Yeni Üyelik
42.
Bölüm

BÖLÜM - 40/2

@bayanclara

Sıcak su mevzusuyla ilgili gelebilecek her türlü sorudan kaçmak için banyodan çıktıktan sonra Amine teyzeye bakmama konusunda elimden gelen her türlü çabayı göstermiş ve başarılı da olmuştum. Zaten masaya oturduktan sonra açılan her türlü konu genelde benle ve hayatımla ilgiliydi ki sevgili kayınpederimle kayınvalidemin beni tanımak istemesinden daha doğal bir şey olmadığı için sorularını memnuniyetle cevapladım. Aral, onları anne ve babamla ilgili bilgilendirmiş olmalıydı ki o konuda hiçbir şeyden söz etmediler.

Onlarla konuştukça utancımın ve gerginliğimin azaldığını fark etmek beni daha da konuşkan biri yapmıştı ve bu durumdan ben de dâhil olmak üzere masadaki herkes memnun gibiydi. Oldukça aç olduğum ve yemekler de bir hayli güzel olduğu için kendimi durduramamış, her şeyden bol bol yemiştim. Tabii bu da müstakbel kayınvalidemin oldukça hoşuna gitmişti.

Yemek sonrası tatlılar da yendiğinde Âmine teyze masayı tek başına kaldıracağını söyleyerek herkesi postalamaya çalışsa da Aral’la ben onu dinlemedik ve birkaç dakika içinde her şeyi mutfağa taşıdık. Ben bununla yetinmeyip bulaşıkları makineye dizerken Âmine teyze de kahve yapmak için harekete geçti. Aral, ona ihtiyacımız olmadığını söylediğimiz için babasının yanına dönerek bizi yalnız bıraksa da kendimi gergin hissetmiyordum, açılmıştım.

Elimdeki son tabağı da makineye yerleştirerek doğrulduğum sırada Âmine teyzenin “Biliyor musun?” diye mırıldandığını duydum. “Birkaç ay öncesine kadar böyle bir şey yaşayacağımı söyleseler hayatta inanmazdım.”

Makinenin kapağını kapatırken “Böyle bir şey mi?” diyerek anlamadığımı belli ettim.

“Yani Aral’ın yüreğine girmeyi başaran biriyle mutfağımda bir şeyler yapmayı,” diye açıklama yaptı. “Genel olarak her şeyden haberdar olduğunu bilerek açık konuşuyorum, ben çok uzun zaman önce Aral’ın bize bir gelin getireceğini ummayı bırakmıştım. Hatta gelin getirmeyi, sevmeyi bir kenara bırakayım; tekrar içinden geldiği şekilde gülmeyeceğini bile kabullenmiştim artık.”

Elindeki kavanozdan cezveye birkaç kaşık kahve koyduktan sonra küçük bir tebessümle bana baktı. “Bugün ona ne zaman baksam bakışlarını sana odaklamış şekilde gülümsediğini gördüm. Bunun benim için ne kadar değerli olduğunu anlatmam o kadar zor ki.”

Mahcup olmuş bir şekilde başımı eğdim. “İtiraf etmem gerekirse bunun için özel bir çaba sarf etmiyorum. Yaptığım tek şey onu tüm kalbimle sevmek, o kadar.”

“Ve bu dünyanın en zor şeyi,” diyerek gülümsemesini genişletti. “Birini sevmek kolaymış geliyor kulağa, istenildiğini zaman yapılabilirmiş gibi ama işin aslı öyle değil. Kendinden başka bir insanı koşulsuz şartsız, büyük bir sevgiyle sevmek çok zordur. Ve zaten sevmek bu kadar zor olduğu için kalpteki kişiden vazgeçmek mümkün değilmiş gibi gelir insana.”

Haklı olduğunu fark ettim. Kolay olan birine onu sevdiğini söylemekti, sevmek değil. Eğer kolay olsaydı Uğur’dan sonra hayatıma girdiklerinde tanıdığım onlarca adamdan birine de âşık olabilirdim ama olmamıştım. Onca seçeneğin arasından gidip en zor olana, hatta seçenek bile olmayan bir adama tutulmuştum ve bu, şu yaşıma kadar yaptığım en riskli ama doğru olan tercihti.

Sessizliğim ona yeterli karşılığı vermiş olmalıydı ki “Sanırım duygularından ilk emin olan kişi senmişsin,” diye devam etti konuşmaya. “Aral pek bir şey anlatmasa da sağ olsun Arel’in çenesi biraz düşüktür.”

Hafifçe kıkırdadım. “Aslında bu ilişkinin gizli mimarı Arel desem hiç abartmış olmam. Benim duygularımdan emin olmam ve Aral’dan vazgeçmemem için çok uğraştı. O olmasaydı duygularımı içime gömmeye karar verip Aral’ı unutmaya çalışıyor olurdum.”

Âmine teyze bana pek anlam veremediğim hüzünlü bir bakış attı. Sonra da bunu gizlemek istermiş gibi gülümsedi. “İkiz olmak kolay değil. Aral’ın hali onu beni üzdüğünden bile çok üzüyordu.”

“Tahmin edebiliyorum,” diyerek başımı salladım. Onun yaptığı şeyi çoğu insan yapmazdı, bunun fazlasıyla farkındaydım.

“Sana sormadım ama sade kahve içersin değil mi? Sevmiyorsan sütlü de yapabilirim?”

“İçerim, içerim,” diyerek gülümsedim. Sürekli uykusuz kaldığınız bir mesleğiniz varsa en sert kahveler vazgeçilmeziniz olurdu ve eğer doktorsanız, bu bağımlılığınız tıp fakültesinde başlardı.

“Aral bana hastanede tanıştığınızı söyledi ama detaylarını bilmiyorum, kahve pişene kadar anlat da dinleyeyim.”

Bana da onların hastanede tanıştıklarını söylemişti ama bazı küçük pürüzler yüzünden tamamını anlatamamıştı. Ona en kısa zamanda merakımı gidermesini söylemeliydim.

“Aslında pek de romantik bir tanışma değildi,” diyerek yanağımı kaşıdım. Pek değil, hiç romantik bir tanışma değildi ve Asaf amcamın yanında çalışıyor olmasa onu kaba bir adam olarak zihnimin tozlu raflarına kaldıracaktım muhtemelen. “Bir gece yarısı yakın arkadaşımın yerine doğuma gitmiştim. Doğumdan sonra birkaç saat daha uyuyabileyim diye eve dönecektim ama otoparka gittiğimde Aral’ı gördüm. Daha doğrusu karanlıkta, arabasından destek alarak zar zor ayakta durabilen birini gördüm ve biraz yaklaşınca yaralı olduğunu fark edip ona doğru koştum.”

Âmine teyzenin çatılan kaşlarından gerçekten hiçbir şey bilmediğini fark ederek anlatmaya ara verip dudaklarımı birbirine bastırdım ve muhtemelen suçlu hissettiğimi belli eden yüz ifadem onu güldürdü.

“Endişelenmene gerek yok, bu tür haberlere alışığım.” Usulca iç çekti. “Yine de şaşırmamak ve üzülmemek elimde değil. Seni şimdiden uyarayım, bir polise sevdalanmak hiç kolay değil. Hele bir de çocukların da polis olursa işte o zaman vay haline.”

Aral’la evlenip çocuk sahibi olma hayali göğsüme sıcacık duyguların dolmasını sağlarken belli belirsiz gülümsedim. “Çok zor bir durum olduğunu tahmin edebiliyorum ama büyük bir yanınız da onlarla gurur duyuyor olmalı ve biriyle gurur duymak paha biçilemez. Kendi kardeşimden biliyorum.”

Düşünceli bir şekilde tebessüm etti. “Sürekli elim göğsümde gezsem de evet, kesinlikle iki oğlumla da gurur duyuyorum.” Kısa bir duraksamanın ardından sessizce iç çekip “Ee?” dedi. “Aral’ı yaralı bir şekilde görünce ne yaptın?”

“Elbette bir doktorun yapması gerekeni,” diyerek güldüm. “Ona doğru koştum ve iyi olup olmadığını sordum ama bu öylesine sorulmuş bir soruydu. Arabaya yaslanmasa ayakta bile duramayacağının fazlasıyla farkındaydım.”

Kahveyi karıştırmaya devam ederken “Dur tahmin edeyim,” diye araya girdi. “O haline rağmen kesin sana iyi olduğunu söylemiştir.”

Kıkırdayarak başımı salladım. “Kesinlikle oğlunuzu çok iyi tanıyorsunuz. Üstelik iyi olduğunu söylemekle de kalmadı, ona yardım etmek istediğim için beni tersledi. Aklının başında olmadığını düşünüp zar zor kolunun altına girerek acile götürdüm onu. Sonra da nöbetçi doktordan ciddi bir şeyinin olmadığını öğrenip mesai saatine kadar uyuyabilmek için odama çıktım.”

“Bu kadar mı? Başka hiçbir şey olmadı mı aranızda?”

“Hayır, onu bir daha görmedim,” diyerek başımı salladım. “Ta ki günler sonra kardeşimle birlikte yemek yemek için bir restorana gidene dek.”

“Aral da mı oradaydı?”

“Bir kadınla yemek yiyordu.”

Küçük bir duraksamanın ardından gülümsedi. “Arel’le karşılaşmışsın yani.”

“Evet,” diyerek kıkırdadım. Aral’ın bir kadınla restoranda yemek yemesi ailesine göre gerçekten imkânsızla eş değerdi, “Ama ben onu Aral sanıyordum tabii. Daha doğrusu adını bilmiyordum ama görür görmez tanımıştım. Masalarımız yakın olduğu için birkaç kez göz göze bile geldik ama bana, beni tanıdığına dair en ufak bir davranışta bulunmayınca içten içe çok gıcık olmuştum.”

Kaşları neşeyle havalandı. “Öyle mi?”

“Yani… Evet. Sonuçta ona yardım eden biriydim ve beni hatırlamaması gibi bir durum söz konusu olamazdı. Ben de bir teşekkür bile etmeyişini bencilliğine bağlamıştım.”

“Onun Aral değil de Arel olduğunu nasıl öğrendin peki?”

Başıma gelenleri bilip bilmediğinden haberim yoktu ki Aral tanışmamızı bile anlatmamışsa, o olayı da anlatmamış olmalıydı. Bu yüzden kaçamak bir cevap vermeyi uygun buldum. Zorunda kalırsam başka bir zaman onu da anlatırdım sonuçta. Şimdi keyif kaçırmaya gerek yoktu.

“Asaf amcamın odasında,” derken yüzüm utançla kırışmıştı. “Aral size bahsetti mi bilmiyorum ama Asaf amca benim babamın çocukluk arkadaşı, aynı zamanda en yakın dostuydu. Biz de bu yüzden onunla çok yakınızdır ama Emniyet’e gitmediğim için Aralların onun ekibinde olduğundan haberim yoktu. Bir gün işim düşüp Asaf amcamın yanına gidince Aral’ın da orada olduğunu gördüm. Yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz.”

Pişen kahveyi hazırladığı fincanlara paylaştırırken “Çok heyecanlı bir dizi izliyormuşum gibi,” dedi. “Sonra ne oldu, hemen anlat!”

Tatlı tepkisi beni kıkırdatırken “Aslında öyle heyecanlanacak bir şey olmadı çünkü Aral beni tanımazlıktan geldi,” diyerek yalandan somurttum. “Sonra da Asaf amcam tanıştırdı bizi. Onun, ekibindeki en güvenilir adamı olduğunu söyledi.”

“Bak sen şu pis çocuğa,” diyerek kaşlarını çatsa da gülmemek için zor durduğu belliydi.

“Asıl olay bu değil zaten,” diyerek başımı salladım. “Beni asıl utandıran şey odadan çıkmak için kapıyı açtığımda Arel’i koridorda görmem ve korkuyla sıçrayıp dengemi kaybederek düşmemdi.”

Amine teyze elini ağzına kapattı. “Demek ikizi olduğunu böyle öğrendin.”

Başımı salladım. “Çok kötü bir tanışmaydı.”

Birkaç saniye boyunca birbirimizin gözlerinin içine baktık ve sonra aynı anda kahkaha atmaya başladık. Evet, yaşandığı zaman kesinlikte berbat hissettirmişti ancak üstünden uzun bir zaman geçtikten sonra hatırlaması pek de üzücü olmuyordu.

“Komedi filmlerine taş çıkartacak bir sahne yaşamışsınız.”

Muhtemelen dram filmlerine taş çıkartacak şeyler de yaşamıştık ama bunu ona söylemedim. Yalnızca hafif bir gülümsemeyle “Öyle oldu,” diye mırıldandım.

Kahveyle doldurduğu fincanların tabaklarına çekmeceden çıkarttığı renkli torbadan küçük çikolata paketleri eklerken “Sana bir şey daha sorabilir miyim?” diye sordu. Başımı salladım. “Elbette.”

“Aral bana onları ilk görüşte ayırt edebildiğini söylemişti bir keresinde. Doğru mu bu?”

Küçük bir duraksamanın ardından “Doğru,” diye cevap verdim.

“Bunu nasıl yaptın?” diye sordu. “Daha doğrusu şöyle sorayım; onlarla sık sık vakit geçirmeye başlayıncaya kadar, yani onları tam olarak tanımadan önce ayırt etmeyi nasıl başarıyordun? Bunu herkes yapamaz çünkü.”

Bakışlarımı boş tezgâha çevirip düşünmeye başlarken “Yani,” diye mırıldandım. “Öyle özel bir çabam olmadı hiç. Zaten Aral’la Arel’in dışarıdan fark edilebilecek bir fiziksel detayları da yok. İkisi de tamamen aynı ama…”

“Ama?”

Bakışlarım tekrar ona kaydı. “Göz renkleri bile birebir aynı ama bakışları değil. Onları ayırt edebilmem için gözlerinin içlerine bakmam yetiyor, çünkü bana apayrı şekilde bakıyorlar.”

Sustuğumda Âmine teyzenin dalgın bir ifadeyle beni izlediğini görerek dudaklarımı büzdüm. “Bu… Çok mu saçma?”

“Hayır,” diyerek şiddetle başını salladı. “Hiç değil. Aksine… Ben de onları bakışlarından ayırt ederim. Sadece bunu bu kadar hızlı kavramış olman biraz şaşırttı beni.”

“Arel onunla ilk konuştuğum andan itibaren farklı bir neşe ve canlılıkla yaklaştı bana. Ona baktığım an gözlerinde oynaşan neşe parıltılarını görebiliyordum ama Aral her zaman soğuk bakıyordu. Soğuk ve yargılayıcı.”

Hafifçe iç çektiğimde anlayışlı bir yüz ifadesiyle yanıma geldi ve kollarının arasına aldı beni. Bu, kesinlikle beklemediğim bir şeydi.

Tek eliyle saçlarımı okşayıp “O bakışları çok iyi biliyorum,” diye mırıldandı. “Ve çok uzun zaman sonra ilk kez Aral’ımı eskisi gibi gözlerinin içi gülerken gördüm. Senin sayende. Sana o kadar minnettarım ki. İyi ki Aral’ı güzel kalbine alıp ondan vazgeçmedin. Teşekkür ederim.”

Kollarımı onun etrafına sararken “Böyle söylemeyin lütfen,” dedim. “Ben sadece onu sevdim ve bu elimde olan bir şey değildi. Üstelik… İlk zamanlar birçok kez onu sevmiyor olmayı da diledim ama bunu dilemek için çok geç kalmıştım.”

Sırtımı birkaç kez sıvazladıktan sonra hafifçe geri çekilip omuzlarımı tuttu nazikçe. “Bunun için kendini suçlama lütfen. Herkes karşılıklı sevip sevilebileceği bir ilişki içinde olmak ister. Aral da en başından beri sana çok zorluk çıkarmış olmalı. Yine de şu an buradasınız ve mutluluğunuz yüzünüzden okunuyor. Bu her şeye değmez mi?”

Başımı salladım. “Kesinlikle değer.”

Omuzlarımı bir kez daha sıvazladıktan sonra “Öyleyse kahveler iyice soğumadan içeri gidelim,” diyerek benden ayrıldı ve fincanları koyduğu tepsiyi aldı. “Ne de olsa konuşacak daha çok vaktimiz olacak.”

Gülümseyerek başımı salladım ve mutfağın çıkışına doğru ilerlediğinde onu takip ettim.

Neşeli bir sohbet eşliğinde içilen kahvelerden sonra biraz daha oturduk. Saat onu geçerken artık oturduğum yerde dik durmakta zorlanıyordum çünkü dün hastanede çok yorulmuş olmamın üstüne bavullarımı hazırlayabilmek için geç yatıp sabah da erken kalkmıştım ve dolayısıyla bünyem çökmek üzereydi.

“Yol yorgunusunuz, artık yatın isterseniz. Biz de birazdan yatarız zaten.”

Âmine teyzenin sesiyle hafifçe irkilip ne zaman kapattığımı hatırlamadığım gözlerimi araladım ve herkesin hafif bir tebessümle bana baktığını fark edip utançla dudaklarımı birbirine bastırdım. İnsanların önünde uyuklarsam böyle olurdu tabii.

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp “Şey,” dedim. “Uykumu pek alamamıştım da.”

“Doktorsun, çok normal,” diyerek ayağa kalkıp yanıma geldi Âmine teyze. “Hadi gel ben sana odanı göstereyim de yatıp dinlen.”

İtiraz edip ayakta uyumaya devam etmek istemediğim için minnettar bir ifadeyle başımı salladım ve ayağa kalktım. Bakışlarım Erhan amcaya kayarken “Bu kadar erken ayrılmak istemezdim,” diye mırıldandım. “Kusura bakmayın lütfen.”

“Ne kusuru kızım, estağfurullah. Yat da bir güzel dinlen.”

Gülümseyerek başımı salladım. “İyi geceler.”

Âmine teyzeyle birlikte oturma odasından çıkıp merdivenlere yöneldik ve üst kata çıktık. Koridorun sonuna kadar ilerleyince Âmine teyze sağdaki odayı işaret etti. “Bu Aral’ın odası, karşısındaki de Arel’in. Onlar İstanbul’a gitmeden önce nasıllarsa aynı öyle duruyorlar.”

“Çok hoş,” diyerek başımı salladım.

“Aslında aşağıda bir misafir odası var ama Aral’ın odasında daha rahat edersin diye düşündüm. Hem Aral da Arel’in odasında kalır, ihtiyaç duyduğunda yakınında olur.”

Aral’ın çocukluğunu ve gençliğinin bir kısmını geçirdiği odada kalmak kulağa harika geliyordu. Gönlüm elbette odada onunla birlikte kalmayı isterdi ancak bunun olmayacağını buraya gelmeden önce tahmin etmiştim zaten. Neticesinde durumlar tam tersi olsaydı amcam da hayatta Aral’la aynı odada kalmama izin vermezdi. Zaten tam da bu yüzden Aral’ın birkaç kez bizde kaldığını onlara asla söylememiştim. Bunu bilse kalp krizi falan geçirebilirdi çünkü.

Odanın kapısını açtığında düşüncelerimden sıyrılıp peşine takıldım ve duvarları hoş bir yeşil tonuna boyanmış odaya girdim. Oldukça geniş ve ferah bir odaydı. İçerisi hiç de beklediğim gibi sade değildi ancak. Kahverengi, ahşap bir çalışma masası, yanında masayla takım olduğu belli olan koca bir gardırop vardı. Odanın diğer tarafındaki büyük pencerenin önünde ikili bir koltuk; hemen yanında uzun, camlı bir konsol bulunuyordu ve konsolun üzerinde orta boylarda bir gramofon vardı. Camlar sayesinde konsolun altındaki alanda bir sürü plak kutusu olduğunu görebiliyordum. Aral’ın koleksiyonu sandığımdan da büyüktü anlaşılan.

Odanın diğer ucunda iki kişilik bir yatak vardı ki odadaki en yeni olan şeyin bu yatak olduğu belliydi. Muhtemelen büyüdükleri zaman tekli yatakları çiftli yataklarla değiştirmişlerdi. Yatağın dayalı olduğu duvar üzerlerinde şarkı sözü bulunan posterlerle kaplıydı ki posterler özel jelatinle kaplanmışlardı. Buna rağmen oldukça eski oldukları ilk bakışta anlaşılıyordu.

Yatağın başında orta boy bir çekmece, zeminde de iki ayrı yere atılmış tüylü halılar vardı. Halıların Aral’ın seçimi olmadığı çok belliydi.

“Odası çok hoşmuş.”

“Değil mi? Ben de seviyorum,” diye mırıldandı gülümseyerek. “Oğullarım bu eve senede ancak birkaç kez gelmeyi uygun görseler de odalarının tozlarını düzenli olarak alıyorum. Ayrıca yatak çarşaflarını bu sabah değiştirdim. Yani için rahat olsun.”

“Çok teşekkür ederim. Size de zahmet verdim.”

“Olur mu öyle şey? Duymamış olayım. Burada olman bizim için mucize gibi bir şey, o yüzden senin için ne yapsak az kalır.”

Geldiğimden beri bana böyle şeyler söylemeleri öylesine mahcup olmama neden oluyordu ki ne diyeceğimi bilemiyordum. Aral’dan bu kadar ümidi kesmiş olmaları hem korkunç hem de çok üzücüydü ama onları anlamıyor da değildim. Her insanın acı eşiği farklı olurdu. Aynı zamanda her insan her acıya aynı şekilde karşılık da veremezdi. Bazıları, omuzlarına binen yükler canını acıtsa da yoluna devam edebilirdi ama bazı insanlar o yüklerin altında ezilirdi. Aral, o ezilen insanların arasındaydı.

“Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. “Çok fazla teşekkür ettiğimin farkındayım ama elimden başka bir şey gelmiyor, üzgünüm.”

“Öyle düşünme. Mahcup da olma lütfen. Ben her şeyi seve seve yaptım, bundan sonra aynı şekilde yapmaya devam edeceğim.” Köşedeki bavullarımı işaret etti. “Aral bavullarını buraya getirmişti. Üzerini değiştirip yat, sabah da erken kalkmaya zorlama kendini. Sonuçta tatile geldiniz buraya. Bol bol dinlenmen ve gezmen gerek.”

Bir kez daha teşekkür etmek için dudaklarımı aralayacaktım ki elini kaldırıp durdurdu beni. “Hiç önemli değil, gerçekten.”

İkimiz de hafifçe güldüğümüzde Âmine teyze çekmecenin üzerindeki lambayı işaret etti. “Eğer karanlıkta yatamıyorsan fişini takıp lambayı açabilirsin. Gece üşürsen dolabın üst tarafında battaniye var, alıp üzerine örtmeyi ihmal etme lütfen. Üşütmeni istemem. Bunlar dışında aklıma bir şey gelmedi ama dediğim gibi bir ihtiyacın olursa Aral’ı ya da istersen bizi rahatsız edebilirsin.”

Başımı sallayarak onayladım onu.

“Ben çıkayım artık o zaman. Ha, bu arada, sabah kahvaltısında özellikle yemek istediğin bir şey var mı?”

“Hayır, yok. Akşamki yemeklerden yola çıkarak ne yaparsanız bayıla bayıla yiyeceğime eminim zaten.”

İltifatım onu genişçe gülümsetti. “Peki, o halde. İyi geceler.”

“İyi geceler.”

Âmine teyze odanın çıkışına gitti ve koridora çıkıp kapıyı arkasından kapatmak üzereyken duraksayıp bakışlarını benimkilere odakladı. “Burada olduğun için çok mutluyum, Tamay. Tekrar, iyi ki geldin.”

Duygu dolu bir tebessüm bütün yüzüme hâkim olurken başımı yavaşça salladım ve kapı kapanana kadar oraya bakmaya devam ettim.

Odada tek başıma kaldığımda dudaklarımın arasından sesli bir nefes kaçtı ve hem rahatlamayla hem de yorgunluğun verdiği etkiyle Aral’ın yatağının üzerine bıraktım kendimi. Ellerimi yatağın üzerinde gezdirirken bir kez daha iç çektim. Uçaktan indiğimiz andan beri her şey ışık hızıyla gerçekleşmiş gibiydi. Aral’ın ve yengemin defalarca kez söylediği gibi endişemin yersiz olduğunu biraz geç de olsa anlamıştım ancak stres yaptığım anları bir hata olmaktan ziyade tecrübe olarak görmeyi tercih edecektim.

Şimdi yapmam gereken şey, üzerimi değiştirmek ve yengemle Tuana’ya günümü özetleyen birer mesaj attıktan sonra yatmaktı. Aslında Aral’ı son bir kez görmeden uyumak istemezdim ancak anne ve babasıyla oturmaya devam etmek istemesini de normal karşılardım. Zira benimkiler hayatta olsaydı muhtemelen yanlarından bir anlığına dahi olsa ayrılmak istemezdim.

Böyle bir günü hüzünlü bitirmek istemediğimden başımı iki yana sallayıp ayaklandım ve bavullarımın olduğu köşeye gittim. Pijamalarımın olduğu kısmı açarak kendime bir şeyler çıkardıktan sonra üzerimdeki elbiseyi çıkarıp bir kenara iliştirdim ve gri bir tişörtle siyah, düz bir alttan oluşan pijama takımını üzerime geçirdim. Aral; burada, özellikle de köylerinde, yaz ayının ortasında da olsak da geceleri uyurken üşütmenin çok olası olduğunu söylemişti. Bu yüzden yatağın üzerinde zaten çok da kalın görünmeyen bir yorgan olsa da Âmine teyzenin üşürsem battaniyeye almamı söylemesine şaşırmamıştım.

Saçlarımı salıp gelişigüzel bir topuz yaptıktan sonra odadan çıktım ve üst kattaki lavaboyu bulmak üzere koridorda gezinmeye başladım. Neyse ki kısa sürede aradığım yeri bulmuştum, zira katta Arel’in odasının haricinde iki oda daha bulunuyordu ve bunlardan birinin kapısı aralık olduğu için içerideki koltuk takımlarını görebilmiştim. Bu yüzden kapısı kapalı olan yere ilerledim ve banyo olduğunu teyit ettikten sonra içeri girip işlerimi hallettim.

Odaya döndüğümde Aral’ı yatağının üzerinde oturuyorken bulmak pek de beklediğim bir şey değildi ancak buna şaşırmamıştım da. Geldiğimi fark edince yerde olan bakışlarını kaldırıp bana baktı. Ona küçük bir gülümseme göndererek koridoru kontrol edip kapıyı kapattım ve ağır adımlarla Aral’a yaklaştıktan sonra yanındaki boşluğa oturmak yerine açık bacaklarının arasına girip kucağına bıraktım kendimi. Küçük bir afallamanın ardından kollarını sıkıca belime doladı ve uzanıp boynuma uzun bir öpücük kondurdu.

Öpücüğünün etkisiyle istemsizce titreyip kollarımı boynuna doladım ve “Keyfin mi kaçık, yoksa bana mı öyle geliyor?” diye sordum. Dalgın bakışlarını yorgunluğuna bağlayabilirdim ancak aşağıdayken oldukça keyifli görünüyordu. Ben gittikten sonra mı bir şey olmuştu?

Gözlerini kapayarak alnını şakağıma yasladı. “Şu ana kadar senden ayrı yatmam gerektiğinin farkında değildim. Bunu düşünmemiştim bile.”

Bir an yanlış duyduğumu düşünerek gözlerimi kırpıştırdım ve istemsizce “Ne?” dedim. Alnını tenimden ayırdı ve gözkapaklarını aralayarak yeşillerini bana odakladı.

“Sen burada, benim yatağımda uyurken yanına kıvrılıp yatmaya hakkım yok. Gidip o muşmula Arel’in yatağında uyumak zorundayım.”

Ağzım hayretle aralandı. Buna mı canı sıkılmıştı yani? Gerçekten mi?

Bunu ona sorarsam moralini daha fazla bozabileceğimin farkındalığıyla başka bir şey sordum.

“Muşmula mı?”

Kaşları çatılırken “Konumuz bu mu cidden?” diye kızdı bana. Sahiden sinirliydi! “Ben ne diyorum, sen ne diyorsun? Ayrıca sen bu durumu nasıl bu kadar çabuk kabullendin? İnsan işe yaramayacağını bilse dahi itiraz eder hiç değilse.” Belime dolalı kollarından birini aşağı indirip bacağımın yan kısmına mıncık attı. “Dünden razı gibisin hatta.”

Duymayı hiç beklemediğim şeyler karşısında kahkaha mı atsam yoksa bacağımın acısıyla çığırsam mı bilememiştim. Bu yüzdendir ki ikisini de yapamayıp şok olmuş vaziyette ona bakakaldım.

Aramızdaki sessizlik uzayıp gidince bakışlarımızı ayırmadan “Ne?” dedi. Hala hırçındı. “Niye cevap vermiyorsun? Bir şey sorduk şurada.”

Resmen bana trip atıyordu. Hem de onunla kalmak istediğimi söylemediğim için!

Daha fazla dayanamayıp kahkahalarla gülmeye başladığımda kaşları iyiden iyiye çatıldı.

“Bir de eğleniyor musun? Sana inanamıyor-”

Kelimeleri dudaklarımın arasında kayboldu. Daha fazla konuşmasına izin verirsem kahkahalarımla bu evi başımıza yıkabilirdim ki şu an için tercih ettiğim şey kesinlikle bu değildi. O yüzden çareyi onu öperek susturmakta bulmuştum ancak bana karşılık vermiyordu. Ona güldüğüm için beni cezalandırmak istediğini düşünerek usulca gülümsedim ve başımı eğip onu daha güçlü bir şekilde öpmeye başladım.

Sonunda daha fazla dayanamayıp belimdeki ellerinden birini enseme çıkardı ve öpücüğüme hararetli bir şekilde karşılık vermeye başladı. Muhtemelen hıncını alabilmek için dudaklarıma delicesine asılıyordu ancak bunun benim için ancak ödül olabileceğini çok iyi bilmesi gerekirdi.

Ellerimi saçlarının arasına daldırıp ona iyice yaslandığımda dudaklarını çeneme indirip “Dur,” diye inledi. “Şu an sana kızıyor olmam lazımdı benim!”

“Öperken de kızıyorsun ya işte,” diyerek tekrar dudaklarına ulaşmaya çalıştım ama başını geriye çekerek bana engel oldu ve kötü kötü baktı.

“Senden bundan daha çok zevk alıyorsun!”

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım, kendimi zorladım ama olmadı. Kıkırtılarımı tutamadığımda bana tekrar kızmasını istemediğim için yüzümü boyun boşluğuna gömdüm ve kollarımı sıkıca boynuna dolayıp kıkırtılarımın arasında “Of!” diye inledim. “Seni çok seviyorum. Seni öyle çok seviyorum ki.”

Kollarını sırtıma dolasa da alaycı bir sesle “Hıı,” demeyi ihmal etmedi. “Çok sevdiğin belli, benimle uyumak bile istemiyorsun.”

Biraz daha güldüm ve çenesinin altına bir öpücük kondurup “Söylediklerine kendin de inanmıyorsun,” diye mırıldandım. “O yüzden bana yalandan kızıyormuş gibi davranmayı bırak ve birazcık mantıklı ol.”

Hiçbir şey söylemediğinde başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım. “Annen bana ‘sen burada kal, Aral da karşı odada kalacak’ dediğinde nasıl karşı çıkabilirdim? Aaa, hayatta olmaz! Ben Aral’sız kalamam, ona yapışık gezmem lazım, diyerek ilk günden kadıncağızın kalbine mi indirseydim?”

Burnunu kırıştırsa da bana cevap vermeyerek haklı olduğumu kabul ettiğinin bilincindeydim.

“Hem her zaman birlikte kalmıyorduk zaten, değil mi? İdare ederiz bence. En azından çalışırız.”

Bana üzgün bir bakış atıp yüzünü omzuma yasladığında bu kadar duygusal davranması karşısında şaşırmadan edememiştim ancak artık bunlara alışmam gerektiğinin farkındaydım. Çünkü gerçek Aral bu adamdı. Kalbi sevgiyle dolu ve istediği zaman bu sevgiyi ortaya çıkarıp sevdiği kişiyi sonuna kadar sarıp sarmalayan biriydi.

Aral Ertem, ailesinin evinde ayrı odalarda kalmamız gerektiği için küçük bir çocuk gibi mızıldanan tatlı ama tatlı olduğunu asla kabul etmeyen bir adamdı.

Ve ben bu adama körkütük âşıktım.

“Tamam, peki,” diyerek iç çekti. “Haklısın. Bari hemen yatalım da sabah çabuk olsun.”

Gülerek ellerimi yüzüne çıkardım ve yanaklarını mıncırdım. “Yesem seni keşke ya.”

Üzgün bir tavırla oflayarak “Beni yemene bile izin yok,” dediğinde gözlerimi kocaman açıp ona bakakaldım. Tepkim üzerine o da ne dediğinin farkına varmış olacaktı ki yeşilleri genişledi ve hızla başını sallayıp “Öyle söylemek istemedim,” dedi ama geç kalmıştı.

Koca bir kahkaha patlattığımda sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki Aral dehşete kapılıp eliyle hızla ağzımı kapatmaya çalıştı. “Sus, tamam, gülme. Tamay!”

Omuzlarım deli gibi sarsılıyordu ve kendimi durduramıyordum.

“Aral… A-aral… Ay!”

Elini ağzımdan çekmeden başımın arkasından bastırarak yüzümü göğsüne gömerken “Unut,” dedi. “Lütfen unut. Gülme artık. Uykun yok muydu senin? Hadi gideyim de uyu artık.”

“OROL! OLOCOĞOM ŞOMDO.”

Yüzümü göğsüne bastırdığı ve eli de hala ağzıma kapalı olduğu sesim boğuk çıkıyordu ama umurumda değildi. Beni susturmaya çalıştıkça daha çok gülüyordum.

“Kapatma tuşun yok mu senin ya? Ne çok güldün!”

“AOOOYYYYY!”

Konuştukça daha çok çıldırdığımı fark edince çareyi susmakta bulmuş olacaktı ki sessizce kahkahalarımın dinmesini bekledi. Kıkırtılarım sessiz iç çekişlere dönenene kadar öyle sarmaş dolaş oturduk. Dakikalar sonra tamamen sessizleştiğimde elini ağzımdan çekti ve tekrar gülmeye başlamamdan korkuyormuş gibi çekingen bir sesle “Bitti mi?” diye sordu.

Sorusu tekrar gülesimi getirse de derin bir nefes alarak kendimi durdurdum ve “Hımhım,” dedim. “Bitti.”

“Çok şükür.”

Başımı göğsünden kaldırıp yeşillerinin içine baktım. Yüzünde utancını gizlemeye çalışan bir ifade vardı ama asla başaramıyordu. Eskiden olsa bana karşı gayet güzel rol yapabilirdi ancak artık bunu yapamıyordu. Çünkü ben onun için herhangi biri değildim ve o da bir süredir eski Aral değildi.

“Tekrar gülmeyeceğimin garantisi olmadığı için bu konuyu kapatıyorum,” dedim muzipçe. Cevap vermek yerine ters ters bakmakla yetinince kocaman sırıttım ama ses çıkarmadım.

“Çok yorgundun, hadi kalk da gideyim ben. Sen de yat rahat rahat.”

“Beni bu kadar çok güldürdükten sonra uykumun kaçmadığına inanman beni biraz düşündürdü doğrusu,” diye alay ettim onunla. Evet, bunca şamatadan sonra kesinlikle kendimi çok daha dinç hissediyordum ama ışıkları kapatıp sıcak yatağa kıvrıldığım an uykuya dalacağımdan da emindim.

“İnanmaktan ziyade kaçmadığını umuyorum diyelim,” diyerek burnunu kırıştırdı. Bunu çok sık yapmaya başlamıştı ve bu hareket onda kesinlikte çok tatlı duruyordu. Gerçi onda tatlı durmayan bir şey var mıydı ki zaten?

Başımı uzatıp omzuna yasladım. “Korkma, yatar yatmaz uyurum ben ama şimdi seni gönderesim gelmiyor. Mutlu musun?”

“Şu an çok karmaşık duygular içerisindeyim, o yüzden bilmiyorum.”

“Çok karmaşık duygulardan kastın utanç mı?” diyerek kısık sesle güldüm.

“Tamay!”

“Tamam, demedim bir şey ya…”

“Hadi kalk üzerimden de çıkayım. Yoksa ne ben gidebileceğim bu odadan ne de sen çıkarabileceksin.”

Başka yerde olsak yüzsüzlük yapar kalkmazdım ancak olası bir fark edilme durumunda anne ve babasının yüzüne bakamayacağımı bildiğim için uslu bir kadın olup kalktım kucağından. Benim peşimden o da ayaklandığında göz temasımızı bozmamak için başımı geriye atmak zorunda kalmıştım.

Bir süre öylece yüzümü izledikten sonra sağ elini kaldırıp yüzümdeki saçları okşayarak kulağımın arkasına iliştirdi ve elini tenimden ayırmadan yavaşça çeneme indirdi.

“O halde iyi geceler.”

“İyi geceler, Başkomiserim.”

Başparmağı usulca çenemi okşadı. “Rüyanda beni gör, olur mu?”

Hafifçe tebessüm ettim. “Sen de beni göreceksen olur.”

Tebessümüm ona da bulaştı. “Anlaştık.”

Çenemdeki eliyle başımı kendine doğru çektikten sonra alnıma tatlı bir öpücük kondurdu ve son kez yanağımı okşadıktan sonra sessiz adımlarla çıktı odadan. Kapının ardından kapanmasıyla omuzlarım çöktü ve biraz önce yaşananların etkisi yüzünden onunla uyuyamıyor olmanın verdiği yoğun hüzünle ışığı kapatıp yatağa attım kendimi. Çok fazla düşünürsem kendimi tutamayıp yanına gitme ihtimalimin olduğunu biliyordum ve bunun olmasına izin veremezdim. Çünkü biraz önce de söylediğim gibi uslu bir kadın olmalı ve müstakbel kayınvalidemle kayınpederimin gözünden düşmemeliydim.

İnce yorganı üzerime çekip gözlerimi kaparken küçük Aral’ın binlerce kez arşınladığı odada uyuyacak olmanın verdiği heyecana odaklanmaya çalıştım. Böylece içimdeki buruk hüzünden sıyrılıp umduğumdan çok daha harika geçen günün sonunda gerçek bir mutlulukla kendimi uykuya teslim ettim.

Hafifçe sallandığımı hissederek uykudan sıyrıldığımda gözlerimi açmama kalmadan belime bir kol dolandı ve hemen ardından boynumla ensem arasındaki boşluğa bir ağırlık yerleşti. Gözlerimi kırpıştırarak aralamaya çalışırken “Hı,” diye anlamsız bir mırıltı döküldü dudaklarımdan. “Ne oluyor ya?”

Kulağımın altındaki boşlukta küçük bir dokunuş hissettikten hemen sonra “Şşt,” diye bir fısıltı işittim. Fısıltının sahibi hiç şüphe yoktu ki kalbimin de sahibiydi. “Benim, korkma.” Sırtıma yaslı olan göğsü hafifçe yükselip alçaldı. “Ne yaparsam yapayım olmadı. Senin karşı odada olduğunu bilirken o yatakta tek başıma uyumayı beceremedim. Sonra da her şeyi siktir edip geldim.”

Uyku semesi söylediklerini anlamlandırmam biraz uzun sürse de nihayet başarıp usulca gülümsedim ve ona iyice sokulup elimi karnımın üzerindeki elinin üzerine yerleştirdim.

“Hoş geldin o zaman.”

Enseme bir öpücük kondurdu. “Beni kovmayacak mısın?”

“Üzgünüm, bunu yapabilecek kadar iradeli değilim ama şayet yakalanırsak bütün suçu senin üzerine atarım ve hiçbir şeyden haberim yokmuş gibi davranırım ona göre. Sonuçta ailen seni dışarı atamaz ama bu edepsizden gelin olmaz diyerek beni kapı dışarı edebilirler.”

Kısık gülme sesi kulaklarıma ulaşırken sırtıma yaslı olan göğsü de kahkahalarıyla dalgalanıyordu. Gözlerim hala kapalı olduğu için uyku halinden sıyrılamamıştım ancak her geçen saniye varlığını daha net bir biçimde hissediyordum.

“Her şeye razıyım. Seni bayıltıp yanına yattığımı bile söyleyebilirsin, inan umurumda değil. Yeter ki burada kalayım.” Burnunu saç diplerime gömüp sesli bir nefes çekti içine. “Birkaç dakika öncesine kadar gözüme uyku girmezken şu an kendimi her an uykuya dalabilecekmiş gibi rahatlamış hissediyorum. Bu hiç normal değil.”

“Hiç kimse aşkın normal bir şey olduğunu iddia etmiyor zaten,” derken kalbim çok yoğun duyguların kuşatması altındaydı. “Hadi şimdi uyuyalım, saatin kaç olduğunu bilmiyorum ama nedense içimden bir ses çok geç olduğunu söylüyor. Yorgun olmalısın, yarın salim kafayla bu konuşmayı tekrar yaparız.”

Başını boyun boşluğuma gömerken “Olur,” diye mırıldandı belli belirsiz bir ses tonuyla. “Konuşuruz.”

Başımı onun başına doğru kırarak iyice göğsüne sokuldum ve kendimi yeniden uykunun kollarına bıraktım.

Saatler sonra bu sefer kendi kendime uyandığımda gün doğmuştu, hatta içerinin rengine bakılırsa saat hiç de erken değildi ve ben öylesine sıkı bir şekilde sarılıp sarmalanmıştım ki terlemiştim. Yine de bulunduğum yerden en ufak bir şikâyetim yoktu.

Gece boyunca fazla hareket etmemiş olduğumuz pozisyonumuzun bozulmamasından belli oluyordu. Aral, hala daha bana arkadan sarılıyordu ve ağır solukları enseme vuruyordu. Onu uyandırmak istemiyordum lakin boş duvara bakmak yerine yüzünü izleme ihtiyacı hissediyordum. Bu yüzden ağır hareketlerle zor da olsa ona doğru dönmeyi başarmıştım. Şimdi onunla burun burunaydık ve solukları bu sefer dudaklarıma vuruyordu.

Kapalı gözlerine bakarken istemsizce gülümsedim ve ellerimden birini kaldırıp hissettirmemeye çalışarak saçlarının üzerini okşadım usulca. Dün gece uyuyamayıp yanıma gelmesi nereden bakılırsa bakılsın onun için oldukça büyükçe bir gelişmeydi ve bana olan ihtiyacının bu denli yoğun olması kalbimi sıcacık yapmıştı.

Aral Ertem’in kalbinde geri dönülmez bir yere sahip olmaya başlamıştım ve bu, paha biçilemez bir durumdu. Bir zamanlar hayal bile edemeyeceğim bir şeydi hatta ama artık gerçekti. Hem de fazlasıyla gerçekti.

“Sabah seansımızı ne zaman başlatacaksınız acaba doktor hanım?”

Hiç beklemediğim anda konuşması beni irkilttiğinde bakışlarımı alnındaki çizgilerden ayırıp hızla dudaklarına indirdim. Öylesine sakin duruyordu ki dudak çizgisindeki kıvrımı görmesem sesini kafamdan uydurduğumu düşünebilirdim.

“Ne zaman uyandın?” diye mırıldandım usulca. “Hiç fark etmedim.”

“Yakışıklılığım gözünü kör etmiş gibi sanki. Yüzümü izlemekten uyandığımı anlayamadın.”

Hafifçe güldüm. “Senin yakışıklılığın ilk günden beri aklımın başımda durmamasına neden oluyor zaten.”

Tek gözünü aralayıp bana şaşkın bir bakış attı. “Sahi mi?”

Gülmeye devam ettim ve saçlarının üzerinde duran elimi yanağına indirdim. “Sahi ya. İnsan bu kadar yakışıklı olur mu efendim? Olmasın mümkünse. Benimki de can sonuçta.”

Diğer gözünü de aralayıp “Allah Allah,” dedi keyifle. “Ben neymişim de haberim yokmuş meğer.”

Gülerek başımı kaldırıp ona doğru uzandım ve burnumu boynuna gömüp “Keşke her sabah böyle uyansak,” diye mırıldandım. “Senle başladığım günün iyi geçmeme olasılığı yokmuş gibi hissediyorum.”

Bir elini başımın arkasına yaslayıp beni iyice kendine bastırırken “Böyle konuşursan senden asla ayrılamam ama ben,” dedi. Boynuna küçük bir öpücük kondurdum.

“O zaman hep böyle konuşayım.”

Güldüğünde göğsüyle birlikte hareketlenince kıkırdayarak ona biraz daha sokuldum ve daha yeni uyanmışız gibi “Günaydın Başkomiserim,” diye mırıldandım. Beni daha sıkı sardı.

“Günaydın seansımı alana kadar günün aydığını inkâr edeceğim.”

Başımı usulca geri çekip yüzüne baktım ve kafa karışıklığıyla “Günaydın seansı mı?” diye sordum.

İncinmiş gibi yaparak “Unutmuş olamazsın,” dedi. “Bana söz vermiştin.”

Gözlerimi kırpıştırıp gerçek bir şaşkınlıkla baktım ona. Ne sözü vermiştim ki? Cidden hatırlamıyordum.

“Aral,” dedim mahcupça. “Dünden beri kafam çok karışık, sahiden hatırlamıyorum. Çok özür dilerim.”

Birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktıktan sonra usulca gülümsedi ve “Peki madem,” dedi. “Bu seferki seans benden gelsin ama bir daha unutursan bozuşuruz ona göre.”

Ben daha ne dediğini idrak edemeden kafasını yastığından kaldırdı ve beni göğsümden iterek sırtüstü yatmama neden olduktan sonra üzerime doğru eğilip “Tabii ben biraz rotadan sapacağım,” dedi. Yeşilleri haylazlıkla parıldıyordu.

“Ne rotası-” dememe kalmadan dudaklarını köprücük kemiğime bastırmasıyla dilim yanmış gibi sustum. Kemiğimi baştan sona öptükten sonra dudaklarını usulca boynuma çıkardı ve kendine belirlediği rotayı takip ederek çeneme, oradan da yanaklarıma ulaştı.

Tabii ben de bu sayede hangi seanstan bahsettiğini hatırladım. Ona, her birlikte uyandığımız sabah için öpücük sözü vermiştim ve bunu unuttuğuma inanamıyordum. Yine de alnımda dolanan dudakları sayesinde unuttuğuma mutlu olmadığımı da söyleyemezdim. Hatta işime bile gelmişti.

Dudakları tüm çehremi dolandıktan sonra son hamleyi benden beklediğini belirtircesine dudaklarımın üzerine duraksadığında hiç beklemeden kollarımı boynuna dolayarak onu kendime çektim. Sakin başlayan öpücüğümüz gittikçe alevlendiğinde Aral alt dudağımı dişleyip çekiştirdikten sonra usulca uzaklaştı benden.

“Devam etmek için çok tehlikeli bir yerdeyiz. O yüzden dursak iyi olur.”

Göğsüm hızla inip kalkarken “Her zaman devam etmek için çok tehlikeli bir yerlerde oluyoruz zaten,” diyerek iç çektim. İsyanım onu güldürdü ve dudaklarıma son kez sesli bir öpücük kondurduktan sonra doğrulup ayaklarını yataktan aşağı sarkıttı.

“Kahvaltı edelim, sonra seni gezmek için Amasya’ya götüreceğim. Belki gezerken birkaç kuytu köşe yer de buluruz.”

“Ha?” diyerek hızla doğruldum. “Kuytu köşe mi buluruz?”

Yavaşça ayağa kalkıp işaret parmağını bana doğrulttu. “Sadece öpüşmek için. Sakın farklı şeyler düşünme.”

Dizlerimin üzerinde emekleyerek yatakta ona doğru yaklaştım. “E, onun için özel yer bulmamıza ne gerek var? Burada da öpüşüyoruz ya!” derken ses tonum hayal kırıklığımı fazlasıyla belli ediyordu.

Gülerek başını iki yana salladı ve bana doğru eğilip ellerini koltuk altlarıma yerleştirdikten sonra tıpkı bir bebekmişim gibi havaya kaldırdı beni. Şaşkınlıktan lal olan dilimle öylece ona bakakaldığımda şaşkınlığım yüzünden gülmeye devam edip havada asılı kalmamı umursamadan dudaklarıma bir sesli öpücük daha kondurdu ve hemen ardından da beni yere bıraktı.

“Bu da neydi şimdi?” diye sordum çıplak ayaklarım halıyla buluştuğunda.

Elini saçlarının arasına daldırıp oldukça havalı bir şekilde karıştırdıktan sonra “Benim günaydın seansı biraz farklı,” dedi. “Seninkinden daha uzun sürüyor.”

Kendimi tutamayıp güldüm. “O belli zaten. Bu ilişkide öpmeyi ve öpülmeyi en çok dile getiren ben olabilirim ama sen,” diyerek parmağımı göğsüne bastırdım. “Sen kesinlikle benden de fazla düşkünsün.”

Kaşları havalandı. “Neye düşkünüm?”

“Temasa,” dedikten sonra bilmiş bilmiş sırıttım. “Yani bana.”

Gözlerini kısarak bana sert bakışlar atmaya çalışsa da gülmemek için kendini zor tuttuğunu anlayabiliyordum ve bu gerçekten çok tatlıydı.

“Bence sen kendine biraz fazla güveniyorsun,” diyerek dudaklarını büzdü. “Ayrıca saçların kuş yuvasına dönmüş.”

“HA?”

Konuyu bir anda değiştirmesini o kadar beklemiyordum ki ses tonum haddinden fazla yüksek çıkmıştı ancak şu an için umursadığım şey bu değildi. Başımı çevirip gardırobun aynalı olduğunu teyit edince hızlı adımlarla oraya yöneldim ve aynadan kendime baktım. Gözlerim ve dudaklarım şişmişti, yanaklarımda da hafif bir kızıllık vardı ama bunlar çok normaldi. Önemli olan saçlarımdı ki dediği gibi birbirine girmiş vaziyettelerdi ama bu benim suçum değildi ki.

Ellerimi belime atarak hışımla Aral’a döndüm ve şu an oldukça eğlendiğini belli eden yeşillerinin içine bakarken “Kokumu duyacaksın diye burnunla saçlarımı dağıtırsan böyle olur,” diye homurdandım. “Ayrıca öpüşürken de ellerini saçlarımın arasına daldırıp duruyorsun, yani şu an bu haldeysem hepsi senin suçun.”

İstifini bozmadan bana bakmaya devam ediyordu. Hem de oldukça keyifliydi. Oldukça!

“Başkomiser bozuntusu seni,” diye söylendim sinirle. “Pis adam.”

Gülmeye başladı. Hem de neşeyle! Hakaretlerime hiç aldırmıyordu resmen!

“Gülme bak, polis molis demem döverim seni! Ya da annene şikâyet ederim, o döver. Hem de terlikle!”

Tehditlerim bir kulağından girip diğerinden çıkıyormuşçasına daha şiddetli gülerken “Seninle geçecek bir ömür,” diye mırıldandı belli belirsiz. “Bana çok iyi gelecek.”

Sözleri içimdeki kızgınlığın yarısından çoğunu silip süpürse de kuyruğu dik tutmaya devam edip “Bana da seni şamarlamak çok iyi gelecek,” dedim.

Biraz daha güldü. Bir insan gülerken bu kadar karizmatik olmamalıydı! Onu gülüşünden öpmeyi düşlerken nasıl kızgın kalabilirdim ki?

“Madem sana iyi gelecek,” diyerek bana doğru ilerledi ve tam karşımda durup sol yanağını bana çevirdi. “İstediğin kadar şamar atabilirsin.”

“Yanağına şamar atmak yerine başka şeyler yapmak istediğimi çok iyi biliyorsun,” dedim dişlerimin arasından. “Bu yüzden bu kadar cesur davranıyorsun ama bana söylediğin o şeyden sonra seni asla öpmem.” Kaşlarının alayla havalanmasının üzerine burnumu çektim. “Yani tamam, en azından bir süre öpmem.” Kaşları biraz daha havalandı. “Of! Tamam ya, dayanabildiğim yere kadar işte.”

Başını çevirip yüzünü iyice benimkine yaklaştırdı. “Yani bir dakika falan?”

Gözlerimi kıstım.

“Kaşınıyorsun ama sen.”

Serçe parmağını havaya kaldırıp bana yaklaştırdı. “Var mısın iddiasına?”

Şimdi şak diye düşüp bayılacaktım ama!

“Ne iddiası?” diye sordum hırçın bir şekilde.

“Bence bu gece yarısına kadar beni öpmeden duramazsın sen.”

“Hahayt,” diye güldüm sinirle. “Öyle bir dururum ki aklın şaşar.”

Dudaklarını büküp “Tamam,” diyerek başını salladı. “Gel iddiaya girelim o zaman.”

“Tamam, girelim,” diyerek kendi işaret parmağımı onunkine kanca gibi geçirdim. “Neyine?”

Kısa bir an düşündükten sonra suratı haylaz bir sırıtışla aydınlandı.

“Eğer ben kazanırsam bu gece annem bizi tekrar ayrı yatmaya zorladığında karşısına geçip bunu yapamayacağını söyleyeceksin.”

Ağzım kocaman açıldı. “Bunu neden yapayım? Tek yatamayan ben değilim ki, sensin!”

“Evet ama iddianın anlamı da o ya. Bu durumu üstüne alacaksın.”

Yanaklarımı şişirerek ofladım. “Tamam, her neyse. Sonuçta iddiayı ben kazanacağım, benden yüz milyon dolar da istesen umurumda değil.”

“Emin ol, yüz milyon dolar bana istediğim şeyin çeyreği kadar zevk vermez.”

“Hı, kesin öyledir,” diyerek çocuklaştıktan sonra omuzlarımı dikleştirdim. “O zaman ben de şey istiyorum, şey…”

“Ney?” diye sordu, muzipçe tek kaşını havaya kaldırırken. Şu aptal haliyle bile çok yakışıklı ve öylesine karşı konulmaz görünüyordu ki dudaklarım kaşınıyordu. Sahi, onu öpmeden gece yarısına kadar nasıl dayanacaktım ki ben?

Etkisinden çıkabilmek için birkaç adım geriye gidip “Kazanınca söyleyeceğim,” diye mırıldandım aceleyle. “Şu an aklıma bir şey gelmiyor.”

“Kazanamayacağın için hiç yorma o güzel aklını,” diyerek sırıttı. “Anneme söyleyeceklerinin provasını yapsan daha yararlı olur senin için.”

“Sen ne zaman böyle bir adama dönüştün ya,” dedim şaşkınca. “Ne çıktı senin içinden?”

“Hop, Doktor Hanım, ayıp oluyor ama… Beni bu hale getirmek için o kadar şey yaptıktan sonra karşıma geçip böyle şeyler söyleyemezsin.”

Dudaklarımı birbirine bastırıp yerimde salındım. “Tamam, haklısın. Eski halindense bu gıcık halini tercih ederim ama sana karşı savaş boyalarımı sürmem gerek.”

“Kabul, neyi istersen sürebilirsin. Nihayetinde kazanan ben olacağım.”

Gözlerimi kısıp ona kötü kötü baktım. “Dışarı çıkar mısın lütfen? Üzerimi değiştireceğim.”

“Peki, çıkayım,” dedikten sonra ansızın uzanıp dudaklarıma hızlı bir öpücük daha kondurdu.

Şaşkınlıkla “Hey!” diyerek dudaklarımın üzerine kapadım parmaklarımı. “Hani gece yarısına kadar öpmek yoktu?”

“Evet yok ama sana yok, ben istediğim kadar öpebilirim.”

Gözlerim kocaman açıldı. “Ne? Nasıl yani? Ya sen beni öptüğünde sana karşılık verirsem ne olacak?”

“İddiayı kaybedersin,” diye cevap verdi keyifle.

“Ama bu haksızlık! Bana bunu söylememiştin!”

“Beni öpemeyeceğin üzerine girdik iddiaya, benim seni öpemeyeceğimle ilgili hiçbir şey yok ki.”

“Sahtekâr,” diye mırıldandım. “Bu yaptığın çok büyük sahtekârlık ama!”

“Alakası bile yok,” diyerek omuzlarını kaldırdığında oldukça hırslanmıştım. İşaret parmağımı yüzüne doğru salladım.

“O iddiayı kazanmazsam bana da Tamay demesinler. Sana ve tüm mızıkçılığına rağmen kazanacağım hem de.”

Tatlı tatlı gülümsedi. “Hodri meydan o zaman.”

“Hodri meydanmış,” diye homurdandım. “Göstereceğim ben sana hodriyi de meydanı da.”

“Umarım bunun için fazla bekletmezsin beni,” diyerek kaşlarını oynattığında daha fazla dayanamayıp kolundan yakaladım ve odanın çıkışına doğru çekiştirdim onu. Şikâyet etmeden peşimden geldi ve kapıyı açıp onu dışarı attıktan sonra sırıtan yüzüne kapıyı çarpmamı hiç umursamadı.

Karşısında sağır varmış gibi “Beş dakika sonra görüşürüz!” diye bağırıp ıslık çalarak kapının diğer tarafından uzaklaştığında kollarımı göğsümde kavuşturdum ve tek ayağımla ritim tutarak kapıyı izlemeye başladım.

Ne olursa olsun bu iddiayı kazanacaktım. Şartlar fazlasıyla aleyhime olsa da ve Aral’ın bu halinin içten içe fazlasıyla hoşuma gittiğini bilsem de taviz vermeyecektim. O iddiayı kazanacak, sonra da onu bu iddiaya girdiğine pişman edecektim.

Evet, ben de Tamay Altuna’ysam o başkomiser bozuntusuna gününü gösterecektim.

Bu bölümü bambaşka bir şekilde bitirmeye niyetlenerek yazmaya başlamıştım oysaki fnswfnkaf İddia işi nereden çıktı ben bile anlayamadım ama diğer bölüm çok güzel şeyler yaşayacak, bol bol da eğleneceğiz!!!

Ayrıca bu kadar hızlı mod değiştiren başka bir çift var mıdır, hiç sanmıyorum sknfsanfsanfsa

Bölüm aralarını uzun tuttuğumun farkındayım ve bunun için üzgünüm ancak birkaç aydır yazma konusunda problemler yaşıyorum. Bölümde yazacaklarım aklımda olsa da bilgisayar başına oturup yazma motivasyonunu bulamıyorum kendimde. Bu yüzden özellikle son birkaç gündür eski bölümleri sizin yorumlarınızla birlikte baştan okuyarak hem hafızamı tazeledim hem de kitaba olan ilgimi geri kazanmaya çalıştım. Demem o ki yorumlarınız benim için sandığınızdan çok daha değerli. Bunu unutmazsanız ve düşüncelerinizi birkaç kelimeyle de olsa benimle paylaşmayı ihmal etmezseniz çok sevinirim.

Son bir şey daha söyleyip kaçıyorum. Amasya bölümü sandığımdan çok daha uzun süreceğe benzediği için kırkıncı bölümü burada bitiriyorum :D Kırk birinci bölümde kaldığımız yerden devam edeceğiz, hatta bu gidişle kırk ikide de konumumuz Amasya olmaya devam edecek :D Ve bunlar sizin için güzel haberler çünkü Amasya bize unutulmayacak şeyler katacak.

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!

İnstagram: dolunayinvechi/rabiaclr

 

 

 

Loading...
0%