Yeni Üyelik
47.
Bölüm

BÖLÜM - 45/1

@bayanclara

“Fotoğraflarını görmek ister misin?”

Koltukta öne doğru kaykılırken “Soruyor musun bir de?” dedim heyecanla. “Çabuk göster, çabuk!”

Baha, tepkime gülerek önlüğünün cebinden telefonunu çıkarırken sabırsızlıkla onu bekliyordum. Onunla ta üniversitedeyken sınav haftalarımdan birinde üniversite kütüphanesine gittiğim zaman tanışıp arkadaş olmuştuk ve aynı hastanede çalışıyor olmak arkadaşlığımızı bir hayli pekiştirmişti.

Nihayet telefonunun ekranını bana çevirerek fotoğrafı görmemi sağladığında gözlerimi kocaman açarak cıvıldadım.

“Bu güzellik de ne böyle? Peri kızı gibi görünüyor!”

Abartılı tepkimi hiç de abartılı bulmadan iç geçirdi. Sonuçta o bir kız babasıydı. “Değil mi? Ne ara bu kadar büyüdü, anlayamadım bile.”

“Sıla’nın da hakkını yememek lazım, kızını nasıl harika göründüreceğini çok iyi biliyor. Her kız annesinin ondan ders alması gerek.”

Usulca güldü ve telefonu fotoğrafı iyice inceleyebilmem için önüme bıraktı. “Sağa doğru kaydırırsan diğer fotoğrafları da görebilirsin.”

Dediğini yaptım ve ekranı kaydırarak peri kızının yılsonu gösterisinde çekilen fotoğraflarını inceledim. Sare’de olduğu gibi Baha’nın kızının doğumuna da girmiştim ancak o zamanlar asistandım. Yine de her ne şekilde girmiş olursam olayım doğumunda bulunduğum bebeklerin büyümüş hallerini görmek beni fena halde duygulandırıyordu. Hele de bu bebekler arkadaşlarımın çocuklarıysa inanılmaz bir bağ kuruyordum onlarla.

Üçlü aile fotoğraflarına denk geldiğimde güzelliklerini kıskanarak dudağımı büktüm ve fotoğrafı ona gösterdim.

“Bu şahane.”

“Sıla da onu çok beğendi. Hatta geçen gün fotoğrafçıda çıkartıp çerçeveletmiş. Yatak odasındaki komodinin üzerinde gördüğümde tatlı bir şok yaşadım.”

“Ya,” diyerek iç geçirdim. Aral’la şu seviyeye erişebilmemiz için daha ne kadar beklememiz gerekiyordu? Ben beklemekten fazlasıyla sıkılmıştım doğrusu. Artık icraata geçmek istiyordum.

Bir fotoğraf daha kaydırdığımda kızları Alin’in pamuk şekere bulanmış fotoğrafını gördüm ve küçük bir kahkaha attım.

“Bu kızı bu hale sen getirdin, değil mi?”

Göz ucuyla fotoğrafa bakıp sırıttı. “Yanlışlıkla oldu.”

“Kesin öyledir,” diyerek biraz daha güldüğüm sıra odamın kapısı hızla açılınca olduğum yerde irkilerek kapıya döndüm. Kucağındaki koca çiçek buketiyle içeri dalan Aral’ı gördüğümde yüzümde donan gülümseme yerini şaşkın bir tebessüme bıraktı ve neşeyle ayağa kalktım.

“Aral! Hoş geldin.”

Masanın etrafından dolanarak yanına gittiğimde çatık kaşlarla bir bana bir de Baha’ya baktığını fark ettim ama küçük bir duraksamanın ardından hızla toparlayarak kucağındaki çiçeklere odaklandım. Rengârenk kasımpatılarla gelmişti. Gülümsememi korurken bukete uzandım.

“Teşekkür ederim, çok güzeller.”

Çiçekleri kucağıma alıp kokularını içime çekerken “Sonunda tüm hastanenin dilinde olan erkek arkadaşınla tanışabildim, ha?” diyerek ayağa kalktı Baha. Bakışlarım ona döndüğünde dostane bir tavırla gülümsediğini gördüm.

“Hastanedekiler çok abarttı ama evet, erkek arkadaşım olur kendisi.”

Baha hafifçe başını sallayıp bize doğru yaklaştı ve elini Aral’a uzattı.

“Baha ben, Tamay’ın üniversiteden arkadaşayım.”

Aral, çiçeklerin arkasından onu dürtüklememin ardından çatık kaşlarını düzeltse de soğuk bakışlarını gizlemeden Bahak’nın elini sıktı.

“Aral ben de.”

Baha ya Aral’ın tavrını fark etmemişti ya da harika fark etmemiş rolü yapıyordu. Yüzündeki samimi ifadeyi bozmadan “Memnun oldum,” diyerek bana döndü.

“Sevgilinle ondan önce tanıştığım için Sıla beni çok kıskanacak. Sosyal medyaya attığın fotoğrafı gördüğünden beri tanışmak istiyordu.”

Neşeyle kıkırdadım. “O halde bunu ondan saklamalıyız. Karınla beni düşman etme.”

Sıla’nın karısı olduğunu bilerek söylemiştim ki Aral’ın gevşeyen omuzlarına bakılırsa mesajı almıştı. Şu an pot kıramazdım ama Baha gittiğinde bu hareketlerinin hesabını soracaktım.

“Hep o mu beni kıskandıracak? Biraz da ben hava atayım.”

“Evde değil mi, şu an? Sen gitmeden bir telefon açsam iyi olacak.”

İşaret parmağını yüzüme doğru sallayıp “Deneme bile,” diyerek beni yalandan tehdit etti. Sonra da “Bir yere gideceksiniz sanırım, daha fazla tutmayayım ben sizi,” diye ekleyip Aral’a döndü.

“Tekrardan tanıştığımıza çok memnun oldum. Müsait olduğunuz zaman birlikte bir şeyler yapalım. Eşim birlikte yemek yemekten çok hoşlanacaktır. Böyle çiftli yemeklere bayılır da.”

Aral usulca başını salladığında gülerek araya girdim. “Mesaj alınmıştır.”

Baha, masanın üzerindeki telefonunu aldıktan sonra bize veda ederek çıktı odadan. Arkasından kapıyı kapattıktan sonra koridorda uzaklaşmasını beklemek için birkaç saniye boyunca kapalı kapıya baktım, ardından da çatık kaşlarla Aral’a döndüm.

“Bu da neyin nesiydi şimdi?”

Aral, tavırlarımın yüz seksen derece değişmesi karşısında şaşırarak “Neden bahsediyorsun?” diye sordu ama kastettiğim şeyi bal gibi bildiğinin farkındaydım.

Çiçeklerimin arada zarar görmesini istemediğim için arkamı döndüm ve ilerleyerek buketi masamın üzerine bıraktım. Ardından tekrar Aral’a yönelip kollarımı göğsümde kavuşturdum.

“Odaya alacaklı gibi girmenden başlayalım istersen? Baskın mı yapıyorsun, o nasıl kapı açmaktı öyle?”

Geldiğinden beri ilk kez hafif mahcup gibi görünerek bakışlarını kaçırdı. “Amacım o değildi. Sadece…”

“Sadece ne?” diyerek üzerine gittim. Sinirliydim çünkü arkadaşımın yanında beni mahcup etmişti.

Seslice iç geçirip “Koridordayken kahkahanızı duyunca şey oldum birden,” diye mırıldandı. Ona dik dik baktığımı fark edince de “Kıskandım işte,” diye ekledi. “Kapıya yaklaştıkça gülme seslerinizi daha net duymaya başladım ve odanda tanımadığım bir herifle gülüşüyor olman sinirimi bozdu.”

“Baha,” diye homurdandım.

Anlamayarak kaşlarını kaldırdı. “Ne?”

“O herif dediğin kişinin adı Baha, ayrıca benim yakın arkadaşlarımdan biri. Düşmanından bahsediyormuş gibi konuşma.”

“Yakın arkadaşınsa neden tanımıyorum?”

“Yasemin’den başka tanıdığın arkadaşım mı var sanki? Ayrıca buradayken hiç insan içine karışmadık ki, arkadaşlarımı nasıl tanıyacaksın?”

Dilini dişlerinin üzerinde gezdirip beyaz bayrak çıkardığını gösteren bir ifadeyle “Burada çalışıyor sanırım?” diye sordu. Sadece sormuş olmak için sorduğunu bilsem de “Evet,” diye onayladım onu. “O da kadın hastalıkları ve doğum uzmanı. Hafta içi gireceği bir ameliyat için bir şey danışmaya gelmişti. Sonra da geçtiğimiz hafta, yılsonu gösterisine çıkan dört yaşındaki kızının fotoğraflarını gösterdi. Kızının doğumuna asistan olarak girmiştim, yani benim için yeri ayrı ve fotoğraflarına bakarken gülüyordum.” Ona kızmış olsam da bu davranışlarının kaynağını bildiğim için kafasında en ufak bir soru işareti kalmaması adına bilgi vermeye devam ettim.

“Eşi Sıla da burada çocuk doktoru olarak çalışıyor. O da yakın arkadaşım yani. Başka merak ettiğin bir şey var mı?”

Yüzünde gerçek bir pişmanlık ifadesi oluşurken “Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Kendime hâkim olamadım. Bir dahaki sefere bunu telafi edeceğim.”

Yumuşamadan düşünceli bakışlarla süzdüm onu. “Hep böyle mi olacak?”

“Nasıl yani?”

“Yani yanımda gördüğün her adama karşı gard mı alacaksın? Kim olduklarını bile sormadan onları benden uzaklaştırmaya mı çalışacaksın?”

“Hayır, elbette. Ben-”

Lafını kesip “Senin için randevu almamı ne zaman isteyeceksin peki?” diye sordum. “Beni yeterince bekletmedin mi sence de? Oysaki bu konuda anlaştığımızı sanıyordum?”

Güven konusundaki travması için terapi almayı kabul edeli çok oluyordu ancak ne zaman hastanedeki arkadaşımla konuşmayı teklif etsem vaktinin olmadığını söyleyerek bunu erteliyordu. Yaşadıklarının kolay olmadığını bilerek ona zaman tanımaya çalışıyordum ama aradan onca zaman geçmesine rağmen hala olduğumuz yerde sayıyorduk. Beni her şeyden çok sevdiğine adım kadar emindim ama tam olarak güvenmediğini, güvenemediğini de biliyordum ve bu canımı yakıyordu.

Bir süre düşünceli bir halde gözlerimin içine baktı ve en sonunda omuzlarını indirip “Tamam,” dedi. “Gideceğim ama bu hastanede çalışan birine gitmek istemiyorum. Hatta mümkünse tanımadığın biri olsun.”

Makul bir istekti. Benim yakın olduğum birine güven problemlerini anlatmak ona zor gelebilirdi. Bu yüzden hızla başımı salladım.

“Tamam, anlaştık. En kısa zamanda güvenilir ve iyi birini bulacağım.”

Bana doğru bir adım atarak dibimde bitti ve yavaşça elini kaldırıp önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

“Barıştık mı?”

Gözlerimi kıstım. “Küstüğümü söylememiştim ki.”

“O zaman öpebilir miyim artık seni?”

Ona kızgınlığım ancak bu kadar sürebiliyordu. Tişörtünün yakasından tutup kendime doğru çektim başını. “Sorarak vakit kaybediyorsun.”

Dudaklarımı onunkilere bastırdığımda hızla belimden kavrayıp beni kendine yapıştırdı ve diğer elini enseme yerleştirip öpücüğü derinleştirdi. Oldukça hırslı ve aceleci bir tavırla öpüyordu ancak buna bir itirazım yoktu. Zira şu an ben de pek sakin sayılmazdım.

Nefessiz kalana kadar öpüştükten sonra usulca ayrıldık birbirimizden. Son kez burnumun ucuna küçük bir buse kondurup bir adım geri gittiğinde derin bir nefes alıp dudaklarımı yaladım. Dudaklarımdaki parlatıcının tadını artık alamıyordum.

Aral beni taklit ederek kendi dudaklarını yaladıktan sonra oyunbaz bir tavırla “Hımmm,” diye mırıldandı ve “Bu seferki böğürtlenli sanırım?” dedi. Dedektifmiş gibi konuşması kendimi tutamayıp gülmeme neden olmuştu.

“Çabuk öğreniyorsun.”

“Yan yana olduğumuz anları çoğunlukla öpüşerek geçirdiğimiz düşünülürse çok da çabuk sayılmaz bence.”

Başımı alaylı bir tavırla sallayarak ona arkamı döndüm ve eşyalarımı toparlamak üzere masamın başında dikildim. Telefonumu ve birkaç gerekli şeyi çantama attıktan sonra üzerimdeki önlüğü çıkarıp kenardaki askıya astım. Ben toparlanmakla meşgulken Aral da duvara yaslanmış beni izliyordu.

Eşyalarımı toparlayıp çekmecelerimi kilitledikten sonra dolaptan sabah getirdiğim eteği alıp Aral’a döndüm ve odadaki hasta paravanını işaret ederek “Şurada pantolonumu değiştireceğim,” diye haber verdim.

Bakışları kumaş pantolonuma indiğinde “Bir şey mi döktün üzerine?” diye sordu.

Tatlı tatlı sırıttım. “Hayır, sadece canım etek giymek istiyor ve bu etek önlükle pek güzel durmadığı için sabah giyememiştim.”

Kafasını iki yana sallayarak hafifçe güldüğünde onu umursamayıp paravanın arkasına geçtim ve hızlıca pantolonumdan kurtulup eteğimi giydim. Üzerinde küçük çiçekler bulunan siyah etek bileklerime kadar iniyordu ancak sol tarafında dizkapağımın bir karış üzerine kadar uzanan yırtmacı bulunuyordu. Üzerimdeki düz beyaz tişörtle çok tatlı bir uyum sağladığı ve oldukça da rahat olduğu için kulübeye giderken bunu giymek istemiştim ancak yırtmaç hastane koşulları için pek uygun olmadığı ve Aral’a da dediğim gibi üzerime giydiğim gömlekle pek bir uyum yakalayamadığı için geçici olarak kumaş pantolonlarımdan birini giymiştim. Normalde pantolon veya şort giymeyi de çok severdim ancak etekler ve elbiseler kesinlikle favorimdi.

Paravanın arkasından çıktığımda Aral’ın bakışları elindeki telefonundan bana kaydı ve hızlıca eteğime indi. Ona doğru yürürken açılan bacağımı gördüğünde anlamış gibi kafasını sallayarak “Hastalarına kalp krizi geçirtmemek için giymedin bunu demek ki,” diye mırıldandı. “Ne kadar da düşünceli bir doktor...”

“Dalga geçmesene be,” diye söylensem de yüzümdeki sırıtışı bastıramıyordum. Beni beğenmesi hoşuma gidiyordu. Bunu sakınmadan dile getirmesiyse daha çok hoşuma gidiyordu.

Pantolonumu dolabımdaki askıya astıktan sonra dolabın altındaki bağcıklı sandaletlerimi çıkardım ve onları da hızla ayağımdaki sporlarla değiştirdim. Son olarak dolabın kapağını kapatıp onu da kilitledikten sonra Aral’a dönüp saçlarımı geriye savuşturdum.

“Artık hazırım.”

Aral, yüzündeki o eğlendiğini belli eden gülümsemeyi bozmadan sırtını duvardan ayırdı ve kaşlarını çatarak üzerindeki kıyafetlere baktı. Gri bir tişörtle kot pantolon giymişti, oldukça basit şeylerdi ancak yakışıklılığı sayesinde üzerindekilerin basitliğinin hiçbir önemi kalmıyordu.

“Senin yanına yakışmayacağımdan endişelendim.”

Son olarak anahtarlarımı attığım çantamı omzuma takıp masamın üzerindeki buketimi kucakladıktan sonra yanına doğru ilerlerken “Öyle bir şeyin söz konusu olmadığını bal gibi biliyorsun,” diye mırıldandım ve uzanıp elini tuttum. “Hadi gidelim, kocacığım.”

Bir şey demek üzere ağzını açmışken ona hitap şeklimi duyunca öylece kaldı ve ağzı açık bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. Şaşkaloz hali beni neşelendirirken uzanıp açık kalan ağzını öptüm.

“Alışsan mı artık bunu duymaya?”

“Alışmadığımdan değil… Sadece hep en beklemediğim anlarda söylüyorsun,” diye huysuzlandı. Tek kaşımı kaldırıp alayla baktım gözlerinin içine.

“Yani hala alışamadın.”

Bana kötü kötü baktıktan sonra başını sallayıp “Gidebilir miyiz artık?” diye homurdandı. “Daha markete gideceğiz.”

Tek kolumla tuttuğum çiçeklerime daha sıkı sarılırken gülümsemeye devam ettim. “Gidelim, kocacığım.”

Bu sefer şaşırmadı, utanmadı da. Hatta ateşlenmiş gibiydi. Nitekim beklemediğim bir hızla çenemi kavrayıp dudaklarıma oldukça sert bir öpücük kondurduğunda şaşırdığımı bile söyleyebilirdim.

Çenemi bırakmadan geri çekildiğinde şaşkın bakışlarımı görünce çapkın bir tavırla güldü. “Adamın aklını böyle alırlar işte.”

Biraz önceki haline bakmadan söylediği şey o kadar komiğime gitti ki kendimi tutamayıp bastım kahkahayı.

“Ay, seni tanımasam inanacağım bu sert abi tavırlarına.”

Onunla alay etmeme bozularak “Ne varmış tavırlarımda?” diye sordu.

“Ben de onu diyorum ya, bir şey yok. Hiç senlik değil. Aramızdaki ilişkiyi kuran kişi de yeri geldiğinde sert abi tavırlarına bürünen kişi de hep bendim. Bana kur bile yapmadın sen yahu. Ben seni zorla tavladım. İlk öpüşmemizi ben başlattım, bütün o saçma tavırlarınla ben uğraştım. Beraber uyuduğumuz ilk günü unuttun mu? Sopa yutmuş gibi yatıyordun yanımda, hatta seni yanıma bile zorla yatırmıştım.” Abartılı bir şekilde iç çekerek başımı iki yana salladım. “Ne zor günlerden geçmişim. Kendimi tebrik etmeliyim.”

Bana dik dik bakarken “Kur yapamıyorum değil, yapmıyorum,” diye homurdandı. “Gençliğimde tek gülümsememle bütün kızları etkim altına alırdım ben.”

Kaşlarım anında havalanırken “Bak bak bak,” diyerek güldüm. Arel’den böyle şeyler duymuştum ve o kadına âşık olmadan önce yürek yakan biri olduğunu da biliyordum ama ilk kez kendi ağzından böyle bir şey duyuyordum. Onu açmaya çalışırken biraz fazla mı ileri gitmiştim acaba? “Demek bütün kızları etki altına alıyordun? Hem de tek bir gülümsemenle?”

Omuzlarını dikleştirip “Tabii,” dedi. “Yeteneklerim çok uzun zamandır kullanmadığım için biraz körelmiş olabilir ama istersem sana felaket iyi kurlar yapabilirim. Hani şu izlediğin saçma romantik dizilerdeki adamlar var ya? Onlara bin basarım.”

Başımı omzuma doğru eğip “Sahi mi?” diye sordum.

“Sahi.”

Dudağımı bükerek başımı salladım. “Tamam, o zaman. Yap şovunu da görelim.”

“Emin misin? Sonra kalpten falan gitmeyesin?”

“O kadar mı iddialısın?”

“Bana inanmıyorsun, böyle kendince dalga geçiyorsun falan ama sonradan çok utanıp özür dileyeceksin benden.”

“Neden özür dilemem gerekiyor yahu?” diyerek güldüm. Şimdiye kadar çoktan hastaneden çıkıp yola koyulmuş olmalıydık lakin henüz odadan bile çıkamamıştık. Ayrıca niye böyle saçma şeyler konuşuyorduk ve ben bu konuşmadan delicesine zevk alıyordum, gerçekten bilmiyordum.

“Benimle alay ettiğin için.”

Biraz daha güldükten sonra hala tutmakta olduğum elini sıktım. “Tamam, eğer dediğin olursa gerekli şekilde özrümü dileyeceğim hiç merak etme.”

“Kendini şimdiden hazırla.”

“Tamam, başkomiserim. Emredersiniz, başkomiserim. Artık çıkmamız gerekiyor, gerekirse bu konuşmaya yolda devam ederiz, başkomiserim.”

Her cümlemde başımı bir sağa bir sola yatırdığım için gözlerini kıstı ve birkaç saniye boyunca yüzüme baktı. Sonra da “Başkomiserin yesin seni,” diyerek alnımdan öpüp benim bir şey dememe izin vermeden kapıyı açtı.

Sırıtarak peşinden ilerlerken dilimin ucuna kadar gelen şeyleri söylememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Zira kapıdan çıktığımız an koridordaki bütün gözlerin üzerimize çevrilmesine bakılırsa uygunsuz bir şey söylemenin hiç ama hiç zamanı değildi.

Asuman’a kısaca veda ettikten sonra tek elimde Aral, diğer kolumda buketim ve yüzümdeki kocaman gülümsemeyle koridorda yürümeye başladım. Kucağımdaki çiçekler sadece çalışanların değil, hastaların da dikkatini çekiyordu ama şu an bu popülerliği kaldırabilirdim. Zira şu an oldukça güzel ve mutluydum. Arkamdan konuşacaklarsa bu halimi konuşmalılardı, önceden geçirdiğim mutsuz günleri değil.

Hastaneden çıkıp arka bahçedeki otoparka gittik. Sabah hastaneye arabayla gelmiştim ancak içindeki çantamı alıp onu burada bırakacaktım.

Aral’ın kendi arabasını benimkinin yanına park ettiğini gördüğümde o tarafa doğru ilerledim. Aral cebinden anahtarını çıkarıp arabasının kilidini açarken ben de çantamdan kendi anahtarımı buldum ve arabamın kilidini açtım. Aral sesi duyunca merakla bana döndü. Sorusunu bakışlarından anlayabildiğim için “Kendime küçük bir çanta hazırlamıştım,” diye mırıldandım. “Kulübede bırakacağım. Böylece oraya her gittiğimde kıyafet sorunu yaşamaktan kurtulmuş olacağım.”

“İyi düşünmüşsün,” diyerek beni onayladığında çiçeklerimi onun kucağına bırakıp çantamı almak üzere arabamın bagajını açtım. Çantayı aldıktan sonra arabayı tekrar kilitledim ve çantayı Aral’ın arabasının arka koltuğuna bıraktım. Aral da elindeki buketi yolculukta zarar görmeyecek şekilde çantanın yanına yerleştirdi ve nihayet ön koltuklara geçip yola koyulduk.

Bir günlük kaçamağımızın daha fazla tatil havası vermesi için radyoya uzandığım sıra “Şile yolundaki markete gireriz diye hiçbir şey almadım,” diye mırıldandı Aral. Radyoyu çantamdan çıkardığım telefonuma bağlarken -bu sefer benim cıvıltılı parçalarımdan açmak istiyordum- “Her ne lazımsa orada da vardır illaki,” diyerek benim için bir önemi olmadığını belli ettim. “Zaten yemeği hazırlayacak olan sensin. O yüzden sen nereyi istiyorsan oraya gidelim.”

“Peki madem.”

Aral yola odaklanırken ben de geçenlerde Aral’a birlikte yola çıktığımızda çalmak için hazırladığım listeye girdim. Aslında şarkıların türüne göre birkaç farklı liste yapmıştım ancak şu an oturduğum yerde dans etmek istediğim için ‘oynak’ adını verdiğim listeye bakınıyordum. Sonunda şarkılardan birini açıp telefonu torpidonun üzerine bıraktım.

Arabanın içini müzik sesi doldurduğunda bir sağa bir sola salınarak ritme ayak uydurmaya başladım. Aral önce radyoya sonra da bana kısa bir bakış atıp önüne döndü ama dudak kenarının kıvrıldığını görebiliyordum. Bunu fark ettiğimi belli etmek amacıyla yanağından hızlıca makas alıp şarkıya eşlik etmeye başladım.

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık, aldatıldık, sevda böyle değil

Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne

Aldatıldık, aldatıldık, dünya böyle değil

Salınmayı bırakıp kol figürleriyle dansıma devam ederken Aral sol elime uzanıp kendine çekti ve elimin üzerine birkaç uzun öpücük kondurdu. Hareketi kalbimi pır pır ettirirken bunu söz verdiği üzere bana kur yapabildiğini göstermek için mi yoksa içinden geldiği için mi yaptığını merak ettim ancak ona sormadım. Nihayetinde birine sevdiğin için kur yapardın. Her durumda benim çıkarım söz konusuydu.

Parmaklarımızı birbirine geçirerek ellerimizi dizine bıraktığında tek kolumla dans etmek zor gelse de elimi geri çekmedim ve şarkıya eşlik etmeye devam ettim.

Ufalana ufalana kaç kuşak eridik bu yollarda

Kimimiz yerle yeksan kimimiz zor ayakta

Şarkı bittiğinde ben yeni bir tane açmak üzere telefonuma uzanırken Aral “Şurada beş dakika duracağım,” diye haber verip arabayı kenara çekti. Niye durduğumuzu anlamak üzere bakışlarımı dışarı çevirdiğimde bir pastanenin önünde olduğumuzu fark edip kocaman gülümsedim.

“Bana pasta mı alacaksın?”

“Pastasız doğum günü mü olurmuş?” diyerek az önce benim ona yaptığım gibi yanağımdan makas aldı ve kalbimi yine pır pır olmuş şekilde bırakıp arabadan indi.

Dimdik tuttuğu omuzlarıyla pastaneye girişini izlerken “Şerefsize bak,” diye söylendim. “Nasıl kalp çarptıracağını gerçekten iyi biliyor.”

Neyli pasta alacağını merak ederek arabada otururken bir yandan da yolun devamında dinleyeceğimiz şarkıları seçiyordum. Yaklaşık beş dakika sonra Aral arabaya yaklaştığında elindeki büyük kutuya kaydı bakışlarım. Kaç kişilik pasta almıştı bu adam?

Arka kapıyı açarak pastayı çantam ve çiçek buketimden arta kalan yere yerleştirip emniyet kemeriyle kendince güvene aldığında sırıtmadan edemedim. Arka kapıyı kapatıp ön tarafı açınca “Altı üstü hazır pasta, bu kadar korumaya gerek var mıydı?” diye dalga geçtim onunla. “Neyli aldın bu arada?”

Kontaktaki anahtarı çevirirken bana yandan bir bakış attı. “Hazır olduğunu kim söyledi?”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken “Nasıl yani?” diye sordum.

“Hazır falan değil. Yani hazır da senin bahsettiğin şekilde hazır değil. Üç gün önce pastaneyi arayıp özel sipariş verdim.”

İtirafı üzerine göğsüm sıkışırken “Aral,” diye mırıldandım. Sesim mırıltı gibiydi. “Hiç gerek yoktu. Onca işinin arasında bir de bunla uğraşmasaydın keşke. Normal bir pastaya da sevinirdim ben.”

“Hiçbir işim senden önemli değil,” diyerek başını salladı. “Ayrıca sevdiğim kadın için pasta siparişi bile veremeyeceksem ne işe yarıyorum ben?”

Dudağımı bükerek eline uzandım ve oldukça minnettar bir ses tonuyla “Teşekkür ederim,” dedim.

İç içe geçmiş ellerimizi kaldırıp yüzük parmağımın boğumuna bastırdı dudaklarını.

“Asıl ben teşekkür ederim, hem var olduğun hem de benimle olduğun için.”

Gözlerimin dolmasını istemediğim için başımı hızla önüme çevirip yola baktım. Bugün sadece gülmek vardı, mutluluktan dahi olsa ağlamak istemiyordum. Bu yüzden sessizce iç çektim ve dikkatimi telefonuma verdim. Yeni bir şarkı arabadaki dumanlı havayı dağıtabilirdi.

Şile yakınlarındaki bir markette durana kadar arabanın ön koltuğunda oturarak kurtlarımı döktüm. Niye bu kadar enerjiktim ve bu enerji dans ettikçe azalmak yerine giderek daha çok artıyordu bilmiyordum ama umursamıyordum da. Sadece bana eşlik etmek için direksiyondaki parmaklarıyla ritim tutan Aral’ı gördükçe hevesimin daha da arttığını biliyordum.

Aral anahtarı kontaktan çıkarıp kapıyı açarken “Enerjin bitmeden biraz da alışveriş yapalım bari,” diyerek güldü. Benimle alay etmesini umursamadan sırıtarak karşılık verdim ve kendi kapımı açtım.

“Bütün marketi de alsak enerjim bitmeyecek, çeneni boşa yorma.”

Kafasını sallayıp arabadan indiğinde ben de onu takip ettim ve arabanın ön tarafına gidip kapıları kilitlemesini bekledim. Yanıma geldiğinde arka cebinden bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. “Bu ne?” diyerek katlanmış kâğıdı açtığımda alışveriş listesi olduğunu fark ettim.

“Liste mi yaptın?” diye sordum şaşkınca.

Oldukça rahat bir tavırla omuz silkip elime uzandı ve parmaklarımız anında birbirine dolanırken beni marketin girişine çekiştirdi.

“Normalde liste yapmam ama bu gece her şeyin eksiksiz olmasını istediğim için -buna yapacağım yemeklerin içindeki en ufak bir baharat da dâhil- lazım olan her şeyi yazdım.”

Ne zaman kendi kendime daha fazlası olamaz desem oluyordu. Onun en kaba olduğu anlardan tut en ince düşünceli haline kadar her şeyini gördüğümü düşünüyordum ama böyle en ummadığım anlarda beni yine şaşırtmayı başarıyordu. Aslında benim için zerre kadar değeri yoktu. İster küçük bir baharat unutsun isterse yemeğin ana malzemesini, hiç üzülmezdim. Hatta yumurta kırsa bile kâfiydi benim için ama o böyle düşünmüyordu. Eminim kendisi ya da başka birileri için yemek hazırlayacak olsa onun da umurunda olmazdı ama söz konusu benim doğum günü yemeğim olunca her detayı gereğinden daha fazla önemsiyordu.

İşte bu yüzden ona kızgın kalma sürem varla yok arasında oluyordu. Beni çok sevdiğini en ücradaki hücrelerim bile çok iyi biliyordu. Beni bile isteye asla üzmeyeceğini de biliyordum. Bana olan güvensizliğini bile tolere edebiliyordum bu sayede. Yine de bu derdini de çözmesine yardım edecektim. Elimden geleni yapacak ve Aral’ı bütün sıkıntılarından kurtaracaktım.

Otomatik kapı açıldığında beni içeri doğru çekiştirdi ve elimi bırakmadan kenardaki market arabalarından birini alıp sürmeye başladı. Arabayı tek koluyla gayet güzel idare ettiğini görünce hafifçe güldüm.

“Alışveriş yapmaya bayağı alışıksın sanırım.”

Bakışlarını reyon raflarından çekmeden “Arel alışverişten hiç anlamaz,” diye mırıldandı. “Bizim evin toplu alışverişini ben yaparım, arada tek tük bir şey lazım olunca Arel’i gönderiyorum sadece.”

“Hım,” diye mırıldandım keyifle. “Tam evlenmelik bir beyefendisin yani.”

Yaramaz bakışlarını bana çevirdi. “Bunu evlendikten sonra fark etmen ne hoş.”

Gülerek omzumla koluna vurdum. “Biz daha evlenmedik cicim. Resmi olarak hiçbir şeyim değilsin.”

Aslında inatlaşmamızı sürdürebilmek için ona takılmaktı amacım ancak yeşillerine çöken hüznü görünce bocaladım ve hızla koluna yapışıp “Şaka yaptım,” diye mırıldandım. “Gerçekten şakaydı, seni sinir etmeye çalışıyordum.”

“Sözlerinin doğruluğu beni sinirlendirmez ama üzebilir,” diyerek iç çekti. “Üzdü de.”

Genelde bu duruma üzülen ben olurdum ancak sanırım artık kabullendiğim için beklemesi o kadar zor gelmiyordu.

“Öyle şak diye evlenilmez zaten, önce birkaç yıl sevgili olarak takılmamız lazım. Sonra bir süre nişanlı kalmamız lazım, en son da düğün yaparız.”

Kaşlarını çatarak şaşkın bir bakış attı. “Kırk yaşıma geldiğimde de evleneceğiz yani? Peki, niye nikâh kıyma konusunda o kadar acele ettik?”

Bakışlarımı yan tarafımdaki çay reyonuna çevirdim. Haklıydı, toparlayayım derken iyice batırmıştım. Konuşmayı nasıl devam ettirmem gerektiğini düşünürken çenemi tutarak ona dönmemi sağladı. Yüzünde muzip bir ifade vardı.

“Kara kara düşünmene gerek yok, ben de sana şaka yaptım.”

Ağzım kocaman açıldı. “Gerçekten üzülmüş gibiydin!”

“Rol yapmakta da fena değilimdir ama pek yapmadığım için bilmiyorsun tabii,” diyerek kendini övünce gülüşümü tutamadım. Gerçekten çok ama çok fenaydı. “Ayrıca şu an için üzülmemizin bir mantığı yok. Sen benim karımsın ve ben bunun fazlasıyla farkındayım, kimlikte ne yazdığının bir önemi yok.”

“Sanırım kulübeye gidince seni önce bir güzel dövmem sonrasında da öpmem lazım.”

Elini çekip kolunu omzuma atarak beni kendine yapıştırdıktan sonra saçlarıma derin bir öpücük kondurdu. “Önce karnını doyurayım da sonrasında bana ne istersen yapabilirsin.”

Şimdi şak diye düşüp bayılacaktım. Dertli dertli iç çektim.

“Keşke halka açık bir yerde olmasaydık.”

Güldüğünde göğsündeki kıpırtıyı omzumda hissetmek dudaklarımın kıvrılmasını sağlamıştı.

“Nedenmiş o?”

“Baş başa olsaydık üzerine tırmanıp sana istediğim şeyi yapabilirdim çünkü.”

Yutkunuşunun sesini çok net bir şekilde duyabilmiştim. Geçtiğimiz hafta neredeyse her geceyi bizde geçirmişti ve bu vakitlerde pek rahat durduğumuz söylenemezdi ancak birbirimize olan doyumsuzluğumuz asla geçmeyecek gibiydi.

“Sana istediğin şeylerin neler olduğunu sormalı mıyım?”

Sırıtarak başımı iki yana salladım. “Sormaman hayrına olur. Aksi takdirde alışverişi boş verip beni arabaya sürüklersin ve sonra da alışveriş yaptırmadığımı söyleyerek bana kızarsın.”

“O zaman alışverişi ışık hızında bitirip kulübeye gidelim.”

Cevap vermemi bile beklemeden adımlarını hızlandırdığında tek yapabildiğim gülüp ona yetişmeye çalışmak oldu.

Gerçekten kısa bir sürede listedekilerin çoğunu arabaya attığımızda Aral’ın market alışverişine olan yatkınlığına tüm kalbimle inanmıştım. Bu markete daha önce çok defa geldiği neyin nerede olduğunu şak diye bulmasından belliydi ve bu işimizi daha da çok kolaylaştırıyordu.

Çerez bölümünün önüne geldiğimizde “Canın neyi istiyorsa at arabaya,” diye mırıldandı. “Ben de şuradan etleri alayım.”

Çenesiyle karşıdaki kasap reyonunu işaret ettiğinde başımı sallayarak onayladım onu. Saçlarıma küçük bir öpücük kondurup yanımdan ayrıldığında şapşal şapşal sırıttım arkasından. Fiziksel temasa bayılan biri olarak yine böyle bir insana denk gelmek çok büyük şanstı.

Usulca iç çekip önüme döndükten sonra yüzde yetmişi çoktan dolmuş olan arabaya sevdiğim çerezlerden atmaya başladım. Yarın akşam eve döneceğimizi bilsem de elimi bol tuttum zira bazı fiziksel aktivitelerden sonra insan normalden daha fazla yiyebiliyordu.

Yeteri kadar çerez ve cips aldıktan sonra başımı çevirip Aral’a baktım. Kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde karşısında etleri hazırlayan görevliyle konuşuyordu. Olduğum yerden dahi gerilen kollarındaki kasları görebilmek iştahımı kabartıyordu doğrusu.

“Kocan mı?”

Duyduğum ince sesle birlikte irkilerek sağ tarafıma döndüğümde ancak kalça hizama kadar gelebilen küçük kızı gördüm. Mavi gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Elinde sıkıca tuttuğu kakaolu süte kısa bir bakış atıp tekrar gözlerinin içine baktım ve “Efendim?” diye mırıldandım.

Süt kutusundan ayırdığı elini uzatıp ileride bir yeri işaret ederek “Onu soruyorum,” dedi. “Senin kocan mı?”

Eliyle işaret ettiği yere döndüğümde Aral’ı sorduğunu anlayarak hafifçe güldüm ve başımı salladım.

“Evet, benim kocam.”

İlk defa biri bana Aral’ın kocam olup olmadığını soruyordu ve ben de ilk defa tanımadığım birine onun kocam olduğunu söylüyordum. Göğsümü sıcacık bir his doldurdu.

Sütünden küçük bir fırt çektikten sonra tatlı tatlı sırıttı. “Kocan yakışıklıymış.”

En fazla altı yedi yaşlarında gözükse de erkeğin yakışıklısından anlaması beni eğlendirmişti. Şaşkınlıkla gülerken “Değil mi?” diye mırıldandım. “Bence de çok yakışıklı.”

Önüne gelen sarı saçlarını omzunun gerisine iteleyip bakışlarını ellerime indirdi ve ince kaşlarını çatıp “Niye yüzüğün yok?” diye sordu. “Annem evli insanların yüzük taktığını söylemişti.”

Bir an ne diyeceğimi bilemeyerek yüzüne bakakaldım çünkü çok haklıydı ancak ona doğruları da söyleyemezdim. “Annen doğru söylemiş,” diyerek vakit kazanmaya çalıştım. Bir yandan da nasıl cevap vermem gerektiğini düşünüyordum. “Bizim henüz yüzüğümüz yok çünkü daha yeni evlendik ve bundan kimsenin haberi yok.”

Kimsenin haberi yok diyerek yalan söylemiştim ama şu an verebileceğim en makul yanıt buydu ve çok da yanlış sayılmazdı bence.

“Gizli gizli mi evlendiniz yani?”

Başımı salladım. “Öyle de denebilir.”

Cevabımı değerlendiriyormuş gibi düşünceli bir ifadeyle sütünden biraz daha içtikten sonra “Niye kimseye söylemediniz ki evlendiğinizi?” diye sordu.

“Bazı sorunlarımız vardı, o yüzden böyle yapmak zorunda kaldık ama yakında herkes öğrenecek.”

Ne demek istediğimi anlamış gibi uzunca hımladı ve sonra dudaklarını büktü. Üzülmüş gibiydi.

“Siz yeni evlendiğinize göre çocuğunuz da yoktur, değil mi?”

Onun neye üzüldüğünü anlamasam da ben de dudağımı büktüm. “Maalesef yok.”

“Tüh. Kocan kadar yakışıklı bir oğlun olsaydı onunla da ben evlenirdim.”

Sözleri karşısında şaşkınca gözlerimi kırpıştırdıktan sonra kendimi tutamayıp koca bir kahkaha attım. Öyle ki Aral bile sesimi duyup çattığı kaşlarıyla bana dönmüştü. Yanımdaki çocuğu görünce çatık kaşları havalandı ancak şu an onunla ilgilenemezdim, çünkü laf yetiştirmem gereken biri vardı.

Bana üzgünce bakan kız çocuğuna dönerek “Senin gibi güzel bir gelinim olmasını ben de çok isterdim,” diye mırıldandım. Sarı saçlı, mavi gözlü birini beğenmemek pek de mümkün değildi doğrusu. Ayrıca benim gibi gözü açıktı ve erkeğin yakışıklısından anlıyordu.

“AYŞİN!”

Uzaktan gelen kadın sesini duyduğumuzda sarışın kız çocuğu gözlerini kocaman açtı ve “Annem beni çağırıyor,” diyerek birkaç adım geriye gitti. Ona herhangi bir şey dememe izin vermeden el sallayıp “Bay bay!” diyerek koşmaya başladığında tek yapabildiğim arkasından bakakalmak olmuştu.

“O çocuk da kimdi?”

Reyonların arasında kaybolan kızın arkasından bakarken Aral’ın yanıma yaklaştığını fark edememiştim. Bu yüzden irkilmeme engel olamadım ve hemen ardından korkak biri olduğumu düşünerek kendi kendime güldüm. O kız da beni aynı bu şekilde korkutmuştu.

Bakışlarımı Aral’ın o çok sevdiğim yeşillerine çevirirken “Adı Ayşin’miş,” dedim.

“Ayşin mi?”

“Hımhım,” diyerek gülümsedim. “Ay gibi güzel ve değerli olan anlamına geliyor, biliyor musun?”

Niye etkilenmiş olduğumu anlamış olmalı ki hafifçe tebessüm etti ve “Ayşin,” diye tekrarladı. “Güzelmiş.”

“Yanıma gelip senin kocam olup olmadığını sordu bana. Bir de çok yakışıklıymışsın, öyle dedi.”

Son cümlem dudaklarının küstahça kıvrılmasını sağladığında hafifçe güldüm. “Çocukların iltifatları tamamen içten olur üstelik.”

“Yani yakışıklıyım?”

“Bunu zaten biliyorsun, Başkomiserim.”

Kolunu uzatıp belime doladıktan sonra beni kendine çekti ve başını eğip “İnsan ne kadar farkında olsa da sevdiği kişiden iltifat almak ister. Hatta bu istekten ziyade bir ihtiyaçtır,” diye mırıldandı. Kısık ses tonu ve konuşurken tenime değen dudakları vücut ısımı artırmıştı.

Başını geri çekerek gözlerimin içine baktığında “Gördüğüm en yakışıklı adamsın,” diye mırıldandım. “Ve ben bunu sürekli söylüyorum.”

Belimdeki eli hafifçe kalçama kaydı. “Ve ben de her seferinde ilk kez duymuş gibi mutlu oluyorum.”

Bir süre gözlerinin içine bakarak aklındaki düşünceleri okumaya çalıştım ama orada memnuniyetten başka bir şey göremiyordum. Burada olduğumuz için memnundu, benimle olduğu için memnundu; onu yakışıklı bulduğum için de memnundu.

“Bunları içinden geldiği için mi söylüyorsun yoksa bana kur yapabildiğini ispatlamak için mi?”

“İçimden gelmeden böyle şeyler söyleyebilecek bir adam olmadığımı çok iyi biliyorsun,” diyerek kalçamı kavradığında gözlerim irice açıldı ve telaşla etrafı taradım. Neyse ki yanımızda insan yoktu ve olsalar da market arabasıyla rafların arasına sıkışmış olduğum için kalçamdaki eli görebileceklerini sanmıyordum.

Kaşlarımı kaldırarak Aral’a baktım. “Halka açık yerlerde böyle bir şey yapacak biri olmadığını da biliyorum ama.”

Kalçamı biraz daha sıktıktan sonra bırakıp bir adım geri çekildi ve ben onu şaşkın şaşkın izlerken işaret parmağıyla çeneme küçük bir fiske attı.

“Karıma dokunmamın suç olduğunu bilmiyordum. Yeni yasa falan çıktı da haberim mi yok?”

Market arabasının kolunu tutup itmeye başladığında ağzım açık bir şekilde arkasından bakakalmıştım. İşte tam olarak bundan bahsediyordum. Ne yapıp ediyor ve sonunda beni şoka uğratıyordu.

Ben hala arkasından bakarken reyonun sonunda duraksayıp bana çevirdi başını.

“Bugün içinde gelmeyi düşünüyor musun yanıma?”

Kendimi tutamayıp güldüm ve başımı iki yana sallayarak ona doğru ilerledim. Çılgın olmayı seçtiyse kendi bilirdi. Zira ben ondan daha deli birisi olarak çılgınlığına eşlik etmekten hiç gocunmazdım.

Hızlı adımlarla yanına vardıktan sonra koluna girdim. “Gidelim bakalım yakışıklı kocam benim.”

Sırıtarak bana yandan bir bakış attı. “Gidelim, karıcığım.”

Daha rahat oturabilmek için bacak bacak üstüne attıktan sonra elimdeki paketten bir cips daha aldım. Marketten çıktıktan yaklaşık yirmi dakika sonra kulübeye varmıştık. Market poşetlerini Aral içeri taşırken pastamı, çiçeklerimi ve küçük valizimi ben almak zorunda kalmıştım. Hatta hepsini tek seferde taşıyamadığım için Aral’ın alay dolu bakışlarına maruz kalmıştım ancak yapacak bir şey yoktu. Onun kaslı kolları bende olsaydı ben de her şeyi tek seferde taşımayı bilirdim elbet.

Bugün öğlene kadar çalışmış olsam da sabah kahvaltısıyla durduğumdan oldukça açtım. Aral’ın da benden bir farkı olmadığı için oyalanmadan yemek hazırlamaya girişmişti ve ben doğum günü kişisi olduğum için de yanıma bir cips paketi alıp tezgâha kurulmuştum. Cips yiyerek hemen yanı başımda yemek hazırlayan Aral’ı izlemek yapabileceğim en güzel aktivitelerden birisiyi doğrusu.

Aral’ın soyduğu patatesleri kesmesini izlerken bakışlarım yüzündeydi. O kadar odaklanmıştı ki önündeki şeyin patates olduğunu bilmesem bomba imha ettiğini falan sanabilirdim.

Elindeki patatesi soyduktan sonra başını kaldırıp bana baktı.

“Elimi kesmemi istemiyorsan bacaklarını gözüme sokmaktan vazgeçmelisin, Doktor.”

Önce ne dediğini anlamayarak gözlerimi kırpıştırdım ancak bakışlarımı aşağı indirdiğimde neden bahsettiğini anlamam çok da zor olmadı. Ben pür dikkat onu izlediğim için fark edememiştim lakin bacak bacak üstüne attığımda eteğimin yırtmacı sağ olsun gizli saklı bir şey bırakmamıştı. Her şey meydandaydı.

Tatlı tatlı sırıtıp omuz silktim. “Bilerek yapmamıştım ama sanki görmediğin bir şey, abartmasan mı?”

Cevabım üzerine kaşlarını kaldırıp bana anlam veremediğim bir bakış attı. Ona boş bakışlarla karşılık verdiğimde musluğa uzanıp ellerini yıkadı. Hemen ardından musluğu kapatarak birkaç adımda karşıma dikilmesini neredeyse nefes almadan izledim. Islak ellerinden birini üstteki bacağımın üzerine yerleştirip hafifçe bana doğru eğilince cips paketinin üzerindeki parmaklarım karıncalandı. Çıplak bacağımdaki eli oldukça yavaş bir şekilde tenime sürtünerek yukarı doğru çıkarken yapabildiğim tek şey ağırca yutkunmak olmuştu.

Başını iyice eğip dudaklarımızın arasındaki mesafeyi sıfıra indirdiğinde gözlerim kendiliğinden kapandı ancak o beklediğim dokunuş gelmedi. Kafa karışıklığıyla gözlerimi araladığımda gözlerinde şeytani denebilecek bir bakışın olduğunu fark ettim.

“Seni defalarca kez öptüm ve sana defalarca kez dokundum ama yine de sana her yaklaştığımda nefes alışverişin hızlanıyor, değil mi Doktor?” Pislik herif benimle alay ediyordu! “Şuraya bak,” diyerek bakışlarını aşağı indirdiğinde usulca onu takip ettim ve hızla yükselip alçalan göğsümü gördüm. Ne halde olduğunun farkında bile değildim. “Benim için her seferinde sanki sana ilk kez dokunuyormuşum gibi heyecanlanıyorsun.”

Haklı olduğunu bildiğim için hiçbir şey söylemeden gözlerinin içine baktım tekrar. Orada yanan ateşi görebiliyordum. Ben onun için ne hissediyorsam aynısını o da benim için hissediyordu, biliyordum.

“O yüzden benimle alay etmeye kalkma,” diyerek bacağımın üst kısmını hafifçe cimciklediğinde elimde olmadan inledim. Ancak sesim acıdan ziyade başka şeyler çağrıştırıyordu ve bu ona zarar vermiş gibi hızla gözlerini kapadı.

“Böyle yaparsan yemek falan umurumda olmaz,” diye homurdandı. “Ve benim o masayı kurmam gerekiyor.”

Gözlerini aralayıp başını geriye çekmeye çalıştığında cips paketini tutan elimle hızla ona uzanıp uzaklaşmasını engelledim. Paketin kucağıma düşmesi umurumda falan değildi ancak keşke diğer elimi yağlamamış olsaydım. Böylece onu daha sıkı tutabilirdim.

“Beni böylesine uyardıktan sonra geri çekilemezsin,” diye fısıldadım dudaklarına doğru. “Bana karşı oyun oynayacaksan bunun tek taraflı kalmayacağını bilmelisin.”

“Tehlikeli sularda yüzüyorsun, Doktor.”

Sırıtarak bakışlarımı dudaklarına indirdim. “Sana daha önce çok iyi yüzdüğümü söylemiş miydim?”

“Söylemene gerek yok, bakışlarından belli,” diyerek iç çekti. Dudaklarımız arasında neredeyse mesafe olmadığı için bu tavrı daha da fenalaştırmıştı beni.

“Ee, bugün içinde öper misin beni?” diyerek onu kendi silahıyla vurdum.

Güldü ve gülüşünün direkt dudaklarıma vurması çok hoşuma gitti. Bunu daha sık yapmalıydı.

“Öpsem mi ki?” diyerek nihayet dudaklarını benimkilere dokundurdu ama öpmedi. Anlaşılan kıvrandırmaya devam edecekti ancak benim sabır taşı olma süresi çoktan bitmişti. Bu yüzden daha fazla konuşmakla vakit kaybetmedim ve üst dudağını dudaklarımın arasına alarak onu öptüm. Başta ağzıma nefes vermek dışında bir şey yapmasa da boynundaki elimi saçlarının arasına daldırıp hafifçe çekmem sabrının sonuna gelmesini sağlamış olmalıydı.

Hala tenimin üzerinde duran eliyle bacağımı kavrayıp kaldırdıktan sonra bacaklarımın arasında oluşan boşluğa girerek beni hırsla öpmeye başladığında bacaklarımı beline dolayıp onu iyice kendime çektim. Aramızda oldukça büyük bir gerilim hattı vardı; bu hat en ufak bir kıvılcımla patlayabilirdi ve biz de hep bunun olmasına neden oluyorduk.

Dudakları oldukça uzun bir öpücüğün ardından çeneme kaydığında boynumu geriye atarak ona öpebilmesi için daha geniş bir yer açtım. Dudakları bir müddet yanağımda, kulağımın altında ve boynumda dolandıktan sonra çenemi canım acımayacak şekilde ısırıp geri çekildi. Bakışları gözlerime çıktığında ona asla tutamadığım koca bir gülümsemeyle bakıyordum. Gülümsemem onun dudaklarına da bulaşırken “Mutlusun galiba?” diye mırıldandı. Gülümsemem iyice büyüdü.

“Hımm. Hem de çok mutluyum,” diyerek yüzündeki ifadeyi inceledim. “Sen mutlu musun?”

Tek eliyle önüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına iteleyip “Mutluyum,” diye mırıldandı. “Kendi kendime sırıtacak kadar hem de.”

“Ya,” diyerek kıkırdadığımda uzanıp gülüşümü öptü. Dudaklarım daha da kıvrılınca bu sefer de dudak kenarlarımı öptü. O kadar mutlu ve huzurlu bir andı ki karnımdan gelen ses olmasaydı muhtemelen hedef değiştirerek yatak odasına doğru yol alacaktık.

Açıkçası utançla karnımı tutmak yerine Aral’ın kucağında odalar arası yolculuk yapmayı tercih ederdim.

Aral, buruşturduğum yüzüme karşı küçük bir kahkaha attıktan sonra dudaklarıma sanki bana deli oluyormuş gibi hızlı ve sert bir öpücük daha kondurup hala beline dolanmış halde duran bacaklarımı okşayarak aşağı indirdi.

“Önce karnını doyuralım. Sonra kaldığımız yerden devam ederiz.”

Hiç istemesem de sözünü dinleyerek onu serbest bıraktım. Kesme tahtasının önüne geçmeden evvel kucağıma düşen cips paketini almayı da ihmal etmedi tabii.

“Bunu bitirirsen yemeklerimden yeteri kadar yiyemezsin ve ben bunun olmasını istemem.”

Paketi, ağzını büktükten sonra mutfak dolaplarından birinin içine bıraktı ve eline bıçak alıp işine geri döndü. Ben de onu izlemeye tabii…

Yaklaşık kırk beş dakika sonra arka verandadaki masaya karşılıklı oturmuş yemek yiyorduk. Sadece masayı kurmama izin verdiği için şu ana kadar yemeklere yalnızca uzaktan bakabilmiştim lakin görünüşleri bile midemi delirtmeye yeterliydi.

Ağzıma aldığım her lokmada mutluluk ve tatminle inleyip durduğum için -biraz da araya abartılı hareketler katıyordum tabii- Aral yemeyi bırakıp yanağını yumruk yaptığı eline yaslamış, gülerek beni izliyordu.

Yanağımın içi patates yemeğiyle doluyken bana öyle bakmasına daha fazla dayanamadım ve elimi ağzımın üzerine kapayıp “No?” dedim. “Noyo oylo bokoyorson?”

“Sevdiğim için,” diye cevap verdi. “Seni izlemeyi sevdiğim için böyle bakıyorum.”

Gözlerimi kırpıştırdım ve daha rahat konuşabilmek için ağzımdakileri hızlı hızlı çiğnemeye başladım.

“Dolu ağzım hiç de izlenilesi bir manzara değil,” dedim, ağzımdaki son lokmayı yuttuktan hemen sonra.

Yüzündeki eksilmeyen gülümsemeyle “Kendi adına konuş,” diye mırıldanıp eline çatalını aldı. “Benim için her halin fazlasıyla izlenilesi.”

Dudaklarımı büzüştürüp başımı salladım. “Sen bana gerçekten çok âşıksın galiba.”

Kaşlarını çatsa da ciddi olmadığı bakışlarından belliydi. “Galiba mı?”

Ağzıma biraz daha yemek sokuştururken “Hımmm,” diye mırıldanmakla yetindim. Dalga geçiyordum ve bunun farkında olduğunu da biliyordum. Bu yüzden karnımı doyurmaya devam ettim. Her şey o kadar lezzetliydi ki parmaklarımı yemekten korkar hale gelmiştim.

“Bundan şüphen olması beni bir miktar kırdı.”

Ağzımdaki lokmayı hızlı hızlı çiğneyip “Bana bu zamana kadar sadece makarna gibi basit şeyler yapman da beni kırdı,” diye homurdandım. “Bundan sonra bizde kaldığın müddetçe bütün yemekleri senin yapmanı isteyeceğim.”

Başını iki yana salladı. “Ben de senin elinden çıkan yemeklere bayılıyorum, o yüzden bu isteğini geri çevirmek zorundayım.”

İşaret parmağımı şakağıma dayayarak düşünüyormuş gibi yaptım. “O zaman benim yemeklerimi sen yap, seninkileri de ben yapayım. Nasıl fikir?”

“Bana uyar,” diyerek güldüğünde ben de güldüm. İkimiz de böyle bir şeyin mümkün olmadığının farkındaydık ama farkında değilmiş gibi davrandık. İnsan bazen sevdiği insanla saçmalamaya da ihtiyaç duyuyordu zira.

Kelimenin tam anlamıyla masadaki çoğu şeyi silip süpürerek sandalyeye yaslandıktan sonra masaya oturmadan evvel olmadığına emin olduğum göbeğimi ovuşturdum. Sanırım sandığımdan da fazla kaçırmıştım.

“O kadar çok yedim ki sanırım patlayacağım.”

Aral hafifçe gülerek başını salladı. “Bu sefer sana katılmadan edemeyeceğim ama patlamana izin vermeyeceğimi de bilmeni isterim.”

Gülmeye mecalim olmasa da sırıtmadan edemedim.

“Ellerine sağlık, her şey şahaneydi. Daha güzel bir doğum günü yemeği hayal edemezdim.”

“Afiyet olsun,” derken oldukça mutlu görünüyordu. “Beğenmene sevindim.”

“İşin içinde sen olduktan sonra benim beğenmeyeceğim hiçbir şey olamaz, Başkomiserim.”

Kaşları imalı bir şekilde havalandı. “Demek öyle?”

“Hımm, öyle.”

Bakışları düşünceli bir tavırla üzerimde gezindi. “Söylediklerin hoşuma gidiyor ama halin beni korkutmaya başladı. Gerçekten iyi misin?”

Gülümsemeye çalıştım. Yerken standartlarımı bu kadar zorladığımın hiç farkına varamamıştım.

“Sanırım bir sodaya ihtiyacım var.”

“Marketten almadık. Evde var mıydı, emin olamadım,” diyerek ayağa kalktıktan sonra buzdolabına doğru ilerledi. Kulübeye geldikten sonra marketten aldığımız şeylerle doldurduğumuz dolabın içine bakındıktan sonra kafasını iki yana salladı.

“Kola var ama soda yok.”

“Dert değil, sadece biraz sakinleşmem lazım. Hem belki biraz yürüyüşe çıkabiliriz. O da iyi gelir.”

Dolabın kapağını kapatırken “Arka tarafta ormanın içine uzanan çok güzel bir yürüyüş yolu var aslında,” diye mırıldandı.

“Harika,” diyerek gülümsedim. Kendimi biraz sıkışmış gibi hissetsem de çok da kötü sayılmazdım. “Üzerime rahat bir şeyler geçireyim, gidelim o zaman.”

Endişeli bir tavırla yüzümü incelerken “Soda sipariş vereyim mi?” diye sordu. Halim olsa bir çırpıda yanına gider ve çatılan kaşları yüzünden kırışan alnına sesli bir öpücük kondururdum ancak şimdilik gülümsemekle yetindim.

“Gerek yok. Yürümek daha iyi gelir.”

Yavaşça yerimden kalkmaya çalışırken “Keşke o kadar çok yemene izin vermeseydim,” diye söylendi kendi kendine. “Böyle olabileceğini hiç düşünmemiştim. Aksine hoşuma gitmişti halin.”

Kendimi tutamayıp güldüm. “Kibirli şey seni.”

“Yemeklerimi büyük bir aşkla yemiş olman hoşuma gitti diye kibirli mi oluyorum?” diye tatlı tatlı homurdandığında karnımdaki rahatsızlığı umursamadan yanına gittim ve uzanıp yanağından öptüm.

“Hayır, dünyadaki en mükemmel adam oluyorsun.”

“Tatlılık yapmayı bırak da gidip üzerini değiştir. Ben de sen gelene kadar buraları toparlayayım.”

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. “Doğru, tatlılık yapma işi sana ait. Rol çalmamam gerek.”

“Tamay!”

Kıkırdadım. “Kızma, tamam, demedim bir şey. Üzerimi değiştirip geliyorum.”

Ona arkamı döndükten sonra bastırdığım sırıtışımın tüm suratımı kaplamasına izin vererek yavaş adımlarla ilerledim. Mutfaktan çıktıktan sonra lavaboya uğrayıp ellerimi yıkayarak yatak odasına geçtim. Market poşetlerini boşaltma işi bana kaldığı için küçük valizimi Aral yatak odasına götürmüştü ama eşyalarımı yerleştirmemişti. Yürüyüşten sonra iyi olursam bir de onları halletmem gerekiyordu.

Kendi kendime söylenerek yatak odasının kapısını aralayıp içeri girdiğimde gördüğüm şeyle ayaklarım yere çivilendi ve ağzımdan engelleyemediğim bir çığlık fırladı.

“NE? NE OLDU? TAMAY!”

Aral’ın içeriden gelen bağırışlarını umursamadan elimi ağzıma kapattım ve kocaman açtığım gözlerimle karşımda duran şeye bakmaya devam ettim.

“Düştün mü? Bir yerine bir şey mi oldu? Kime diyorum, bir şey söyle-”

Önce dur durak bilmeyen soruları sonra da Aral odadan içeri girdiğinde elimi ağzımdan çekerek ona döndüm ve odanın diğer ucundaki şeyi işaret ederek “O da ne?” diye sordum şaşkınca.

Aral ilk olarak beni baştan ayağa süzüp iyi olduğuma kanaat getirdikten sonra işaret ettiğim şeye döndü ve elini alnına atıp küçük bir küfür mırıldandı.

“Ben onu unutmuşum ya.”

Kaşlarım saç diplerime doğru fırlarken “Unutmuş musun?” diye sordum. “Sence bu unutabileceğin bir şey mi, Aral? Odada kocaman bir piyano var.”

Elini alnından çekerek burnunu kırıştırdı ve cam kenarında duran piyanoya kısa bir bakış attı.

“Pek de kocaman sayılmaz.”

“Aral!”

Elini bu sefer ensesine atıp hafifçe kaşıdı. Utanmışa benziyordu.

“Sadece burayı senin de seveceğin bir yer haline getirmeye çalışıyordum. Hazır doğum günün de gelmişken hediye niyetine almak istedim.”

İtirafı karşısında omuzlarım çöktü ve bu sefer ağlamaklı bir tonda “Aral…” diye mırıldandım. “Bana çok güzel bir hediye almıştın zaten.”

Elini ensesinden çekip omuz silkti. Yüzünde çekingen bir ifade vardı. Küçük, tatlı mı tatlı bir oğlan çocuğuna benziyordu.

“Bir tane daha almak istedim.”

Daha fazla dayanamadım ve koşar adımlarla yanına gidip ona sıkıca sarıldım. Bir anda iyileşmiştim sanki.

“Çok teşekkür ederim. Hiç gerek yoktu, zahmet etmeseydin keşke.” Çenesine küçük bir öpücük kondurarak geri çekildim ve o çok sevdiğim yeşillerine baktım. “Burayı sevmem için içinde senin olman fazlasıyla yeterli. Ben senin olduğun her yeri çok seviyorum zaten. Başka bir şey yapmana gerek yok ki.”

“Ama yapmak istiyorum,” diyerek bir kez daha omuz silkti. “Burada senin için alınan eşyaları gördüğüm zaman huzurlu oluyorum. Senin için gerek yoksa bile benim için çok gerek var.”

Bana olan bağlılığı ve onu ifade ediş biçimi beni her seferinde büyülüyordu. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp parmak ucumda yükseldim ve dudaklarından öptüm.

“Sana çok aşığım, biliyorsun değil mi?”

“Ben de sana çok aşığım.”

“En güzel doğum günü hediyemin sen olduğunu biliyor musun peki?”

“Öyle mi?”

“Kesinlikle öyle.”

Bir şey demedi ama birkaç saniye boyunca öylece gözlerimin içine baktıktan sonra alnıma uzun bir öpücük kondurdu. “Niyetim sana sürpriz yaparak piyanoyu göstermekti, hatta o yüzden çantanı odaya koymana engel olup seni mutfağa göndermiştim ama sen yemekten sonra rahatsız olunca unuttum gitti.”

“Şapşal,” diyerek güldükten sonra kollarının arasından sıyrıldım ve incelemek için piyanonun yanına gittim. Siyah renkteydi ve evimde olandan daha küçüktü ama bu odaya benim piyanomun büyüklüğünde bir piyano koyulursa başka bir şeye yer kalmazdı zaten.

Parmaklarımı tuşlarda gezdirirken Aral hemen arkamda durup kollarını belime doladı ve göğsüne yaslanmamı sağladı.

“Piyanolar hakkında hiçbir fikrim olmadığı için ne tarzda bir şey almam gerektiğini yengene sordum. O yüzden beğendiğini düşünüyorum ama yine de sorayım, sevdin mi?”

Başımı omzuna yaslayarak ona baktım. Bu kadar düşünceli olması bazen kalbimi acıtıyordu.

“Bayıldım, çok güzel.”

“Yengen evinizdeki beyaz diye bunun siyah olmasını istedi. Daha doğrusu farklılığın hoşuna gideceğini söyledi, ben de ona güvendim.”

Kocaman gülümsedim. “İyi yapmışsın. Benim için piyano olması yeterli, rengi çok da önemli değil ama böyle mat siyah piyanolara da heves ediyordum doğrusu. Yengem de bunu biliyordu.”

“Bundan sonra bol bol çalarsın bana artık.”

Kollarının arasında dönüp çenemi göğsüne yasladım ve alttan alttan baktım ona.

“Yeter ki siz isteyin, Başkomiserim.”

Önüme gelen saç tutamımı kulağımın arkasına iliştirirken “Daha iyi misin?” diye sordu. “Karnın ağrıyor mu?”

“Biraz öncekinden daha iyiyim,” diye mırıldandım. “Yürüyüşten sonra zımba gibi olurum.”

Gülüp burnumun ucundan öptü ve serbest bıraktı beni.

“Hadi o zaman daha fazla oyalanmadan üzerini değiştir. Ben de yarım bıraktığım mutfak toplama işine geri döneyim.”

“Tamam,” diyerek tişörtünün üzerinden göğsünü öptüm ve son kez yeni piyanoma dokunup hazırladığım çantaya doğru ilerledim. Çantadan çıkardığım kumaş şortla askılı bluzu yatağın üzerine bırakırken yüzümü tembel bir gülümseme kaplamıştı. Daha doğum günüme saatler vardı ama şimdiden bunun en sevdiğim doğum günlerimden biri olacağından emindim.

Bölüme tatlı bir ara veriyoruz. ♥

Umarım sevmişsinizdir. Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz çok sevinirim.

Bölümün diğer yarısında görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın!

 

Loading...
0%