Yeni Üyelik
58.
Bölüm

BÖLÜM - 55

@bayanclara

Burada günler inanılmaz hızlı geçiyordu.

Sürekli birlikteydik. Farklı koşullarda bunu oldukça sıkıcı bulabilir veya bir süre sonra sıkılabilirdim belki ama söz konusu olan kişi Aral’ken asla böyle bir duyguya giremiyordum. Hatta tam tersi, doyumsuzluğum gittikçe artıyordu.

Her gün beraber yürüyüşlere çıkıyor, kulübenin bulunduğu konumdaki ormanı tanıyorduk. Yani Aral zaten her bir köşesini ezbere biliyordu ama bana tanıtıyordu. Birkaç gün önce beni zorla ikna ederek oynattığı basketboldan sonra sürekli oynamak istiyordum, çünkü basket atmak da bağımlılık yapıyordu. Ayrıca oynarken ona sataşmayı acayip sevmiştim.

Günde mutlaka bir kez yemeğimizi -kahvaltıyı ya da akşam yemeğini- dışarıda yiyorduk. Aral’ın, beni ilk kez kahvaltıya götürdüğü restoran dışındaki restoranlar hakkında fikir sahibi olmadığını öğrenmiştim ve bu bendeki keşif isteğinin açığa çıkmasına neden olmuştu. Böylece her gün farklı bir yere gidip favorilerimizi oluşturmaya başlamıştık.

Akşam yemeğinden sonra arka verandada birkaç saat geçiriyor ve kalan zamanı, oturma odasındaki L koltukta birbirimize sokulup uykumuz gelene kadar bir şeyler izlemeye ayırıyorduk. Onunla dizi izlemeye bayılmıştım. Çoğunda haklı isyanlarda bulunsa da yaşlı bir adam gibi söylenip durmasını izlemek beni çok eğlendiriyordu.

Gündüzleri evdeki vaktimi çoğunlukla piyano çalarak, plak dinleyerek ya da aldığım dergileri okuyarak geçiriyordum. En sevdiğim dergi okuma konumum, Aral’ın göğsüydü. Bulmaca çözme işini mutfak masasından L koltuğa taşıdığı için ona yaslanıp dergilerimi keyifle okuyabiliyordum. Birbirimizle sözlü olarak hiç iletişim kurmasak bile temas halinde bulunmamız şartmış gibi hissediyordum ve bunda tek olmadığımı bilmek çok iyi geliyordu. Tam anlamıyla cicim aylarını yaşayan yeni evli bir çift gibiydik ve bunu hayal etmek bile ayrı bir zevk veriyordu.

Her şeye rağmen bir abla olduğum için zaman zaman huzursuzluk duyuyordum ancak Tuana’yı ne zaman arasam keyfi o kadar yerinde oluyordu ki içim bir yandan rahatlarken bir yandan da bana ihtiyaç duymaması garip bir burukluk hissetmeme neden oluyordu. Hala daha onun liseyi bitirip üniversiteye başlamış genç bir kız olduğu gerçeğini kabullenmeye çalışıyordum. Yine de rahatının yerinde olduğunu bilmek, burada daha uzun kalmayı istediğim için suçluluk hissetmeme engel oluyordu.

Mühürledim seni kalbime

Kurşunlar işlemez ciğerime

Zincirledim seni kalbime

Anahtarları yok denizlerde

Aral, çalan şarkının sözlerini kulağıma fısıldadığında boyun girintisine sakladığım başımı hafifçe hareket ettirip tenine dudaklarımı bastırdım.

Arka bahçedeki verandadaydık. Bu sefer ayrı sandalyelerde değildik ama. Hatta günlerdir sadece yemek yerken ayrı sandalyelerde oturuyorduk çünkü ona âşık olduğumu itiraf ettiğim gün kucağının ne kadar rahat olduğunu fark etmiş ve oraya yuva kurmuştum. Aral bu konuda, zevklerin kolay kolay değişmediği hakkında espriler yapıp duruyordu. Ona âşık olduğumu söylediğim günden beri öyle mutluydu ki bunu her hareketine yansıtıyordu.

Telefonumdaki videoyu izledikten sonra ilk düşündüğüm şey, hastanede gördüğüm adamla videodakinin aynı kişi olmadığıydı. Biri olduğundan daha yaşlı görünüyordu, diğeriyse daha genç. Şu an o genç versiyonla birlikteydim. O kadar yakışıklı, o kadar karizmatik ve o kadar neşeliydi ki dışarı çıktığımızda ister istemez göze çarpıyordu ve bu durum birazcık sinirlerimi bozuyordu. Her gün, ona aynı hissi vermeyeceğinden kuyumcudan yüzük almasına gerek olmadığını söylediğim için pişman oluyordum.

Buna dayanmamı sağlayan tek şey, tüm ilgisinin üzerimde olduğuna emin olmamdı. Ben bile kendime bu kadar dikkat etmiyordum hatta. Gözü ciddi manada benden başka kimseyi görmüyordu. Ne zaman bakışlarımı ona çevirsem zaten beni izlediğini görüyordum. Çok tatlı ve eşsiz bir adamdı. Bundan her geçen gün daha çok emin oluyordum.

İki gün önce yakındaki bir hastaneye gidip başımdaki sargımı kontrol ettirmiş, doktor bir sakıncası olmadığı konusunda içimi rahatlattığında kulübeye dönünce Aral’ın yardımıyla saçlarımı yıkamıştım. Yaram beklediğimden hızlı iyileşiyordu, bir de hafızamı geri getirebilseydim her şey çok daha iyi olacaktı.

Dün psikoloğumla internet üzerinden kısa bir seans gerçekleştirmiştik. Ona son birkaç gündür sık sık yaşadığım dejavu hislerinden bahsetmiştim. Bir şeyler hatırlamıyordum ama Aral’la yaptığımız çoğu şeyi daha önceden de yapmış olduğum hissine kapılıyordum. Aral çoğunu yaptığımızı söylemişti ve psikoloğum, olayları olmasa da hislerimi hatırlamaya başladığımı; bunun da güzel bir gelişme olduğundan bahsetmişti.

Anne babamla yaşadığım kazayı da kendimi koruma içgüdüsüyle unutmuştum ve üzerinden kaç yıl geçmesine rağmen hala benim için büyük bir sırdı. Açıkçası bu hafıza kaybının da ona dönüşmesinden çok korkuyordum ama psikoloğum bu konuda endişelenmemin yersiz olduğu konusunda beni yatıştırmaya çalışmıştı. Kendinden emin oluşu biraz garibime gitse de onu inanmayı isteyen tarafım ağır bastığı için bu konuyu üstelememiş ve dejavularımı gelişme sayıp mutlu olmayı tercih etmiştim.

Aral, başını çevirip alnıma küçük bir öpücük kondurdu ve “Ne düşünüyorsun?” diye sordu. Bakışlarımı yanan ateşten ayırmadan “Hafızamın geri gelip gelmeyeceğini,” diye cevap verdim dürüstçe. Bedenime sarılı kollarını biraz daha sıktı ve beni göğsüyle bir bütün haline getirdi. Üzerimizdeki battaniyeyle yanan ateşe rağmen Aral’ın sıcaklığına ihtiyaç duyuyordum, çünkü hava bir hayli serinlemişti ve biz buraya oturalı bayağı olduğu için soğuk içime işlemeye başlamıştı.

“Bunu düşünerek kendini üzmemen konusunda anlaştığımızı sanıyordum,” diyerek yanağını saçlarıma sürttü. “Şu an elimizden gelen tek şey akışına bırakmak.”

“Biliyorum,” diyerek iç çektim. “Ama seninle olan bütün anılarımızı hatırlamak, bilmek, zihnimde tekrar tekrar yaşayabilmek istiyorum. Çoğu şeyi bana anlattığını biliyorum ama dinlemek, hatırlamakla aynı yeri tutamıyor.”

Çalan şarkı, yerini bir başkasına bırakırken “Burada oturmak seni biraz depresif yaptı sanırım,” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı. “İçeri girelim mi? Senin şu saçma filmlerinden birini açarız, kafamız dağılır.”

Burnumu, boyun boşluğuna sürtüp “Şu an çok rahatım ama,” diye mızmızlandım. “Rahatımı bozmak istemiyorum.”

“İçeride de kucağıma alırım seni,” diye teklifte bulundu. “En fazla beş dakikamızı alır, tekrar bu hale gelmemiz.”

“Aksini düşünme bile zaten,” diye yalandan homurdandığımda güldü ve alnıma bir öpücük daha kondurup “Hadi,” diyerek harekete geçmemi belirtti. İstemeye istemeye kendimi geri çekip güzel yüzüne baktım. Ateşin rengi yakışıklı çehresine vuruyor, onu daha da karşı konulmaz hale getiriyordu.

Uzanıp dudaklarına şap sesi çıkan bir öpücük kondurduktan sonra üzerimdeki battaniyeye sıkı sıkı sarılarak ayağa kalktım.

“Ben içeri geçiyorum o halde.”

“Tamamdır. Ben de ateşi söndürüp hemen geleceğim.”

Onu arkamda bırakıp kulübenin etrafından dolandım ve içeri girdim. Battaniyeyi L koltuğun üzerine bıraktıktan sonra mutfağa geçip bizim için meyve soymaya başladım. Dakikalar sonra pikabın sesi kesildi ve Aral’ın içeriden gelen seslerini işittim. Bunun üzerine sona kalan meyveyi de çabucak soyarak tekrar oturma odasına döndüm. Aral çoktan yerine kurulmuş, televizyonu da telefonuna bağlamıştı ve beni bekliyordu.

Bakışlarımız buluştuğunda kollarını açıp beni çağırdı ve ben de ışığı kapattıktan sonra küçük bir çocuk gibi koşturarak yanına gidip koltukla arasındaki boşluğa sığıştım.

Kenardaki battaniyeyi alıp üzerimize örttüğünde meyve tabağını karnının üzerine bıraktım ve telefonunu elinden alıp izleyecek komik bir şeyler bulmaya çalıştım. Daha doğrusu saçmalıklarıyla Aral’ı delirtecek ve beni de gülmekten öldürecek bir şeyler.

Çok geçmeden aradığım tarzda bir şey bulduğumu düşünerek filmi başlattım ve telefonu bir kenara koyup iyice Aral’a yapıştıktan sonra tabaktaki dilimlenmiş elmalardan birini alarak ısırdım.

Filmin jeneriği dönerken elmadan bir ısırık daha alacaktım ki elimin üstüne konan el buna engel oldu ve Aral, elimi kendine doğru çekerek ısırdığım dilimi tek lokmada ağzına attı. Daha doğrusu, bana attırdı.

Haline gülerek tabaktan bir dilim elma daha aldım ve başımı omzuna yaslayıp başlayan filme odaklandım.

Dışarıda yediğim soğuktan sonra soba yana bir odaya gelmek; daha doğrusu, sıcak olan odada bir de Aral’ın sıcaklığına sokulmak derin bir uyku basmasına neden olmuştu. Filmin yarısına kadar geçen zamanı istemsizce kapanan gözlerimi defalarca kez açmaya çalışarak geçirmiştim ama bir yerden sonra bu daha da zor olmaya başlamıştı. Bir de üstüne Aral da filmi, her zamankine nazaran karakterlere kızarak değil de çoğunlukla sessizce izlediği için beni ayık tutacak bir sebebe tutunamıyordum.

Dakikalar sonra gözlerim bir kez daha kapandı ve tekrar açmayı başaramadım. Burnumda sevdiğim adamın kokusuyla derin bir uykuya daldım.

Arel'le Tuana kendi aralarında konuşurlarken Aral'ın bakışlarını üzerimde hissederek ona döndüm ve küçük bir iç çekmeyle "Gel, bahçeye çıkalım," diye mırıldandım. "Daha rahat konuşuruz."

Aral, usulca başını sallayarak Arel ve Tuana'nın bakışları eşliğinde ayaklanıp yanıma geldi. Bahçeye çıkmak için mutfağa doğru ilerlerken aklıma gelen şeyle duraksayarak Aral'a döndüm ve "Sen bahçeye geç, ben hemen geliyorum," dedim. Kısa bir an merakla yüzüme baksa da "Tamam," diyerek mutfağa girdi. Ben de alt kattaki banyoya koşturdum.

Banyodaki ecza dolabından Aral'ın bileğine sürebileceğim bir yanık kremi aldıktan sonra banyodan çıktım ve mutfağa girerek bahçeye açılan kapıdan geçtim. Bahçedeki ışıklandırmalar kapalıydı ancak mutfağın ışığı sayesinde Aral'ın sallanan bahçe sandalyesinde oturduğunu görebilmiştim. Bu yüzden duraksamadan ona doğru ilerledim.

Kollarını göğsünde kavuşturmuş, gözlerini kapayarak başını geriye yaslamıştı. Çehresinin yakışıklılığı karşısında mest olurken usulca yanındaki boşluğa oturdum. Muhtemelen bahçeye çıktığımdan beri varlığımın farkındaydı ancak yanına oturana kadar aralamamıştı gözlerini.

Göz kapaklarını kaldırıp yeşillerini bana çevirdiğinde yorgun olduğunu fark ettim. Bu içimi sızlatırken boştaki elimi havaya kaldırıp "Kolunu uzat bakalım," diye mırıldandım.

"Hım?" diyerek kaşlarını çattığında seslice iç çektim ve ona laf anlatmakla uğraşmak yerine uzanıp kolunu tuttum ve kendime çektim. Kolunu bacaklarımın üzerine bıraktıktan sonra ceketinin kolunu hafifçe yukarı sıyırdım ve banyodan getirdiğim merhemin kapağını açıp aldığım bir miktarı yarasına sürmeye başladım.

Yarasının tazeliği canımı sıkarken "Yaptığın yemeğe değdi mi bari?" diye söylendim. "Bayağı da yakmışsın, azıcık dikkat etseydin ya."

"Kızartma yapıyordum, öyle havalı bir şey değil yani," dediğinde bakışlarımı yaradan ayırarak ona çevirdim. Bana bakıyordu. "Telefonda bizim ekipteki çocuklardan biriyle konuşuyordum, dikkatim dağıldı. Kolumu tavaya çarptım."

Sinirlerim bozulduğu için "Aferin sana," diyerek güldüm. "Çok büyük başarı."

"Sağ ol, Doktor."

Cevabıyla yüzümdeki gülümseme büyürken "İyi yemek yapabiliyor musun bari?" diye sordum. Bir elimle merhemi yarasına yedirirken diğeriyle kolunu sabitlemek amacıyla elini tutuyordum ve kolu elbisemin üzerinde duruyor olmasına rağmen sıcaklığını her bir hücremde hissediyordum.

"Çok iyi yaparım."

"Hım," diyerek başımı salladım. "Ne zamandan beri yapıyorsun peki? Daha doğrusu nasıl öğrendin yapmayı?"

"Arel'le bir evde yaşıyorsan ya yemek yapmayı öğreneceksin ya da sürekli dışarıdan yemek söyleyeceksin. Çünkü kendisinin yemekle yemek dışında hiçbir ilişkisi yok."

Kıkırdayarak başımı salladım. "Yani yemek yapmayı öğrenmeye mecbur bırakıldın, öyle mi?"

"Öyle de denebilir."

"En azından senin için faydalı bir girişim olmuş," diyerek dudaklarımı büktüm. "Tabii dikkatli olmayı da öğrenebilseydin daha iyi olurmuş ama neyse."

"Sen bana laf sokmayı bayağı seviyorsun bence."

Yarayla yeterince ilgilendiğime kanaat getirdikten sonra merhemin kapağını kapattım ancak kolunu kucağımda tutmaya devam ettim. Daha doğrusu merhemi tutan elim hala avuç içinin üzerindeydi ki o da çekmek için herhangi bir harekette bulunmamıştı.

"Birilerine laf sokmayı sevmem, genelde yaptığım bir şey de değil ama sen beni gerçekten çok sinir ediyorsun."

"Hâlbuki bunun için hiçbir şey yapmıyorum."

"Zaten sorun da bu, hiçbir şey yapmaman. Konu sen olduğunda kendine yaptığın haksızlık canımı sıkıyor ve bunu neden yaptığını da anlayamıyorum."

Usulca iç çekti. "Bu da özellikle yaptığım bir şey değil."

"Kimse kendine bu derece zarar veremez, Aral. Yani bu, kesinlikle özellikle yaptığın bir şey."

"Konu sen değil miydin?" diyerek konudan sıyrılmaya çalıştı. "Ne zaman bana döndük?"

"Sen çevir konuyu, çevir," diyerek başımı salladım. "Nasılsa öğreneceğim gerçekleri."

"Biliyor musun?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. "Nedense bundan da hiç şüphem yok."

"Çünkü beni tanımaya başladın ve ne yapıp ne yapmayacağımı tahmin edebiliyorsun." İç çektim. "Her neyse, konuyu değiştirmene izin veriyorum. Neyi merak ediyorsun bakalım?"

"Hım," diyerek düşündüğünü belli ederken kolunu kucağımdan çekmeye çalıştığında kendimden asla beklemediğim bir refleksle elini tutup bunu yapmasına engel oldum. Şaşkınlıkla bana baktığında "Merhemi üzerine sürersin şimdi sen," diye mırıldandım hızla. "Böyle dururken daha rahat emer merhemi tenin."

Kaşlarını havaya kaldırıp elini sıkıca kavramış parmaklarıma baktıktan sonra bozuntuya vermeden "Peki," dese de kafasının karışmış olduğunu görebiliyordum ancak ona ne diyebilirdim ki? Sana çok fena tutuldum, biraz olsun seninle ilgilenmeme izin ver, mi? Neyse ki konuyu uzatmamıştı.

"Uğur, ne zaman geldi?"

"İki gün oldu."

"Yasemin'in dediklerinin ne kadarı doğruydu?"

"Hepsi," diye mırıldandım sıkıntıyla. "Sen ne kadarını duydun, bilmiyorum ama Yasemin'in dediği her şey doğruydu."

"Anladım," diyerek başını salladı. "Peki, gelip o mu konuşmak istedi seninle?"

"Evet," diyerek onayladım onu. "Aslında başta koridorda gördüm onu, başhekimle konuşuyordu. Görmemiş gibi geçtim gittim yanlarından. Yemekhaneye indim, yemeğimi alıp masalardan birine kuruldum. Bir anda geçip oturdu karşıma. Saçmaladı."

"Saçmaladı?"

İç çekerek bakışlarımı bahçedeki havuza çevirdim. "Benden ayrılırken beni hala seviyormuş, yani öyle söyledi. Ama hayalini kurduğu şeyden de vazgeçmek istememiş. Yapamamış daha doğrusu. Bunu atlatabilmek için de orada arasının en iyi olduğu kişiyle, yani o zamanlar bana oradaki en yakın arkadaşı diye tanıttığı kadınla evlenmeye karar vermiş. Çok detaylı bilmiyorum ama sanırım kadın buna karşı arkadaşlıktan daha ileri hisler besliyordu, başka birine âşık olduğunu bildiğin bir adamla öyle kolay kolay evlenemezsin. Yani bence... Ama buna rağmen hayatında hep bir eksiklik olduğunu düşünmüş, bu yüzden de çocuk sahibi olmak istemiş."

"Bunca şeyi yapana kadar sana geri dönmeyi düşünememiş olması..." Başını salladı. "Gerçekten tuhaf."

"Yanlış kararlar yanlış kararları doğurabilir. Yani... Olan olmuş zaten, bunca şeyden sonra bunları konuşmak bile çok saçma."

"Orası öyle ama... Her neyse. Başka ne dedi peki? Çocuğunun doğması doldurmuş mu o eksikliği?"

"Hayır, dolduramamış."

"Doldurabilseydi karşına çıkma gereğinde bulunmazdı zaten. Çok... Affedersin ama boktan bir durum."

Gerçekten sinirlendiğinde ağzının bozulduğunu biliyordum, bu yüzden şaşırmadım ve usulca kalan kısmı anlattım ona. Uğur'un arkadaş kalmak istediğini, saçmaladığı şeyleri... Çok detaya girmemiştim ki detaylık da bir şey yoktu zaten.

Anlatacaklarım bittiğinde aramızda kısa bir süreli bir sessizlik oluştu. Bunu memnuniyetle karşıladım, çünkü hiç istemediğim şeyler hakkında konuşuyor olsak da Aral'ın yanında oturuyor olmaktan zevk alıyordum.

"Gerçekten pişman olmuş," diyerek başını salladı, Aral. "Ve muhtemelen Yasemin haklı, yani onun bir kulağının sende olduğu konusunda. Bunca şeyden sonra karşına çıkıp böyle şeyler söylemesi bunu kanıtlıyor."

Artık bu sözleri duymaktan gına gelmişti. Bunu belli eden derin bir nefes aldıktan sonra "Umurumda değil, Aral," dedim. "Gerçekten."

Gözlerimin içine baktı ve "Gerçekten mi?" diye sordu tekrar. İnanıp inanmama konusunda tereddüde düşmüştü sanki.

"Senin yanında ağladığım veya ondan konu açılınca yüzüm düştüğü için bana inanmıyor olabilirsin ama gerçekten böyle. Zamanla insanın hisleri sahiden değişebiliyormuş. Bana acı veren o değil, onunla yaşadığım geçmiş. Anılarım, hayal kırıklıklarım canımı yakıyor; Uğur değil."

"Bunu nasıl anladın?" diye sordu, kısık ve soru işaretleriyle dolu bir ses tonuyla. "Nasıl emin olabiliyorsun böyle olduğuna, kendini kandırmadığına?"

Gelmesini beklediğim o vakit, şu an mıydı? Ona kalbimde başka birinin olduğunu, bu sayede emin olabildiğimi söylemeli miydim? O zaman kalbimdeki kişinin kendisi olduğunu anlar mıydı? Peki ya anlarsa benden uzaklaşır mıydı? Bunun olmasını istemiyordum. Ona zaten yeni yeni ulaşmayı başarmışken aramızdaki ilişkiyi tehlikeye atamazdım. Yani hayır, zamanı değildi. Bu yüzden burukça gülümsedim.

"Bunu sana söyleyeceğim," diyerek başımı salladım. "Yani nasıl anladığımı ancak şu an değil, zamanı geldiğinde."

Zamanı geldiğinde sana âşık olduğumu söyleyeceğim, Başkomiserim. Çünkü Yasemin'in bana fark ettirdiği üzere ben sana gerçekten fena halde tutuldum.

"Zamanı geldiğinde?" diyerek kaşlarını kaldırdığında tekrar salladım başımı usulca.

"Zamanı geldiğinde."

Bahsettiğim bu zaman ne zaman gelecekti ben de bilmiyordum lakin uzun sürmemesini diliyordum.

Ve tabii bir de o zamana kadar onun da bana âşık olmasını...

Küçük bir sarsıntıyla havalandığımı hissettiğimde gözlerimi kırpıştırarak aralamaya çalıştım ancak alnıma yaslanan sıcaklığın sahibi buna izin vermedi.

“Şşt, uykuna devam et güzelim. Yatağa gidiyoruz sadece.”

Aral’ın fısıltılı sesi bana ninni gibi gelirken başımı omzuna yaslayıp anın tadını çıkardım. Saniyeler sonra sırtım, soğuk yatak çarşafıyla buluştuğunda istemsizce irkilince “Hemen geliyorum,” diye mırıldandı Aral. “Tekrar ısıtacağım seni, merak etme.”

Verilen vaadin hoşuma gittiğini belirten mırıltılarla başımı yastığa bırakıp yatağın soğukluğuna alışmaya çalıştım. Neyse ki Aral söz verdiği gibi kısa sürede yanıma gelip beni göğsüne çekti ve sobalık görevine itina ile devam etti.

Başımı boyun girintisine sokarak kokusunu içime çekerken birden aklıma gördüğüm rüya geldi ve uykumun açılmasından korktuğumdan yumuk gözlerle “Biliyor musun?” diye mırıldandım. “Rüyamda seni gördüm.”

“Öyle mi?” derken sesi oldukça keyifli geldi. “Ne yapıyorduk?”

Tenine doğru kıkırdarken “Seni gördüğümü söyledim, ben yanındaydım demedim ki,” diye söylendim.

Düşünüyormuş gibi sesler çıkardı ve söylediklerimin bir kulağından girip diğerinden çıktığını belirtircesine “Yani bir şeyler yapıyorduk?” diye sordu tekrar.

Engelleyemediğim bir sırıtışla “Düşündüğün tarzda şeyler yapmıyorduk,” dedim. “Bizim evin arka bahçesindeydik.” Konuştukça uykumdan sıyrıldığımın farkındaydım ama anlatmak istiyordum. “Sen elini yakmışsın, sanırım kızartma yaparken. Ben de eline yanık merhemi sürüyordum seni azarlayarak.”

Garip bir ses tonuyla “Ya?” dediğinde, “Hımhım,” diye onayladım.

“Başka bir şey olmadı mı?”

“Merhem dışında umduğun gibi bir temasımız olmadı, eğer sorduğun şey buysa,” diye alay ettim onunla. “Sadece uzun uzun konuştuk.”

“Ne hakkında?”

Uğur’dan bahsetmek istemiyordum ona. Tadımızın kaçmasından korktuğum için ismini anmak da istemiyordum. Yine de dürüst olmam gerektiğini düşündüğümden “Uğur’un beni görmek için hastaneye geldiğini öğrendikten sonra ne hissettiğimi sordun. Ona karşı hislerimin tamamen bittiğini söyledim ve sen de bundan nasıl emin olabildiğimi merak ettin. Vakti geldiğinde sana bu sorunun cevabını vereceğimden bahsettim.”

Kısa bir duraksamanın ardından “Gerçi bunun cevabını hala daha söylemedim sana. Sanırım onca şeyin arasında bu konuşmamız aklımdan uçup gitmişti,” dediğimde beni saran kollarının gerildiğini hissettim ama pek takılmadım. “Senden acayip hoşlanıyordum ve Yasemin bunun hoşlantıdan fazlası olduğuna yeminler ediyordu. O zaman emin değildim ama sonradan haklı olduğunu fark ettim. Sana âşık olmuştum ve bu da Uğur’u tamamen unuttuğum konusunda emin olmamı sağlıyordu.”

Aral’ın bedeninin taş kesildiğini hissettiğimde kaşlarımı çatarak geriye çekildim ve yüzüne bakmaya çalıştım. “Ne oldu? Yanlış bir şey mi söyledim?”

Aral, hızla doğrulurken bana hayret dolu bakışlarla baktı ve “Ne dediğini fark ettin mi?” diye sordu.

Uykum tamamen açılırken endişelenmeye başlayarak ben de doğruldum ve “Ne dedim?” diye sordum. Hiçbir şey anlamamıştım. “Uğur’dan bahsettiğim için mi-”

“Hayır,” diyerek kesti sözümü. “Hayır, onunla hiçbir alakası yok.” Oldukça heyecanlanmasına rağmen ben ne kaçırdığımı asla anlayamıyordum. “Zamanı geldiğinde söyleyeceğini ama bunu unuttuğunu söyledin.”

Dalgın bir şekilde “Evet,” dedikten sonra anlık bir aydınlanma yaşadım. Nefesimi kesen bir aydınlanmaydı bu.

“Rü-rüya değildi,” diye kekeledim. “Bu anı yaşadık.” Elimi alnıma götürdüm istemsizce. “Rüyamda o kısmı görmedim ama akşam bize gelmiştiniz. Siz, Yaseminler, amcamlar… Hep birlikte harika bir akşam geçirmiştik.”

“Evet,” diye fısıldadı. Gözleri dolmuştu. “Başka? Başka bir şey anımsayabiliyor musun?”

Boştaki elimi kalbimin üzerine koyup sakinleşmeye çalıştım. Sakinleşmeye ve düşünmeye. Aral’ı ilk kez gördüğüm anı hayal etmeye çalıştım.

Gözlerim kocaman açılırken “Bölük pörçük,” diye mırıldandım. “Ama hatırlıyorum. Hastaneden çıktığımı, arabamı ararken karanlıkta bir gölge gördüğümü, sana yaklaştığımı…” Ağlamaya başladım. “Yardımımı istemediğini hatırlıyorum. Seni acile taşıdığımı, bir şeyin olmadığını öğrenene kadar beklediğimi, ertesi gün hemşirenin birine sorduğumda birkaç saat içinde çıkış yaptığını öğrendiğimi… Hatta polis olduğunu da o hemşire söylemişti bana.”

Şimdi Aral da ağlıyordu. Yeşillerinin yaşlarla doluşunu izlerken dudağım titreyerek “Aral,” dedim. “Ha-hatırlıyorum.”

“Evet,” dedi gözyaşlarının arasından. “Evet.”

Göğsümdeki elimle tişörtümü sıkıp düşünmeye devam ettim. Her şeyi hatırlıyor muyum, yoksa eksikler var mı diye kontrol etmeye çalıştım.

“Seni ilk kez öptüğümde asansörün önündeydik,” dedim. “Demet yüzünden bana karşılık verdiğini düşünmüştüm.”

“Evet,” dedi bir kez daha. Hiç hareket etmiyordu. Öylece ağlayarak beni seyrediyordu.

“İlk kez annenlerin evinde seviştik,” diye mırıldandım. “Senin çocukluk odanda.”

“Bana eziyet çektirdiğin bir gündü, evet,” dediğinde güldüm. Ağlamaya devam ediyordum ama deli gibi gülümsüyordum da.

“Operasyonun olduğu gün, odamdaki aynanın önünde bir kez daha evlenme teklifi ettin bana. Orada karar verdik bu deliliği yapmaya.”

“Evet,” dedi bir kez daha.

“Kutularla sakladığın yerden çıkarttın beni,” dedim hüzünle. “Arka merdivenleri kullandık. Önümüze-” Zorla yutkundum. “Önümüze Doğu çıktı. Senin canını yakmaktan bahsetti ve silahı bana doğrulttu.”

Dudağı titredi ama cevap veremedi bu sefer. Evet, bile diyemedi.

Ağzımdan hıçkırıklar firar ederken “Aral,” dedim. “Seni çok özledim ben.”

Omuzları titremeye başlarken gözyaşları beni görmesine engel oluyormuş gibi gözlerini hızla kırpıştırdı. “Ben seni daha çok özledim.”

Daha fazla dayanamayıp kendimi onun üzerine attığımda beni yarı yolda karşıladı ve birbirimize sıkı sıkı sarılarak ağladık. Hıçkırıklarını duyduğumda tişörtünü sıktım ve “Özür dilerim,” diye mırıldandım. Deli gibi gözyaşı dökmeye devam ediyordum. “Sana bunları yaşattığım için özür dilerim. Seni unuttuğum için özür dilerim.”

“Seni çok özledim,” diyerek daha sıkı sarılmaya çalıştı. Hatta canımı acıttı ama şu an buna ihtiyacım varmış gibi hissettiğimden o acıyı minnetle karşıladım. “Seni o kadar çok özledim ki.”

Uzun bir süre, oldukça uzun bir süre, ağlayarak birbirimize sarılmaya devam ettik. Mırıltılarımız arasında sevgi, özür ve bolca özlem vardı. Bilinçsizce birbirimizden özür diliyor, birbirimizi ne kadar çok özlediğimizi ve sevdiğimizi söylüyorduk.

Olanları biraz olsun hazmedebildiğimi düşündüğümde kendimi hafifçe geri çekerek yaşlarla boyanmış yüzünü avuçlarımın arasına aldım.

“Seni öyle çok seviyorum ki. Beni beklediğin, benden vazgeçmeyi bir an bile düşünmediğin, tüm acıları kendin sırtlanmaya çalıştığın, beni tekrar ve tekrar kendine aşık ettiğin için teşekkür ederim. En iyi arkadaşım olduğun, beni benden daha iyi anladığın, bana her zaman böyle baktığın için teşekkür ederim. Sana o gün de söylediğim gibi bir değil, bin kere de hafızamı kaybetsem yine seni severim. Hep seni severim.”

Başımı eğip onu öptüğümde karşılık vermek için beklemedi. Öpücüğümüz ateşli olmaktan çok uzaktı. Birbirimize derman olmak ister gibi öpüyorduk birbirimizi. Yaralarımızı sarmak, birlikte olduğumuzu kanıtlamak için.

Onu daha rahat öpebilmek için kucağına çıktığımda belimden tutarak beni destekledi. Nefes alabilmek için dudaklarımızın ayrıldığı o küçük aralarda dudakları yüzümde geziniyordu. Bacaklarımı, belinin iki yanından sararak ona iyice yapıştım ve dudakları yüzümün her bir noktasında gezinirken anın tadını çıkarmaya çalıştım. Gözyaşlarımı durdurabilmiş değildim, benden bağımsız bir şekilde akmaya devam ediyorlardı ve Aral’ın da benden bir farkı yoktu.

Boynumu öpebilmesi için başımı omzuma doğru eğdiğimde dudakları aşağı doğru bir rota çizdi ama köprücükkemiğimden öteye gitmedi. Dudakları tekrar dudaklarımı bulduğunda, öpücüklerine karşılık verirken “Özledim,” dedim. “Aral, seni çok özledim.”

“Ben daha çok,” diyerek öpmeye devam etti beni. Ne demek istediğimi anlamadığını fark ettiğimde usulca geri çekilip ağlamaktan kızarmış gözlerinin içine baktım ve tekrar “Özledim,” dedim. “Seni özledim. Bizi özledim.”

Nihayet anladığını belli eden şey bakışlarındaki değişiklikti. Şu ana kadar saf sevgiyle öpmüştü beni, biliyordum ve dahasını istiyordum. Çok daha fazlasını.

Başka bir şey dememe gerek kalmadı. Dudakları tekrar benimkileri bulduğunda, öpücüğünün daha farklı olduğunun bilincindeydim. Arzusunu iliklerime kadar hissediyor, aynı şekilde karşılık veriyordum.

Belimdeki elini sırtıma çıkararak beni geriye yatırdığında kollarımla bacaklarımı ona sarmaktan vazgeçmediğim için benimle birlikte gelmek zorunda kaldı. Dudağıma son bir öpücük bırakıp göz göze gelebilmemiz için hafifçe geri çekildiğinde yüzündeki saf arzuyu görmek kanımı kaynattı. Aslında son günlerimi ona çekildiğimin bilinciyle geçirmiştim ama devamını istemek için erken geliyordu. Aral benim ilkimdi ama bunu hatırlamadığım ve tekrar ilkimi yaşamış gibi olacağım için belli belirsiz bir gerginlik yaşıyordum. Bunu ona hiç söylememiştim ancak biliyormuş gibi davranmıştı hep. İleriye gitmemişti. Dokunmaktan, sarılmaktan ve öpmekten öteye geçmemişti.

Oysa şimdi parça parça da olsa bütün görüntülerimiz zihnimin içindeydi. İlk seferimiz, son seferimiz, diğerleri… Hatırlıyordum ve bu hissettiğim korkuyu da çekingenliği de yok etmişti. Onun için deli olan hep ben olmuştum. Defalarca kez kendimi üzerine atmaya çalışmıştım. Bu hiç değişmemişti. Aral, ikimizin arasında sabırlı olan kişiydi. Şayet hafızam yerine gelmeseydi ve ondan zaman isteseydim benim için senelerce bekler, lafını bile etmezdi.

Ama gelmişti. Hatırlıyordum ve ben sabırsızdım. Hep de böyle olacaktım, bunu en az benim kadar iyi biliyordu. Biliyor ve memnuniyetle karşılıyordu.

Üzerimizdeki kıyafetler teker teker yeri boyladıktan sonra dudakları, ardında gözyaşları bırakmaya devam ederek bütün vücudumu gezdi. Tenimin her bir noktasına beni ne kadar çok özlediğini ve ne kadar çok sevdiğini fısıldadı. Benimle öyle güzel ilgilendi ki halihazırda ağlıyor olmasaydım yine gözyaşlarına boğulurdum.

Her sevişmemizde yaptığım gibi göğsündeki yaraları öptüm teker teker. Bunu hatırladığımı görmek daha da duygulandırmıştı onu. Arzumuz, gözyaşlarımıza bulanmıştı. İlk seferimiz nasıl aklımıza kazındıysa bunu da asla unutamayacaktık. Tek bir saniyesi bile silinmeyecekti hafızamızdan. Olur da bir felaket sonucu hafızamızı kaybetsek de tekrar hatırlayacaktık. Biliyordum, buna tüm kalbimle inanıyordum.

Beni uzun uzadıya sevdikten sonra nihayet tek bir vücut olmamızı sağladığında ona sıkı sıkı sarıldım. Tırnaklarımı omuzlarına batırırken ve kulağıma sürekli beni ne kadar çok özlediğini fısıldarken düşünebildiğim tek şey, ona duyduğum aşkın aklımı yitirmeme neden olacağıydı. Bu bambaşka bir duyguydu. Hiçbir şeyle kıyaslayamayacağım kadar büyük ve farklıydı.

O gece sabaha kadar birbirimizle ilgilendik. Vücudumuzda tek bir damla sıvı kalmayana kadar ağladık. Öpüştük, seviştik, birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Daha önce birçok kez birbirimizin zayıflık anlarına tanıklık etmiştik ama bu bambaşkaydı. İkimiz de daha önce bu kadar savunmasız olmamıştık sanki. İkimiz de birbirimize duyduğumuz muhtaçlığı bu kadar derinden hissetmemiştik. Bunun bilincinde olmak her bir hareketimizi daha da anlamlandırıyordu.

En son hatırladığım şey, banyoda birbirimizi yıkayıp yarı kapalı gözlerimizle üzerimize bir şeyler geçirdikten sonra yatağa geri döndüğümüz ve birbirimize sıkıca sarılıp derin bir uykuya daldığımızdı. Öyle ki, daldığım en güzel uykular arasında ilk üçe girecek kadar harika bir uykuydu.

Sabah, gözlerimi açtığımda karşılaştığım ilk şey Aral’ın yeşilleri olmuştu. Birkaç santim uzağımda yatarken ellerini yanağının altına yerleştirmiş, bir çocuk masumluğuyla beni izliyordu.

Dudaklarım kıvrılırken uyku mahmuru bir sesle “Günaydın,” diye mırıldandım. Cevap vermeden bana öylece bakmaya devam ettiğinde gözlerimi kısarak “Ne oldu?” diye sordum. Gece neredeyse hiç uyumamış olmama rağmen uykumu almıştım ve üstüne oldukça neşeliydim. “Geceleyin ben fark etmeden küstük de haberim mi olmadı?”

Göğsü derin bir nefesle kalkıp inerken “Hayır,” diye mırıldandı. “Sadece eğer rüya görüyorsam uyanmamaya çalışıyorum.”

Onun gibi yan döndüm ve ellerimi yanağımın altına koyup “Rüya olmadığını kanıtlamamı ister misin?” diye sordum.

Gözlerini bir kez kırpıp “Çok isterim,” dedi.

Düşündüğümü belli eden mırıltılar çıkardıktan sonra “İlk kez eski püskü, pis bir depoda oturmuştum kucağına,” dedim. “Fazla karton bulamamıştın ve olana da kendin oturduktan sonra beni kucağına çağırmıştın. Şaşkınlıktan dilimi nasıl yutmadım, inan bilmiyorum.”

Tatlı tatlı sırıttığımda bakışları bir anlığına dudaklarıma kayıp tekrar gözlerime tırmandı.

“Rüya değilmiş.”

“Kesinlikle değil,” dedikten sonra kaşlarımı aşağı yukarı hareket ettirdim. “Her yerim ağrıyor.”

Sonunda tepkisizliğini bozup güldü ama endişeli bir ses tonuyla “Çok mu zorladım?” diye sormayı da ihmal etmedi.

Dün gecenin anıları bir bir zihnime düşerken hülyalı bir tavırla iç çektim. “Keşke daha çok zorlasaydın.”

“Arsız,” dese de dudaklarında koca bir sırıtış vardı. “Ben aslında o kadar abartmayacaktım ama işte seni durduramadım.”

“Yalancı,” diyerek gözlerimi kıstım. “Üzerine atlayan hep ben oluyorum, kabul ama başlayınca durmak bilmeyen taraf sensin.”

“Şikâyetin varmış gibi konuşmuyor musun bir de,” diye homurdandığında güldüm.

“Şikâyetim olduğunu hiç söylemedim, Başkomiserim.”

Yeşillerine bir durgunluk yerleşirken “Bana böyle seslenmeni özlemişim,” diye mırıldandı.

“Ben de,” dedim. “Ben de sana böyle seslenmeyi özledim.” Ona çapkın bir bakış attım. “Ama sevişmeyi daha çok özlemişim.”

Arsızlığıma, sen iflah olmazsın bakışları atarak başını salladıktan sonra “Ee,” dedi. “Ne yapıyoruz bugün? Dönüyor muyuz?”

Dün, buradaki yedinci günümüzü doldurmuştuk. Yani Tuana’ya verdiğim bir haftalık sözü tutmuştum ve artık geri dönmemiz gerekiyordu. Aslında bu kaçamağı birkaç gün daha uzatmayı düşünüyordum ama bizimkilere hafızamın geri geldiğini söylemek için sabırsızlanıyordum. Böyle bir haberi telefonda vermek istemediğim için de eve gitmemiz gerekiyordu.

“Kahvaltı yaparken yengemi arayayım, bu akşam müsaitlerse onlara gidelim. Hem zaten annenlerin haftaya İstanbul’a geleceğini de söylememiz gerekiyor artık.”

Aral, yüzük takma ısrarlarım sonucu annesini aramış ve amcamlarla tanışmak için İstanbul’a gelip gelemeyeceklerini sormuştu. Amine teyzenin hafıza kaybımdan haberi olduğu için bu durum onu epey şaşırtmıştı tabii. Bu yüzden Aral kısaca benim hislerimden bahsederek annesini ikna etmişti. O da kocasıyla konuşup iki hafta sonra gelebileceklerini haber vermişti.

Bunu amcamlara telefonda söylemek istememiştim. Aral’ın anlattıklarından sonra onlara telefonda önemli haberler verip emrivaki yapmak doğru gelmemişti. Gerçi bu da biraz emrivakiye kaçacaktı ama en azından bekledikleri bir şeydi. Üstelik şimdi hafızam da yerindeydi ve beklememiz için hiçbir sebep kalmamıştı.

“Tamam, öyle yaparız,” dedikten sonra kolunu uzatıp belime doladı ve beni kendine çekti. Kıkırdayarak göğsüne sokulurken “Kalkmamız gerek,” dedim. “Oynaşmaya vaktimiz yok.”

“Bizim her koşulda oynaşmaya vaktimiz olur,” diyerek ince askılı geceliğimin açık bıraktığı omzuma küçük bir ısırık bıraktı. Kıkırdadım.

“Doğru ama halim yok. En azından karnımı doyur.”

Boynuma da uzun bir öpücük kondurup kokumu derince soluduktan sonra “İstekleriniz benim için emirdir,” diyerek kucakladı ve benimle birlikte ayağa kalktı.

Odadan çıkıp banyoya doğru ilerlerken kollarımı boynuna dolayıp “Şimdiden böyle şeyler yaparsan evlendikten sonra daha özel hizmetler beklerim ona göre,” dedim. Beklentilerimi arttırdığını bilmesi gerekiyordu.

“Hiçbir zaman beklentilerinin altında kalmam,” diyerek beni ayaklarımın üzerine indirdi ve yüzümü avuçlarının arasına alarak derin bakışlarını gözlerime yöneltti. “Yeter ki sen bir daha beni unutma.”

Anında hüzünlenerek “Aral,” demiştim ki alnıma hızlı bir öpücük kondurup “Üzül diye söylemedim,” dedi. “Sadece şartlarımı belirtiyorum. Özel hizmet istiyorsan beni hiçbir koşulda unutmaman gerekiyor.”

Aynı anda hem ağlamak hem de gülmek isterken “Tamam,” dedim. “Unutmayacağım, söz.”

“Söz verdiğini de unutmayasın sonra?”

“Aral!”

“Şaka yaptım, şaka,” diyerek burnumun ucundan öptü bu sefer de. Dün geceden beri öpmelere doyamıyordu beni. Aşk itirafımdan sonra hareketleri cesurlaşmıştı ama asla şu anki gibi değildi. Muhtemelen üzerime gelmekten korktuğu için kendini tutmaya çalışıyordu ama dün gece itibariyle kendisini tamamen salmıştı. “Ben çay suyu koymaya gidiyorum, sen de elini yüzünü yıka.”

“Sen yıkamayacak mısın yani?” diye sordum şaşkınca.

“Hı?”

“Yüzümü diyorum, sen yıkamayacak mısın? Buraya kadar mıydı özel hizmetin?”

Gerçek bir şaşkınlıkla yüzüme baktı. “Yani istiyorsan yıkayayım tabi de-”

Daha fazla dayanamayıp kıkırdamaya başladığımda onunla dalga geçtiğimi anlayıp bir anda çenemi kavradı ve büzüşen dudaklarıma sert sert bir öpücük kondurdu. Haşinliği aklımı başımdan almıştı doğrusu.

“Kocayla alay edilmez diye kaç kere söylemem gerekiyor?”

“Önce siz şu boş elinize bir yüzük takın da sonra konuşuruz bunları,” diyerek imalı bir şekilde göz kırptım ona.

“Gidip alalım diyorum, kabul etmiyorsun?”

“Önce amcamdan isteyeceksin beni,” diyerek gözlerimi kıstım. “Her şey adabıyla olacak. Ne sizinkilerin ne de benimkilerin içinde ukde kalmayacak.” Tatlı tatlı gülümsedim. “Ve sen de o zamana kadar benim soktuğum lafların altında ezileceksin.”

“Suçum olmadığı halde nasıl suçlu konuma düştüm, bak işte bunu gerçekten anlamıyorum.”

Hayretle başını sallarken o kadar tatlıydı ki gülmemek için yanağımın içini dişlemek zorunda kaldım.

“Kız evi naz evi, Aral Bey. İşinize gelirse.”

“Nedense şu nazı bir tek üzerime atlarken göremiyoruz ama neyse,” diyerek bana laf sokmayı ihmal etmedi. “Neyi, nasıl istiyorsan öyle yapacağım.”

Yanağından makas alıp “Heh, şöyle,” dedim. “En sevdiğim koca tipi.”

Kaşları derhal çatılırken bana kötü kötü baktı. “Benden başka kocan varmış gibi konuşmazsan sevinirim.”

Şu an o kadar çok eğleniyordum ki bu saçma tartışmayı akşama kadar sürdürebilirdim ama gerçekten çok acıkmıştım. Bu yüzden uzanıp çenesine uzun bir öpücük bıraktım ve gözlerinin içine bakarak “Sence, senden başkasını nikahıma alabilir miyim ben?” diye sordum ve ona fırsat tanımadan kendim cevapladım. “Mümkünatı yok.”

“Sana nasıl güveneceğim?” diye sordu imalı bir tavırla. Güldüm.

“Hafıza kaybı yaşadıktan sonra tekrar sana âşık oldum. Hem de olağanüstü bir hızda. Başka kanıta ihtiyacın mı var?”

“Ya zorunda kaldıysan?” diye sordu, dudaklarını bükerek. “Yani seni hiç yalnız bırakmadım ve sürekli kafanı karıştırdım. Başka bir seçeneğin yok gibi bir şeydi.”

Buruk bir gülümseme sundum ona. “Her zaman ikinci bir seçenek vardır, Başkomiser. Mesele, o ikinci seçeneği aratmamakta. Ve ben, bir kez bile başka bir seçenek var mı diye düşünmedim.”

Rahatladığını belli edercesine rahatladı çehresi. Sanki bunu da dert etmişti içten içe. Kaşlarımı çatarak ona sokuldum ve “Gerçekten böyle mi düşündün?” diye sordum. “Mecbur kaldığım için sana tekrar kapıldığımı?”

“Yani,” diyerek bakışlarını kaçırdı. “Düşünmek demeyelim de, aklıma gelmedi desem yalan olur.”

Baskın bir ses tonuyla “Aral,” dediğimde bakışlarını tekrar bana çevirdi ve “Özgüvenimin pek de yüksek olmadığını biliyorsun,” diye homurdandı. “Bir de üstüne yaşanan bu şeylerden sonra düzgün düşünmek çok da kolay değil.”

“Düşünmene gerek de yok zaten,” diyerek kollarımı boynuna doladım. “Sen hayatıma girene kadar etrafımda hiç erkek yok muydu sanıyorsun? Vardı, ilgimi çekmeye çalışan da oldu hatta ama ben ne yaptım? Gittim, bana göz ucuyla bile bakmayan birine âşık oluverdim.” İmalı bir şekilde güldüm. “Yani yok etrafımda dolanmışsın, yok bana başka şans tanımamışsın falan… Bunların hepsi boş. Tek bir gerçek var.”

“Neymiş o?”

Dudaklarına sesli bir öpücük kondurup geri çekildim ve sırıtarak “Biraz daha yemek yemezsem açlıktan öleceğim gerçeği,” dedim. “Hadi çabuk, yumurta mı kırıyorsun yoksa çay mı demliyorsun, ne yapacaksan yap bir an önce.”

Elinden tuttuğum gibi onu banyodan dışarı sürükledim ve o aniden değişen tavırlarımı hazmetmeye çalışırken “Hemen geliyorum,” diyerek kapıyı suratına kapattım.

“Kaç yaşında adamım, ne akıl bıraktın ne fikir!” diye söylendi kapının arkasından. Kıkırdayarak kapıdan uzaklaşırken “Ben de seni seviyorum!” diye bağırdım.

Aral’ın adım seslerinin uzaklaştığını işitince hızlıca ihtiyacımı giderip elimi yüzümü yıkadım ve banyodan çıkıp yatak odasına dönerek üzerimi değiştirdim. Dün gecenin hararetiyle epeyce dağılan yatağa kısa bir bakış atıp düzeltmeyi sonraya bırakarak kendimle ilgilendim. Saçlarımı tarayıp topladıktan sonra da müstakbel nişanlıma yardım etmek üzere mutfağa geçtim.

Onu, tezgahın başında muhtemelen omlet yapacağı yumurtaları çırparken bulduğumda arkasından sarılıp yanağımı omzuna yasladım.

“Banyoyu kullanmak istersen ben devam edebilirim?”

“Burada yıkadım yüzümü, merak etme,” diyerek güldüğünde ona eşlik ettim ve kollarımı geri çekerek yanına geçtim. “Yengeme mesaj atayım ben o zaman, akşama müsait olup olmadıklarını sorayım.”

“Tamamdır.”

Mutfaktan çıkarak telefonumu bulmak amacıyla etrafa bakınmaya başladım, zira en son nerede bıraktığım hakkında bir fikrim yoktu. Neyse ki birkaç dakikalık araştırmanın sonunda oturma odasındaki dergilerin arasında buldum ve saatin ikiyi geçtiğini görünce gözlerimi büyüttüm. Gerçi gün doğarken uyuyan birine göre bu kadar dinç hissetmemin bir sebebi olmalıydı, öğlene kadar uyumak gibi…

Mesaj uygulamasına girip yengeme akşam yemeği için müsait olup olmadıklarını soran bir mesaj gönderdim. Birkaç gündür Tuana da onlarda kalıyordu, bu yüzden herkesi orada toplamak en mantıklısıydı.

Telefon elinde olacaktı ki yengem anında müsait olduklarını ve çok sevindiğini belirten cevap yolladı. Yengemle birkaç dakika daha konuştuktan sonra telefonu aldığım yere bırakıp mutfağa döndüm. Aral, çırptığı yumurtaları bir kenara koyup patates doğramaya başlamıştı ve bunu da kısık bir sesle şarkı mırıldanarak yapıyordu.

Dudaklarım iki yana kıvrılırken yanına gidip “Yardım edilecek bir şey var mı?” diye sordum.

Şarkıyı mırıldanmayı bırakıp çenesiyle üstteki dolabı işaret etti. “Kızartma tavasını alıp içine yağ koyabilir misin?”

“Tabii,” diyerek tavayı çıkarttım ve ocağa yerleştirip yeteri kadar yağı ekledikten sonra ocağın altını yaktım. Aral da o sırada doğrama işini bitirip patatesleri tavaya aldı.

“Bunların olmasına yakın omleti de pişiririz.”

Başımı sallayarak buzdolabına yöneldim. “Ben de kahvaltılıkları çıkarayım o zaman.”

Çay demlemeye geçerken “Yengen cevap verdi mi?” diye sordu.

“Hımhım, müsaitlermiş.”

“Sadece biz mi olacağız? Yaseminlere haber vermeyecek misin?”

Elimdeki peynir tabağıyla öylece kalırken “Eyvah,” dedim. “Ben onları tamamen unuttum. Bu sefer beni gerçekten doğrayacak.”

Tepkim onu güldürürken “Henüz geç kalmış sayılmazsın, akşam onları da davet et,” dedi. “Eğer müsait değillerse de telefonda söylersin artık.”

Tabağı masanın üzerine bırakırken “Doğru,” diyerek iç çektim ve hızlı adımlarla yanına gidip yanağına koca bir öpücük kondurdum. “Çok zekisin.”

Gözlerini kısıp “Aslında çok da düşünülmüş bir öneri değildi,” dedi. Beni kızdırmaya çalıştığını bildiğimden kaşlarımı çatıp “Pislik yapma,” diye uyardım. “Gerçekten kızarsam bu geceyi koltukta geçirirsin.”

Gözlerini gerçek bir şaşkınlıkla açarken “İlk kez bu şekilde tehdit ediliyorum,” diye mırıldandı. “Ve garip bir şekilde mutlu oldum.”

Bir an yanlış duyduğumu düşünerek “Ne?” diye yükseldim.

“Biliyorum, saçma,” diyerek güldü. “Ama insanın, hayatındaki kişi tarafından tehdit edilmesinin tadı bile bir başka oluyormuş.”

Cıkcıklayarak başımı salladım. “Allah kimseyi yoklukla sınamasın.”

“Tamay,” diyerek gözlerini kıstı ama alay ettiğimin oldukça farkındaydı.

“Ne? Seni yatağa almamakla tehdit ediyorum ve mutlu oluyorsun. E, ben nasıl sözümü geçireceğim sana?”

“Sence senin bana söz geçirmek için tehdide ihtiyacın var mı?” diye sordu tatlı tatlı.

“Yok mu?”

Güldü. “Var mı?”

“Yok,” dedim ben de dayanamayıp gülerken. “Haklısın.”

“Ayrıca biraz önce güldüğüme bakma. Beni senden mahrum etmeye çalışırsan kapıdan olmazsa bacadan girer, yine de senden ayrı yatmam.”

“Beni kızdırırsan bacayı da kaparım ve benden ayrı yatmak zorunda kalırsın, Başkomiserim. Ona göre ayağını denk al.”

Kaşlarını çatarak bana kötü kötü baktığında umursamaz bir tavırla ona havadan öpücük attım ve “Ben Yasemin’e mesaj atmaya gidiyorum,” diyerek tekrar diğer odaya geçtim. Telefonu alıp kendimi koltuğa attıktan sonra Yasemin’e ne yaptığını soran bir mesaj attım. Mesajım çift tik olmasaydı aramayı seçecektim çünkü hafta sonuydu ve hastanede olmadığını biliyordum.

Yasemin, mesaj atmak yerine fotoğraf gönderdi. Geniş bir yatakta yatıyordu ve hemen yanındaki Sare de mışıl mışıl uyuyordu. O kadar tatlıydı ki dişlerimin kamaştığını hissettim. Onu çok özlemiştim.

Ben: Akşama müsait misiniz? Bugün İstanbul’a döneceğiz, amcamlarda birlikte yemek yiyelim?

Yasemin: Çok isterdim ama kaynanama sözüm var, yemeğe onlara gideceğiz. :’(

Aldığım cevapla dudaklarım büküldü. Ne yapalım, bu müjdeyi yüz yüze vermek nasip değildi demek ki.

Ben: Başka odaya geçebilir misin? Seni arayıp söylemem gereken bir şey var.

Yasemin: HAMİLE MİSİN?????

Kendimi tutamayıp kıkırdadım.

Ben: Ah, nerede…

Telefonum anında çalmaya başladığında sırıtarak aramayı yanıtladım ve Yasemin’in sessiz bağırtısı kulaklarımda çınladı. “BU DA NE DEMEK?”

Anlamamış gibi yaparak “Ne, ne demek?” diye sordum.

Ah, nerede, dedin. Sen dedin. Bunu bana daha önce de söylemiştin!”

Yakın arkadaş dediğin böyle olurdu işte. Leb demeden leblebiyi anlardı.

Neşeyle “Hımhım,” dedim. “Demiştim.”

“TAMAY ALTUNA!”

“Buyurun, benim?”

“Yanlış anlamıyorum değil mi? Ha-hatırlıyor musun? Gerçekten mi?”

Beni göremeyeceğini bilsem de deli gibi başımı sallayıp “Evet!” dedim. Heyecanına ortak olmadan duramamıştım. “Hatırlıyorum, Yasemin!”

“Ne zaman?” diye sordu. “Ne zaman oldu? Nasıl oldu?”

“Dün gece,” diye mırıldandım. “Aral’la film izliyorduk, omzunda uyuyakalmışım. Sonra rüya gördüm ama rüya değilmiş. Yani daha önceden yaşadığımız bir anı rüya olarak görmüşüm. Bunu da Aral beni yatağa taşınırken uyandığımda fark ettim. Sonra bir de baktım ki her şeyi hatırlıyorum.”

“İnanmıyorum,” diye çığırdı. Başka odaya geçmiş olmalıydı. “Kazayı hatırladığın gibi olmuş yine, rüya olarak görmüşsün.”

Dün geceden beri aklıma getirmek istemediğim bir detaydı bu. Zorla yutkundum.

“Evet, öyle oldu.”

Buruklaştığımı anladı ve oluşan kasvetli havayı dağıtmak için “Amcanlara söyledin mi?” diye sordu. “Yoksa akşamki buluşmayı bu müjdeyi vermek için mi ayarlamaya çalışıyordun?”

“İkincisi,” dedim. “Müsait olduğunu söyleseydin sen de akşam onlarla birlikte öğrenecektin.”

“Yüz yüze öğrenmenin tadı da bir ayrı olurdu, kabul ama halimden hiç şikayetçi değilim,” diyerek iç çekti. “Ay, hakikaten çok sevindim Tamay ya. Çok şükür, gerçekten çok şükür.” Kısa bir an duraksadıktan sonra “Aral nasıl tepki verdi?” diye sordu merakla.

“Ne yapsın, delirdi,” derken gözlerim dolmuştu. “Sarılıp ağladık.”

“Ya,” derken sesi titremeye başlamıştı bile.

“İnanamadı bir süre, hatırladığım şeyleri söylememi bekledi. Bir zaman sonra ikimiz de kabullenmek zorunda kaldık. Daha çok ağladık falan derken-”

Susup devamını en kibar şekilde nasıl dile getireceğimi düşünürken Yasemin bana yardımcı olmayı seçti ve “Kutlama yaptınız,” diyerek güldü. “Kesin sen rahat durmamışsındır, kuduruk seni.”

“Nasıl da tanıyor arkadaşını?”

“Şimdi ne olacak peki? Ne yapacaksınız?”

Tam cevap vermek üzere ağzımı açmıştım ki Aral kapı ağzında belirdi ve “Kahvaltı hazır,” diye haber verdi. Telefonu kendimden uzaklaştırıp “Hemen geliyorum,” diyerek onu geri yolladım ve Yasemin’e “Şimdilik sadece akşamki yemeği konuştuk,” dedim. “Bir de Aral’ın ailesi gelecek, biliyorsun. Onları da söylemem lazım amcamlara. Başka planlı bir şey yok.”

Buradayken her gün Yasemin’le mesajlaşmış ve Aral’la olan yakınlaşmamızdan bahsetmiştim. Böyle durumlarda yakın arkadaş desteği almak çok önemliydi. Hele de o videoyu izlememi söyleyerek bu aşkın ikinci temelini attığı gerçeği göz önüne alındığında bende eşsiz bir yere yükselmişti Yasemin.

“Anladım, hayatım. Neyse bu akşam geçsin de o zaman. Gelişmelerden haberdar edersin beni.”

“Ederim, canım. Ben şimdi kapatayım, Aral kahvaltı hazırladı da. Beni çağırıyor.”

“Ah ah,” diyerek hayıflandı. “Benim kocam da hastanelerde sürünüp dursun. Doktorla evlenmeyecektim.”

“Benimki de polis, sanki çok farkı var,” diye güldüm. “Neyse hadi, Aral kızmadan kapatayım. Sare’yi çok öp benim için.”

“Öperim, enişteye selamlar.”

“Söylerim.”

Telefonu kapatıp koştur koştur mutfağa geçtim ve Aral’ı kurulmuş masanın başında telefonuyla ilgilenirken buldum.

Etrafa sinen kokuyu içime çekerken “Aç olduğunuz şimdi mi aklınıza geldi?” diye alay etti benimle.

Karşısındaki sandalyeye yerleşirken “Ne yapayım? Detay istedi, vermek zorundaydım. Hem sana da selam söyledi,” diye açıkladım ve hala telefonuyla ilgilendiğini görünce “Sen kimle konuşuyorsun?” diye sordum.

“Arel’le.”

“Hafızamın geldiğini mi söyledin?” diye sordum telaşla. Ses tonumu duyunca bakışlarını bana çevirdi ve “Daha değil ama söyleyecektim,” dedi.

“Söyleme,” diyerek başımı salladım iki yana. “Akşam yemeğine çağır onu da. Yazık, istemeden de olsa epey ihmal ettik onu.”

“Öyle oldu,” diye kabul etti. “İzne ayrıldığım için benim işler de ona kaldı. Anca yetişiyor. Ayrıca seni de daraltmak istemedi, bana ancak alışıyordun zaten.”

Arel hakkında böyle konuşması içimi sıcacık yaparken “Yemeğe çağır,” dedim tekrar. “Biraz hasret giderelim.”

“İyi, peki.”

Ben masanın üzerindeki demliği alarak çayları koyarken Aral da Arel’e bir şeyler yazıp telefonu kenara bıraktı ve tabağını doldurmaya başladı.

“Kahvaltıdan sonra son kez yürüyüşe çıkalım mı?” diye sordum.

“Olur, çıkarız.”

Çoğunlukla akşam yemeğinden konuştuğumuz kahvaltının ardından Aral’la kısa bir yürüyüş yaptık ve geri dönüp arabaya atlayarak amcamlara doğru yola koyulduk.

“Uzun zamandır radyo keyfi yapamadık,” diyerek listesinde gezinmeye başladım. Favori parçamızı arıyordum. “Biraz hasret giderelim.”

Şarkı çalmamasına rağmen yerimde salındığımı görünce yarım ağız güldü.

“Giderelim o halde.”

Sonunda şarkımı bularak başlattım ve koltukta ona doğru dönerken “Benden sana gelsin, Başkomiserim,” dedim. Bakışlarını yoldan bir anlığına ayırıp bana baktı. Gözlerinin içi gülüyordu. Benim de öyle olduğumu bilmek için aynaya ihtiyacım yoktu.

Gözlerim gözlerine kitlenir

Doyamam seyretmelere seni

Özlerim, birkaç saat fazla gelir

Yağızım, yiğidim, erkek güzeli

Yerimde salınarak şarkıya eşlik ederken arada bir uzanıp yanağını ya da çenesini okşamayı ihmal etmiyordum.

Seni pamuklara sarmalar sararım

Ne bedel isterim ne hesap sorarım

Ne sitemle güzel kalbini yorarım

Sakınma tatlı dillerini

Yine yanağını okşadığım bir an elimi tuttu ve dudaklarına götürüp parmak boğumlarıma uzun öpücükler bıraktı. Ona içim giderek baktım. Çok acı çekmişti. Onun yerinde ben olsaydım bu kadar sağlam kalabilir miydim, bilmiyordum. Düşüncesi bile korkunçtu.

Çok zor günler geçirmiş olsak da artık her şey geride kalmıştı ve şimdi bizim zamanımızdı. Bunu hissedebiliyordum. Sonunda bu aşkı istediğimiz gibi yaşayabilecek ve hayalini kurduğumuz o mutlu yuvaya kavuşacaktık. Bunun için elimden gelen her şeyi yapacak, Aral’ın şu mutluluğunun bir kez daha bozulmasına izin vermeyecektim.

Güzel günler göreceğiz, dostlar. Çok güzel günler :’)

Umarım beğenmişsinizdir, düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.

Gelecek bölüm görüşmek üzere!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%