keser, Aral’ın da endişeli bakışlarının bana çevrilmesine neden olurken ansızın göz göze geldik. Bir. İki. Üç. Aynı anda kahkaha atmaya başlamamız yalnızca üç saniye sürmüştü. Bu sefer ikimizin kahkahaları arabanın içinde yankılarınken elimi acıyan karnıma götürüp bastırdım. Bir elimle cama vurduğum kafamı, diğeriyle de karnımı tutuyordum. “İyi misin?” diye sordu, kahkahaları yavaş yavaş dinerken. “Başın acıdı mı çok?” Beni düşünüyor olması içimi sıcacık yaparken “Başım iyi,” diye mırıldandım. “Ama sanırım ben gülmekten öleceğim!” Gerçekten ya ölecektim ya da en iyi ihtimalle bayılacaktım. Uzun zamandır bu kadar çok gülmediğime emindim. Athena grubu kaldığı yerden şarkısına devam ederken acısı yok olan başımdan ayırdığım elimle arabanın güneşliğini açarak oradaki küçük ayna yardımıyla gülmekten yanaklarıma dökülen yaşları nazikçe kuruladım. Bir yandan da kahkahalarımı azaltmak için derin nefesler alıp veriyordum. Deli gibi güldüğüm ve gülerken resmen ağladığım için makyajım ufak bir tadilata ihtiyaç duyuyordu. Bu yüzden yüksek sesle nefes alıp vermeye devam ederken arka koltuğa attığım çantamdan gerekli malzemeleri alıp tekrar aynaya döndüm. Bu süre zarfında Aral’a kısa bakışlar atsam da yeşillerini yoldan ayırmadığı için göz göze gelememiştik. Kafasının içinde kendiyle meydan muhaberesinde olduğunu varsayarak ağzımı kapalı tuttum ve makyajıma birkaç küçük dokunuş yaptım. İşim bittikten sonra malzemeleri tekrar çantama koyarken Aral, Athena’dan sonra çalmaya başlayan saçma yaz şarkısının sesini hafifçe kısıp “İstediğim bir şey yok,” dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. “Nasıl yani?” diye sordum. “Anlamadım.” “Bu gece için dikkat etmeni istediğim bir şey olup olmadığını sordun ya, onu diyorum,” diye açıkladı. Ben böyle bir soru sorduğumu bile unutmuştum. “Etraf çok kalabalık olacaktır zaten, Sadullah’ın evindeki davetler gibi değil bu. Dediğim gibi en büyük rakipleri ve içten içe onu alt etmek isteyen adamlar da olacak burada. Pek dikkat çekebileceğin bir ortam değil.” Kısa bir an duraksadıktan sonra “Yani muhtemelen görünüşünle çekeceksindir ama yanında ben duracağım için bunu belli edemezler,” diye ekledi. Tatlı bir şekilde gülümsedim. “Teşekkür ederim.” Kaşlarını kaldırarak bana kısa bir bakış attı. “Ne için?” “Biraz önce dolaylı yoldan da olsa dikkat çekici olduğumu söyledin, o yüzden.” Bir an ne diyeceğini bilememiş gibi “Ben,” diyerek sustu. Sözlerinin bu anlama çıkacağını fark edememiş gibiydi. “Şey, rica ederim.” Şapşallığı karşısında dayanamayıp kısık sesle güldükten sonra onu tekrar utanç dalgasının içine atmak istemediğimden “Demet’in yanında dururum o halde,” diye mırıldandım. “Yani sen işine bakarken.” “Olur,” diyerek başını salladı. Radyodaki şarkılar değişip duruyordu, genelde trend olan ve Aral’ın dinlemeyeceğini düşündüğüm şarkılardı ama bir şey demedim. Rahatsız olsa radyoyu kapatır veyahut kendi listesini açardı sonuçta. Birkaç dakika boyunca akıp giden yolu izledikten sonra “Yılmaz’ın arkasından iş çevirdiğini Sadullah’a söyleyecek misin?” diye sordum. Bu işe asla burnumu sokmak istemiyordum ancak merak etmeden de duramıyordum. Aral bir süre sessizce yola bakmaya devam etti. Gerginleşen çenesi bu konuyu konuşmak istemediğini belli ediyordu ki bu konuda ne kadar hassas olduğunu da biliyordum zaten. Bu yüzden sorduğum sorudan pişman olup cevap vermesine gerek olmadığını söylemek üzere dudaklarımı aralamıştım ki “Böyle bir şey yaparsam Sadullah onu yaşatmaz,” dedi. Sesi oldukça sert ve keskindi, bu yüzden söyledikleri kalbime batmış gibi hissetmiştim. “Hatta bunu bizzat kendi yapar. Sadakate delicesine bağlı bir adam, kendine ihanet edenlerin nefesini kendi keser.” Nefesimi tuttum. Çünkü şu an düşündüğüm kişi Yılmaz falan değildi, Aral’dı. Aral da kendi görevini yaparken Sadullah’ın arkasından en büyük işi çeviriyordu. Tüm bu olanların sonunda Sadullah hapiste olsa bile dışarıda hiç adamı kalmayacak mıydı? Ya ona ya da ailesine bir şey yapmaya kalkarlarsa ne olacaktı? Aral, aklımdan geçenleri okumuş gibi “Hala daha bulaştığın şeyin farkında değilsin,” diye mırıldandı. “Ben seni bu işten uzak tutmaya çalıştıkça aynı dün gece yaptığın gibi sorun olmadığını söyleyerek peşime takılıyorsun.” Bakışları kısa bir anlığına bana döndü. “Şu an gördüğün veya tanıdığını sandığın adamlar aslında bambaşka kişiler, sen sadece yaptıkları rolü izliyor ve buna inanıyorsun. Sana da hak veriyorum aslında, insan gözüyle görmeden bazı şeylerin farkına varamıyor.” Derince iç çekti. “Annemle babam zaten bizden oldukça uzaktalar ve babam eski bir emniyet müdürü. Kendisini ve annemi korumayı en iyi bilecek kişi, bu yüzden onlar için pek fazla endişelenmiyorum. Arel’le ben de her gün farklı şekillerde tehlikeye giriyoruz ve bunun bilinciyle yaşıyoruz zaten, bunun için de bir endişem yok ama seni ters bir durumda nasıl koruyabileceğimi bilmiyorum.” “Ben,” diye mırıldandım oldukça kötü çıkan bir sesle. “Çok üzgünüm.” “Üzülmen için konuşmuyorum,” derken başını sallıyordu. “Tüm bu olanları öngörebilseydin yapmış olduğun hiçbir hatayı yapmayacağını biliyorum. Ben sadece farkına varmanı istiyorum. Bu bir oyun değil fakat yanlarına gittiğimiz adamlar oyuncakla oynar gibi insan hayatıyla oynuyorlar; bu onların doğruları.” Sıkıntıyla bir kez daha iç çekti. “Yılmaz senin aksine bunları çok iyi biliyordu ve buna rağmen bu boka batmayı tercih etti. Mesleğine yaptığı nankörlüğün tarifi olamaz zaten ama kendi canını nasıl bu kadar kolay tehlikeye atabildiğini anlayamıyorum. Bir de gözünü nasıl bir para hırsı bürümüşse Sadullah’ın en büyük düşmanına da yaltaklık yapıyor. Onu tanıdığım için söylüyorum, Yılmaz bunu yapabilecek kadar zeki bir adam değil. Öyle ya da böyle bir yerde patlak verecek ve bu da canına mal olacak.” Anlattıklarını hazmedebilmek için bir süre bekledim ancak sabaha kadar da beklesem içimdeki korkuyu atamayacaktım. Bu yüzden “Peki niye Yılmaz’ı elinizdeki kanıtla yakalayıp içeri atmıyorsunuz?” diye sordum. “Bu bambaşka sorunlara yol açar çünkü. Öncelikle Sadullah bir adamının ifşa olduğunu görünce bana temkinle yaklaşmaya ve işlerine sokmamaya başlar ki bu da gözüne girmek için uğraştığım onca ayın hiç olmasına sebebiyet verir. İkinci olarak Yılmaz’ın bizimle iş birliği yaparak Sadullah’ın ya da diğer çalıştığı adamın büyük pisliklerini ortaya dökeceğini sanmıyorum. Öyle bir durumda içeride bile olsa ne yapıp edip gırtlağına çökeceklerini bilir çünkü. Tabii bunun engellenmesi sağlanabilir ama Yılmaz bu riski göze almaz.” Onun adına konuşabilecek kadar tanıyorduysa bu Yılmaz denen adamı, onun için hissettiği hayal kırıklığı sandığımdan da fazla demekti. Yanaklarımı şişirerek ofladım. “Yılmaz orada olmayacak değil mi?” “Sadullah onunla beni aynı ortama sokmaz, daha önce söylemiştim sana.” “Doğru,” diyerek başımı salladım. “Unutmuşum. Peki ya o düşmanı ve rakibi dediğin adam nasıl gelebiliyor böyle bir davete?” “Bu mafya adamlarının değişik kanunları var,” diyerek omuz silkti. “Birbirlerinden ölümüne nefret ediyorlar, aynı şekilde birbirlerinin adamlarını para yoluyla satın almaya çalışıyorlar, birbirlerinin işlerini kaçak yollarla baltalamaya çalışıyorlar ve bunun gibi daha birçok şey yapıyorlar. Bunun farkındalar da ancak bu, birinin diğerini ayağına kadar çağırıp hava atmasını engelleyemiyor. Sadullah şimdi aklınca o adama gösteriş yapacak, diğeri de ileride yaptığı bir şeyi en önden izlesin diye Sadullah’ı çağıracak.” “Hayatımda duyduğum en saçma ve iğrenç şeylerden biri,” derken yüzümü buruşturmuştum. Yüz ifademi görmüş olsa gerek dudakları usulca kıvrıldı. “Adamlar büyük suçlar işleyen mafyalar diyorum, mantıklı bir hareketlerini beklemek saçma olmaz mıydı sence de?” Abartılı bir şekilde iç çektim ve “Haklısın,” diye kabullenerek hala arka planda çalmaya devam eden radyoya uzandım. “İçim şişirdi tüm bunlar, biraz oynak bir şeyler bulayım bari.” “Bul bari,” derken göz ucuyla radyoya bakıyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, çünkü ne düşündüğünü tahmin etmek hiç zor değildi. Kaşınan tarafıma söz geçiremediğim için işaret parmağımı kanal değiştirme tuşunun üstüne koydum ve kendimi hazırladıktan sonra tuşa basıp hızla Aral’a dönerek şarkı için kalınlaştırdığım sesimle bağırdım. “Öpücem öpücem dedim sana!” Sıçramıştı. Yemin ederim korkudan yerinden sıçramıştı. Ve saniyeler sonra bağırdı… “TAMAY!” Bana sertçe çıkışması hiç umurumda değildi, çünkü deli gibi kahkaha atmakla meşguldüm. Tek elimi karnıma bastırarak “Yüzünün halini görmeliydin!” diye adeta çığırdım. “Çok komiktin!” Bir kez daha gülmekten gözümden yaş gelirken Aral asık suratıyla dümdüz karşıya bakıyordu. Dudaklarının kıpırdanışından bana sessizce sövdüğünü tahmin ettim ama bunu umursamadan doya doya gülmeye devam ettim. Kahkahalarım yerini küçük kıkırtılara bırakırken “Tuana’ya boşa yükleniyorsun,” diye söylendi. Ah, hayır, resmen huysuzca homurdandı. “Sen ondan daha betersin.” “Çok komik biri olduğumu kabul etmelisin, Başkomiserim,” derken bugün ikinci kez arabanın güneşliğini indirip yüzüme baktım. “Yalnızca şakanın sana karşı olması hoşuna gitmiyor.” Bana kırıştırdığı burnuyla ters bir bakış attığında o kadar ama o kadar tatlı görünüyordu ki bir anlığına her şeyi salladım. Sonrasında bana kızsa da umursamayacaktım. Emniyet kemerinin izin verdiği doğrultuda uzandım ve sağ elimi sol yanağına koyarak yüzünü kendime yakınlaştırıp sağ yanağına büyük denebilecek bir öpücük kondurdum. Belki haddimi aşmıştım ama yapmasaydım daha çok pişman olacaktım. Onu daha fazla rahatsız etmek istemediğimden önce elimi sonra da kendimi geriye çekerek kendi koltuğuma yaslandım ve bakışlarımı, donmuş gibi yolu izleyen Aral’dan ayırmadan “Eğer seni kızdırdıysam özür dilerim ama kendimi tutamadım,” diye mırıldandım. “O kadar tatlı huysuzlanıyorsun ki.” Cevap vermedi, yüzünde tek bir kas bile oynatmadı. Öylece yola bakmaya devam etti ki bu da kendimi kötü hissetmeme neden olmuştu. “Aral?” … “Aral?” … “Küstün mü?” diye sorarken yanağında bıraktığım kırmızı ruj izine bakıyordum. Beni bu kadar korkutmamış olsaydı şayet uzanıp silerdim ancak şu an cesaret edemiyordum. “Konuşmuyor musun benimle?” Usulca yutkunduktan sonra gözlerini iki defa kırpıştırdı ve bana dönmeden “Bir süre ben yokmuşum gibi davranabilir misin?” diye sordu. “Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyorum da.” Sesi o kadar utanmış çıkıyordu ki gülmemek için yanağımın içini dişlemek zorunda kalmıştım. Gözümle görmüyor olsaydım bu adamın bu kadar utangaç olduğuna asla inanmazdım. Ama öyleydi. İlgi gördüğünde, sevildiğinde veyahut biraz önce olduğu gibi öpüldüğünde ne yapacağını şaşıracak kadar utanıyordu. Bu yalnızca bana özel bir şey de değildi, evden çıkarken Tuana’nın öpücüğüne de aynı şaşkınlıkla bir tepki vermişti ama özne ben olduğumda utangaçlığı katlanıyormuş gibi hissediyordum. Ve bu çok tatlıydı. Cidden çok tatlıydı. “Arabayı sağa çekerek beni aşağı atmadığın veya kendin kaçıp gitmediğin sürece istediğin her tepkiyi verebilirsin,” derken amacım onu rahatlatmaya çalışmaktı. “Arabadan kaçıp gitmek mi? Ben mi?” “Niye bu kadar şaşırıyorsun ki?” derken yüzümü parmak uçlarımla temizleyip arabanın güneşliğini kapatarak tekrar ona dönmüştüm. “Sana bakan herkes buradan kaçıp gitmek için can atıyormuş gibi durduğunu görür.” Çatık kaşlarının altındaki yeşillerini bana çevirdi. “Öyle durmuyorum.” Kafamı haylazca ona doğru uzattım. “O zaman seni bir kez daha öpebilir miyim?” Direksiyonu tutan ellerinden benim tarafımdakini hızla kaldırıp yüzüme tutarak “Sakın!” diye bağırdığında kendimi geriye atarak gülmeye başladım. “Tamam, tamam, sakin ol, uslu duracağım!” “Seni almaya gelmeden evvel enerji içeceği mi içtin ne yaptın, anlamadım ki,” diye homurdanması beni biraz daha güldürdü. Aşk sarhoşu olduğumu söylersem bayılır mıydı? “Şey, sanırım bir şeyi itiraf etmem gerekiyor,” dediğimde kuşkulu bakışları beni buldu. “Gerçekten içtin mi yani?” Kendimi tutamayıp gülerek “Hayır,” dedikten sonra boğazımı temizleyip ciddileştim. İzin vermiyordu ki gülmeden dramatik bir sahne çekebileyim… “Benim esas halim böyle. Yani normalde böyle biriyim, enerji içeceğini de daha önce hiç içmedim. İçince nasıl birine dönüşeceğim hakkında da bir fikrim yok o yüzden.” “Bu zamana kadar rol mü yapıyordun yani?” “Tabii ki hayır,” diyerek gerçekten ciddileştim. “Beni tanıdığın günden beri peşimde son bir haftaya kadar bilmediğim biri vardı, tehdit ediliyordum, korkuyordum, seni tanımıyordum ki sen de bana pek sıcak davranmıyordun doğrusu, içimden geldiği gibi davranamıyordum. Davranmak için ortam oluşmuyordu çünkü. Söylesene bana, seninle hiç keyfimiz istediği için bir yerlere gittik mi biz? Hayır. Ya Sadullah’ın ve belalılarının olduğu yerlere gidiyoruz ya Emniyet’e ya da yanlarında rol yapmak zorunda olduğumuz aile üyelerimin yanına. Şimdi olduğu gibi baş başa kaldığımızda da genelde zorunlu olduğumuz şeylerden bahsediyorduk. Bana gelen mektuplardan, Demet’le birlikteyken pot kırmamam gerektiğinden ve bunlar gibi şeylerden…” Çok konuşup konuşmadığımı merak ederek duraksadım ve duraksadığım için bana dönen yeşillere baktım. Orada bıkkınlık yoktu. İlgi vardı, merak vardı ama sıkılmışlık yoktu. Bu yüzden aklımda hiçbir soru işareti olmadan konuşmaya devam ettim. “Hala diğerlerinin yanında yalan söylemek zorunda olacağımız için kendimi kısıtlanmış hissediyorum ama ikimiz baş başayken üzerimdeki ağırlık gitti gibi hissediyorum. Çünkü artık seni tanıyorum. Ben normalde de Yasemin’e, Gökhan’a ya da diğer sevdiğim arkadaşlarıma falan şaka yollu çok takılırım; arabaya bindiğimizden beri sana yaptığım gibi yani. Onlar da bana aynı şekilde, hatta bazen benden de beter şekilde karşılık verdikleri için sıkıntı olmuyor ama sen rahatsız olduysan kendimi dizginlerim. Bunları aramızdaki samimiyete güvendiğim için yapıyorum.” Ve bir de sana deli gibi âşık olduğum için… “Ama dediğim gibi rahatsız olduysan lütfen bunu bana söyle, böyle benim için küçük olsa da sana büyük gelen şakalar yapmam.” Gözlerini kırpıştırdı ve daha önce söylediğim hiçbir şeyi umursamadan “Bunlar sana küçük mü geliyor gerçekten?” diye sordu. Beklediğim tepki bu olmadığı için kendimi tutamayıp sırıttım. “Yanağın yerine dudaklarına yapışmadığım sürece evet, küçük.” Dilimin kemiği yoktu, bunu biliyordum ama keşke şu an o kemiğe sahip olsaydım. En azından o zaman Aral’ın küçük dilini yutacak kadar şaşırıp bir anda frene basmasına neden olmazdım. Bu sefer gerçekten beni arabada bırakıp ardına bakmadan kaçacaktı galiba… Akan trafikte birden frene basarak arabayı durdurması diğer arabaların da ani fren yapıp kornaya yüklenmelerine neden olmuştu. Allah’tan kimseye kaza yaptırmamıştık. Çıkan gürültüden dolayı kulaklarımı kapatmamak için zor dururken ellerimi havaya kaldırıp “Lütfen beni bırakıp kaçma ve gaza bas,” dedim. “Otele gidene kadar bir daha ağzımı açmayacağım, söz veriyorum.” Usanmış gibi oldukça sesli bir şekilde iç çektikten sonra neyse ki dediğimi yaptı ve beni burada bir başıma bırakmayıp gaza basarak yola devam etti. Ben de sözümü tutmak için önüme döndüm ve kollarımı göğsümde kavuşturup yolu izlemeye başladım. Amcam her daim Tuana’nın çenesini benden aldığını söyler ve boynuz kulağı geçermiş diye eklerdi. Benim şu anki halimi görse ne kadar yanıldığını anlayıp şok falan geçirirdi muhtemelen. Biraz önce Aral’ı, dudağını öpmekle tehdit etmiştim. Yani resmi olarak tehdit etmemiştim ama ima etmiştim. Aslında yapmayacağım bir şey de değildi, beni biraz daha delirttiği takdirde olacağı buydu -muhtemelen sonrasında da kendimi tacizden demir parmaklıklar ardında bulacaktım- ki bunu geri de alamayacağım için işler arapsaçına dönebilirdi. Bu yüzden sakinleşmeli ve kendime sahip çıkmalıydım. Dekoltemi dikizlerken yakalanınca boynuna kadar kızaran bir adamdı Aral, onu daha fazla ürkütmesem iyi olacaktı. Bu yüzden benim için her ne kadar zor olsa da otele varana kadar geçirdiğimiz on beş dakika boyunca hiç konuşmamıştık. Otelin önünde arabayı durdurduğu an valelerden biri koşarak yanımıza geldi. Aral, bana bakmadan “Hadi bakalım,” diyerek kapıyı açarak aşağı indiğinde onu taklit ettim ve arabadan indikten sonra elimdeki küçük çantayı koluma takarak valeye anahtarı verdikten sonra arabanın ön tarafına geçen Aral’ın yanına doğru ilerledim. Aklımı otelin dıştan görünümünün gösterişiyle oyalamaya çalışsam da içim içimi yediği için daha fazla dayanamadım ve kıstığı gözleriyle otelin girişindeki görevlileri inceleyen Aral’a bakarak “Aramız kötü değil, değil mi?” diye sordum. Bakışları usulca bana kaydı. “Neden olsun ki?” “Şey,” diyerek tereddütle dudaklarımı dişledim. “Arabada söylediklerim yüzünden?” “Kötü değil, sadece bundan sonra iddialı şakalar yapmadan önce haber verirsen benim için daha iyi olur.” Eğer gözlerim bana oyun oynamıyorsa şu an yüzümde gezinen yeşilleri parlıyordu. Ayrıca dudakları da hafifçe kıvrılmıştı. Kendimi tutamadım ve genişçe sırıttım. “Eğer sana önceden söylersem ani tepki vermediğin için olaylar hiç komik olmaz ama bunu senin için yapmaya çalışacağım,” diyerek başımı salladım. “Tabii her şakam için söz vermiyorum.” Onu dudaklarından öpeceğimi söylerken şaka da yapmıyordum aslında ama bunu bilmesine hiç gerek yoktu. “Buna da şükür, ne diyeyim,” diyerek tatlı bir ifadeyle bana baktığında o yakışıklı çenesine bir öpücük daha kondurmamak için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Onun yanındayken iradem öylesine kayboluyordu ki kendimi nasıl dizginleyeceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Hele ki şu hallerine tanık olduktan sonra… Cevap vermeyerek sessiz kaldığımda çenesiyle oteli işaret edip “Hadi gidelim,” dedi. Başımı sallayarak onaylayacaktım ki yanağındaki ruj izini görüp “Ah, bir dakika,” diyerek onu durdurdum. İçeri böyle girmek istemeyeceğinden emindim. Kaşlarını havaya kaldırıp “Bir sorun mu var?” diye sorduğunda parmağımla yanağını işaret edip mahcup bir ifadeyle “Yanağında ruj izi kalmış,” diye açıkladım. “Hani biraz önce, arabada yani, öptüm ya seni…” Ne diyeceğini bilememiş gibi “Ah,” dedikten sonra bakışlarını benden kaçırdı ve sağ elinin tersiyle gelişigüzel bir çabayla yanağını silmeye çalıştı. Oluşan görüntüye gülmemek için dudaklarımı dişledim ve “Daha çok bulaştırdın,” diye mırıldandım. Bakışları önce kırmızıya boyanan eline sonra da bana döndü. Gözlerindeki ifade benden yardım isteyemeyeceğini düşünmeme neden olduğu için “İstersen ben sileyim?” diye teklifte bulundum. Cevap olarak kısaca evet ya da hayır demek yerine “Vale arabayı götürmeseydi aynasına bakardım aslında,” diye mırıldandığında gülerek başımı salladım ve ona bir adım yaklaşırken “Gel buraya,” dedim. Arabanın aynasına kadar telefonunun kamerasına da bakabilirdi ancak şu an bunu düşünemeyecek bir halde olmalıydı. Gerçi yol boyunca adamın devreleriyle oynadığım için bunu görmezden gelmeliydim. Birkaç adımda ona yaklaşıp iki elimi de havaya kaldırdım ve tek elimle sol yanağını tutup diğerinin başparmağıyla da sağ yanağında dağılan ruju temizlemeye başladım. Tam olarak öyle olmasa da yüzünü avuçlarımın içinde tutuyormuş gibi hissetmiştim ve bu his çok hoşuma gitmişti. Hele ki yakınlığımızdan dolayı etrafı izliyormuş gibi yaparken yüzüme kaçamak bakışlar atmaya çalışmasını görmemiş gibi yapmak kalbime sancı girmesine neden oluyordu. Bilerek yavaştan aldığım ruj temizleme işi bittiğinde gözlerimi yeşillerine çevirip küçük bir tebessüm eşliğinde “İşte bitti,” diye mırıldandım. Bakışları usulca yüzümde gezinirken kısık bir ses tonuyla teşekkür etti ve bu yüzümdeki tebessümün genişlemesine neden oldu. “Rica ederim.” Ellerim hala yüzündeydi ve canım hiç geri çekilmek istemiyordu. Bu anı biraz uzatmak istediğimden konuşmaya devam ettim. “Utandığı zaman senin kadar yakışıklı görünen kimseyle tanışmamıştım daha önce.” Gözlerini kırpıştırdığında gülümseme büyüdü. “Ve tatlı,” diye ekledim hemen. “Yakışıklı ve kesinlikle çok tatlı.” Yutkunurken bakışlarını gözlerimden kaçırmıştı. “Yine şaka yapıyorsun, değil mi?” Hala yüzünde olan parmağımla ruju silerken yaptığım gibi ama bu defa çok daha hafif bir baskıyla yanağını okşadım. “Hayır, sadece gerçekleri söylüyorum. Senin gibi bir adamın bu kadar utangaç olacağını hiç düşünmezdim. Ve dürüst olayım, şu haline o kadar bayıldım ki sürekli seni utandırmak istiyor canım.” Kısılan yeşilleri gözlerimi buldu. “Ben de bu kadar utanabileceğimi hiç bilmezdim doğrusu,” diye itiraf ettikten sonra kısılan sesiyle devam etti. “Ve karşında can çekişiyor olmamın seni böylesine eğlendirmesi de pek hoş değil.” “Seni biraz daha şöyle izleyebilmek için konuyu uzatırdım aslında ama hem vaktini almak hem de işini baltalamak istemiyorum.” Gülse mi ağlasa mı bilememiş bir tavırla ofladı. “Allah razı olsun valla.” Küçük bir kahkaha atıp yanaklarını mıncırarak onu sıkıştırmayı bıraktım ve birkaç adım geri çekildim. “Tamam hadi, gidelim.” Bir elini az önce sıktığım yanağına götürmek üzere havaya kaldırdıktan sonra bundan vazgeçmiş gibi geri indirdi ve etrafa kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü. “İçeride beni şaşırtacak ya da ne yapacağımı bilemememe neden olacak şeyler yapmazsın, değil mi?” “Uslu bir kadın olacağım, söz veriyorum.” “Sana neden inanamıyorum?” Masum ayağına yatarak omuz silktim. “Benle bir sorunun olmalı, normalde de çok uslu biriyimdir ben zaten.” Sinirlerini fena halde bozmuş olacağım ki güldü. “Kesin öyledir, kesin.” Sırıttım ve ona göz kırptım. İflah olmayacağımı ima edercesine gözlerini devirdi ve hiçbir şey söylemeden otelin girişine doğru yürümeye başladı. Ona yetişmek için peşinden koştururken gülüyordum. Bugün sınırı bir hayli ihlal ettiğimin farkındaydım ama bundan hiç pişman değildim. ღ
|
0% |