Yeni Üyelik
46.
Bölüm

BÖLÜM - 44

@bayanclara

“Bir dakika, bir dakika… Ne dedin sen?!”

Yasemin’in bana doğrulttuğu bıçağı görünce gözlerim kocaman açıldı.

“Önce o bıçağı bir indir, sonra konuşalım.”

Bıçağı biraz daha havaya kaldırıp “Sen gidip benden habersiz nikâh kıy; sonra da gel ‘indir o bıçağı’ de, yok ya!” diye yükseldi. Arkadaşım diye demiyordum ama sinirlendiği zaman gerçekten korkunç birine dönüyordu. “Ben senin en yakın arkadaşın değil miyim?”

“Öylesin tabii ki.”

“Böyle yakın arkadaşlık mı olur? Neden her şeyi en son ben öğreniyorum ya?”

Elindeki bıçağı bir hışımla kesme tahtasının üzerindeki salatalığa sapladığında korkuyla irkildim. Yasemin’in en sevmediği şey arkasından iş çevrilmesiydi, özellikle de bunu en yakınları yapıyorsa aynen böyle kafayı yiyordu.

“Yüz yüze söylemek istedim çünkü, telefonda heyecanı kaçardı,” diye savunmaya çalıştım kendimi.

Abartılı bir tavırla alkış tuttu. “Aferin, harika düşünmüşsün. Böyle hiç sinirlenmedim çünkü.” Ellerini alnına götürüp şakaklarına masaj yapmaya başladı ki bunu genelde çok sinirlendiğinde yapardı. Kahvaltı teklifini kabul etmekle büyük bir hata yapmıştım anlaşılan. Oysa tek istediğim eğlenceli bir pazar günü geçirerek Aral’ın kafasını biraz olsun dağıtabilmekti.

“Ne var biliyor musun?” diye devam etti kızmaya. “Ben sizin ilişkinizi destekleyen ilk kişiydim. Hatta ben sizi birbirinize yakıştırırken sizin aranızda bir ilişki olmasını bırak, ona karşı iyi hislerin bile yoktu. Buna rağmen nikâh kıydığınızı öğrenen en son kişiyim, öyle mi?” Başını öyle hızlı sallıyordu ki sarı saçları bir sağa bir sola savruluyor ve oldukça komik bir görüntü sunuyordu. Onu daha çok sinirlendireceğimi bilmesem dayanamayıp gülerdim haline.

“Aceleye geldi diyorum ya, Yasemin! Laf sokmayı bırakırsan anlatacağım.”

Kollarını hırsla göğsünde kavuşturup “Tamam, anlat,” dedi. “Anlat hadi, dinliyorum. Ne tür bir olay size bana bile haber verdirmeden dini nikâh kıydırmış ola-” Bir anda cümlesini yarıda kesti ve gözlerini kocaman açtı. “Kız bana bak, hamile misin yoksa sen?”

Sorusu beni şaşırtmamıştı çünkü yengemden de aynı şeyi duymuştum. Bu yüzden sıratımı astım ve abartılı bir ifadeyle iç geçirdim. “Ah, nerede…”

Gözlerini kırpıştırdı şaşkınca. “Ah, nerede mi? Bu nasıl bir tepki? Düzgünce anlatsana şunu ya!”

“Tamam, tamam, anlatıyorum. Biz şimdi kalmak için Aralların evine gittik ya, hani? Annesi benim için Aral’ın odasını hazırlamış, Aral’a da Arel’in odasında yatması gerektiğini söyledi.”

“Tabii sizin kanınız kaynıyordu ve ayrı yatamadınız,” diye devam ettirdi sözlerimi. Çıkarım yapmada üstüne yoktu. Bu yüzden başımı salladım ve anlatmaya devam ettim.

“Aslında ben kendimi tutmayı başarmıştım. Sonuçta ipin ucunda anne ve babasının gözüne girmek vardı ve bunu tehlikeye atamazdım ama Aral dayanamayıp yanıma geldi gece. Ben de geri gönderemedim tabii. İradem onun yanına gitmemi engelleyecek kadar güçlüydü ama onu geri gönderecek kadar güçlü değildi.”

“Anlıyorum,” derken dudakları hafifçe kıvrılmıştı ki bu da yumuşamaya başladığını gösteriyordu. Zaten Yasemin’in siniri saman alevi gibiydi. “Sabahına da basıldınız mı yoksa?”

“Tam olarak basılma sayılmaz. Babası sabahleyin Aral’a ulaşmaya çalışmış, telefonu açmayınca yanına gitmiş. Odanın boş olduğunu görünce de Aral’ın nerede olduğunu anlaması zor olmamış tabii.”

“Eyvah eyvah,” derken gözleri kocaman olmuştu. “Sonra ne oldu?”

“Bana bir şey demedi. Aral’ı uyarmış sadece, ben de Aral annesiyle bu konu hakkında konuşurken kulak misafiri oldum.”

Konunun uzayacağını anlamış olmalıydı ki biraz önce bıraktığı salatalığı alıp tekrar doğramaya koyuldu. Sonuçta hazırlamamız gereken bir kahvaltı sofrası vardı. Gerçi ben geldiğimden beri çene çalmaktan başka bir şey yapmıyordum ama olsundu. “Olay sizin nikâhınıza kadar geldiyse bu hikâyenin devamı de var demektir.”

Kalçamı tezgâha yaslayarak Yasemin’in doğradığı salatalıklardan bir tanesini attım ağzıma. “Kısaca özet geçmem gerekirse aynı olay bir kez daha tekrarlandı ve bunun üzerine Erhan amca Aral’ı yanına çağırdı. Aslında tek başına gitmek istedi ama içim rahat etmediği için ben de takıldım peşine.”

“Ne kadar da duyarlı bir kadın,” diye alay edince dirseğimle koluna vurdum.

“Dalga geçme be, nihayetinde onu odadan kovamayan bendim. Yani bu benim de suçlu olduğum anlamına gelir.”

“Suç da suç olsa, alt tarafı birlikte uyumuşsunuz. İşi pişirmiş olsaydınız bir nebze haklı olabilirdi, nihayetinde yeri ve zamanı pek de hoş değil ama-” derken bir kez daha yarıda kesti cümlesini. “Sadece uyudunuz değil mi?”

“Aral’ın kesin kuralları var demiştim ya sana, nasıl pişirelim? Sadece uyuduk işte.”

“İyi bari, şu an pek de suçlu sayılmazsınız. E, sonra?”

“Erhan amca bizi tatlı bir şekilde uyardı ve önümüze iki seçenek koydu. Bunlardan biri kalan günlerimizde rahat durmamızdı, diğeriyse nikâh kıymamız. Ben bu nikâh meselesine epey yükselmiştim aslında ama Aral çok sert bir şekilde reddetti ve bunun aceleye gelecek bir şey olmadığını söyledi. Hatta bundan sonra kavga ettik, ben fazlasıyla ılımlıyken onun bu kadar sert bir karşılık vermesi canımı sıkmıştı çünkü. Ardından konuştuk, ailemden uzaktayken böyle bir şey yapmak istemediğini anlattı. Babasının nikâhı dayatması hoş değilmiş falan. Oysa bence çok haklıydı yani.”

Küçük bir kahkaha attı Yasemin. “Sen ne ara böyle azgın bir kadın oldun acaba?”

Kaşlarımı kaldırıp indirdim. “Doğru adamı bulunca azgınlaşmamak için hiçbir neden kalmıyor ki geriye.”

“Ay Tamay ya,” diyerek biraz daha gülerken fırından gelen sesle başını arkaya çevirdi. “Börekler pişti sanırım, çıkarsana fırından.”

Eldiven alıp fırına doğru ilerlerken bir yandan da anlatmaya devam ediyordum. “Erhan amca Amine teyzeye anlatmış aramızdaki konuşmayı, bir posta da o kızmış çocukların üzerine gitme vs. diye. Sonra konu kapandı. Yani onlar öyle sandı ama benim acayip canım sıkılmıştı. Şu an gülerek anlattığıma bakma, nikâh işinden hızlıca vazgeçmelerine o kadar üzüldüm ki dayanamayıp Aral’ın karşısında ağlamaya başladım.”

Gözlerini kocaman açarak bana döndü. “Şaka yapıyorsun?”

Tepsiyi masanın üzerine bırakırken iç çektim. “Hiç de yapmıyorum. Dün bunları amcama da anlattım. Hiç hesapta yokken birden nikâh diyerek heveslenmeme neden olmuşlardı ama o kadar hızlı caymışlardı ki aklıma Uğur’la yaşadıklarım geldi. Beni nişan yapacağız diyerek oyalamaları, sonra yurt dışına çıkacağı için nişanı ileri tarihe atışı, en sonunda tamamen vazgeçişi falan… Aynı şey olmadığını biliyordum elbette ama bu üzülmemi engelleyemiyordu.”

“Tamay…”

“Aral da aynı böyle üzgün baktı yüzüme,” diyerek gülümsedim tatlı tatlı. “Sonra da amcanlara sor, izin verirlerse kıyalım nikâhı, dedi. Ben de yengemi ikna edip amcamı onun halletmesini istedim ve sonuç olarak buradayız işte.”

Dilimlediği salatalıkları bir tabağa boşalttığı sıra sakince başını salladı. “Her şeyi anladım, anladım da bana neden buraya gelene kadar haber vermediğini anlayamadım. En kötü nikâh kıydıktan sonra arayıp şu an yaptığın gibi her şeyi anlatabilirdin bana.”

“Anlatamazdım çünkü o gün için hain bir plan üstünde çalışıyordum.”

Sırıttığımı görünce kaşlarını çattı. “Hain plan mı?”

“Siz burada geçen haftanın dedikodusunu yapacaksınız diye biz açlıktan ölelim mi yahu?” diye söylenerek mutfağa girdi Gökhan. “Saatlerdir buradasınız ama masa bile hazır değil hala.”

“Onu da sen hazırlayıverseydin Gökhan,” diye söylendim. En heyecanlı yerinde reklam misali kesivermişti konuşmamızı. “Ev sahibi değil misin sen?”

Kollarını göğsünde kavuşturup tepeden tepeden baktı bana. “Beni kötü bir koca gibi göstermeye çalışma. Yasemin’e teklifte bulundum ama beni mutfaktan kovaladı, ben ne yapayım?”

Kafa karışıklığıyla Yasemin’e döndüm. “Doğru mu bu Yasemin?”

Gökhan’a kötü bakışlarını yönelterek başını salladı. “Doğru. Onun yaptığı yardımı istemiyorum.”

Anında kaşlarım çatıldı. “Ne oluyor yahu? Kavga mı ettiniz siz?”

Gökhan iç geçirerek dercesine başını salladı. “Rüyasında onu başka bir kadınla aldattığımı görmüş. Aslında aldatmamışım bile, baş başa yemek yemişim sadece. Sabahın sekizinde kafama yediğim yastıkla uyandım, ondan beri de bana böyle davranıyor.” Tek elini ağzına siper edip kıstığı sesiyle ekledi. “Doktora falan mı götürsem sence?”

Bir an ne diyeceğimi şaşırarak tepki veremedim. Yasemin gördüğü rüyalara biraz fazla anlam yükleyen biriydi ama aynısı benim başıma gelse, yani rüyamda Aral’ın başka bir kadınla baş başa yemek yediğini görsem benim de devreler yanabilirdi.

Yasemin kocasının son söylediklerini duymuş olsa da bunu umursamadı ve asık bir suratla “Sare nerede?” diye sordu.

“Tuana’nın kucağında.”

“İyi, sen git Sare’yle ilgilen. Tuana’yı da buraya gönder.”

“Yasemin-”

Yasemin elindeki bıçağı bu sefer de Gökhan’a doğrulttu. “Git dedim.”

Gökhan bıçağı görünce pes etti ve kafasını sallayarak mutfaktan çıktı. Olduğum yerde ne diyeceğimi düşünerek gözlerimi kırpıştırırken Yasemin bakışlarını bana çevirdi ve “Herhangi bir kadın değildi,” diye açıklama yaptı. “O kızıl saçlı şırfıntıyla yemek yiyordu. Hem de onun yanına gidebilmek için bana hastaneden aradıkları yalanını söyledi.”

Kızıl saçlı şırfıntı, Gökhanların hastanesinde işe yeni başlayan bir doktordu ve geçen hafta Gökhan’a asılmak gibi bir hata yapmıştı. Tabii Yasemin’in o hastanede bulunan ajanları da bunu Yasemin’e iletmek konusunda hiç vakit kaybetmemişlerdi. Sonuç olarak da Yasemin bir paranoyağa dönmüştü.

Gerçi en yakın arkadaşıma paranoyak demem çok da mantıklı değildi, çünkü aynı şeyi ben de yaşıyordum. Şimdilik Yasemin gibi gözü karartmamıştım lakin arada bir Asaf amcamın doğum gününde başkomiserim başkomiserim diyerek Aral’ın peşinde dolanan Nisan’ı anmadan da edemiyordum. Hatta yakın bir zamanda Emniyet’e gidip varlığımı herkese ilan etsem çok iyi olurdu.

“Beni çağırmışsınız hanımlar!”

Enerji bombası kardeşimin mutfağa dalışı beni konuşma zorunluluğundan kurtardığında rahatlayarak çaktırmadan iç geçirdim.

“Tuana, şuradaki tabak çanağı içerideki masaya götürür müsün?”

Tuana hemen yanımda duraksayıp böreğin kokusunu içine çektikten sonra mest olmuş bir tavırla “Götürürüm tabii,” diyerek taşımacılığa başladı. Mutfakta yine ikimiz kalınca “Şu hain planlarını öğreneceğim ama sanırım kahvaltı sonrası kahvesini içerken,” diye mırıldandı Yasemin. Gülerek başımı salladım.

“Bana uyar.”

Tuana’nın yardımları sayesine beş dakika sonra kahvaltı masamız hazırlanmış, biz de yerlerimize kurulmuştuk. Ortamda keyifli bir hava vardı ki yanımızda mama sandalyesinde oturan Sare bulunuyorken tam tersi bir durumun olması imkânsızdı zaten. Ballı çöreğim görmeyeli bayağı büyümüştü ve her geçen gün daha da güzelleşiyordu. Ayrıca etrafındaki insanlara gülücük atma işinde epey gelişmişti ki bu da ona her bakan kişinin kocaman sırıtmasına neden oluyordu. Zira size bakan bir bebek gülerken gülmemeniz olası değildi.

Yasemin, bize karşı cıvıl cıvıl olsa da Gökhan’la konuşmak zorunda kaldığında enerjisi kayboluyordu ve bunu Aral bile dağılmaya müsait dikkatine rağmen fark etmişti.

Sabah kalktığımda Yasemin’den mesaj geldiğini görmüştüm ama Aral’a sormadan kahvaltı teklifini kabul etmek de istememiştim. Dün geceki atıştırmamızdan sonra yatağa girdiğimizde uykuya dalmamız hiç de zor olmamıştı. Bu yüzden uykusunu almış olacağını düşünsem de dünkü yorgunluktan sonra evden çıkmak istemeyebilirdi. Bu yüzden yatakta ona biraz daha sokulmuş, ufak dokunuşlarla uyanmasını sağlamıştım.

Ona Yasemin’in kahvaltı teklifinden bahsettiğimde alnımdan öpüp bana sarılmış ve eğer istiyorsam gidebileceğimizi söylemişti. Keyfi bozuk gibi durmadığı için gitmeyi uygun bulmuştum. Etrafımızda daha fazla insan olursa önceki günü düşünmesi daha zor olur gibi gelmişti çünkü. Gerçi banyoya gitmek için odadan çıkan Aral’ı gören kız kardeşim boş bulunup tüm evi inleten bir çığlık atarak sinirlerimizi birazcık bozmuştu ama yine de iyiydik.

Buraya geldiğimizden beri hafif durgundu ama ortama ayak sağlamayı da iyi başarıyordu. Sinirlerini boşaltsın diye Sare’yi kucağına bırakıp onunla ilgilenmesini sağlamamın da buna büyük etkisi olmuştu doğrusu.

Gökhan’la Yasemin’in arasındaki değişik enerjiyi saymazsak keyifli ve bir o kadar da doyurucu kahvaltının ardından ortalığı toparladık ve Sare’ye bakma işini Tuana’ya yıktıktan sonra Yasemin’le birlikte mutfağa geçtik. O hepimize kahve yaparken ben de mutfak masasının sandalyesine kurulmuş ve yarım kalan sohbetimizi devam ettirmiştim. Nikâh kıydığımız gün yaptığım oyunbozanlık onu hem güldürmüş hem de ağzını açık bırakmıştı. Nihayetinde anlatacaklarımın hepsi bittiğinde aşk sarhoşu olduğumdan onu aramayı unuttuğumu düşünmeyi tercih etmiş ve beni affetmişti.

Kahveleri tepsiye doldurup peş peşe mutfaktan çıktığımız sıra Gökhan da koridora çıktı. Elindeki ceketi hızlı hızlı giymeye çalıştığını gördüğümüzde “Hayırdır?” diye sordu Yasemin. “Nereye gidiyorsun?”

“Hastaneden aradılar demin, acil vaka gelmiş.”

Yasemin bir şey söylemeyip tereddütlü bakışlarla kocasına bakmaya devam ettiğinde Gökhan gözlerini devirerek yanımıza geldi ve benim orada olmamı umursamadan Yasemin’in dudaklarına sert bir öpücük kondurdu. Yasemin öpücüğün etkisiyle hafifçe titrerken kendi kendime sırıttım. Allah’tan tepsi bendeydi de Yasemin’in elinden bir kaza çıkmamıştı…

“Rüyanın etkisinde kalmış olmanı anlayabilirim ama bunu uzatarak tadımızı kaçırmasan iyi edersin. Kadın bir yanlış yaptı evet ama cevabını aldıktan sonra o yanlışı devam ettirecek bir davranışta bulunmadı. Biz de unutalım artık bunu.”

Yasemin bir şey demese de indirdiği omuzlarına bakılırsa kocasının haklı olduğuna kanaat getirmişti. Gökhan da çekilen beyaz bayrağı görünce karısını bir kez daha öptü ve kapıya gidip ayakkabılarını giymeye başladı. Onu dikkatle izleyen Yasemin seslice iç çekti ve “Bekle,” diyerek tuttuğum tepsiden aldığı bardakla mutfağa gitti. Çok geçmeden hazır kutu bardaklarından biriyle geri döndü ve kahveyi kapıda dikilen kocasının eline tutuşturdu.

“Dikkatli git.”

Gökhan kahve bardağını aldıktan sonra hafifçe gülümsedi ve boştaki eliyle karısının yanağından makas alarak merdivenlere yöneldi. Yasemin, gözden kaybolana dek Gökhan’ın peşinden baktıktan sonra içeri girip kapıyı kapattı.

“Şerefsiz de olsa hem çok yakışıklı hem de çok tatlı biri.”

“Rüyandaki adam şerefsiz olabilir ama gerçek Gökhan şerefsiz değil ve bunu sen de çok iyi biliyorsun,” diyerek güldüm. “Neyse hadi gel içeri girelim, kahveler soğudu.”

Aralların oturduğu odaya girdiğimiz sıra “Ben siz gittikten sonra Sare’yi Gökhan’a bırakıp alışverişe çıkacaktım ama ya,” diye homurdandı. “Bazen doktor olduğum yetmiyormuş gibi bir de gidip neden doktor koca bulduğumu sorguluyorum.”

Aral’a ve Yasemin’e kahvelerini uzattıktan sonra kendi kahvemi de alarak tepsiyi ortadaki sehpanın üzerine bıraktım çünkü Tuana kucağındaki Sare’yle oynuyordu ve ellerinde bir takım oyuncaklar vardı.

“Sonra kocanın ne kadar yakışıklı olduğunu hatırlıyorsun ve bu sorgulama bitiyor, değil mi?” diyerek az önce kurduğu cümleye laf attığımda dudaklarını büzerek başını salladı.

“Maalesef.”

Yüz ifadesine gülerken bakışlarım Aral’a kaydı ancak onun dikkati bizde değildi. Tuana’nın kucağında otururken elindeki oyuncağı dişlemeye çalışan Sare’yi izliyordu.

Onu öyle görünce aklıma gelen fikirle Yasemin’e döndüm ve “İstersen kahvelerinizi içtikten sonra Tuana’yla birlikte gidin alışverişe,” dedim. “Tuana da birkaç şey almaktan bahsediyordu kaç gündür. Biz Aral’la birlikte Sare’ye bakarız.”

Bütün bakışlar bana çevrildi ama ben özellikle Aral’a bakmaya devam ediyordum. Beklediğim üzere yeşillerinde herhangi bir olumsuzluk yoktu.

“Sahiden mi ya? Ayıp olmaz mı size?”

“Ne ayıbı Yasemin?” diye söylendim. “Hiç yapmadığım şey sanki.”

“Sen yaptın da yani,” diyerek Aral’a baktığında kaşlarını hafifçe çattı sevdiceğim.

“Benden mi çekindin? Yabancı mıyım ben Yasemin?”

“Değilsin, değilsin de-”

“Lafı uzatma da kahveni içip hazırlan,” diyerek kestim lafını.

“Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz kırmayayım sizi.”

Cevabı hepimizi güldürürken o hızlıca kahvesini içti ve hazırlanmak üzere odasına çekildi.

Odada biz bize kaldığımızda Tuana kucağındaki Sare’yi Aral’a uzattı ve cebinden telefonunu çıkarıp ekrana kısa bir bakış attıktan sonra bana döndü. “Abla alışverişten sonra Berfinlere gidebilir miyim? Canı sıkılıyormuş da evde.”

Hiç düşünmeden “Gidebilirsin,” dedim. Günün devamını Aral’la baş başa geçirmek güzel olurdu.

Aral, bize kısa bir bakış attıktan sonra bacağına oturttuğu Sare’ye döndü ve ona hafifçe gülümsedi. Sare, bu parlak gülümseme karşısında bir an duraksadı ve olmayan dişleriyle çiğnemeye çalıştığı oyuncağı ağzından çıkarıp Aral’a sırıttı. Yamuk gülüşü o kadar tatlıydı ki dayanamayıp sesli bir kahkaha patlattım.

“Daha bu yaşta yakışıklılardan anlama başlamış, Gökhan kafayı yemezse iyi.”

Sözlerim Aral’ın hoşuna gitmiş olmalıydı ki gözlerini Sare’den ayırmadan gülümsemesini genişletti ve “Öyle mi?” diye sordu. “Beğendin mi beni?”

Sare tükürüklü ağzıyla neşeli sesler çıkarıp elindeki oyuncağı Aral’a doğru savurunca bir kahkaha daha atıp “Naz yapıyor amcası,” diye mırıldandım. Aral, anında kaşlarını çatıp bana döndü.

“Amca derken?”

“Abi olma yaşını çoktan geçtin,” diyerek yalandan dudak büktüğümde Tuana elini ağzına kapatıp kıkırdadı. “Ama istersen enişte diyebilirim. Eniştelerin yaşı olmaz.”

“Bazen çok acımasız olabiliyorsun.”

“Ben sadece dürüstüm hayatım,” diyerek ona havadan öpücük attığımda başını iki yana sallayıp tekrar Sare’ye döndü. Ben trip atış şekline usul usul gülmeye devam ederken Yasemin girdi içeri.

“Hazırım, gidebiliriz.”

Tuana hızlıca ayaklandığında ben de ayağa kalktım.

“Ben sizi geçireyim o zaman.”

Yasemin ve Tuana, Aral’la Sare’ye veda ettikten sonra –Aral parmağını şaklatarak Sare’nin dikkatini dağıttığı için annesinin dışarı çıktığını görememişti- odadan dışarı çıktıklarında ben de peşlerine takıldım ve onları kapıya kadar geçirdim.

“Kahvaltı yaparken onu bir güzel doyurdum, biz gelene kadar acıkmaması lazım ama olur da geç kalırsak seni ararım. Mama verirsin Sare’ye.”

Başımı salladım. “Tamam.”

“Altını pisletirse bezlerin nerede olduğunu biliyorsun.”

“Biliyorum, Yasemin. İlk defa bakmıyorum ona. Hadi gidin artık,” diyerek sırtından itekledim arkadaşımı. Sonunda pes etti ve endişeli anne pozlarını keserek kız kardeşimin koluna girdi. İkisine el salladıktan sonra içeri girip kapıyı kapattım ve koşar adımlarla odaya geri döndüm.

Aral beni görünce eliyle Sare’nin sarı saçlarını işaret etti ve “Şimdiden bu kadar gür olması normal mi?” diye sordu. Gülümseyerek başımı salladım ve onlara doğru ilerlerken “Annesine çekmiş, yani çok normal,” diye cevap verdim. Yanlarına vardığımda Aral’ın yanındaki boşluğa geçmek yerine sağ bacağına oturdum ve dikkatle beni izleyen Sare’ye kocaman gülümsedim.

“Öyle bakma, eniştenin gücü kuvveti pek yerinde. Bizzat kendim deneyip onayladım. İkimizi de rahatlıkla taşır.”

Sare sözlerimi anlıyormuş gibi göz kırpıştırdığında Aral bacağımı cimcikleyip “Ne biçim konuşuyorsun?” diye yalanda kızdı bana. Oysa bu hareketi daha fazla sırıtmama neden olmuştu. Çünkü cimcikten sonra elini kalçamın üzerinde bırakmayı da ihmal etmemişti. Şimdi bir bacağında ben diğer bacağında da Sare oturuyordu ve ikimizi de geniş kollarıyla sıkıca sarmıştı.

Sare’yi kendim doğurmuş kadar çok seviyordum ancak bir yanım bu anı kendi çocuğumuzla da yaşamak istiyordu. Hem de deli gibi.

Sol kolumu Aral’ın omuzlarına sararken kocaman sırıtıyordum. “Sanki bir şey anlıyor da.”

“Anlıyordur da konuşamadığı için belli edemiyordur belki, nereden biliyorsun?”

“Saçmalama Aral,” diyerek kahkaha attım. “Sence bir şeyler anlama yaşında mı şu an?”

Kalçama şaplak attı ancak bunun için çok rahat bir pozisyonda olamadığı için etkili vuramamıştı.

“Dalga geçme benimle.”

Kıkırdayarak Sare’ye çevirdim bakışlarımı. Oldukça şaşkın bir şekilde bize bakıyordu. İlgisini çekmiştik anlaşılan.

“Aşkım, keyfin yerinde bakıyorum?” Uzanıp yanağından makas aldım. “Bu kucağa benden başka kimsenin oturmasına izin vermem normalde, yani en azından şimdilik böyle ve bu yüzden çok şanslısın.” İmamı anlayıp anlamadığını sorgulamak için Aral’a kısa bir bakış attığımda gözlerinin kısıldığını gördüm. Anlamıştı. Bu yüzden konuşmama devam ettim. “Ha, muhtemelen baban olduğu için Gökhan’ın kucağı senin için en iyisidir ama dediğim gibi baban olduğu için öyle sanman çok normal.”

“Sen ne anlatıyorsun acaba şu an?”

Aral daha fazla dayanamayıp araya girdiğinde ensesindeki elimi saçlarının arasına daldırdım. “Sare’ye bazı gerçeklerden bahsediyorum, hayatım.”

“Öyle mi?” diyerek kaşlarını kaldırdı. “Peki, ‘şimdilik böyle’ derken neyi kastettin?”

“Kendi bebeklerimiz olduğu zaman bir de onlara izin vereceğimi söylemek istedim.”

“Bebeklerimiz demek… Ayıptır sorması tam olarak kaç bebekten bahsediyoruz şu an?”

“Hımm,” diyerek düşünüyormuş gibi yaptım. “Tam bir sayı veremem ama en az beş.”

Gözleri kocaman açıldı. “Pardon?”

Güldüm. “Ne?”

“O kadar çocuğa nasıl bakmayı planlıyorsun acaba?”

“Çok basit. Birine sen, birine ben, birine amcam, birine yengem, birine de Tuana bakacak. En az beş diye bunun için dedim zaten. Biri büyüdükten sonra ona bakacak kişi boşa çıkacağı için bir tane daha yapabilirim.”

Ağzı açıldı, kapandı, açıldı, kapandı, açıldı ve öylece kaldı. O kadar şaşkın görüyordu ki kocaman bir kahkaha patlatıp uzandım ve dudaklarına sesli bir öpücük kondurdum.

“Igggghhhhhhhhhhhhhh”

Sare’nin ince çığlığı aramıza girince başımı hızla ona çevirdim. İnce kaşları çatılmıştı.

“Ne? Ne oldu kız? Öptüm diye mi kızdın?”

“Ğağığığağı”

Çıkardığı garip seslerden kıyasla beni onayladığını düşünüp “Kızmana gerek yok,” dedim. “Kocam o benim.”

“Iıııııııııınnnnnnnnnnnnnh”

“Düğünümüze seni çağırmadığım için mi kızıyorsun şimdi de? Daha düğün yapmadık zaten; yapınca seni nedimem yapacağım, hiç merak etme.”

“Şu an ne yaşanıyor burada acaba?”

Aral, yine o şaşkın sesiyle araya girdiğinde bu sefer Sare benden önce davrandı ve Aral’a dönüp omzuna bir şaplak indirdi. Aral şaplağın şokuyla irkilerek Sare’ye döndüğünde yüz ifadesi o kadar saçmaydı ki gülerken boş bulunup geriye doğru yalpaladım. Neyse ki şokta da olsa refleksleri hala on numara olan kocam kalçamdaki elini hızla sırtıma çıkartıp düşmeme engel oldu.

“Neden şu an kucağımda iki tane bebek taşıyormuşum gibi hissediyorum?” diyerek sıkıntıyla iç geçirdiğinde söylediği şeyi işime gelen şekilde anlamayı uygun gördüm.

“Bebek gibi kadınım, değil mi?”

Başını dertli dertli iki yana sallarken “Dün geceden beri yanında olmasam sarhoşsun derdim,” diye söylendi.

“Aşk sarhoşuyumdur belki?”

Ona çapkınca göz kırptığımda “Hasbinallah,” deyip Sare’ye döndü.

“Sen büyüdüğünde böyle olma, tamam mı?”

Sare, Aral’a bakarak iki kez göz kırpıştırdıktan sonra elindeki oyuncağı ağzına sokarak kaldığı yerden dişlemeye başlayınca kıkırdadım.

“Bu olacağım demekti galiba.”

“Neye bulaştım ben böyle?” diyerek başını geriye yatırdığında ortaya çıkan boynuna takıldı bakışlarım. Dudaklarım karıncalanmaya başlarken daha fazla dayanamadım ve uzanıp iştahımı kabartan tenini öptüm. Hatta hızımı alamayıp biraz dişlemiş bile olabilirdim.

Başımı geri çektiğimde Aral’ın gözlerini yummuş olduğunu gördüm. Kaşları da oldukça çatıktı. Haline sırıtarak Sare’ye döndüğümde yarım yamalak açık olan gözleriyle bizi izlediğini gördüm. Olanlara pek bir anlam verememiş gibi duruyordu ve tabii uykusu gelmiş gibi de.

Haline kıyamadığım için Aral’ı daha fazla zorlamayıp Sare’ye doğru uzandım ve onu kendi kucağıma alıp bacaklarımı da Sare’nin az önce oturduğu yere doğru uzattım. Bu şekilde Sare benim, ben de Aral’ın kucağına yayılmış vaziyete gelmiştik.

“Uykun mu geldi, teyzem? Sallayayım mı seni?”

Tükürüğüne buladığı oyuncağı ağzından çıkarıp bana doğru salladığında başımı hızla geri çektim.

“Tamam, tamam, sallanmak istemiyorsun; anladım. Biz de sen uykudan bayılana kadar otururuz o zaman böyle.”

“Uykuya kalmadan çenen yüzünden bayılıp kalacak zaten çocuk.”

Aral başını kaldırmadan gözlerini hafifçe aralayıp bana baktığında suratımı buruşturup “Hııı,” dedim. “Çok biliyorsun sen.”

Bacaklarını esneterek beni yukarı aşağı hareket ettirdikten sonra uygun bir pozisyon buldu ve bir elini belime dolarken diğeriyle de giydiğim şortun açıkta bıraktığı dizimi kavradı. Normalde de bana dokunmayı seviyordu ancak ilk kez seviştiğimiz günden beri ellerini üzerimden çekemez hale gelmişti.

“Biliyoruz ki konuşuyoruz.”

Ona kötü kötü baksam da cevap verme gereksinimi duymayıp ilgimi Sare’ye yönelttim. Onu doğru düzgün sevemeyeli uzun zaman olmuştu ve uyuyana kadar özlemimi biraz olsun dindirsem iyi olacaktı.

Sare, teyzesinin sevgi açlığından habersiz elindeki oyuncağıyla ilgilenirken tek elimi yanağına koyup dağınık saçlarını geriye yatırdım ve açığa çıkan yanağına sesli bir öpücük kondurdum. Gökhan ve Yasemin onu bol bol öperek büyüttükleri için öpülmeye alışıktı ve bazı bebekler gibi öpülmekten rahatsız olmuyordu. Bunu bildiğim için yanağına birkaç öpücük daha bırakıp etrafındaki kollarımı sıkılaştırdım.

“Yasemin diş çıkarmaya hazırlandığı için doğru düzgün yemek yemediğini söylemişti, zayıflamış gerçekten,” diye mırıldandım kollarımın arasındaki ağırlığını anlamaya çalışırken.

“Normal değil mi?”

“Normal ama yine de üzücü, tombikken sevmesi daha güzel oluyor.”

Gülerken göğsü titremişti.

“Sen seviyorsun diye kilo mu alsın yani çocuk?”

Gözlerimi kısarak ona baktım. “Bilerek yapıyorsun değil mi? Uyuz.”

Şapşal bakışlarla bizi izleyen Sare’ye kısa bir bakış atıp cıkcıkladı.

“Çocuğa hiç güzel örnek olmuyorsun.”

“Ben şimdi sana bir örnek olacağım, göreceksin,” diye homurdandığımda sesli bir şekilde güldü ve beklemediğim bir anda uzanarak boynumdan öptü. Öpücüğü tüylerimi diken diken yapsa da bunu ona belli etmeyerek kuyruğu dik tuttum. Bir laf dalaşına girdiysek bunu kazanan kişi ben olmalıydım, o değil.

“Bence sen bana laf yetiştirmek yerine Sare’yle ilgilen, çocuk ayakta uyuyor.”

Bakışlarımı hızla Sare’ye çevirdiğimde Aral’ın haklı olduğunu fark ettim. Yavrucağımın gözleri bir kapanıp bir açılıyordu ki başı da sürekli düşmeye meylediyordu. Onun bu ıstırabını sonlandırmak için etrafa bakınmaya başladığımda karşıdaki koltuğun üzerinde ihtiyacım olan örtüyü gördüm.

Vakit kaybetmeden bacaklarımı aşağı sarkıtıp ayaklandım ve kucağımdaki Sare’yi Aral’a uzattım.

“Tutsana iki dakika.”

Sare’yi alıp tekrar kucağına oturttuğunda az önce gördüğüm örtüyü alıp tekrar Aral’ın yanına geldim ve ihtiyacım olan şekilde koltuğun üzerine yaydıktan sonra Sare’yi tutup örtüye yatırdım. Sare dümdüz yattığı için huysuzlanmaya başladığında vakit kaybetmeden ayakucunda kalan örtünün iki ucundan tutup Aral’a döndüm.

“Sen de başucundan tutup ayağa kalk, sallayalım. En hızlı böyle uyuyor.”

Aral bir örtüye bir de bana baktıktan sonra başını sallayarak ayaklandı ve söylediğim gibi örtünün iki ucundan tutup ayağa kalktı. Sare’yi daha rahat sallayabilmemiz için koltukların arasındaki boşluğa gerilediğimde Aral da beni takip etti.

Sare, hala elinde olan oyuncağını dişleyerek tepesinde dikilen bize şaşkın bakışlar atarken ona sesli bir öpücük gönderdim ve sallamaya başladım. Aral da benim hızıma ayak uydurarak örtüyü sağa sola sallarken yüzümde geniş bir tebessüm oluştu. Onu bebek uyutmaya çalışırken görmek kesinlikle paha biçilemezdi.

“Daha önce bebeklerle vakit geçirdiğini söylemiştin ama ilk kez uyutmaya çalışıyorsun galiba?” diye sordum, örtüyü tutuş şekline bakarken.

“Kucakta tutmayı bilmekle uyutmak aynı şey mi?” diye söylenirken bakışları ellerimdeydi. Doğru tutup tutmadığını anlamaya çalışıyor olmalıydı. Çok tatlıydı.

“Bir şey mi dedim canım? Soruyorum sadece,” diyerek güldüğümde bakışları birkaç saniyeliğine gülüşüme takılıp gözlerime tırmandı. Bu sırada yüzündeki gözle görülür yumuşamayı da fark etmemiş değildim.

Bir süre sessizce sallamaya devam ettik Sare’yi. Bu sırada da hep onu izledik. Ben zaten bebekleri izlemenin terapiyle eşdeğer olduğunu düşünürdüm hep ama şu an Aral’a sorsam o da benimle aynı fikirde olacakmış gibi geliyordu.

Kollarımın uyuştuğunu hissedince örtünün iki ucunu tek elimde birleştirdim ve sol kolumu dinlenmeye aldım. Sare’nin baş kısmını sallayan Aral olmasına rağmen en ufak bir yorulma ibaresi göstermemişti ki bu şaşılacak bir şey de değildi. Bir bebeği bile sallayamayacaksa onca kası niye yapmıştı ama değil mi?

Örtüyü bu sefer sol elime alıp sağ kolumu boşa çıkardığım sıra “Uyudu bence,” diye mırıldandı Aral. Bakışlarım Sare’ye kayınca bir süredir gözlerini aralamadığını fark ettim.

“Biraz daha sallayalım da iyice dalsın, sonra beşiğe bırakınca uyanıyor.”

“Bu işte sandığımdan daha çok uzmansın galiba.”

“On bir yaşımdan beri bebek bakıyorum, olsun o kadar,” diyerek güldüm.

“Buna rağmen hala bakmak için can atıyorsun?”

Gülümsemem büyüdü. “Sevmek böyle bir şey.” Yalandan iç çeker gibi yaptım. “Bir de bebek isteyen koca bulabilseydim iyi olacaktı ama… Neyse, her şeyin bir zamanı vardır.”

Kaşları çatıldı. “Neyin zamanı vardır? Koca bulmanın mı, bebek yapmanın mı?”

Gülmemek için yanağımın içini dişlerken “Hım,” diye mırıldandım. “Sanırım her ikisinin de.”

“Beni sinirlendirmeye çalıştığının farkındayım ama ağzından çıkanı kulağın duysa iyi olur sanki.”

Dudak büküp “Hiç de öyle bir amacım yok,” dedikten sonra “Hadi Sare’yi odasına götürelim,” diye ekledim. Konuyu değiştirmemin hiç hoşuna gitmediği bakışlarından belli olsa da bir şey demeyip başını salladı.

Pozisyonumuzu bozmadan yavaşça yürüyerek odadan çıktık ve Yaseminlerin yatak odasına geçtik. Sare için çok tatlı bir oda yapmış olmalarına rağmen onu başka odada yatırmak için biraz daha zaman geçmesini istiyor, bu yüzden de beşiğini kendi odalarında tutuyorlardı.

Sare’yi usulca beşiğine yatırdığımızda hareketlenince beşiği sallamaya başlayıp “Pış pış pış pış,” diye mırıldandım. Derin bir uykuya daldığına emin olduktan sonra üzerini daralmayacağı şekilde örttüm ve belli belirsiz bir dokunuşla yanağını okşadıktan sonra doğrulup Aral’a baktım. Omzunu duvara yaslamış öylece beni izlediğini görünce hafifçe gülümseyip “Ne?” dedim. “Niye öyle bakıyorsun?”

Bir şey demek yerine elimi kavrayıp beni kendine çekti ve kolları belime dolanırken uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı.

“Sadece anneliğin sana ne kadar çok yakışacağını düşünüyordum.”

Ellerimi göğsüne koyarak ona biraz daha sokuldum. Sare uyuduğu için fısıldayarak konuşuyorduk ve bu, ister istemez konuşmamıza ayrı bir hararet veriyordu.

“Ben zaten en başından beri söylüyorum bunu sana. İkna olmayan sensin.”

“Sorunun benim ikna olup olmamam olmadığını çok iyi biliyorsun,” diyerek burnunu yanağıma sürttü. Gözlerimi kapatıp dokunuşunun tadını çıkartırken sessizce iç geçirdim.

“Biliyorum, o yüzden gençleşmeye çalışıyorum ya zaten. Her sene bir yaş gençleştiğim takdirde istediğim kadar çocuğa sahip olabilirim ancak.”

Sessizce güldükten sonra yanağıma uzun bir öpücük kondurdu.

“Bunu sana soruyor olmam saçma olabilir ama madem konusu açıldı, sorayım. Doğum günlerini nasıl kutluyorsun normalde? Ailenle mi yoksa Yasemin’in doğum gününde olduğu gibi parti mi veriyorsunuz?”

Sorusu bir sonraki hafta sonu yeni yaşıma gireceğimi hatırlatmıştı. Günler o kadar yoğun ve telaşlı geçiyordu ki doğum günümü unutmuştum.

“Ben öyle kalabalık partilerden pek hoşlanmıyorum. Genelde bizimkilerle yemek yiyoruz. Bir de hastanedekiler pasta kesiyorlar benim için, öyle.” Başımı hafifçe geriye çekip gözlerinin içine baktım. “Bunu bana açık açık sorduğuna göre senin başka bir planın var galiba?”

Hafifçe gülümsedi. “Doğum günün pazara denk geliyor. O günü ailenle geçirmene engel olmak istemem ama doğum gününe baş başa girebiliriz diye düşündüm.”

Kaşlarım havalandı. “Hımm, kulağa çok hoş geliyor. Biraz daha detay alabilir miyim lütfen?”

“Öyle abartılacak bir planım yok. Seni hastane çıkışı alsam, birlikte kulübeye gitsek ve o geceyi birlikte geçirsek nasıl olur? Ertesi gün de amcanlara gideriz.”

Kocaman gülümsedim. “Harika olur bence. Hem zaten doğum günü hediyem de kulübede kalmıştı.”

“O elbisenin hep orada kalması gerekiyor, konsept bu. Sadece orada biz baş başayken giyebilirsin.”

“Demek öyle,” derken kıkırdamamak için zor duruyordum. “Hediyeyi verdiğin zaman böyle dememiştin sanki.”

“Seni o elbisenin içinde görünce benden başka birinin yanında giydiğin takdirde kalp krizi geçirebileceğimi fark ettim çünkü.”

Kendimi daha fazla tutamayacağımı fark ettiğimde Sare’yi uyandırmamak için başımı boynuna gömerek güldüm. O gecelikten hallice olan elbiseyi elbette dışarıda bir yerde giymezdim. Yani cesur giyinmeyi seviyordum ancak o kadar da değildi.

Yüzümün gömülü olduğu noktaya küçük bir buse kondurup “Tamam,” diye mırıldandım. “Bana uyar.”

“Anlaştık o halde?”

“Anlaştık, Başkomiserim.”

“O zaman şu odadan çıkalım da seni rahat rahat öpebileyim. Sare’yi uyandırmamak için dudaklarına bakamıyorum.”

Kıkırdayarak geri çekildim ve Sare’ye kısa bir bakış atıp huzurlu bir ifadeyle uyumaya devam ettiğinden emin olduktan sonra Aral’ın elini tutarak onu peşimden sürükledim. Zira şu saatten sonra onu öpmeden duramazdım ve ben öpüşürken pek rahat durabilen biri değildim.

Ki her ne kadar dile getirmemiş olsa da Aral da benim gibiydi. Bu, odadan çıkar çıkmaz beni en yakındaki duvara yaslayıp üzerime çullanmasından belli oluyordu. Gerçi iki ateşi başından aşkın insanın bir araya gelmesiyle ortaya böyle bir ilişkinin çıkması çok da şaşırılacak bir şey değildi.

Tek temennim, bu ateşin sonsuza kadar yanabilmesiydi.

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, oy ve yorum bırakmayı ihmal etmeyin lütfen.

Yeni bölümde görüşmek üzere!

İnstagram: dolunayinvechi - rabiaclr

Loading...
0%