Yeni Üyelik
34.
Bölüm

BÖLÜM - 34

@bayanclara

Girişteki görevlilerden biri Aral’ın isminin davetli listesinde yazdığından emin olduktan sonra bizi diğer görevliye yönlendirdi ve onun peşinden ilerleyerek kaç katlı olduğunu bilmediğim otelin geniş asansörüne bindik. Aral yanımda duruyordu ancak temas halinde değildik.

Hemen önümüzde dikilen görevli sırtı bize dönük bir şekilde durarak üçüncü katın tuşuna bastığında göstergede yirmi beşe kadar sayı olduğunu fark ettim ki Sadullah’ın çok parası olduğunu bildiğimden buna şaşırmamıştım. Hatta umurumda bile olmamıştı. Parasını nasıl kazandığı belliydi çünkü.

Tek elimle çantamın sapını tutarken diğeri boş boş salınmakla meşguldü. Uzanıp Aral’ın elini tutabilirdim aslında ancak ona uslu duracağıma dair söz verdiğim için buna yeltenmedim. Doğrusunu söylemek gerekirse otele girdiğimizden beri içime küçük bir ürperti çöreklenmişti ve bu da gerilmeme neden olmuştu. Nihayetinde mafya babalarının olduğu büyük bir organizasyona katılmak kolay değildi, ilk defa katılmıyor olsam dahi.

Asansör durduğunda görevli geçmemiz için geriye çekilerek sağ taraftan ilerlememizi söyledi. Aral’la birlikte sırayla asansörden indik ve Aral görevliye teşekkür ettikten sonra görevlinin söylediği yere doğru ilerlemeye başladık. Geniş koridorun ucundaki devasa çift kapılara sahip olan yere kadar adım başı Sadullah’ın korumalarının yanından geçmek zorunda kalmıştık ki adamların dik bakışlarının üzerimde olduğunu hissetmek bana pek iyi gelmemişti doğrusu.

Aral, dik omuzlarıyla yanımda ilerlerken halimi fark etmiş olacaktı ki kolunu uzatıp belime doladı ve aramızdaki milimlik mesafeyi kapatarak beni kendine yasladı.

Sol omzum ceketinin üzerinden göğsüne dokunurken sessizce derin bir nefes çektim içime. Elini belimde ilk hissedişim değildi elbette ama bana karşı değişen hallerini fark etmek inanılmaz hoşuma gidiyordu. Parmaklarının ve avuç içinin elbisenin üzerinden de olsa tam anlamıyla belimi sarıyor oluşu vücudumun her bir zerresine elektrik gönderiyordu sanki.

Dev kapıların önünde duraksadığımızda kapının iki yanındaki adamlara bakarak biraz daha sokuldum Aral’a ancak omuzlarımın ve duruşumun dikliğini de bozmadım. Pısırık biri olduğumu düşünebilecek tek kişi yanımdaki adam olmalıydı ki o da böyle düşünmeyip korkumu oldukça doğal karşılıyordu.

Sağdaki koruma Aral’a küçük bir baş selamı verip kapıyı açtığında Aral belimdeki elinin yardımıyla beni ilerleterek oldukça kalabalık olan büyük salona girmemi sağladı. Bulunduğumuz yeri saray avlusu diye tasvir etsem bile eksik kalabilirdi. Oldukça geniş alana belli aralıklarla sayabildiğim kadarıyla onar kişilik yuvarlak masalar yerleştirilmişti ve içeride en az yirmi masa olduğuna emindim. Etrafta dolanan garsonlar ellerindeki tepsilerde taşıdıkları içecek ve atıştırmalıkları masalara yerleştirirken “Yanlışlıkla İngiliz kraliçesinin davetine falan mı geldik biz?” diye sordum Aral’a fısıltıyla. Ciddiyetle etrafı tarayan bakışları kısıldı ancak bana dönmedi. Gülmemek için dudaklarını sıktığını fark ettim.

“İngiliz kraliyet üyelerinin gösteriş yapmaya ihtiyaçları yoktur sanıyorum.”

“Mesaj alındı,” derken dudaklarımı dişliyordum. Buradaki insanların benim saçma kahkahalarıma hazırlıklı olacağını pek sanmıyordum çünkü.

“Demetler şuradaki masadalar, hadi gel.”

Belimdeki elini çekmeden beni ilerletmeye devam ettiğinde derhal adımlarına ayak uydurdum. Beni bu şekilde istediği her yere götürebilirdi, asla karşı çıkmazdım.

Yanından geçtiğimiz masalardaki bakışlar usulca bize kayarken Aral tanıdığı kişilere hafifçe baş selamı veriyordu. Ben de gülümsemiyordum ancak yüzümdeki ifadeyi yumuşak tutmaya özen gösteriyordum, çünkü tanıdığım tek bir kişi bile yoktu ancak kibirli gibi gözükmek de istemezdim.

Bakışlarım Demetlerin oturduğu masaya kaydığında Ekin’in yanındaki Tutku’yu görmek bir anlığına yüzümü buruşturmama neden oldu ancak kendimi hızla topladım. Onu en son gördüğüm zaman aklıma gelince yanaklarıma bir sıcaklık yayıldı ve düşüncelerimi dağıtmak için gözlerimi hızla Tutku’dan uzaklaştırdım.

Aral’la aramızda geçen havlu olayının uzun zamandır aklıma gelmiyor oluşuna inanamıyordum doğrusu.

“Tamaylar geldi!”

Demet’in neşeli sesi beni düşüncelerimden ayırdığında bakışlarım hızla onunla buluştu ve kendimi gülümsemeye zorladım. Yerinden kalkarak yanıma gelip beni iki yanağımdan da öptü.

“Aylardır görüşmüyormuş gibi hissetmeye başlamıştım, özlettin kendini,” derken sesindeki sitemin samimi olması beni biraz endişelendirmişti doğrusu. Ona sempati beslemek istemiyorum ama davranışlarıyla beni buna mecbur bırakıyor gibiydi.

“Ailesel birkaç sorun çıktı,” derken dilimi ısırmak istemiştim. Yaşadıklarımı böylesine kolay ve saçma şekilde dile döküyor olmak canımı acıtmıştı.

“Aral bahsetti canım, üzüldüm senin için. Yardım edebileceğim bir şey var mı?”

Başımı iki yana sallarken gülümsemeye çalıştım. “Teşekkür ederim, sorman yeter.”

Ekin’e de başımla selam verdikten sonra Tutku’ya kısa bir bakış attım ve Aral’ın benim için çektiği sandalyeye yerleştim. Şansıma Tutku’nun tam karşısındaki yere geçmiştim. Aral yanımdaki sandalyeye geçmek yerine Ekin’e döndü ve “Sadullah Baba nerede?” diye sordu. Ekin, arkamızda kalan bir yeri işaret edip “Doğu’yla ikisi arkadaki odadalar,” diye açıklama yaptı. Aral kısaca başını sallayıp bana döndü ve elini çıplak omzuma koyup “Ben bir yanlarına gideyim,” dedi. Kucağımdaki ellerimden birini kaldırıp elinin üzerine yasladım ve usulca başımı salladım.

Aral yanımızdan ayrıldığında aklım hala daha omzumda hissettiğim sıcaklıktaydı. Bunları artık doğal bir şeymiş gibi çekinmeden yapıyor olması kalbimi ısıtıyordu.

“İçecek bir şey ister misin, Tamay?”

Demet’in sesi beni daldığım yerden çıkarırken bakışlarımı ona çevirdim ve “Harika olur,” diye cevap verdim. Ağzım kurumuştu ve bunun Aral’dan kaynaklandığını bilecek kadar tecrübeliydim.

Ekin’in çağırdığı garson Tutku’yla ikisine alkollü bir şeyler verirken ben de Demet’in istediği ve tadının harika olduğunu iddia ettiği alkolsüz içecekten aldım. Alkolle pek aram yoktu, bünyem oldukça zayıf olduğu için anında çarpıyordu ve içtikten sonra yaptığım şeyleri asla hatırlamıyordum. Bu da çok can sıkıcı bir durumdu doğrusu.

Demet ve Ekin’le birlikte beş on dakika kadar havadan sudan konuştuktan sonra Ekin de Aralların yanına gittiğinde Demet bir sandalye kayarak bana yaklaştı ve son iki haftadadır çektiği bazı problemlerden bahsetti. Ona bunların gayet normal şeyler olduğunu açıkladıktan sonra haftaya işe döneceğimi ve ona bir kontrol randevusu ayarlayacağımı söyledim.

İçi rahatladığından olsa gerek enerjisi biraz daha artan Demet elbiseme ve bana bir düzine iltifat dizerken içten bir şekilde gülümseyip ona birkaç kez teşekkür etmek zorunda kaldım. Başka şartlarda tanışmış olsaydık onunla çok iyi arkadaş olacağımızdan emindim.

Dakikalar sonra Aral, Doğu ve Ekin masaya dönerlerken Sadullah da onun konuşması için ayarlanmış sahneye doğru ilerledi. Orta boyutlarda kurulan yerde tek başına duran büyük bir piyano ve ayaklı mikrofon vardı. Aral yanımdaki sandalyeyi çekip otururken istemsizce Sadullah’ın yine bir piyanistle sorun yaşayıp yaşamadığını düşündüm. Umarım böyle bir şey olmazdı, zira bu kadar insanın önüne beni atmasını şu haldeyken pek istemezdim.

Neyse ki böyle bir şey olmadı. Sadullah bahsettiğim mikrofonun önüne geçti ve yaklaşık on beş dakikalık bir konuşma yaptı. Daha çok otel hakkında iyi şeyler söylüyordu ancak ne demek istediğini anlamasam da birilerine alttan alta laf soktuğu çok barizdi. Ben umursamadım ama Sadullah konuşurken şahin bakışları salonun dört bir yanında gezen Aral’ın lafların gittiği yerlerden haberi var gibiydi.

Sadullah konuşmasını bitirip alkışlar eşliğinde sahneden indi ve bizim oturduğumuz masaya doğru ilerledi. Bu sırada nereden çıktığını göremediğim bir piyanist piyanonun başına geçip hafif bir şeyler çalmaya başladı, sayılarının çoğaldığını fark ettiğim garsonlar da masalara yemek taşımaya başladılar.

Oturduğum yerde rahat bir izlenim vermeye çalışıyordum ancak özellikle üzerime soru yöneltilmedikçe hiçbir konuşmaya katılmıyor, dinlemekle yetiniyordum. Bakışlarım arada bir Tutku’ya da kayıyordu ancak ne şaşırtıcıdır ki ilgisi ne bende ne de Aral’da değil gibiydi. Onu Sadullah’a şikâyet edeceğimden mi korkuyordu bilmiyordum ama doğrusunu söylemek gerekirse bize karşı samimi bir kayıtsızlığı vardı. Bu durum tuhafıma gitse de rahatladığımı itiraf edebilirdim.

Garsonların masayı donattığı yiyecekler öyle leziz görünüyordu ki hepsinden azar azar da olsa tatmıştım. Rahatlıkla bu kadar yememin en büyük sebeplerinden biri de masada dönen sohbetleri yalnızca dinliyor olmamdan kaynaklanıyordu. Kimsenin beni taktığı yoktu zira.

Ağzımdaki yiyecekleri yutmayı kolaylaştırsın diye içeceğimden birkaç yudum aldığım sıra bakışlarım Demet’le buluştu. Bana imalı diyebileceğim yarım bir gülümsemeyle bakıyordu. Tek kaşımı havaya kaldırdım ve ne oldu dercesine hafifçe başımı salladım. Yüzündeki gülümseme sırıtışa dönerken çenesiyle karnını işaret etti.

Böyle bir imayı öylesine beklemiyordum ki ağzımdakileri daha fazla çiğneyemeden yuttum ve bu yüzden de az kalsın öksürüğümde boğuluyordum.

Masadaki sohbet anında kesilirken bütün bakışlar bana döndü, yanımdaki Aral hareketlendi ve tek elini sırtıma yaslarken diğeriyle de önündeki su bardağını bana uzattı. “İyi misin? Ne oldu birden bire?”

Elimle ağzımı kapatarak birkaç kez daha öksürdükten sonra su bardağını aldım ve bardaktaki bütün suyu içtim. Soğuk su iyi gelmişti.

Boş bardağı masaya bırakırken Demet haricindekilere baktım mahcupça. “Affedersiniz, bir an boş bulundum sanırım.”

“Hiç önemli değil, sen daha iyisin değil mi?” diye sordu Sadullah. Sorusunda ya da yüzünde samimiyetsizlik aradım ama bulamadım. “İstersen lavaboya götürsün kızlar seni.”

“Yok, yok, iyiyim, teşekkür ederim.”

Gerçekten iyiydim, çünkü Aral bana su uzattığından beri sırtımdaki elini ahenkle sırtımda gezdiriyordu. Hatta okşuyor da diyebilirdik.

Herkesin dikkati üzerimden çekilince Aral hafifçe bana doğru eğildi. “Gerçekten iyisin, değil mi? İstersen lavaboya kadar eşlik edebilirim sana.”

Yüzümde küçük ama oldukça derin bir tebessüm oluştu. “İyiyim, bir şeyim yok. Merak etme.”

Aral elini son kez sırtımda gezdirdikten sonra benden uzaklaşarak önüne döndü. Ben de bu düşünceli halinin içimi kıpır kıpır etmesine izin vererek bakışlarımı ondan ayırdım ve beni bu hale getiren kadına döndüm. Ona kötü kötü bakarak başımı yavaşça iki yana sallamam üzerine yaptığı imadan asla pişman olmamış bir sıfatla elini kaldırdı ve dudaklarına görünmez bir fermuar çekti.

Sessizce iç çektim ve iştahımın eski yerinde olmadığını fark ederek içeceğimi yudumlamaya başladım.

Gerisi olaysız geçen yemeğin ardından Sadullah yerinden kalkarken belli belirsiz bir baş hareketiyle Doğu ve Aral’ı da yerlerinden kaldırdı. Aral, diğer ikisinin peşine takılmadan önce sandalyesini ileri ittirdi ve sol koluma hafifçe dokundu. Bu dokunuşun kendime sahip çıkmamı ve dikkatli olmam gerektiğini söylediğinin farkındaydım. Üçünün geniş salondan çıktıklarını izledikten sonra önüme döndüm.

Tutku’yla göz göze gelmiştim.

Bana kısa bir süre tuhaf bakışlarla baktıktan sonra dikkatini elindeki telefona çevirdi. Bakışından rahatsız olmuştum ama bunun sebebi itici olması değildi. Gözleriyle bana bir şey anlatmaya çalışıyor gibiydi. Ya da ben saçmalıyordum.

Piyanistin yemek boyunca çaldığı sakin parçalar yerini biraz daha hareketli bestelere bıraktığında salonun ortasındaki boşluğu insanlar, daha doğrusu çiftler doldurmaya başladı. Tabağımdakileri bitirmeye kendimi adamış olduğumdan aralıklı da olsa ağzıma bir şeyler sıkıştırıyor ve dans eden insanları izliyordum ki çok geçmeden Ekin de Demet’in elini tutup karısını diğer çiftlerin arasına götürdü. Bir süre yüzlerindeki keyifli gülümsemeler eşliğinde ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim olmayan bir şeylerden konuşurlarken dans edişlerini izledim. Tasasız ve mutlu görünüyorlardı.

“Hep böyle uzaktan izleyen taraf olmayı gerçekten istiyor musun?”

Beni kendime getiren ve bakışlarımı önüme çevirmeme neden olan Tutku’nun sorduğu soru olmuştu. Kaşlarımı hafifçe çatarak ona baktım. Onu, bağırarak Demet’in bize verdiği odadan kovduğum zamandan sonra bir daha hiç konuşmamıştık.

“Ne demek istediğini anlayamadım.”

Sesim oldukça sakindi çünkü bu gece onu sık sık gözetlemiş olmama rağmen aykırı bir davranışını yakalamamıştım.

“Birlikte olduğun adamın peşinden böyle yerlere sürüklenip masada tek başına kalmalarından bahsediyorum,” diye açıklamaya girişti. “Çoğul konuşuyorum, çünkü Aral’la birlikte olduğun müddetçe bu hep yaşanacak. Sen bir yerlerde yalnız kalacaksın ve o Sadullah babanın peşinden gidecek. Daima.”

“Bu olması gereken şey değil mi?” diye sordum kafa karışıklığıyla. Laf mı sokmaya mı yoksa gözümü açmaya mı çalıştığını gerçekten anlamamıştım. “Sonuçta böyle yerlere bunun için gelmiyor muyuz?”

Elindeki telefonu masaya bıraktı ve dirseklerini masaya dayayarak biraz daha öne eğildi.

“Ben de bundan bahsediyorum. Bu hep böyle olacak. Daha doğrusu Aral’la birlikte olduğun sürece böyle olacak. İşleri hep senden önce gelecek, Sadullah baba senden önce gelecek. Ben şu an burada olmasaydım burada bir başına oturacaktın, hem de ne kadar olduğunu bilmediğin bir süre boyunca. Bunu gerçekten istiyor musun?”

“Neden birden bire böyle şeyler söylüyorsun?” diye sordum kızmaya başlarken. Söyledikleri aslında doğruydu ama böyle bir şey yoktu çünkü Aral aslında Sadullah’ın adamı falan değildi. Yani sürekli böyle bir hayat falan yaşamayacaktım.

“Öncelikle şunu belirteyim ki beni en son gördüğün halimle şu anki halim arasında büyük bir fark var. Aslında o gün bana öyle davranarak gözümün açılmasını sağlamış bile olabilirsin ve bunun için sağ ol.”

Eğer kendimi tutmasaydım ona ağzım açık bir şekilde bakardım muhtemelen. Bu konuşan kız kimdi ve Tutku’ya ne yapmıştı?

Ne kadar saklamaya çalışsam da yüz ifademden kafa karışıklığımı anlamış olacaktı ki “Öyle bakma,” diyerek hafifçe gülümsedi. “Kötü biri değilim; sadece yanlış ortamlarda, yanlış insanlarla takıldım ve içimde anlamsız bir hırs biriktirmek gibi hatalar yaptım. Bunu daha detaylı anlatabilirdim ama o kadar yakın değiliz.” Başını salladı. “Sadece şunu bil, Aral’a karşı hislerim yok. Aslında hiç olmamış, sadece onu elde edebilme hırsı bürümüş içimi. Bunu da sayende fark ettim işte.”

Ona garip garip bakmaya devam ettiğimde “Bana inanmanın zor olduğunu biliyorum ama inan oyun falan oynamıyorum,” diye devam etti konuşmaya. “Zaten hayatımda biri var, istersen Demet’e sorabilirsin, o da biliyor. Yani pek detaylı bilmiyor ama olsun.”

İşte bu sefer tepkimi daha fazla saklayamamış ve kısık bir sesle “Vay canına,” diye mırıldanmıştım ve beni duyup hafifçe gülmüştü.

“Gözümün gerçekten açıldığı şu son zamanlara dayanarak tüm samimiyetimle söylüyorum ki bunu hak etmiyorsun. Bunu kimse hak etmez. İleride evlendiğinizde, hatta çocuklarınız olduğunda da Aral sürekli böyle yerlerde olmaya devam edecek ve sen burada bile oturamıyor olacaksın. Çünkü çocuklarınızın bir ebeveyne ihtiyacı olacak.” Önündeki bardaktan birkaç yudum içmeden önce dudaklarını büktü. “Bunu nereden bildiğimi sorma.”

Sormama gerek yoktu, çünkü çok yüksek ihtimalle kendisinden bahsediyordu ve bunu anladığımın da farkındaydı.

Ama onun bilmediği bir şey vardı, her ne kadar çok istesem de henüz Aral’la aramda hiçbir şey yoktu ve o bir polisti. Mafyanın sağ kolu değil.

“Abin ve Demet için aynı şeyleri düşünmüyor musun peki?” diye sordum, neden Demet yerine beni uyardığını anlayamadığım için.

“Hayır, çünkü abim evlenmeden önce Demet’i seçti,” derken başını salladı.

“O nasıl oluyor?” diye sordum anlamayarak.

“Farkındaysan Doğu abi sürekli babasının peşinden koşmasına rağmen abim böyle yapmıyor, ilgisinin çoğu sürekli Demet’te,” dedikten sonra çenesiyle Demetlerin dans ettikleri yeri işaret etti. “Eskiden abim de Doğu abi gibiydi, sürekli Sadullah babasının etrafında gezinirdi ve bir gün Demet patladı. Haklı olarak yani… Kendi ağzıyla söylediğini hiç duymadım ama bence içinde doğup büyüdüğü bu ortamı pek sevmiyor.”

Evet, gerçekten sevmiyordu ve bunu bana söyleyeli bir hayli olmuştu.

“Abime böyle devam ederse, yani aynı şu an senin yaşadığın şeyleri yaşamaya devam ederek sürekli ikinci plana atılmak yerine bu ilişkiyi bitirmenin daha iyi olacağını söylemiş. Kısacası onu kendisiyle tehdit etmiş ve abim de onu seçti. Başta kendi babam olmak üzere Sadullah babadan ve Doğu abiden biraz tepki yese de kararından vazgeçmedi. Yanlış anlaşılma olmasın, hala bu işlerle ilgileniyor ama eskisi gibi sık değil. Vaktinin çoğunu babamın şirket işleriyle ve Demet’le geçiriyor.”

Duyduklarımı hazmetmem biraz uzun sürmüştü. Her şey dışarıdan bakıldığı haliyle bir olmayabiliyordu ve Tutku’nun anlattıkları da bunu kanıtlıyordu. Yalan söylediğini veya beni kandırmaya çalıştığını sanmıyordum. Ona güveniyor da değildim ama bana bakış şeklinde dile dökmediği çok şey olduğunu da tahmin edebiliyordum.

“Aral’dan, benimle bu işi arasında seçim yapmasını istememi mi öneriyorsun yani?” diye sordum. “Bu pek adil bir şey olmaz, çünkü kendi kızı söz konusu olmadığından Sadullah Bey’in Ekin’e sağladığı esnekliği Aral’a sağlayacağını sanmıyorum.”

“Olabilir,” diyerek omuz silkti. “Hatta Aral senin yerine işini de seçebilir. Benim demeye çalıştığım şey de bu işte. Bütün hayatını seni ikinci plana atan biriyle geçirmek istiyor musun? Yani Aral’ı bu duruma hayatın boyunca katlanacak kadar seviyor musun? Bunu bilmen gerek. Eğer çocuğunuz olsun istiyorsan bunu iki kez düşünmelisin hatta. Çocuğuna tek başına bakmak ileride zoruna gidebilirse, yani içinde bunun şüphesi bile varsa yapma. Sana ayrı, çocuğa ayrı yazık olur çünkü.”

Anlamıştım. Tutku’nun bahsettiği çocuk aslında kendisiydi. Büyük ihtimalle annesi, babasının kendisini ve çocuğunu ilgisiz bırakmasından bıkmıştı ve anlaşılan oydu ki bu işin sonu pek de iyi sonuçlanmamıştı.

Onun için üzüldüğümü fark ettim. Belli ki şımarık, bencil ve oldukça yanlış tavırlarının altında birilerine olan kızgınlığı, hatta kırgınlığı yatıyordu. Yine de her ne kadar aksini iddia etse de bunları anlatıyor diye ona tamamıyla güvenemezdim. Doğruyu söylüyor olsa da güvenemezdim, çünkü içinde bulunduğumuz şartlar kesinlikle bu güveni desteklemiyordu. Ayrıca onunla ilk tanıştığımız zaman lavaboda telefondaki birine söylediklerinden itibaren hakkımda ve bana karşı olan laflarını unutabileceğimi de sanmıyordum.

Yine de usulca başımı sallayarak “Düşüneceğim,” diye mırıldandım. Gözlerini kırpıştırdı ve bu konuşma ona iyi gelmemiş olacaktı ki masadaki çantasını alarak ayaklandı. “Ben bir lavaboya gideyim.”

Tutku da gittiğinde koca masada bir başıma kalmıştım ve sahiden de hiç hoş bir durum değildi. Aral hala ortalıkta görünmüyordu. Allah bilir en ufak bir bilgi kırıntısı için kimlerin peşinde dolanıyordu…

Yanımdan geçen bir garsonu durdurdum ve tepsideki içeceklerden birini istedim. Ne olduğunu bilmiyordum ama rengi Demet’in seçtiği içecekle aynıydı. Adını sormayı akıl edemediğim için garsondan onu rica edemezdim ancak şansımı deneyebilirdim.

Garson gidince yine tek başıma kalmış ve bir yandan tadı Demet’le içtiğimiz şeyin yanından geçmeyen içecekten yudumlar alıp bir yandan da dikkat çekmeyecek şekilde etraftaki insanları gözetledim. Oturduğum yerden salondaki herkesi görmem mümkün değildi ve dans edenler de görüş açımı bir hayli kapatıyordu ancak görebildiğim kadarıyla benim gibi yalnız oturan biri yoktu.

Başkalarının dikkatini çekmemeyi dileyerek bakışlarımı önüme çevirip beyaz masa örtüsünün desenlerini incelemeye başladım. Daha doğrusu gözlerim örtüdeydi ama aklımda bambaşka şeyler cirit atıyordu.

Arabada gelirken Aral’a karşı haddinden fazla cüretkâr olmuştum. Bunu yaptığım için pişman değildim, fazlasıyla güzel zaman geçirmiştim ama sürücü koltuğunda Aral yerine bir başkası oturmuş olsaydı yüzde doksan ihtimalle benim ona yanık olduğumun farkına varırdı. Ona kalırsa bunun bile olmayacağını bildiğimden arkadaş olduğumuzu vurgulamak zorunda kalıyordum zaman zaman ama Allah aşkına, karşı cinsten en yakın arkadaşına bile bu kadar yakın davranmazdı insan. Bunu gerçekten anlamıyor muydu yoksa tavırlarımı yanlış mı yorumluyordu? Amacım ona ulaşmak ve zamanının geldiğini hissettiğimde açılmaktı lakin o zamanın gelip gelmeyeceğini kestiremiyordum. Ayrıca zamanı gelse bile imalarla belirtmek yerine yüzüne karşı duygularımı direkt söylemem ya da gerçekten dudaklarına yapışmam gerekiyordu sanırım. Aslında bunu yapardım, gocunmaz veya çekinmezdim ama sonrasında sergileyeceği tavrı düşünmek beni geriyordu. Onu kendimden daha da uzaklaştırmak istemiyordum.

Demet tek başına masaya dönüp “Hayırdır, Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye sorana dek elimdeki içeceği yudumlayarak kara kara düşünmüş ama işin içinden çıkamamıştım.

Yüzüme samimi bir tebessüm kondurmaya çalışarak “Yok ya,” dedim. “Tek kalınca biraz canım sıkıldı sadece.”

“Kusuruma bakma, ben Tutku’yla oturduğunuzu düşündüğümden masaya hiç bakmadım. Abim Ekin’i çağırıp beni yanlarından postalayınca fark ettim burada bir başına olduğunu.”

“Önemli değil gerçekten,” derken başımı sallıyordum. “Tutku gideli çok olmadı zaten.” Böyle diyordum ama Tutku gideli ne kadar zaman geçtiği hakkında bir fikrim yoktu. “Hem onunla da biraz sohbet ettik. Beni bayağı bir şaşırttı doğrusu.”

“Sen de şaşırdın değil mi?” diyerek güldü. “Şu ondan hoşlanan çocuğa bir şans vermeye karar verdikten sonra tavırları yüz seksen derece değişti.”

“Ondan hoşlanan çocuk mu?” diye sordum. Demek ki gerecekten vardı hayatında biri.

“Hımm, bayağıdır peşindeymiş aslında ama Tutku umursamıyormuş. Sizin şu olaylı geceden sonra bir süre hiç görmedim onu. Sonra bir de öğrendim ki bu çocuğa şans vermeye karar vermiş. Bana hiç itiraf etmedi ama bence bu iş biraz da senden kaynaklandı.”

Ama bana itiraf etmişti. İkisinin de birbirlerine söylemeyip bana açılmaları biraz komikti doğrusu.

“Eğer öyleyse ve ona iyi geldiyse ne mutlu,” diyerek iç çektim. “Aral’ı sürekli birilerinden korumaya çalışmak fazlasıyla can sıkıcı.”

Küçük bir kahkahayla kafasını salladı ve “Bilmem mi?” diye mırıldandı. Anlaşılan o da Ekin konusunda bu tür sıkıntılar yaşıyordu. Şaşırtıcı değildi, çünkü Aral kadar olmasa da Ekin de çok yakışıklı bir adamdı.

Bundan sonraki vaktimizde Demet’le bol bol çene çaldık. Bana etraftaki birkaç kadını gösterip haklarında dedikodu yaptı. Onları tanımıyor olsam bile Demet olayları öylesine abartılı bir şekilde anlatıyordu ki gülmeden duramıyordum. Sürekli dönen muhabbet konumuz bir an benim içtiğim şeye de gelmişti ve onun içinde hafif alkol bulunduran başka bir içecek olduğunu öğrenmiş, bunun üzerine içeceğin kalan üçte birlik kısmını içmemeye karar vermiştim. Şimdilik bir şey dokunmuş gibi değildi ancak yine de devam etmesem daha iyiydi.

Gece yarısına yaklaştığımız vakitlerde nihayet varlığımı hatırlayan -daha doğrusu işi biten- Aral masaya teşrif etmiş ve yanımda on dakika kadar oturduktan sonra kulağıma eğilerek gidebileceğimizi söylemişti. Bakışlarımı sevdiğim yabancı bir besteyi çalan piyanistten ayırarak Aral’a çevirdim.

“Burada kalmamıza gerek yok mu yani?”

“Hayır, yok,” diyerek başını salladığında tuhaf bir hayal kırıklığı yaşamış olsam da bunu belli etmemeye çalıştım.

“Tamam, kalkalım o zaman.”

Aral Sadullah’a döndü ve “Biz kalkalım artık, malum yolumuz uzun,” diye mırıldandı.

“Burada kalsaydınız. Bir oda ayarlarlar hemen size, isterseniz sabah erken çıkarsınız.”

“Şimdi gidelim, daha iyi,” diye cevap verdi Aral. Ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu ama beni burada kalmaya alıştırdıktan sonra böylesine ısrarla gitmeyi istiyorsa bir haltlar dönüyor demekti.

“Peki, o zaman; teklif var ısrar yok. Dikkatli gidin ama.”

Sadullah’ın keyfi yerindeydi, bu yüzden fazla üstelememiş olmalıydı. Aral kısaca başını sallayıp onu onayladıktan ve Demet hariç herkese veda ettikten sonra -Demet yaklaşık beş dakika kadar önce lavaboya gitmiş ve hala gelmemişti- Ekin’den benim için Demet’e veda etmeden gittiğimiz için üzgün olduğumuzu ve kontrol için onu arayacağımı söylemesini istedim.

Aral’la birlikte yan yana ilerleyerek geniş davet salonundan çıktık ve koridor boyunca ilerleyip köşeyi dönerek asansörün olduğu yere vardık. Asansörün düğmesine basıp onu bulunduğumuz kata çağırmasını izlerken başımı yüzüne doğru yaklaştırıp “Bir sorun mu var?” diye sordum fısıltıyla. Aslında bulunduğumuz yerde kimse yoktu, çünkü buraya ilk geldiğimiz zaman koridora dizilmiş olan korumaların yerlerinde yeller esiyordu ama yine de yüksek sesle konuşmaya cesaret edememiştim.

Ayrıca şu ana kadar içtiğim şeyin etkisinin olmadığını düşünmekle yanılmıştım sanırım. Zira Aral’ın kokusunu yakından almak başımı normalde olduğundan daha fazla döndürmüştü.

“Sorun olarak algılayıp algılamamam gerektiğini bilmediğim şeyler öğrendim. Bu yüzden seni eve bırakır bırakmaz Asaf amirimin yanına gitmem gerekiyor.”

Asansör on sekizinci kattan geldiği için bekleme süremiz bayağı uzun sürmüştü. Bu yüzden dibinden ayrılmadan “Yılmaz’la mı alakalı?” diye sordum, merakımı bastıramamıştım.

İç çekti. “Hem onunla hem de çalıştığı diğer adamla ilgili.”

Başımı sallayarak onaylarken aklım bambaşka bir yerdeydi; Aral’ın gerginlikle birbirine sıkıca bastırdığı dudaklarında. Bunu bana yaptıranın içtiğim o alkollü içeceğin olduğunu biliyordum, aksi takdirde ne kadar çok istesem de kendimi dizginler ve büyülenmiş gibi gözlerimi dudaklarına dikip beklemezdim. Ya da bunu ona fark ettirmezdim.

Ama fark etmişti ve ne yaptığıma anlam verememiş gibi kaşlarını havaya dikmişti.

Asansör bulunduğumuz yere geldiğini belli eden bir ses çıkardığında aklıma masada bir başımayken düşündüğüm şeyler geldi ve anlık gelen cesaretle ya şimdi ya da hiç diye düşünerek uzanıp dudaklarımı Aral’ın dudaklarına bastırdım.

Siktir, bunu gerçekten yaptım.

Bir… İki… Üç… Saniyeler geçiyordu. Geçiyordu ve ikimiz de kaskatı kesilmiş şekilde öylece duruyorduk. Bir an ne yaptığımın farkına vardım. Onu öpmüştüm. Aslına bakarsanız hala öpüyor sayılırdım, çünkü dudaklarımı dudaklarının üzerinden çekmiyordum ama ikimiz de ne bunu ileri götürecek bir şey yapıyorduk ne de geri çekiliyorduk. Öylece bekliyorduk.

Sonrasında bir mucize oldu ve düşünme yetim geri geldiğinde çekilmesi gereken kişinin ben olduğumu fark ettim, zira Aral nefes bile almıyor gibiydi. Vücudumun her bir zerresi utançla kıvranırken hızla geri çekilim ve dudaklarımı onunkilere bastırdığım an kapattığım gözlerimi asla açmadan başımı öne eğdim.

“B-ben özür dilerim. Çok özür dilerim. Nasıl olduğunu anlamadım. Yanlışlıkla biraz alkol aldım, sanırım o yüz-”

Kendimden geçmiş bir şekilde nefes almadan özür dilerken çenemde hafif bir dokunuş hissettim. Bu temas gözlerimi aralamamı sağlasa da kafamı kaldıracak kadar cesur hissetmiyordum kendimi. Rezil olmuştum ve tek istediğim arkama bakmadan Aral’dan kaçmaktı.

Benim yapmayacağımı anlamış olacaktı ki bu görevi üstelenen kişi de o oldu ve başparmağının baskısıyla başımı hafifçe yukarı kaldırıp onunla göz göze gelmemizi sağladı. Yeşilleri koyulaşmıştı, bana anlam veremediğim bir bakış attı. Ve hemen sonra da başını eğip beni öptü.

Bunu gerçekten yaptı.

Dudaklarımdaki sert baskı aklımı başımdan alırken onun yaptığı şeyle benim dakikalar önce yaptığım şeyin uzaktan yakından bir alakasının olmadığını fark ettim çaresizce. Öpülüyordum, hem de aklıma gelip gelebilecek en iyi şekilde.

Bir eliyle belime bastırarak beni iyice kendine çektikten sonra diğer eliyle ensemi tuttu ve başımı biraz daha eğerek dudaklarımdaki hükmünü arttırdı. Ayaklarım yerden kesilmişti. Kelimenin tam anlamıyla uçuyordum ama aşktan.

İçimde çağlayan tutku sonunda beni ele geçirdiğinde kollarında duran ellerimi kaldırıp boynuna doladım ve ona içimden gelen şekilde karşılık verdim. Beni ilk öptüğü an şaşkınlıktan açılan dudaklarımla ona gerekli izni vermiştim ancak ona, onun gibi karşılık vermem öpücüğümüzü bambaşka bir yere taşımıştı. Nefessizlikten ciğerlerim yanıyordu ama ondan ayrılmak istemiyordum. Bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyordum.

Bayılma noktasına geldiğim sıralarda alt dudağımı çekiştirerek dudaklarını benimkilerden ayırdı. Gözlerimi tekrar ne zaman kapattığımı bilmiyordum ancak şakağını benimkine yaslayarak içine derin nefesler çekmeye başladığında açmaya yeltenmedim. Kalbim karmakarışık duygularla öylesine delice çarpıyordu ki mümkün olmadığını bilmesem dışarı fırlayabileceğini düşünürdüm.

Göğsüm hararetle inip kalkarken Aral’ın kolunun yanımdan uzandığını hissedip gözlerimi hafifçe araladım ve koridorun diğer ucunda duran Demet’le göz göze geldim. Otuz iki diş diye tabir edilen şekilde gülümsüyordu. Öpüştüğümüzü görmüştü. Ah, hayır. Elini alnına koyarak bayılma numarası yaptığına göre bizi izlemişti.

Aral, düğmeye basarak bizim dudak dudağa olduğumu sırada açılan lakin bizde bir hareketlenme olmayınca kapandığını düşündüğüm asansörün kapılarının tekrar aralanmasını sağladı ve bana hiçbir kelime etmeden yanımdan geçerek asansöre bindi.

İçime çöken huzursuzluğun kaşlarımı çatmasına engel olarak Demet’in abartıyla iki yana salladığı koluna elimi kaldırıp parmaklarımı sallayarak karşılık verdim ve sessizce yutkunup geriye dönerek asansöre bindim.

Aral’ın gözleri kapalı, çenesiyse kaskatıydı. Ben içeri girip kapılar kapanınca zemin katın tuşunun üzerinde tuttuğu parmağıyla tuşa bastı ve hemen ardından elini geri çekerek cebine soktu. Büyük bir şaşkınlıkla onu izliyordum. Ne olduğunu anlamak için can atıyordum ancak ona sorsam bile cevap vereceğini hiç sanmıyordum. Beni asıl öpen oydu, şimdi neden böyle davranıyordu?

Aklıma Demet geldiğinde kalbim acıyla kıvrandı. Onun varlığını mı fark etmişti? Bizi izlediğini görüp pot kırmamak için mi benim küçük dokunuşuma karşılık vermişti? Bir insan, başka birini sırf numara için böylesine güzel öpebilir miydi?

Cebindeki elinin yaptığı şişkinliğe bakılırsa elini yumruk haline getirmişti. Bu kadar mı rahatsızdı beni öptüğü için? İğreniyor muydu?

Hissettiğim acımasız hayal kırıklığı gözlerimin dolmasına neden olduğunda ona bakmayı kesip önüme döndüm ve gözlerimi kırpıştırdım. Ağlayamazdım. Hayır, burada yapamazdım.

Asansör durduğunda ve kapılar açıldığında Aral da hızla gözlerini aralayıp benden önce asansörden indi ve arkasından gelip gelmediğimi kontrol etme ihtiyacı duymadan aceleci adımlarla otelin çıkışına doğru ilerledi. Ağzımdan bir hıçkırık çıkmaması için dudaklarımı sımsıkı bastırdım birbirine.

İğrenç hissediyordum.

Onu öptüğüm için kendimden nefret ediyordum.

Girişteki görevlilerle göz göze gelmemek için yeri izleyerek döner kapıdan dışarı çıktım ve valenin arabasını getirmesini beklediğini tahmin ettiğim Aral’ın birkaç adım gerisinde durarak dolmasına engel olmayı bir türlü başaramadığım gözlerimle onu izledim. Elleri bu sefer dışarıdaydı ama hareketsiz duruyordu. Omuzlarının çöktüğünü fark etmek kalbimi biraz daha kırdı.

Vale arabayı getirip anahtarı Aral’a teslim ettiğinde, Aral bana asla bakmayarak ilerleyip şoför koltuğuna yerleşti. Birkaç saniye boyunca bulunduğum yerden ölü gözlerle direksiyona bakışını izledim ve ardından içime sesli bir nefes çekip arabaya doğru ilerledim.

Yanındaki koltuğa binip kemerimi taktığımda kontaktaki anahtarı çevirdi ve gaza bastı.

Arabayı oldukça hızlı kullanıyordu ama abartılacak seviyeye gelmediği ve yollar saatten kaynaklı dolu olmadığı için kapıya tutunmak dışında bir şey yapmadım.

Araba bizim evin önünde durduğunda usulca başımı çevirip ona baktım. Hala kaskatı bir şekilde yolu izliyordu. Buraya gelene kadar tek kelime konuşmamış, radyoyu bile açmamıştık. Bana kızgınsa ki bariz öyleydi, bunu bana söyleyebilirdi ve ben de ondan özür dilerdim. Canım zaten fazlasıyla yanıyordu, bir özür beni daha kötü hale getiremezdi.

Hiçbir şey söylemedi. Yüzüme bile bakmadı. Ama böylece inemezdim arabadan. O yüzden cesaretimi topladım ve dudaklarımı araladım.

“Aral-”

“İyi geceler.”

Lafımı öyle hızlı ve keskin bir şekilde bölmüştü ki istemsizce irkilmiştim oturduğum yerde. Sesimi bile mi duymaya tahammülü yoktu gerçekten? Dudaklarım titredi.

“A-ama?”

Kafasını çevirdi ve beni öptüğü andan itibaren ilk kez gözlerimin içine baktı. Yeşillerinin etrafı kızarmıştı ve yüzü onu ilk tanıdığım zamanlardaki gibiydi. Mimiksiz.

“İyi geceler, Doktor.”

Belli ki konuşmamı istemiyordu. Ağzımı kapattım. Daha fazla yanında kalamazdım, çünkü gözyaşlarımı bastırmaya gücüm yetmiyordu artık.

Hızla kapıyı açıp dışarı attım kendimi. Sonra da ardıma bile bakmadan bahçe kapısından içeri girip kapıyı sertçe kapadım. Yürümeye bile gücüm yoktu ancak burada ağlamaya başlarsam sesimi duyması kaçınılmaz olurdu. Zira hala daha arabayı hareket ettirmemişti.

Gözyaşlarım yanaklarımla buluşurken eve doğru koştum. Bugünün böyle sonlanabileceği aklımın ucuna bile gelmezdi.

“Senin ikizin olacak adam tam bir aptal.”

“Bence de.”

“Ve geri zekâlı.”

“Kesinlikle katılıyorum.”

“Ve odun.”

“Fark etmemen mucize olurdu.”

Ağlar gibi bir ses çıkararak elimdeki kaşığı dondurma kasemin en dibine daldırdım.

“Tüm bunlara rağmen hala onu çok seviyorum.”

“Bunun için memnunum.”

“Memnun olması gereken kişi sen değilsin ama,” diye huysuzlandığımda dudaklarını büktü.

“Bence o da memnun ama farkında değil.”

“Böyle şeyler söyleyerek beni boşa ümitlendirdiğini düşünüyorum artık. Sürekli onun yerine konuşuyorsun ve ben de sana inanıyorum, çünkü inanmak istiyorum.”

“Ben onun ikiziyim, Jülide; tek yumurta ikizi. İkizlerin arasındaki bağdan sana bahsetmeme gerek yoktur sanıyorum. Ayrıca şu yaşına kadar hep benim yanımdaydı. Onu benden daha iyi kim tanıyabilir?”

Ona kötü kötü baktım. “Bu sefer sana kanmayacağım. Sevmiyor işte beni, sevmeye de niyeti yok. Olsa iki gün boyunca aramaz mıydı? Tek kelimelik bir mesaj atsa da razıydım ama onu bile yapmadı.” Alaylı bir tavırla başımı salladım. “Gerçi beni öptükten sonra yüzüme bakmayan, konuşmama dahi izin vermeyen biri için tek kelimelik mesaj bir lütuf sayılır.”

Sesli bir şekilde ofladı. “Bu seni rahatlatır mı bilmiyorum ama dün toplantı odasından çıkarken cam kapının kapalı olduğunu fark etmeyip kafasını kapıya geçirdi ve çıkan ses tüm katta duyuldu. Ayrıca tüm ekip masadaydı ve herkes onu ilk defa böylesine sersem bir halde gördü.”

Dudaklarım kıvrılır gibi oldu ama gülmek için kendime izin vermedim. Yumuşamak istemiyordum. “Çok ses çıkması normal, kaz kafalı olduğu için kendisi.”

Hafifçe güldü. “Canı acıdığı için üzüldün, itiraf et.”

Yüzümü buruşturdum. “Benim de mi ikiz kardeşimsin? İçimi bu kadar iyi okuyabilmen çok sinir bozucu.”

“Seni tanıyabilmem için kardeşin olmama gerek yok ki,” diye mırıldandı samimiyetle. “İçin dışın bir, ne hissediyorsan yüzüne ya da hareketlerine yansıyor zaten.” Ellerinden birini kâseden çekip bana doğru uzattı ve işaret parmağıyla ne ara çattığımı bilmediğim kaşlarımı düzeltti.

“Kafasını çarptığını söylediğim an çattın kaşlarını,” diye açıklama yaptı aklımdan geçenleri okumuş gibi. “Çok kırgınsın ama kızgın kalamayacak kadar da çok seviyorsun.”

“İki gün geçti ama Arel,” dedim, topladığım ayaklarımı bahçe sandalyesinden aşağı uzatırken. “Hiçbir şey yapmadı. Ben de bir şey yapamıyorum, cesaretim kalmadı artık. Bir kez daha beni susturmasına dayanamam.” Yanaklarımı şişirdim. “O gece sabaha kadar ağladım zaten.”

Elini uzatıp dostane bir tavırla omzumu sıktı. “Çok üzgünüm. Gerçekten. Yüzüm de yok biliyorum ama lütfen biraz daha sabret olur mu? Aral da iki gündür hiç iyi değil. O ilk gece eve hiç gelmedi zaten, ben otelde kaldığınızı düşünmüştüm hatta. Sonradan öğrendim Asaf amire gittiğini. Gerçi onun yanında da çok durmamış ama oradan sonra nereye gittiğini bilmiyorum, söylemiyor. Sen söylemesem aranızın bozulduğunu da bilemeyecektim. Normalde zaten çok konuşkan biri değildir ama iki gündür neredeyse hiç konuşmuyor ve hiç olmadığı kadar da dalgın.”

Beni öptüğü gecenin ertesi günü öğle yemeği saatlerinde Arel aramış ve Aral’a ne olduğu hakkında bir fikrim olup olmadığını sormuştu. Ben de odamda tek başıma otururken hazırda bekleyen gözyaşlarımı salıp olanları anlatmıştım ona. Normal miydi bilmiyordum ama Arel’den hiç çekinmiyordum. Neredeyse Yasemin’in yanında olduğum kadar rahattım onunla konuşurken. Beni dinliyordu, anlıyordu, sıkmıyordu. Çok iyi bir dinleyici ve arkadaştı. Onu yıllardır tanıyor gibiydim.

Anlattıklarım onun için gayet geçerli bir cevap oluşturmuştu ve Aral’la konuşmaya çalışmış ancak başaramamıştı. Bugün de iş çıkışı bize gelmişti ve arka bahçedeki bahçe salıncağında oturmuş dondurma yiyerek dertleşiyorduk işte.

“Böyle olması iyi mi, yoksa kötü mü karar veremiyorum,” diyerek dudak büktüm. “Ayrıca daha ne kadar sürecek bu suskunluk hali? Hep böyle mi kalacağız?”

“Onunla şu öpücük hakkında konuşamadığımı biliyorsun,” diyerek iç çekti. “Olanları senden öğrendiğimi söylediğimden bana tavır yaptığını da biliyorsun ama bana kalırsa seni öpmesinin Demet denen kadınla alakası yok. Demet’in, Aral’ın arkasında kaldığını sen söyledin; sırtında gözleri yok ya bu adamın.”

“Bunu ben de düşündüm,” diye sızlandım o anlar gözümün önüne gelirken. Gerçi iki gündür ağlamadığım anlarda düşünebildiğim tek şey ateşli öpücüğümüzdü. “Ama Demet’in hep aynı yerde durup durmadığını bilmiyorum. Demet biraz meraklı bir kadın, bizi daha iyi görebilmek için yer değiştirmiş olabilir.”

Ofladı. “Bugün öyle ya da böyle konuşturacağım o huysuzu. Gerekirse kızdıracağım -ki mecbur kaldığımda böyle yapar ve amacıma ulaşırım- ama başaracağım. Bu konuyu tek taraflı dinleyerek netliğe kavuşturamam ama kardeşimi tanıdığım kadarıyla söylemek istiyorum ki Aral rol için seni öpecek biri değil. Aslında bundan eminim ama seni sürekli cesaretlendirdiğim için kendimi suçlu hissetmeye başladım. Bu yüzden kesin konuşmak istemiyorum.”

Başımı sandalyenin sırt kısmına yasladım ve umutlanmaya muhtaç bir tavırla “Peki sence neden böyle davranıyor?” diye sordum. “Yani gerçekten rol için öpmediyse beni neden öptü? Ve neden pişman ya da rahatsız olmuş gibi davranıyor?”

“Bence,” diyerek bakışlarını dolu havuza çevirdi. “Sana karşı duyguları olduğunu fark etti ve bu onu korkuttu. Kalbinin köreldiğine ve kimseye karşı yeniden bir şeyler hissedemeyeceğini düşünüyordu ama yanıldığını anladı. Şu anda da kara kara ne yapacağını düşünüyor ve bu yüzden hiç olmadığı kadar dalgın.” Dudağındaki hafif kıvrımla bana döndü. “Sabahleyin yaptığı tostu yaktı, sonra da kendine kızıp kahvaltı yapmadan çıktı evden. Bunlar sana basit gelebilir ama Aral gibi dikkatli biri için bunlar alamet sayılır. Emniyet’te de ruh gibi geziyordu zaten.”

Sesli bir şekilde iç çektim. “Diyelim haklısın, dediğin gibi bana karşı duyguları var ve bunları fark etti ama ya bunları yaşamak istemezse? Ya bana olan duygularını yok sayarsa ve kendini benden uzaklaştırırsa? Bir ilişki yaşamayı ya da direkt beni istemezse?”

“Daha önce âşık olmuş birisin,” dedi yumuşak bir tavırla. “Öyle ha deyince duygularını yok sayamayacağını, onlardan kaçmanın mümkün olmayacağını bilmen lazım.”

Haklıydı. Eğer istemeyle kalpteki hisleri söküp alabilseydik bunca insan aşk acısı çeker miydi?

“Ne yapacağım peki?” diye sordum gözlerimi kısıp.

“Dondurma yiyip Aral’ın kendiyle hesaplaşıp karar vermesini bekleyeceğiz,” diyerek ağzına dondurma kaşığını soktu. Yüz ifadesi beni güldürdü.

“Zor olacak ama deneyeceğim,” diyerek iç çektim. “Pazartesi işe dönüyorum, o biraz oyalar beni. Hafta sonunu da Tuana’yla geçireceğim zaten, biliyorsun sınava girecek. Onun telaşı var şu an evdekilerde.”

“Sahi yarın mı başlıyordu onun sınavları?”

“Hımhım,” diyerek başımı salladım. “Stresten ölüyor yavrum. Amcamla yengem bir yandan ben de öbür yandan sakinleştirmeye çalışıyoruz onu.”

“Yanlış anlamanı istemem ama durumunuz oldukça iyi. Sınavı iyi geçmese bile özel üniversiteye gönderebilirsiniz onu. Bu kadar stres yapmasına gerek var mı ki?”

“Yok aslında ama özel üniversiteye gitmek istemiyor. Daha doğrusu onun hayalleri başka, Boğaziçi’nde okumak istiyor. Oraya da parayla gidemez malum.”

“Oo,” diyerek kaşlarını kaldırdı. “Gözlerini yukarı dikmiş, helal olsun. Ama benim şüphem yok, o göz karalığıyla her şeyin üstesinden gelir o.”

“Değil mi?” diyerek samimiyetle gülümsedim. “Ben de çok güveniyorum ve yapacağına inanıyorum.”

“Unutturma da gitmeden önce ona başarılar dileyeyim.”

“Hatırlatırım.” Duraksadım. “Ayrıca iyi ki varsın Arel. Sen olmasan çoktan ondan vazgeçmiştim.”

“Ağlatma beni kız,” diyerek benimle dalga geçse de yüzündeki samimi ifadeyi yakalamıştım. “Ayrıca asıl sen iyi ki varsın. Ben bile Aral’ın insanlıktan çıktığına ve ömrünün sonuna kadar duygusuz biri olarak kalacağına inanmaya başlamıştım artık ama dün kafayı geçirdi ya o kapıya.” Duraksayarak kahkaha attığında o anı aklına getirdiğini tahmin edebiliyordum. “Uzun zamandır bu kadar gülmemiştim ona. Hâlbuki eskiden birlikte çok eğlenirdik.” Durgun bakışları bana döndü. “Bu hayattaki en yakın arkadaşımdı o. Aslında bakarsan hala öyle ama sanırım ben artık onun en yakın arkadaşı değilim.”

Kalbim günlerdir olduğundan farklı bir neden için acıdı bu kez. Aslında sormak istedim, hem de çok istedim ama dilimi ısırarak kendime hâkim oldum. İkisinin arasında her ne olduysa bunu bir tek Aral’dan öğrenebilirdim ama bu yakın bir gelecekte olur muydu, hiç emin değildim.

Dondurmalarımız bitse de Arel’le biraz daha oturduk ve bana Sadullah’ın en önemli ortaklarından birinin kızının diğer hafta sonu evleneceğinden bahsetti. Düğün başımın şu an bu belada olmasına neden olan otelde gerçekleşecekti ve Arel, o zamana kadar temasa geçmese bile Aral’ın o düğüne benimle gitmek zorunda olduğundan bahsetti. Gerçi ben bundan bile emin değildim. Eğer gerçekten beni görmek istemezse o düğüne tek de giderdi, biliyordum ama bunun olmamasını diliyordum.

Gece çıkacağı devriyeden önce biraz dinlenmesi gerektiğini söyleyerek ayaklandığında işten çıkınca eve gitmek yerine buraya geldiği için teşekkür ettim ona. Bu kadar düşünceli biri olması beni çok duygulandırıyor ve onu daha çok sevmemi sağlıyordu ama onun en çok deli hallerini seviyordum.

Arel, gitmeden evvel Tuana’nın yanına gidip onunla biraz konuştu. Ne konuştuğu hakkında bir fikrim yoktu zira mutfakta yemek yapmakla meşgul olan yengeme yardım etmeye girişmiştim. Arel’in buraya Aral’sız gelmiş olması kafasını karıştırmıştı. Zaten iki gündür evde gizlemeye çalışsam da başaramadığım asık suratla geziyor olmam dikkatini çekiyordu, yolunda olmayan bir şeyler olduğunu tahmin ederek bana bir kez sormaya çalışmıştı ancak onu itinayla geçiştirmiştim. Lakin bana şu anki bakışlarına bakılırsa Arel gidince tekrar sorguya alınacaktım ve bu sefer geçiştirmeme izin verilmeyecekti. Kendimi yeni bir yalan silsilesinin içinde bulmaya hazırlamam gerekiyordu.

Arel, kendisini geçirmek üzere kapıya dizilen bize mahcup gözlerle bakarak “Bana bu kadar iyi davranmayın,” diye mırıldandı lakin ses tonu neşeliydi. “Hiç alışık değilim, ağlayasım geliyor.”

Hemen yanımda duran Tuana kocaman gülümseyip “Sana hak ettiğin gibi davranmayanlar utansın o zaman,” dedi. Arel, uzanıp Tuana’nın zaten dağınık olan saçlarını biraz daha karıştırdı.

“Haklısın kız, onlar utansın valla.”

Sözlerine hepimiz gülerken yengem “Bu böyle olmadı ama,” diye mırıldandı. “Dinlenmen gerektiği için ısrar etmiyorum ama bir dahakine yemeğe bekliyorum, tamam mı?” Bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrar Arel’e döndü. “Mümkünse Aral’la birlikte.”

Arel bozuntuya vermeden gülümsemeye devam etti. “Tabii, siz nasıl isterseniz. O halde ben kaçayım artık, Tuncay Bey’e selamlarımı iletin lütfen.”

Arel gittiğinde ve Tuana yemek hazır oluncaya kadar sınavın son günü bakmak üzere hazırladığı notlarını okumaya döndüğünde yengem beni mutfakta kıstırdı ve oldukça ciddi bir ifadeyle “Aral’la aranızda ne oldu?” diye sordu. “Kavga mı ettiniz?”

Kaçacak yerim yoktu, o yüzden uysalca başımı sallayarak onayladım onu.

“Neden?”

İşte bu soruya verecek bir cevabım yoktu. Deli gibi öpüştüğümüz için, diyemezdim ya. Sessizce iç çektim ve söyleyeceğim yalanın inandırıcı olmasını dileyerek “Küçük bir kıskançlık vakası diyelim ama çok da detaya girmek istemiyorum yenge. Henüz anlatmaya hazır değilim.”

“Anlatmaya hazır değilsin ama bu küçük bir olay, öyle mi?” diye sordu kaşlarını kaldırıp. “Arel’in konuşmak için buraya geleceği kadar küçük hem de?”

Aklıma ilk bu yalan gelmişti, çünkü Uğur’la da genelde ufak tefek kıskançlık krizlerimiz olurdu.

“Öyle yenge. Şu an bu konu hakkında konuşmak istemiyorum.”

Birkaç saniye boyunca yüzüme baktıktan sonra omuzları çöktü ve “Pekâlâ,” diye mırıldandı. Onun en sevdiğim yanlarından biri de bu sonsuz anlayışıydı. “Ama öyle ya da böyle öğrenebileceğim değil mi?”

Dargın bakışları içimi acıtınca ona sıkıca sarıldım yanağından öptüm. Bize bu yaşımıza kadar annemizmiş gibi baksa da bu gibi durumlarda annemiz olmadığını hatırlıyor olmalıydı. Lakin bununla alakası yoktu. İnsanlar annelerinden de birçok şeyi saklayabilirlerdi.

“Elbette, benim biriciğim. Elbette.”

Samimiydim. Önünde sonunda Aral’la aramızdaki ilişkinin nasıl bir şey olduğunu öğreneceklerdi zaten.

İncecik bedenini elimden geldiğince sıkıştırdığımda kollarımın arasından kaçmak için debelenmeye başladı. “Tamam, tamam, nefes alamıyorum, bırak beni.”

Ses tonundaki hüznün dağılmaya başlaması içimi rahatlatırken onu bir kez daha sesli bir şekilde öptüm ve serbest bıraktım.

“Gidebilirsiniz, Sedef Hanım.”

Öpücüğü kast ederek “Alacağını aldın nasıl olsa, değil mi?” diyerek başını salladı. “Aynı amcan gibisin, kan çekiyor gerçekten.”

Koca bir kahkaha patlattım. “Amcam sana gidebileceğini söylüyorsa en fazla mutfaktan banyoya gitmenden bahsediyordur, yengeciğim.”

Gülerek başını salladı ve ocaktaki yemeğin başına döndü. Ben de sesli bir şekilde iç çekip tekar ona yardıma koyuldum.

“Ablaa! Eniştem geldi, seni bekliyor!”

Karşımdaki aynaya bakarak sol kulağıma da küçük küpeyi takarken “Geliyorum!” diye bağırdım.

Birkaç adım gerileyerek son kez kendimi süzdüm ve gerçekten güzel göründüğüme kanaat getirerek aynaya sırtımı döndüm. Göğüs kısmı otel açılışında giydiğim siyah elbiseye benzeyen straplez bir elbise giymiştim. Lakin bu seferkinin rengi kırmızıydı ve geniş eteği yerlere sürünecek kadar uzun olsa da bir bacağımı boydan boya açık bırakacak bir yırtmaca sahipti. Koyu makyajım, elbisemle aynı tondaki kırmızı rujum ve dalgalandırarak açık bıraktığım siyah saçlarımla gerçekten ateşli görünüyordum.

Tam da olmasını istediğim gibi.

ELBİSE

Tam on gün olmuştu. Aral’ı görmeden, sesini bile duymadan on gün geçirmiştim lakin bu günler asla kolay geçmemişti. Nihayet geçen giden üniversite sınavı ve yeniden döndüğüm işim kafamı dağıtmamda yardımcı olmuştu ancak unutmamı sağlayamamıştı. Bu da her geçen gün içimdeki hiddeti bir hayli büyütmüş ve içimde intikam duygusunun oluşmasına sebebiyet vermişti.

Arel’in dediği olmuş ve Aral bana asla ulaşmayı istemese de bu akşamki düğün için mesaj atmak zorunda kalmıştı. Sonradan Arel’den öğrenmiştim son dakikaya kadar bu düğüne tek başına gitmeye niyetli olduğunu ama Asaf amcam onu sert bir şekilde uyardığında bana mesaj atmak zorunda kaldığını ve bu daha da hırslandırmıştı beni. Onu deli gibi özlemiştim ve bu yüzden de aşağıda beni beklediğini bilmek fazlasıyla heyecanlanmama neden oluyordu ancak aynı zamanda aşağı inip onu bir güzel dövmek istememe de engel olamıyordu.

Amcamlar bu sefer benim üniversiteden bir arkadaşımın düğününe gideceğimizi düşünüyorlardı. Her seferinde Aral’ın bir tanıdığı için bir yerlere gitmek şüphe çekmeye başlayabileceği için böyle bir yalan uydurmuştum ancak nereye gittiğimiz ne yengemin ne de amcamın umurunda değildi. Zira aramızın bozuk olduğunu biliyorlardı, çünkü kendime deli olsam da yanlarında mutluymuş gibi rol yapmayı bir türlü başaramıyordum. Bu durum yengemi üzse de amcamı üzmekten ziyade sinirlendiriyordu, Uğur’la yaşadıklarımızdan sonra birinin beni incitecek olmasına katlanamıyordu çünkü.

Küçük kol çantamı ve dolaptaki topuklularımı alarak aşağı indim ve elimdekileri girişteki vestiyerin üzerine bırakıp konuşma seslerinin geldiği odaya doğru ilerledim. Günler sonra duyduğum sesi bende ağlama hissi oluştursa da kızgınlığımın ve içimde biriktirmiş olduğum hırsın her şeyin önüne geçmesine izin vererek omuzlarımı dikleştirdim. Bunca zamandır beni yok saymayı nasıl başardıysa ben de onu gözümün önünde olmasına rağmen yok sayabilirdim. Evet, bunu yapabilirdim.

Ağır adımlarla içeri girdiğimde bütün bakışlar üzerime çevrildi. Yengemle Tuana beni hazırlanırken görmüşlerdi, hatta yardım da etmişlerdi ve bu yüzden görünüşüme şaşırmamışlardı. Amcamın rahatsızca boğazını temizlediğini duysam da -genelde gereksiz derecede güzel olduğumuzu düşündüğünde böyle yapardı- bakışlarımı Aral’dan ayırmadım. Karşımda siyah takım elbisesiyle otururken oldukça yakışıklı görünüyordu ama ona karşı zaaflarımın ortaya döküleceği anlardan birinde değildik. Şanslıydım ki ondan almak istediğim intikam aklımın başımda kalmasını sağlıyordu.

Yeşillerinin ağırca bana dönmesini izledim. İfadesiz tutmaya çalıştığı bakışlarımla çarpıştı, ben de tek bir mimik bile oynamazken ondaki şaşkınlık bariz ortadaydı. Hatta şaşkınlık değildi bu, büyülenmişti.

Ağırca yutkunup beni baştan aşağı süzerken rolleri değiştirdiğimizi fark ederek sırıtmamak için kendimi tuttum. İtiraf etmem gerekirse onun daha suratsız ve beni eve bıraktığı zamanki gibi kasıntı olacağını düşünmüştüm lakin Arel gerçekten haklı olmalıydı. Geçen on gün Aral’ı iyi anlamda bir güzel dövmüştü belli ki.

Keyiflendiğimi hissettim ama asla belli etmedim. “Gitmiyor muyuz?”

“Ş-şey,” diye kekeledi mırıldandı aceleyle ayaklanırken. “Tabii, gidelim.”

Onun bu şaşkoloz hali amcam da dâhil olmak üzere herkesin ona dönmesine neden oldu ve bu da onu utandırdı. Bunu kaçırdığı bakışlarından anlamıştım. Lakin asıl bu gece görecekti o utanmanın ne demek olduğunu.

Yengemlere veda ettikten sonra ayakkabılarımızı giyerek evden çıktık. Onu bilerek arkamda bıraktım ve hızlı ama yere kuvvetli basan adımlarla bahçeden çıkarak arabasının kenarında beklemeye başladım. Bahçe kapısını arkasından kapatmasını ve anahtar yardımıyla arabanın kilidini açmasını bekledikten sonra hiçbir şey söylemeden kapıyı araladım. Yolcu koltuğuna geçerek kemerimi bağlarken arabanın arka koltuğuna kısa bir bakış attım. Geçen sefer otelde kalacağımızı düşünerek hazırladığım sırt çantamı arabada unutmuş ve bunu da çok sonradan fark etmiştim lakin çanta burada değildi. Yine de nerede olduğunu soracak değildim.

Aral, yanımdaki koltuğa geçerek arabayı çalıştırdığında sokak lambalarının aydınlattığı kadarıyla yolu izliyordum. Bana bir şey sormadığı takdirde onunla konuşmama kararı almıştım. Ayrıca o günle ilgili hiçbir şey söylemeyecek, özür falan da dilemeyecektim. Bu hakkını kaybedeli çok olmuştu çünkü.

Yola koyulalı on dakika olmuştu ve arabanın içinde çıt çıkmıyordu. Birkaç kere bakışlarının bana döndüğünü fark etmiş ama asla karşılık vermemiştim. Aslında ona karşı böyle davranmaya karar verdiğimde içimdeki özlemin ağır basacağından ve istediğim sert tavrı ortaya koyamayacağımdan endişelenmiştim lakin böyle bir durum söz konusu değildi. Bu da ona karşı olan hayal kırıklığımın bütün duygularımın üzerinde olduğunu fark ettirmişti bir kez daha.

Dik bir şekilde oturmaktan yorulduğum için koltukta biraz daha geriye kayarken yırtmacımın açılmasına ve bacağımın ortaya çıkmasına sebep olmuştum. Bu beni duraksattığında bacağımı örtmek için hareketlenecektim ki bakışlarının bir kez daha bana, daha doğrusu bacağıma kaydığını ve yutkunduğunu hissettim.

İşte bu keyfimi yerime getirmişti.

Bacağımı kapatmaktan vazgeçtim ve hatta biraz daha yayıldım oturduğum yerde. Halini fark etmemiş gibi davranıyordum ancak bana dönen bakışlarının sıklaştığının farkındaydım. İhtiyacı olan buysa seve seve verecek ve sabrının sonuna gelmesini sağlayacaktım, ta ki o güzel dudakları gerçek duygularını dışa dökene dek.

Dakikalar geçmeye devam ederken Aral uzandı ve radyoyu açtı. Elini oradan çekmeden bir şeyler yaptığını göz ucuyla görsem de ne onunla ne de radyoyla ilgilenmedim. Davamda ısrarcıydım.

Araba birkaç kez rüyamda bile gördüğüm otelin önünde durana dek arabada duyulan tek ses radyoda çalan şarkılar olmuştu. Dönüp bakmasam da peş peşe çalan şarkıların tesadüf olamayacağını biliyordum. Muhtemelen kendi listelerinden birini açmıştı, içinde Erkek Güzeli olan listelerden birini.

O parça çalmaya başladığında yeşilleri bir kez daha bana dönmüştü ve kararlılığımı bozmamak için çantamın altına sakladığım elimle bacağımı sıkmak zorunda kalmıştım. Zor olmuştu ama zaaflarımı kullanmasına izin vermemiştim.

Kemerimi açarak arabadan indiğimde Aral da beni taklit etti ve anahtarı gelen valeye verdi. Başımı kaldırıp harika dekorasyonuyla göz alan otele baktım. On gün sonra başka bir kıyafetle karşısında duruyordum, buradan büyük bir hayal kırıklığıyla çıktığım gün dün gibiydi oysa.

Yanıma gelerek bana döndüğünde bakışlarım hala oteldeydi. Mecbur olmadıkça onunla konuşmama kararı almıştım kendi içimde, bu kararımın sonuna kadar arkasında duracaktım. Bu yüzden saniyeler sonra iç çekerek “İçeri girelim,” dediğinde onaylar bir ses çıkarmadan yürümeye başladım. Yanıma yaklaşmaya cesaret edememiş olacaktı ki aramıza başka bir kişinin girebileceği kadar mesafe bırakarak bana eşlik etti.

İçeri girdik ve on gün önce olan şeyler tekrarlandı. Yalnızca bu sefer herkese karşı oldukça tepkisizdim. Büyük rol yeteneğimi düğün için saklıyordum.

Yine bir görevli eşliğinde asansöre bindik ve yedinci kata çıktık. Koridora çıkarak bize gitmemiz gereken yeri gösterdiğinde Aral ona teşekkür etti ve görevlinin asansöre binerek yanımızdan ayrılmasını bekledikten sonra boğazını temizleyerek bana döndü. Koridorun duvarlarındaki işlemeleri incelemekle öyle meşguldüm ki ona dönüp bakmadım. Bu tavrım sinirini bozmuş gibi bir ses çıkarmasına neden olduğunda içten içe zafer çığlıkları atmaya başlamıştım.

Kolunu gözüme sokmak istercesine önüme uzatınca bakışlarım duvardan ayrıldı ve önümde duran kola çevrildi. Gözleri yüzümde olduğundan en ufak bir tepki vermemek için kendimi ölesiye sıkıyordum.

Aynı tepkisiz ifadeyle elimi uzatıp kolunu tuttum ve başını iki yana sallayarak yürümeye başladığında aramızda mesafe bırakarak ona eşlik ettim. Dokunuşum varla yok arasında bir yerdeydi ve bunu da bilerek yapıyordum. Aslında amacım onu sinir etmek ve umursamazlığın kitabını yazmaktı lakin hareketlerim bana bir şeyi fark ettirmişti. İlk tanıştığımız zamanlar bana nasıl davranıyorsa aynı şekilde karşılık veriyordum ona.

Tamam, belki o davranışlarının üç mislini yapıyor olabilirdim ama kimse hak etmediğini söyleyemezdi.

Kapıda duran korumaların bakışları eşliğinde düğün salonundan içeri girdiğimizde açılış davetinin olduğu yerden daha büyük bir salona geldiğimizi fark ederek içime hızlı bir nefes çektim. O günkü salonu kraliyet ailesinin mi yaptırdığını sorarak dalga geçmiştim Aral’la. Oysa burası daha felaket bir haldeydi. Sadullah’ın iş yaptığı adamın kendini padişah sanıp sanmadığını düşünürken Aral’ın yönlendirmesiyle beyaz süslerle donatılmış masaların arasında yürümeye başladım.

Salon ağzına kadar insanla doluydu ve yürürken defileye çıkmış gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Zira yanından geçtiğimiz herkes itinayla üzerimizi süzüyordu. Bakışların bende daha fazla oyalandığını fark etsem de bunu umursamadan yumuşak tutmaya çalıştığım bir yüz ifadesiyle yürümeye devam ettim ve bunu bir fırsata çevirerek ben de beni çaktırmadan dikizlediklerini sanan kadınları açık bir şekilde süzdüm. Hazırlanırken abartıya kaçıp kaçmadığımı düşünerek tedirgin olmuştum, nihayetinde tanımadığım birinin düğününe bu kadar süslenmenin âlemi yoktu ancak asıl niyetim Aral’ı delirtmek ve biraz da ne kaçırdığının farkına varmasını sağlamak olduğu için bu düşünceyi atmıştım kafamdan. Şimdi bunun çok yersiz bir tedirginlik olduğunu fark ediyordum. Buradaki kadınları alıp bir defileye koysalar asla sırıtmazdı çünkü.

Demetlerin olduğu masaya vardığımızda -milleti süzerken ne ara yanlarına geldiğimizi anlamamıştım bile- Demet’le samimi bir tavırla sarıldık ve hemen yanında benim için boş bıraktırdığı sandalyeye kuruldum. Bu on günde Aral’ın beni onun yüzünden öpmek zorunda kaldığını düşünerek kendime eziyet etmiş olsam da Demet’e soğuk davranamazdım. Çünkü öpücüğün gerçekleştiği gecenin ertesi günü bana mesaj atmış ve öpüşmemizin rüyasına girdiğini söylemişti. Güya uzun zamandır filmlerde bile bizimki kadar ateşli bir öpüşmeye şahit olmamış ve bayılmış… Bana böyle bir mesaj atınca tüm üzüntüme rağmen otuz iki diş sırıtmama engel olamamıştım çünkü söylediği kadar vardı. O gece hayatımdaki en müthiş öpücüğümü almıştım ve son olmasından ödüm kopuyordu.

Masada Ekin, Doğu, Sadullah dışında üç erkek ve iki kadın bulunuyordu. Bizi tanıştırdıklarında adamlardan birinin Doğu’nun yakın arkadaşı, yanında oturan kadının da eşi olduğunu öğrendik. Onların yanında oturan kadınla adam da evliydi ve Ekin’in arkadaşlarıydı. Çiftin yanındaki sandalyede oturan ve değişik bakışlarını sık sık yüzüme taşıyan kişiyse son bahsettiğim adamın erkek kardeşiydi ancak ondan hiç hoşlanmamıştım. Yine de ilgisini fark etmemiş gibi yaptım ve Demet’le bol bol çene çaldım.

Muhtemelen düğünde iş konuşulmayacağını düşünebilmiş olmalılardı ki Sadullah ve diğerleri tüm tören boyunca masadaki yerlerinden kalkmamış ve sohbet etmişlerdi. Sadullah’ın masadakilerle konuşma tavrı öyle rahattı ki onu bu haldeyken pis işler çeviren mafya babası olarak hayal edemiyordum ama öyleydi işte.

Gelinle damat alkışlar eşliğinde salona gelip masalarına geçtiklerinde Sadullah da kalkıp onların yanına gitti, çünkü gelinin nikâh şahidiydi.

Nikâh töreni boyunca, hatta masaya oturduğum andan beri Aral’a doğru düzgün bakmamıştım ancak Demet ve diğer kadınlardan biriyle öyle samimi bir içtenlikle konuşuyordum ki birinin keyfimin kaçık olduğundan şüphelenmesi imkânsızdı.

Nikah kıyıldı, gelinle damat ilk danslarını ettiler. Bu sırada Sadullah masaya geri döndü ve etrafta dört dönen görevliler masaları yiyecekle doldurmaya başladılar.

Gelinle damat düğün pastasını da kesip birbirlerine birer dilim yedirdiklerinde herkes gibi ben de onlara alkış tuttum ve hayallere kapılmamak için ağzıma yiyecek doluşturdum. Şimdi hiçbir derdim yokmuş gibi kendimi beyaz gelinlik içinde hayal edemezdim, zira edersem damadımı yeşil gözlü bir ahmak olarak kabul edecektim ki yanımda oturmasına rağmen aramızda mesafeler varmış gibi hissettiren bir adamı nikâh masasına oturtmaya gücüm olduğunu hiç sanmıyordum.

Dağıttıkları düğün pastasından yemeye başladığımda -hırsımı yemeklerden çıkarıyordum ve bunun pek doğru bir şey olmadığının farkında olsam da kendime engel olamıyordum- çaprazımda oturan ve yemek boyunca gözlerini sık sık bana çeviren adamın bakışlarının tekrar üzerimde olduğunu fark ederek gerildim. Adının tanışma faslında Sinan olduğunu öğrenmiştim ve ondan kesinlikle hiç ama hiç hoşlanmamıştım.

Ona bakmıyor olmama rağmen yanımda gerildiğini hissettiğim bedenin de bunun farkında olduğunu biliyordum üstelik.

Yemeklerin sonuna gelindiğinde tekrar dans etmek için ayrılan bölgeye geçen gelin ve damada diğer misafirler de eşlik etmeye başladı. Dakikalar sonra dans edenler kervanına Demetler ve masadaki iki evli çift de katıldı. Muhtemelen Aral’la benim de dans etmemiz gerekiyordu ancak bunu yapmayacaktım. Ona temas edersem şu ana kadar zar zor koruduğum tavrımın yıkılacağını biliyordum çünkü benim ona zaafım vardı.

“Siz de dans etsenize.”

Bu sözün bize söylendiğinden emin olarak omuzlarımı dikleştirdim ve samimi bir gülümseme yerleştirmeye çalıştığım suratımı Sadullah’a çevirdim.

“Bugün üç tane ameliyata girdim ve gün boyunca neredeyse hiç oturmadım. Bacaklarımın dans etmek için hiç dermanı yok, bu seferlik böyle olsun,” dedikten sonra gülümsemeye devam ederek pastamın son dilimini ağzına attım. Ameliyat sayısını abartmıştım ve yorgun falan değildim, en azından fiziken ancak şu an için inandırıcı bir yalan gibi gelmişti.

Sadullah, büyük ihtimalle keyfi yerinde olduğundan bunun üzerine düşmedi ve anlayışlı bir şekilde başını salladı. Sonrasında Sadullah bana bakmayı kesse de iki çift göz ısrarla yüzümde dolanmaya devam etti ve içimin daraldığını hissederek usulca ayaklandım.

“Affedersiniz, birazdan dönerim.”

Bunun kibarca lavaboya gittiğimi ima etmesini ummuştum, gerçi anlamayan olduysa bile Aral’ın bana dönerek “Sana eşlik etmemi ister misin?” diye sormasıyla akıllarında soru işareti kalmamış olması gerekiyordu.

Gözlerimi uzun denebilecek bir sürenin ardından yeşillerine çevirip diğerlerinin inanacağına emin olduğum bir gülümsemeyle “Ben giderim, sen keyfine bak,” diye mırıldandım. Cevabım üzerine kaşları çatılmak üzereyken son anda kendini topladı ve usulca başını salladı. Keyfinin daha çok kaçmasına neden olan şey gülümsememin oldukça zorlama olduğunu anlamasıydı muhtemelen. İçimden bir oh çektim ve küçük el çantamı da alarak salonun çıkışına doğru ilerledim.

Salonun en uç kısmındaki kapıdan girerek uzun bir koridora girdim. Ardından kadınlar tuvaletinin olduğu kısma geçiş yaptım ve üzerimdeki elbise bana biraz zorluk çıkarsa da işimi halledip ellerimi yıkadım. Lavaboda tek olduğum ve içeriye hemen dönmek istemediğim için uyuşuk uyuşuk hareket ediyordum. Rahatlamak için yüzüme ve enseme su çarptıktan sonra makyajımın dağılan yerlerini düzelttim. İçeri bir kadın girip bana küçük bir gülümseme göndererek tuvaletlerden birine girdiğindeyse kadının dışarı çıktığında benim hala burada olduğumu görüp şüphelenebileceğini düşünerek lavabodan çıktım.

Ama keşke çıkmasaydım.

Bakışlarındaki ilgiyi iyice arttırarak beni baştan aşağı süzen adama çatık kaşlarla bakıp “Erkekler tuvaleti yan tarafta, Sinan Bey,” dedim sertçe. Ona sanki iltifat etmişim gibi gülümseyerek ellerini ceplerine soktu ve bana doğru bir adım attı.

Bu anı daha öncede yaşamış olduğum için gerildim. Kendini erkek sanan bu pis zihniyetli varlıklar tarafından köşeye sıkıştırılabilecek bir av gibi görülmek midemi bulandırıyordu.

“Farkındayım, Tamay Hanım. Ben de tuvaleti kullanmak için gelmemiştim zaten.”

Yüzündeki gülümsemeyi büyüttü. Muhtemelen yakışıklılığına güveniyor ve kendini karizmatik sanıyordu ancak bende oluşturduğu tek his tiksintiydi.

Onunla daha fazla konuşmak istemediğimden yanından geçip gitmek amacıyla koridorun diğer tarafına yönelmiştim ki bir adım kayarak önüme geçti. Ona oldukça sert bir şekilde bakıp “Yolumdan çekilir misiniz?” diye sordum.

“Ama ben sizinle iki çift laf ederiz diye gelmiştim. Gece boyunca konuşacak bir erkek bulamadığınız kanısına vardım, belki ben size yardımcı olabilirim.”

Oldukça kızgın bir tavırla “Ne saçmalıyorsunuz siz?” diye sordum. Sesim benden bağımsız bir şekilde yükselmişti. “Çirkinleşmeyin.”

“Çirkinleşmek değil ki bu, doğruları söylemek. Sizle tanıştığımızdan beri gözlerimi sizden alamadım ki bunun farkında olduğunuzu da biliyorum. Bu süre zarfında düğüne birlikte geldiğiniz kişiye de pek bir ilgisiz olduğunuzu fark ettim ve sizin için üzüldüm. Böyle bir güzellik ilgisiz kalmayı hiç hak etmiyor.”

Dişlerimin arasından “Ağzınızı toplayın ve önümden çekilin,” diye hırladım. Elimdeki çantayı kafasına geçirmemek için kendimi zor tutuyordum.

“Lütfen sakin olun,” diyerek ellerini kaldırdı ve o iğrenç gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti. Kızgınlığımın giderek artıyor olması onu eğlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. “Aral’dan ayrılıp bana gelmeniz gerektiğini söylemiyorum. Sadece size olan ilgimi gösterebileceğim küçük bir kaçamak teklif ediyorum. Böylece ne kaçırdığınızın farkına varıp yolunuza devam ederken bunu göz önünde bulundurabilirsiniz.”

Adamın iğrençliği karşısında ağzım açık kalmıştı. Bana resmen Aral’ı onunla aldatmamı söylüyordu ve bunu dile getirirken azıcık bile utanmıyordu!

Resmiyeti siktir edip “İğrenç herifin tekisin,” derken yüzüne tükürmemek için zor duruyordum. “Ahlaksız, aptal seni! Herkesi kendin gibi namussuz mu sanıyorsun? Bir de karşıma geçmiş gevşek gevşek konuşuyorsun!”

İşte şimdi o pis yüzü düşmüştü.

“Hakarete gerek yok, ben sadece bir teklif sunuyorum.”

“Hah, teklif sunuyormuş,” diyerek başımı salladım. “Avazım çıkana kadar bağırmamı istemiyorsan defol git,” dedim dişlerimin arasından. Sonra da dayanamayıp yüksek sesle ekledim. “DEFOL!”

“Ne oluyor burada?”

Aral, öyle bir hızla yanımıza gelip beni arkasına almıştı ki şaşkınlıktan dilim tutulmuştu. Sinan denen pisliğin önde gideni de bunu kullanıp “Hiç, hiçbir şey. Lavaboların yerini karıştırmışım, Tamay Hanım da sağ olsun gitmem gereken yeri tarif ediyordu.”

Aral’ın arkasından çekilip kollarımı göğsümde kavuşturdum ve oldukça alaylı bir tavırla “Hiç de bile,” dedim. “Sinan Bey, nasıl olduysa beni de kendi gibi iğrenç biri sanmış; bana gelip seni kendisiyle aldatmam gerektiğini söyledi ama merak etme, ben ona gerekli cevabı verdim.”

Aral, fizik kurallarını hiçe sayacak bir hızla bana döndü ve yüzüme kısa bir bakış atıp ciddi olduğumun farkına varınca oldukça pis bir küfür savurarak söylediklerimin ardından rengi mora dönen Sinan pisliğinin suratına yumruğunu geçirdi.

Tavrımı bozmadım ve adamın bunu hak ettiğini bilerek Aral’ın onu yere sermesini sesimi çıkartmadan izledim. Haysiyetsiz herif özürler dizerek Aral’ın elinden kurtulmaya çalışırken Aral gözü dönmüş gibi adama saldırmaya devam ediyordu, ta ki ben uzanıp koluna dokunana dek.

“Aral yeter, onun için ambulans çağırmak zorunda bırakma görevlileri.”

Sesim oldukça katı bir tondaydı ve muhtemelen Aral’ı durduran da bu olmuştu. Sinan’a bir tekme daha savurup “Bir daha böyle bir şey yapmaya kalkarsan ecelin olurum, defol git şerefsiz!” diye bağırdığında arkamdaki tuvaletin kapısı açıldı ve içeriden çıkan kadın bize korku dolu bakışlarla baktıktan sonra kendini tekrar lavaboya soktuğunda iç geçirdim. Bu olanların kulaktan kulağa yayılacağından şüphem kalmamıştı.

Sinan denen herifin, duvardan destek alarak zar zor ayaklandıktan sonra gözden kayboluşunu izleyen Aral birden bana döndü ve kolunu uzatıp parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Ben daha ne olduğunu idrak edemeden sımsıkı tuttuğu elimle beni peşinden sürüklemeye başladığında “Ne yapıyorsun ya?” diye sordum kızgınca. Topuklularla koşar adım yürümek hiç de kolay değildi.

Bana cevap vermedi ve bu zaten fazlasıyla gerilmiş olan sinirlerimi iyice harap etti. Ne yaptığını sanıyorsa bunun bedelini çok fena ödeyecekti ama yüzüme baktığında. İşte o zaman soracaktım ona günü.

Düğün salonuna girmeden kestirme bir yolu kullanarak koridora çıktık ve diğer uçtaki asansörün önünde duraksadığımızda Aral’ın boştaki eliyle kırmaya çalışırcasına tuşa defalarca kez basmasını kısık gözlerle izledim. Onu daha önce bu kadar kızgın gördüğümü sanmıyordum. Başka bir zaman olsa bu hali beni korkutabilirdi lakin bu gece tam tersi bir etkiye sahipti. Delirecek kadar sinirlenmesi hoşuma gidiyordu, çünkü ben de ona fazlasıyla kızgındım.

Asansör bulunduğumuz kata geldiğinde kapıların tamamen açılmasını beklemeden daldı içine. Tabii kolumdan çekerek beni de peşinden sürükledi. Dengesiz tavrı yüzünden asansörün aynasına çarpmamak için boştaki elimden destek almak zorunda kalmıştım ki bu da nerede olduğumuzu umursamadan “Yavaş ol!” diye bağırmama neden olmuştu. Beni asla umursamadan on üçüncü katın düğmesine bastığında ona ters ters bakmakla meşguldüm lakin beni umursamıyordu. Elimden başka bir yerimin farkında olduğundan bile şüpheliydim gerçi.

“Nereye gidiyoruz?” diye sordum kat göstergesini izleyen yeşillerine bakarken. Cevap vermedi. “Ne var o katta?” diye sordum sesimi bir tık daha yükselterek. Yine cevap vermedi. Bakışlarını o göstergeden ayırmadı, hatta gözünü bile kırpmadı.

Elimi geri çekmek için sinirle debelendim. “Kime diyorum ya? Bıraksana elimi! Düğün salonuna geri döneceğim ben!”

Elimi tutuşundan ayırmak bir kenara dursun, tenimi saran parmaklarını gevşetememiştim bile. Canımı az da olsa yakıyordu ama bu umurumda değildi, tek derdim bana dokunuyor oluşuydu. Ona zorla da olsa itaat etmek istemiyordum.

On üçüncü kata geldiğimizi belirten küçük bir ses çıktığında Aral nihayet başını eğip bakışlarını bana çevirdi ve yüzüme doğru oldukça sert bir şekilde “Nah dönersin,” diye hırlayıp hızla asansörden indikten sonra beni çekiştirmeye devam etti.

Tepkisi karşısında dilim tutulmuş ve tepki gösterememiştim, ta ki odalardan birinin önünde duraksayarak cebinden çıkarttığı kartla kapıyı açıp beni içeri ittirene kadar. Benim peşimden içeri girip kapıyı kapattığında “Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?” diye bağırdım. Beni asla umursamadan kapıyı arkasında duran anahtarla kilitledi ve anahtarı cebine atarak yanımdan geçip gitti.

Sinirden ağlamanın veyahut deli gibi çığlık atmanın eşiğindeydim ama kendimi tuttum. Bu aptala istediğini vermeyecektim. Bu gece sinirden kudurması gereken kişi oydu, ben değil.

Hızla peşinden gittim. Küçük koridorun ucunda iki oda vardı ve açık kapılarından görebildiğim kadarıyla biri oldukça büyük bir yatağa sahip olan yatak odasıydı ancak Aral burada değildi. Adımlarımı diğerine yönlendirdim ve yatak odasından bir tık daha küçük olan odaya girdim. Orta boylarda bir yemek masası ve televizyona sahip bir odaydı burası. Duvara sabitlenmiş olan televizyon ünitesinin karşısında bir oturma grubu bulunuyordu ve Aral bu grubun ortasında volta atıyordu.

Üzerindeki ceketi hırsla çıkarıp koltuklardan birinin üzerine fırlatmasını izlerken dişlerimi gıcırdatıyordum. Gerekirse burayı başına yıkacaktım ama bu halinin hesabını soracaktım.

Hızla ilerleyerek önüne geçtiğimde yere odaklanmış yeşilleri bana döndü. Fazlasıyla deli bakıyordu ama korkmadım, şu an korkması gereken en son kişiydim çünkü.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen ya?” diye sordum kızgınca. “Burası neresi? Niye getirdin beni buraya? Ayrıca niye böyle aptal gibi davranıyorsun?!”

Alaylı bir mırıltı döküldü dudaklarından. “Ben mi aptal gibi davranıyorum?” diye sordu inanamıyormuş gibi. “Ben mi?”

“Evet, sen!” diye bağırdım.

“Asıl sen aptal gibi davranıyorsun!” diyerek sesini yükseltti. “O aşağılık herif gece boyunca gözünü üzerinden ayırmadı! Yanında ben vardım, bunu görüyordu ve buna rağmen sana olan ilgisini göstermekten gocunmuyordu! Lavaboya gittiğinde peşine düşmüş ya!”

Kaşlarım çatılırken “Ne olmuş yani?” diye sordum. Çok yüksekti ses tonum. “İlk defa başıma gelmiyor ya! Ben hallediyordum ne güzel!”

“Siktiğimin herifi ağzının içine girmişti! Senin halletme şeklin bu mu? Böyle mi hallediyorsun? Dibine düşmesine izin vererek mi?”

“Düzgün konuş benimle!” diye bağırdım. “Ben gayet de yeterli cevabı verdim ona. Ayrıca sana ne ya? Sana ne! Ağzımın içine düşmüşse ne olmuş? Hesap mı vereceğim ben sana? Kimsin ki sen?”

İrkildi. Söylediğim şeyler onu şoka sokmuş gibiydi. Alayla güldüm.

“Ne o? Özür dileyeceğimi falan mı sanmıştın? Yanlış bir şey mi yaptım ki özür dileyeyim? Hem sen kimsin ki ben senden özür dileyeyim? Bir şey mi borçluyum ben sana? Gerçek sevgilin falan mı sandın sen beni?” Dehşet dolu bakışları kıkırdamama neden oldu. Sahiden suçlu olduğumu kabullenmemi bekliyordu! “İstersem gider teklifini kabul ederim. Ne de olsa bunu yapmamak için herhangi bir sebebim yok. Gayet de bekâr bir kadınım, kiminle istersem onunla birlikte olurum.” Rengi sinirden kırmızının en koyu tonuna dönmüştü ki bundan aldığım hazzın haddi hesabı yoktu. Bu yüzden saçmalamaya ve aslında aklımın ucundan bile geçmeyen şeyleri söylemeye devam ettim. “O seni aldattığımı sanır, onluk bir problem yok zaten bildiğin üzere. Onun sandığının aksine ben de senin bir şeyin değilim, benlik de bir problem yok. Aa, bak ortada sorun falan yokmuş aslında, görüyor musun?”

Öyle abartılı bir hoşnutlukla konuşuyordum ki söylediklerim karşısında adeta şok geçirdi. Alayla gülmeye devam ettim. “Ne oldu? Kaskatı kaldın öyle. Ne sanıyordun ki sen? Haksız olduğumu kabullenmemi falan mı? Ya da bir anlığına gerçekten sana bağlı olduğumu mu sandın?”

Hiçbir şey demiyordu. Öylece bana bakıyordu. Üstüne gitmeye devam ettim.

“Sahiden böyle mi sandın? Numara yapıyor olsak da sana sadık mı kalmam gerekiyordu? Niye peki, geçen gün aldığım alkolün etkisiyle seni öpmeye çalıştığım için mi?” Kafamı iki yana sallayarak güldüm. “Sen bir şeyleri karıştırmışsın ama Başkomiserim,” derken son kelime fısıltı gibi çıkmıştı dudaklarımdan. Yerin kulağı vardı nemelazım. “Benimki öpücük falan sayılmazdı çünkü, beni esas öpen sendin.” Elimi kaldırdım ve işaret parmağımla gömleğinin üzerinden göğsünü dürttüm. “Beni çılgın gibi öpen de sonradan yüzüme bakmayan da sendin. Ağzımı açmama bile izin vermeyen, Allah’ın belası on gün boyunca beni arayıp sormayan sendin! Şimdi hangi yüzle benden hesap soruyorsun ha? Hangi sıfatla yaptığımın aptalca olduğunu düşünüyorsun? Sen önce kendine bak, kendine! Burada koca kafalı tek bir aptal var, o da sen-”

Dürtmekten yumruklamaya geçen elimi sıkıca kavrayıp beni kendine çekerek kelimelerimin bölünmesine sebep oldu. Göğüslerimizin hızla birbirine yapışmasının şaşkınlığıyla ağzımdan keskin bir soluk çıktıktan hemen sonra dudaklarını dudaklarımın üzerinde hissettim.

Tam on gün sonra yine aynı yerdeydik.

Ne olduğunu anlayamayan bedenim kaskatı kesilirken, Aral bir kez daha açık kalan ağzımdan faydalanarak beni öptü. Beni öyle bir öptü ki boşalan dizlerimin üzerine düşmek üzereyken belimden sımsıkı tutarak beni kendine yapıştırmasıyla ayakta kalmayı başardım.

Ve sonra aklım başıma geldi.

İki elimi de omuzlarına koyarak kendimi geri çekmeye, dudaklarımı istilasından kurtarmaya çalıştım.

“Bırak beni, bırak dedim sana aptal!”

Beni öpmeyi bıraksa da kollarını üzerimden çekmedi. Alnını alnıma yaslayarak sıklaşan nefeslerini yüzüme vermeye başladığında dikkatimi toplamak için delicesine bir güç sergilemem gerekmişti.

“Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye hırladım dişlerimin arasından. “Yine beni böyle öpüp suçlu benmişim gibi benden kaçacaksan, yüzüme bakmayacaksan hiç girme bu toplara. Ayrıca etrafta Demet ya da başka birisi de yok, farkındasın değil mi? Beni öpmek için bir sebebin yok yani?”

Alnını benimkinden ayırarak biraz geriye çekildi ama soluğunu hissedebileceğim kadar yakınımdaydı hala. İç içe geçmiş göğüslerimizin yarışırcasına bir hızla inip kalkmasını yok saymaya çalışıyordum.

“Demet ya da başka birisi yok, da ne demek?” diye sordu kaşlarını çatarak. Gözlerimi kırpıştırdım. Benimle dalga geçmemesini söyleyebilirdim ama şaşkınlığı samimi duruyordu. Arel ona bu konudan bahsetmemiş miydi? Ağzından pek laf alamadığını biliyordum ancak bunu söylemediğinden haberim yoktu.

“O gün koridorda Demet de vardı. Ben onu fark ettiğimde senin arkanda duruyordu, bizi gördü,” diye açıkladım sakince. Biraz önce onu pataklamak istiyordum lakin onunla böylesine temas halinde olmak aklımı bambaşka yerlere götürüyordu.

Kısa bir duraksamanın ardından “Ben görmedim,” diyerek başını salladı. “Ben o koridorda senden başka kimseyi görmedim.”

“Gerçekten görmedin mi?” diye sordum, emin olmak istercesine. Arel defalarca kez Aral’ın başkasına rol yapmak için beni öpmeyeceğini söylemişti, aslında büyük bir yanım ona inanıyordu ancak söz geçiremediğim bir tarafım vardı işte.

Göğsündeki elimi tutmayı bıraktı ve yavaşça uzanıp önüme gelen saç tutamlarımı omzumun arkasına bıraktı. Bunu yaparken gözlerini benimkilerden ayırmamıştı.

“Gerçekten görmedim.”

“Yani beni o şüphelenmesin diye öpmedin?” diye sordum, bir kez daha. Emin olmak için her yolu deniyordum.

“Hayır,” derken kaşları biraz daha çatılmıştı. “Sen… Böyle olduğunu mu düşündün?” Kafasını iki yana salladı. “Demet’in orada olduğunu bilseydim de eğer istemeseydim seni öpmezdim.”

Gözlerimi kırpıştırdım. Beni isteyerek öptüğünü itiraf mı etmişti o?

Kısa bir süre söylediklerini sindirebilmek için bekledim. Sonunda doğru söylediğini gerçekten kabullendiğimdeyse tekrar hiddetlenip hala göğsünde duran yumruk şeklindeki elimle bir kez daha vurdum ona.

“Madem isteyerek öptün, sonrasında niye öyle davrandın bana?” Bir kez daha vurdum. “Kendimi ne kadar iğrenç hissettiğimi biliyor musun?” Bir kez daha. “Geçen on gün boyunca ne kadar üzüldüğümü biliyor musun?” Bir kez daha. “Kaç gece ağladığımdan haberin var mı senin?”

İçine sert bir nefes çekip gözlerini kapadı ve söylediklerim ona ağır gelmiş olacaktı ki başını eğerek bir kez daha benimkine yasladı. “Özür dilerim. Ben… Ben afalladım, ne yapacağımı bilemedim. Seni üzmekten korktum. Kendimi yıkmaktan korktum.” Burnunu benimkine sürttü. “Birini öpmek istemeyeli, özlemeyeli, deli gibi kıskanmayalı o kadar çok oldu ki. Bir daha bu hisleri hissedemeyeceğime öylesine inanıyordum ki elim ayağıma dolaştı. Bunu bana sen yaptın. Beni, zihnimde kendim için kurduğum hücreden çıkardın. Oysa o hücrenin anahtarı yoktu. Çıkmam imkânsızdı ama sen başardın. Nasıl yaptığını bilmiyorum ama yaptın işte. Ve ben buna hiç hazır değildim, hala değilim. Beynimdeki her şey resetlenmiş gibi, nasıl davranmam gerektiğini bile bilmiyorum.”

Gözlerini açarak geri çekildi. Yeşilleri yüzümün her bir noktasına değerken onu ilk kez bu kadar açık gördüğümü fark ettim. İlk defa hisleriyle ilgili böylesine çok şey söylemişti. İlk defa hiçbir düşüncesini sakınmıyordu benden.

“Beni öptün?” dedim, sorarcasına. Aklımda bir kez daha beni bırakıp giderse onu çok fena dövebileceğim fikri dolaşıyordu.

“On gündür aklımdaki bütün düşüncelerin üzerine geçen bir şey vardı, seni tekrar öpmek; kapına dikilmek ve seni defalarca kez öpmek.”

Ağzım şaşkınlıkla aralandı ve bu, dudaklarının belli belirsiz kıvrılmasına neden oldu.

“Gelip öpseydin o zaman,” diye homurdandım kızgınca. Söylediklerine mest olmakla sinirlenmek arasında gidip gelmekten yorulmuştum gerçekten. “Beni öptükten sonra yüzüme bakmadığın için özür dileseydin. Benden hiç sevmeyeceğini düşünerek ağladığım zamanlar için ayaklarıma kapansaydın.”

Sözlerim onu üzmüştü, bunu bakışlarından anlamıştım; ta ki son kelimelerimi söyleyene dek. Gözlerini kırpıştırdı. “Ayaklarına mı kapansaydım?” diye sorarken gülmemek için kendini kastığını fark edip kaşlarımı çattım.

“Evet, ayaklarıma kapansaydın. Beni soktuğun hallerden sonra bunu kesinlikle hak ettin. Hayatımda hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum ben. Akşam beni evden almaya geldiğinde yüzüne yumruk çakmamak için zor duruyordum. Neyse ki yüzüne bakmama konusunda kendi kendime söz vermiştim de bunu başarmak benim için daha kolay oldu.”

“Evet, onu fark ettim,” diyerek başını salladı. “Bir an benden gerçekten nefret ettiğini düşünmeye başlamıştım çünkü.”

“Denedim ama başaramadım,” diye itiraf ettiğimde bir süre gözlerimin içine baktı ve ardından küçük bir tebessümle uzanıp dudağımın kenarına ufak bir öpücük kondurdu. “Başaramadığın için memnunum,” derken burnu yanağıma sürtüyordu. Şu an ne yaptığı konusunda en ufak bir fikrim yoktu ancak akımına kapılıp sürüklenmek üzere olduğumun fazlasıyla farkındaydım. Ah, hayır, çoktan kapılmıştım bile. “Çünkü ben de başaramadım.”

Gözlerine bakabilmek için başımı geri çekilip “Neyi başaramadın?” diye sordum merakla.

“Zihnimdeki hücreye geri dönmeyi,” diyerek iç çekti. “Seni bu yüzden aramadım. Kendime güvenmiyordum ve tekrar eski halime geri dönebilmem için o hücreye girmem gerektiğini düşünüyordum. Çok uğraştım, gerçekten çok uğraştım ama başaramadım. Çünkü biraz önce de dediğim gibi o hücrenin anahtarı yoktu ve sen buna rağmen beni oradan çıkarmayı başarmıştın. Ama ben geri dönemedim, kendi ellerimle yaptığım o anahtarı olmayan hücreye adım atamadım.”

Ne diyeceğimi bilemediğim için bakışlarımı çenesine indirdim ve düşünmeye çalıştım. Şu an bana karşı olan hislerini gerçekten itiraf mı ediyordu? Ona bu söylediği şeyleri yapmayı başarabilmiş miydim?

“Bu gece seni almaya gelirken o gün için özür dilemeye kararlıydım. Senden özür dileyecek ve konuyu kapatacaktım. Bana karşı olan hislerinin farkındaydım ama bunu sana yapamazdım, çünkü benden çok daha iyi birini hak ediyordun. Ben sana hak ettiğin ilgiyi veremezdim, el üstünde tutamazdım. Senin öyle birini bulman gerekiyordu.”

Kaşlarım çatılırken tam ağzından çıkan şeylerin çok saçma olduğunu söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki parmağıyla durdurdu beni.

“Yolda gelirken yüzüme bakmaman canımı sıktı. Yanında değilmişim gibi davranman, zorunda kalmadıkça konuşmaman… O gün nasıl hissettiğini anladım aslında. Sonra üzüldüm. Aynı yolu bir önceki gelişimizde yaşadıklarımızı düşündüm ve beni soktuğun o durumun aslında ne kadar hoşuma gittiğini fark ettim. O zaman sorsan beni utandırmandan nefret ettiğimi söylerdim ama bugün o sessizlikte fark ettim ki benimle alay ederken kahkahalar atmana bayılıyormuşum.” Buruk bir şekilde güldü. “İnsan bir şeyleri yapmaya yapmaya unutur ya, ben de hissetmeye hissetmeye duygularımın farkına varmayı unutmuşum. Bugün neyi anladım biliyor musun? Bana bakmadığında, yanında olmama rağmen beni görmediğinde, benimle konuşmadığında, gözlerini benimkilerle buluşturmadığında canımın acıdığını. Aramıza biraz mesafe koyarsak eski günlerime geri dönebileceğimi sanıyordum ama bunun asla olmayacağını fark ettim. Çünkü sen hayatıma dokundun, bana seni tanıma fırsatı verdin, haberim bile olmadan içime işledin. Seni bir daha göremeyecek olsam bile sen hiç var olmamışsın gibi davranamazdım, çünkü buradaydın.”

Hala göğsünde duran elimi kaldırıp şakağına dayadı.

“Buradaydın.”

Elimi burnuna götürdü.

“Buradaydın.”

İşaret parmağımı dudaklarına sürttü.

“Buradaydın.”

Elimi tenine sürterek biraz daha aşağı indirdi ve yutkunduğunda hareket eden âdemelmasını parmak uçlarımda hissettim.

“Buradaydın, Tamay.”

Elim şimdi kalbinin tam üzerinde, sıcak avucunun içindeydi.

“Aşkı unutalı çok oldu, o yüzden şu an hissettiğim şeylere bir ad veremiyorum. Dürüst olmak gerekirse olduklarını bilmiyorum da. Tek bildiğim seni kaybedersem çok pişman olacağım. Seni eğer benden başkasının yanında görürsem gerçekten çok pişman olacağım.”

Dolan gözlerimi kırpıştırdım. Benim tek istediğim bana bir yeşil ışık yakmasıydı. Bu bile yeterliydi aciz gönlüm için ama şu an söyledikleri kalbimi milyon parçaya ayırmıştı ve her bir parça ona olan aşkımla haykırıyordu.

Söyleyecek çok şeyim vardı. Başta aşkımı ilan etmem gerekiyordu ancak şu an yapmayı daha çok istediğim bir şey vardı. Bu yüzden boşta duran elimi kaldırıp ensesine yasladım ve başını benim için eğerek onu öptüm. Bu sefer dokunuşla idare etmeyip gerçekten öptüm ama.

Boğazından rahatlamaya benzer bir hırıltı çıktıktan sonra kollarıyla beni sıkıca sardı ve öpücüğüme karşılık verdi. O koridordaki öpüşmemizi dahi geride bırakacak şekilde geçmişti dudaklarımız birbirine.

Kafamı geriye yatırarak dudaklarımdaki hükmünü artırmasına izin verirken sırtıma dolanmış ellerinin aşağı kaydığını fark ettim. Saniyeler sonraysa kucağındaydım.

Beni odadaki masanın üzerine oturttuğunda belindeki bacaklarımı biraz daha sıkarak kollarımı boynuna doladım ve dakikalarca öpüştük. Onu öpmek istediğim her anın acısını çıkarmak istercesine öptüm onu, oysa karşılık vermeye dünden hazırdı.

Kendimizi öylesine kaybetmiştik ki otel odasının kapısının çalındığını fark etmemiz epey uzun sürdü. Aral, bir düzine küfürle dudaklarımı serbest bırakarak geri çekildiğinde hızla yükselip alçalan göğsüme yerleştirdiğim elimle sakinleşmeye çalışıyordum. Bu yüzdendir ki Aral’ın kapıyı açmaya gittiğini sesi kulaklarımı doldurana dek fark etmemiştim.

“Ne oldu? Ne vuruyorsun kapıya öyle alacaklı gibi?”

Sesi öylesine huysuzdu ki sırıtmadan edemedim. Öpüşmemiz yarım kaldığı için sinirlenmişti. Öpüşmemiz yarım kaldığı için… Bizim öpüşmemiz yarım kaldığı için…

Ayaklarımın tutacağını bilsem masadan aşağı atlar, göbek atardım ama ayakta duramayacak haldeydim ve bunun için çıldırmışçasına mutluydum.

“Abi, kattaki temizlik görevlisi bu odadan bağırış çağırış geldiğini duymuş. Ben de sorun varsa halledeyim diye gelmiştim, burada senin kaldığını bilmiyordum kusuruma bakma.”

Adamın korumalardan biri olduğunu tahmin ettim ancak sesi hiç de üzülmüş gibi çıkmıyordu.

“Niye öyle sırıtıyorsun lan sen?” diye sordu Aral. Düşüncelerimde haklı olduğumu fark ederek kaşlarımı çattım.

“Yok abi, sırıtmıyorum, affedersin. Ben daha fazla bölmeyeyim sizi, ay, tutmayayım seni yani. İyi eğlenceler.”

“Ne diyorsun oğlum sen? Ne eğlencesi? Hişt, kime diyorum lan?”

Aral’ın gittikçe yükselen sesine bakılırsa koruma sorularına cevap vermeden uzaklaşmıştı ancak bunu umursamadım. Şu an Aral’ın geri gelip beni tekrar öpmesinden başka istediğim ya da umursadığım bir şey yoktu.

“Akıllıya denk gelsem şaşıracağım zaten.”

Aral homurdanarak içeri girdiğinde bakışlarım hızla ona kaydı ve koca bir kahkaha patlattım. Şimdi çok iyi anlamıştım korumanın niye sırıttığını.

Çatılan kaşlarıyla kahkahalarımın sinirini bozduğunu belli eden tatlı başkomiserim “Ne oldu?” diye sordu huysuzca. “Sen neden gülüyorsun?”

Tekrar karşıma, masadan aşağı sarkan bacaklarımın arasına geçtiğinde ellerimi kaldırdım ve yüzündeki kırmızı boyayı silmeye çalıştım.

“Çünkü suratın boydan boya ruj olmuş,” diyerek gülmeye devam ettim. “Muhtemelen kapıyı açmadan önce neyle meşgul olduğunu anladığı için sırıtıyordu.”

“Puşta bak sen,” diye homurdansa da gülmemek için zor durduğu belliydi. Sanki biraz da kızarmış gibiydi. Gerçi ruju silerken yanaklarını zorladığım için de kızarıyor olabilirdi. Sonunda dayanamadı ve dudaklarını kıvırdı. Bakışları dudak çevremde geziniyordu. “Senin ağzının da benimkinden bir farkı yok gerçi.”

“Şu an umurumda olan en son şey bile olmadığını söylesem?” diyerek kollarımı tekrar boynuna doladığımda yüzünü benimkine yaklaştırdı.

“Hak veririm ama o puştu görünce aşağı inmem gerektiğini hatırladım.” Sıkıntıyla iç geçirdi. “O Sinan denen götelek herifi görmek bana hiç iyi gelmeyecek ama Sadullah ve ortağına tekrar görünmem lazım.”

Dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. “Bozuk ağzının tadı da bir başka.”

Söylediklerimle ağzı açık kaldığında yüksek sesle kıkırdadım ve yanaklarını mıncırdım.

“Yine mi utandın sen bakayım?”

“Bazen edepsizliğine diyecek laf bulamıyorum.”

“Bir şey demene hiç gerek yok, öpsen kâfi.”

Sözlerime itaat etti. Hiçbir şey demedi ve beni öptü.

Uzun soluklu bir öpüşmenin ardından geri çekildiğinde “Ben artık gideyim,” diye mırıldandı. “Bugün hastanede yorulmuşsundur, beni bekleme yat istersen sen de.”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken “Ben niye aşağı inmiyorum?” diye sordum. “Hem burada kalacağımızı söylememiştin bana.”

“O pis zihniyetli herifle tekrar karşılaşmanı istemiyorum çünkü,” derken çenesi gergindi. Sinan denen adamın gerçekten mide bulandırıcı biri olduğunu biliyordum ve bana söylediği o ahlaksız laflardan sonra onunla tekrar yüz yüze gelmeyi gerçekten istemiyordum. “Ayrıca bu gece burada kalmayı planlamamıştım, çünkü daha demin de söylediğim gibi senden özür dileyip konuyu kapatabileceğimi sanma gafletinde bulunmuştum.” Bunun düşüncesi bile çok kötü olduğundan özür dilercesine çenemden öptü. “Ama madem olaylar böyle gelişti ve yarın hafta sonu, geceyi burada geçirsek bir sorun olmaz gibi.”

“Sana tamamıyla hak veriyorum, çünkü bu gece senden ayrılmaya dayanamam. Aksi takdirde sabah olunca eski haline dönüp dönüşmeyeceğini merak ederken gözüme uyku girmez.”

Kocaman sırıttığımda dudaklarından gülercesine bir mırıltı döküldü ve uzanıp alnıyla alnıma vurdu yavaşça.

“Pekâlâ, bu gece buradayız. Bu şekilde sabah olunca dilediğin gibi kontrol edebilirsin beni.”

“Aynen öyle yapacağım,” diyerek gömleğinin yakalarını düzelttim. Adamı öpeceğim derken şeklini şemalını kaydırmıştım vallahi. “Bu arada o kartı nereden buldun sen? Niye sende buradaki bir odanın kartı var?”

“Düğüne şehir dışından gelenler için oda ayarlamışlardı, Sadullah bizim de burada kalacağımızı düşünerek oda ayırttırmış. Ekin, Doğu falan da burada kalacak bu gece.”

“Hımm,” diyerek anladığımı belirttikten sonra aklıma gelen şeyle duraksadım ve ciddiyete bürünerek gözlerinin içine baktım. “Aral… Buraya ilk geldiğimiz zaman, yani kavga ederken söylediğim şeyler… Gerçek değildi, hiçbirini isteyerek söylemedim; biliyorsun değil mi? Sen bana karşı hisler beslemiyor olsaydın da, hatta bu dünyada bir tek o ahlaksız pislik kalsaydı da ona bakmazdım; biliyorsun değil mi? “Ben sadece çok sinirlenmiştim ve ağzımdan çıkanı kulağım duymadı.” Duraksadım. “Ama gerçekten de o an için bana karışmaya hakkın yoktu.”

Sıkıntıyla iç çekip başını salladı. “Senden öyle şeyler duymak hiç hoşuma gitmese de biliyorum, haklı olduğunu da biliyorum. Hem sanırım bana öyle karşı çıkmasaydın duygularımı dışa vurmakta bu kadar aceleci davranamayacaktım, bu da bir gerçek.”

“Aceleci davranmış halin bu mu?” diyerek güldüğümde uzanıp burnunu burnuma sürttü.

“Beni uzun yıllardır tanıyor olsaydın sözlerimde haklı olduğunu bilirdin ama sıkıntı yok.”

Ellerini beline doladığım bacaklarımın üzerine getirip diz kapaklarımı hafifçe okşadı ve çaprazladığım bacaklarımı açıp birkaç adım geriye gitti. “Buradan hiç ayrılmak istemesem de aşağı inmem gerek. Ben gelene kadar istersen duş al, ya da direkt yat. Sen bilirsin.”

Üzerimdeki elbiseye kısa bir bakış atıp “Bununla yatamam ki,” diye somurttum. “Kıyafet de getirmedim yanımda.”

“Benim arabada unuttuğun çantanı eve bırakmıştım, bugün kalmaya niyetim olmadığı için de almadım yanıma ama benim yedek tişörtler arabadaydı. Birine verip gönderirim.”

Onun tişörtünü giyerek yatma fikri beni heyecanlandırdı. Hızla başımı salladım. “Kesinlikle gönder.”

Güldü ve dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra lavaboya giderek yüzünü tamamen temizledi. Ardından da beni odada bırakarak gitti.

Odanın kapısının çalındığını duyana dek oturduğum yerden kalkmadan yüzümdeki o koca sırıtışla yerdeki küçük halıyı incelemiştim. Mutluluktan delirmek üzereydim. Aral, bana açılmıştı.

ARAL ERTEM, BENİM TATLI BAŞKOMİSERİM, BANA AÇILMIŞTI.

Daha da önemlisi biz öpüşmüştük.

HEM DE DEFALARCA.

ÜSTELİK DELİ GİBİ.

Ellerimi yanaklarıma koyup sırıtışımı engellemeye çalışırken masadan aşağı zıpladım ve koştur koştur kapıya vardım. BEN ÖPÜŞTÜM, diye bağıran suratımı temizlemeyi unuttuğumu da kat görevlisinin yüzüme şaşkınlıkla bakmasıyla fark etmiştim. Allah’tan kadındı da çok fazla utanmamıştım.

Bana uzattığı çantayı alarak teşekkür ettikten sonra kapıyı kapatıp yatak odasına geçtim ve çantayı yatağın üzerine bırakıp içini karıştırmaya başladım. İki tane siyah tişört ve fazlaca giyildiği belli olan eşofman haricinde birkaç tane de tıraş malzemesi vardı. Tişörtleri alarak burnuma dayadım ama Aral yerine temiz deterjan kokuyorlardı. Hayal kırıklığıyla omuzlarım düşerken “Bu gece ona sarılarak uyumalı ve giydiğim tişörtü ona geri vermemeliyim,” diye mırıldandım kendi kendime.

Evet, kesinlikle bunu yapacaktım.

Tişörtlerden birini alıp odadaki banyoya geçtim ve makyajımı temizleyip üzerimdeki elbiseyi kapının arkasındaki askıya asarak duşa girdim. Hızlı bir duşun ardından banyo dolaplarında bulduğum kullanılmamış havlulardan biriyle kurulandım ve çamaşırlarımı tekrar üzerime geçirip Aral’ın tişörtünü giydim. Pek uzun olduğu söylenemezdi ancak kalçalarımı kapatıyordu. Bu da benim için yeterliydi.

Dolapta bulduğum saç kurutma makinesiyle saçlarımı kuruttum ve el yordamıyla taramaya çalıştıktan sonra banyodan çıktım. Odadaki minik kol çantamdan genelde yanımda bulundurduğum siyah lastik tokalarımdan birini alarak saçlarımı tepemde topladım ve gram uykum olmasa da gece lambasını yakarak kendimi geniş yatağa attım.

Bu odaya geldiğimizden beri yaşadıklarımızı zihnimde onuncu kez başa sardığım sırada dış kapının açıldığını duyarak heyecanla kıpırdandım. O kadar uzun zamandır kendimi böylesine mutlu hissetmiyordum ki elim ayağıma dolaşıyor, ne yapacağımı şaşırıyordum. Aral’ı nasıl beklemem gerektiğini bilemediğimden hızlıca düşünüp uyuyor numarası yapmaya karar verdim. Uyuduğumu düşündüğü takdirde ne yapacağını merak etmiştim çünkü.

Aral’ın odaya girdiğini işittiğimde kalp atışlarım hızlanmış, sebepsizce gülesim gelmişti ama kendimi tuttum. Bu başarım için madalyayla ödüllendirilmem gerektiğini düşünüyordum.

Odadaki adımlar duraksadığında bakışlarının yüzümde olduğunu düşündüm ve kendimi baskı altında hissederken kıpırdamamak için uğraştım. Neyse ki Aral yanıma gelmek yerine yatağın ucunda duran çantasını alarak banyoya girmişti. Eğer gelip başucumda dikilseydi uyku numarasını daha fazla sürdüremeden güler ya da onu yatağa çekerdim muhtemelen.

Banyodan gelen su sesini dinleyerek karşımdaki duvarı izledim bir müddet. Kalbim saçma bir şekilde hızlı atıyordu ve bunu engelleyemiyordum. Kendi kendime gülümsedim ama banyonun kapısının açıldığını duyduğum an yüzümdeki gülümsemeyi silip doğal davranmaya çalıştım.

Bir müddet Aral’ın içeride gezinen adım seslerini ve odadaki dolabın kapağını açıp kapamasını dinledim. Dolabı açmasının tek bir nedeni olabilirdi, içinden yastık ve benzeri şeyler almak. Yani yanıma falan yatmayacaktı. Kaşlarım çatılırken uyuma taklidi bırakıp hızla yerimde doğruldum ve onu tam da düşündüğüm gibi kucağında yastıkla bastım.

Evet, bastım.

“Nereye gittiğini sanıyorsun bakayım sen?” diye sordum, kendimden beklemediğim kadar kızgın bir ses tonuyla. İrkilerek şaşkın bakışlarını bana çevirdi.

“Sen uyumuyor muydun ya?”

“Hayır, seni test ediyordum ve testten FF ile kaldın, tebrik ederim.”

Bakışları göğsümde kavuşturduğum kollarıma kaydı ve masum bir tavırla “Dediklerinden bir şey anlamadığımı söylesem bana kızar mısın?” diye sordu. Sorusunu umursamayarak sol kolumu kaldırıp dolabı işaret ettim.

“Hemen o aldıklarını yerine bırakıyorsun, çabuk!”

“A-ama koltuğa serecektim ben bunları,” diye mırıldandı. Şu an saçma bir şekilde sinirli olmasaydım şaşkınlıktan kekelemesiyle dalga geçebilirdim ama keyfim hiç yerinde değildi.

“Koltukta falan yatmayacaksın!” diye çıkıştım ona. “Hemen bırak elindekileri!”

“İyi de ben nereden yatacağım o zaman?” diye sordu ve ne korkunçtu ki bunu tüm samimiyetiyle soruyordu. Yanımda yatmayı gerçekten ama gerçekten hiç düşünmemiş gibiydi. Bunu bir hakaret olarak algılamamak için kendimi zor tutarken “Yanımda tabii ki!” diye bağırdım. Sonra onu korkuttuğumu fark edip ses tonumu azaltarak “Kocaman yatak, görmüyor musun?” diye sordum. “Rahat rahat yatarız burada.”

Gözlerini kırpıştırdı. “Beraber mi?”

“Yok, gece üçe kadar sen yat; ben seni bekleyeyim. Sonra sen ben yatarım, sen beni beklersin.”

“Ha?”

Sinirle gülsem mi bağırsam mı bilememiştim gerçekten. İçime uzun bir nefes çektim.

“Aral üç saniyede yanıma geldin, geldin. Gelmezsen ben ayağa kalkarım ve sonuçları hiç iyi olmaz.”

“T-tamam, tamam, geliyorum.”

Elindekileri dolaba geri bıraktıktan sonra uyuşuk adımlarla yatağa yanaştı ve bu süre zarfı boyunca gözlerini itina ile benden kaçırdı. Onu gerçekten ürküttüğümü fark edince gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Koskoca başkomiseri düşürdüğüm hal, hal değildi gerçekten.

Yatağın diğer tarafına dikilince ona yardımcı olabilmek için üzerimdeki pikenin onun tarafındaki ucunu kaldırıp “Yat,” diye mırıldandım. Bana kısa bir bakış attıktan sonra dediğimi yaptı ve sopa yutmuş gibi uzandı yatağın diğer ucuna. Onu böyle izlemeye daha fazla dayanamadım ve kahkahalarla gülmeye başladım.

Gerçekten çok tatlıydı ve onun yüzünden delirmek üzereydim!

Ellerini karnında birleştirmiş haldeyken başını bana doğru çevirip çatık kaşlarla “Ne var?” diye sorduğunda biraz daha güldüm ve uzanıp benim tarafımdaki kolunu çekiştirdim.

“Uyurken aşağı mı düşmek istiyorsun, ortaya gel biraz.”

“Senin alanını kısıtlamak istemem.”

Gözlerimi kırpıştırdım ve bir müddet ciddi olup olmadığını anlamak için yüzünü izledim. Ciddiydi. Dalga falan geçmiyordu…

“Ben seni yemeden nasıl duracağım,” diye hayıflanarak başımı salladım ve hala tutmakta olduğum kolunu çekiştirmeye devam ettim. Olduğu yerden kıpırdadığı yoktu. Sinirlendim.

“Biraz yardımcı mı olsan acaba?!”

Ses tonumu duyunca beni ikiletmedi ve yatağın ortasına kaydı. Gülümsedim.

“Hah, şöyle, söz dinle azıcık.”

Üzerini nazikçe örttükten sonra hemen dibine yattım ve gözlerimi ona diktim. Ortaya kaysa da sopa yutmuş gibi yatmaya son vermemişti. Kırpmayı unuttuğu gözlerini de tavana dikmişti. Güldüm ve ona bazı şeyleri gerçekten tekrar hatırlatmam gerektiğine kanaat getirerek sol kolunu çekip benim yastığımın olduğu tarafa uzattım. Bakışları bana dönse de bir şey demedi ve kolunu yastık gibi kullanıp kollarımı ona dolamamı büyük bir sükûnetle izledi.

Göğsündeki kollarımın hareket etmediğini fark edince “Nefes almayı unuttun,” diye haber verdim. Bir yandan da gülüyordum. “Hiç mi biriyle birlikte uyumadın yahu?”

“Uyumadım.”

Fısıltı gibi çıkan sesini işittiğimde yüzümdeki gülümseme hızla silindi ve büyük bir şaşkınlıkla ona baktım. “Ciddi misin sen?”

Bakışlarını benden kaçırarak omuz silkti usulca. “Sadece bir kere ciddi bir ilişki yaşadım, onda da birlikte olduğum kişiyle aynı yatakta hiç uyumadım.” Göğsü aldığı nefesle yükselip alçaldı. “Beni sevmeyen biriyle birlikte olduğum düşünüldüğünde bu normal sayılır aslında.”

Boğazıma koca bir yumru oturduğunda gözyaşlarımı göndermek için gözlerimi sıkıca yumdum. O pislik kadın hiç Aral’ın yanında uyumak istememişti, çünkü kalbindeki kişi bir başkasıydı ve buna rağmen Aral’ın duygularını incitmeyi umursamamıştı.

İçim inanılmaz bir kızgınlıkla dolarken ağzımdan kötü bir şey çıkmaması için bir süre bekledim ve ardından Aral’ı bir koala gibi sarmaladım. Kolundaki başımı omzuna çıkardım, kollarımı göğsüne daha sıkı doladım ve tek bacağımı onun bacaklarının üzerine attım. Bu süre boyunca çıt çıkarmadan beni izledi.

“Şey, üzgünüm ama ben böyle yatmaktan hoşlanıyorum. Eğer rahatsız olursan bana söyle lütfen. Yani alışık olmadığından rahatsız olabilirsin, bu çok doğal. Beni kırabileceğini düşünme sakın.”

“Rahatsız olmadım,” diye mırıldandı kısaca. Ses tonu içimi hüzünle doldurdu. Bu adam çok sevdiği kişi tarafından ihmal edilmişti. Bunun farkına da varamamıştı çünkü sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Kalbim acıyla sancıdı ve kendime tam şu an bir söz verdim.

Aral’dan sevgimi asla sakınmayacaktım. Zaten duygularını doruğunda yaşayan biriydim, birini seviyorsam bunu fazlasıyla belli ederdim. Bu yüzden yapmam gereken tek şey Aral’a gelince bunu iki katı coşkuyla yaşamaktı, çünkü o bunu hak ediyordu. O, bunu her şeyden çok hak ediyordu.

“Gece lambasını kapatayım mı?” diye sordum nazikçe.

“Olur.”

Arkamı dönüp yatağın yanındaki anahtara basarak komodinin üzerindeki lambanın kapanmasını ve odanın zifiri karanlığa gömülmesini sağladıktan sonra başımı tekrar Aral’ın omuzuna bırakmadan hemen önce yanağına ve çenesine birer öpücük bırakıp gözlerimi yumdum.

“İyi geceler, Başkomiserim.”

Üzerinde yattığım koluyla sırtımı sarıp diğerini de karnının üzerindeki elimin üzerine bıraktı ve çenesini başımın tepesine yasladı.

“Tatlı rüyalar, Doktor.”

Gülümsedim ve kendimi hayatım boyunca daldığım en huzurlu uykulardan birinin kollarına bıraktım.

 

 

 

 

 

Loading...
0%