Yeni Üyelik
49.
Bölüm

BÖLÜM - 46

@bayanclara

Gözlerim gözlerine kitlenir

Doyamam seyretmelere seni

Özlerim birkaç saat fazla gelir

Yağızım, yiğidim, erkek güzeli

Güneş gözlüğümü kaldırıp saçlarıma taktıktan sonra uzanıp radyonun sesini biraz daha açtım. Erkek güzelimi almaya giderken onun şarkısını dinlemezsem olmazdı elbette.

İki gün üst üste devriyeye çıktığı için bugün izinliydi ve evdeydi. Onu özleme kotam çoktan dolduğu için bu gece bizde kalması için baskı yapmıştım. Evlenme teklifi aldığım günün üzerinden sadece üç gün geçmişti ve doğum günümü bizimkilerle kutladığımız günden sonra yüzünü doğru düzgün görememiştim. Doğum günüm parmağımdaki yüzük sayesinde milleti şoka sokarak geçmişti ve amcam bir kısım ayılıp bayılma evreleri atlatmıştı ama genel olarak çok eğlenmiştim. Hafta başından beri de yüzüğümü fark eden hastane çalışanlarının dedikodularıyla eğleniyordum ama yetmişti. Zaten kocam olan müstakbel kocamı görmek istiyordum artık.

Aral’ın arabası bakım için tamircideydi ve ben çok yüce gönüllü bir eş olduğum için onun taksilerde sürünmesine izin veremezdim. Bu yüzden onu almaya gelmiştim. Planım; eve gidip ona yemek yaptırmak, karnım doyduktan sonra da kucağına tüneyip sabaha kadar öyle kalmaktı.

Evlerinin olduğu sokağa girerken yüzüme hâkim olamadığım bir gülümseme yayılmıştı bile.

Sıcak hava yüzünden camlarımın hepsi açıktı, yani döngüye aldığım şarkıyı yanından geçtiğim herkes duyabiliyordu. Arabayı Aralların evinin önünde durdurduktan sonra Aral’a geldiğimi haber veren bir mesaj attım ve hemen ardından şarkının sesini bir tık daha yükseltip keyifle arkama yaslandım.

Şimdi prensesimi; ah, pardon, yani erkek güzelimi bekleme vaktiydi.

Dakikalar sonra apartmanın kapısı açıldı ve Aral’la birlikte küçük bir kız çocuğu daha dışarı çıktı. İkisinin de bakışları direkt beni bulduğunda küçük kız hafifçe gülümserken Aral daha çok dehşete düşmüş gibi görünüyordu. Elimi kaldırıp ona doğru hevesle salladığımda telaşla etrafa bakındı. Sanırım onu utandırmıştım. Sırıttım.

Sokak kalabalık olmasa da tek tük insanlar vardı ve doğal olarak bakışları bizim üzerimizdeydi. Aral bunu fark edince omuzlarını düşürdü ve koşar adımlarla arabanın yanına vardı. Başını eğip arabanın açık camından içeri soktuktan sonra “Ne yapıyorsun sen ya?” diyerek engel olmama müsaade etmeden radyonun sesini iyice kıstı.

Hafiften kızarmış yanaklarının tatlılığı karşısında erirken “Seni almaya geldim, hayatım,” diye mırıldandım masumca. “Ne oldu ki?”

“Ne olduğunu sen çok iyi biliyorsun,” diye homurdanarak başını geri çekip doğruldu ve elini ağzına kapatmış kıkır kıkır gülen kız çocuğuna kısa bir bakış atıp arabanın kapısını açtı. Aral yanımdaki koltuğa otururken ben de kıza bakarak sırıttım ve göz göze geldiğimizde ona el salladım. Bunu hiç garipsemedi ve sanki birbirimizi ilk kez görmüyormuşuz da kırk yıllık arkadaşmışız gibi gayet rahat bir tavırla bana karşılık verdi. Çocuklara bayılıyordum.

“Ravza’yla cilveleşmen bittiyse gidebilir miyiz artık?”

“Adı Ravza mı?” diyerek ona baktım. “İsmi de kendisi gibi güzelmiş.”

“Tamay,” diyerek sıkıntılı bir nefes verdi. “Sokaktaki herkes bizi izliyor. Gidelim mi artık?”

Elimi araba anahtarına götürürken “Tamam, hayatım,” diye mırıldandım masumca. “Gidelim, niye sinirleniyorsun?”

“Niye sinirlendiğimi gayet iyi biliyorsun.”

“Karşılama törenimi mi beğenmedin?”

“Bunun karşılama töreni olmadığını ikimiz de çok iyi biliyoruz, hem-”

Bana söylenmeye devam edecekken telefonu çalınca kocaman sırıttım ve arabayı çalıştırıp “Sen telefonuna bak,” dedim. “Ben kaçmıyorum ya, kızmaya sonra devam edersin.”

Anlayamayacağım şeyler homurdandıktan sonra cebindeki telefonu çıkardı ve ekrana kısa bir bakış atıp aramayı yanıtladı. Bu sırada çalan şarkının sesini tamamen kısmayı da ihmal etmemişti. “Efendim Rıdvan?”

Aral konuşmaya devam ederken gaza basıp yola koyuldum ama daha sokaktan çıkamadan elini önüme doğru uzatarak “Kenara çeksene,” diye mırıldandı. Kaşlarımı çatsam da dediğini yaptım ve kaldırım kenarına çektim arabayı.

“Ben gelmesem olmuyor muymuş?” diye sordu keyfi kaçık bir sesle. “Oğlum kısa da sürmez ki o ya.”

İşten çağırdıklarını anlayınca benim de keyfim kaçmıştı.

“Asaf Amir ne diyor?”

Yanaklarımı sıkıntıyla şişirip konuşmayı bitirmesini bekledim.

“Of, tamam. Tamam, geliyorum, tamam.”

Telefonu kapattığı an “Yine mi işe gideceksin?” diye isyan ettim. Suratım asılmış, dudaklarım büzülmüştü. Keyfim o kadar kaçmıştı ki utanmasam çocuk gibi ağlayacaktım.

“Son dakika toplantısı mı ne çıkmış, benim de olmam lazımmış,” diyerek ofladı. O da en az benim kadar bozulmuştu bu duruma. “Başkomiser olmak son zamanlarda çok canımı sıkıyor.”

Benim de sıkıyordu ama bunu dile getirmedim. Çünkü bu durum daha çok çalışmasına neden olsa da ona başkomiserim diye hitap etmeye bayılıyordum.

“Beraber gidelim, ben arabada beklerim. Sonra bize geçeriz.”

Elini uzatıp yanağımı kavradı ve “Toplantının ne kadar süreceğini bilmiyorum,” diye mırıldandı. Sanırım beni sakinleştirmeye çalışıyordu. “Sıkılırsın arabada. Hem hastaneden geliyorsun, yorgunsundur.”

Aslında yorgundum ama onunla vakit geçirecek olmanın verdiği mutluluk yorgunluğumu unutturuyordu. Gerçi Emniyet kapısında arabayla beklerken bunu unutmaya devam edebileceğimi ben de sanmıyordum.

“Ne yapacağız o zaman?”

“Sen eve git en iyisi, ben de bir taksi bulup Emniyet’e geçeyim. Toplantı bitince de başka taksiye atlar yanına gelirim.”

“Taksiyle uğraşma boşuna, benim arabamla git,” diye mırıldandım.

“Bu sefer de sen taksi bulmakla uğraşırsın,” diyerek ofladı. “Arabayı da tam vaktinde vermişim tamirciye.”

“Eve gitmem, sizin evde beklerim. Sen gelene kadar uyurum hatta. Böylece dinlenmiş de olurum.”

Kısa bir an teklifimi düşünüp “Emin misin?” diye sordu.

“Eminim, sen gelene kadar yatağındaki kokunla idare ederim artık.”

Hafifçe güldü ve uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. “Elimden geldiğince hızlı döneceğim.”

Tişörtünün yakasından tutup onu biraz daha kendime çektikten sonra bu sefer de ben öptüm onu. “Dönsen iyi edersin, Başkomiserim.”

Sadece birkaç dakika sonra Aral’ı Emniyet’e yollamış ve kolumdaki çantayla Aralların binasından içeri girmiştim. Şansıma zemin katta olan asansöre binip Aralların katını tuşladıktan sonra çantamdan anahtarlarımı çıkardım. Böyle durumlarda birbirimizin ev anahtarlarının yedeğine sahip olmak iyi oluyordu doğrusu.

Asansörden indikten sonra Arel’in işte olduğunu bildiğimden evin kapısını açıp içeri girdim direkt. Ayakkabılarımı girişteki ayakkabılığa bıraktıktan sonra adımlarımı banyoya yönelttim. Banyodaki işimi hallettikten sonra Aral’ın odasına geçip yatarken giymek için dolaptan tişört arakladım. Kulübeye kıyafet götürmeyi akıl edebilmiştim ama aslında buraya da birkaç eşya getirsem iyi olurdu. Aral’ın tişörtlerinden rahatsız olduğumdan değildi elbette ancak evde Arel de bulunduğu için onun yanında giyebileceğim tarzda şeylere sahip olmam yararıma olurdu.

Aklımdaki düşüncelerle birlikte yatağa girdikten sonra yüzümü Aral kokan yastığa bastırdım ve derince iç çektim. Karnım açtı aslında ama Aral’la birlikte yemek istiyordum. Bu yüzden açlığımı unutup uyumaya odaklandım. Yorgunluğum sayesinde uykuya dalmam çok da zor olmadı.

Duyduğum pıtırtılar beni daldığım uykudan uyandırdığında gözlerimi kırpıştırarak araladım ve nerede olduğumu algılamaya çalıştım. Etraftaki eşyaların Aral’a ait olduğunu kavrayabildiğimde uyumadan önce yaşadıklarım bir bir zihnime doluştu. Kaç saat uyuduğumu bilmiyordum ama odanın karanlığına bakılırsa bayağı olmuştu ve Aral hala gelmemişti. İçeriden gelen sesleri şimdi daha net duyabiliyordum ve Arel olduğunu tahmin ediyordum. Zira Aral dönmüş olsaydı, ortalıkta dolaşmak yerine yanıma uzanırdı.

Yandaki komodinin üzerine bıraktığım telefonumu aldığımda tahminim doğrulandı. Üç saattir uyuyordum ve kardeşim nerede olduğumu soran mesajlar atıp durmuştu. Hastaneden çıktığımda Aral’la birlikte eve geçeceğimi söylemiştim ona. Buraya geldiğimde ona haber vermeyi unutmuştum lakin bana ulaşamayınca Aral’a mesaj atıp olanlarını öğrendiğini yazmıştı attığı bir sonraki mesajında. Ona yeni uyandığımı bildiren bir mesaj attıktan sonra telefonu kenara bıraktım ve yataktan kalktım.

Yatarken çıkarttığım pantolonumu giydikten sonra üzerimdeki tişörtü düzelttim ve odadan çıktım. Seslerin mutfaktan geldiğini fark edince banyoya geçip yüzümü yıkadım ve ardından mutfağa geçtim. Arel olduğunu tahmin ettiğim kişi mikrodalganın içinden bir şeyler çıkarırken tahminimi doğrulamak için “Arel?” diye seslendim.

Elindeki tabağı tezgâhın üzerine bırakıp bana döndü ve kocaman gülümsedi. “Günaydın, Jülide. Ben mi uyandırdım yoksa seni?”

Omuzlarım hayal kırıklığıyla düşerken -Aral olmadığını bilsem de insan umut etmeyi bırakamıyordu-“Evet ama önemli değil,” diye mırıldandım elimi sallayarak. “Bayağı uyumuşum zaten, biraz daha uyusaydım gece uyuyamazdım. İyi oldu yani.”

“Sen öyle diyorsan,” deyip buzdolabına ilerledi. Bakışlarımla onu takip ederken “Aral’dan haberin var mı?” diye sordum. “Geri gelmeyi düşünmüyor mu?”

“Emniyet Müdür’ü toplantıya geç kalmış sanırım, o yüzden iş uzamış. Bir saate kadar gelir ama.”

Yanaklarımı şişirerek ofladım. Günümüz mahvolmuştu resmen.

Tabağındaki pizzaya bakarken “Market pizzası mı o?” diye sordum.

“Yok ama dünden kalma. O yüzden ısıttım.”

Yüzümü buruşturdum. Bayat şeylerle pek aram yoktu. Özellikle de uzun zamandır yemek yemiyorsam. “Niye başka bir şey sipariş etmiyorsun?”

“Ben başka bir şey sipariş edersem bunu kim yiyecek?”

Dolaptan aldığı kolayı bir bardağa doldurduktan sonra pizza tabağını da alarak mutfak masasına geçti. “Sana yer misin diye teklifte bulunmuyorum, çünkü surat ifadenden yemek istemeyeceğini anlıyorum.”

“En son öğlen yemiştim ve gerçekten çok açım ama evet, bu kadar beklemişken karnımı o bayat şeyle doyurmak istemem.”

“Sen bilirsin,” diyerek omuz silkti ve pizzasından koca bir ısırık aldı. Yenisini sipariş etmek isteyecek kadar iştahlandırmıştı beni. Ama Aral olmadan da yemek istemiyordum.

“Ben içeri geçip Aral’ı bekleyeceğim,” deyip omuzlarımı düşürdüm. “Umarım ben açlıktan ölmeden evvel gelmeyi başarır.”

Elini havaya kaldırarak kendince yolcu etti beni. “Sana bu ulvi görevde başarılar.”

Başımı iki yana sallayarak mutfaktan çıkıp oturma odasına geçtim ve vakit öldürmek için televizyonu açtım. Arada sırada denk gelip izlediğim güncel bir diziyi görünce kumandayı bir kenara bıraktım ve başımı koltuk yastığına yaslayarak diziye odaklanmaya çalıştım.

Aradan yaklaşık yarım saat geçtikten sonra Arel elinde kola bardağıyla odaya girdi ve televizyondaki diziye kısa bir bakış attıktan sonra çaprazımda kalan kanepeye oturdu.

“Yeni dizi mi bu? Hiç görmemiştim.”

“Yeni sayılır, sekizinci bölüm falan olması lazım.”

“Hımmm,” diyerek koltuğa yayıldığı sıra ansızın inleyince başımı hızla ona çevirdim.

“Ne oldu?”

“Bir şey yok ya, bugün sırtımı yaralamıştım. Unutup kanepeye bastırdım bir an.”

Olduğum yerde doğrulurken “Sırtını mı yaraladın?” diye sordum telaşla. “Nasıl?”

“Korkulacak bir şey değil, ekipteki çocuklarla şakalaşırken merdivenlerden düştüm. Sırtım da merdivenin kenarına geldi.”

“Merdivenlerin kenarına geldi,” diye onu tekrar ederken kaşlarım saçlarıma doğru kalkışa geçmişti. “Böyle şakalaşma mı olur? Ergen misiniz siz?”

“Erkekler her yaşta biraz ergen değil midir?” diyerek kaşlarını oynattığında ona kötü kötü bakmaya devam ediyordum. Benden büyük olması umurumda değildi, Tuana kendine zarar verdiğinde olduğu gibi kızmak istiyordum çünkü endişelendirmişti beni.

“Morardı mı?”

“En son baktığımda kızarıktı,” diyerek omuz silkti. “Sonradan ne oldu bilmiyorum. Sürekli sırtıma bakmak pek adetim değil.”

Alaylı cümlesini duymazdan gelerek yerimden kalktım ve ona doğru ilerlerken “Tişörtünü kaldır da bakayım,” diye mırıldandım. “Çok kötüyse krem falan süreriz.”

“Hiç gerek yok, gerçek-”

“Elinizde doktor varken böyle tavırlara girmeniz beni gerçekten çok şaşırtıyor,” diye homurdanarak sözünü kestim. Aral’a sayıyordum ama anlaşılan Arel’in de ondan farkı yoktu. “Genelde insanlar, o an turp gibi olsalar dahi bir doktorla tanıştıklarını öğrendiklerinde psikolojik olarak kendilerini hasta kabul eder ve doktora şikayetlerini anlatıvermeye başlarlar.”

Yanına oturduğumda gözlerini devirerek doğruldu ve elindeki kola bardağını önümüzdeki sehpaya bırakıp bana sırtını döndü. “Aral’la beni bir tutamazsın, ciddi bir şey olduğunu düşünseydim hastaneye giderdim zaten.”

Tişörtünü sıyırarak sırtını açığa çıkardığında kürek kemiklerinin arasındaki morluğu görünce gözlerim kocaman açıldı.

“Önemli bir şey değil dediğin buysa ne gibi şeyleri önemli gördüğünü merak ettim doğrusu. Sırtında neredeyse kafam kadar morluk var, Arel.”

Elimi morluğun olduğu kısma koyarak hasarın ne kadar önemli olduğunu anlamaya çalışırken duyduğum sesle boş bulunup olduğum yerde sıçradım.

“Ne oluyor burada?”

Aral’ın sesiyle ikimiz de hızla kapıya döndük. Elimi kalbimin üzerine götürürken “Ödümü patlattın,” diye mırıldandım. “Niye sessizce girdin içeri?”

“Ne oluyor burada, dedim?”

Hissettiğim korku yüzünden ilk birkaç saniye ne dediğini, daha doğrusu ne demeye çalıştığını anlamamıştım ancak kaskatı bir halde bize baktığını görünce kaşlarım çatıldı.

“Ne demek, ne oluyor?” diye sordum gayriihtiyari.

Bakışları Arel’le benim aramda dolandıkça yüzündeki gerginlik artıyordu ve ben buna bir anlam vermekte zorlanıyordum. Bu saçma tepkisine nasıl bir karşılık vermem gerektiğini gerçekten bilmiyordum.

Ben olduğum yerde öylece Aral’a bakakalmışken Arel aceleyle tişörtünü indirdi ve “Bugün sırtımı yaraladım,” diye açıklamaya koyuldu. Üzerinde gereksiz bir telaş vardı. “Tamay da ona bakıyordu.”

Aral, açıklamada yanlış bir şey varmış gibi şüpheli bakışlarını yüzlerimizde gezdirmeye devam edince kendimi daha fazla tutamayıp “Niye bize öyle bakıyorsun?” diye sordum.

“Nasıl bakıyormuşum?” diye sorarken sesi uzun zamandır duymadığım kadar soğuk ve sertti. Öyle ki yazın ortasında üşüdüğümü hissettim.

“Yalanımızı arıyormuşsun gibi,” diye mırıldandım. “Yanlış bir şey yapmışız da bunu görmeye çalışıyormuşsun gibi.”

Cevap vermedi ama bakışları her şeyi anlatıyordu. Gerçekten böyle düşünmüştü.

Dehşete düşmüş bir halde ona öylece bakakaldığımda Arel bir şeyler yapması gerekiyormuş gibi hızla ayağa kalktı ve “Aral, bak-” dedi ama sözünü kestim.

“Ben doğru mu anlıyorum şu an?” diye sordum, gözlerim kocaman açılırken. “Sen bize, bizi yanlış bir şey yaparken basmış muamelesi mi yapıyorsun?”

Gözleri gözlerime kitlendi ama yine cevap vermedi ve bu, bugüne kadar kalbime aldığım en büyük darbelerden biriydi.

Kendimi tutamayıp ayağa fırlarken “Şaka yapıyor olmalısın!” diye bağırdım. Hayır, isyan ettim. “Benim… Benim, seni…” O kadar ama o kadar saçma ve iğrenç bir şeyle itham ediyordu ki bizi, doğru düzgün cümle bile kuramıyordum. “Arel’le aldatacağımı mı düşündün? Hatta… Düşünüyorsun. Şu an?” Hayal kırıklığı dolu bir inilti çıkardım. “Gerçekten mi, Aral?” Kendimi tutamayıp bir kez daha bağırdım. “GERÇEKTEN Mİ YA?”

Tepkim karşısında odaya girdiğinden beri ilk tereddüdünü yaşadı, bunu gözlerinde görebilmiştim ama zaten şu ana kadar göreceğimi de görmüştüm.

Arel, sakin tutmaya çalıştığı sesiyle “Tamay,” diyerek bir kez daha araya girmeye çalıştı ama elimi ona doğru uzatıp susturdum.

“Şu an değil. Bu sefer değil.” Başımı delirmiş gibi iki yana salladım. “Benim duyduğumu senin kulakların duymuyor mu ya? Şu an neyle suçlandığımızın farkında mısın? Bize nasıl davrandığının farkında mısın?”

Söylediğim her kelime Aral’ın aklını başına getiriyormuş, daha doğrusu az önce ne yaptığının farkına varmasını sağlıyormuş gibi duruyordu ama umurumda değildi. Şu an apayrı bir şeye kilitlenmiştim.

“Farkındayım ama bunu bu kadar büyütmeyelim, sadece yanlış anlaşılma-”

“Bu kadar büyütmeyelim mi?” diye sordum hayretle. “BÖYLE YANLIŞ ANLAŞILMA MI OLUR?” Yanaklarımı basan yaşlara bakılırsa ağlıyordum. “Sabahtan beri sadece onunla buluşacağım anı düşündüm ben ya. Onunla daha rahat buluşalım diye arabamı verdim, geldiğinde doğru düzgün vakit geçirebilelim diye uyuyarak yorgunluğumu atmaya çalıştım. Saatlerdir yemek yemedim ya ben, onunla yemek istediğim için bekledim. Saatler sonra karşıma geçtiğinde söylediği şey gerçekten bu mu olmalıydı?”

Artık Aral’a doğru düzgün bakamıyordum bile. Bakarsam kendimi çaresizlikle yere atmaktan korkuyordum çünkü. Hala daha yaşananları ve uğradığım yanlış anlaşılmayı idrak etmekte güçlük çekiyordum.

Ellerimi saçlarımın arasından geçirip kafamı iki yana salladım. Arel’e bakmaya devam ediyordum ama yüzündeki ifadeleri çözemiyordum. Neden benim gibi hayal kırıklığına uğramıyordu mesela? Niye deli gibi üzgündü ama en ufak bir kızgınlık ibaresi göstermiyordu? Aral’ın yaptığı her şeyi affetmeye bu kadar mı alışmıştı? Yoksa zan altında bırakıldığımız şeyin farkına mı varamamıştı?

“Birbirimizi tanımazken eski sevgilim olduğunu öğrendiğinde düşündüğü ilk şey yanlış bir şey yaptığım olmuştu. Aradan aylar geçti ama o günden beri bir kez bile bana güvendiğini hissedemedim. Hissettirmedi, çünkü güvenmedi. Söz konusu başka adamlar olduğunda hep ileri geri konuştu benimle. Bana olan duygularını açıklaması bile bu duruma dayanıyordu. Her şeyi alttan aldım. Daha bir hafta önce sırf gülüyoruz diye yakın arkadaşlarımdan birine çok kötü davrandı, bana olan güvensizliğini belli etti ve ben yine alttan aldım. Onu anlamaya çalıştım. Dayanabildiğim kadar dayandım. Yaşadıklarının zor olduğunu biliyorum, gerçekten biliyorum ama bu kadarı fazla,” diyerek hıçkırdım. Bunları Aral’ın yüzüne söylemeyi isterdim ama bunu yapmaya gücüm yoktu. Arel’e bakarken bile zor konuşuyordum zaten.

“Sen onun kardeşisin ya,” dedim, sesim can çekiyormuşum gibi çıkmıştı. Gerçekten de can çekiyordum. “İkizisin. Böyle bir şeyi bana nasıl yakıştırır? Böyle bir şeyi sana nasıl yakıştırır? Aklın alıyor mu ya? Benimki almıyor.”

Öyle fena ağlıyordum ki ben bile acımıştım kendi halime. Düşsem düşemiyordum, şu an bu evi terk edecek gücüm de yoktu ve acilen toparlanmalıydım. Başkalarının yanında ağlamaktan nefret ediyordum.

Aral bana doğru ilerleyerek oldukça kısık bir sesle “Tamay,” dediğinde sesindeki pişmanlık kırıntılarını duymuştum ama geç kalmıştı. Çok geç kalmıştı hem de.

“Şu an seninle konuşmak istemiyorum. Sesini bile duymak istemiyorum,” diyerek başımı salladım ve gözlerimi zar zor onunkilere çevirdim. Kahrolmuş gibi görünüyordu ama ne kadar üzülürse üzülsün benim kadar olamazdı.

“Arel senin yaptığın her şeye katlanıyor olabilir, onun tarafından affedilmeye alışık olabilirsin ama bu kadarı çok fazlaydı. O, bu yaptığına nasıl katlanıyor bilmiyorum ama ben… Ben…” Başımı iki yana salladım. Konuşmak çok zordu ve zaten bitik olan enerjimi harcamaktan başka bir işe yaramıyordu. Bu yüzden farklı bir şekilde bitirdim cümlemi. “Ben gidiyorum.”

Son gücümü toplayıp sarsak adımlarla odadan çıktım ve yatak odasındaki çantamla telefonumu kaptığım gibi çıkışa yöneldim. Arel’i göremiyordum ama Aral peşime takılmıştı. Umursamadım ve bana yanaşmaya cesaret edememesini fırsat bilerek kapıya ulaştım. Ayakkabılarımı hızla ayağıma geçirirken bana doğru birkaç adım atıp “Tamay, ne olur gitme,” diye yalvardı. “Konuşalım, lütfen.”

Kapıyı açarken hala elinde duran araba anahtarını görünce elimi uzatıp buz gibi bir sesle “Anahtarımı ver,” dedim. Normalde umursamaz, dışarı çıkıp taksi arardım ama yol boyunca ağlayacağımı bildiğim için taksicinin garip bakışlarıyla uğraşmak istemiyordum. Ayrıca şimdi olmasa bile o arabaya illaki ihtiyacım olacaktı ve ben Aral’ı gerçekten uzun bir süre görmek istemiyordum.

“Tamay, lütfen-”

“Şu an senin yüzüne bakmak bile canımı yakıyor. O yüzden beni daha fazla zorlama ve anahtarımı ver.”

Çaresiz bakışları yüzümde dolanırken istediğimi yapmaya niyetli değil gibiydi. Onu bırakıp gidecek olmam korkmasına neden olmuştu ve kendince çare arıyordu ama şu an bunların hiçbirini kaldıramayacaktım.

Sonunda gözümden akmaya devam eden yaşlar pes etmesine neden oldu ve anahtarı bana uzattı.

“Arabayı bu halde sürebileceğine emin misin? Ben bırakayım-”

Cümlesini bitirmesine izin vermeden elindeki anahtarı kaptım ve merdivenlere yöneldim. Asansörü bile bekleyecek halim yoktu. Merdivenleri koşarak inerken istediğim tek şey yok olabilmekti.

Üzerimde Aral’ın tişörtüyle ondan kaçarken istediğim tek şey yokluğa karışıp acılarımı duyamaz hale gelmekti.

“Buna daha ne kadar devam edeceksin?”

Geçen bir haftada sıkça olduğu gibi yine Yaseminlere gelmiştim ve uyuyan Sare’yi izliyordum. Yasemin bir saat kadar önce onu emzirip uyutmuş ve kendi yataklarına yatırmıştı. Sare, koca yatağın ortasında sere serpe uzanırken ben de yatağın bir ucuna kıvrılmış onu izliyordum. Ağır nefesleriyle yükselip alçalan göğsünü izlemek son günlerde bana iyi gelen tek şeydi. Keşke bunu yaparken Yasemin’le de uğraşmak zorunda kalmasaydım.

Sorusuna cevap vermek yerine “Sare’yi uyandıracaksın,” diye fısıldadım. Kendimi oldukça yorgun hissetsem de uykum yoktu, keşke ben de Sare gibi gözlerimi kapayıp saatlerce uyuyabilseydim.

Söylediğim şeyi umursamadan -ki kızının dış faktörler yüzünden uykusunu alamamasından nefret ederdi- “Kendine zaman tanıdığını zannediyorsun ama aslında kaçıyorsun,” diye devam etti. “Ve bu şekilde hiçbir sorunu çözemezsin.”

Beni rahat bırakmayacağını anladığım için “Biliyorum,” diye homurdandım. “Burada böylece yatarak hiçbir şeyi çözüme kavuşturamam ama sorun da bu zaten. Hiçbir şeyi çözmek istemiyorum.”

Kapı ağzında dikilmekten vazgeçti ve ilerleyip yatağın diğer ucuna ilişti.

“Çözmek istemiyorum da ne demek?” diye sordu şaşkınca. “Ayrılmak mı istiyorsun yani?”

Ayrılık kelimesini duyar duymaz dolmaya başlayan gözlerime sinir olarak gözlerimi sıkıca yumdum ve “Elbette hayır,” diye mırıldandım. “Hayatıma onsuz devam edemem.”

“O zaman?”

“Ondan ayrılmak istemiyorum ama bu durumu alttan almak da istemiyorum, Yasemin. Her seferinde her şeyi alttan alan ben oldum. O özür diledi, ben affettim. O özür diledi, ben affettim. O özür diledi ve ben yine affettim.” Boğazımda koca bir yumru vardı ve ne kadar yutkunursam yutkunayım geçmiyordu. “Affetmekten yoruldum. Onu anlamaya çalışıyorum, inan bana bunun için kendimi parçalayacak kadar çok çaba gösteriyorum ama dayanacak gücüm kalmadı artık.”

Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi iç çekti ve parmaklarını dağınık saçlarının arasından geçirdi. Bir haftadır hem benimle hem de kızıyla uğraşmaktan canı çıkmıştı. Hafta sonu bile rahat bırakmıyordum onu. Sıktığımı biliyordum ama ondan başka gidecek yerim yoktu. Çünkü Aral’la aramızda yaşananları bir tek ona anlatmıştım. Diğer herkes Aral’la tartıştığımızı biliyordu yalnızca. Bir haftadır etrafta ölü gibi gezmemden kavganın büyük olduğu anlaşılıyordu ancak sorsalar da tam olarak ne olduğunu söylememiştim kimseye. Aslında sorularıyla muhatap olmamak için amcamla yengeme hiç belli etmemeye çalışmıştım ancak Tuana ağzından kaçırmıştı ve daha bir hafta önce herkese göğsümü gere gere tek taşımı gösterirken bir anda bu hale gelmem ikisini de telaşlandırmıştı. Amcamın ne olduğunu öğrenmek için Aral’ı aramaya kalkıştığını ve yengem tarafından durdurulduğunu da biliyordum. Onu özellikle tembihlemiştim. Bu Aral’la ikimizin arasındaydı, hiçbir üçüncü kişinin konuya dâhil olmasını istemiyordum.

“Seni hala aramadı, değil mi?” diye sordu, aramızdaki uzun sessizliği bölerek. Başımı salladım.

“Ben onu arayana kadar aramaz.”

“Çünkü sen öyle istedin.”

İçime güçlü bir nefes çektim ve “Çünkü ben öyle istedim,” diye onayladım.

O olayın olduğu gün evlerinden çıkıp gittiğimde peşimden gelmemişti. Bu iyi bir şeydi, aksi takdirde o sinirle kalbini çok fena kırabilirdim. Aradan birkaç saat geçtikten sonra ise aramaya başlamıştı. Hiçbirine yanıt vermemiştim. Odamda saatlerce hüngür hüngür ağlamaktan başka hiçbir şey yapmamıştım hatta.

Gece yarısına doğru Tuana odama gelmiş ve Aral’ın arabasının evin önünde olduğunu söylemişti. Ben aramalarına yanıt vermeyince Tuana’ya ulaşmış ve benimle konuşmak istediğini haber verdirmişti ama istememiştim. Yüzünü görmek istemiyordum, çünkü gözlerine baktığım an canım onun yüzünden acıyor olsa dahi çareyi onun göğsünde aramak için yanıp tutuşacağımı biliyordum. Ancak bu sefer olmazdı. Bu, öncekiler gibi değildi. Başka insanlara olan güvensizliğini bir yere kadar anlayabilirdim ama söz konusu kendi öz kardeşiyken beni zan altında bıraktığı şeyi kabullenemezdim. Olmazdı. Aşk da sevgi de bir yere kadardı. Güven olmadan bir yuva inşa edemezdiniz.

Tuana’yı odamdan gönderdikten sonra telefonumu elime almış ve onlarca aramasını es geçip attığı mesajlara bakmıştım. Çoğunda benimle konuşmak istediğini söylese de özellikle son birkaç mesajında nasıl olduğumu sormuştu. Ben de onlara ithafen hiç iyi olmadığımı ve beni kendi halime bırakmasını istediğimi yazmıştım. Mesajın sonuna da ben ona ulaşmaya çalışana kadar bana mesaj dahi atmamasını istediğimi eklemiştim. Beni dinlemişti. O mesajıma bile cevap yazmamış ve yaklaşık yarım saat sonra evimin önünden ayrılmıştı. O zamandan beri de hiçbir şekilde iletişim kurmamıştık.

“Ne desem bilemiyorum gerçekten,” diyerek iç çekti Yasemin. “Haklı olduğunu biliyorum, bu yüzden onunla konuşman konusunda ısrar da edemiyorum ama bu durumun böyle süremeyeceğini de bilmeni istiyorum. İyi ya da kötü her karar, kararsızlıktan daha iyidir.”

Sözlerine bir karşılık vermeden uzandım ve işaret parmağımın ucuyla Sare’nin açık avucuna dokundum. Yumuşacıktı. Parmağımı varla yok arası bir temasla tenine sürterken küçük parmakları kapandı ve parmağımı kavradı. Zaten ağrılar içinde kıvranan kalbim bu temasla birlikte paramparça oldu ve yanaklarım gözyaşlarımla buluştu. Bir haftadır aynı bu şekil her şeye ağlıyor olsam da gözyaşlarım tükenmemişti ve ben ağlamaktan da çok yorulmuştum. Uyuşup kalmak ve uzun bir süre hiçbir şey hissetmemek istiyordum.

“Ah, Tamay. Ah be kızım.”

Yasemin kendi kendine hayıflanırken boştaki elimle yüzümü kurulamaya çalıştım ama nafileydi. Gözyaşlarım durmadan akmaya devam ediyordu.

Ben kendimle mücadele eder, Yasemin de ne yapacağını bilemediği için beni izlemekle yetinirken odadaki koltuğun üzerine bıraktığım telefonumun titrediğini duydum. Yasemin de duymuş olmalıydı ki bana hiçbir şey söylemeden yataktan kalktı ve telefonumu alıp ekrandaki isme baktıktan sonra “Arel arıyor,” diye haber verdi.

Sare’nin ben yanındayım dercesine sıkıca tuttuğu parmağıma bakarken “Boş ver,” diye mırıldandım. Geçtiğimiz bir hafta boyunca beni birkaç kez daha aramıştı ama hiçbirine yanıt vermemiştim. Artık beni yöneltmesine izin veremezdim. Ondaki sabrı ve anlayışı takdir ediyordum ancak ben onun gibi değildim. Hatta bana kalırsa o da artık öyle olmamalıydı. Aral’a karşı sonsuz toleransı var gibiydi. Hâlbuki o da benimle aynı iğrenç imaya maruz kalmıştı. Diğer şeyleri bir yere kadar anlayabilirdim ama bu? Bu, hoşgörüyle yaklaşılabilecek bir şey değildi, geçmişte her ne yaşamış olursa olsun.

Telefon Yasemin’in elindeyken sessizleşti ve aradan geçen birkaç saniyenin ardından tekrar çalmaya başladı.

“Benim açmamı ister misin?”

Başımı salladım. “Hayır.”

Gözlerini devirdiğini görsem de umursamadım ve bakışlarımı tekrar Sare’ye çevirdim. Antidepresanım gibiydi. Hiçbir şey onun bana verdiği huzuru veremiyordu.

Arama tekrar sonlandı ve ardından kısa bir titreşim sesi duydum.

“Mesaj attı,” diye haber verdi Yasemin.

“Boş ver,” dedim bir kez daha.

“Ama önemli olduğunu söylüyor,” diye itiraz etti. “Anlatması gereken çok önemli bir şey varmış. Aral’la ilgiliymiş. Başka bir zaman olsa ısrar etmezmiş ama sanırım Aral’a bir şey olmuş.”

Başım hızla ona döndü ve “Ne?” diye sordum. Kalbim korkuyla atmaya başlamıştı. “Ne olmuş Aral’a?”

“Bilmiyorum, yazmamış,” diyerek telefonu bana uzattı. “Yarım saat sonra buluşmak istiyormuş seninle. Çok kötü bir şey olsaydı buluşmak için kafe ismi yazmak yerine hastaneye çağırırdı muhtemelen.”

Mesajı kendim okumadan önce ters ters baktım Yasemin’e.

“Ne?” diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu. “Sadece çıkarım yapıyorum.”

“Mümkünse sen çıkarım yapma, Yasemin,” diye homurdandım.

“Aman iyi,” diyerek tekrar yatağın diğer ucuna ilişti. “Her şeye de kız.”

Onun söylenmelerini umursamadan Arel’in yazdığı mesajı okudum birkaç kez. Beni evimin yakınındaki bir kafeye çağırıyordu, muhtemelen evde sandığı için oraya çağırmıştı ama sorun değildi. Şimdi yola çıkarsam dediği vakitte orada olurdum.

Ne yapacağımı bilemeyerek Yasemin’e baktığımda aklımı okumuş gibi “Bence git,” dedi. “Ne kaybedersin ki? Bundan daha çok üzülebileceğini sanmıyorum. En azından bu kadar ısrarla söylemek istediği şey neymiş öğrenirsin, sonradan aklına takılıp durmaz.”

Haklıydı. Eğer şimdi Arel’in yanına gitmezsem bundan sonraki günlerimi bana söyleyeceği şeyleri düşünerek geçirirdim. Ayrıca Aral’ı merak ediyordum. Benim gibi harap olmuş muydu, yoksa hayatına bir şekilde devam edebiliyor muydu?

Kararımı vermiştim, gidecektim.

Parmağımı nazikçe Sare’nin elinden kurtardıktan sonra yumuşak tenine küçücük bir öpücük kondurdum ve bana bu kadar iyi geldiği için içten içte ona teşekkür ettim. Yakın bir zamanda kendi çocuğum olabilecek miydi bilmiyordum ama her halükarda onu da öz kızımmış gibi seveceğimi biliyordum.

Yavaşça yataktan kalktığımda Yasemin doğru kararı verdin dercesine başını salladı ve peşime düştü. Çantamı alıp ayakkabılarımı giymek üzere dış kapıya vardığımda “Konuşmanız bittiğinde bana da haber ver,” diye mırıldandı. “Merak ederim.”

Şu durumda yapabileceğim başka bir şey yoktu zaten. Bu yüzden kısaca başımı salladım ve ona veda edip evlerinden ayrıldım.

Arabama atladıktan yaklaşık yirmi beş dakika sonra Arel’in söylediği kafeden içeri girdim. Etrafa bakınıp oturduğu yeri görünce ona doğru ilerledim ve beni fark edince üzerime diktiği bakışlarını umursamadan karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum. Anın gerginliğiyle bir şey hissetmemiştim ancak ona böyle yakından bakınca içimdeki Aral özlemi canımı fena halde acıtmıştı.

Kocamı çok özlemiştim.

Bana, ikiz kardeşiyle onu aldatıyormuşum iması yapan kocamı.

Yanımıza gelen garson beni aptal düşüncelerimden kurtarırken soğuk su istedim. Burada çok uzun duracağımı düşünmüyordum zaten.

Garson bizi yalnız bıraktığında benim konuşmayacağımı anlamış olacak ki “Selam,” diye mırıldandı. Ses tonu hafif çatallıydı. Dikkatli bakınca ne kadar yorgun göründüğünü fark etmiştim.

Cevap vermek yerine kısaca başımı salladım.

“Nasılsın?”

İçimden alayla gülmek gelse de kendimi tuttum ve “Nasıl görünüyorum?” diye sordum. Elimde olmadan onu tersliyordum çünkü ona da kızgındım. Belki de Aral’ı bunca zaman alttan almayıp derdine çare arasaydı bugün bunları yaşamış olmazdık. Her şeyi geçtim, Aral’a birazcık olsun kızsaydı keşke. Böylece kendimi suçlu gibi hissetmeme neden olmazdı. Mantığım öyle olmadığımı çok iyi bilse de kalbim anlamakta zorluk çekiyordu çünkü.

Açıkça “Berbat,” dediğinde hafifçe gülümsedim.

“Hissettiğim gibi görünüyorum öyleyse, problem yok.”

Dirseklerini masaya yaslayarak öne eğildi.

“Tamay, biliyorum çok üzgünsün. Çok da kızgın. Ama hiçbir şey böyle olmak zorunda değil-”

“Her şey böyle olmak zorunda,” diyerek kestim sözünü. Cümlesine nasıl devam edeceğini çok iyi biliyordum ama buraya saçma safsata duymaya gelmemiştim. “Bu zamana kadar ne dediysen yaptım, Arel. Onun bana ihtiyacı olduğuna inandım, buna şahitlik de ettim ve bu yüzden kendim ne kadar üzülürsem üzüleyim onu her defasında affettim.” Başımı salladım hafifçe. “Ama bu sefer değil. Bu, o kadar basit değil. Beni başka adamlardan kıskanmasına ve abuk sabuk davranmasına bir yere kadar katlanabilirim ama benim sana başka gözle bakacağıma inanmasına…” Dudaklarımı birbirine bastırıp zorla yutkundum. “Bunu aklına bile getirmesi bana hakaret, anlıyorsun değil mi? Sadece bana değil, sana da büyük bir hakaret ama sen nasıl oluyorsa umursamıyorsun.”

“Her şeyin farkındayım,” diyerek başını salladı. “Ama benim ona kızmaya hakkım yok.”

Gözlerimi devirdim. Bazen iki tokat atıp kendine getirmek istiyordum onu.

“Anlıyorum, o senin kardeşin. En yakının. Kendini her zaman onu koruyup kollamak zorundaymışsın gibi hissediyorsun ama onun davranışlarından sen sorumlu değilsin. Onun yaşadıklarından da sen sorumlu değilsin. Başkalarının yaptığı hatalar yüzünden kendinden bu kadar çok ödün vermeni anlayamıyor-”

“Başkalarının yaptığı hatalar yüzünden değil,” diye kesti sözümü. “Kendi hatam yüzünden bu kadar çok ödün veriyorum. Onu iyileştirmeye, tekrar mutlu görmeye çalışıyorum çünkü her şeyin sebebi benim.”

Boş boş baktım yüzüne. Hiçbir şey anlamamıştım çünkü.

“Ne demek istiyorsun? Neyin sebebi sen-”

Sorumu tamamlamamı bile beklemeden “Bendim,” dedi. “Aral’ın aşık olduğu o kadının sevdiği kişi bendim.”

Bir an yanlış duydum sandım. Bir şey diyemedim. Öylece kaldım. Sanki bütün kelimelerimi kaybetmiştim. Cümle kurmayı unutmuş, iki sözcüğü yan yana getiremez hale gelmiştim. Uzun zamandır hiçbir şeye bu kadar şaşırmamıştım. Aslında bu şaşırmak değildi, dehşete düşmekti.

Saniyeler sonra sesimi bulabildiğimde ağzımdan çıkan tek şey “Ne?” olabilmişti.

O sırada yanımızda beliren garson suyumu önüme bırakırken kırpmaya bile korktuğum gözlerim Arel’e odaklıydı. Sertçe yüzünü ovalamasını izlerken söylediği şeyi düşündüm. Bu zamana kadar asla aklıma gelmeyen şeyi. Bu nasıl olmuş olabilirdi?

Garson gittikten sonra ellerini yavaşça yüzünden indirdi ve kırgın bakan yeşillerini bana çevirdi. Çok mahzun, kırgın ve yorgun görünüyordu. Omuzları dünyanın yükünü taşıyormuşçasına çökmüştü.

“O kadın aslında Aral’ı değil, beni seviyormuş,” diye mırıldandı. “Gerçi ben böyle bir sevginin olacağına inanmıyorum. Saçmalıktan başka bir şey değil.” Çenesini sıvazladı sertçe. “Ben ona yüz vermemişim, o da bana yaklaşabilmek için Aral’ı kullanmış. Aral ona ummadığı şekilde karşılık vermiş ama bu işine gelmiş.”

Yüzüm ekşi bir şey yemişçesine buruşurken “Ne diyorsun?” diye sordum hararetle. “Ne saçmalıyorsun ya?” Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Anlattığı şeyleri duymamak için sağır olmayı diliyordum.

“Aral sana bu konuda ne anlattı?” diye sordu birden. “O kadınla birlikte kaybettiği birinden daha bahsetti, değil mi?”

“Evet,” diyerek onayladım onu gayriihtiyari. “O kadının en yakın arkadaşına aşık olduğunu, arkadaşının da bunu bildiğini ama ona söylemediğini, sonra da arkadaşlıklarının bittiğini söylemişti.”

Kendi ağzımdan çıkan şeyleri duymak beni irkiltti. Çünkü bazı taşlar yerine oturmuştu. Bu zamana kadar önümde olmasına rağmen ihtimal veremeyeceğim bir şey olduğu için ikiyle ikiyi toplayamamıştım.

Arel’in en yakın arkadaşı Aral’dı.

Aral’ın da en yakın arkadaşı bir zamanlar Arel’di ama artık… Bendim. Bendim çünkü Arel ona ihanet etmişti. Ona gerçekleri anlatmamıştı.

Arel, yüzümden parçaları birleştirdiğimi anlamış olacaktı ki sessizce bekledi. Öğrendiğim şeyleri hazmetmemi ve devamını duyabilecek kadar iyi olmamı bekledi.

Ama ben nasıl iyi olunur, bilmiyordum. Şu an sadece Aral’a sıkıca sarılıp hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Şimdi anlıyordum. Neden bu kadar zorlandığını, geçen yıllara rağmen atlatamadığını anlıyordum. Kalbim acıdan patlamak üzereydi. Bunca şeye nasıl katlanmıştı? Nasıl ayakta kalabilmişti?

Yanağıma damlayan sıcak yaşı elimin tersiyle silerken “Her şeyi en baştan anlat,” diye mırıldandım. “Hiçbir şeyi saklamadan anlat.”

Başını hafifçe salladı ve önünde duran sodadan birkaç yudum aldı. Duyduklarımdan sonra istemsizce ona karşı gard almıştım ancak düşününce onun da ne kadar mağdur olduğunu görebiliyordum.

“Bundan yedi sekiz sene kadar önce ekibimize yeni biri katıldı,” diye başladı anlatmaya. “Başka bir ekipten bize gelen bir komiser; Suna.”

“Suna,” diye tekrar ettim onu. Adını ilk kez duyuyordum. Aral onun hakkında olabildiğince az şey söylemişti bana. Buna rağmen şu hayattaki en nefret ettiğim kişiydi o kadın.

“Daha önce söylemiştim, Aral da eskiden benim gibiydi. Kızlar arasında popülerdi, ilgi çekmeyi severdi. Suna’ya kadar hiç aşık da olmamıştı.” Usulca yutkundu. “Muhtemelen bunları duymak istemiyorsundur ama durumu daha iyi kavrayabilmen ve de detay istediğin için anlatıyorum,” diye mırıldandı belli belirsiz. “Suna çok güzel bir kadındı ve Aral, onu görür görmez vurulmuştu.”

Ellerimi önümdeki su bardağının etrafına sardım ve sakin kalmaya çalıştım. Bende bundan yıllar öncesinde başka birine aşıktım, gayet normal bir durumdu ama öyle hissettirmiyordu. Aral’ın eskiden başka birine aşık olduğunu duymak canımı yakıyordu.

“Bakışları sürekli onun üzerindeydi ve bu sadece benim değil, ekipteki herkesin dikkatini çekmişti. Hatta alay konusu bile olmuştu ama bunu hiç umursamadı. Ona çok fena tutulmuştu ve bunu saklama ihtiyacı duymadı hiç. Kısa bir süre sonra Suna da anladı ve karşılık verdi.” Alaylı bir mırıltı döküldü dudaklarından. “En azından ben öyle sanmıştım.”

Sodayı kafasına dikip hepsini bitirdi ve boş şişeyi masanın üzerine bıraktı.

“Aral’ın haline inanmakta o kadar zorluk çekiyordum ki bu süreçte gözümün önünde olan biteni fark edememişim. Aral’ın üç kelimesinden ikisi Suna haline gelmişti ve ben, o haline katlanamadığım için onu bırakıp diğer arkadaşlarımla takılmaya başlamıştım. Aslında bu çift taraflı oldu, çünkü Aral Suna’ya aşık olduktan sonra duruldu. Benimle dışarı çıkmayı azalttı, diğer çocuklarla buluşmayı azalttı. Aklı fikri Suna’daydı. Sürekli onunla vakit geçirmek istiyordu ve ben de onu yalnız bırakarak isteğini yerine getirdiğimi düşünüyordum.”

Aral’ın başka bir kadına böylesine aşık olduğunu duymak kalbimi parçalara ayırıyordu ama onun nasıl bu hale geldiğini de daha iyi anlıyordum. Sevgi ne kadar büyükse acı da o denli büyük oluyordu.

“Bir süre sonra ilişkileri ciddiye bindi ve ekibin gözde çifti oldular. En azından dıştan görünen buydu. Benim de gördüğüm buydu. Suna’yla çok yakın değildim, olmam gerektiğini de hiç düşünmemiştim. Sanırım içten içe Aral’ı benden çaldığı için ona kin güdüyordum.” Boynunun altını kaşıdı ama bunu gerginlikten yaptığı halinden belli oluyordu. “Sonra bu tavrımın dışarıdan fark edildiğini anladım. Daha doğrusu Suna fark etmiş ve beni Aral’a şikayet etmişti. Onu sevmediğimi düşündüğünü ve bunun onu üzdüğünü söylemiş. Aral’ın bu konuşmadan sonra yanıma gelişini görmeliydin.” Başını hiddetle salladı. Sanki hala daha inanamıyordu yaşananlara. “Dünyanın en büyük kabahatini işlemişim gibi kızdı bana. Suna’yı sevmek zorunda olmadığımı ama en azından bunu belli etmeyecek kadar kibar olmamı istedi. Şoke oldum, Tamay. Aral, neredeyse kız arkadaşından hoşlanmam için bana yalvaracak düzeye gelmişti ve bunu normal buluyordu. Olması gerekenin bu olduğunu düşünüyordu.”

Midem bulanmaya başlamıştı. Sabahleyin kahvaltı niyetine iki lokma ekmek yediğim için minnet duydum. Midem dolu olsaydı, Arel’in anlatacakları bittiğinde neler olabileceğini düşünmek bile istemiyordum.

“İçim hiç rahat olmasa da Aral’ın isteğini yerine getirdim ve Suna’nın yanında daha fazla vakit geçirmeye başladım. Bu arada yanlış anlamanı istemem, Suna’yla baş başa vakit geçirmekten bahsetmiyorum. Suna ve Aral birlikteyken onlara katılıyordum ve birkaç saat dayanıp onları yalnız bırakıyordum. Suna halinden memnundu, Aral da o memnun olduğu için memnundu. O yüzden gerçek duygularımı kendime saklayıp ikizimi mutlu etmeye odaklandım, ta ki gerçeği fark edene kadar.”

Anlatmayı bırakıp elini kaldırdı ve yanımızda gelen garsondan bir soda daha istedi. Aradan geçen bunca seneye rağmen yaşadıklarını hazmedememiş gibiydi.

“İlk önce hafif dokunuşlarını fark ettim,” diye mırıldandı, garson yanımızdan ayrıldığında. “Eli yerli yersiz sürekli üzerimdeydi. Kolumda, omzumda, bazen sırtımda… Başlarda tesadüftür ya da bana öyle geliyordur dedim ama dokunuşlar yok olmak yerine gittikçe arttı. Bazen yanından geçerken eli bacağıma değiyordu ve yanlışlıkla olmuş gibi gülerek özür diliyordu ancak bilerek yapıyordu.”

Garson sodayı bu sefer bardakta getirdi ve Arel bardağı kapar kapmaz yarısını tek dikişte içti. Garson bile şaşırmıştı bu haline ama neyse ki herhangi bir şey söylemeden ayrıldı yanımızdan.

Bardağı masaya bırakıp “Yaptığı şeyden emin olduğumda kendimi ne kadar iğrenç hissettiğimi tahmin bile edemezsin,” diye mırıldandı. “Yanlış yapan kişi benmişim gibi nefret ettim kendimden. Uzun bir süre inanmakta zorluk çektim, ne yapacağımı şaşırdım. Birine söyleyip söylememe konusunda günlerce kafa patlattım ama bir sonuca ulaşamadım.” Zorla yutkundu. “Düşünsene, Tamay. Seninle tıpatıp aynı olan bir ikizin var. Aklına gelebilecek her şeyiniz aynı. Yüzünüz, saç renginiz, göz renginiz, boyunuz, kilonuz, hatta kıyafetleriniz bile. Tüm bunlara rağmen ikizinin aşık olduğu kadın, ikizinin sevgilisi olan kadın; ikizine değil, sana ilgi duyuyor. Ne yapardın? Sen olsaydın Aral’a söyleyebilir miydin? Hayatının aşkı sana değil, bana ilgi duyuyor, diyebilir miydin?” Başını ellerinin arasına alarak iki yana salladı. Öyle çaresiz görünüyordu ki kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım. “Ben söyleyemedim işte,” diye fısıldadı. “Yanlış olduğunu biliyordum, Allah belamı versin ki biliyordum ama söyleyemedim. Nasıl söylenir bilemedim. Utandım. Onun yerine ben utandım, yerin dibine girdim. Kendimden nefret ettim ama söyleyemedim.”

Parmak uçlarımı yanaklarımda gezdirerek yaşları silmeye çalıştım ama nafileydi. Hiç durmadan gelmeye devam ediyorlardı.

“Söyleyemedikçe içime kapandım,” diye devam etti. “Aral’dan uzaklaştıkça uzaklaştım. Suna yeniden şikayet etmeye başladı beni Aral’a ama umursamadım. Hatta Aral’la aramız bile bozuldu, nereye çağırırsa çağırsın gidemeyeceğimi söylüyordum çünkü. Suna bizim yanımıza geldiğinde de hızla ortamı terk ediyordum. En sonunda Aral’la büyük bir kavga ettik ve ona Suna’dan hiç hoşlanmadığımı, iyi bir insan olmadığını düşündüğümü söyledim. Aral sırf bu yüzden benimle bir hafta konuşmadı, biliyor musun?”

Ne düşüneceğimi de ne yapacağımı da bilmiyordum. Hatta kime daha çok üzüldüğümü bile anlayamıyordum. Suna denen Allah’ın cezası yüzünden ikisi de çok acı çekmişti ve hala çekmeye devam ediyorlardı.

“En sonunda Aral beni kendi halime bıraktı, Suna’yı sevmek zorunda olmadığımı ama en azından kararlarına saygı duymam gerektiğini söyledi. Aşk öyle kör etmişti ki gözünü korktum, Tamay. Olanları ona anlattığım takdirde bana inanmaz diye korktum. Olayları daha karmaşık hale getirmekten, Aral’ı üzmekten korktum. Büyük bir risk ve hata olduğunu bile bile sustum. Ne bileyim, bir umut Suna benden vazgeçer diye düşündüm. Bende ne bulduğunu hiç anlamadım zaten. Aral ona hiç kimsenin veremeyeceği kadar ilgi ve alaka veriyordu, belki zamanla duyguları değişir diye umdum. Sonuçta Aral’la tamamen aynıydık ve o benim iyi versiyonumdu, neden olmasındı ki?”

“Muhtemelen senin soğuk tavırların onu etkiliyordu,” derken sesim sinir ve üzüntüden çatlamıştı. “Aral kolay lokma gibi görünmüştür ona, senin kendini geri çekmen de onda seni kovalama isteği oluşturmuştur.”

Başını salladı. “Bilmem, belki de öyleydi.”

“Sonra ne oldu?” diye sordum. Konu dağılsın istemiyordum.

“Bir süre öyle devam etti. Aral’la aramız limoniydi ama küs değildik. Elimden geldiğince Suna’dan uzak duruyordum ve Suna da bir müddet sonra Aral’a beni şikayet etmeyi bıraktı. En azından ben öyle düşündüm, çünkü Aral bana onunla ilgili isteklerde bulunmayı kesti. Aradan birkaç ay geçti ve bir gün Aral elinde yüzük kutusuyla bana gelip Suna’ya evlenme teklif edeceğini söyledi.”

Bakışlarım yüzük parmağımdaki büyük tektaşa kaydı. Etrafımdaki herkes yüzüğe bayılmıştı. Ben de bayılıyordum. Yüzüğe de, bana veriliş şekline de, onu bana veren kişiye de bayılıyordum. Buraya gelirken kalbim paramparçaydı, şu an çok daha beter bir haldeydim ancak duyduklarımdan sonra bir yanımın Aral’ı çoktan affettiğini de biliyordum.

“Fena halde bocaladım, bu kadar erken böyle bir karar almasını asla beklemiyordum çünkü. Aral aşık olunca bambaşka birine dönmüştü. Onu artık tanıyamıyordum. Ne söylediysem fayda etmedi, evlenme teklifini yaptı. Bir umut Suna kabul etmez belki diyordum ama ettiğini öğrendim. Yalan söyleyemeyeceğim, teklifi kabul ettiğini duyunca bir an umduğum gibi olduğunu düşündüm. Yani benden vazgeçtiğini ve Aral’a aşık olduğunu falan. Konuyu daha fazla irdelemedim bu yüzden. Hoş, irdelesem de bir şey olduğu yoktu zaten.”

Sodasının kalanını da içti. Anlattıkça içinden zehir akıtıyormuş gibi görünüyordu. Kim bilir ne kadar uzun zamandır içinde tutuyordu bunları? Muhtemelen Aral’a bile bu kadar açıkça anlatamamıştı. Kalbim dahası mümkünmüş gibi biraz daha acıdı ve henüz son noktayı koymamıştı bile.

“Annemlere haber verdi. Suna’nın ailesiyle tanışacaklardı ve aynı akşam yüzükler takılacaktı. İlk duyduklarında annem de babam da şaşırdı. Çünkü o Aral’dı ve birine evlenme teklifi ettiğinden bahsediyordu. O zamanlar için o kadar ütopik bir şeydi ki bu.”

“Aral’ın sevgilisi olduğunu bilmiyorlar mıydı?”

“Biliyorlardı ama bu kadar kısa sürede evlenme teklifi edecek kadar ciddi olduğunu düşünmemişlerdi. Daha öncesinde de Aral’ın öyle çok kız arkadaşı olmadı aslında. Ortamlarda takılmayı falan seviyordu ama sevgili olmayı isteyecek kadar bağlandığı birkaç kız olmuştu sadece. Onlarla da çok uzun sürmemişti. Aral Suna’ya evlenme teklifi ettiğini söyleyince o ilk şoktan sonra annem karşı çıktı aslında. Aral belki söylemiştir, babamdan sonra bizim de polis olmamızı istememişti ama bizim çok istediğimizi görünce de karşı çıkmayı bırakmıştı. Bunun üzerine bir de gelininin polis olacak olması annemi bayağı bir gerdi ama Aral bir şekilde onu ikna etti ve Suna’nın ailesiyle tanışmak için buraya geldiler.”

Oturduğum yerde dikleştim, çünkü asıl bombanın yaklaştığının farkındaydım. Sorun, bunu kaldırıp kaldıramayacağımı bilmemekti.

“Her şey ayarlandı ve hiç gönüllü olmasam da göze batmamak için annemlerin peşine takılmak zorunda kaldım. Sunaların evine gittik. Aileler tanıştı, Aral heyecan ve gerginlikten ölüyordu, ben de gerginlikten ölüyordum ama tamamen başka bir sebepten. Zira Suna diğerlerinin dikkatini çekmeyecek şekilde bana imalı bakışlar atıp duruyordu ve bunu fark eden tek kişi bendim. Yani umduğum şey olmamıştı ve o… O kadın…” Küfür etmemek için kendini zor tutuyor gibiydi, oysa benim umurumda bile değildi. Çünkü böylesine kötü kalpli birinin dünyadaki en kötü küfürleri hak ettiğini düşünüyordum. “Bana olan ilgisi devam ederken Aral’ın evlenme teklifini kabul etmişti ve bu gerçek beni boğuyordu. Orada olmaya daha fazla katlanamadım ve su içmek için izin isteyip odadan çıktım. Emniyet’ten aranmış gibi yapıp yüzüklerin takılmasına kalmadan kaçıp gidecektim oradan, planım buydu ama hiçbir şey umduğum gibi gitmedi.”

Devamında neler olduğunu az çok bilsem ve kalanını da tahmin ediyor olsam da “Sonra ne oldu?” diye sordum. Oldukça güçlü bir nefes çekti içine. O anı tekrar yaşıyormuşçasına kötü olmuştu.

“Suna mutfağı gösterme bahanesiyle peşimden geldi. Hemen arkamdaki adımlarını duyar duymaz plandan vazgeçmiştim zaten, onunla muhatap olmak istemiyordum. O zamana kadar bana olan ilgisini sadece tavırlarıyla göstermişti, bu yüzden her şeyi kendi kafamda kurduğuma inanabilirdim ama bunun hakkında en ufak bir şey bile söylerse kendimi tutamazdım. Oysa her şeyin benim kuruntum olmasını o kadar çok isterdim ki.”

Kendimi tutamayıp “O kadının yaptığı şeyler senin suçun değil,” dedim. “Sana ilgi duyarken Aral’ı parmağında oynatması onun iğrençliği. Sen kötü bir şey yapmadın.”

“Bu konuda evet, suçum yok belki ama korkakça davranıp Aral’a her şeyi anlatmadığım için suçluyum. Belki aramız bozulurdu, belki bir daha yüzüme bakmazdı ama ne bileyim… İçine bir kurt düşerdi ve sonunda ne kadar üzülecek olursa olsun buna kendini hazırlardı.”

“Ne oldu?” diye sordum, daha fazla dayanamadığım için. “O mutfakta neler yaşandı?”

“Aslında yapmayacaktım. Orada bir dakika durup Suna’ya tek kelime etmeden içeri geri dönecektim ama çenemi tutamadım ve ona bunu neden yaptığını sordum. Her şeyin benim yüzümden olduğunu söyledi. En başından onun ilgisine karşılık verseymişim bana ulaşmak için Aral’ı kullanmak zorunda kalmazmış, öyle dedi.” Alayla güldü. “Bana olan ilgisini bile anlamamıştım ki karşılık vereyim… Aral’ın haline şok olmaktan Suna’ya dikkat etmemiştim hiç. Anladığımdaysa iş işten geçmişti işte.”

Yüzünü tekrar avuçlarının arasına alıp ovaladı. Anlattıkça omuzları rahatlıyor gibiydi ama sanki yorgunluğu da daha çok artıyordu. Geçmişi dile dökmek onu gerçek kılıyordu ve Arel, o günü tekrar yaşıyormuşçasına mahvolmuş görünüyordu.

“Bana böyle saçma sapan konuşunca sinirlendim. Aral’la evlenmelerine asla izin vermeyeceğimi söyledim, gerekirse her şeyi Aral’a anlatmakla tehdit ettim onu. Böyle söylesem de içten içe bunu yapacak kişi ben olmak istemiyordum aslında, bu yüzden ona bir şans verdiğimi ve benden evvel gerçekleri onun anlatabileceğini söyledim ama umursamadı. Aral’a kendisinin söylemeyeceğini, çok istiyorsam benim anlatabileceğimi söyledi ama bakışlarında alay vardı. Dile getirmiyordu ama söylesen de sana inanmaz der gibi bakıyordu. O güne kadar çenemi kapalı tutmam da bundan değil miydi zaten? Haklı olmasından o kadar korkuyordum ki.” Kafasını salladı iki yana. “Ne dediysem kale almadı. Kaybedecek bir şeyi yokmuş. Beni hiç görememektense Aral’ın karısı olarak yanımda olmayı tercih edermiş.”

Gözlerim irice açıldı ve hayretle karışık büyük bir iğrenmeyle “Bunu gerçekten söyledi mi?” diye sordum. Üzüntüyle başını salladı.

“Söyledi ve Aral da duydu. Meğer bizim hemen ardımızdan o da kalkıp gelmiş ama kafam o kadar dumanlıydı ki hiç fark edemedim, sonradan annemden öğrendim. Sanırım kavga etmemizden falan korktuğundan bizi yalnız bırakmak istemedi ve peşimize takıldı.”

Gözlerimi sıkıca yumdum ve Aral’ın bunu duyduğu anki halini hayal etmeye çalıştım. Yaşadığı şaşkınlığı, acıyı ve hayal kırıklığını… Keşke şu an yanında olup sımsıkı sarabilseydim onu. Keşke bunları yaşamasına engel olabilseydim. Delicesine aşık olduğun insanın yakın arkadaşına aşık olması ve ona yakın olmak için seni kullanması zaten başlı başına bir felaketti ama ya ikizine aşık olması?

Eğer başka birine olsaydı, tüm gerçekleri öğrendikten sonra aklına onlarca soru gelirdi. Kendisinde olmayıp da arkadaşında olan şeyleri merak edip dururdu. Ben bile Uğur’un evlendiğini ilk duyduğumda istemsizce kendimi karısıyla kıyaslayıp durmuştum. O kadında ne vardı da beni senelerce oyalamasına rağmen onunla yıldırım nikâhı kıymıştı? Daha mı güzeldi? Daha mı başarılıydı? Benden daha çok mu anlayışlıydı? Niye ona benden daha çok değer vermişti? Beni gerçekten hiç sevmemiş miydi?

Bunlar benim aklıma gelen sorulardan sadece birkaçıydı. Peki ya bu kişi kendisinin tıpatıp aynısı olan ikizi olunca Aral ne hissetmişti? Kendimi düşündüm. Ben Aral’a ne için aşık olmuştum? Yeşil gözleri için mi? Ya da yakışıklı suratı? Kabul ediyordum; bunlar da birer etkendi ama ben onun vakur duruşuna, soğuk ve içine kapanık tavırlarına çekilmiştim. Çekingenliği hoşuma gitmişti. Onu şaşırttığımda verdiği tepkilere bayılmıştım. Önemli olan bunlar değil de dış görünüş olsaydı Arel’e de aynı şeyleri hissediyor olurdum ancak ona baktığımda kalbimde oluşan hisler, Tuana’ya baktığımda hissettiklerime benziyordu. Oysa Aral’a baktığımda bambaşka duygular tarafından ele geçiriliyordum.

Eğer o kadın Arel’e duyduğu ilginin arkasında durup bunu dürüstçe Aral’a söyleseydi hiçbir şekilde suçlu olmazdı. Evet, Aral yine çok üzülürdü ve kendisini kardeşiyle kıyaslayıp dururdu; belki Arel’le yine arası bozulurdu ama bu kimsenin suçu olmazdı. Çünkü ortada suç diye bir şey olmazdı ve eminim, kimsenin canı şu anda olduğu gibi de yanmazdı.

Uzun bir sessizliğin ardından “Ondan sonra ne oldu?” diye sordum. “Yani Aral’ın sizi duyduğunu fark etmenizden sonra? Aral ne yaptı?”

“Hiçbir şey söylemedi,” diyerek başını salladı. “Doğru mu, diye bile sormadı. Öylece baktı bize. Ben onu daha önce hiç o kadar çaresiz görmemiştim. O anki hali öylesine taze ki zihnimin içinde, sanki tüm o şeyler seneler evvel değil de dün yaşanmış gibi.” Derince iç geçirdi. “Sonra kimseye bir şey demeden arkasını döndü ve evi terk etti. Peşine düşmek istedim ama yüzüne bakamayacak kadar utanıyordum kendimden. Ayrıca ailelerimiz içerideydi ve hiçbirinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Ben de evden çıkarsam Suna’nın onlara ne diyeceğini de bilemezdim. Bu yüzden sorumluluğu üzerime alıp herkese Aral’ın evi terk ettiğini çünkü Suna’nın ona âşık olmadığını öğrendiğini söyledim. Herkes şok oldu, Suna itiraz etmeye çalıştı ama izin vermedim. Ona hakaret etmemek için öyle zor duruyordum ki. Tavırlarımla da bunu fark ettirmiş olacağım, söylediklerimi kabul etti ve annemle babamdan özür diledi. Ne annem ne de babam bir şey diyebildi, sonra da evden ayrıldık.”

“Annenlere anlattın mı olanları?”

Başını sallayarak onayladı. “Soru sorup duruyorlardı, tek istediğim Aral’ı bulmak ve ondan özür dilemekti ama annemleri başımdan savamadım. Sonuçta er ya da geç öğrenmeleri gerekecekti ve bunu Aral’ın yapmayacağı çok açıktı. Mecburen anlattım.”

“Sonra Aral’ın peşine mi düştün?”

“Evet. Annem anlattığım şeylerden sonra fenalaştı, babam onu bizim eve götürdü. Ben de Aral’ı aramaya kalktım ama bulamadım. O haldeyken kendisine bir şey yapmasından korkuyordum ve ondan haber alamadığım her dakika korkum daha da büyüyordu ama ne yaparsam yapayım ona ulaşamadım. Tam üç gün boyunca ondan hiç haber alamadık. Kafayı yedik. Annem üzüntü ve telaştan hastanelik olmak üzereydi. Ansızın ortadan kaybolduğu gibi ansızın da çıkageldi.”

Burnumu çekerek “Nereye gitmiş?” diye sordum. Ağlamaktan gözlerimin kıpkırmızı olduğuna emindim. Arel’in anlattığı şeylerin rüya olmasını o kadar çok istiyordum ki.

“Şile’deki kulübeye. Daha doğrusu oradaki eski kulübeye. Kimseye söylemeden oradan arsa almış ve kendi başına kulübe inşa etmeye başlamış. Sanırım Suna’yla kendisi için yapıyordu, bana hiç anlatmadı. Son zamanlarda ondan uzak durduğum için bir şeyler çevirdiğini de anlayamamıştım.”

Duyduklarım yüzünden midem ağzıma geldi. “Yani o kulübeyi Suna’yla ikisi için mi yaptı?” diye sordum hayal kırıklığı içinde. Ben… Ben o kulübeye bayılıyordum. Başka bir kadının hayali ile yapılan bir yere âşık olmak midemi bulandırmıştı.

Hızla başını sallayıp “Şimdiki kulübeden bahsetmiyorum,” dedi. “Eski derken onu kastetmiştim. Şimdikinden başka bir yerde, başka bir kulübesi daha varmış. Daha doğrusu bir taslak, yapmaya başlayalı çok olmamış. Sunaların evinden çıktıktan sonra da oraya gidip yapmaya başladığı yeri ateşe vermiş.”

Anlık bir rahatlama hissederken omuzlarım çöküverdi. Biraz önce düşündüğüm şey için kendimden utandım. Aral, öyle bir adam değildi. Elbette ki başka birini düşünerek yaptığı yere beni götürmezdi. Beni götürmek bir kenara, kendisi bile gitmezdi. Görünüşe bakılırsa oranın varlığına bile tahammülü kalmamıştı.

“Eve geldikten sonra ne oldu? Seninle konuştu mu?”

“Hayır,” diyerek başını salladı. “Aslına bakarsan çok uzun süre yüzüme bile bakmadı. Annem onu gördüğünde gözyaşlarına boğuldu ve bizi çok korkuttuğunu söyledi ama Aral transa girmiş gibiydi. Hiçbir şeye cevap vermiyordu. Geçen üç günde o kadar çökmüştü ki ilk gördüğümde gözlerime inanamadım. Gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu ve o halkalar aylar boyunca gitmediler. İkizim gözlerimin önünde bir kez daha değişmişti ve elimden onun bambaşka birine dönüşmesini izlemekten başka hiçbir şey gelmemişti.”

“Ona kendini açıklayamadın mı?”

“Buna hiç fırsat vermedi. Yüzüme bile bakmadı derken abartmıyordum. Gerçekten Tamay, tesadüfen karşı karşıya geldiğimiz anlar haricinde gözlerimin içine bakması aylar sürdü. Benimle konuşmaya karar vermesi için de çok daha uzun bir süre. Anlattı mı bilmiyorum, alkole verdi kendisini. Yani onu asla konuşacak kadar ayık bulamıyordum zaten. Ben de bu süreçte hayalet olmayı tercih ettim. Benimle birlikte yaşamaya devam etmesi bile büyük bir şeydi benim için. O yüzden o konuşmak isteyene kadar nefes alan bir ölü gibi davrandım. Onu kendi haline bıraktım. Sanırım ikinci hatam da bu oldu. Belki dayak yemeyi göze alarak onunla zorla da olsa konuşmaya çalışsam düzelmeye başlamak istemesi o kadar uzun sürmezdi.”

Alkole başlamasını ve annesi için o kötü alışkanlığından vazgeçişini anlattığı gün geldi aklıma. Duyduklarım karşısında üzüntüden kahrolmuştum. Oysa anlattıkları, yaşadıklarının sadece küçük bir kısmıymış. Bu kadar kötü şey yaşamış olmasını kabullenmek istemiyordum. Keşke geçmişe dönüp onu kollarımın arasına alabilsem ve yıllarca orada kalmasını sağlayıp bunca acıyı çekmesine engel olabilseydim. Bunu öyle çok isterdim ki.

“Biliyorum,” diyebildim zar zor. “Alkol olayını yani, bana anlatmıştı.”

Anladığını belirtmek için kısaca başını salladı. “Mesleği bıraktığını söylüyordu. Asaf Amir kaç kez ona ulaşmaya çalıştı, evimize bile geldi ama onunla konuşmayı reddetti. Bu yüzden ona da olanları benim anlatmam gerekti. Tabii bu süreçte Suna da tayinini istedi. Ailesi yaptıklarını öğrenince onu kendi yanlarına almak istemişler sanırım. Asaf Amir olanları öğrendikten sonra Suna’nın tayin işini hızlandırdı. Aral’a da süresiz izin verdi.”

“Bunları dinlemek bile bu kadar zorken Aral’ın neler yaşadığını düşünmek istemiyorum,” diye itiraf ettim. “Sadece onun değil, senin de hayatın mahvolmuş. Hataların yok demiyorum, yanlış yaptığın şeylerin sen de farkındasın zaten ama neden böyle davrandığını anlayabiliyorum da.” Zorla yutkundum. “Keşke bunları yaşamak zorunda kalmasaydınız.”

Kederle gülümsedi. “Keşke.” Başını salladı. “Canından çok sevdiği birinin canının acıdığını bilmek bile insanı mahvediyorken, senin yüzünden acıdığını bilmek çok… Çok kötü. Aradan onca sene geçti, vicdan azabım bir an olsun dinmedi. Azalmadı da, hala ilk günkü gibi. Hani sürekli Aral’ın tarafını tuttuğum için bana kızıyorsun ya, onu mutlu görebilmek için neden kendimden bu kadar ödün verdiğimi anlayamıyorsun falan… Bu yüzden işte. Göğsümdeki o yangını söndürebilirsem, yani tamamen geçirebilirsem eğer, işte o zaman kendi hayatıma odaklanacağım. Dışarıdan yaşıyormuş gibi göründüğüm ama aslında yıllar önce askıya aldığım o hayata geri döneceğim.”

Derin bir soluk çekti içine. “Aral’ı tekrar kazanabilir miyim, bilmiyorum. Doğduğun andan beri her anı birlikte yaşadığın birini kaybetmek inan bana hiçbir şeye benzemiyor. Onsuz kalmak bana çok koydu ama bir zaman sonra alıştım. Eskisi gibi olamasak da -ki bütün bunları sana anlattığım için muhtemelen beni öldürecek- en azından mutlu olmasını istiyorum. Sen hayatımıza girdiğin zamandan beri, özellikle de son aylarda göğsümdeki o devasa ağrı hafifler gibi olmuştu. Uzun zaman sonra da olsa artık imkânsız olarak gördüğüm o mutluluğa kavuşacağımıza tekrar inanmaya başlamıştım.” Küçük bir çocuk gibi kocaman gülümsedi. “Aral, sana evlenme teklifi edeceğini ilk kez bana söyledi, biliyor musun?”

“Öyle mi?” diye sordum, küçük bir tebessümle.

“Evet,” diyerek başını salladı. “Nikâh kıydığınızı annemden öğrenmiştim. Zaten söz konusu Aral’sa onunla ilgili şeyleri başkalarından duymaya alışığım. Normalleştirdim bunu yani. Ama Aral çok uzun zaman sonra kendisiyle ilgili bir şeyi ilk kez bana söyledi. Hatta söylemekle yetinmedi, yüzük bakmaya onunla birlikte gelmemi istedi benden.”

“Öyle mi?” diye sordum, bir kez daha. Duygulanmıştım ve durmak bilmeyen gözyaşlarım hala akmaya devam ediyordu. Ama bu sefer yalnız değildim, onun da gözleri dolmuştu.

“İlk başta birlikte seçmeye çalıştık. Ben biraz daha sade şeyleri takmak isteyeceğini düşünüyordum. Aral da bana normalde sade şeyleri daha çok sevdiğini ama söz konusu yüzükse göze gelecek bir şey tercih etmek isteyeceğini söyledi. Ona yakın dükkân gezdik, en sonunda sana aldığıyla başka bir yüzüğün arasında kaldık ama karar veremedik. Bunun üzerine annemi görüntülü aradık ve ona seçtirdik.”

Gözyaşlarımın arasında parmağımdaki tektaşa bakarak kocaman gülümsedim. Arkasında böyle bir hikâyenin yattığından haberim yoktu.

Arel sessizce beni izlerken “Görünüşe göre Aral söylediklerinde haklıymış, yüzüğe aşkla bakıyorsun,” diye mırıldandı. Gülümsemeye devam ederken başımı salladım.

“Aral beni çok iyi tanıyor.”

“Çok da seviyor.”

“Biliyorum,” diyerek yutkundum. “Bundan hiç şüphe etmedim. O gün bize o gözlerle baktığında bile.” Bir kez daha yutkundum. “Ama bunu kabullenmek kolay değildi, Arel. Hala değil ama en azından bunu neden yaptığını anlayabiliyorum. Onu affedebilmek için bir bahanem var artık.”

“Umarım onu gönülden affedebilirsin. Bunu hak ediyor.”

“Sen de hak ediyorsun. Aral seni tam olarak ne zaman affeder bilmiyorum ama ondan önce kendini affetmen gerek. Sen kendini affedebilesin ki Aral da affetsin.”

Kısa bir an duraksadıktan sonra başını salladı. “Onu tamamen mutlu ve tasasız gördüğüm zaman affedeceğim. Kendimi yani.”

“Her şeyi anladım,” diye mırıldandım. “Ama bir şeye anlam veremiyorum. Bunları neden bana o anlatmadı? O gün ne kadar kırıldığımı gördü, mahvoluşuma anbean tanıklık etti ama ağzını açıp tek kelime etmedi. Etseydi belki de bunları yaşamak zorunda kalmazdık. Belki daha az üzülürdüm, bilemiyorum… Bir çaresine bakardık işte. Şimdi bile ona haber vermeden gelmişsin. Onun için çok zor olacağını biliyorum ama bana bunları senin yerine onun anlatmasını isterdim.”

“Haklısın,” diyerek başını salladı. “Bu olanlar yaşanmadan çok daha öncesinde başından geçenleri sana anlatması konusunda birçok kez baskı yapmama rağmen beni dinlemedi. Yaşadıklarını bilirsen ileride olabilecek bir yanlış anlamada ona karşı daha anlayışlı olabileceğini söyledim kaç kez ama umursamadı. Al işte, içime doğmuş sanki olacaklar.” Derince iç çekti. “Tam olarak emin değilim ama sanırım yaşananları kendine yediremiyor. Bazen kendimi onun yerine koyuyorum ama daha önce hiç âşık olmadığım için onu tam anlamıyla anlayamıyorum. Her halükarda hayatının aşkı olan kadının seni değil de tek yumurta ikizini tercih etmesi boktan bir durum. Tercihin direkt kişiliğine yapıldığını biliyorsun çünkü. Bunu başkalarına anlatmak onun için çok daha zor olmalı.”

“Neden onu yardım alması konusunda hiç uyarmadınız? Belki profesyonel biri ona iyi gelebilirdi, önyargılarını kırma konusunda yardım edebilirdi?”

Kaşları çatıldı. “Bunu sana söylemedi mi? Annem bir defasında öyle çok başının etini yedi ki sonunda pes etti ve bir psikoloğa gitti.”

Şoke olmuştum. “Sen ciddi misin? Hayır, bana hiç söylemedi. Hatta uzun zamandır birine gitmesi için yalvarıyordum ona, kabul de etti aslında ama beni erteleyip duruyor.”

“Ben de bunu bilmiyordum,” diyerek başını salladı. “Muhtemelen psikologlara karşı da önyargısı olduğu için seni oyalıyordur. Onu zar zor ikna edip gönderdiğimiz adam tam bir şerefsiz çıkmıştı çünkü.”

“Ne?” dedim şaşkınlıkla. “Nasıl yani?”

“İkinci ya da üçüncü seansı falandı. Aral, randevu saatinden biraz daha erken gitmiş sanırım. O sırada da psikoloğu olacak adi odasında telefonla konuşuyormuş ve kapısı aralıkmış. Telefonda her kimle konuşuyorsa artık ‘ikizini kıskanan bir herifle uğraşıyorum’ tarzında bir şey söylemiş.”

O kadar şaşırdım ki iki elimi birden ağzıma kapayıp Arel’e öylece bakakaldım. Bunun okulunu okumuş, yıllarca eğitimini görmüş biri nasıl böyle ahmakça davranabilirdi? Hastasının özelini başka birine anlatmasını geçtim, nasıl böyle lakayt tavırlar sergileyebilir ve hastasıyla alenen dalga geçebilirdi?

“Lütfen şaka yaptığını söyle,” diye sızlandım. “Onca şeyin üzerine bir de gittiği psikoloğun onunla alay etmediğini söyle.”

Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını iki yana salladı. “Üzgünüm.”

Gözyaşlarım hızla çoğaldığında ellerimi yüzüme kapayıp sakinleşmeyi bekledim ama çok zordu. Hiç değilse sessizce ağlama konusunda uzman sayılırdım, bizi izleyen biri ağladığımı görebilirdi ancak duymazdı hiç değilse.

Aral’ın bu zamana kadarki davranışlarını düşündüm. Söylediği şeyleri… Hepsinin bir nedeni vardı. Bana söylemese de yaptığı her şeyin bir açıklaması vardı. Profesyonel yardım alma konusunda sürekli beni oyalıyordu, çünkü aldığı zaman ne olduğunu görmüştü. Sebebini bana anlatmamıştı çünkü muhtemelen benim de aynı şeyi düşünmemden korkmuştu. Yaşadıklarını öğrendikten sonra aklıma gelen son şey bile olmazdı Arel’i kıskanması.

Muhtemelen kıskanmıştı da ama bu gayet normaldi. Kim olsa âşık olduğu insanın sevdiği kişiyi kıskanırdı. İnsanların doğasında vardı bu bir kere. Lakin bunu ‘ikizini kıskanan adam’ diye basite indirgemek saçmalığın daniskasıydı.

“Şimdi anlıyorum,” diye mırıldandım ellerimi yüzümden çekerek. Görmesem bile berbat göründüğüme emindim. “Bana neden anlatamadığını şimdi daha iyi anlıyorum.”

“Aslında bunları benden duymanı istemezdim ancak başka çarem kalmadı. Onu daha fazla öyle görmeye dayanamadım.”

“Nasıl görmeye?” diye sordum korka korka.

“Aral, bir haftadır nefes alan bir ölü gibi dolanıyor etrafta. Eskisi gibi değil, kendine bakıyor. Yani yemeğini yiyor, işine gidiyor ama o kadar mutsuz ve huzursuz ki dikkatini bir türlü toparlayamıyor. Sen hayatına girene kadar işteyken kendini hiç sakınmazdı, her türlü kötü olaya müdahale eden ilk kişi o olurdu. Vücudundaki bütün yaralar da bunun birer hatırlatıcısı ve sen zaten bunları biliyorsun.”

Kaşlarım çatılırken “Evet,” diye mırıldandım. “Biliyorum.”

“Şimdi öyle değil. Yani kendini bile isteye bir şeylerin ortasına atmıyor ama dikkat eksikliği yüzünden kendini hep kötü şeylerin ortasında buluveriyor.”

Oturduğum yerde endişeyle dikleştim. “Nasıl yani? Ne demek istiyorsun?”

“Vücudundaki bütün yaraları ezbere bildiğini, sen onu affettiğin zaman fazladan bir tane bile yarası olduğunu fark ettiğin takdirde ona kızacağını söyledi bana.”

Aptal adam, aptal adam, aptal adam…

Aptal ama hayatımda gördüğüm en tatlı adam.

Bir şey diyemedim ve sonu gelmeyen gözyaşlarımı silmeye devam ettim. Bunu bir onay olarak görmüş olacak ki o da anlatmaya devam etti.

“Bunun için kendine dikkat ediyor. Özellikle de operasyonlarda ama atladığı bir şey var, dikkat eksikliği. Kendini tamamen veremiyor ve bu da istemeden yaralanmasına yol açıyor.”

Elimi kalbime götürürken “Bir şey mi oldu ona?” diye sordum korkuyla. “Yaralandı mı?”

“Korkacak bir şey yok, ufak bir sıyrık sadece,” diye açıkladı aceleyle. “Dün bir kapkaççı çetesinin peşine düştük ve bize saldırmaya kalktılar. İçlerinden biri Aral’a bıçak çekti ama acemi olduğu her halinden belliydi. Normalde Aral’ın onu yakalaması sadece saniyelerini alırdı ama Aral yapamadı. Kendini tam anlamıyla işe veremiyor gibiydi. Bu yüzden kapkaççı çocuk bıçağıyla koluna küçük bir çizik attı.”

Gözlerim dehşetle büyüdüğünde “Küçük,” diye tekrar etti. “İnan bana çok küçük. Ben Aral değilim, büyük olsa söylerdim. Aslında kendi kendine pansuman yapabilirdi ama hastaneye gitti ve doktor gerek olmadığını söylemesine rağmen daha çabuk iyileşsin diye dikiş attırdı.”

Ben yarasının büyüklüğünü anlamaya çalışırken “Aral, kendi isteğiyle hastaneye gitti,” diyerek dikkatimi esas anlatmaya çalıştığı yere çekti. “Doktora karşı çıktı ve yarasına dikiş attırdı. Anlayabiliyor musun? Senin için yaptı bunları. Sen onu gördüğünde üzülme diye yaptı. Zaten bir haftadır her şeyi senin için yapıyor. Sanki kavga etmemişsiniz de sen uzun bir yolculuğa çıkmışsın ama ona geri dönecekmişsin gibi davranıyor. Açıkçası psikolojisinin hiç iyi olduğunu sanmıyorum. Yani zaten iyi değildi ama iyice kafayı yemesinden korkuyorum, anlıyor musun beni?”

Anlıyordum. Çok iyi anlıyordum hem de, çünkü ben de o seviyeye gelmiştim. Onsuzluk nefesimi kesiyordu ve onsuz geçen bir haftada yaptığım tek şey ağlarken onu affedebilmek için bir bahane aramaktı. Sanırım şimdi istediğim o bahaneden çok daha fazlasına sahiptim.

Sorusuna cevap vermek yerine “Aral nerede?” diye sordum.

“Evde. Çocuklarla buluşacağımı söyleyip çıktım ben de evden.”

Çantamı alıp omzuma asarken “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım. “Her şey için minnettarım.”

“Bende öyle,” diyerek başını salladı. Neden alelacele kalktığımı anlamıştı.

Ayağa kalktım ve gitmeden evvel son kez yüzüne bakıp “Sen çok iyi bir kardeşsin,” diye mırıldandım. “Ve Aral’ın da bunu bildiğinden eminim.”

Bir şey söylemeden minnette yüzüme baktı. Ona gülümsedim ve arkamı dönüp koşar adımlarla kafeden çıktım. Arabama atlarken aklımdan geçen tek şey bir an önce Aral’ın kollarında olmam gerektiğiydi. Geçen günler boyunca acım bu yoksunluğu biraz olsun katlanılabilir kılmıştı ama şu an çok kötü bir haldeydim. Aral’a kavuşmalı ve ciğerlerimi onun kokusuyla doldurmalıydım.

Anahtarı kapı kilidine sokmaya çalışırken elim titriyordu. Buraya kadar nasıl geldiğimi hatırlamıyordum bile. Kolay olanı tercih edip zile basabilirdim ama uyuyor olma ihtimaline karşı onu rahatsız etmekten korkuyordum. Dürüst olmak gerekirse kapıyı açtığı an yüzünü görür görmez kendimi kollarının arasına atıp apartmanı inleterek ağlamaktan korkuyorum. Bu yüzden Aral’ın daha öncesine lazım olur diye verdiği anahtarı kullanmayı tercih ettim.

Kapıyı zor da olsa açmayı başarıp sessizce içeri girdiğimde kısık sesli bir müzik çalındı kulağıma. Plak sesi değildi ama. Artık tınısını çok iyi bildiğim için ayırt edebiliyordum. Evin içinde parmak uçlarımda ilerlerken televizyonun açık olduğunu fark ettim. Ses oradan geliyordu. Aral da televizyonun önündeki koltukta uzanıyordu. Olduğum yerden yalnızca saçlarını görebiliyordum. Tahmin ettiğimden de beterdi durum, henüz yüzünü bile görmemiştim ama arabadayken durdurmayı başardığım gözyaşlarım tekrar akmaya başladı. Ağlamaktan hiç bu kadar nefret etmemiştim.

İki gözüm, seneler geçiyor

Gönül ektiğini biçiyor

Bir selam lütfet, bu ne çok hasret

Gel, barışalım artık

Tam daha fazla ağlayamam derken şarkının nakaratı çalmaya başlamış ve beni nefes alamaz hale getirmişti.

Can özüm, bahar geldi

Dalları kiraz bastı

Yedi kat eller yakınım oldu

Gel, kavuşalım artık

Şarkı çalmaya devam ederken “Arel?” diye seslendi. Sessiz kalmayı beceremediğim için varlığımı fark etmişti elbette ama başını çevirmemişti. “Niye bu kadar erken döndün? Akşama kadar gelmezsin sanıyordum.”

Cevap veremedim. Ağzımı bile açamadım. Sesini öyle çok özlemiştim ki.

Gözyaşlarım çenemden aşağı damlarken ağır adımlarla ilerleyip odanın girişinde duraksadım. Aral hala dönüp bakmamıştı arkasına. Hatta hareket bile etmemişti. Saniyeler sonra televizyonun yansımasında göründüğümü fark ettim. Oraya bakıyordu. Yani bana.

“T-tamay?”

Kekelemesi içimde zelzele kopmasına neden olmuştu. Kendimi daha fazla tutamayıp hıçkırdım. Onu bir hıçkırık takip etti, sonra bir yenisi daha. Ağladığımı duyduğunda gözlerini sıkıca yumdu.

“Niye geldin?” diye sorduğunda gözleri hala yumuluydu. Yerimden kıpırdamasam da çalan şarkı bittiği için sabit duran ekran sayesinde onu görebiliyordum. “Yaralandığımı mı duydun? Ben… Ben iyiyim. Gerçekten. Bir sorun yok.”

Bir kez daha hıçkırınca elimle ağzımı kapattım. Buradan sağ çıkabilecek miydim?

“Eğer,” diye mırıldandı usulca. Sesi öyle kısıktı ki zor duyuyordum. “Beni affetmediysen sorun değil. Ben bekliyorum. İstediğin kadar beklerim. Sadece… Affettiğinden emin olana kadar yanıma gelmezsen benim için daha iyi olur. Kokunu unutmaya çalışmak gerçekten çok zor çünkü.”

Elimdeki çanta büyük bir gürültüyle yere düştü ve daha fazla kendimi tutamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

“Aptal adam!” diye bağırdım çatlayan sesimle. “Sana kokumu unutman gerektiğini kim söyledi? Tek yapman gereken bana gerçekleri anlatıp özür dilemekti!”

Başı aniden bana döndü. O olaydan sonra ilk göz göze gelişimizdi bu. Aynadaki yansımama bakıyordum sanki. Kan çanağına dönmüş gözler, mor gözaltları, dağınık saçlar ve çökmüş bir surat.

Bakışları yüzümü talan etti, ne demek istediğimi anlamaya çalışır gibiydi. İşini kolaylaştırmayı tercih ettim.

“Biliyorum,” diye mırıldandım. “Her şeyi biliyorum. Benden sakladığın her şeyi, hepsini…”

Omuzları çöktü ve gözlerini bir kez daha sıkıca yumdu. Zorla yutkunduğunda hareket eden âdemelmasını görmek beni harekete geçiren şey oldu. Ağlamaya devam ederek ona doğru ilerledim ve koltuğun etrafından dolanıp yavaşça yanına oturdum.

Saniyeler sonra yumduğu gözlerini araladı ve gözyaşları içindeki yüzüme bakıp “Ona bunun hesabını soracağım,” dedi. Başımı salladım.

“Haklısın; gerçekleri ondan değil, senden duymalıydım ama bana anlatmaya hiç niyetli olmadığını söyledi.”

Kısa bir duraksamanın ardından “Bekleyecektim,” diye itiraf etti. Elleri kucağında duruyordu ve yumruk olmuşlardı. “Eğer… Eğer beni affetmezsen anlatacaktım.”

“Bir haftadır bunun için çabalıyorum. Seni affedebilmek için deli gibi bahane aradım ama bulamadım. O gün yaşadıklarımız, hissettiğim şeyler çok acı verdi bana. Yaşadıklarını bilmeden seni affedemezdim.”

“Özür dilerim. Ben… Geçmişi anlatabilmek benim için hiç kolay değil.”

“Anlıyorum ama keşke böyle olmasaydı.”

“Keşke,” diyerek çaresiz bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Yani… Şimdi… Affettin mi beni?”

Dürüstçe “Bilmiyorum,” diye mırıldandım. Ağlamaya devam ediyordum. İçimde bu kadar su barındırmam beni ciddi manada şoka uğratmıştı. “Ama hiç değilse neden öyle davrandığını biliyorum artık.”

“Özür dilerim,” dedi bir kez daha. Özrünün içten olduğunu görebiliyordum. “Gerçekten… Çok özür dilerim. Neden öyle davrandığımı bile bilmiyorum. Ben… Ben bir an… Kendime hâkim olamadım. Düşünmeden hareket ettim. Çok iğrenç olduğunu biliyorum. Ne yaşamış olursam olayım öyle davranmamam gerekirdi, biliyorum. Biliyorum ama bazen bilmek yetmiyor. Çok özür dilerim. Gerçekten öyle hissettiğimi bile sanmıyorum. Anlık bir şeydi, refleks gibi. Anında kendimden utandım ama yapacağımı yapmıştım bile. Geri alamadım.”

Yüzüm buruştu. Burnum sızlıyordu. Kalbimdeyse devasa bir ağrı vardı.

Ellerinden birini yüzüme doğru kaldırdı ama yarı yoldayken vazgeçip tekrar bacağının üzerine bıraktı. Ne tepki vereceğimi bilemediği için bana dokunmaya cesaret edememiş gibiydi. Boğazımdan bir hıçkırık daha koptu ve kendimi ona bıraktım. Kollarımı boynuna dolayıp sıkıca sarıldım. Onsuzluk mücadelem buraya kadardı, daha fazla dayanamayacaktım.

Ona sarıldığımda ciğerinden sesli bir nefes koptu ve kolları, canımı acıtacak kadar sıkıca dolandı bedenime. Beni kendine doğru çekip kucağına çıkmamı sağladıktan sonra yüzünü saçlarımın arasına gömdü ve kokumu içine çekerek defalarca kez özür diledi.

“Seni çok seviyorum. Ne olur affet beni. Çok pişmanım. Ne olur affet.”

Saçlarımla boynumu defalarca kez öpüp geri çekildi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Sana o kadar aşığım ki sadece bir haftada sensizlikten kafayı yiyecek hale geldim.” Yanaklarımı defalarca kez öptü. “Seni çok özledim. Kokunu çok özledim. Sıcaklığını çok özledim.” Alnımı, gözlerimin altını, şakağımı öptü. “Öleceğim sandım. Beni affetmezsen yaşayamam, Tamay. Sensiz nefes alamıyorum. Abartı değil bu, sensiz gerçekten nefes alamıyorum. Boğuluyorum sanki.”

Alnını alnıma yasladığında ağlayan tek kişinin kendim olmadığını fark ettim ve kalbim daha da parçalandı.

“Bende öyle,” diye itiraf ettim. “Şu bir haftada yaptığım tek şey işe gitmek ve ağlamaktı.”

Avuçlarını yanaklarıma yaslayıp gözyaşlarımı silmeye çalıştı. “Hala ağlıyorsun.”

“Durduramıyorum çünkü,” diye isyan ettim. “İçimdeki her şey gözyaşına dönüyor galiba. Özellikle de üzüntüden verdiğim kilolar.”

Kısık bir sesle hafifçe kıkırdadığında kalbimdeki yaraların çoğunun kabuk bağlamaya başladığını fark ettim. Bu kadar çok âşık olmak yasaklanmalıydı.

“Güldüğüme bakma, kilo vermen hiç hoşuma gitmedi.”

“Benim de senden ayrı kalmak hiç hoşuma gitmedi. Bir haftada bu hale geliyorsak daha uzun bir zaman aralığında ne olacağını düşünmek bile istemiyorum.”

Ellerini tekrar sırtıma bastırıp beni göğsüne çekti. Yüzümü omzuna gömüp sıkıca sarıldım ona.

“Bu normal bir ayrılık değildi,” diye mırıldandı. “Sadece mesafenin araya girdiği bir şey olsaydı bu kadar kötü olmazdık. Bizi mahveden şey belirsizlikti. Beni affedip affetmeyeceğini düşünürken günler geçmek bilmedi.” Kısa bir an duraksadı. “Gerçi hala bilmiyorum ama şu an kucağımda oturuyor olman iyi bir şey sanırım.”

Şakaya vurmaya çalışarak aramızdaki ağır havayı dağıtmak istediğinin farkındaydım ancak konuşmamız gereken şeyler vardı. Bu yüzden başımı geri çekip gözlerinin içine baktım.

“Yaşadıkların için çok üzgünüm. Keşke tüm o saçmalıkları yaşamana engel olabilseydim. Bunu o kadar çok isterdim ki.”

“Olan oldu artık, geçmişi kurcalamanın anlamı yok.”

“Hayır, var,” diyerek konuyu kapatmasına engel oldum. “Bu konuyu çözmemiz gerekiyor. İçinde en ufak bir şüphenin kalmaması ve bir daha böyle bir şey yaşamayı imkânsız hale getirmemiz gerekiyor.”

Uzun uzun yüzüme baktıktan sonra “Ne düşündün?” diye sordu. Görünüşte çok masum bir soru olabilirdi ama gözleri aynı şeyi söylemiyordu. “Olanları ilk öğrendiğinde yani?”

“Şoke oldum,” diye itiraf ettim. “Aslında ipuçlarını görebileceğim yerlere bırakmışsın ama öylesine ihtimal veremediğim bir şey ki parçaları asla birleştirememişim.”

“Sonra? Yani idrak edebildiğinde?”

“Çok üzüldüm. Kalbim senin için o kadar ağrıdı ki. Yaşamış olduğun şeyi düşündüm, öğrendiğinde ne hissettiğini anlamaya çalıştım, seni koruma dürtüsüyle dolup taştım. Keşke o zaman da hayatında olsaydım ve kollarımı sana aynı böyle dolayıp tüm kötülüklerden koruyabilseydim. Bunu çok isterdim.”

Ne diyeceğini bilemiyormuş gibi yüzüme bakarken yutkundu.

“Arel’i kıskandığımı düşünmedin mi?”

Sorusu o kadar masum ve öylesine can acıtıcıydı ki kendimi tutamayıp “Hayır,” diye yükseldim. Sonra ne yaptığımı fark edip ses tonumu düşürdüm ve “Elbette hayır,” diye devam ettim. “Bu durumda akla gelebilecek en son şey kıskançlık ki kıskanmış olsan bile bu kadar normal ki. Kim olursa olsun ‘bende olmayıp onda olan şey ne’ diye düşünürdü. Ben bile Uğur’un evlendiğini duyduğumda kendimi çok kötü hissedip o kadında ne bulduğunu düşünüp durdum. Beni senelerce oyalamasına rağmen onunla yıldırım nikâhı kıymış olması aklımı onlarca soruyla doldurdu. Kendimin onun için yetersiz olup olmadığını sorguladım ve sonradan anladım ki sorun ben değildim. Benim yeterli olup olmamam da değildi. Sorun oydu.”

Söylediklerimde samimi olduğumu hissetmesi için ellerimi boynuna yaslayıp başını bana doğru kaldırdım. “Senin yaşadığın şey için de aynı şey geçerli. Sorun sende değildi. Arel’de de değildi. Sorunun ta kendisi o kadındı. Senin yerine Arel’den hoşlanmış olabilir, bu çok normal. Çünkü dış görünüş her şey demek değildir. En basitinden bana bak. Arel’i gördüğüm zaman seni gördüğümde verdiğim tepkileri veriyor muyum? Senin için çıldırırken Arel için aynı şeyleri hissediyor muyum? Hayır, asla, uzaktan yakından alakası yok. Saçını, gözünü, yüzünü çok seviyorum ama bunlar sana ait olduğu için çok seviyorum. Arel’le aynı bedende olmanız umurumda bile değil. O bambaşka bir kulvarda benim için. Tuana’yı nasıl seviyorsam onu da aynı o hislerle seviyorum. Dahası yok.”

Öyle güzel bakıyordu ki bana, sanki sözlerim görünmeyen yaralarına pansuman yapıyordu. Duymak istediklerini değil, sadece içimden geçenleri söylüyordum oysa.

Uzun uzun gözlerimin içine baktıktan sonra “En sevdiğin renk yeşil,” diye mırıldandı. “Çünkü benim gözlerimin rengi.”

Gülmekle ağlamak arasında bir ses çıkarıp “Evet,” diye mırıldandım. “Arel’le çift yumurta ikizi olsaydınız ve o hala bu gözlere sahip olmasına rağmen seninkiler farklı renkte olsaydı, benim en sevdiğim renk yine senin gözlerinin rengi olurdu.”

Alnını benimkine yaslayıp gözlerini sıkıca yumdu ve bir süre öyle kaldı. Ona ihtiyacı olan zamanı vermek için sabırla bekledim.

Saniyeler sonra “Bunları duymaya bu kadar çok ihtiyacım olduğunu bilmiyordum,” diye mırıldandı. Ne gözlerini açmıştı ne de alnını geri çekmişti. Öylece durmaya devam ediyordu. “Bunu hep zavallılık olarak gördüm,” diye devam etti oldukça kısık bir ses tonuyla. “Yerime tercih edildiği için çoğu zaman o olmak istedim ve bunu kendime itiraf etmek bile o kadar küçük düşürücüydü ki kimseyle konuşmak istemedim. Her şeyi içime attım. Öylesi daha kolaydı çünkü. İçten içe Arel’in bu konuda hiçbir suçu olmadığını biliyordum ama ondan nefret etmekten alıkoyamadım kendimi. Hayatımda ilk kez ikizim olduğu için isyan ettim ve bunun için kendimden nefret ettim.”

Ellerimden birini saçlarına daldırıp onları okşadım. Amacım onu sakinleştirmek ve içindeki zehri daha kolay atmasını sağlamaktı. Bu konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunun farkındaydım çünkü.

“Bunların hepsi o kadar normal ki. Kalbi olan hiç kimse o yaşadıklarından sonra sağlam bir psikolojiye sahip olamaz zaten. O zaman düşündüğün şeyler için kendini suçlama, lütfen. Üstelik şimdi bunların ne kadar yanlış olduğunu fark edebiliyorsun. Bu bilince kavuştuğun için mutlu olmalısın.”

Başını geriye çekip gözlerimin içine baktı. Sözlerimde ne kadar samimi olduğumu anlamak istiyordu sanki.

“Seni avutmak için konuşmuyorum,” diye üsteledim. “İçimden gelenleri söylüyorum. Doğru olduğuna inandığım şeyleri.”

Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı.

“Keşke o zaman da karşıma geçip bunları söyleyebilseydin, bana çok iyi gelirdin. Belki toparlanmam bu kadar uzun sürmezdi.”

Elimi saçlarının ön kısmına getirip dağınık tutamlarını hizaya sokmaya çalıştım. Bunu planlı olarak yapmamıştım, aklımdaki şeyi dile dökmeden önce dikkatimi dağıtacak bir şey arıyordum sadece.

İçime derin bir nefes çekip “Hala geç değil,” diye mırıldandım. Oldukça ılımlı bir tonda konuşmaya çalışıyordum. “Yani profesyonel yardım almak için. Şu an söylediklerim sana iyi gelmiş olsa da ben bu konuda uzman değilim ve bu durumu tamamıyla ortadan kaldırmamız gerekiyor.”

Gözleri tereddütle kısılınca “Bu konuda kendini neden geriye çektiğini biliyorum,” diye itiraf ettim. “Arel söyledi, daha önceden psikoloğa gittiğini yani.”

Yüzü düştü, bu durum onu utandırıyormuş gibiydi.

“Bu konuda kendini asla ama asla kötü hissetmemelisin,” diye devam ettim konuşmama. “Hatta bana gittiğin o aptal adamın adını vermelisin ki gerçek yüzünü ortaya çıkarıp onu bu piyasadan silebileyim."

“Onu da mı öğrendin?” diyerek başını salladı. “Nedenini Arel’in bildiğini bile bilmiyordum.”

Pot kırdığımı fark edince alt dudağımı dişlerimin arasına alıp gülümsemeye çalıştım.

“Şey, ona da annen söylemiş.” Kısa bir an duraksadım. “Zaten senin hakkında olan çoğu şeyi annenden öğrenmekten başka çaresi kalmıyormuş.”

Sıkkın bir tavırla iç çekti. “Hata yaptığımı biliyorum ama kendime hâkim olamıyorum. Hala bile ona karşı tereddütlerim oluyor. Bu durum hoşuma gitmiyor ama engel olamıyorum işte.”

“Arel seni çok seviyor. Hatta bence bu hayatta en çok sevdiği kişi sensin. Karşısında en çok mahcup hissettiği kişi de. Bu olanlar sadece senin hayatını mahvetmemiş, onu da yıllar boyunca büyük bir vicdan azabıyla yaşamak zorunda bırakmış. Hatalı olmadığını söylemiyorum, yanlış anlama. Bu durumu fark ettiği zaman sana söylemeliydi. Çekincelerini, korkusunu anlayabiliyorum; hatta korktuğu her şey başına da gelebilirdi ama hiçbir kötü sonuç bunun kadar kötü olamazdı diye düşünüyorum. Yine de onun o anki psikolojisini sadece tahmin edebiliyorum, aynı durumu yaşamadım. Bu yüzden ben olsaydım şöyle yapardım demek pek doğru gelmiyor.”

“Geç de olsa Arel’e haksızlık ettiğimin farkına vardım ama bazen, eğer ortada ben olmasaydım onlar olur muydu diye merak ediyordum ve bu beni kötü etkiliyordu.”

“Bu sorunun cevabını Arel bile veremez bence,” dedim dürüstçe. “Bugün bana âşık Aral’ın onu çok şaşırttığını, bu yüzden de o günlerde senden başka kimseye odaklanamadığını söyledi. O kadını fark etmemiş bile.”

“Peki ya benim duygularım böyle olmasaydı, yani ya içimde yaşasaydım? Benim değişimime şaşırmak zorunda kalmasaydı belki onu fark edebilirdi.”

Saçının önünü toparladığıma emin olarak elimi omzuna indirdim ve düşünceli bir ifadeyle yüzüne baktım.

“Biliyor musun, bence o zaman o kadın da Arel’e ilgi duymazdı. Senin ilgine değil de Arel’in umursamazlığına takılmış. Sen hislerini belli etmeseydin belki Arel de ona diğer kadınlara nasıl davranıyorsa öyle davranırdı ve o kadın için çekiciliğini yitirirdi.”

Bir süre dediklerimi düşündükten sonra “Belki de haklısın,” diye mırıldandı.

“Ne kadar tahmin yürütürsek yürütelim tam olarak ne olacağını bilmemiz imkânsız. Çünkü yaşanan her olay, ondan sonra yaşanacaklara zemin hazırlar. Belki de aklımıza hiç gelmeyen şeyler yaşanırdı. İhtimaller bitmez ki.”

Yavaşça başını salladıktan sonra “Ne olursa olsun dönüştüğüm adam için minnettarım,” dedi. Bu oldukça büyük bir itiraftı. “Eğer ben böyle biri olmasaydım belki de beni sevmeyecektin ve ben de hayatım boyunca sevilmenin nasıl bir şey olduğunu asla bilemeyecektim.”

Burnum sızladığında gözyaşlarımın durmuş olduğunu fark ettim.

“Eğer tekrar ağlamamı istemiyorsan böyle şeyler söylememelisin. Gerçekten ağlamaktan çok yoruldum. Başım çatlıyor.”

“Tamam ama son bir şey soracağım,” diyerek usulca yutkundu. “Kararsızlık sürecin devam ediyor mu, yoksa affettin mi beni?”

Dudaklarıma küçük bir tebessüm yayıldı. Ne kadar inkâr edersem edeyim kalbimin onu çoktan affettiğini biliyordum. Öyle olmasa kendi ayağımla buraya gelmezdim zaten. Yine de bunu ona söylemedim ve duygusal faciamdan dolayı atladığım şeyi hatırladım.

Tebessümüm solarken hızla geri çekildim ve bunu kötüye yoracağını düşünemeden kollarına bakınmaya başladım.

“Arel yaralandığını söylemişti. Bir bakayım, nerede?”

“Küçük bir sıyrık,” diye açıklarken şaşkın görünüyordu. Ama hafiften de onun için telaşlanmama mutlu olmuş gibiydi. “Merak edecek bir şey değil.”

Kucağında geri çekilirken “Ben yine de bir bakayım,” dedim. “Kendim karar vermek istiyorum.”

Beni daha fazla yalvartmadı ve kolunu aramıza sokup tişörtünün kolunu sıyırdı. Omzunun bir parmak kadar aşağısında küçük bir sargı bezi vardı. Sargının ucunu yavaşça kaldırıp dikişe baktım. Gerçekten de söyledikleri gibi küçük bir şeydi. Üç dikiş yeterli olmuş gibi görünüyordu. Rahatlayarak iç çeksem de sargı bezini düzelttikten sonra tişörtünün kolunu aşağıya çekerken Aral’a kötü kötü bakmadan edemedim.

“Bunun hesabını vereceksin, biliyorsun değil mi? Bundan sonra hiçbir yerinde yara izi görmek istemediğimi oldukça açık bir şekilde belli ettiğimi sanıyordum.”

“Etmiştin,” diye kabullendi. “Ben de kendime dikkat ediyordum.”

Kaşlarım alayla havalandığında “Gerçekten,” diye ısrar etti. “Ama sensizlik bana hiç iyi gelmedi. Mesleğe yeni başlayanlardan bile daha acemice davranıyordum ve kendimi toparlayamıyordum. Nasıl oldu, anlamadım bile.”

Yanaklarımı şişirerek ofladım. Bu hafta ben de bir şeylere dikkatimi vermekte zorlanmıştım ama işte bir sıkıntı yaşamamıştım. Tabii bana bıçak çeken biriyle de karşılaşmamıştım ama konumuz bu değildi.

“Bu seferlik,” dedikten sonra uyarırcasına kaşlarımı kaldırdım. “Ama bak sadece bu seferlik affediyorum. Bundan sonra vücudunda fazladan tek bir yara izi görürsem aynısından bir tane de ben açarım haberin olsun.”

Gülmekle gülmemek arasında kalıp muhtemelen beni daha fazla kızdırmamak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve başını salladı.

“Mesaj alınmıştır.”

“Dalga geçmiyorum,” diyerek kaşlarımı çattım. “Benim neşterle insanları açtığımı unutmuş gibisin.”

“Erkekleri de neşterle açtığını bilmiyordum,” diye mırıldandı kısık bir sesle. Kendince dalga geçiyordu beyefendi!

Ellerimi belime atıp ona üstten bakışlar attım. “Eh, sen ilk olursun işte fena mı? Tıp için kendini feda etmek oldukça yüce bir şey.”

Ellerini belime sarıp ondan bu kadar bile uzak durmama katlanamıyormuşçasına göğsüne çekti beni.

“Kusura bakma ama şu an için kendimi feda edemem, tanıdığım bir doktor hanımla yapmak istediğim çok şey var çünkü. Ayrıca eklemek isterim, tıp için olmasa da o doktor için kendimi feda etmeye hazırım.”

“Cilve yapma bana,” diye terslemeye çalıştım onu ama ne kadar başarılı olduğum muammaydı. Bu halini öyle çok özlemiştim ki mutluluktan delirecek gibiydim. Duygularımı böylesine yoğun yaşamak beni mahvediyordu.

“Cilve yapmıyorum,” diyerek beni biraz daha kendine çekmeye çalıştı ama zaten göğsüne yapışık haldeydim. “Doğruları söylüyorum.”

Ona tüm kalbimle inanıyor olsam da “Hımhım,” diye mırıldandım. “Kesin öyledir.”

İstemem yan cebime koy tavırlarım alnını yanağıma yaslayarak kısık sesle gülmesine neden oldu. Bir elimle saç diplerini okşuyor olsam da alay etmesine trip atar gibi “Hıh,” dedim ve biraz daha güldü. Gülüşünü duymaya devam etmek için akşama kadar bu tavırlara devam edebilirdim ancak Aral ciddileşmeyi tercih etti.

Alnını geri çekip gözlerimin içine bakarak “Yine arada kaynadığı için tekrar sormak zorundayım,” diye mırıldandı. Çekintisi ses tonundan belli oluyordu. “Affedildim mi acaba?”

Saçlarını okşamaya devam ederken uzun uzun baktım yüzüne.

“Affetmemiş olsaydım burada olmayacağımı biliyor olman gerek.”

“Bilmekten ziyade umuyorum,” diyerek yutkundu. “Ve senin ağzından duymak istiyorum. Kesinleştirmek, içimde en ufak şüphe kırıntısı bırakmamak istiyorum.”

Hafifçe gülümsedim ve gülümsememi bozmadan dudaklarımı onunkilere bastırdım. Amacım öpmek değildi. Gülümseyişimi görmekle yetinmesin, hissetsin istiyordum.

Dudaklarımı onunkilerin üzerinde hareket ettirerek “Evet,” diye mırıldandım. “Affettim.”

Omuzlarından koca bir yük kalkmışçasına rahatladı ve gözlerini kapattı. Dudaklarımız hala birbirine dokunuyordu.

“Teşekkür ederim, sana sahip olmama izin verdiğin için teşekkür ederim. Beni, affedecek kadar sevdiğin için teşekkür ederim.”

Bir şey söylemedim ve o anın tadını çıkarmayı tercih ettim. Yüzüme vuran nefesini içime çektim. Çok zor da olsa onunla tekrar bir araya gelebildiğim ve onu affedecek bir neden bulabildiğim için şükrettim.

Dakikalar sonra kendimi hafifçe geri çektim ve hala kapalı olan gözlerini görünce kendi kendime güldüm.

“Filmlerde barışma sahneleri hep çok ateşli olur ama biz, buraya geldiğimden beri ağlaşıyor ve sümüklerimizi birbirimize sürüyoruz.”

Gözlerini kırpıştırarak açtı ve bana şaşkın bir bakış yolladı.

“Ben sümüğümü sana sürmedim, sümüğümün geldiğini bile sanmıyorum.”

Gözlerini kırpıştırma sırası bana gelmişti çünkü kendimi açık etmiştim.

Bakışlarımı istemsizce tişörtüne çevirip ağlayarak omzuna sarıldığım an ıslattığım yere baktım. Çoktan kurumaya başlamıştı ama tişörtteki renk farkı hala görülebilir düzeydeydi ve o ıslaklığın tek sebebinin gözyaşı olmadığını maalesef ki biliyordum.

Ne yapacağımı bilemez bir halde tekrar Aral’a döndüm ve beni pür dikkat izleyen yeşilleriyle karşılaşınca iyice gerildiğim için yaramaz bir çocuk gibi sırıttım.

“Ehe.”

Mahcubiyetimi gizlemek için dudaklarımdan fırlayan saçma mırıltı ilk önce gözlerinin kocaman açılmasına neden oldu, saniyeler sonra da başını geriye atıp kahkahalarla gülmeye başladı.

Kahkahasını büyülenmiş gibi izlerken az önce ne için utandığımı unutuvermiştim. O kadar güzel gülüyordu ki olduğum yerde öylece ona bakakalmıştım. Bir haftadır onu yalnızca fotoğraflarda ve doğum günümde çektiğim videoda görmenin etkisi de vardı tabii afallamada.

O videoyu kaç kere izleyip ağladığımı hatırlamıyordum bile.

Göğsü kahkaha kırıntılarıyla sarsılmaya devam ederken başını doğrultup bana baktı ve göz göze geldik. O an tam olarak ne yaşandığı hakkında bir fikrim yoktu ama benim ona bakışımı görünce duruldu ve yeşillerinde farklı bir duygu peyda oldu. Aramızdaki havanın ağırlaştığını hissedebiliyordum. Sanki yanımızda görünmez bir ateş vardı ve çıtırdıyordu.

Biz de bu çıtırtıya eşlik etmeyi tercih ettik ve sanki planlamış gibi aynı anda birbirimize doğru atıldık. Dudaklarımız bu sefer bambaşka duygularla buluştuğunda neyin başlangıcında olduğumuzu çok iyi biliyordum. Öpüşmemiz sakinliğin yanından bile geçmiyordu. Oldukça aceleci ve hırpalayıcıydık. Hasret bizi hırçınlaştırmıştı.

Nefessiz kalana kadar öpüştükten sonra Aral soluklanmak adına dudaklarımı bıraktı lakin dudakları tenimden ayırılmadı. Çeneme kondurduğu öpücükler boynuma doğru yol almışken ensesindeki elimi yanağına kaydırdım ve birkaç günlük olduğu belli olan sakallarını okşadım belli belirsiz. Bu dikkatini dağıtmış olacaktı ki başını yan çevirdi ve bileğimin içine uzun bir öpücük kondurdu. Aynısını avuç içime de yaptıktan sonra dudaklarının yüzük parmağıma kaydığını hissettim. Tektaşım orada duruyordu, hiç çıkarmamıştım.

Yüzüğün durduğu parmak boğumumu o kadar çok öptü ki nefes alamaz hale geldim. Dudaklarının sessiz teşekkürünü duyar gibiydim.

Birkaç öpücüğün daha ardından dudaklarımın onsuz kalmasından sıkılıp öpmeye devam ettiği elim sayesinde yüzünü bana çevirdim ve dudaklarımı onunkilere bastırdım. Sırtımdaki ellerinden birini enseme çıkartıp beni kendine bastırırken öpücüğüme karşılık vermekte gecikmedi.

Dakikalar boyunca öpüştük. Ellerimiz birbirimizin vücudunda dolandı ve Aral, ben daha ne olduğunu anlayamadan üzerimdeki tişörtü çıkarıp bir kenara fırlattı. Bu anı defalarca kez yaşamış olmamıza rağmen bana, sanki beni ilk kez görüyormuş gibi baktı ve ardından dudaklarını çıplak omuzuma bastırdı.

Dudakları omzumdan göğsüme doğru inerken beni nazikçe kavrayıp koltuğun boş kısmına yatırdı. Bacaklarımı beline dolayıp sabırsızlıkla bedenimi keşfetmesini izlerken ellerim onun tişörtünün eteklerine kaydı ve onun da yardımıyla tişörtü çıkarmayı başardım.

Kendimizi ana kaptırmış, çoktan nefes nefese kalmıştık. Hızla inip kalkan göğüslerimiz birbirine çarpıyordu ve bu içimdeki yangının daha da büyümesine neden oluyordu. Aral üst bedenimi boydan boya öpücükleriyle donatmaya kararlı gibiydi ancak sabrım tükeniyordu. Ellerimi kaslı omuzlarına dolayıp onu yukarı doğru çekmeye yeltendiğim sıra evin içinde bir ses duyuldu. Nefes seslerimizin dışında bir ses…

Kapıdan gelmişti.

Aral’ın dudakları göğsümün üzerinde donakalırken etraftaki sesleri daha net duyabilecekmişim gibi nefesimi tuttum. Kapının kapanma sesi evin içini doldurduğunda Aral sessizce küfretti.

“Hello? Evde kimse var mı?”

Arel girişten bize seslendiğinde Aral gözlerini kocaman açıp “Tişörtün nerede?” diye sordu aceleyle. Bir yandan da etrafa bakınıyordu. “Tişörtünü ne yaptık?”

“Bilmiyorum,” diye cevap verdim şaşkınca. “En son fırlatmıştın.”

Bizden herhangi bir cevap alamayınca “Ayakkabılarınızı gördüğüme göre evdesiniz,” diye devam etti Arel, adım seslerini duyabiliyordum. “Habersiz geldiğim için üzgünüm. Şarj aletimi almam gerekiyordu.” Bir an duraksadı. “Niye hiç sesiniz çık-”

Aral kendini bir anda üzerime bırakırken “SAKIN İÇERİ GELME!” diye bağırdı. Ağırlığı karşısında nefesim kesilirken acıyla inledim ama bunu umursamadı. Her yerimi kapatmak istercesine üzerime çullanıp dururken -oysa pantolonum ve sutyenim hala üzerimdeydi- nefes almaya çalışıyordum.

Arel’in adımlarının duyulabilir bir mesafede duraksadığını fark edebilmiştim ancak gördüğüm tek şey beyaz tavandı. Üzerinde yattığımız kanepe odanın girişine ters konumlandırılmıştı, bu yüzden Arel odanın kapısında dursa bile sadece Aral’ın yukarıya kaldırdığı başını görebilirdi. Hatta gelip başımızda dikilse bile Aral üst bedenimi tamamıyla kapattığı için yalnızca Aral’a sarılı olan çıplak kollarımı görebilirdi ancak Aral anadan üryanmışım da Arel her an beni görebilirmiş gibi dehşete kapılmıştı.

“Ne? Neden gelmeyeyim? Hala barışmadınız mı?”

Arel’in sesi biraz daha yakından gelince Aral başını kaldırıp odanın girişine baktı ve “Gelme dedim Allah’ın cezası!” diye bağırdı. “Ne işin var senin burada?”

“Şarj aletimi almaya geldim, dedim ya.” Birkaç adım sesi daha duydum. “Ne oluyor lan? Siktir! Sen neden çıplaksın?”

Aral’ın sinirden boynunda atan damara bakarken şu an olan şeye inanıp inanmamakta kararsız kalmıştım. Sahiden Aral’la sevişmek üzereyken basılmış mıydık?

“Asıl sen siktir git, hem de hemen!” diye bağırdı Aral. Hala üstümde yatıyor olduğu için bağırdığında titreşen her bir kasını net bir şekilde hissedebiliyordum.

“Niye bağırıyorsun? Tamay nerede? Ayrıca neden öyle garip bir pozisyonda duruyor-” Nihayet aydınlanmış olacaktı ki cümlesini yarım bıraktı. “Siktir! SİKTİR! TAMAY, ALTINDA MI?”

“ELİMDEN BİR KAZA ÇIKMADAN DEFOL GİT ŞU EVDEN!”

Kendimi daha fazla tutamayıp boğulur gibi bir gülme sesi çıkardığımda Aral’ın bakışları dehşetle bana döndü. Neden güldüğüme anlam veremiyormuş gibiydi ama sinirlerim bozulmuştu. Şu an olan şeyler gerçekten yaşanıyor muydu?

Yeniden adım sesleri duydum ama bu sefer daha hızlıydı ve uzaklaşıyor gibiydi.

“Ulan ben de saatlerdir kendimi yiyip bitiriyorum, acaba barıştılar mı yoksa hala kavga mı ediyorlar diye! Ben sizin için kafa patlatırken siz burada birbirinizi yiyormuşsunuz!”

Kendimi tutamayıp “Sayende henüz o aşamaya geçemedik!” diye bağırdım.

“SUS!” diye cevap verdi Arel. Bir kapının açılma sesini duydum. Odasına girmiş olmalıydı. “Sağır olsaydım da duymasaydım seni! Kör olsaydım da görmeseydim!”

Sesinin acı çeker gibi çıkması o kadar komikti ki alnımı Aral’ın omzuna yaslayıp kahkaha attım. Şu anki pozisyonumuza rağmen fazlasıyla rahattım. Bunda pek ileriye gitmemiş olmamızın etkisi yok değildi gerçi ama tamamen soyunmuş olsaydım da bir şey fark etmezdi, Aral koca bedenini bana siper etme konusunda oldukça başarılıydı çünkü.

“GÜLME!” diye bağırdı içerden, Arel. Sonra bir gürültü koptu ve üst üste küfürler etmeye başladı. O küfrettikçe Aral da ediyordu ve benim kahkahalarım da arttıkça artıyordu.

“AKLIN OLSAYDI BURAYA GELMEZDİN ZATEN! NEYİNİ ALACAKSAN ÇABUK AL VE TERK ET ŞU EVİ!” diye bağırdı Aral. Hala çok gergindi ve üzerimden kalkmaya niyeti yok gibiydi. İlk başta çok zorlansam da ağırlığına yavaş yavaş alışmıştım ve bu, saçma bir şekilde hoşuma bile gitmeye başlamıştı.

“En sevdiğim koltuğu sizin yüzünüzden evden atmak zorunda kalacağım!” diye bağırdı Arel cevap olarak. “İğrençsiniz! Odanıza gitseydiniz bari!”

“Henüz bir şey yapmadık, korkma!” diye cevap verdim ama hala gülüyordum. “Koltuğundan ayrılmak zorunda kalmayacaksın!” Aral öyle gergindi ki Arel’e cevap yetiştirmeme bir şey diyemiyordu.

Arel söylediklerimi umursamadan “Bunun intikamını alacağım sizden!” diye bağırdı ve sesi bir an daha yakından gelirken diğer an uzaklaşmaya başlamıştı bile. “Eve on kız birden atacağım!”

Sırıtışım yüzümde donakalırken “SENİ ÖLDÜRÜRÜM!” diye bağırdım. Hayır, resmen olduğum yerde yırtındım. Bir anlık gafletle halimi unutup ayağa fırlamaya bile kalktım ama elbette ki üzerimdeki ağırlık yüzünden başarılı olamadım. Aral bu tepkim karşısında gerginliği unutup şok içinde bana bakakaldı ama onu da umursamadım. “Bu eve dişi sinek bile girse senden bilirim ve o gün nefes aldığın son gün olur!”

“Aral seni atıyor ama!”

“BEN ARAL’IN KARISIYIM APTAL!” diye bağırdım. “Evleneceğin birini bulursan getirebilirsin ancak! O da haberim dâhilinde!”

“O zaman sonsuza kadar eve kimseyi atamam ki!” diye isyan etti.

“Bu benim sorunum değil!”

“AREL SİKTİR GİT ARTIK ŞU EVDEN!

Aral, Arel’le aramızda geçen muhabbete katlanamıyormuş gibi haykırsa da onun çaresizliği hiç umurumda değildi şu an. Arel’in de umurunda olmamış olacaktı ki bana laf yetiştirmeye devam etti.

“Ben de atacağım işte! Yüz tane atacağım hem de!”

“Hele bir at da sana ne yapıyorum gör!” diye bağırarak karşılık versem de beni umursamadan kapıyı açtı ve arkasından çarptı.

Delirmiş bakışlarımı hızla Aral’a çevirip “Bana taşınıyorsun,” diye emrettim. “Zaten haftanın çoğunu bizde geçiriyordun, artık tamamen gelirsin. Bu evde kalmana daha fazla izin veremem.”

Aral, “Tüm derdimiz bu mu şu an?” diye homurdanarak dirseklerinin üzerinde yükselmeye başladığında “Evet-” demiştim ki ağırlığı üzerimden kalktığında hissettiğim acı dolu rahatlamayla nefesim kesildi. Sanırım ağırlığına alışmamış, uyuştuğum için öyle sanmıştım.

Ne yaptığının daha yeni farkına varıyormuş gibi telaşla “İyi misin?” diye sorduğunda yüzümü buruşturdum.

“Sanırım böbreklerim iflas etti.”

Gözlerini kocaman açtı. “Saçmalama.”

“Karaciğerim de etmiş olabilir. Bir de akciğerlerim tabii.”

Dizlerinin üzerine oturup ciddiyetle bedenimi yoklamaya başladığında ellerimi onunkilerin üzerine koyup “Şu an önemli olan bu değil,” diye mırıldandım. Sağlık durumumun umurumda olan son şey bile değildi. “Ya Arel inada bindirip eve gerçekten kız atmaya kalkarsa? Ya kız gece burada kalır ve tesadüfen seninle karşılaşır da seni Arel sanarak üzerine atlamaya kalkışırsa?” Söylediğim şeyi istemsizce hayal ettiğim için gözlerimi dehşetle açtım. “Birden fazla kızdan bahsediyordu hem de! Yok, yok… Buna izin veremem, ihtimali bile kanımı donduruyor.” Ellerimi koltuğa yaslayıp aceleyle doğrulmaya çalıştım.

Aral, tuhaf bakışlarla beni izlerken başını iki yana salladı ve “Ben de kendimi kıskanç sanırdım,” diye mırıldandı. Hali olsa gülecekmiş gibiydi.

“Başka kadınların üzerine atlamasından korkmuyorsun yani?” diye diklendim. “Hani benim haricimdeki kişilerin sana dokunmasından bile hoşlanmıyordun?”

Dudağının kenarı kıvrıldı ve ben daha bu rahatlığı konusunda ona çıkışamadan belimden tuttuğu gibi kucağına çekti beni. Kıvırdığı dizinin üzerinde otururken ona bir tık yukarıdan bakmak zorunda kalmıştım ama şu an çok daha büyük dertlerim vardı.

“Seninle ciddi bir şey konuşmaya çalışıyorum, niye sırıtıyorsun ya?”

Kollarını çıplak belime dolayıp burnunu omzuma sürttü. Arel tarafından basılmamızın gerginliği bir anda kuş olup uçmuştu sanki üzerinden.

Tavrı karşısında şaşırmış olsam da sinirim daha ağır bastığı için “Sürtünüp durma bana,” diye kızdım ama beni umursamadı ve aynı yeri bu sefer ısırdı.

“Kime diyorum ben ya, hey!”

Yüzünü boynuma gömüp “Kimse üzerime atlayamaz çünkü Arel eve kız falan atmayacak,” diye mırıldandı, kendinden gayet emin bir şekilde. Sesindeki kahkaha kırıntıları hiç hoşuma gitmemişti.

“Atacağını söyledi ama!”

“Seni kızdırmak için söylemiştir. Bu eve annem dışında gelen tek kadın sensin. Aramızda söylenmemiş bir kural var ve ikimiz de bunu bozmayız.”

“Beni buraya getiren Arel’di zaten, yani kural mural yok!”

“Evet ama kendi için değil, benim için getirmişti. Benim için başka bir kadın getirme ihtimali olmadığı için sorun yok.”

Omuzlarından iterek geriye çekilmesini sağladım. Bu konuşmayı gözlerine bakarak yapmak istiyordum çünkü çok ciddi bir konuydu.

“Artık hayatında ben olduğum için sana değil, kendisine odaklanacak. Bu yüzden dediğini yapar.”

Laftan anlamayan bir çocuk avutmaya çalışıyormuşçasına iç çekti. “Tamay…”

“Ne?”

“Bizi aynı anne-baba yetiştirdi, biliyorsun değil mi?”

Bu durumun konumuzla ne alakası olduğunu çözemediğim için kaşlarımı çatıp “Ne olmuş yani?” diye sordum.

“Yani kızlarla takılmayı çok sevse de herhangi birini eve atacak kadar ileri gitmez.”

Kaşlarımı biraz daha çatıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Kızlarla takılmayı seviyordu ama onları eve atmazdı, çünkü ikisini aynı anne ve baba yetiştirmişti. Suratımı buruşturdum. Ne demekti ki bu şimdi?

Buruşturduğum yüzümü gördüğünde şefkatli bir tebessüm bürüdü dudaklarını. Sonra da uzanıp çenemi öptü ve alnını öptüğü yere yasladı.

“Ben sana dokunmadan evvel ne olsun istemiştim?”

Dokunmaktan kastının birlikte olmak olduğunu anladığımda “Evlenmek,” diye cevap verdim, gayriihtiyari. Sonra jetonum düştü ve gözlerimi irice açarak geri çekildim.

“Arel de senin gibi bekliyor mu yani?”

Başını sallayarak onayladı beni.

“Emin misin? Senin haberin olmadan fındık kırıyor olabilir.”

Hafifçe gülüp burnunu çeneme sürttü. Çenemle alıp veremediği bir şey vardı.

“Son olaylar aklını karıştırmış olabilir ama doğduğum günden beri onunla birlikteyim, yani onu en iyi tanıyan kişiyim.”

“Çok duygusal yaklaşıyorsun,” diyerek başımı salladım. “Seni biraz daha zorlasaydım üzerime atlardın. O da aynı şeyi yaşayabilir.”

“Haklısın ama ben sana âşıktım, bu yüzden aklımı çelmeyi başarıyordun. Bildiğim kadarıyla Arel’in âşık olduğu biri yok.”

Etkilenmediğimi söyleyemezdim ama asla tam anlamıyla ikna olamıyordum.

“I-ıh,” diyerek başımı iki yana salladım. “Beni böyle kandıramazsın. Kabul etmiyorum. Taşınıyorsun. Bu evden birlikte gideceğiz.”

“Üzgünüm ama aramız çok iyi olmasa da onu bu evde tek başına bırakamam. Çoğu gecemi seninle geçirmem ayrı, buradan tamamen ayrılmam ayrı.”

Yanaklarımı şişirerek ofladım. Aral’ın tüm tereddütlerine rağmen Arel’i düşünmesi hoşuma gitmişti aslında, hatta onlara dair olan umutlarımı yeşertmişti ancak itiraz etmeye devam etmek istiyordu canım.

“O da taşınsın bize o zaman. Alt kattaki misafir odalarından birinde kalabilir.”

Teklifim onu hafifçe güldürdü. “Senin niyetin başka sanırım.”

“Benim niyetim sadece seni korumak.”

“Bu korumaktan fazlası sanki?”

Kaşlarımı çatıp ona kötü kötü baktım. “Aral.”

“Bence sen çok gerginsin, biraz rahatlamaya ihtiyacın var.”

“Nasıl olacakmış o?”

“Böyle,” diyerek beni sıkıca kavradı ve çevik bir hareketle ayağa kalktı. Bacaklarım hızla beline dolanırken o çoktan odanın çıkışına yürümeye başlamıştı.

“Nereye gidiyoruz?” diye sorarken gözlerim, karşıdaki koltuğun arkasında duran tişörte takıldı. Biraz önce aradığımız tişörtümdü. Aral’ın onu buraya kadar fırlatmış olması istemsizce sırıtmama neden oldu.

Omzumu dişlemek dışında bir tepki vermese de ben anlayacağımı anlamıştım. Sanırım yarım bıraktığımız işi tamamlamaya gidiyorduk. Bu yüzden boynuna sarılı olan kollarımı sıkılaştırıp yanağımı saçlarının üzerine yasladım. Kavgamı unutmuş değildim ancak Aral haklıydı. Geçen bir haftanın ardından rahatlamaya gerçekten çok ihtiyacım vardı.

Her türlü duyguyu hissederek yazdığım bir bölüm oldu. Umarım size de aynı şekilde hissettirebilmişimdir. ♥

Bölümde açığa çıkan olayı tahmin edenleriniz vardı, hatta birebir yazan bir kişiyi de görmüştüm (buradan tebriklerimi iletiyorum) ama başka bir durum olduğuna inanmak isteyenleriniz çoğunluktaydı. Ne olursa olsun şu andan itibaren bir sırrı daha açıklığa kavuşturmuş bulunuyoruz. Geriye kalan tek şey Sadullah... Bakalım ileriki bölümlerde bizi neler bekliyor?

Umarım aklınızda yer eden ve sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. Özellikle bu bölümden sonra düşüncelerinizi çok merak ediyorum. Benimle paylaşırsanız çok sevinirim.

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!

Instagram: rabiaclr/dolunayinvechi

Loading...
0%