Yeni Üyelik
45.
Bölüm

BÖLÜM - 43

@bayanclara

"Seni 'olduğun gibi seven' insan için iyi gün, kötü gün yoktur. Ne zaman yanında olması gerekiyorsa o zaman yanında olur."

|Cemal Süreya|

*

Son bir umutla elimdeki telefona bakıp bir kez daha hiçbir bildirimin olmadığını gördükten sonra omuzlarımı düşürdüm ve telefonu kapatıp cebime attım. İçim endişeden kavruluyor olsa da sakin olmalıydım. Eğer kötü bir şey olsaydı mutlaka duyardım, o bir şey söylemek istemese bile Arel kesin arardı beni. Hep aramıştı çünkü.

Elimi uzatıp zile bastıktan sonra kendimi toplamak adına derin bir nefes aldım ve düşük omuzlarımı tekrar dikleştirdim. Kimsenin beni böyle görmesine gerek yoktu. Zaten benim üzülebileceğim bir şey de yoktu ortada. Ben yalnızca Aral için üzülüyordum. Çünkü her ne kadar kötü işler yapmış olsa da Yılmaz, Aral'ın uzun zamandır tanıdığı biriydi. Ve Aral, her ne kadar belli etmemeye çalışsa da kesinlikle onun ölümüne çok üzülmüştü.

"Hoş geldiniz!"

Kapıyı büyük bir neşeyle açan Tuana tek olduğumu görünce duraksadı ve kaşlarını çatıp parmaklarının üzerinde yükselerek omzumun üzerinden geriye bakmaya çalıştı.

"E, eniştem nerede abla? Arabayı park edecek yer mi bulamadı?"

"Aral yok," diye cevap verdim sabit bir ses tonuyla. "Tek geldim ben."

Bakışları hızla bana döndü. Telaşlanmıştı. "Nasıl yani? Niye tek geldin? İşi mi çıktı eniştemin?"

"Onun gibi bir şey," diyerek ayakkabılarımı çıkardım ve içeri girdim. "Anlatacağım."

Üzerimdeki ceketi çıkarıp portmantoya astıktan sonra Tuana'nın peşine takıldım. Amcamların oturduğu odaya girdiğimizde amcamla yengemin bakışları bana ve tıpkı Tuana'nın da yaptığı gibi arkama yöneldi. Aral'ı arıyordu gözleri.

Yengem ne olduğunu anlamamış olsa da bozuntuya vermeden o içten gülümsemesiyle ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sıkıca sarılırken "Hoş geldin canım," diye mırıldandı. O an birinin sarılmasına çok ihtiyacım olduğunu fark ettim ve kollarımı yengemin sırtına doladım. Tanıdık kokusunu içime çekerken bir miktar da olsa rahatlamıştım.

"Hoş buldum," diye mırıldandım sakince.

"Aral nerede?" diye sordu amcam oturduğu yerden. Kaşları çatıktı ve tek gelmiş olmamdan hiç memnun değildi. Onu anlıyordum, telefonda aldığım bir iznin -daha doğrusu yaptığım emrivakinin- ardından Aral'la nikâh kıymıştım ancak onların yanına Aral olmadan gelmiştim. Oysa özellikle de amcamın hesap soracağı birine ihtiyacı vardı.

Yengemin kollarının arasından çıkarken dürüst olmayı seçip "Bilmiyorum," diye mırıldandım. Odadaki herkesin kaşları çatıldı.

"Ne demek bilmiyorum?"

İç geçirdim ve ilerleyip boş koltuklardan birine attım kendimi. "Gerçekten bilmiyorum, muhtemelen Emniyet'tedir ama olmayabilir de. Aramalarıma dönmüyor."

"Taksit taksit konuşacağına doğru düzgün anlatsana şunu," diye kızdı amcam en sonunda. Kızmakta haklıydı ama ben de düzgün düşünecek kadar iyi değildim doğrusu. Ömrümdeki en güzel tatilimin sonunda böyle bir şey yaşamış olmak beni fazlasıyla yıkmıştı.

"Bugün uçağa binmek üzereyken bir telefon aldı Aral. Polisliğe başladığı zamandan beri tanıdığı bir arkadaşı vefat etmiş. O yüzden İstanbul'a iner inmez ayrıldık. Emniyet'e gidecekti ama ondan sonra bir yere gittiyse bilmiyorum, dediğim gibi aramalarıma ya da mesajlarıma cevap vermedi."

Odanın içinde birkaç saniyelik sessizlik oluştu. Doğal olarak hiçbiri böyle bir şey beklemiyordu ve zaten ölüm konusu bu evde pek de konuşulan bir şey değildi.

"Normal bir ölüm mü, yoksa arkasında başka bir şey mi var?"

"Bilmiyorum," diyerek başımı salladım. "Her ikisi de olabilir."

Gerçekten bilmiyordum, çünkü Arel telefonla aradığında olay çok taze olduğu için pek bilgi verememişti. Aral uçak yolculuğu boyunca ağzını açmamıştı ama bakışlarından ne düşündüğünü az buçuk anlamıştım. Açıkçası ben de onunla aynı şeyi düşünmeden edemiyordum. Böyle ansız bir ölümün arkasında bir sebep olmalıydı. Yılmaz benim bildiğim kadarıyla iki büyük mafyaya yataklık ediyordu, kim bilir bilmediğim daha neler vardı. Aral en başından beri iki adama da yardım etmesinin onun için büyük bir risk olduğunu ve patlarsa çok büyük bir bedel ödeyeceğini söylüyordu. Belki de o bedel canına eş değerdi.

"Muhtemelen aramalarına dönemeyecek kadar meşguldür," diyerek içimi rahatlatmaya çalıştı yengem. "Bulduğu ilk fırsatta ulaşır sana, merak etme."

Bende öyle olmasını umut ediyordum. Havaalanından taksiye atlayıp eve gitmemin üzerinden yaklaşık beş saat geçmişti ve bu kafayı yemem için oldukça yeterli bir süreydi. İşin kötüsü Arel'in telefonu da kapalıydı ve ona da ulaşamıyordum. En azından ona ulaşabilsem içim biraz daha rahat ederdi ama yapacak bir şey yoktu. Aral'ı polis olduğunu bilerek sevmiştim. Ne kadar zor olsa da böyle şeylere alışmam gerekiyordu.

"Madem bu kadarız, yemeğe geçelim o halde."

Amcam koltuk yanlarına yasladığı kollarından destek alarak ayağa kalktığında biz de peşinden sırayla ayaklandık. Ben soğumaması için ocakta bıraktığı yemekleri almak için yengemin peşine düşerken Tuana da amcamın arkasından ilerlemişti.

Mutfağa girdiğimizde yengemin direktifini beklemek üzere kenara çekildim ancak o, yemeklerle uğraşmak yerine bana döndü ve şefkatli bir ifadeyle "İyi misin, kuzum?" diye sordu.

Ona yarım yamalak gülümseyerek başımı salladım. "İyiyim, sadece çok endişeliyim. En azından mesajlarıma dönseydi daha rahat olurdum."

Yengem birkaç adımda yanıma gelip elini omzuma koydu ve şefkatle okşadı.

"Zor olduğunu biliyorum ama bu onun mesleği, Tamay. Muhtemelen ona böyle ulaşamadığın nice zamanlar olacak. Bu durumu normalleştirdiğin bir zaman dilimi olacak mı bilmiyorum ama elbet bir gün sabretmeye alışacaksın."

Canım sıkılmıştı ama haklı olduğunu biliyordum. Bu yüzden kısaca başımı sallayıp "Ee, neler yaptın bugün bize?" diye sorarak konuyu değiştirdim. "Çok açım, biliyor musun?"

"En sevdiğin şeyleri yaptım," diyerek sahte neşeme eşlik etti ve ocağa doğru ilerledi. Zaten kısıkta olan ocağı kapattıktan sonra pilav tenceresini alıp bana uzattı. "Hadi geç sen içeri, ben de geliyorum peşinden."

Amcamların yanına döndükten sonra tencereyi masaya bırakıp Tuana'nın yanına iliştim. Yengem de hemen ardımdan gelip amcamın karşısındaki sandalyeye oturduğunda küçük çekirdek ailemiz tamamlanmıştı.

Daha doğrusu eski çekirdek ailemiz tamamlanmıştı, zira birkaç gün önce ailemize bir kişi daha katılmıştı. Şu an yanımda olmasını delicesine istediğim bir kişi...

Yemek boyunca çoğunlukla geçtiğimiz bir hafta boyunca neler yaptıklarını anlatmışlardı. Arada ben de köydeki nişandan ve Amasya'da gezmeyi çok sevdiğim yerlerden bahsetmiştim ama anlatırken tam havaya giremediğim için geçirdiğim günlerin hakkını veremiyormuşum gibi hissettiğimden kısa kesmiştim. Zira bu sabaha kadar kesinlikle çok mutluydum ve en kısa zamanda Amasya'yı tekrar ziyaret etmek istiyordum.

Yemekten sonra masayı hep bir elden topladık. Tuana bulaşıklar için yengeme mutfakta yardım ederken ben de amcamın ricasıyla onunla birlikte arka bahçeye çıktım. Konumuzun ne olduğunu bildiğimden hafif gerilmiştim ama beni anlayacağını biliyordum. Sadece bana olan dargınlığını gidermem gerekiyordu.

Bahçe salıncağına oturduğumuzda bir süre ikimiz de konuşmadık. Güneş batmakta olduğu için gökyüzü turuncuya çalmıştı ve bu da bize susup gözlerimizi dikecek bir yer veriyordu ancak konuşmaya ne kadar çabuk başlarsak o kadar iyiydi. Bu yüzden derin bir nefes aldım ve aramızdaki sessizliği bozan kişi oldum.

"Özür dilerim, amca. Seni hayal kırıklığına uğratmak istemedim. Gerçekten."

Benden çok daha güçlü bir nefes çekip usulca başını salladı. "Hissettiklerime tam olarak hayal kırıklığı diyemem ama üzgün olduğumu biliyorum. Bir de birden bire bu kararı nasıl aldığınızı çok merak ediyorum. Yani ne oldu da Aral'ın babası size böyle bir teklif sundu?" Bakışları bana döndü. "Artık çocuk olmadığının ve bize hiçbir sebep sunman gerekmediğinin farkındayım, anlatmak istemesen de anlarım-"

Lafını kesmenin saygısızlık olduğunu bilsem de daha fazla konuşmasına izin veremezdim.

"Elbette soracaksın amca, sen benim baba yarımsın. Beni büyüten, kol kanat geren kişisin. Bu dünyada bana hesap sormaya hakkı olan yegâne kişiler sen ve yengemsiniz. Lütfen böyle konuşup beni üzme."

Kısa bir süre yüzüme baktıktan sonra "Ben seni oraya gönderirken o heriften soğuman için göndermiştim, sense nikâh kıyıp geri döndün," diye huysuzlandı. "Bu yüzden senin saçını çekmek istiyorum."

Dayanamayıp kıkırdadım ve uzanıp elini tuttum. Amcam bana da Tuana'ya da en ufak bir fiske bile vurmamıştı. Şayet yaramazlıklarımızla onu çok sinirlendirdiğimiz zaman daha fazla dayanamaz ve saçımızın bir ucundan tutarak hafifçe çekerdi. Canımız hiç acımazdı ama amcam bunu yapınca onu gerçekten çok sinirlendirdiğimizi anlar ve kendimizi durdururduk.

Yaşlandıkça belirginleşen damarlarına bakarken "İstersen çekebilirsin ama yanlış bir şey yapmadığımı bilmeni istiyorum," diye mırıldandım. "Aral'la bir gece birlikte uyuyakalmışız," diye devam ederken lafı çarpıttığımı biliyordum ama çok da yalan sayılmazdı. Neticesinde sabah erken kalkıp kendi odasına gitmesi gerekirken uyanamamıştı ve bu da Erhan amcanın bizden haberi olmasına neden olmuştu. "Erhan amca da bunun üzerine dikkat etmemizi istedi bizden. Bir de öneri sundu, daha doğrusu nikâh kıyarsak içinin rahat olacağını ima etti."

"Baskı falan olmadı yani?" diye sordu amcam, gözlerini kısarak.

"Asla," diyerek başımı salladım. "Hatta Âmine teyze bunları söylediği için bile kızdı ona. Sizden uzakta uygunsuz düşeceğini söyledi. Aral da başından beri hiç istemedi zaten."

Kaşları çatılırken düşünceli bir ifadeyle baktı yüzüme. "Bu kadar olumsuzluğun arasında nasıl oldu da kıydınız siz peki o nikâhı?"

Utançla bakışlarımı kaçırdım. "Benim yüzümden."

"Senin yüzünden demek," diyerek ben biliyordum dercesine başını salladı.

"Dürüst olayım mı?" diye sordum, her ne kadar çekinsem de.

"Olmaman beni üzer."

Sesli bir nefes çektim içime. "Yine aynı şeyin olmasından korktum, amca. Sevmekten, sevdiğim için beklemekten ve boş yere beklemiş olmaktan."

Bakışlarını benden çekerek yere baktı amcam. Ne demek istediğimi anladığını biliyordum. Bu yüzden sözlerimi hazmetmesini ve sakinleşmesini bekledim.

"Nasıl oldu peki?" diye sordu dakikalar sonra.

"Aral ve Amine teyze karşı çıkınca konu kapandı. Herkesin bu kadar hızlı vazgeçebilmesine bayağı bozulsam da hiçbir şey söylemedim aslında ama duygularım ister istemez yüzümden belli oluyordu. Aral'la dışarı çıkmak için hazırlanmam gerekiyordu ama ben odaya gidip boş boş oturdum. Aslında amacım trip atmak falan değildi, sadece kendimi toparlayamadım o an. Dedim ya, eskiyi tekrar yaşamaktan korktum sanırım. Aral yanıma gelip beni öyle görünce de ağlamaya başladım birden. Geçmişimi biliyordu ama hislerimin bu şekilde olduğunu anlatmamıştım ona. Orada anlatmak zorunda kaldım. O da eğer siz karşı çıkmazsanız nikâh kıyabileceğimizi söyledi."

"Sen de bizi aradın," diyerek iç çekti amcam. Başımı sallayarak onayladım.

Kısa bir sessizliğin daha ardından "Eh, ne yapalım?" diye mırıldandı. "Olan olmuş artık, biz yokken resmi nikâh kıymadığına şükredip yola devam etmem gerek sanırım."

"Amca," dedim, sondaki a harfini uzatarak. "Asla öyle bir şey yapmam ki Aral da kabul etmezdi zaten."

Gözlerini devirdi. "Bu Aral'a da ısınsam mı ısınmasam mı, karar veremiyorum."

Tuttuğum elini sıktım. "Bence çoktan sevmeye başladın da inkâr ediyorsun."

Burnunu kırıştırdı. "Neresini seveceğim o polis bozuntusunun?"

Küçük bir kahkaha attım. "Ben de kızınca ona böyle hitap ediyorum, biliyor musun? Sana çekmişim belli ki."

Bu söylediğim hoşuna gitmiş olacaktı ki huysuzluğunu kısa kesti. "İyi madem. Senin şu müstakbel koca adayın başındaki dertleri halletsin gelsin de doğru düzgün konuşalım. Ha, yakın bir zamanda resmi nikâha izin vermem ama bilesiniz. Bunun için o herife tam anlamıyla olmasa bile yüzde doksan dokuz ihtimalle güvenmem lazım."

Şu an istese de evlenemeyeceğimiz için başımı sallayarak onayladım onu. "Sen nasıl istersen öyle olsun."

"Güzel," diyerek kafasını salladıktan hemen sonra hızla ekledi. "Bu süreçte sizin evde kalmayacak, değil mi?"

Kaşları öyle derinden çatılmıştı ki evet dediğim an bomba gibi patlayacağından emin oldum. Bu yüzden "Arel'i yalnız bırakacağını pek sanmıyorum," diye mırıldandım dürüstçe. "Ayrıca böyle şeyleri konuşacak vaktimiz de olmadı hiç."

"Vaktiniz olsa bile olmaz. Kabul etmiyorum."

Kabul etmediği şey neydi bilmiyordum, çünkü muhtemelen korktuğu şey çoktan olmuştu bile ve bunun da farkında olmalıydı ama şimdilik onu daha fazla sinirlendirmemek için tekrar başımı salladım.

"İyi," diyerek oturduğu yerden kalktı. "Anlaştığımıza göre içeri dönebiliriz."

Hala tuttuğum elinden destek alarak ben de ayaklandım ama dibinden ayrılmadım. Gözlerinin içine bakarken "Dargın değilsin bana, değil mi?" diye sordum. "Aramızın bozuk olmasını asla istemem. Sizi üzme düşüncesi bile mahvediyor beni."

Boştaki elini uzatıp yanağımı avucunun içine aldı.

"Başta bayağı kızdım, yalan söyleyemem ama seni anlayabiliyorum. Sanırım büyüdüğünü ve o polis bozuntusunu gerçekten sevdiğini kabullenmem gerek artık." Abartılı bir şekilde iç çektikten sonra hafifçe gülümsedi. "Hem insan kızına dargın kalabilir mi hiç?"

"Amca," diyerek kolumu boynuna doladım ve ona sıkıca sarıldım. "Seni çok seviyorum. İyi ki benim amcamsın."

"Sen de iyi ki benim yeğenimsin," diyerek saçlarımı okşadı. "Ama bu yaşlı adamı ağlatmadan benden uzaklaşsan iyi olur. Karizmamı çizdirmek istemem."

Kıkırdayarak geri çekildim ve kirpiklerimden süzülmeye çalışan gözyaşlarını parmaklarımla yok ettim.

"Hadi o zaman içeri gidelim."

"Gidelim bakalım."

"Abla, yatıyorum ben."

Bakışlarımı saatlerdir okumaya çalıştığım kitabın satırlarından ayırarak odamın kapısına yönelttim. Tuana, aralık bıraktığım kapıdan kafasını uzatmış bana bakıyordu.

"Tamam, güzelim. İyi uykular."

Birkaç saniye boyunca yüzüme baktı. "Geç oldu, sen yatmayacak mısın?"

Saate bakmama gerek yoktu. Kafam dağılsın diye Tuana'nın kitaplığından arakladığım tarihi aşk romanı bile dikkatimi tam olarak dağıtamadığı için her sayfa değiştirdiğimde saate kayıyordu gözlerim. Şu an iki buçuğa geliyor olmalıydı.

"Yatarım birazdan, merak etme sen."

"Ederim, lütfen üzülmeyi bırak artık. Aramasa bile mesaj attı işte eniştem, iyi olmasa haber veremezdi ki sana."

Zorla gülümsemeye çalışarak başımı salladım. "Biliyorum. Kitap sardı da, biraz daha okuyacağım."

Elimdeki kitaba kısa bir bakış atıp kafa salladı. Sözlerime inanmadığı belliydi ancak zorlamadan "Peki, öyleyse," diye mırıldandı. "İyi geceler."

Kapının önünden uzaklaştığında usulca iç çekip komodinimin üzerindeki telefonuma baktım. Tuana'yla birlikte saat on gibi eve gelmiştik ve ben odama gitmek üzere merdiven basamaklarını tırmanırken telefonumdan mesaj sesi yükselmişti. Sabahtan beri beklediğim sesi duymanın verdiği heyecanla telefonumu çantamdan çıkarıp ekranda yazan ismi görünce deli gibi mutlu olmuştum ancak mutluluğum oldukça kısa sürmüştü. Zira ona yolladığım onlarca mesaja verdiği cevap 'Emniyet'teyim, telefona bakmaya vaktim olmuyor. Beni merak etme.' olmuştu. İyi olduğunu söylememişti. Neler olduğunu veya onu ne zaman görebileceğimi de. Bu da beni daha fazla endişelendirmişti doğrusu.

Onu fazla sıkmak istemediğimden olur da eve gelmek ister ama uyuduğum için bana ulaşamazsa diye anahtarlarımı dış kapının önündeki basamak çıkıntısına sakladığımı belirten bir mesaj yollamıştım. Tabii cevap vermemişti ama ben gördüğünü düşünmeyi tercih ediyordum.

Neler olduğunu deli gibi merak ediyordum ancak Aral'ın ne kadar perişan olduğu düşüncesi beni mahvediyordu. Bencillik olsa da umurumda değildi, şu an önemsediğim tek şey Aral'ın mental ve fiziksel sağlığıydı.

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp bakışlarımı kitaba indirerek biraz daha okumaya çalıştım ancak ruh halim iyi olmadığı için tarihi aşk romanlarının olmazsa olmaz despot dükü beni olması gerektiğinden çok daha fazla sinirlendiriyordu ve bu da ruh halimi kötü etkiliyordu. Bu yüzden kendime eziyet çektirmekten vazgeçtim ve kitabı kapatıp komodindeki telefonumun yanına bıraktım. Dişlerimi fırçalayıp uyumaya çalışsam iyi olurdu. Belki yorgunluğum endişeme ağır basardı da biraz uyku çekebilirdim.

Bacaklarımı yataktan aşağı sarkıtıp ayağa kalktım ve sarsak adımlarla odadan çıkıp banyoya girdim. İhtiyacımı giderip dişlerimi fırçaladıktan sonra bileğimdeki tokayla saçlarımı gelişigüzel bir şekilde topladım. Son olarak diş fırçasını bırakırken banyo dolabında gördüğüm nemlendiriciden ellerime biraz sürdüm ve banyo ışığını kapatıp yatak odamın yolunu tuttum.

Kremi parmak aralarıma yaymaya çalışarak odaya girdiğimde yatağımın üzerinde oturan kişiyi görmemle şaşkınlıkla duraksadım ve kendime hâkim olamayarak "Aral!" diye yükseldim.

Yatakta tek parça halde oturuyor olması içimdeki telaşın üçte birini götürmüş olsa da yüzündeki yorgun ifade pek de hayra alamet durmuyordu. Adımlarım gayriihtiyari ona yönelmişken kendimi durdurup açık bıraktığım kapıyı kapatmak üzere geri döndüm. Konuşma seslerimizin Tuana'yı uyandırmasını istemezdim.

Kapıyı kapattıktan sonra adeta koşarcasına Aral'ın yanına gittim ve hemen önünde dikilip yüzünü avuçlarımın arasına alarak "Çok merak ettim seni," diye mırıldandım. Ses tonum oldukça sitem doluydu. "Defalarca kez aradım, bir kez olsun açsaydın telefonunu keşke."

Birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktıktan sonra iç çekerek gözlerini kapattı ve alnını karnıma yasladı. Duştan çıkalı çok olmadığını gösteren nemli saçları geceliğimi ıslatmıştı ama umurumda değildi. Kollarından birini belime dolayıp beni olduğum yere mıhlarken diğerini de kısa geceliğimin açıkta bıraktığı baldırıma sarmıştı. Yüzünü usulca sağa sola çevirip karnıma baskı uygularken "Üzgünüm," diye mırıldandı boğuk bir ses tonuyla. "Bugün o kadar çok şeyle uğraştım ki sana haber verecek vakit bulamadım."

Sesindeki yorgunluk beni gafil avlamıştı. Bu yüzden ona sitem etmeyi bıraktım ve kollarımı omuzlarına sarıp "İyi misin?" diye sordum.

Sıktığı parmakları bacağıma baskı uygularken "Değilim," diye cevap verdi. "Hiç değilim hem de."

Onu böyle görmek kalbimi ağrıtıyordu. Büyük bir çaresizlik hissediyordum çünkü ona iyi gelmek istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum.

"Eğer anlatmak istersen seni dinlerim, biliyorsun değil mi?"

"Şu an değil. Şu an hatırlamak istemiyorum. Unutmak istiyorum, sadece unutmak." Başını usulca geri çekip gözlerimin içine baktı. "Kafamı dağıtmama yardım eder misin?"

Bir anlık duraksamanın ardından "Kafanı dağıtmak mı istiyorsun?" diye sordum, emin olmak adına.

Başını salladı. "Evet."

"Nasıl olduğu önemli mi?"

"Mümkünse sana dokunabilecek kadar yakınında olmaya devam edeyim, gerisi önemli değil."

Kısa bir an düşündüm. Doğrusu şu koşullarda kafa dağıtmak için aklıma tek bir şey geliyordu ve onda da mecburen bana dokunuyor olacaktı, o yüzden doğru kararı vermiş olmalıydım.

"Bir dakika öyleyse," diyerek geri çekilmeye çalıştığımda beni daha sıkı tutup "Sana dokunmam gerektiğini söylemiştim," diye karşı çıktı. Tepkisi karşısında gülecek gibi olsam da kendimi tuttum ve "Dokunacaksın," diye mırıldandım. "İki dakika bekle."

"Demin bir dakikaydı, niye ikiye çıktı?" diye huysuzlandığında dudaklarımın kıvrılmasını daha fazla engelleyememiştim. Sanırım bu kafa dağıtma işini istemeden de başarabiliyordum.

"Lafın gelişiydi o. Bir dakika bile sürmeyecek, hadi bırak beni."

Sızlanmaya dair mırıltılar çıkarsa da ellerini usulca üzerimden çekti ve ben de herhangi bir kazaya sebebiyet vermemek için gidip kapıyı kilitledim. Aynı hızla Aral'ın yanına geri dönerken bana çatılı kaşlarla baktığını görerek sırıttım.

"Tuana'nın travması olmak istemem."

Tek kaşı havalandı. "Neden olasın ki?"

Sırıtışım imalı bir gülümsemeye dönerken cevabımı bedenimle vermeye karar vererek sessiz kaldım. Ellerimi giydiği siyah tişörtün belli ettiği omuzlarına bıraktıktan sonra bacaklarımı kaldırıp yatağa bastırarak kucağına çıktım. Ne yapmaya çalıştığımı yavaş yavaş idrak ettiği yüz ifadesinden belli olurken kolları sıkıca belime dolandı. Tepkisi karşısında gülümseyerek ellerimden birini saçlarının arasına daldırdım ve başımı eğip dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum.

Geri çekilerek yüzüne baktığımda gözlerindeki arzuyu görebilmiştim. Evet, kafa dağıtma operasyonum kesinlikle başaralı olacaktı.

Daha fazla vakit kaybetmek istemediğimden başımı bir kez daha eğdim ve bu sefer tam anlamıyla dudaklarına kapandım. Bana tereddüt etmeden karşılık vermesi öpücüğümüzün uzadıkça uzamasına neden oluyordu ki bu da işlerin nereye varacağının bir kanıtı niteliğindeydi.

Belimdeki kollarından birini geceliğimin eteğinin altına sokarken diğeriyle de belimi daha sıkı kavrayıp dudaklarını bir anlığında benimkilerden ayırdı ve beni kaldırıp yatağa bıraktı. Boynuna sarılı kollarımla onu üzerime çektiğimde birkaç saniye boyunca gözlerimin içine baktı ve ardından alnıma uzun bir öpücük bıraktı. Öpücükleri alnımdan şakağıma, oradan da yanağıma ve nihayet dudaklarıma kaydığında aşkla karşılık verdim ona.

Nefesimiz tükenmeye başladığında dudakları rotasını boynuma çevirdi ve nefesinin değdiği her yeri öperek göğsüme indi. Bu seferki öpücükleri de okşayışları da daha öncekilere nazaran sakin ve yavaştı. Olduğum yerde sabırsızca kıpırdanmak istesem de kendimi tuttum, çünkü şu an en büyük amacım ona iyi gelmekti ve bu yüzden o nasıl istiyorsa öyle olmalıydı.

Üzerimizdeki kıyafetler teker teker yeri boyladıktan sonra yüzlerimizi eşitleyerek göz göze gelmemizi sağladı. Yanakları kızarmış, saçları dağılmış, dudakları da bir hayli şişmişti. O an, hayatımda gördüğüm en yakışıklı adam olduğuna bir kez daha emin oldum. Belki vücudumun her bir noktasına yayılan sevgi yüzünden böyle hissediyordum ama öyleydi işte. Tanıdığım en yakışıklı adamdı.

İçimde dağlanan duygular patlama noktasına geldiği için omzundaki elimi yüzüne kaydırıp yanağına yasladım. "Seni öyle çok seviyorum ki."

Dudaklarını çeneme bastırdı. "Ben seni daha çok seviyorum."

Güldüm. "Yalancı."

Bir kez daha öptü çenemden. "Sana hiç yalan söylemedim. Bazı şeyleri söylememeyi tercih etmiş olabilirim ama seni asla kandırmadım."

Elmacık kemiğini okşadım. "Biliyorum, zaten bu yüzden sana bu kadar çok aşığım."

Tek kaşı havalandı. "Yakışıklı olduğum için değil yani?"

Tatlı tatlı sırıttım. "Eh, onun da etkisi yok değil tabii."

Güldü ve beni taklit etti. "Yalancı."

Kıvrılmış dudaklarına sesli bir öpücük kondurup yanağındaki elimi ensesine kaydırdım.

"Daha ne kadar ağırdan almayı düşünüyorsun?"

Gülerek burnunu boynuma sürttü ve dirseklerini yatağa yaslayarak üzerimde yükseldi.

"Seni biraz fazla zorladım galiba?"

Alayla kaşlarımı kaldırdım. "Biraz mı?"

Bir kez daha güldü ve burnumun ucuna küçük bir öpücük bıraktı. "O halde bir koca olarak karımın istediğini yerine getirmem gerekir."

Ben kurduğu cümlenin etkisiyle sarhoş olmakla meşgulken sözünü tuttu ve beni daha fazla bekletmedi. Birlikte bulutlara yükselirken ikimiz de sabır denen şeyin kelime anlamını unutmuştuk.

"Amcanlar sorun çıkardı mı bugün? Seninle gelemediğim için yani?"

Gözlerim kapalı bir şekilde sırtımdaki dokunuşlarının tadını çıkarmakla meşgulken sormuştu Aral bunu. Seviştikten sonra göğsüne sokularak dinlenmeye almıştım kendimi. Yüzüm boyun boşluğunda gömülüydü ve burnum kokusunun merkezinde olduğu için halinden bir hayli memnundu.

"Ne olduğunu söyleyince pek de bir şey demediler," diye cevap verdim, mayışmış bir tavırla. Bıraksa uykuya dalmam çok da uzun sürmezdi doğrusu. "Önce yemek yedik, sonra amcam benimle özel olarak konuşmak istedi. Bu nikâhın nereden çıktığını falan sorguladı normal olarak. Ben de zırlayarak seni benimle evlenmeye zorladığımı söyledim."

Güldüğünde kıpırdanan göğsü yüzünden ben de hareket edince kolumu karnının üzerine sararak sabit durmaya çalıştım.

"Öyle bir şey olmadı," diyerek saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında başımı çevirip burnumu omzuna sürttüm.

"Tam olarak öyle oldu, hayatım."

Çıplak belime doladığı koluyla beni biraz daha kendine çekmeye çalıştı ancak yapışabildiğim kadar yapışmıştım zaten. Dahası mümkün değildi.

"O zaman iyi ki oldu," diyerek alnıma bastırdı dudaklarını. "Hatta daha önceden zırlasaydın da bu kadar geç kalmasaydık keşke."

Kıkırdayarak gözlerimi araladım ve yeşillerine baktım. "Emin ol, benimle sevişmek istediğini bilseydim zırlardım."

"Yalan atma. Bunu gelip yüzüne söyleseydim tokadı yerdim muhtemelen."

"Hiç de bile. O an üzerine atlayıp beni en yakın yatağa götürmeni söylerdim."

Gözlerini kırpıştırdı. "Bazen beni çok korkutuyorsun."

Kıkırdayarak yanağına koydum elimi. "Bu tavırlarım yalnızca sana özel. Yani senden başkasına bu kadar cesur davranmazdım, merak etme."

"Benim ayrıcalığım ne peki?"

Aramızda kalan kolumu yatağa yaslayarak hafifçe doğruldum ve başımı usulca kaldırıp gözlerine daha yakından baktım.

"Bilmem... Sen, sensin işte. Benim yakışıklı, utangaç ve yaralı başkomiserimsin."

"Yakışıklı, utangaç ve yaralı olduğum için mi âşık oldun yani bana?"

"Bir de gözlerin çok güzel. Hayatımda gördüğüm en güzel renge sahipler. Seni ilk gördüğümde onlar aklımı başımdan aldı zaten, geriye pek de bir şey kalmadı."

"Bu özelliklerin hepsi başkalarında da var," diyerek dudak büktü. Onunla normal bir zamanda şakalaştığım kadar neşeli ve enerjik olmadığının farkındaydım ama şu an buraya geldiği ilk andan çok daha iyi bir durumdaydı.

Yanağındaki elimi kalbinin üzerine getirdim. "Ama bu kalp kimsede yok." Ona birkaç saniye boyunca içten bir gülümsemeyle baktıktan sonra hafifçe sırıttım ve elimi biraz daha aşağılara indirip işaret parmağımı karın kaslarının üzerinde gezdirdim. "Ve tabii bu kaslar da."

Gülerek başını salladı. "Gerçekten eşin benzerin yok."

Kendini beğenmiş bir edayla tek kaşımı kaldırdım. "Yeni mi anladın, cicim?"

"Cicim mi?"

"Hımhım, beğenemedin mi?"

"Hayatım, daha güzeldi sanki."

"Hayatım, canım, aşkım, cicim... Ben de her türlü hitap var, tekiyle yetinemem maalesef."

"Öyle mi, cicim?"

"Öyle, cicim," dedikten sonra kısa bir an duraksayıp kısık sesli kahkaha attım. "Kırk yıl düşünsem senin ağzından bu kelimeyi duyabileceğimi düşünmezdim. Çok yakıştı!"

"Dalga geçme benimle," diyerek hafifçe saçımı çektiğinde ona biraz daha sokuldum. Hatta üzerine çıkmaya yeltenmiş bile olabilirdim. Gerilen tenine bakılırsa o da bunun fazlasıyla farkındaydı.

"İkinci tura geçmek istemiyorsan üzerime tırmanmayı bıraksan iyi edersin," diye homurdandı tatlı tatlı.

Sırıttım ama usulca geri çekilmeyi de ihmal etmedim.

"Pardon."

"Yalandan utanmış gibi yapma bari."

Kıkırdadım ve dayanamadığım için uzanıp yanağına sesli bir öpücük kondurdum.

"Tamam, tamam, kızma."

"Kızmıyorum."

"Küsme de."

"Çocuk muyum ben? Neden küseyim?"

Tatlı suratına içim giderek baktım bir süre. Ne kadar ertelemeye çalışırsam çalışayım zihnimin arka planında dönen tek bir şey vardı. Bu yüzden Aral'la göz kontağımızı bozmadan kafamı geri çekip yastığımın üzerine bıraktım. Hala bana sıkıca sarılıyordu, ellerimden biri omzunda diğeri ise karnında durmaya devam ediyordu. Yani temasımızı asla bozmamıştık ve bence konuşurken bunu devam ettirmeye ihtiyacımız vardı.

"Aral," diye mırıldandım kısık bir ses tonuyla. "Neler olmuş?"

Sorum bir süre havada kaldı. Bunu sorun etmedim, çünkü zamana ihtiyaç duyduğunu anlayabiliyordum. Bu yüzden sessizce bana anlatmaya başlayacağı anı bekledim.

Aral, bakışlarını benden ayırıp kısaca odamın içinde gezdirdikten sonra sesli bir şekilde nefes verdi ve bana doğru döndü. Bu sayede daha da yaklaşmıştık birbirimize. İkimizde de birbirimizden uzak kalamama sorunu vardı ve bu yaşadığım en güzel sorun olabilirdi.

Belimdeki avucunu açtı ve başparmağıyla bel boşluğuma daireler çizmeye başladı. Bunu yapmak onu sakinleştiriyor gibiydi.

"Yılmaz'ı evinde ölü bulmuşlar. Gece hırsız girmiş evine, boğuşmuşlar. Hırsız onu bıçaklayıp kaçmış."

Duyduğum şeyleri idrak edebilmek için bir süre bekledim ve yüzündeki ifadeyi çözmeye çalıştım.

"Bu durum sana hiç inandırıcı gelmemiş gibi görünüyor."

"Defalarca kez bıçaklanmış, Tamay. Yılmaz'la ben aynı sene başladık göreve, yani benim kadar tecrübeli bir polis. O hale gelmesi hiç normal değil."

"Senin gibi düşünenler var mı peki?"

"Sadullah'ı da Hamdi'yi de bilmiyor kimse. Dolayısıyla bir kumpasa kurban gittiği gelmiyor kimsenin aklına. Yalnızca herkes çok şaşkın, aralarında Yılmaz'ın tek kişi tarafından bu kadar bıçaklanmasını tuhaf bulanlar da var ama uyku mahmuruyken kendini savunmaya fırsat bulamamış olabileceğini de düşünüyorlar. Üstelik evdeki birçok değerli eşya da kayıp; Yılmaz'ın telefonu, bilgisayarı vs. Kanıtlar hırsızlık üzerine yani. Soruşturma açıldı, hırsız aranıyor ama doğru düzgün tek bir görüntüsü bile yok."

Elimi kolunun üzerinde gezdirdim usulca. "Sen ne düşünüyorsun peki?"

"Olayı öğrendiğimden beri öğrenmeye çalıştığım tek şey bunun Sadullah'ın mı, yoksa Hamdi'nin mi başından altından çıktığı. İkisinden birinin sebep olduğuna eminim çünkü. Başka bir ihtimal yok."

"Öğrenebildin mi peki?"

"Uzun zamandır şüphelendiğim bir şey vardı. Bugüne kadar netleştirememiştim ama bugün kendimce emin oldum. Yılmaz sadece Sadullah için çalışmıyordu. Sadullah için Hamdi'nin adamlarının arasına girmişti ama Hamdi'ye de Sadullah'ın sırlarını taşıyordu ve buna neden olan da Hamdi'ye yakalanmasıydı."

Kaşlarım çatıldı. Söyledikleri o kadar karışıktı ki bir an doğru anlayıp anlamadığımı sorgulamam gerekmişti.

"Yani herkes için çalışıyordu, öyle mi?"

"Bence öyle. İnanmak istemediğim bir durum, çünkü böyle bir şey yapmaya kalkışmak bile canını tehlikeye atmak demekti ki öyle de oldu. Bir hiç için gitti." Yanaklarını şişirdi sıkıntıyla. "Yılmaz'ı bildiğimi belli etmemeye çalışarak bir şeyler öğrenmeye çalışmak çok zor oldu. Yine de bir şekilde Sadullah'ın Yılmaz'ın evine hediye yolladığını öğrendim bugün."

Kaşlarım çatıldı. "Hediye mi?"

"Göz korkutma hediyesi. Yerini bil, demenin mafya dilindeki karşılığı olarak da düşünebilirsin."

Gözlerimi irice açtım. "Yani bu?"

"Sadullah yaptırdı demek, evet." Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı. "Elimde kesin bir şey olmasa da Hamdi'nin, Yılmaz'ın içlerindeki köstebek olduğunu öğrendikten sonra Yılmaz'ı kendi tarafına çektiğini düşünüyorum. Bomba patlayan eski fabrikayı hatırlıyorsun, değil mi? Yılmaz yüzünden gitmiştik oraya ama Yılmaz içeri girmekten vazgeçmişti, hani?"

O lanet günü hatırlamak bile içimi ürpertmişti. Korkudan kafayı yediğim anlar zihnime düştüğünde koluna sarılmak suretiyle ona biraz daha sokuldum.

"Hatırladım ama keşke hatırlamasaydım," diye mırıldandım endişeli bir tavırla.

Başını uzatıp beni sakinleştirmek ister gibi alnıma bastırdı dudaklarını. Gözlerimi kapayıp varlığının tadını çıkarmaya çalıştım. Onsuz bir dünyada yaşamak istemiyordum. Bunu düşünmek bile istemiyordum.

"Asıl hedef Yılmaz'ı orada öldürmekti ama Yılmaz bir şekilde öğrendi ve uzaklaştı oradan. Sonra da Hamdi'yi ikna edip onun tarafına geçti ve Sadullah'ın bilgilerini ona sızdırdı yani, öyle mi?" diyerek düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım.

"Bence evet."

"Sadullah da bunu öğrendi ve cezasını kesti o halde?"

"En azından ben öyle düşünüyorum."

"Bunu kanıtlayabilecek bir şeyler bulamaz mısın?"

"Yılmaz'ın yediği haltlardan birine bahsettiğini sanmıyorum. Karısı ya da kız arkadaşı yok, tek başına yaşıyordu. Babası o çocukken vefat etmiş, geride bir tek annesi var. O da köyde yaşayan yaşlı bir kadıncağız." Kısa bir an duraksadı. "Bugün akşama doğru Emniyet'e geldi zaten, hali perişandı. O görüntüsü aklımdan çıkmıyor."

"Başka çocuğu yok muymuş?"

"Yılmaz tek çocuktu. Annesiyle birbirlerinden başka kimseleri yoktu." Yutkundu. "Beni de asıl mahveden şey bu zaten. Babasının yokluğunda ne kadar zorluk çektiğini anlatmıştı bana. Polis olduktan sonra tek gayesi annesine rahat bir hayat sunabilmekti. Bu alçaklığı yapma sebebi de para. Başka hiçbir şey değil. Memur maaşı belli ama onun istediği şey daha fazlasıydı. Bunu hep biliyordum ama böyle bir şey yapabileceği aklımın ucuna bile gelmezdi." Başını salladı. "Boşa gitti her şey. Aldığı o paralar nerede, Allah bilir. Annesinin hiçbir şeyden haberi yok zaten. Kadıncağız oğlunun öldüğünü bile idrak edebilmiş değildi onu en son gördüğümde. Bu saatten sonra tek başına nasıl devam eder hayatına, düşünmek bile istemiyorum."

O kadıncağız için ben de çok üzülmüştüm ama elden bir şey gelmezdi.

"Yılmaz'ın mafyaya çalıştığını söyleyecek misiniz peki?"

"Operasyon bitmeden açığa çıkaramayız. Bittikten sonra da sadece üsttekilere söyler Asaf Amir, bu saatten sonra bilinmesinin kimseye bir faydası yok."

Başımı salladım usulca. Özellikle annesinin bilmesi hiç iyi olmazdı, zira yaşlı kadın oğlunun ölümünü bile kabullenememişken onun hain olduğunu öğrenince yaşama tutunması imkânsız hale gelebilirdi.

"Sen ne yapmayı düşünüyorsun? Yani bundan sonra?"

"Bugün evini aradım. Bir şey bulamayacağımı bilsem de her yeri didik didik aradım. En ufak bir ipucu için bakmadığım yer kalmadı ama ev bomboştu. Yine de bu işin peşini bırakmayacağım. Çünkü kendimi onun yerine koyup başıma bir şey geldiğini düşündüğümde birilerinin yalnızca benim bildiğim bir şeyin kanıtlarını bulabilmesini isteyeceğimi fark ettim. O yüzden aramaya devam edeceğim. O kanıtları hiçbir zaman bulamayacak olsam bile var olduklarına eminim. Yılmaz başına gelebilecekleri çok iyi bilerek girdi bu işe. Kendisini koruyamadığı takdirde arkada bıraktığı tek kişi için, yani annesi için iyi bir hayat bıraktığından emin olmak isteyecektir."

Aral; yıllarını bu mesleğe vermiş, tecrübeli bir polisti. Bu yüzden içgüdülerinin onu yanıltmayacağını düşünüyordum. Yalnızca tek bir temennim vardı, o da hiçbir şekilde zarar görmemesiydi.

"Cenaze burada mı olacak?" diye sordum. Eğer öyleyse ben de Aral'ın yanında olmalıydım çünkü.

"Pazartesi günü Emniyet'te tören yapılacak ama annesinin kaldığı köye gidecek cenaze. Oraya gömülecek."

"Anladım."

Bir süre birbirimize sarılmaya devam ederek sessiz kaldık. Aklımdan bin bir türlü şey geçiyordu ama kendimi kötü düşünmekten uzak tutmaya çalışıyordum. Aral yanımdaydı, iyiydi ve ona bir şey olmayacaktı. Belki çok yorulacak ve belki de şimdi olduğu gibi üzülecekti ama ben hep yanında olacaktım. Ona aynı böyle sımsıkı sarılacak, gerekirse türlü şaklabanlıklarla kafasını dağıtacak ve ona iyi gelecektim.

Sessizliğin uykumu getirdiği sırada "Tamay?" diye mırıldandı.

"Hım?"

"Mutfakta yiyecek bir şeyler var mıydı?"

Başımı geriye çekerek gözlerine baktım. "Acıktın mı?"

"Sabah birlikte yaptığımız kahvaltıdan sonra hiçbir şey yemedim."

Dirseğimi yatağa bastırarak doğruldum. "O zaman açlıktan bayılmadığına şükretmek gerek, niye daha önce söylemedin?"

"Şu ana kadar canım bir şeyler yemek istememişti."

Bilmiş bilmiş sırıttım. "Çok yordum galiba seni, Başkomiserim?"

Kaşları havalandı. "Ben seni daha çok yormuş olmayayım?"

"Hiç de bile, ben yorgun değilim ki."

"Ondan mı gözlerini zar zor açık tutuyorsun?"

Şımarıkça dil çıkardım. "Gayet iyiyim ben bir kere."

"Öyle mi?"

"Öyle tabii."

Her şey çok çabuk oldu. Bir saniye önce Aral'a üstten üstten ahkâm keserken yalnızca bir saniye sonra sırtım yatakla buluşmuş ve Aral tarafından ablukaya alınmıştım. Ona kocaman açtığım gözlerimle bakakalırken bana çapkın bir tavırla sırıttı.

"Madem hiç yorgun değilsin, o zaman ikinci tura hayır demezsin?"

Kendini bana yaslayarak vücudumu alarma geçirdiğinde gözlerimi kıstım.

"Hani karnın acıkmıştı senin?"

"Sana olan açlığım daha büyükmüş."

"Bak sen," diyerek keyifli keyifli güldükten sonra bacaklarımı beline dolayarak onu daha çok çektim kendime. "Benim için hava hoş, kendini zorlamayacağını düşünüyorsan ikinci tura çıkabiliriz."

"Bu lafları çok pis ödeteceğimi biliyorsun, değil mi?"

Kocaman gülümsedim.

"Hodri meydan, Başkomiserim."

Büyük bir açlıkla dudaklarıma kapandığında sözünü tutacağından en ufak bir şüphe duymuyordum. Çünkü zaten benim istediğim şey de tam olarak buydu.

"Peynir, salam ve marul koyuyorum. Yeterli mi?"

"Gayet iyi."

Sözünde durup ikinci turda beni bir hayli perişan ettikten sonra -yorgun ve açken böylesine bir performans sergileyebilmesi gerçekten takdire şayandı- beni kucaklayıp banyoya götürmüş ve bir güzel yıkamıştı. Sonrasında ise üzerimize bir şeyler geçirip mutfağa inmiştik çünkü artı ben de bir hayli açtım.

Mutfak ışığını açmak yerine daha loş bir ortamın oluşmasını isteyerek davlumbazın ışığını açmayı tercih etmiş ve dolaptan malzemeleri çıkarmıştım. Gecenin bu saatinde ağır yemekten ziyade sandviç yemek daha mantıklı gelmişti çünkü.

"Sana üç tane yapsam yeter mi?"

İçindeki portakal suyunu aldıktan sonra buzdolabının kapısını kapatırken bana çevirdi başını. Kısa bir süre elimdeki ekmeğin boyutunu değerlendirdikten sonra "Karnımı doyurmaz ama daha fazla da yemek istemem," diye mırıldandı. "Yani yeter."

Gülerek başımı salladım ve ona üç, kendime de iki tane sandviç ekmeği ayarlayıp malzemeleri kesmeye başladım.

Aral başımın üzerindeki dolaptan iki bardak alıp kuruttuktan sonra tepemde topladığım saçlarım sayesinde açığa çıkan enseme uzun bir öpücük bıraktı. Ben bu küçük temasla kendi kendime gülümserken mutfak masasına kuruldu ve bardaklara meyve suyu doldurdu. Ben de elimden geldiğince hızlı bir şekilde sandviçleri hazırlayıp bir tabağa koydum ve masaya doğru ilerleyip sandalyeden çok daha rahat olan yerime, yani Aral'ın kucağına kuruldum. Buna çoktan alışmış olduğu için hareketimi garipsemek yerine tek kolunu belime dolayıp beni iyice kucağına çekti ve kolunu belimde bırakıp diğer eliyle sandviçlerden birine uzandı. Ben de sırtımı göğsüne yaslayarak yemeğimi yemeye koyuldum ve karnımızı az buçuk doyurana kadar ikimizden de çıt çıkmadı.

Son lokmamı ağzıma atarak meyve suyu bardağımı kafama diktiğim sıra Aral çoktan sandviçlerini bitirmiş, çenesini omzuma yaslayarak dinlenme moduna geçmişti. Sandviçlerini üç lokmada yuttuğu için benden çok daha önce bitirmesi hiç de anormal değildi.

Yanağımı başına yaslarken "Doydun, değil mi?" diye sordum.

"Yarıya yarıya," diyerek omuz silkti. "Ama daha fazla yersem rahat uyuyamam. O yüzden bu kadarı yeterli. Ellerine sağlık."

"Afiyet olsun."

Bir süre öyle kafa kafaya durup boş masayı izledik. Bugün bu dalma işlerini biraz fazla yapıyorduk ama normal olmalıydı. Yani umarım öyleydi...

"Biliyor musun?" diye sordu birden. "Eğer sen hayatıma girmemiş olsaydın ve tüm bu yaşananlar yine de yaşanmış olsaydı buraya gelmek yerine hep yaptığım gibi yalnız kalmak için kulübeye giderdim. Bir plak koyup tekrara alırdım ve sabaha kadar öylece yatardım. Gözüme uyku girmezdi, içim içimi dağlarken kafamı bir anlığına dahi dağıtamazdım. Sabahınaysa kulübeye gittiğimden çok daha yorgun bir şekilde eve dönerdim." Acı acı güldü. "Aslında senelerdir acılarımla başa çıkma yöntemim buydu ve buna oldukça da alışmıştım ama şimdi neyin ne olduğunu daha iyi anlıyorum."

Geceliğimin ince askısının açıkta bıraktığı omzuma bastırdı dudaklarını. "Sevilmek harika bir şey, yalnız olmadığını bilmek de öyle. Yani öyleymiş. Aslında ben buraya hiç gelmeyecektim, biliyor musun? Eve gidip duş aldıktan sonra yatmayı planlıyordum ama sonra mesajını gördüm ve uyumuş olsan da yanına gelme isteğiyle dolup taştım. Hatta uyuduğunu düşünerek çıkmıştım yola, sadece arkana kurulup kokunu içime çekerek uykuya dalmayı hayal ettim yol boyunca."

"Hım," diye mırıldandım. "Pek de umduğunu bulamadın öyleyse?"

Burnunu omzuma sürttü. "Umduğumdan çok daha fazlasını buldum, çünkü bir anlığına senin sen olduğunu unutma gafletine düşmüşüm."

Başımı geriye çekerek gözlerinin içine baktım. "Bundan böyle ne zaman üzülürsen geleceğin yer benim yanım olsun, olur mu? Canın yanarsa, sıkılırsa ya da herhangi başka bir durumda geldiğin kişi hep ben olayım. Birbirimize hep böyle iyi gelelim. Çok iyi gelelim."

"Başka türlüsü mümkün değil ki bu saatten sonra."

"Bunu bilmek güzel," diyerek iç çektim ve o ana kadar aklıma gelmeyen şeyi sordum ona. "Arel nasıl bu arada? Evde mi bıraktın onu?"

Başını salladı yavaşça. "Arel, benim olduğum kadar yakın değildi Yılmaz'la. Bu yüzden üzülse de benim kadar etkilenmedi, yani benden daha iyi durumda." Kısa bir an duraksadı ve tereddütlü bir ses tonuyla "Tamay?" dedi.

"Hım?"

"Sence bu durumda benim bir suçum var mı?"

Kaşlarım çatıldı. "Nasıl yani?"

"Yani... Eğer ben başıma gelenlerden sonra insanlardan uzaklaşmasaydım ve Yılmaz'la arkadaşlığımız eskisi gibi devam etseydi, onu bu yola girmekten alıkoyabilir miydim sence? Şu an hayatta olmamasında benim bir ihmalkârlığım var mı?"

Başımı hızla ona çevirdim ve yüzünü avuçlarımın arasına alıp gözlerinin içine baktım. "Bu düşünceleri hemen çıkartıyorsun aklından. Böyle bir durumda nasıl kendini suçlayabilirsin? Eğer ben onun konuşmasına şahit olmasaydım sen Yılmaz'ın neler yaptığını bilemeyecektin bile. Hatta herkes gibi hırsız yalanına inanacaktın."

"Ben de bundan bahsediyorum ya işte. Onunla yakın olmaya devam etseydim bir şeyler karıştırmaya başladığını anlayıp belki en başından bu işlere girmesine engel olabilirdim."

"En fazla onu yetkililere bildirmekle tehdit ederek engel olabilirdin ki bu arkandan iş çeviremeyeceği anlamına gelmez. Ayrıca sen onun en yakınında olduğunu sansan bile senden habersiz işler çevirebilirdi çünkü ayrı birimlerdeydiniz. Sürekli yan yana bile değildiniz. Bunca zaman bu kadar kişinin arkasından iş çevirebilmiş birinden bahsediyoruz, seni mi kandıramayacaktı? Onun yakınında olduğunu sanıp yaptıklarını ruhunun bile duymadığını öğrenmek seni daha çok yıkmaz mıydı?"

Kısa bir an düşünüp başını salladı. "Yıkardı."

"Burada senin yapabileceğin bir şey yoktu. Yılmaz bu yolu kendisi seçti ve sonuçlarına da katlanmak zorunda kaldı maalesef."

Gözlerini kapattı ve yüzünü iyice avuçlarıma gömdü.

"Teşekkür ederim."

"Teşekkür etmeni gerektiren bir şey yok. Ben sadece olan şeyleri söylüyorum."

"Yanımda olduğun için teşekkür ederim öyleyse," diyerek gözlerini açtı ve yorgunluğunu belli eden yeşilleriyle bana baktı. "Benim olduğun için teşekkür ederim."

"Ben de bana âşık olduğun ve yanında olmama izin verdiğin için teşekkür ederim."

"Bunlar teşekkür edeceğin şeyler değil, başına bela aldığının kanıtı hatta."

Tatlı tatlı gülümsedim. "Böyle deyince daha çok teşekkür edesim geldi."

Gülümsemem ona da bulaştı. "Sana sahip olduğum için çok şanslıyım."

"Ben sana sahip olduğum için daha çok şanslıyım."

Başını eğip avuç içimi öptü usulca. "Bu yarış sabaha kadar sürer yalnız."

"O kadar gücüm yok. Şimdi gidip yatsak, sabah uyandığımızda kaldığımız yerden devam etsek olmaz mı?"

Güldü. "Olur."

Ben de güldüm ve dudaklarına küçük bir öpücük kondurup ayağa kalktım. Masanın üzerindeki bardakları ve tabağı hızla sudan geçirip makineye attıktan sonra Aral'ın yanına dönüp elini tuttum.

"Hadi odamıza gidelim."

"Odamıza?"

"Hımhım, odamıza."

"Amcanın haberi var mı bundan?"

"Yok, mümkünse de olmasın. Yoksa yengemi de alıp buraya taşınır ve bizim sevişmeler mahşere kalır."

Sesli bir kahkaha attı. "Mümkünse böyle bir şey olmasın."

Sırıttım. "Bence de olmasın."

Başını iki yana salladı ve davlumbazın ışığını kapattıktan sonra mutfağın çıkışına doğru ilerledi. Peşinden ilerlerken içim bin bir farklı duyguyla çalkalanıyordu. Bir yanım oldukça huzurlu, diğer yanımsa oldukça endişeliydi. Bir gün dananın kuyruğu fena bir şekilde kopacaktı, bunu biliyordum ve o günün gelmesini hiç ama hiç istemiyordum.

 

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen ♥

 

Yeni bölümde görüşene dek kendinize çok iyi bakın!

 

İnstagram: rabiaclr/dolunayinvechi

Loading...
0%