Yeni Üyelik
5.
Bölüm

BÖLÜM - 5

@bayanclara

Arabanın açık camından içeri süzülerek giren rüzgâr, atkuyruğu şeklinde topladığım saçlarımı uçuşturuyordu. Arabaya binmeme rağmen başımın üzerindeki güneş gözlüğünü indirmemiştim ve sıkıntılı bir şekilde önümde uzanıp giden yola bakıyordum.

Aldığım son nottan sonra had safhada olan korkum yerini yavaş yavaş kızgınlığa bırakmaya başlamıştı. Birinin beni kuklası gibi oynatmak istediği gerçeği sinirlerimi hoplatmış, kızgınlığım acımın önüne geçmeye başlamıştı. Notta yazanlara baktığımda kelimelerin altında yatan tehdidi anlayabiliyordum. Notları yazan o ahmak, polisleri kapımdan göndermediğim takdirde benimle daha çok oynayacağını söylüyordu.

Yanan kırmızı ışığı gördüğümde arabamı yavaşlatarak durdurdum ve bakışlarımı trafik lambasından ayırmadan dirseğimi arabanın camına yasladım. Daha birkaç saat evveline kadar kafamı zorla da olsa dağıtan ve arkadaşlarım sayesinde keyiflenen ben değildim sanki. Birileri birkaç küçük gülümsemeyi bana çok görüyor gibiydi.

Önce sarıya, ardından da yeşile dönen ışığı gördüğümde kolumu yasladığım yerden çekmeden gaza bastım. Aral başkomiserin yanına gidiyordum ama neden gittiğimi de anlayamıyordum artık. Ona veyahut başka bir polise bir şeyler anlatmanın faydası yoktu zira yaptıkları tek şey yalnızca bu notları gönderen kişinin benimle nasıl oynadığını görmek oluyordu. Belki fazla küçümsüyordum ama gerçek buydu işte. Notları getiren kişileri yakalayamıyorlardı, notu yazan kişiyi bulamıyorlardı. Hatta anlattıklarıma gönülden inanmıyorlardı bile ancak ben yine ve yine onların yanına gidiyordum bana yardım edebilmeleri için. Büyük bir çaresizliğin içerisindeydim ve nasıl kurtulacağımı hiç bilmiyordum.

Arabamı Emniyet’in otoparkına park ettikten sonra ellerimi direksiyona koyarak sakinleşmeye ve düzgün düşünmeye çalıştım. Evet, polislerin kapıma dikilip evimi korumaktan başka kayda değer yaptıkları bir şey olmamıştı ancak bu işten yalnız başıma sıyrılamazdım. Birilerine ihtiyacım vardı.

Keşke her an tetikte olsaydım da bana çarpan kişiyi fark edip peşine düşebilseydim. Belki o zaman ufak da olsa bir şeyler öğrenebilir ve başkalarından yardım dilenmek zorunda kalmazdım.

Derince soluklanarak yüzümü sıvazladım ve yan koltuktaki çantamı koluma taktığım gibi arabadan indim. Kapıları kilitlediğim sıra istemsizce bakışlarımı kaldırdım ve beni izleyen birilerini görebilme umuduyla çevreme bakındım ama ne yazık ki benimle ilgilenen birilerini bulamadım. Yine de sanki farkına varmadığım birileri beni gözetliyormuşçasına düşük omuzlarımı kaldırdım ve dik durarak Emniyet’in girişine doğru ilerledim.

Her zamanki rutinlerden sonra ziyaretçi kartımı aldım ve önüme çıkan polislerden birine Aral başkomiserin odasının yerini sordum. Asaf amirin odasının bir alt katında olduğunu öğrendikten sonra da polise teşekkür ederek merdivenlere yöneldim.

Basamakları sabırsız bir şekilde birer ikişer çıktıktan sonra odasının olduğu kata geldim ve koridorun sonuna doğru ilerledim. Girişteki polisin tarif ettiği odanın kapısının önünde duraksadığımda duvardaki tabelaya kaydı bakışlarım.

Aral Ertem – Başkomiser

Başkomiserin ismini görmek anlam veremediğim bir şekilde heyecanlandırmıştı beni. Biraz da germişti. Bu adamda tuhaf bir şeyler vardı, daha doğrusu beni ona çeken tuhaf şeyler. Bu şeylerin başını gözleri çekiyordu şüphesiz. Onu her gördüğümde gözlerine kilitleniyordum istemsizce. Yapmamam gereken bir şeydi bu, farkındaydım ama kendimi ne kadar zorlasam da engelleyemiyordum.

“Düşüncelerinin saçma yerlere kaymasına izin verme Tamay,” diyerek başımı iki yana salladım ve elimi kaldırarak kapıyı tıklattım. Saniyeler sonra içeriden gelen olumlu yanıtı işittiğimde iyiden iyiye gerilen vücudumu sakinleştirebilmek için derince nefeslenip kapıyı açtım.

Asaf amcamın odasından biraz daha küçük olan odaya girdiğimde odanın diğer köşesindeki masasında oturan Aral başkomiser başını önündeki dosyadan kaldırarak bana çevirdi. Parlak yeşil gözleri kahvelerimle çarpıştığı an nefesimin kesildiğini hissettim ve bunun neden olduğu konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

Beni gördüğünde çatık olan kumral kaşları düz bir hale gelmiş ve zaten ciddi olan yüzünü mümkünmüş gibi daha da ciddileştirmişti. Saçlarının önünü hafifçe öne kaldırmıştı ve yüzünde birkaç gündür kesilmemiş olan sakallarını barındırıyordu. Yeşil gözleri alelade bir şekilde üzerimde gezindikten sonra tekrar kahvelerime çevrildi ve orta kalınlıktaki dudaklarını aralayarak “İçeri girin lütfen,” diye mırıldandı. Kullandığı rica sözcüğüne rağmen sesinin emir verir gibi çıkması beni kendime getirmiş ve açık kapının önünde dikilerek başkomiseri izlediğim gerçeğini fark etmemi sağlamıştı.

Sahi, bana ne oluyordu?

Salaklığıma içimden söverken kısaca başımı sallayarak kapıyı kapattım ve bakışlarını benden çekip önündeki dosyaya çeviren başkomiserin masasının karşısındaki boş sandalyelerden birine oturdum. Kolumdaki çantayı kucağıma indirdiğim sıra başkomiser de önündeki dosyayı kapatıp nihayet dikkatini bana verebilmişti.

“Asaf amirimle konuştum, yeni bir not almışsınız sanırım?”

Başımı sallayarak onu onayladıktan sonra yüzüme dikilen keskin bakışlarını umursamamaya çalışarak çantamın içindeki buruşmuş kâğıdı çıkarıp Aral başkomisere uzattım. Kaşlarını çatarak notu parmaklarının arasına aldığı sıra çantamdaki kayıtların olduğu belleği de çıkararak yeşil gözlerini notta yazanların üzerinde gezdirmeye başlayan başkomiserin önüne bıraktım.

“Bugün normalde izin günümdü,” diyerek anlatmaya başladım. “Kardeşimle birlikte Yasemin’in, yani en yakın arkadaşımın evine kahvaltıya gitmiştik. Sonra telefonum çaldı ve hastanedeki asistanım imzalamam gereken birkaç şey olduğunu söyleyerek beni hastaneye çağırdı.”

Olanları anlatırken bakışlarım başkomiserin yüzündeydi. Notta yazanlara ya da anlattıklarıma herhangi bir tepki vermesini bekliyordum ancak çatılmış kaşlarıyla kâğıda bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu yüzden kaldığım yerden anlatmaya devam ettim.

“Hastaneye gidip işimi hallettikten sonra tekrar Yasemin’in evine dönecektim ancak çantamdan telefonumu çıkarmak için önüme eğildiğim an birinin bana çarpmasıyla irkildim. Bir an ne olduğunu kavrayamadım ve başım öne eğik olduğu için bana çarpanı da görmedim. Sonrasında kafamı kaldırdığımda hastaneye doğru ilerleyen bir kalabalığın içinde olduğumu fark ettim ancak kimin bana çarptığını da anlayamamıştım. Acelesi olan sorumsuzun tekinin çarptığını düşündüğüm sırada da çantamdaki notu gördüm. Neler olduğunu anladığım an güvenlik odasına gidip kayıtlara baktım.”

Başkomiser bakışlarını önüne bıraktığım belleğe çevirdiğinde içinde ne olduğunu anlayarak kenarda duran laptopunu önüne çekti ve kapağını kaldırdı. Ben de olanları kendisinin görmesini beklemek için konuşmayı bıraktım ve arkama yaslanarak onu izlemeye devam ettim. Not kâğıdını elinden bırakmadan belleği bilgisayara taktıktan sonra bakışlarını kısarak kayda odaklandı, ben ise ona…

Üzerine vücuduna tam oturan beyaz, düz bir gömlek giymiş ve siyah bir kravat takmıştı. Başkomiseri ilk kez kravatlı gördüğümü fark ettim. Kravat çekiştirilerek aşağı indirilmişti. Tuncay amcamın önemli iş toplantılarından çıktığında kravatıyla girdiği savaşı anımsatmıştı bu görüntü bana. Muhtemelen pazar günü burada ve bu kılıkta olmasının da önemli bir sebebi vardı.

Başkomiser bakışlarını bana asla dokundurmadan tekrar tekrar izledi görüntüleri. Ben de sessizce yüzündeki mimik değişimini izlemeye devam ettim. Kaşlarının bir çatılıp bir düz hale gelmesini, kayıtları daha iyi görebilecekmiş gibi gözlerini kısmasını, sindiremediği bir şeyler varmış gibi hırsla büyüyüp küçülen burun deliklerini, boştaki eliyle çenesini ovuşturmasını…

“Notu çantanıza bırakan kişinin fiziksel özellikleri ortada ancak yine yüzünü göremiyoruz.”

Ben onun yüzüne fazlasıyla dalmışken başkomiser ansızın bana dönerek kurmuştu cümleyi. Benim onu izlediğimi fark ettiğindeyse duraksayarak daha da çattı kaşlarını. Hızla her zerreme bulaşan utanç duygusuyla bakışlarımı yeşillerinden kaçırarak elinde tuttuğu nota çevirdim. O ise bakışlarını yüzümden çekmeden sesinin tonunu bir tık daha kalınlaştırarak konuşmaya devam etti.

“Caddedeki kayıtlardan kadının hastaneden çıkışını bulabilir ve bir noktaya kadar izini de sürebiliriz ama diğerlerinde olduğu gibi bir şekilde izini kaybettirdiğine eminim.”

Kahvelerim başkomiserin elindeki not kâğıdından yalnızca birkaç santim uzağımda duran masaüstü isimliğe kaydı. Kalın, siyah ve eğik harflerle ismi yazılmıştı. Bakışlarımı adının üzerinden ayırmadan dalgınca mırıldandım.

“Beni tehdit ediyor, evimin önündeki polisleri göndermemi istiyor ama bunu yapamam. Kardeşim benimle yaşıyorken bu riske giremem. Hem hastaneye adam göndererek de bana ulaştırabilir notlarını, başka bir niyeti yok madem neden evdeki polislere takmış durumda?”

Son kelimelerimin ardından bakışlarımı ona çevirdiğimde düşünceli bir ifadeyle bana baktığını gördüm. Biraz önceki bakışlarımı unutmuş gibiydi. Veyahut zaten hiç aldırmamıştı. Yanaklarını şişirip oflayarak sırtını sandalyesinin başlığına yasladı. Yeşilleri tekrar bilgisayarının ekranına kaymıştı. “Aslında haklısınız,” diye mırıldandı. “Başka bir amacı olabilir ancak kendi işini rahatlatmaya çalışıyor da olabilir.”

Biraz önceki dalgınlığımdan sıyrılarak tüm dikkatimi konuya verdim. Kaşlarım çatıldı. Neyden bahsettiğini anlayamamıştım. “Nasıl yani?”

“Şöyle ki,” diyerek dirseklerini masanın üzerine koydu ve parmaklarını birbirinin içinden geçirdi. “Bu notları yazan kişinin, yazdığı notları size ulaştırması gerek ve bunun için de ulağa ihtiyacı var. En azından bugüne kadar gönderilen notlardan bunu anlıyoruz. Hastaneye birilerini göndermesi daha sakıncalı çünkü orada çok fazla kamera var ve notu bırakmaya gelenler birkaç seferden sonra aynı taktiklerle içeri giremezler. Ayrıca ya notları bırakan kişilerin izlerini süremememiz ya da en ufak bir hatalarında yakalandıkları zaman bize söyleyecek bir şeyleri olmaması için sürekli adam değiştiriyor ve bu da yüksek ihtimalle notları bırakan kişilerin, yazan kişiyle hiçbir alakası olmadığını gösterir.”

Anlattıklarını sindirebilmek için kısa bir süre bekledikten sonra “Anlatmaya çalıştığınız şey,” diye mırıldandım kafa karışıklığı eşliğinde. “Notları bırakan kişileri bulsak dahi elimize bir şey geçmeyeceği mi?”

Başını salladı. “Büyük ihtimalle. Yani sonuçta ulaklar gerçekten bir şey bilmezlerse bize de anlatacak bir şeyleri olmaz.”

“İyi ama o zaman ne yapacağız?” diye sordum içimdeki çaresizlik hissi gitgide daha da büyürken. Siyah kaşlarım çatılmış, çehrem sinirle kırışmıştı. “Daha doğrusu ben ne yapacağım? Beni kukla gibi oynatmaya çalışan birine boynumu eğip ses çıkaramayacak mıyım? Karşı gelemeyecek miyim? Beni korkutmasına izin mi vereceğim? Bu… Bu çok saçma.”

“Elbette öyle bir şey yapmayacaksınız,” diyerek koltuğunda öne doğru eğildi. Yüzündeki çelişkili ifadeyi ve ne söyleyeceğinden emin olmadığını gösteren bakışlarını görebiliyordum. “Biz araştırmaya ve notları bırakan kişilerin izini sürmeye devam edeceğiz. Eninde sonunda elimize bir şey geçecektir.”

“O kişilerden birini bulsanız bile elimize bir şey geçmeyeceğini söylemiştiniz,” dedim kızarcasına. Ağzıma bir parmak bal çalıp gerçekleri görmeme engel olmaya çalışıyor olamazdı, değil mi?

Başını sallayarak “Sadece bir ihtimal olduğundan bahsettim,” diye mırıldandı. “Doğru sonuca ulaşmamızı sağlayan da hep bir ihtimal olmuştur zaten.”

Daha fazla bu safsataları dinlemeye katlanamadım ve “Bakın,” diyerek ellerimden birini sertçe masaya koydum. Artık çileden çıkmıştım zira kendimi daha fazla tutamayacağımı biliyordum. İçime atmanın ve katlanmanın da bir sınırı vardı elbet.

Sinirle iyice koyulaştığına emin olduğum kahve harelerimi yeşillerine diktim. “Gayet açık konuşacağım ki siz rahat bir şekilde benimle oyun oynayan kişinin izini sürerken benim neler çektiğimi biraz olsun anlamaya çalışın. Tek istediğim şey annemle babamın katilini bulmakken kendimi saçma sapan bir oyunun içinde buldum ve elim kolum bağlı bir şekilde hakkında hiçbir fikrimin olmadığı birinden gelecek notları bekliyorum. Üstelik bu kişi kendimi ve kardeşimi korumak için evimin önünde dikilen polislerin onu rahatsız ettiğini söyleyerek onlardan kurtulmamı istiyor. Neler söylediğimin farkındasınız değil mi? Biri açık açık bana evime elini kolunu sallayarak girip çıkmak istediğini söylüyor. Ben polis değilim ve on sekiz yaşında bir kız kardeşim var. Defalarca dediğim gibi ben önemli değilim ama kardeşimi belki de azılı katil olan birinden nasıl koruyabilirim? Üstelik beni tehdit eden kişinin onların yakın çevresinden biri olabileceğini düşündüğünüz için ne amcama ne de kardeşime bir şey söylememe izin veriyorsunuz. Söyler misiniz lütfen tüm bu olanların karşısında ben kendimi ve sevdiklerimi tek başıma nasıl koruyacağım? Hadi bunları da geçtim, her şeyden evvel akıl sağlığımı nasıl koruyabileceğim ben? Bir haftadır her an önüme biri çıkacakmış da bana zarar verecekmiş gibi hissederek dolanıyorum etrafta. Sürekli çevreme bakarak birinin beni izleyip izlemediğinden emin olmaya çalışıyorum. Şayet ki haklıysam ve beni izleyen birileri varsa resmen notları gönderen kişinin benimle eğlenip dalga geçmesine izin vermiş oluyorum. Buna rağmen, bunca şeye rağmen nasıl sakin olup ne olursa olsun diyerek her şeye göğüs germeye çalışabilirim?”

Aral başkomiser, nefes almadan içimi ona dökmem karşısında bocalamıştı. Bunu bakışlarından ve çehresinin aldığı şekilden anlayabiliyordum ama yetmişti artık. Beni anlaması lazımdı, içimdeki duygu çöküşlerini bilmesi lazımdı. Madem bir şey yapamıyordu, o zaman beni her seferinde buraya sürüklemekle ve başımdan geçenleri anlatmakla uğraştırmasındı.

Delirecektim.

Yaşadıklarımın ağırlığından, anne ve babamın yokluğuna dayanmaya çalışmaktan, başımızdaki felaketleri kimseye anlatamayıp içimde saklamaktan delirecektim. Az kalmıştı.

Dirseklerimi dizlerime yaslayarak ellerimi yüzüme kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Ona çıkışmamın hiçbir anlamı yoktu, farkındaydım ama konuşmaya, bağırıp çağırmaya ihtiyacım vardı. Yalnızca yanımda durulmasına değil, anlaşılmaya ihtiyacım vardı benim. Hiç kimsenin beni tam anlamıyla anlayamayacağından emindim ancak yine de bunu ummaktan geri alamıyordum kendimi.

“Her ne kadar kendimi sizin yerinize koymaya çalışsam da sizi anlayamayacağımı biliyorum ama yine de çabalıyorum,” diye mırıldandı. Bu zamana kadar onun böylesine nazik bir tonda konuştuğunu hiç duymadığım için şaşırmıştım ama ani bir tepki de vermedim. Zira biraz önce anlattıklarım ne kadar kötü bir durumda olduğumu gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Kendimi başkalarının yanında ezik gibi göstermekten nefret ederdim ancak söylediklerim için kendime kızgın değildim. Hatta tuhaf bir şekilde rahatladığımı hissediyordum.

“Başta Asaf amir olduğu için tek başıma karar veremiyorum ve her ne kadar başka şeyler düşünsem de amirimin sözünden çıkamam.”

Söyledikleri ellerimi yüzümden çekmeme ve bakışlarımı ona çevirmeme neden olmuştu. Bana tuhaf bir buruklukla bakıyordu.

“Başından beri içinde bulunduğunuz durumun fazlasıyla ciddi bir şey olduğunu düşünüyordum ancak Asaf amir size daha önce de söylediğim gibi dolandırılmaya çalışıldığınızı düşündüğünden notları pek önemsememişti. Sonuçta başından beri yanınızda olan ve durumla ilgilenen oydu ve ben de bu yüzden amirimin daha iyi bileceğine kanaat getirerek ona karşı çıkmıyordum. Bana, kaza olayını yıllarca araştırdığını ama cinayet olabileceğini düşündüren en ufak bir kanıta rastlayamadıklarını söylemişti. Sizin anlattığınız emniyet kemeri olayını da önemsemiyordu ama ben böyle küçük şeylerin ne kadar büyük olaylara gebe kaldığını gördüğümden midir veyahut kaza araştırmalarının içinde olmadığımdan mıdır bilmem, haklı olabileceğinizi düşündüm. Hala da öyle düşünüyorum. Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki bugünkü nottan sonra Asaf amir de konunun ciddiyetinin farkına vardı.”

İtiraf etmem gerekirse sözleri beni fazlasıyla şaşırtmıştı ancak bunu ona belli etmedim. Bana karşı bu kadar şeffaf olması beni mutlu etmişti ancak son söylediklerine alayla gülmeden edemedim.

“Onu bu kadar çok sevmesem ve babamın en yakın arkadaşı olduğunu bilmesem bana inanmadığını söylediği ilk gün sırt çevirirdim ona,” diye konuştum. Sesim fısıltı gibi çıkmıştı ama şaşkın bakışlarından beni duyduğunu anlayabilmiştim. “Kendi öz amcamın ve diğerlerinin bana inanmamasını bir yere kadar kabul edebiliyorum ama bu işe yıllarını veren biri olan Asaf amcamın bana hayal gördüğümü söylemesini hiçbir zaman kabullenemedim.”

Başkomisere karşı neden bu kadar açık olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yalnızca bir hafta evvel hayatıma giren bu adama ancak Yasemin’e anlatabildiğim şeyleri anlatıyor ve bundan pişmanlık duymuyordum. Tuhaftı. Bu gerçekten çok tuhaftı.

“Bizler yalnızca polisiz ve ne yazık ki kanıtlar olmadığı takdirde elimizden bir şey gelmez. Eminim amirim için de zor olmuştur ancak o kadar uğraşmasına rağmen eline bir şey geçmediyse vazgeçmekten başka çaresi kalmadığı için kabullenmiştir kazayı. Sizin anlattıklarınızı reddetmek yerine haklı olabileceğinizi düşünseydi her şeye baştan başlamak zorunda kalırdı ve eğer bir kez daha hüsranla karşılaşırsa toplanması çok daha zor olurdu. Sonuçta babanız onun için herhangi biri değildi, çocukluk arkadaşıydı.”

Kaşlarım çatıldı, olaylara hiç bu yönden bakmamıştım. Asaf amca, anne ve babamı kaybettikten sonra uzun bir süre olayı araştırmış, ipuçları aramıştı. Bense o zamanlar fazlasıyla küçük olduğum ve olanları kabullenemediğim için hiçbir şey düşünemez haldeydim. Aradan geçen zaman sonucunda kendini aksine inandıracak bir şey bulamadığı için pes etmiş ve yaşanan şeyin kaza olduğunu kabullenmişti Asaf amca ancak ben büyüdükçe ve olayları kafamın içinde başa sarıp durdukça bu ihtimalden uzaklaşıp durmuştum. Nihayetinde kemer detayını akıl edebilecek yaşa geldiğimde bunu kendi amcamla da Asaf amcamla da paylaşmıştım ancak ikisi de bana inanmamış ve hatırlamadığım bir şey için kendimi zorlamamam gerektiğini söylemişlerdi. Onlara o günden beri bir yanım hep kırgın kalmıştı ama Asaf amcama olan kırgınlığım daha büyüktü. Bunun da nedeni polis olmasıydı. Zira mesleğe başladığından beri akla gelmeyecek birçok şeyin gerçekleşebildiğine şahit olmuş olmalıydı. Buna rağmen beni geri çevirmesini hala kabullenebilmiş değildim.

Oysa şu an Aral başkomiser daha önce anlayamadığım bir şeyi fark edebilmemi sağlamıştı. Sahiden de Asaf amca tekrar hayal kırıklığına uğramamak için mi inanmıyordu bana? Buna dayanamayacağı için mi kırmıştı beni?

“Haklı olabilirsiniz,” diyerek başımı salladım. Bugünkü yaşadıklarımın da eklenmesiyle mental olarak o kadar çökmüştüm ki fiziksel iş yapmış olsam bu hale gelmezdim belki de. “Ancak durum böyle bile olsa kabullenemem. Asaf amca babamla ne kadar yakın olursa olsun benim kadar acı çekemez, hayal kırıklığına uğrayamaz, üzülemez. En nihayetinde babamdan sonra hayatına devam etmek zorunda kaldı ve etti de ama ben o kazadan sonra yaşamaya devam edemedim. Nefes aldım çünkü korumam ve büyütmem gereken birine sahiptim ancak siz de bilirsiniz ki nefes alıyor olmam, yaşadığım anlamına gelmiyor. Belki de sırf hayal kırıklığına uğramamak için annemle babamın katilinin yıllarca elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşmasına ve gününü gün etmesine izin verdi. Söyler misiniz, şayet durum böyleyse ben, bana inanmayan onca insanın yüzüne nasıl bakacağım?”

Aral başkomiser uzun denebilecek bir süre baktı yüzüme. Bakışlarında bir art niyet aradım ama yoktu. Sözlerimdeki samimiyeti anlamaya çalışıyordu sanki veyahut da nasıl bunca şeyi düşünürken dışa yansıtmadığımı sorguluyordu. İçimi görmek istercesine yoğunlaşan bakışlarından kaçınmak için “Ne olursa olsun evimin önündeki polisleri göndermek istemiyorum,” diye mırıldandım. Konu çok başka yerlere kaymıştı belki ama önümüzde çözülmeyi bekleyen büyük bir sorun vardı. “Eğer göndermek zorunda kalırsam da Tuana’yla amcama olanlardan bahsetmeli ve Tuana’yı amcamlara göndermeliyim. Onun güvende olduğuna emin olmam gerek.”

“Amcanız her şeyi öğrendiğinde sizin yalnız başınıza kalmanıza izin verir mi?”

Cevabım, başkomiserin sorusunda gizliydi zaten ve bunun farkında olduğuna emindim. Sıkıntıyla omuzlarımı düşürdüm. “Amcam olanları öğrense bizim Tuana’yla yalnız başımıza kalıyor olmamıza bile izin vermez,” diye mırıldandım usulca. “Kapımızda yüzlerce polis olduğunu bilse bile.”

Masanın kenarında duran tükenmez kalemi ince parmaklarının arasına alarak döndürmeye başladı. Bakışlarını da döndürdüğü kaleme dikmişti ve içinden çıkamadığı bir durum olduğu her halinden belliydi. Can sıkıntısıyla ofladı.

“Elimizde takip edebileceğimiz bir kanıtın veyahut en ufak bir izin olmaması çok canımı sıkıyor,” dedi. Sözlerindeki samimiyeti çok net hissedebiliyordum. “Evinizin önündeki polisleri kaldırmadığımız takdirde neler olabileceğini de bilmiyoruz. Sizin veya kardeşinizin peşine koruma da takabiliriz ama sanırım bu notlarınızın gelme süresini daha da uzatır veyahut tamamen keser.”

Başkomiser, bir erkeğe kıyasla daha narin görünen eliyle çenesini sıvazladığı sıra odanın kapısı çalındı ve kapıyı çalan her kimse başkomiserin komutunu beklemeden içeriye daldı.

“Toplantıdan sonra öldün mü diye bakmaya gel-”

Başkomiserin ikizi, yanlış hatırlamıyorsam ismi Arel’di, muhtemelen odada tek sandığı ikizine hitaben konuşarak içeri girdiğinde beni görmesiyle cümlesini yarıda kesti. Aral başkomiserle aynı renk olan gözleri kısa bir süre üzerimde dolaştığında istemsizce bakışlarımı önüme çevirdim ve başkomiserle olan hararetli konuşmamdan kaynaklanan hareketlerim sonucu iyice açılarak bacaklarımın büyük bir kısmını ortaya çıkaran mini eteğimi çekiştirdim. Aral başkomiser yüzüme bile doğru düzgün bakmadığından endişe etmem gerekmezdi ki bakmaya niyetli bile olsa aramızdaki masa buna izin vermezdi ancak ikizinin nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmiyordum.

Lakin düşündüğüm şey olmamış ve Arel komiser bendeki bakışlarını oyalanmadan kardeşine çevirmişti.

“Önemli bir şey konuşuyorsanız sonra da gelebilirim?”

Başkomiser bakışlarını kısa bir an bana çevirdikten sonra tekrar kardeşine döndü ve “İçeri gel,” diye mırıldandı. “Biz de işinden çıkamıyorduk zaten.”

Arel komiser de bu işin içindeydi. Daha doğrusu Aral başkomisere yardımcı olan ekibin içindeydi. İlk notun ardından hastane çalışanlarını sorgulamak için beraber gelmişlerdi mesela, yani durumdan fazlasıyla haberdardı. Bu yüzden başkomiserin, ikizini yanımıza çağırmasını garipsemedim. Belki o bize akıl verebilirdi.

Arel komiser başını sallayarak ikizini onayladıktan sonra odanın kapısını kapatarak bize doğru ilerdi. Başkomiserin aksine oldukça rahat giyinmişti. Altında koyu renk bir kot pantolon, üzerinde de siyah renk düz bir tişört vardı. Saçları elle karıştırılmış gibi görünüyordu ki bu hali bile onda çok iyi duruyordu. Çehresinde başkomiserde olduğu gibi birkaç günlük sakal barındırıyordu. Kıyafetleri ve saç şekilleri de aynı olsaydı onları ayırt etmekte fazlasıyla zorluk çekeceğimi fark ettim.

Arel komiser karşımdaki boş sandalyeye oturduktan sonra bir kolunu masaya yaslayarak bana döndü. Dudaklarında küçük bir gülümseme vardı ve içten görünüyordu.

“Bu kıyafetlerle Emniyet’e geldiğinize göre hiç ummadığınız bir an not aldınız?” diye mırıldandı sorarcasına. Birden şaşırdım çünkü onunla doğru düzgün hiç konuşmamamıza ve hatta onu ilk gördüğüm gün çığlık atarak geriye kaçmama rağmen benimle bir arkadaşıymışım gibi rahat konuşuyordu. İkizinin aksine.

Bakışlarımı istemsizce üzerimdeki kıyafetlerde gezdirdim. Yani abartılı bir şey giymemiştim, yazlık bir etek ve gömlekti altı üstü ama Emniyet’e gelmek için bunları giymeyeceğim konusunda haklıydı.

“Maalesef öyle oldu,” diyerek başımı salladım. “Yakın arkadaşıma kahvaltıya gitmiştim ama acil bir imza sorunu için hastaneye uğramam gerekti. Hastaneden çıktığım sırada da biri bana çarparak çantama yeni not bıraktı.”

Benim kısa özetimin ardından başkomiser masanın üzerindeki notu ikizine uzattı. Arel komiser beyaz kâğıdı ince parmaklarıyla kavradıktan sonra yeşil harelerini notta yazanların üzerinde gezdirdi. Ben de bu sırada istemsizce bakışlarımı ikiz kardeşlerin arasında gezdiriyor ve farklı yanlarını bulmaya çalışıyordum. Bulabileceğimi hiç sanmıyordum doğrusu.

Arel komiser aynı ikizi gibi çatık kaşları eşliğinde birkaç kez okudu notta yazanları. Ardından da kayıtları izledi ve düşünceli bir halde çenesini sıvazladı. Bu hareketi bana başkomiseri anımsatmıştı.

“Bu iş iyice çığırından çıkıyor,” diye mırıldandı huysuz bir ses tonuyla. Olanları kabullenmek istemiyor gibi bir hali vardı. “Notları yazan hangi zavallı ise yalnızca Tamay’la değil, bizimle de dalga geçiyor resmen. Bizi önemsemediğini ve ayağına bağ olduğumuz için ortadan kalkmamızı ima etmiş.”

Ben orada yokmuşum gibi konuşmasının ardından bunu fark ederek bana döndü. “Böyle hitap ettim ama sorun olmaz değil mi? Sizli bizli konuşmaktan pek haz etmem de.”

Bir anlık şaşkınlık sonrası kafamı iki yana salladım. “Yok, sorun olmaz. Nasıl isterseniz öyle hitap edebilirsiniz.”

Şaşkınlığım devam etse de bunu belli etmemeye çalıştım. Başkomisere kendi içimde bile Aral diye seslenmemiştim hiç. Bunun sebebi başkomiserdeki ciddiyetti sanırım. Adamın bakışları dahi aramıza olmayan mesafe sokuyor gibiydi ama Arel komiser hiç öyle biri değildi. Görüntüleri ayırt edilemez şekilde aynıydı ancak kişilikleri çok farklıydı.

Cevabımı duyduğunda kaşları çatıldı ancak dudakları iki yana kıvrılmıştı.

“Sen de benimle sizli konuşma lütfen, Arel yeterli.”

Bakışlarım bir an ikizine kızgın bir şekilde bakan başkomisere takılsa da yeniden salladım başımı.

“Peki.”

Arel komiser, yani Arel, cevabımın üzerine memnuniyet dolu bir ifadeyle kardeşine döndü ve onun kendisine olan bakışlarını asla umursamayarak “Tamay’ın evinin önündeki polisleri kaldırmamalıyız,” diye konuştu. “Notları yazan kişinin Tamay’a ya da kardeşine şimdiye kadar fiziki bir zarar vermemiş olması ileride vermeyeceğinin garantisi olamaz. Bunu en iyi sen bilirsin.”

Başkomiser başparmağını usulca burnunun ucuna vurarak “Farkındayım,” diye konuştu. Sesi homurtu gibi çıkmıştı. Kardeşinin tavrına sinirlendiği her halinden belliydi ancak bir şey söylemiyordu. “Ancak bu durumda notların geliş süresi uzar ve senin deyiminle bizimle uzun bir süre oyuncak gibi oynamasına izin vermiş oluruz.”

“Ben de bunun farkındayım,” diyerek başını salladı Arel. Yüzü alaycılığını kaybetmiş ve tekrar sıkıntılı bir hale bürünmüştü. “Ancak Tamay’ın da kardeşinin de hayatını riske atamayız. Hadi toplum içinde cesaret edemezler diyelim ama evlerine ne kadar rahat girip çıktıklarını bize bizzat gösterdiler. Bu riske giremeyiz. Asaf amirin de gireceğini sanmıyorum.”

Başkomiser düşünceli bir ifadeyle bana döndü. “Asaf amir hala olanları amcanıza anlatmanız konusunda katı, değil mi?”

Başımı sallayarak onu onayladım. “Özellikle bugünkü nottan sonra bir kez daha ikaz etti beni. Böyle bir şeyi yapanın yakın çevremizden biri olduğunu düşünüyor. Ben Tuana’yla alakası olduğunu düşünmüyorum ama Tuncay amcamın etrafındakilerle bir alakası olabilir. Sonuçta babamı tanıyan herkes onu da tanıyor veya bir ilişkileri var. Ancak ne yalan söyleyeyim ben buna da çok sıcak bakamıyorum. Şayet öyle bir durum olsaydı benim yerime amcamla iletişime geçmeleri gerekmez miydi?”

“Belki de geçmişlerdir ama senin gibi amcan da sizden saklıyordur?”

Bakışlarım Arel’e kayarken iç çektim. “Hiç sanmıyorum. Amcam bizim tehlikede olduğumuzdan şüphe ettiği an bizi kendi evine kapatırdı. Zaten en başından beri Tuana’yla benim yalnız kalmamıza sıcak bakmıyordu lakin benim ısrarlarıma dayanamadı.”

“Bu işin içinden hiç ummadığımız bir şey çıkacakmış gibi geliyor bana,” diye söylendi başkomiser. Hala fazlasıyla ciddi ve sanırım biraz da sinirliydi.

“Bence notların peşini kovalamak yerine arşiv karıştırıp kapanan dosyayı tekrar açmalıyız,” diye bir öneride bulundu Arel. “Bunun daha kaçacak bir yeri kalmadı. Asaf amir Tamay’ın dolandırılacağından şüpheleniyordu ama bu dolandırıcı işi değil. Bilmediğimiz çok büyük şeyler var gibi ve öğrenmek istiyorsak her şeye en başından başlamalıyız. Tamay’ın babasının ortaklarını, birlikte iş yapmaya çalıştığı ya da yaptığı kişileri, onunla aynı ihaleye katılanları… Kısacası her şeyi tekrar gözden geçirmeliyiz.”

Başkomiser bir süre ikizinin gözlerinin içine baktı. Sözcüklere gerek duymadan bir şeyler konuşuyor gibi bir halleri vardı. Zaten ikizlerin, özellikle çift yumurta ikizlerinin birbirlerini sezinleme özellikleri çok güçlüydü. Bu yüzden şaşırmadım ama aralarındaki sözsüz konuşmayı da merak ettim.

Yaklaşık bir dakikalık suskunluğun ardından başkomiser geri çekilerek sandalyesine sırtını yasladı. “Bunu Asaf amir emretmedikçe yapamayız.”

“O zaman ona emrettirmek zorundayız,” diyerek oturduğu sandalyenin ucuna doğru kaydı Arel. Bakışları da sözleri de kardeşineydi. “Asaf amir çok duygusal düşünüyor Aral. Bunu senin de fark ettiğine eminim. Bu olaya bizim yani yansız birilerinin el atması şart. Asaf amirin olanları kimseye özellikle de Tamay’ın amcasına söylememesinin ardında sadece şüpheleri yok, kişisel bir şeyler de var. Bunu anladığını ama ses etmediğini fark etmiyor muyum sanki?”

Arel, sanki ben orada yokmuşum gibi açık açık konuşurken kaşlarımı havaya diktim. Tahmin ettiğim gibi başkomiserin benden sakladığı şeyler vardı, her düşüncesini benimle açık açık paylaşmıyordu. Bu yüzden ister istemez Arel’e minnet duydum. En azından o benim yanımdayken olduğu gibiydi ve düşüncelerini hiç hesaplamadan döküyordu dışarı.

Şaşkın bakışlarım ikisi arasında gelip giderken başkomiser ikizine sert bir bakış attıktan sonra başını bana çevirdi. Yüzünde tanımlayamadığım bir ifade vardı. “Asaf amirle amcanızın arasında bir musibet mi var?”

Kaşlarım çatıldı. “Evet ama bunun konumuzla bir alakası olduğunu düşünmüyorum,” diye mırıldandım kararsız bir şekilde. “Aslında bana sorarsanız çok saçma bir şey ama özelleri nihayetinde.”

Arel hiç beklemeden sordu. “Kız meselesi mi?”

Doksana yaptığı atış beni afallatmış ve ona hayret dolu bir bakış atmama neden olmuştu. Tabii bu da ona haklı olduğunu göstermişti. Gülerek kafasını salladı ve arkasına yaslandı. “Asaf amirden hiç böyle şeyler beklemezdim doğrusu ama sonuçta o da bir zamanlar gençti.”

“Sadece kız meselesi değil,” diyerek korumaya çalıştım amcalarımı. Aslında dediğim gibi aralarındaki bu saçma çekişmeden nefret ediyordum ama başkaları söz konusu olduğunda istemsizce onları savunurken buluyordum kendimi. En nihayetinde ikisi de bana babamın emanetiydi.

İkisinin de bana devam etmemi beklercesine baktığını gördüğümde oflayarak omuzlarımı düşürdüm. “Bakın anlatacağım ama eğer Asaf amcam duyarsa beni keser. Onunla aramıza bir de bu meselenin girmesini istemiyorum. Kimseye söylemeyeceğinize söz verin.”

Konu nasıl buraya gelmişti, ben karşımdaki iki polisle nasıl bu kadar açık konuşabiliyordum, inanın bilmiyordum ama içimde bir taraf bunu yapmaktan oldukça memnundu.

Arel bir elini kaldırarak ciddi bir şekilde “Söz veriyoruz,” diyerek başını salladı. “Bizden sır çıkmaz.”

İkizi adına konuşmuş olsa da bakışlarımın başkomisere dönmesine engel olamadım. Ona kararsızlığımı belli eden bir şekilde baktığımda bunu anlamış gibi ciddiyetle salladı kafasına. “Arel’in de dediği gibi bizden sır çıkmaz.”

Aldığım sözlere inanmak isteyerek sırtımı sandalyenin başlığına yasladım ve “Pekâlâ,” diyerek anlatmaya başladım. “Elbette anlatacağım şeylere şahitlik etmedim ama ilk ağızdan yani babamdan dinledim. Zira ne Tuncay amcam ne de Asaf amcam bu konu hakkında en ufak bir şey söylemiyorlar. Yan yana geldiklerinde de yalnızca birbirlerine kötü kötü bakıyorlar.” Oflayarak başımı salladım. “Bana sorarsanız ikisi de elli yaşlarında birer koca adam değil, anaokuluna giden iki çocuk.”

Hayıflanırcasına söylediğim şeyler Arel’i sesli bir şekilde güldürmüş, başkomiserin ise dudaklarının kıvrılmasına neden olmuştu. Eh, bu da bir belirti sayılırdı değil mi?

“Tuncay amcam babamdan bir yaş küçük yalnızca. Bu yüzden de abi-kardeş olarak değil, arkadaş gibi büyümüşler daha çok. Yani en azından babam ilkokula başlayana kadar böyleymiş. Babam okula başladığında Asaf amcamla aynı sınıfa düşüyor ve sıra arkadaşı oluyorlar. Sonraları Asaf amcamın evinin babamların evinden birkaç sokak ötede olduğunu fark ediyorlar ve bir zaman sonra sadece okul arkadaşı değil, mahalle arkadaşı da oluyorlar. Tabii bu durum Tuncay amcamı çok rahatsız ediyor, çünkü abisinin yani en yakın arkadaşının elinden çalındığını hissediyor.”

Arel, az önce sıkıntıdan ölecek o değilmiş gibi neşeli bir tavırla daha da yayıldı sandalyesine. “Keşke patlamış mısırımız olsaydı, çok iyi giderdi bu hikâyeye.”

Ona kötü kötü bakmak istesem de beceremeyerek güldüm sözlerine. Ciddi anlamda Aral başkomiserin aksine eğlenceli bir yapısı vardı.

Gülüyor olsam da “Dalga geçmeden dinle,” diyerek başımı salladığımda ağzına fermuar çekmiş gibi yapıp sustu. Bu tavrı daha çok gülmeme neden olduğunda bakışlarım başkomisere kaydı ve ciddi anlamda tuhaf bir ifadeyle beni izlediğini fark ettim. Sanki bir şeyleri anlamaya çalışıyor gibiydi.

Aklımı başıma toplamaya çalışarak bakışlarımı başkomiserin yeşillerinden ayırdım ve Arel’e döndüm. Çehreleri tıpa tıp aynı olmasına rağmen başkomisere baktığımda hissettiğim şeylerle Arel’e baktığımda hissettiğim şeyler aynı değildi ve bu beni korkutmaya başlamıştı.

Derin bir nefes aldım ve daha fazla dikkat çekmemek için anlatmaya devam ettim.

“Sonrasında işte Tuncay amcam da okula başlıyor, kendine arkadaş ediniyor falan ama hala babamı Asaf amcamdan kıskanıyor. Babam bunun farkında olarak Tuncay amcamın üzerine daha çok düşse de nafile, amcam bir kere haz etmediği kişiyi bir daha asla sevmez. Asaf amcam da Tuncay amcamın kendisine olan nefretini gördükçe ona karşı iyi şeyler hissetmiyor tabii ve aralarındaki çekişmeyle büyüyorlar.”

“Sanırım sıra kız meselesine geldi.”

Arel’in anlattıklarımdan fazlasıyla eğlenen sesini duyduğumda gülmemeye çalışarak devam ettim konuşmaya.

“Babamlar ortaokul sondayken evlerinin karşısına yeni birileri taşınıyor ve bu taşınan ailenin de babamlarla yaşıt bir kızları var.”

“Ve Tuncay amcan bu kıza vuruldu?” diye tahmin yürüttü Arel. Daha ilk konuşmamızda çok iyi anlamıştım ki hoşuna giden bir şeyden bahsederken aşırı eğlenceli bir hale bürünüyor ve sürekli lafa atlıyordu. Başımı sallayarak onayladım onu.

“Sadece Tuncay amcam değil, Asaf amcam da seviyor kızı ve bu, iki amcamın arasındaki sürtüşmeyi iyice kızıştırıp onları düşman haline getiriyor.”

Son sözlerim Aral başkomiserde nasıl bir duyguya sebebiyet verdiyse yüzünü kaplayan hafif de olsa alaylı ifade bir anda yok oldu ve düşünceli bakışları masasının üzerine indi. Onun bu halini tek fark eden kişi ben değildim, Arel de bir an ikizine tuhaf bir ifadeyle bakmış ama hemen ardından yüzünü eski alaycılığına kavuşturup bana dönmüştü.

“Kız hangisini seçmiş peki?”

“İkisini de seçmemiş,” diyerek güldüm. “Zaten bir seneye kalmadan da tekrar taşınmışlar. Olan amcamlara olmuş yani.” Alaylı ifadem yerini hüzne bırakırken iç çektim. “Şimdi ikisi de kendilerinden çok sevdikleri başka kadınlarla evliler ve babam hayatta değil. Buna rağmen hala birbirlerine düşman gibiler. Gururları yüzünden çocukluk ediyorlar. Kaç sene geçmiş aradan, neler neler değişmiş ama yok. Ne kadar uğraşsam da onları bir araya getiremedim.”

“Şimdi anlıyorum,” diyerek başını salladı Arel. “Maalesef bazı hemcinslerim erkeklik gururu denen şeyi biraz fazla abartıyorlar. İyi ki onlardan biri değilim.”

Açık sözlülüğü karşısında ona şaşkınlıkla baktım ancak yüzünün aldığı ifadeyi görünce alayla başımı salladım.

“Şu an tek emin olduğum şey, bu not mevzusu Tuncay amcamın kulağına gittiğinde her şeyin daha kötü olacağı. Ona haber vermemi istemediği için Asaf amcama daha çok kinlenecek. Kısacası her ne olursa olsun ucu bana dokunacak.”

Bunları karşımda Yasemin varmışçasına açık açık konuşmamın asıl sebebi Arel’di, zira onun rahat tavırları inkâr edemeyeceğim bir şekilde bana da bulaşmıştı ancak tuhaf bir şekilde hal ve tavırlarına rağmen başkomiserden de çekiniyor değildim. Bunu Arel’in yokluğunda ona içimi dökerek de belli etmiştim zaten.

“Ya olan biten Tuncay amcanın kulağına gitmeden ortaya çıkacak -ki üzgün olduğumu belirterek buna hiç ihtimal vermediğimi söyleyebilirim- ya da dediğin gibi amcalarının arasındaki kavga büyüyecek ancak söz konusu sizin can güvenliğiniz olduğu için bir şekilde anlaşmak zorunda kalacaklar.”

“Onlar anlaşana kadar akıl sağlığımı yitirmesem kâfi,” diye mırıldandım, kısık ama beni duyabilecekleri bir tonda.

Sözlerimin ardından odada kısa süreli bir sessizlik oluştu. Aral başkomiser bakışlarını tekrar nota indirmişti, ben Arel’in dedikleri olursa ve iki arada kalırsam ne yapabileceğimi düşündüm, Arel’se düşünceli bir ifadeyle arkamdaki gri duvarı izledi. En nihayetinde aramızdaki sessizliğe son veren kişi bakışlarını duvardan alarak çehreme diken Arel olmuştu.

“Kaç gündür düşünüyordum, şimdi hatırladım… Seni Asaf amirimin odasında görmeden önce karşılaşmıştık biz, restoranda. Hemen karşı masamızda kardeşinle yemek yiyordun, değil mi?”

Konunun bir anda buraya gelmesi beni şaşırtmış ve ona büyüyen gözlerle bakmama neden olmuştu ancak ondan daha çok şaşırdığım şey, restoranda gördüğüm kişinin Arel olmasıydı.

Kaşlarımı kaldırdım ve kendime hâkim olamayarak hayretle sordum. “Sen miydin o?”

Tepkim üzerine kaşları çatıldı ve “Ne demek ben miydim o?” diye sordu. “Benden başka kim olacaktı ki?”

Sorusu üzerine kısık gözlerle bizi izleyen başkomisere çevirdim bakışlarımı. Arel de bunu anında fark ederek güldü.

“Ha… Şimdi anladım. Sen beni Aral sandın, demek o yüzden o kadar dikkatli bakıyordun yüzüme.”

İması karşısında nefesim içime kaçmış gibi hafifçe öksürdüm. Arel, söylediklerinin ne manaya geldiğini umursamadan konuşuyordu ve başkomiserin bakışlarından anladığım kadarıyla bu konu hiç hoşuna gitmemişti. Direkt kendimi korumaya geçtim.

“Seni restoranda gördüğüm gün Aral başkomiseri tanımıyordum,” diyerek başımı salladım. “Yalnızca senin varlığından haberim olmadığı için bir önceki gece acile taşıdığım adamın sapasağlam bir şekilde karşımda oturduğunu görünce şaşırmıştım, o kadar.”

Başkomiserin bakışlarının iyice çatıldığını fark ettim, zira Arel’in de öyle. Ama o başkomiserin aksine kızgın gibi değil, bir şeyleri yerine oturtmaya çalışıyor gibiydi. “Aral’ı acile mi taşıdın?” diye sordu. Sesindeki hayret bariz ortadaydı. Niye bu kadar şaşırdığına anlam veremesem de onayladım onu.

“Evet, daha doğrusu yardımcı oldum. Gerçi başkomiser yardımımı kabul etmedi ancak ayakta bile duramadığı için onu dinlemedim.”

Sözlerimdeki kinayeyi anlayan Arel birden gülmeye başladı. “Böyle laf sokmak yerine Aral sana bağırmadığı için şükretmen gerek aslında.” Gülmeyi bıraksa da yüzündeki alaycı sırıtışı sonlandırmamıştı. “Demek ki sana karşı koyamayacak kadar kötü bir haldeymiş.” Bakışları Aral’a kaydı. “Hiç de söylemedin ikizim, her zamanki gibi!”

Aralarındaki mevzuyu anlamadığıma emindim lakin Arel’in bu alaycı tavrı karşısında da şaşırmadan edememiştim. İkizinin ayakta duramayacak kadar kötü bir şekilde yaralandığını -eğer ki yanlış yorumlamıyorsam- benden öğrenmişti ve endişelenmek yerine alayla gülüyordu.

Başkomiser sert bir tavırla kardeşine bakarak “Arel!” dediğinde, Arel onu umursamadan başını sallamaya devam etti.

“Şey,” diye mırıldanarak dikkatlerinin bana çevrilmesini sağladım. “Konuşmanızı veyahut tartışmanızı bölmek istemezdim ama benim artık gitmem gerekiyor. Sanıyorum Asaf amcamla detaylı bir şekilde konuşmadan kesin bir karara varamayacaksınız ve benlik bir işiniz de kalmadı?”

Sondaki cümlem soru sorar gibi çıktığından başkomiser bana bakarak “Gerisi bizde,” diye cevap verdi. “Siz gidebilirsiniz.”

“Peki, öyleyse,” diyerek çantamı koluma taktım ve ayaklandım. “Her ne kadar şimdilik elinizden bir şey gelmese de ilginiz için teşekkür ederim.”

Arel, başını omzuna doğru eğerek bana alttan bir bakış attı. “Bu sözlerde de bir gömme havası sezdim sanki?”

Eğlenen bakışlarına sahte bir tebessümle karşılık verdim. “Başkomiserle bu konuyu uzun uzun konuşmuştuk, dilerse o anlatır.”

Dudaklarını büzdü. “Peki, öyle olsun.”

“Asaf amir muhtemelen yarın sizi buraya çağıracak, ortak bir karar alabilmek için yani.”

Aral başkomiserin konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. Yüzünde ihtiyatlı bir ifade vardı. Başımı salladım. “Bana da söylemişti. Her neyse, o halde yarın görüşmek üzere.”

Başkomiser kısaca başıyla beni onaylarken Arel ikizine kısa bir bakış atıp bana döndü. Gözlerinde anlamlandıramadığım parıltılar vardı. “İsterseniz sizi istediğiniz yere bırakabilirim?”

Teklifi beni şaşırtsa da bunu belli etmeden “Teşekkür ederim ama arabamla geldim,” diyerek reddettim onu. “Pekâlâ,” diyerek başını eğdi.

Arel’in hiç de masum görünmeyen gülümsemesine ve Aral başkomiserin çatık kaşlarına son bir kez daha baktıktan sonra onlara arkamı dönerek odanın çıkışına doğru ilerledim. Bu sırada ikisinin de bakışlarının bende olduğunun farkındaydım.

Boştaki elimle kapı kulpuna uzandığım sıra Arel’in sesini duydum bir kez daha. “Tamay!”

Bana seslendiğini işittiğimde başımı omzumun üzerinden çevirip ona baktım. Yüzündeki eğlenceli ifade hala yerini koruyordu.

“Hım?”

“Bir şeyi merak ettim de, gitmeden sorayım dedim.”

Sözleri karşısında kaşlarım çatıldı. “Neyi?”

Bakışları kısa bir an ikizine kayıp onun kendisine oldukça kötü bir şekilde baktığını gördüğünde daha da keyiflenir gibi oldu. “Sen güzellik doktoru muydun?”

Güzel olduğumu ima ettiğini anladığımda dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Güzellik doktorundan kastın cilt doktoru veyahut estetik cerrahıysa, hayır değilim,” diye mırıldandım safa yatarak. “Kadın doğum uzmanıyım ben.”

“Ha,” diye mırıldanarak başını ona, onu öldürecekmiş gibi bakan ikizine çevirdi ve bakışlarını ondan ayırmadan bana hitaben konuştu. “Yanılmışım demek ki.”

Kardeşiyle arasında bir çekişme olduğunu anlamıştım, bu yüzden üzerine gitmedim ve “Öyle işte. Yarın görüşmek üzere,” diyerek odadan çıktım.

Merdivenlere yöneldiğim sıra yüzümde silemediğim aptal bir gülümseme vardı ve birkaç saat evvel aldığım notu düşünmem gerektiği yerde başka bir şeye odaklanmıştım.

Arel’in sırıtan yüzüne ve Aral başkomiserin ikizine bakarken çattığı kaşlarına.

Bir öncekinde Aral yok diye şikâyet edenlere gelsin bu bölüm ;)

Bonus olarak da Arel’i koydum, umarım sevinmişsinizdir.

Şaka bir yana Arel’i ilk kez okuyorsunuz? Hakkında neler düşündünüz, sevdiniz mi?

İkizlerin arasındaki sözsüz tartışma hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Arel’in amacı ne?

Notları gönderen kişi hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce nasıl bir yol izlemeliler?

Tuncay-Asaf ikilisinin arasındaki gerilimi de öğrendiniz bu bölüm, neler düşünüyorsunuz? Aralarındaki kavganın nedeni sizi şaşırttı mı?

Size bol soru soruyorum ki azıcık aktifleşelim, size kalırsa yorumlarımız hep boş kalacak ve ben hikâyemiz hakkında neler düşündüğünüzü anlayamayacağım.

Yeni bölümde görüşene dek kendinize çok iyi bakın!

 

Loading...
0%