Yeni Üyelik
35.
Bölüm

BÖLÜM - 35

@bayanclara

Her gecenin bir sabahı olurdu.

İyi ya da kötü fark etmezdi. Yatağa ağlayarak ya da gülerek girmeniz de bir şeyi değiştirmezdi. O gecenin sonunda illa ki güneş doğardı ve siz yeni bir güne başlardınız.

Bugünün diğer günlerden tek farkı iki güneşe sahip olarak uyanmamdı. Biri camdan sızarak gözkapaklarımı okşuyordu, diğeriyse teniyle bedenimi sarıyordu.

Uykudan sıyrılsam da gözlerimi aralamak için acele etmedim ve içinde bulunduğum durumun tadını çıkarmaya çalıştım. Dünkü yattığımız pozisyonda değildik, çünkü uykuya dalmadan önce saran kişinin ben olduğumdan emindim. Oysa şu an sarmalanıyordum.

Başım arkadan onun boyun boşluğuna gömülmüştü lakin yanağım koluna, pazısına yaslı duruyordu. Çenesindeki sakallar şakağıma batıyordu ve bunun verdiği hisse bayılmıştım. Benim için yastık görevi gören kolu benim tarafıma uzanmıştı ve eli benim yastığımın altındaydı. Bunu görebildiğim için değil, parmaklarımız birbirine kenetli olduğu için biliyordum. Diğer eli karnımın üzerindeydi ve avuç içinden yayılan ısı vücudumun her bir hücresine yayılıyordu. Bacaklarımdan birini yatağın boş tarafına doğru uzatmıştım, diğeriyse ona dokunuyordu çünkü ayağımı kendi ayaklarının arasına hapsetmişti.

Asla uyanmak istemeyeceğim bir pozisyonun içerisindeydim ve mutluluktan ölmediğim için kendimi çok şanslı hissediyordum. Aral’ın benimle olması durumunda ne kadar mutlu olabileceğimi tahmin ediyordum ancak yaşamak bambaşka bir şeydi. Kırk yıl düşünsem de hissedemeyeceğim şeyler hissettiriyordu ki uyanmak istememe nedenlerimin başını da bu çekiyordu. Ondan, sıcaklığından ve kokusundan ayrılmak istemiyordum. Gözlerimi açınca büyünün bozulmasından delicesine korkuyordum.

Dün diğer odada yaşadıklarımız geldi gözümün önüne. Bir an birbirimize çok saçma sebeplerden dolayı bağırıyorduk, ağzımızdan çıkanları kulağımızın duymadığı kesindi ve sonraki an… Dudaklarımız iç içeydi. Kollarımız iç içeydi. Biz iç içeydik.

Alt dudağımı dişleyip sessiz olmaya özen göstererek derin bir nefes çektim içime. Bu kadar mutlu olarak uyanmayalı öyle çok olmuştu ki inanmakta zorluk çekiyordum hala.

Aral’ı çok seviyordum. Ona deliler gibi âşıktım ve bunu bilmesi gerekiyordu. Benden duyması lazımdı, çünkü davranışlarımla anlatmaya çalışsam da onun için bir faydası yoktu. Bu işlerden pek anlamıyordu ki bunun için onu yargılayamazdım. Aslında onu sevmeyen biri tarafından sevildiğini sanarak uzun zaman geçirmişti ve bu, muhtemelen insanların davranışlarından bir yargıya varmama kararı aldırmıştı ona. Aksi takdirde ağzının içine düştüğüm halde ona âşık olduğumu anlamaması kadar saçma bir şey olamazdı.

Ki muhtemelen anlamadığından da değildi. Konduramadığındandı. Sevilebileceğine inanmıyordu. Bu yüzden ona fırsatını bulduğum ilk anda, hatta uyandığı anda âşık olduğumu söyleyecektim. Yoksa onu bin kere öpsem de bir şey değişmeyecekti. Benden duymalıydı.

Belimdeki elinin kıpırdandığını hissettiğimde dişlerimin arasındaki dudağımı bıraktım ve ne yapacağını merak ettiğimden uyuyormuş gibi durmaya devam ettim.

Sırtıma yaslı olan göğsü derin bir nefesle yükselip alçaldı ve birkaç saniye öylece durdu. Benim gibi bulunduğumuz durumu analiz ettiğini düşünerek sessizce beklemeye devam ettim. Durumumuza alışması benden biraz daha uzun sürmüştü lakin bu şaşıracağım bir şey değildi.

Başını yastığında geri kaydırdığını, çenesinin şakağıma sürtünerek gerilemesinden anlamıştım ancak uyuyor olsaydım hissetmeyeceğim kadar hafif bir dokunuştu. Saniyeler sonra saçlarımın arasına bastırdığı burnunun dokunuşu da aynı hafiflikteydi lakin uyuyor olmadığım için saçlarımı koklamak için çektiği derin nefesleri işitebiliyordum.

Kalbim mutluluktan ve heyecandan atış hızını artırırken içine birkaç nefes daha çekip başını geriye attı. Ardından çok yavaş bir şekilde önce belimdeki elini sonra da ayaklarını çekti üzerimden. Bir yanım yataktan kalkmak üzere olduğunu söylese de benim aklımda bambaşka şeyler dolanmaya başlamıştı.

Pişman olmuştu.

Yine pişman olmuştu, öyle değil mi?

Saniyeler içerisinde öylesine delirmiştim ki gözlerimi açıp hızla ona doğru döndüm ve “Niye uzaklaşıyorsun?” diye sordum. Ah, hayır, onu irkiltecek kadar yüksek sesle bağırdım. “Yataktan kalkıp dün gece hiç olmamış gibi davranacaksın yine, değil mi? Yüzüme bakmayacak, benimle konuşmayacaksın yine, değil mi?”

Gözlerini hızla kırpıştırıp “H-hayır,” diye mırıldandı. Telaşlanmıştı. Bunu hala yastığın altında birleşik halde duran ellerimizden anlamıştım, çünkü parmaklarını tenime daha sıkı geçirmişti. Onu dinlemeden kalkmamdan korkuyor gibiydi. “Ben sadece seni biraz fazla sarmışım, daralabilirsin diye düşündüm. Hani hava sıcak ya, ne bileyim, rahatsız olursun diye-”

“Ah, aptal,” diye inleyerek sözünü keserken onu gerçekten mi boğsam yoksa öpücüklere mi boğsam diye düşünüyordum. Göğsümdeki rahatlamanın haddi hesabı yoktu, kendisini bu kadar ince düşünmek zorunda kalmasının verdiği acının da aynı şekilde.

“Seni bırakmayacaktım, gerçekten,” diye devam etti sözlerine. “Aynı eşekliği tekrar yapmam. Yapamam.”

Kesinlikle ikinci seçenek…

Ona doğru uzanıp kollarımı omuzlarına doladıktan sonra dudaklarına peş peşe öpücükler kondurdum. Şaşkınlıkla solusa da hiç hareket etmeden ona yapacağım her şeye rızası olduğunu gösterdi bana. Gözlerinin içine bakarak gülümsedim ve uzanıp burnunu öptüm. Oradan yanağına, göz altına, şakağına ve kaşının üzerine kayıp birer öpücük kondurdum. Nefesini tuttuğunu fark ettiğimde dudaklarımdan küçük bir kıkırtı kaçtı ve başımı aşağı indirip çenesine, dudak kenarlarına öpücükler kondurmaya devam ettim. Bunu yapabilmeyi öylesine uzun zamandır bekliyordum ki.

Alt dudağını dudaklarımın arasına alarak hafifçe çekiştirdikten sonra “Nefes al,” diye fısıldadım. “Bana nefes alırken lazımsın.”

Sözümü dinleyerek tuttuğu soluğunu verdiğinde göğsünün yarı yarıya aşağı indiğini fark edip küçük bir kahkaha attım. Sandığımdan da uzun süredir nefesini tutuyor olmalıydı.

“Bu bizim günaydın seansımız olacak,” diyerek açıklama yaptım ona. “Bundan sonra her beraber uyandığımızda yüzünde öpülmedik tek nokta bırakmayacağım, anlaştık mı? Ha, tabii arada canım çektiğinde de yaparım. İlla birlikte uyanmamıza gerek yok.”

Kısa bir süre öylece yüzüme baktıktan sonra “Sıkılmaz mısın?” diye sordu.

“Seni öpmekten mi?” derken küçük dilimi yutmak üzereydim. “Dalga mı geçiyorsun? Seni istediğim gibi öpebilmek için o kadar uzun zamandır bekliyorum ki her gün yüz kere öpsem anca telafi ederim.”

“Yani sıkılmazsın?” diye tekrar sordu. Kesin bir cevap almak istiyordu. Kalbim ona karşı öyle bir şefkatle dolmuştu ki delirecek gibiydim.

“Elbette sıkılmam. Neden sıkılayım? Sen, seni öptüğüm zaman sıkılıyor musun yoksa?”

“Hayır.”

“Dün beni defalarca kez öptün, hatta öpüştük. O zaman sıkıldın mı?”

Hiç düşünmedi. “Hayır, tabii ki.”

“O zaman niye bana böyle bir şey soruyorsun?” diyerek elimi yanağında yasladım ve başparmağımla tenini okşadım. “İnsan âşık olduğu kişiyi öperken sıkılmaz. Sıkılmak aklına bile gelmez.”

Bir an duraksadı ve kocaman açtığı gözleriyle “N-ne?” dedi. Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki gözlerim dudaklarında olduğu için şanslıydım.

“Ne, ne?” diyerek anlamamış gibi yaptım. Bir yandan da kocaman gülümsüyordum.

“Gerçekten mi?” diye sorarken ellerini yatağa bastırdı ve oturur pozisyona gelip sırtını yatak başlığına yasladı. Ondan uzak kaldığımı hissederek ben de hızla doğruldum ve dizlerimin üzerinde ona yaklaşıp büktüğüm bacaklarım göğsüne yaslanacak kadar dibine girdim. Gözleri bir an çıplak bacaklarıma kaysa da şu an buna bile odaklanacak halde olmadığından tekrar gözlerimin içine baktı. “Bana âşık mısın?”

Tek elini avucumun arasına alarak dizimin üzerine koydum ve elinin üzerini okşarken “Hem de deliler gibi,” diye cevap verdim. “Aslında bunu daha romantik bir anda söylemeyi isterdim ama,” diyerek bakışlarımı kısaca bulunduğumuz yerde gezdirip sırıttım. “Yatak da çok fena sayılmaz sanki ha?”

Ben şakaya vurmaya çalışsam da bana öyle bir duygusallıkla bakıyordu ki dayanamadım ve boştaki elimle uzanıp yanağını okşadım.

“Seni ilk gördüğümde, yani hastane bahçesinde arabaya yaslı haldeyken, başını kaldırıp baktın ya bana… O an, gözlerine tutunduğum o an kalbim tekledi ve daha önce hiç bu kadar güzel bir göz rengine şahit olmadığımı fark ettim.” Başımı omzuma doğru eğdim. “Senin gözlerinle tanıştığım an hayatta en sevdiğim rengin bu olduğuna karar verdim. Yeşil ama herhangi bir yeşil değil, senin gözlerinin yeşili…” Abartılı bir şekilde iç çektim. “Kısacası önce gözlerine tutuldum, sonra da sana.”

Bana öylece bakmaya devam etti. Duyduklarına inanmakta zorluk çekiyor gibiydi. Onu böylesine etkim altına almak kalbimi sevgiyle dolduruyordu. Sevilmeye, ilgilenilmeye, sevildiğini duymaya öyle çok ihtiyacı vardı ki.

“Gerçi beni bayağı bir zorladığını itiraf etmeliyim ama büyüne kapılmamanın bir çaresi yoktu. Sürekli etrafında dolanırken bir gün bir de baktım ki gözlerim seni bulunca kalbim sana doğru koşmak istercesine hızla-”

Cümlemi tamamlayamamıştım, çünkü Aral hiç beklemediğim bir anda bana doğru atılıp dudaklarıma yapışınca destek alamadığım için sırt üstü yatağa düştüm ama bu ona engel olamadı. Üzerime eğilerek kavradığı yanaklarım sayesinde başıma yön verip öpücüğünü derinleştirdiğinde kollarım hızla boynuna dolandı ve ona aşkla karşılık verdim.

Nefessiz kalana kadar öpüştük. Ciğerlerimize hava girmesi için birkaç saniyeliğine dudaklarını çeneme kaydırdı. Göğsüm hararetle yükselip alçalırken daha rahat öpebilsin diye çenemi yukarı kaldırmak istedim ama bu çabamın gereksiz olduğunu göstermek istercesine yeniden dudaklarıma kapandığında demin nefessizlik çeken ben değilmişim gibi karşılık verdim.

Ve bu döngü defalarca kez tekrarlandı.

Nihayetinde kendini sırtüstü yanıma bıraktığında odayı sadece soluk seslerimiz dolduruyordu. Biraz olsun kendime gelebildiğimde başımı kaydırıp omzunun üzerine bıraktım ve “Vay canına,” diyerek sırıttım.

“Bence de.”

Bakışlarımı kaldırıp ona baktığımda kıvrık dudaklarıyla tavanı izlediğini görüp sırıtışımı genişlettim. Bu adama deli oluyordum.

“Şimdi söyle bakalım, benim tatlı Başkomiserim,” diyerek vücudumu ona doğru çevirdim. İkimiz de oldukça sakinleşmiştik ve doğrusunu isterseniz tekrar üzerine atılmama engel olan tek şey, onu korkutmak istemememdi. “Sen bundan bıkabilir misin?”

Yeşilleri bana döndü, parlıyordu. Benim için.

“Asla,” diyerek uzanıp alnıma sert bir öpücük kondurdu. İçimin gittiğini hissettim. Kalbimi delirtmesi için biraz önceki gibi uzun ve ateşli öpücüklere ihtiyacı yoktu. Tenime dudaklarını bastırdığı an aklım başımdan gidiyordu çünkü.

“Aynı fikirde olduğumuza sevindim,” diyerek yanağımı omzuna sürttüm. “Bir daha böyle saçma yanılgılara kapılmadan önce üzerimde dene, eğer sen rahatsız olmuyorsan ben hayatta olmam çünkü.” Kısa bir an duraksadım. “Aslına bakarsan sen rahatsız olsan bile ben muhtemelen olmam çünkü ben bir bağımlıyım.”

“Bağımlı mısın?”

“Hımhım,” diyerek dirseğimin üzerinde doğrulup başımı avuç içime yasladım ve diğer elimi kaldırıp işaret parmağımı yüz hatlarında gezdirmeye başladım. “Sevdiklerime dokunmayı, öpmeyi, sarılmayı, kokularını solumayı çok seviyorum. Onlarla temas halinde olursam daha mutlu oluyorum. Eh, âşık olunca bu özelliğim doruğa çıkıyor tabii.” Parmağımı dudak çizgisinin etrafında gezdirirken usulca yutkundu. Gülümsedim. Defalarca kez fark ettiğim gibi benden etkileniyordu. “Bundan sonra sürekli sana yapışık gezebilirim ya da sürekli bir yerine dokunabilirim.” Uzanıp elmacık kemiğinden öptüm. “Ve bunu çoğu zaman fark etmeden yapıyorum. Alışkanlık olmuş.” Cilveli bir tavırla omuz silktim. “Ama sana daha önce de söylediğim gibi eğer farkında olmadan daraltırsam seni, söyle bana. Alışık olmadığının farkındayım ve ben ne kadar istesem de kendimi sürekli frenleyemiyorum. Unutuyorum çünkü, ana kaptırıyorum kendimi. Ama sen söylersen dururum. Anlaştık mı?”

Bir süre gözlerimin içine bakarak muhtemelen sözlerimi değerlendirdikten sonra “Üzülmez misin?” diye sordu. “Yani sana benden uzaklaşmanı söylersem ya da beni öpmemeni istersem?”

Usulca iç çektim. “Yalan söylemeyeceğim… Elbette üzülürüm ama seni anlarım da. Bu yüzden büyük bir kırgınlığım olmaz ve bana alışmanı beklerim.”

Kolunu kaldırdı ve hala yüz hatlarında gezmekte olan elimi tutup dudaklarına götürdü. Parmak uçlarımdan öptüğünde içimde küçük bir tufan koptu. “Beklemene gerek yok. Sevilmeye alışmak çok da zor değil gibi çünkü. Muhtemelen buna alıştıktan sonra kaybetmek daha zordur.”

Küçük bir tebessümle uzanıp yanağından öptüm.

“O halde biz de alışır ve bu alışkanlığımıza sıkıca tutunarak kaybetmeyiz.”

Usulca gülümsedi. “Evet, öyle yapalım.”

Orada öylece birbirimize melül melül bakarken olabilecek en utanç verici şeylerden biri oldu ve karnım guruldadı. Hem de oldukça yüksek bir sesle.

Gözlerim irice açılırken kafamı geriye çekip koca bir kahkaha attım. “Bütün ambiyansın içine ettim ama şu an!”

Gülerek “Öyle bir şey yapmadın,” dedi. “Sadece insan olduğumuzu hatırlattın.” Kafasını kaldırıp etrafa bakınmaya başladı. “Bu arada saat kaç?”

O ana kadar saat aklıma bile gelmemişti. “Bilmiyorum ki,” diyerek ben de etrafa bakındım ve komodinin üzerindeki telefonumu görünce dönüp dizlerimin üzerinde o tarafa doğru ilerledim. Dün gece yatmadan evvel yengemlere burada kalacağımızı bildiren bir mesaj atmış ve telefonu oraya bırakmıştım.

Telefonu elime alıp kilit tuşuna bastım ve saati görünce kaşlarımın havalanmasına engel olamadım.

“Saat on iki buçuk olmuş,” diyerek bakışlarımı ona taşıdım. “Hadi bir saat yatakta cilveleştik desek… Bayağı uyumuşuz ya.”

“Devriyeden geldiğim günler hariç uzun zamandır bu kadar çok uyumamıştım,” diye mırıldandı şaşkınlıkla gülerken. Cilveleştiğimizi söylediğim için gülüyordu. Sanki yalandı…

“Tuana kokumun sihirli olduğunu söyler,” diyerek muzip bir tavırla kaşlarımı oynattım. “Benimle yattığı geceler o da çok uyuyor. Ben zaten genelde uykuya düşkünümdür, benim için şaşılacak bir durum değil yani.”

“Bunu bildiğim iyi oldu,” diyerek doğruldu ve bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı. “Erken kalkmam gereken günler senden uzak durmalıyım.”

“Ay, sakın,” diyerek ona doğru hızla emekledim ve arkadan boynuna doladım kollarımı. “Senin sürekli erken kalkman gerekiyor, bu da hiç birlikte uyumayacağımız anlamına gelir o zaman.” Yanağımı yanağına yasladım. “Alarm sesine duyarlıyımdır hem merak etme, çaldığını duyduğum an yataktan fırlıyorum. Bir yere geç kalmazsın yani.” Aklıma gelen şeyle duraksayıp gözlerimi kocaman açtım ve kafamı biraz daha öne uzatıp göz göze gelebilmemizi sağladım. “Aslına bakarsan benle birlikte uyuman senin için çok faydalı. Çünkü alarm kurduğun takdirde bir yere geç kalmana imkân yok, benimleyken çok rahat uykuya daldığın da bariz ortada. Bize taşınmak ister misin? Yatağımın kapıları sana sonuna kadar açık.”

Önce şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Sonra da kafasını geriye atarak sesli bir kahkaha attı. Ömrümde duyduğum en güzel melodi olabilirdi. “Sen sandığımdan da hızlısın yalnız.”

Sırıttım. “Felaket hızlıyımdır hem de.”

“Yalnız seninle uyurken tek derdim alarmı duymamak olmaz, farkındasın değil mi? Daha büyük dertlerim olur.”

Kaşlarımı çattım. “Ne gibi?”

“Uyanmış olmamıza rağmen yataktan çıkamamak gibi,” derken eliyle bulunduğumuz yeri işaret ediyordu. “Benim için fazlasıyla dikkat dağıtıcı bir unsursun. Yani senin yanına taşınmam demek ayvayı yemem demek.” Bir an duraksadı. “Ha, tabii hayatta kalırsam ayvayı yerim. Zira amcanın beni çekip vurması çok daha büyük bir olasılık.”

“Ay,” diyerek neşeyle güldüm. “Ben o faktörü tamamen unutmuştum ya. Gerçi bugün kendi evlerine dönüyorlar onlar, yani senin benle kaldığından haberi olmaz.”

“Sonunda ikna oldu demek dönmeye.”

“Zor oldu ama başardım,” diyerek kafamı salladım. “Nihayetinde beni koruması gereken bir durum kalmadı ortada.” Aklıma yaşadığım şeyleri getirmemek için zorladım kendimi. Şu ortamı bozmak istemiyorum. “Hem bizim yanımızda çok mutlu olsalar da kendi evlerini arıyorlar. Nihayetinde alışık oldukları ortam kendi evleri.”

“Doğru,” diyerek başını salladı. “E, akşama kadar burada oturacak mıyız?”

“Bana kalsa otururum ama senin işlerin vardır muhtemelen,” diyerek somurttum. Yeşilleri büzülen dudaklarıma odaklandı. “Aa, bu arada bizim geç kalkmamız bir sorun teşkil etmiş midir? Yani Sadullah’ın yanına falan gitmen gerekiyor muydu?”

“Sanmıyorum,” diyerek omuz silkti. “Muhtemelen kahvaltısını yapıp çıkmıştır otelden. Bizim hala burada olduğumuzu da biliyordur. Bana ihtiyacı olsa birini gönderirdi.”

“İyi bari,” diyerek yanağından bir kez daha öptüm ve yanına kayıp bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtarak ayağa kaktım. Şimdi ona yukarıdan bakıyordum. Sırıttım.

“Hadi biz de odaya kahvaltılık bir şeyler söyleyelim.”

Bakışları baştan aşağı beni kısaca süzdükten sonra ellerini uzatıp üzerimdeki tişörtü iki yandan çekiştirdi. Söylediklerimi duymamış gibiydi.

“Tişört sana daha çok yakışmış.”

Anında sırıttım. “Değil mi? O yüzden artık benim oldu, geri vermem.”

Çıplak bakışlarıma uzun sayılamayacak bir bakış attıktan sonra “Senin olsun,” diye mırıldandı kısaca. O güzel yeşillerinin tenimde gezinmesi felaket iyi hissettiriyordu.

“Otelden ayrılana kadar üzerimi değiştirmeyi düşünmüyorum, yani istediğin gibi dikizleyebilirsin beni. Zamanın yok diye sakın endişelenme ve odaya kahvaltı söyle.”

Bakışlarını kırpıştırarak bana baktı. “Ha?”

Kıkırdayıp ona uzandım ve kollarımı boynuna dolayıp başının göğsüme yaslanmasına neden olarak saçlarından öptüm. Mis gibi kokuyordu.

“Şöyle afalladığın zaman seni kalbime sokasım geliyor, o kadar tatlısın ki.”

“Ben mi tatlıyım?” diye sorarken sesi huysuz gibi çıkmıştı ancak olduğu yerden memnun olacaktı ki elinin tekini kaldırıp arkadan sol baldırımı sardı. Aynı benim gibi temasa bayılıyordu, sadece farkında değildi ancak bunu anlaması pek de uzun sürmeyecekti. “Biraz önce de tatlı başkomiserim falan dedin zaten, laf arasında kaynadı ama sakın bana başkalarının yanında böyle seslenme.”

“Niye?” derken kıkırdıyordum. “Karizman mı çizilir?”

“On gündür yaptığım salaklıklar yüzünden karizmam falan kalmadı zaten,” diyerek dertli dertli iç çekti. Gülmeye devam ettim.

“Ha, hani şu kafanı toplantı odasının kapısına geçirmen gibi mi?”

Başını hızla geriye çekip çatık kaşlarıyla baktı bana. “Arel söyledi, değil mi?” diye homurdandı. “Ağzında bakla ıslanmıyor, şerefsizin.”

“Arel olmasaydı şu an bu halde olamazdık, o yüzden ona şerefsiz dememelisin bence,” diyerek uzandım ve kaşlarını çattığı için alnında oluşan çizginin üzerine dudaklarımı bastırdım. “Hem bu geçen on günde yüzümü bir tek senin bu hallerini duymak az da olsa gülümsetiyordu, çünkü senin de iyi olmadığını biliyordum.”

Bacağımdaki elini aşağı yukarı kaydırdı. Tenimi okşayarak benden özür diliyordu sanki.

“Arel’le sandığımdan da yakınsınız, değil mi?”

“Muhtemelen,” diyerek başımı salladım. “Daha doğrusu bizi bu kadar yakın yapan faktör sendin, çünkü senden hoşlandığımı benden bile önce fark etmişti. Hatta bana fark ettiren ve senden vazgeçmememi söyleyen de oydu.”

“Sahi mi?”

“Sahi ya. Seni çok iyi tanıyor. Hatta senden bile iyi tanıyor. Beni fark etmediğin ya da kendinden uzaklaştırdığın zamanlarda bir şekilde derdimi anlıyor ve olanları neden yaptığını açıklıyordu bana. Daha doğrusu tahminde bulunuyordu ama bu zamana kadar hiçbir söylediğinde yanılmadı. Dün bana söylediklerin var ya hani, korktuğun için bana gelemediğini söylemiştin. Bunların hepsini bana söylemişti o da. Tabii tahmin ettiğini söylüyordu ama yine haklı çıktı işte.”

Gözlerini usulca kapatıp alnını karnıma yasladığında onu daha sıkı sardım. “Aranızda ne geçti bilmiyorum. Çok merak ettiğimi saklayamayacağım ama sen bana anlatmak isteyene kadar da sormayacağım. Zira Arel bunu bana bir tek senin açıklayabileceğini söylemişti. Yine de geçen gün bana eskiden birbirinizin en yakın arkadaşları olduğunuzu söyledi. Sen hala onun en yakın arkadaşıymışsın ama senin onu öyle görmediğinin farkında. Yani sana karşı bir hatası mı oldu, bilmiyorum ama her ne olduysa çok üzgün ve seni çok seviyor. Senin mutluluğunu da kendi mutluluğunun üzerine koyuyor. Bunu unutma lütfen, olur mu?”

Bir şey demedi ama karnıma yaslanmaktan da vazgeçmedi. Bir süre öylece saçlarını okşadıktan sonra çenesini tutarak başını kendimden uzaklaştırdım ve yanağını okşadım. Bana tarif edemeyeceğim bir muhtaçlıkla bakarak yutkundu.

Gif

Ortamdaki ağır havayı değiştirmem gerektiğini hissettiğim için “Şimdi dertlenmenin zamanı değil, çünkü çok açım,” dedim. Bugün en mutlu günümüz olmalıydı, bugün hüzne yer yoktu. “O yüzden kıymetli poponu yataktan kaldır ve oda servisini arayıp serpme kahvaltı iste. Ben de lavaboya gideyim. Anlaştık mı?”

Usulca başını salladı. “Anlaştık.”

Eğilip şakağından bir kez daha öptüm ve baldırımdaki elinin aşağı düşmesine neden olacak kadar geri çekilip “Haydi,” diyerek odadaki telefonu işaret ettim. Aral kısa bir baş onayıyla yataktan kalktığında ben de arkamı dönüp odadaki lavaboya girdim ve hızlıca işimi hallettikten sonra soğuk suyla yüzümü yıkayarak yatarken dağılan saçlarımı tekrar topladım. Yüzümde içimdeki mutluluktan kaynaklandığını düşündüğüm bir güzellik vardı. Aynaya karşı genişçe gülümsedim.

Üzerimdeki tişörtü usulca düzelttikten sonra banyodan çıktığımda Aral’ı kapının önünde bulunca yüzümdeki gülümseme iyiden iyiye büyüdü ve sanki yeni kalkmışız gibi neşeyle “Günaydın,” dediğimde güldü. Aptal mutluluğumu ona bulaştırma konusunda çok iyi olduğumu düşünüyordum doğrusu.

“Öğlen oldu ama sana da günaydın,” diyerek yanağımdan makas alıp banyoya girdi.

Ve ben, abartısız birkaç dakika boyunca yüzümdeki aptal sırıtışla kapattığı banyo kapısına baktım.

Aşkına karşılık bulmak ne büyük bir nimetti.

Yanaklarımın ağrımaya başladığını fark ederek kendime geldiğimde ellerimle yanaklarıma baskı yapıp gülümsememi sonlandırmaya çalıştım. Akşama kadar yüzüme felç inmese iyiydi.

Yandaki odaya geçtim ve televizyonu açıp rastgele kanallar arasında gezinmeye başladım. Aradığım bir şey yoktu, zaten gözüm ekranda olsa da aklım bambaşka yerlerdeydi; ta ki otel odasının kapısının tıklatıldığını duyana kadar.

Hızla yerimden kalkıp “Ben bakıyorum!” diye bağırdıktan sonra odadan çıkmıştım ki kaslı bir kol tarafından sarmalanıp fazlasıyla sıcak bir göğse çarptım. Kırpıştırdığım gözlerimle Aral’a bakakaldığımda “Bu haldeyken kapıyı açmayacaksın herhalde,” deyip bacağımın üst tarafını mıncıkladı. Aslında acıtmıştı ama şaşkınlığım o kadar fazlaydı ki çığlık bile atamamıştım. Bunu fark etti ve dudaklarını tehlikeli bir şekilde kıvırıp dudak kenarıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra “Sen yatak odasına geç,” diyerek dış kapıya yürüdü. Hala kendimde değildim ancak nasıl olduysa bacaklarım ona itaat etmiş ve beni yatak odasına götürmüştü.

İki görevli ki iki kişi olduklarını seslerinden anlamıştım, kahvaltımızı yan odaya hazırlayarak gittiklerinde adeta zıplayarak yan odaya geçtim. Yemek yemediğim halde enerji bombası gibiydim ve nedenini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerekti.

“Hadi gel bakalım,” diyerek masadaki sandalyelerden birini çektiğinde teşekkür ederek yerleştim. Karşımdaki sandalyeye oturmak için arkasını döndüğündeyse elini tutup durmasını ve hemen yanımdaki yere oturmasını sağladım.

“Böyle diz dize yemek daha güzel oluyor,” diye açıklama yaptığımda dudaklarını birbirine bastırıp hafifçe başını salladı ama gülmemek için zor duruyormuş gibiydi. Bunu fark ettiğimden “Ben sana demiştim,” diye hayıflandım. “Yakınlığımız konusunda biraz takıntılı olabilirim.”

Tek kaşını kaldırarak alayla “Biraz mı?” dediğinde dudaklarımı büzdüm.

“Tamam, git, karşıda otur, tamam ya.”

Bu sefer sesli bir şekilde güldü ve oturduğum sandalyenin kenarını tutarak beni kendine doğru çekti. Tek bacağım bacaklarının arasında olacak şekilde garip ama fazlasıyla yakın bir pozisyona geldiğimizde “Böyle daha iyi oldu,” diye mırıldandı. Hararetle başımı salladım.

“Kesinlikle.”

Ona biraz daha bakarsam dudaklarına yapışacağımı bildiğimden önüme dönüp tabağımı doldurmaya başladım. Karnım öyle açtı ve masadakiler de öyle iştah açıcı görünüyordu ki her şeyden bol bol koyup tabağın sınırlarını zorladım. Aral’sa yüzündeki şefkatli gülümsemeyle beni izledi.

Kendi karnını doyurmayı umursamıyormuş gibi göründüğünden hazırladığım tabağı onun önüne ittirdim. “Bunların hepsi bitecek.”

Kenardaki boş tabağı alıp tekrar ağzına kadar doldurmaya başladığımda önündekileri yemek yerine beni izlemeye devam ettiğini fark edince başımı çevirmeden bakışlarımı ona kaydırdım ve “Ne?” dedim.

“Hiç,” diyerek önündeki çatala uzandığında kısa bir süre yüzüne baksam da üzerine gitmek istemediğimden önüme dönüp tabağımı doldurmaya devam ettim.

“Çay?”

Masadaki termosa bakıp “Olur,” diye mırıldandıktan sonra o çayları doldururken ekmeklikten bir dilim ekmek alıp üzerine bal sürmeye başladım.

“Bugün tüm gün boş musun? Emniyet’e gitmen gerekiyor mu?”

Çay bardaklarından birini masada kaydırarak bana verdikten sonra kendininkine tek şeker atıp karıştırmaya başladı.

“Seni eve bıraktıktan sonra gitmem gerekiyor, evet,” diyerek başını salladı. “Asaf amire rapor vermem lazım.”

Yüzümü düşürmemeye çalışarak “Hımm,” dedim. “Peki, sonra ne yapacaksın?”

“Orada kalıp benden ne isterlerse onu.”

Ballı ekmeğin üzerine biraz kaymak koyduğum sıra “Niye yüzün düştü?” diye sordu. Belli etmediğimi sanıyordum oysaki.

“Düşmedi ya,” diyerek hızla gülümsediğimde kaşlarını kaldırıp inanmadım dercesine keskin bir bakış attı. Ofladım.

“Henüz senden ayrılmak istemiyorum, o yüzden biraz şey oldum,” diyerek elimdeki ekmeği ona uzattım. Ekmeğe şaşkın bir bakış attı. Omuz silktim.

“Alışkanlık. Evde de yaptığım ilk ballı ya da çikolatalı ekmeği Tuana’ya uzatırım.”

Alayla “Kendimi özel hissetmeyeyim yani?” diyerek ekmeği almaya kalktığında onu durdurdum ve “Isır,” dedim. Sözümü dinledi ve küçük dilimin yarısını ağzına attı. Diğer yarısını kendim yemeden önce sırıttım.

“Kendini özel hissedebilirsin çünkü Tuana’nın eline veririm ekmeği genelde. Yani hasta ya da özel bir durum olması lazım ona kendim yedirmem için.”

Ağzındaki lokmayı yutarak dudaklarını yaladıktan sonra “Aynı tarife benim için de geçerli mi?” diye sordu. Sohbetimden keyif alıyormuş gibi duruyordu.

“Sanırım hayır. Sen istediğin sürece ekmeğimin yarısını seninle paylaşmaya devam ederim.”

Başını sallayarak masadaki çatalına uzanırken “Beni görmek istediğin zaman ara,” diye mırıldandı. Laf arasında kaynadığını düşündüğüm cümlemi unutmamıştı. “Görevde olmadığım sürece gelirim.”

Gözlerimi hevesle açarak ona biraz daha yaklaştım. “Sahi mi?”

Güldü. “Sahi.”

“O zaman bu akşam bize yemeğe gelir misin? Hatta Arel’i de al gel. Tuana ne zamandır sizinle vakit geçirmek istiyordu ama bizim aramızın limoni olduğunu bildiği için ısrar etmiyordu.” Duraksayarak kendimi düzelttim. “Yani çok ısrar etmiyordu. Malum sınavdan kurtulunca etrafa saracak vakti arttı.”

“Ben gelirim, Arel’in de işi yoksa gelir,” diyerek modumu anında yükselttikten sonra “Tuana’nın sınavı da iyi geçmiş sanırım,” diye ekledi.

“Başkasından duymuş gibi yapmana gerek yok, Tuana’yla mesajlaştığını biliyorum,” diyerek dirseğimle koluna vurdum. “Bana tek kelime etmeyip Tuana’ya başarılar dilediğin mesajların hesabını daha sonra soracağım. Bugünü sadece keyifli şeylere ayırdığım için konusunu açmamıştım ama aklımda.” Abartılı bir ifadeyle iç çektim. “Ve evet, şükür iyi geçti.”

“Aslında sınavının nasıl geçtiğini sormak için tekrar mesaj attığımda seni de sormuştum, Tuana sanırım seni üzdüğümü bildiği için bana biraz tavırlı davranmıştı.”

Kızartmaya batırdığım çatalımı havada durdurarak kaşlarımı çattım. “Bak, bana bundan hiç bahsetmemişti.” Kafamı iki yana salladım. “Zilli.”

Güldü. “Ben söylememesini rica etmiştim, ona kızma.”

“Olur, o halde seni iki katı döverim ben de.”

Kızartmayı ona olan yalancı sinirimi göstermek adına sertçe ağzıma sokuşturduğumda az daha boğuluyordum.

Sırtıma yavaşça vururken küçük bir kahkaha attı.

“Önce kendini boğacak şeyler yapmamayı öğren, sonra beni istediğin gibi döversin.”

Bana uzattığı sudan birkaç yudum aldıktan sonra “İstesem de sinirlenemiyorum ki sana ya,” diye itiraf ettim. Gerçi kendim söylemesem de kıvrılan dudaklarımdan anlaması hiç zor değildi. “Ne yaptın sen bana? Büyü yaptın, değil mi? Hadi itiraf et.”

Masumca omuz silkip ağzına salatalık attı. “Hiçbir şey, gördüğün üzere ben sadece kahvaltı ediyorum ve o dediğin şeylerden de asla anlamam zaten.”

Kusursuz rolü karşısında şaşkınlıkla kıkırdadıktan sonra dayanamayıp çenesini tutarak başını kendime çektim ve yanağına sesi odada yankılanan bir öpücük kondurdum. Teninin tadı masada bulunan her şeyden çok daha lezzetliydi.

Bir süre usulca kahvaltı ettik. Arada bir kendi çatalıma taktığım yiyecekleri ona uzattım, ilk birkaçında hafif bocalasa da sonradan alıştı. Elimi ona uzattığım an çatalda ne olduğuna bile bakmadan ağzına açmaya başladı. Ben de dayanamayıp onu birkaç kez daha öptüm.

Kahvaltımız bu şekilde geçtiğinden masadakileri silip süpürerek ayağa kalktığımızda saat ikiyi geçiyordu ve bu ikimizi de şaşırtmamıştı. Birbirimize daldığımızda zaman kavramından sonsuza dek uzaklaşıyorduk.

Aral daha fazla oyalanmadan yola çıkmamız gerektiğini söylediğinden masanın üzerini gelişigüzel toparladıktan sonra lavaboya gidip ellerimi yıkadım ve Aral’ın kahvaltı yaptığımız odada üzerini değiştirdiğini bildiğim için ben de yatak odasında kalıp dün çıkardığım kırmızı elbiseyi geri giydim. Bu saatte kuyruklu bir elbiseyle ortalıkta salınmak pek tercih edeceğim bir şey değildi ama mecburdum ve aslına bakarsanız bu, şu an umurumda olan en son şeydi.

Odadaki dolabın aynasına bakarak topuz yaptığım saçlarımı çözdüm ve parmaklarımla saçlarımı taradıktan sonra at kuyruğu şeklinde bağladım. Çantamda yüzüme sürebileceğim bir şeyler vardı ama gerek duymadım. Zaten yüzüm oldukça canlı duruyordu. Ayrıca dudaklarımı sürekli Aral’ın suratında bir yerlere bastırdığım için ruj sürmem onu zorda bırakacak bir hamle olurdu ki ruju yüzünden silmekle uğraşacağım vakitleri onu öpmekle geçirmeyi tercih ederdim.

Elbisenin göğüs kısmını tutarak yukarı çekiştirdiğim sıra Aral odanın kapısını tıklattı.

“Gelebilirsin!”

Elindeki çantayla içeri girdiğinde gözleri bana takıldı ve olduğu yerde kaldı. Sanki beni ilk kez görüyor gibiydi. Oysa dün gece, özel olarak yapılmış saçım ve makyajımla çok daha çekici durduğuma emindim…

Tek elimi belime yaslarken “Dünün acısını mı çıkarıyorsun?” diye sordum keyifle. Sorum onu kendine getirirken bakışları benimkileri buldu ve “İstesem de çıkaramam ki,” diye hayıflandı. “Sadece seni her gördüğümde çok daha güzel olduğunu fark ediyorum ve bunun nasıl mümkün olabildiğini anlamaya çalışıyorum.”

Ona usulca yaklaşıp kollarımı boynuna doladıktan sonra “Ben hep aynı ben olduğuma göre bunun tek bir açıklaması olabilir,” diyerek burnumu burnuna sürttüm. “Bana duyduğun hisler her geçen gün artıyor. Bu yüzden de sana daha güzel geliyorum.”

Yeşilleri bir süre yüzümde gezindikten sonra omuzlarıma, oradan da elbiseden gözüken dekolteme kaydı. Keyifle sırıtıp dizlerimi bükmek suretiyle eğilerek onunla göz göze geldim.

“Merhaba.”

Bakışlarını hızla benden kaçırdı. Kızaran çehresine bakarak gülmeye başladığımdaysa aceleyle benden uzaklaşmaya çalıştı ancak kollarımı iyice sıkıştırıp buna engel oldum.

“Önce bakıp sonra utanarak kaçamazsın, yok öyle bir dünya.” Gözlerini nereye kaçırmaya çalışsa başımı o tarafa yöneltip bana bakmasını sağlıyordum. “Madem bakıyorsun, arkasında dur.”

Aslında bundan oldukça memnundum. Onu böyle kıvranırken görmek beni delicesine mutlu ediyordu ve zaten bu yüzden üzerine gidiyordum.

“Bırakır mısın artık beni?”

“Hayır,” diyerek çenesinden öptüm. “Eğer itiraf edersen bırakırım ama.”

“Neyi itiraf edeceğim?” derken bakışlarındaki tek şey dehşetti. Haince gülümsedim.

“Dekolte sevdiğini.”

“Sevmiyorum ki ben,” diyerek beni belimden ittirmeye kalktığında arsızlığımı bir üst seviyeye taşıdım ve ona iyice yapıştım.

“Yalan söylüyorsun.”

Gözlerini sıkıca yumdu. “Hayır, söylemiyorum.”

“Ama bana bakarken yakaladım seni. Hem de kaç kez,” diyerek üzerine gittim.

Tek gözünü açıp “Gözüm kayıyor, bilerek yapmıyorum,” dediğinde suratına karşı bir kahkaha patlattım. Daha fazla dayanamamıştım.

“Ya bırak, işin gücün benle dalga geçmek,” diyerek boynuna doladığım kollarımı çözmeye çalıştı. Bu sefer gerçekten çözmeye çalışıyordu ve ona karşı gücümün yetmeyeceğini biliyordum lakin aklın fiziki güçten daha önemli olduğunu da biliyordum.

Uzanıp dudaklarına yapıştığımda bir an bocalayarak kollarımı serbest bıraktı. Sonraki andaysa kollarını sırtıma doladı ve yaptıklarımın öcünü almak istercesine sertçe öptü beni. Ayağımda ayakkabı olmadığı için hafifçe yükselmek zorunda kalıyordum ki bu sorunu da çok geçmeden kökten halletti. Sırtımdaki elleri usulca aşağı indi ve beni havalandırıp kucağına aldı. Bacaklarım hızla beline dolanırken onu daha rahat öpebildiğim için mutlulukla iç geçirdim.

Birkaç adım gerileyerek beni kapının yanındaki duvara yasladığında ellerimden biri gür saçlarının arasına daldı. Diğeriyle de yanağını okşuyordum.

İyiden iyiye soluk alamaz hale geldiğimizde dudaklarını çeneme indirdi ve göğsü hızla benimkine çarpıp dururken “Beni utandırmanın hoşuna gittiğini biliyorum ama bu durum canımı sıkıyor,” diye mırıldandı. Kesik kesik konuşsa da ne dediğini anlayabilmiştim. “Uzun zamandır kadınlara dair hiçbir şey dikkatimi çekmiyordu.” Üstüne basarcasına tekrar etti. “Hiçbir şey.” Çenemin üzerinde kıpırdanan dudakları beni yerle bir ediyordu oysaki.

“Başta sen de çekmiyordun. Gerçekten. Sonra ne olduysa birden seni fark etmeye başladım. Gözlerini, tenini, saçlarını, en sonunda da giydiğin cüretkâr kıyafetlerden görünen yerlerini… Aklımı başımdan alıyorsun, senin yüzünden daha önce hiç kadın görmemiş biri gibi hissetmeye başladım kendimi ve bu oldukça sinir bozucu. Sana dalıp gittiğimi bile sen belli etmeden fark edemiyorum, bu da kendimi dövmek istememe neden oluyor.”

Söyledikleri kalbime ardı ardına darbe indirirken bir şey söylememe izin vermeyip tekrar hırsla dudaklarıma kapandığında beklediği şekilde karşılık verdim ona. Beni fark ettiği için kendisine kızmasını asla anlayamıyordum, çünkü ben bunun için göbek atacak haldeydim. Dikkatini çekmek, beni beğendiğini bilmek gururumu okşuyordu.

Bunu dile getiremedim, çünkü öpücükleriyle buna müsaade etmedi ve ben de ona istediği dilde cevap verdim. Dudaklarını ısırarak, bacaklarımı beline daha sıkı dolayarak ve saçlarını çekiştirerek…

Benden ikinci kez ayrıldığında soluk soluğa alnını benimkine yasladı ve isyan edercesine “Ne yapacağız biz seninle?” diye sordu. “Her an kendimizi birbirimize yapışık halde buluyoruz.”

Kıkırdayarak burnumu burnuna sürttüm. “Ne yapacağımızı bilmiyorum, yani öpüşmekten başka ama kesinlikle çok ateşli bir çift olacağız, Başkomiserim.”

Başını geriye çekip bana muzip bir bakış fırlattı.

“Ondan hiç şüphem yok nedense.”

Güldüm. “Neden acaba?”

Başını salladıktan sonra beni son kez daha öptü ve yere indirdi. “Artık gerçekten gitmemiz gerekiyor.”

“Hımhım,” diyerek olduğum yerden onun çıkarttığım tişörtü kendi sırt çantasının içine tıkıştırmasını izledim. Yatağın üzerindeki telefonunu alıp cebine attıktan sonra benim kol çantamı da alarak tekrar yanıma geldi. Bir yandan da etrafa bakınıyordu. “Bir şey unutmadık, değil mi?”

Dudaklarımı büzüp “Sanırım kalbimi unuttuk,” diye mırıldanarak dağınık yatağı işaret ettim. “Dün gece orada bırakmış olabilirim.”

Bakışları bana döndü ve karşısında eriyip bittiğim bir bakış attı.

“Hayır, unutmadık, çünkü kalbin bende.”

Eğer uzanıp elimi tutmasaydı cümlesinin sonunda kırptığı gözü yüzünden yere kapaklanabilirdim.

Beni etkilediğinin bilinciyle yamuk bir sırıtışla odadan çıktığında peşinden sürüklenmek konusunda hiçbir şikâyetim yoktu. Nihayetinde elimi tutmak suretiyle beni istediği her yere götürebileceğini kabulleneli çok olmuştu. Sadece tutmayan bacaklarımla başa çıkmak biraz sorun olacaktı ama onu da halledecektim.

Aral Ertem, elimi tuttuğu sürece halledemeyeceğim hiçbir şey yoktu.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%