@bayanclara
|
Amcamlara gitmeden üzerimi değiştirmek istediğim için kendi evimize gittik önce. Kulübede keyfim oldukça yerinde olmuş olsa da odama çıkmak üzere merdivenlere yöneldiğimde burayı özlediğimi fark etmiştim. İnsanın evi her zaman bir başka oluyordu. Aral, yola koyulduğumuzdan beri küçük bir ördek yavrusu gibi sessizce beni takip etmek dışında bir şey yapmıyordu. Hatta hafızam yerine geldiğinden beri çoğu şeyi düşünmeye bile uğraşmıyordu, ne dersem anında kabul ediyordu. Bence bulutların üzerinde gezme tabiri tam olarak onu anlatıyordu. Kulübede duş aldığım için yeniden duş alma ihtiyacı hissetmiyordum. Bu yüzden odaya girince yöneldiğim ilk şey gardırobum olmuştu. Sadece üç beş parçayla yapmak zorunda kaldığım bilmem kaç tane kombinden sonra dolabıma kavuşmak lüks gibi gelmişti doğrusu. Kıyafetlerime kısa bir bakış attıktan sonra “Uzun zamandır etek giymiyorum,” diyerek gözüme takılan kışlık eteği askısından aldım ve Aral’ın üzerine fırlattım. Ben dolaba yönelince kendisini doğrudan yatağa atmış ve kollarını başının altında çaprazlayarak beni izlemeye başlamıştı. Eteği, yüzüne çarpmak üzereyken tuttuktan sonra geriye çekip inceledi. Diğer kolunu da başının altından çıkarıp parmaklarını açarak karış yöntemiyle eteğin boyunu ölçtü ve herhangi bir yorumda bulunmadan karnının üzerine bırakıp eski pozisyonuna geri döndü. Tavrı, dudaklarımda çarpık bir gülümseme oluşmasına neden olmuştu. Etek; siyah renkte, pileli ve sadeydi. Onu parlatmak ama çok da abartmamak için üzerine kırmızı, yine sade bir bluz seçtikten sonra bluzu alıp Aral’a doğru ilerledim. “Sen üzerini değiştirmeyecek misin?” Umursamaz bir edayla omuz silkip “İki dakikalık iş,” dedi. İç çekerek “Erkek olmak varmış,” diye homurdandım. Derhal kaşlarını çattı. “Lütfen yine bu meselelere girmeyelim. Çok rica ediyorum.” Kastettiği şeyi hatırlamak için biraz duraksamam gerekmişti. Bunu fark etmiş olacaktı ki büyük bir dikkatle beni izledi. Ona nazik bir gülümseme gönderdim. “Tamam, tamam. Karını erkek olarak hayal ettirmeyeceğim, merak etme.” Hatırladığımı görünce yüzüne neşeli bir gülümseme yayıldı ve rahatlayarak nefes verdi. Elimdeki bluzu yatağın kenarına astıktan sonra çorap bulmak üzere komodine yöneldim ve hafif kalın, siyah külotlu çoraplarımdan birini alıp Aral’ın yanına döndüm. Taytımı çıkarıp çorabı giyerken ona bakmasam da Aral’ın bakışlarını bir an olsun üstümden ayırmadığını biliyordum. Hatta sırf bu yüzden hareketlerimi biraz daha ağırdan alıyor ama asla pas vermiyordum. Çorabı giydikten sonra eteği almak için uzandığımda başının altına koyduğu ellerinden biriyle bileğimi tuttu ve beni hızla yatağa çekti. Sadece birkaç saniye içinde sırtüstü uzanmış ve Aral tarafından kapana kıstırılmıştım. Bakışlarım, beni ne kadar arzuladığını gösterme konusunda hiçbir çekinti taşımayan çehresinde gezinirken “Vaktimiz yok,” dedim hızlıca. “Her ne planlıyorsan dönüşümüze sakla.” Söylediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkmış olacaktı ki uzanıp çenemi ısırdı. “Aral?” Isırdığı yerde dilini gezdirip birkaç kez öptü ve dudaklarını boynuma yöneltti. “Aral diyorum!” “Duyuyorum,” dese de boynuma küçük ısırıklar bırakmaya devam etti. Hareketlerinin ağırlığı içimi kıpır kıpır yapıyordu ama aklım hala çalışır vaziyetteydi. En azından şimdilik. “Niye durmuyorsun o zaman?” “Çünkü seni daha rahat öpebilmem için boynunu eğiyorsun.” Dudakları köprücük kemiğime ulaştı ve oraya da birkaç ısırık bıraktıktan sonra üzerimdeki ince kazağın izin verdiği ölçütte göğüslerime doğru ilerledi. “Senin dinlemediğin gibi vücudum da beni dinlemiyor, çünkü sana bayılıyor,” diye hayıflandım. Soluklarım hızlanmıştı ve her bir hücrem şimdiden daha fazlası için yalvarıyordu. “Ama gerçekten geç kalmak istemiyorum.” Burnunu göğüs çatalıma sürterek derin bir nefes çekti içine. “Beni çıldırttıktan sonra geç kalmak istemediğini söylemen hiç adil değil.” “Ben hiçbir şey yapmadım,” diye sızlandım. İradem kırılmak üzereydi. Başını kaldırıp bana oldukça yoğun bir şekilde baktı. “Çok şey yaptın. Sen bana çok şey yaptın ve bunu çok iyi biliyorsun, Doktor.” Ona karşı ancak bu kadar dayanabiliyordum. Benim en zayıf noktamdı. Zaafımdı. Ellerimi yüzüne çıkardım ve başını kendime doğru çekip onu öptüm. Tüm aşkımla, deliliğimle, çıldırmışlığımla öptüm onu. Aynı şekilde, hatta misliyle de karşılık aldım. Aral, sırayla üzerimdeki kazağı ve biraz önce giydiğim çorabı çıkarırken itiraz etmek aklımın ucundan bile geçmedi. Kollarımı ona sıkıca dolayıp öpücüklerine karşılık vermeye çalışırken iradem artık benimle değildi. Bana istediğini yapabilirdi ve her şeyi kabulümdü. ღ “Geç kaldık işte! Akşam yemeğine geleceğiz dedik, saat kaç oldu?” Parmaklarımı yarım yamalak kurutabildiğim saç tellerimin arasından geçirirken dakikalardır olduğu gibi söylenmeye devam ediyordum ancak şoför koltuğundaki beyin pek de umurunda değildim. Hatta şu an beni duymuyor bile olabilirdi. Yüzündeki kendini beğenmiş gülümsemeyle yolu izliyordu ve o kadar yakışıklı görünüyordu ki beni dinlemediği için kızmak bile içimden gelmiyordu. “Alacağını aldın nasılsa gerisi umurunda değil tabii… Bari yalandan da olsa dinliyormuş gibi yap ya!” Tek kaşını havaya kaldırarak bana döndü ve yüzündeki o aptal sırıtışı silmeden “Niye yalandan dinliyormuş gibi yapayım ki?” diye sordu. “Gerçekten dinliyorum.” “Neden tepki vermiyorsun o zaman?” diye sordum kaşlarımı çatarak. “İki saattir kendim çalıp kendim oynuyorum burada!” “Yine içten bir şekilde hayıflanmıyorsun da ondan,” diyerek ukala bir şekilde göz kırptı. “Sadece söylenmek için söyleniyorsun. Yoksa evden çıkmadan önce keyfinin ne kadar yerinde olduğunu ikimiz de çok iyi biliyoruz. Yine olsa yine aynı şeyi yapacağını da.” Burnumdan sert bir soluk alarak “Kendini beğenmiş başkomiser bozuntusu,” diye homurdansam da söylediklerini yalanlamakla uğraşmadım çünkü haklıydı. Aklımı öylesine başımdan almıştı ki bir ara yengemi arayıp gelemeyeceğimizi söylemek bile istemiştim. Ama tabii ki öyle bir şey yapmadım ve bunu Aral’la da paylaşmadım. Zira benim aklıma gelen düşünceyi gerçeğe çevirmek için tek bir fitil yeterliydi ve benim de ona itiraz etmeyi başarabildiğim pek söylenemezdi. “İltifat için teşekkürler.” Bu kadar keyifli olması sinirime dokunuyormuş gibi yapsam da içten içe oldukça mutluydum. Keyifli hali sadece sevişmeden kaynaklanmıyordu çünkü. Hafızam yerine gelmese de ben ona yeniden âşık olduğumda fazlasıyla mutlu olmuştu ama her şeyi hatırladığımdan beri mutluluğu had safhadaydı. Bunu, yüzünden bir an olsun ayrılmayan şapşal gülümsemesine bakarak da anlamak pekâlâ mümkündü. Yani istesem bile ona kızamıyordum çünkü kıyamıyordum ve o da bunun fazlasıyla farkındaydı. Bu yüzden de şımarmaya devam ediyordu. Biraz daha konuşursam anında yelkenleri suya indireceğimi bildiğimden başka bir şey söylemeden uzanıp radyoyu açtım ve kanalların arasında biraz gezindikten sonra hoşuma giden bir parçada duraksayıp ellerimle saçımı kurutma işlemine geri döndüm. Aral’ın saçları, amcamlara gidene kadar kendiliğinden büyük ölçüde kururdu ama benimkilerin yardıma ihtiyacı vardı. Yolun geri kalanı Aral’ın çalan şarkıları mırıldanması, benimse onu dinleyerek saçlarımla uğraşmamla geçti. Evden çıkmadan önce çantama attığım kremi saçlarıma boca ettikten sonra topuz yapmaya karar vermiştim. Bu yüzden nemli görünüm pek de bir şey ifade etmeyecekti. Nihayetinde amcamların sokağına girdiğimiz sıralarda saçımla işim bitmişti ve sonuçtan yüksek ölçüde memnundum. Arabayı ön bahçelerine park edip el ele kapılarına gittiğimizde bizi karşılayan Tuana oldu. El ele tutuştuğumuzu gören kardeşimin ağzı kulaklarına varırken bizi büyük bir coşkuyla içeri davet etti. Hafızamın yerine geldiğini bilmese de yaklaşık bir haftalık kaçamağın bize iyi geldiğini anlamış gibiydi. Aman, gözünden bir şey kaçsa şaşardım zaten. Elini havluya kurulayarak mutfaktan çıkan yengem yüzündeki büyük gülümsemeyle “Hoş geldiniz!” diyerek beni kollarının arasına çektiğinde ona sıkıca sarıldım. Yanaklarıma uzun öpücükler kondurup geri çekildiğinde Aral’a da sarılabilmesi için yan tarafa kaydım ve tam bu sırada içerideki odadan çıkan amcamın bize doğru geldiğini fark ettim. Yengem Aral’la uğraşırken yüzümde oluşan derim gülümsemeyle amcama yöneldim ve benim için açtığı kollarının arasına girdim. Psikolojik bir şey miydi bilmiyordum ama ne zaman amcama sarılsam, babama da sarılıyormuş gibi hissederdim. Uzun sarılışımızın ardından amcam başımın tepesine küçük bir öpücük bırakarak geri çekildi ama beni bırakmadı. “Niye bu kadar geciktiniz? Gözümüz yollarda kaldı.” Yüz ifademi sabit tutmak için üstün bir çaba sarf ederken “Anca gelebildik,” dedim. “Şile’den geç çıktık zaten. Buraya gelmeden önce de eve uğradık, üzerimizi değiştirdik. Giderken hazırlıklı olmadığım için kıyafetim yoktu yanımda.” “Ani kararlar alırsanız olacağı bu,” diye söylense de kızmaktan ziyade sitem ettiğini anlamıştım. Başka zaman olsa Aral’a kötü kötü bakmayı da ihmal etmezdi ama şimdilik öyle bir niyeti yok gibiydi. Hafıza kaybımdan sonra Aral’ın hali onun bile kalbini sızlatmıştı ve bu yüzden Aral’a batırma konusunda oldukça hevesli olduğunu dikenlerini geri çekmişti. Umarım hafızamın yerine geldiğini öğrendiğinde eski haline dönmezdi. “O kadar sakin bir yerdi ki daha fazla zaman geçirmek istedim,” diyerek dudaklarımı büzdüm. “Buradan sonra oranın havası çok iyi geldi.” Anlayışlı bir iç çekme sesinin ardından “Doğrudur, gelmiştir,” diyerek şefkatle yanağımı okşadı. “Kafa dinleyebilmen için buralardan uzaklaşmaya ihtiyacın olduğunu kavrayabilseydik daha erken de gidebilirdin aslında.” “Şu an halimden gayet memnunum, başka ihtimaller düşünerek sıkma canını,” diyerek uzanıp yanağından öptüm. “İyi bakalım, öyle olsun.” Ona gülümseyerek geri çekildiğimde yengemden ayrılan Aral gelip elini uzattı amcama. Amcam Aral’ın eline uzun bir bakış attıktan sonra belli belirsiz omuzlarını düşürdü ve Aral’a doğru ilerleyip gevşekçe sarıldı. Tam karşımda durduğu için Aral’ın yüzündeki şok ifadesini net bir şekilde görebiliyordum. Hatta aynısının benim yüzümde de olduğunun bilincindeydim. Amcam hiçbir şey söylemeden Aral’ın sırtına dostane bir şekilde vururken şaşkın bakışlarımı Tuana’yla yengeme çevirdim. Tuana şaşkın bir şekilde sırıtırken yengem en ufak bir şaşırma ibaresi göstermeden hafifçe tebessüm ediyordu. Anlaşılan bu hafıza kaybı durumu, amcamı sandığımdan da fazla etkilemişti. Amcam, Aral’ın sırtına son kez vurup geri çekilerek “Sen de hoş geldin,” dedi. Aral, sakin bir tavırla “Hoş buldum,” dediğinde bu diyaloğun altında başka anlamlar olduğu odadaki herkes tarafından hissedilmiş gibiydi. Sanki amcam ilk kez Aral’ı kabullendiğinin sinyallerini veriyordu. Ağırlaşan havanın dağılmasını istemiş olmalıydı ki “Açsınız değil mi?” diyerek araya girdi yengem. “Yemekler hazır, masayı kurmak gerekiyor sadece.” “Açız,” diyerek başımı salladım. “Ama yemekten önce sizinle konuşmak istediğim bir şey var.” Bu mutlu haberi vermek için yemek sonrasını bekleyemeyecek kadar sabırsızdım. Ayrıca onların da hemen öğrenmelerini ve bunun mutluluğunu yaşamalarını istiyordum. Tek sorun Arel’in geç gelecek olmasıydı çünkü Aral onu yemeğe davet ettiğinde, mesaiye kalması gerektiğini söylemişti. Böylelikle ona özel bir muamele göstermeme hak kazanmıştı. “Kötü bir şey mi oldu?” diye sordu amcam. Kaşları şüpheyle çatılmıştı. Son zamanlarda benden sadece kötü şeyler duyduğu için bu tavrı üzücü olduğu kadar normaldi de. “Hayır, hayır, endişe edilecek bir şey değil,” diyerek başımı salladım. “Ama önemli bir şey, o yüzden içeri geçsek iyi olur.” Amcamla yengemin birbirlerine attıkları tedirgin bakışı fark etmemiş değildim ama o an için bir şey demeyerek oturma odasını işaret ettim. “Hadi geçelim.” Tuana meraklı bakışlarını Aral’la benim aramda gezdirdikten sonra önemli bir şey olmadığına kanaat getirmiş olacaktı ki omuz silkip oturma odasına yöneldi. Onun peşinden yengem de ilerlerken amcam hala endişeli bakışlarla bizi süzüyordu. “Gerçekten kötü bir şey değil,” diyerek gülümsedim ve koluna girip onu odaya doğru çekiştirdim. Aral da peşimize takılarak bizi takip etti. Amcamla yengem yan yana duran tekli koltuklara oturduklarında Tuana ikili koltuğa, biz de hepsini görebilecek bir açıda olmak için üçlü koltuğa yerleştik. Herkes pür dikkat bizi izliyordu. Onları strese soktuğumun farkındaydım ama ayaktayken konuşmak da istememiştim. Aral, sessizce yanımda oturuyordu. Ona kısa bir bakış attığımda gözlerini yavaşça kapayıp açtı. Bu, her şeyi bana bıraktığının ve onayladığının işaretiydi. Sesli bir nefes alıp önüme döndüm ve üzerime dikilen bakışlara odaklandım. Şu an lafı uzatmak onları daha fazla germekten başka bir işe yaramayacaktı. Bu yüzden hafifçe gülümsedim ve sakin bir ses tonuyla “Hafızam yerine geldi,” dedim. Aldığım karşılık, hayretle çekilen içler ve kocaman açılan gözler olduğunda yüzümdeki gülümseme büyüdü. “Biliyorum, gerçek değilmiş gibi geliyor. Biz de başta inanamadık ama gerçekten hatırlıyorum.” “Na-nasıl?” diye soran Tuana’ydı. Şaşkın olduğu kadar mutluluktan deliriyormuş gibiydi de. “Ne zaman oldu?” “Dün gece,” diye açıklamaya başladım. “Film izlerken uyuyakalmışım. O sırada rüya gördüm. Aral beni uyandırdığında ona gördüğüm rüyayı anlatmaya başladım ve anlatırken rüyada gördüğüm anın devamını bildiğimi fark ettim. Yani aslında gördüğüm şey anılarımdan biriydi ve ben devamını görmesem de neler yaşadığımı biliyordum.” “Gerçekten hatırlıyor musun şimdi her şeyi?” diye sordu yengem heyecanla. “Küçük duraksamalar yaşasam da evet,” diyerek gülümsedim. “Nasıl düştüğünü hatırlıyor musun?” diye sordu amcam. Yüzündeki endişe geçmiş gibiydi ama vücudunun gergin olduğu omuzlarından belli oluyordu. Ayrıca Aral’a attığı kısa bakış da gözümden kaçmamıştı. “Ayağım kaydı. Aral önümdeydi, düşeceğimi fark ettiğinde beni tutmaya çalıştı ama başaramadı. Ben de yuvarlandım.” “Şimdi bunları tekrar etmenin bir manası yok,” diyerek ayağa fırladı yengem. “Bugün aldığım en güzel haber bu! Hatta haftalardır aldığım en güzel haber!” Kollarını açarak bana doğru geldiğini gördüğümde ben de ayaklandım ve beni kollarının arasına alıp sıkıca sarmasına izin verdim. “Ah, çok şükür! Çok şükür! Ne kadar mutluyum bir bilsen! Canım kızım benim.” “Ben de çok mutluyum!” diye koşturarak yanımıza gelen Tuana da ikimize birden sarıldığında gülümseyerek oturmaya devam eden amcama baktım. “Sen mutlu değil misin?” Buruk bir ifadeyle yutkunup “Öyle bir ihtimal var mı sence?” diyerek gülümsedi ve yavaşça ayağa kalktı. “Sadece idrak etmesi zaman alıyor. Hafızanı kaybettiğini kabullenmeye çalışırken bir anda tekrar hatırladığını söylemen… Anlayabilmek çok da kolay değil.” Yavaşça yengemle Tuana’nın arasından sıyrılıp amcama doğru ilerlerken muzipçe sırıttım. “Beyin çok kapsamlı bir organ, onu anlamanın zor olduğu konusunda hemfikiriz.” Kollarını omzuma dolayıp bana sıkıca sarıldığında yüzümü omzuna gömdüm ve o tanıdık baba kokusunu içime çektim. “Tuana gibi yerimde zıplayarak tepki veremiyorum belki ama en az onun kadar mutlu olduğumu bil,” diye fısıldadı kulağıma. Hafifçe kıkırdayarak başımı salladım. “O polisi hala seviyor musun? Hafızanın yerine gelmesi bir şeyi değiştirdi mi?” Başımı geri çekip gözlerinin içine baktım. Oldukça ciddi görünüyordu ama onun elinde büyüdüğüm için kendini zorladığını fark edebiliyordum. “Hala seviyorum amca,” diyerek gülümsedim. “Hatta hafızam geri gelince daha çok sevmeye başladım.” Fısıldayarak konuşuyorduk ama diğerlerinin bizi duyduğunun da farkındaydık. Omuzları çökerken “Ne yapalım?” diye mırıldandı. “Başa gelen çekilirmiş. Sen seviyorsan biz de sevmek zorundayız.” Gözlerim irice açıldı, çünkü bu amcamın ağzından duyduğum ilk onay cümlesiydi. “Sahiden mi? Kabul ettin mi artık onu?” “Etmesem ne olacak, kocan yaptın zaten herifi. Ben elimden geldiğince geciktirmeye çalıştım sadece ama o da buraya kadarmış.” Kıkırdayarak uzanıp yanağından öptüm. “Biraz geç oldu ama onayın için teşekkür ederim, benim için çok değerli.” “Sanırım bunu bana daha çok hatırlatmalısın; yaşlılıktan olsa gerek, sürekli unutuyorum.” “Mesaj alınmıştır,” diyerek başımı salladım ve koluna girip televizyon izler gibi bizi izleyen kitleye döndüm. “Ee, ben çok açım. Müjdeyi verdiğime göre yemeğe mi geçsek artık?” “Tabii tabii,” diyerek ellerini çırptı yengem. “Ben hemen masayı kurayım.” “Ben de yardım edeyim,” diyerek ona doğru ilerlemeye kalktığımda “Yok yok, sen otur,” diye durdurdu yengem beni. “Yorgunsundur, Tuana yardım eder bana. Yapılacak çok da bir şey yok zaten. İki dakikaya hallederiz.” “Eh, peki madem,” diyerek amcamın koluna girdim ve onu koltuğa yönelttim. “Biz de amcamla bekleriz.” “Benim yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu Aral, yengeme. Sarılma faslımızı koltuktan bizi izleyerek geçirmişti ve hala oturuyordu. Çekindiğini hissedebiliyordum ve bunun en büyük sebebinin amcamın varlığı olduğunu da biliyordum ancak sorun etmiyordum. Zamana ihtiyacımız vardı. Birbirlerine alıştıklarında mükemmel bir çekirdek aile olacağımızdan hiç şüphem yoktu. Yengemle Tuana odadan çıktıklarında amcam kolundaki elimi avucunun içine aldı ve başparmağıyla üstünü okşamaya başladı. “Doktoruna haber verdin mi?” “Hayır, zaten dün gece fark ettik hatırladığımı. İdrak etmeye çalıştık önce, sonra emin olmak istedik. Açıkçası doktoru aramak, sen söyleyene kadar aklıma bile gelmemişti. En önce size haber vermek istedim, bu yüzden apar topar döndük.” “Yine de en kısa zamanda haber ver doktoruna. Tekrar muayene etsin seni, içimiz tamamen rahatlasın.” “Yarın gidip görünürüm, merak etme sen.” Amcam başını yavaşça salladıktan sonra bakışlarını Aral’a çevirdi. “Sen nasılsın?” Şu an Aral mı daha şaşkındı yoksa ben mi, gerçekten emin değildim. Ancak Aral’ın yüzündeki şapşal ifadeyi ısırmak istediğimi ve gülmemek için kendimi tutmaya çalıştığımı biliyordum. “İ-iyiyim,” dedikten sonra boğazını temizleyip daha gür çıkan sesiyle “Siz?” diye ekledi. “Siz nasılsınız?” “Müjdeyi aldığımdan beri daha iyiyim, çok daha iyi,” diyerek dudağını büktü amcam. “Ama bir yandan da endişelenmeye başladım.” “Neden? Bir sorun mu var?” Yerimde dikleşirken “Evet amca, bir şey mi oldu?” diye sordum. “Şu an olan bir şey yok ama olacakmış gibi hissediyorum,” diyerek bir bana bir de Aral’a baktı amcam. “Hoşuma gitmeyecek ama mecburen kabulleneceğim bir şeyler.” Bakışlarımı hızla Aral’a çevirdiğimde onunla göz göze geldik. Afallamış gibi görünüyordu ve muhtemelen aynı yüz ifadesinden bende de vardı. “Resmen içime doğmuş,” diyerek iç çekti amcam. Suçlu bakışlarımı ona çevirdiğimde hüzünlü ama bir o kadar da anlayışlı bir ifade vardı çehresinde. “Hafızan yerine geldiğinde olmasını beklediğim bir şeydi zaten. Ee, ne zaman vereceksiniz kara haberi?” “Benden pek hoşlanmadığınızı biliyorum ama yine de kara haber demezseniz çok sevinirim,” diye araya girdi Aral. Oldukça mahcup bir tavırla konuşmuştu. “Seni sevmiyorum değil, en azından artık değil,” dedikten sonra kısa bir an duraksadı amcam. “Ama kız babası olmak da kolay değil. İleride nasip olur da bir kız evladın olursa beni daha iyi anlarsın.” Dolan gözlerimle “Amca,” demiştim ki “Yemek hazır!” diye içeriden bize seslendi yengem. “Gelebilirsiniz!” Amcam tuttuğu elimi pışpışlayarak “Hadi gidelim,” dedi ayaklandı. “Geç kalırsak yengen kızar.” Bizim yanımızda duygusallaşmak istemediği için konuyu kapatmak istemesini anlıyordum ama henüz lafı değiştirmeye hazır değildim. Koluna tutunarak ayağa kalktıktan sonra kollarımı bedenine dolayıp “Seni çok seviyorum,” diye fısıldadım kulağına. “Öyle çok ki.” Sırtımı sıvazlayarak “Biliyorum,” dedi ve gülerek ekledi. “Ama benim kadar sevemezsin.” Ağlamakla gülmek arasında bir ses çıkardığımda başını geri çekip yüzüme baktı. “Eh, yengen elinde oklavayla bizi kovalamaya gelmeden gidelim artık.” Başımı sallayarak onu onayladığımda sol elimi tutup koluna geçirdi ve Aral’a dönerek “Hadi damat,” dedikten sonra kapıya doğru ilerledi. Amcamın koluna girdiğim için onunla yürümek zorunda kalsam da Aral’ın kocaman açılan gözlerini görebilmiştim. Dehşete düşmüş gibi görünüyordu. Kendimi tutamayıp kocaman gülümsedim ve sağ elimi arkama saklayarak ona uzattım. Elimi gördüğünde, yüzündeki şoke ifadesi yok olmasa da ayağa kalktı ve bize yetişip parmaklarımın ucunu yakaladı. Sırtım ona dönük olsa da parmaklarını sıkarak yanında olduğumu anlatmaya çalıştım. Eğilerek parmak uçlarıma kondurduğu öpücük de bunu başardığımı kanıtlıyordu. Yengemlerin olduğu odaya vardığımızda parmaklarımız ayrıldı ancak ardımdan yürümeye devam etti. Yengem çorba koyduğu tabağı masaya yerleştirmesi için Tuana’ya uzatırken “Sonunda gelebildiniz,” diye mırıldandı. “Çorbalarınızı koydum, soğumadan oturun lütfen.” Sırayla masaya yerleştiğimizde yemeklerin kokusuyla iştahımın kabardığını hissettim. Masadan kalktığımda karnımın sonuna kadar dolu olacağından emindim. Sakin, genellikle Tuana’nın okulda yaptıklarını abartarak anlatmasıyla geçen bir yemeğin ardından tatlılara geçtiğimizde amcam bize doğru dönüp “Ee?” dedi. “Haberi ne zaman vereceksiniz?” Tatlımdan almak için uzattığım çatal havada kalırken şaşkınca gözlerimi kırpıştırıp “Hı?” deyiverdim. Yengem de en az benim kadar şaşkın bir tavırla “Ne haberi?” diye sordu. “Neyi kaçırdım?” “Ben de bilmiyorum ne haberi olduğunu,” diyerek abartılı bir şekilde omuz silkti amcam. “Sadece bize söyleyecekleri bir şey olduğunu biliyorum.” Tuana ve yengem meraklı bakışlarını bir Aral’a bir bana çevirirken “Tatlıları mı yeseydik önce?” diyerek gülmeye çalıştım. “Yok, yemeği zor atlattım zaten. Daha fazla bekleyemem.” Bakışlarımı Aral’a çevirdiğimde topun bende olduğunu işaret edercesine başını omzuna doğru eğdi. Bunun üzerine derin bir nefes aldım ve çatalımı masaya bıraktıktan sonra yerimde dikleştim. “Lafı uzatmadan direkt söyleyeceğim,” diyerek önce amcamın sonra da yengemin gözlerinin içine baktım ve devam ettim. “Eğer siz de uygun görürseniz sizinle tanışmaları için Aral’ın ailesini İstanbul’a davet etmek istiyoruz.” Kimseden ses çıkmayınca devam ettim konuşmaya. “Daha doğrusu davet ettik bile. Eğer onay verirseniz haftaya sizinle tanışmak için buraya gelebileceklerini söylediler.” Amcam, şüpheli bakışlarını bizim aramızda gezdirip “Bu kadar mı?” diye sordu. “Başka bir şey yok mu?” “Ne gibi?” diye sordum anlamayarak. “Ne bileyim,” diyerek omuz silkti. “Daha büyük bir şey bekliyordum.” Muhtemelen bir anda karşılarına geçip evlendiğimizi ya da evleneceğimizi söylememizi bekliyordu. Düşme olayı yaşanmasaydı korktuğunun başına geleceğini düşünmek suçlu hissetmeme neden oluyordu. Aklımdan geçenleri açık etmekten korkarak “O zaman sizin için sorun yok, öyle mi?” diye mırıldandım. “Hazır gelmişlerken yüzük de taksak mesela?” “En mantıklısı bence,” diyerek başını salladı yengem. “Hatta geç bile kaldık. Buyursun gelsinler.” “Biz geç kalmadık, onlar biraz fazla hızlı davrandı,” diyerek abartılı bir ifadeyle iç çekti amcam. Hemen yanımda oturan Aral, rahatsızca yerinde kıpırdandı. Yengem bunu fark ettiğinde “Çocuk değiller ya canım,” diye araya girdi. “Kaç yaşına geldiler. Yirmi yaşındaymış gibi rahat takılsalardı kırka kadar anca evlenirlerdi.” Kırkı duyduğumda kocaman açılan gözlerim, Tuana’nın kıkırdamasına neden oldu. “O kadar da değil yenge, abartma.” Işık saçan gözlerini bize çevirip ellerini çırptı. “Yakında düğünümüz var, diyebilir miyiz o zaman?” Başımı iki yana sallarken “Diyemeyiz çünkü ben yaz düğünü istiyorum,” diye cevap verdim. “Ve sen bunu zaten biliyor olmalıydın.” “Biliyorum elbette ama hafızan yerine geldiği için acele etmek istersin diye düşünmüştüm.” Kaşlarını imalı bir tavırla yukarı aşağı hareket ettirdiğinde kaşlarımı çatarak ona kötü kötü baktım. Edepsizlikte bir numaraydı doğrusu. “Anlayamadığım bir şey var,” diyerek araya girdi amcam. Böylelikle Tuana’nın saçmalamaya devam etmesini de engellemiş oldu. “Hafızanın dün gece yerine geldiğini söylemiştin. Ne ara Aral’ın ailesine haber verdiniz de haftaya müsait olduklarını söylediler?” “Onlar hafızamın yerine geldiğini bilmiyorlar,” diye açıklamaya başladım. “Bu tanışma meselesini de bir hafta kadar önce konuşmuştuk aslında onlarla. Şey, hafızam yerine gelmeseydi de Şile dönüşü size gelip onlarla tanışmanızı istediğimi söyleyecektim.” “Aral’ı hatırlamadığın halde ailesiyle tanışmamızı mı isteyecektin yani?” diye sordu yengem. Başımla onayladım onu. “Aral’la vakit geçirdikçe ondan hoşlanmaya başlamıştım. Şile’deyken bunu daha net bir şekilde fark ettim. Ortada kıyılmış bir nikah da vardı üstelik ve ben hatırlamasam dahi böyle bir deliliği yapacak kadar âşık olmuşsam bir bildiğim varmıştır diye düşündüm. Hafızamın geri geleceğinin bir garantisi yoktu, yani beklemek risk demekti bir nevi. Bu yüzden ailelerimiz tanışsa ve yüzük taksak iyi olur gibi geldi. En azından bu birliktelik için resmi olarak ilk adımı atmış olurduk. Bunu Aral’a söylediğimde kabul etti ve ailesine haber verdi.” Amcam kısa bir sessizliğin ardından “Anladım,” diyerek başını sallarken Tuana olaya bambaşka bir yerden bakarak “Ne yani?” diye araya girdi heyecanla. “Enişteme tekrar mı âşık olmaya başlamıştın?” Kendimi tutamayıp gülümserken başımı salladım hafifçe. “Sanırım olmuştum bile.” Sanırım falan değildi, bildiğin olmuştum ama amcamların önünde bu kadar dürüst olmaya gerek yoktu. “Bu delilik!” diyerek ayağa fırladı. “Duyduğum en tatlı şey! Resmen birbiriniz için yaratılmışsınız!” Yengeme döndü heyecanla. “Değil mi, yenge? Aynı o masallardaki aşklara benziyor.” Yengem dolu gözleriyle gülümsemeye çalışıp “Evet canım,” dedi. “Gerçekten de öyle.” “Madem ona ikinci kez âşık olacak kadar büyük bir sevgi var içinde,” diyerek dertli dertli iç çekti amcam. “Biz de üzerimize düşeni yapalım.” Tavrına hafifçe gülerken “Tamam,” diye onayladım onu. “Aral’ın ailesiyle konuştuktan sonra detayları sizinle de paylaşırım.” Amcam kısa bir baş onayının ardından tatlısına döndüğünde yengemin dolu gözleriyle bana bakmaya devam ettiğini fark ettim. “Yenge-” “Tamam, tamam, bir şeyim yok,” diyerek lafımı kesti ve bakışlarını benden kaçırdı. “Mutluluktan gözüm doluyor sadece.” Amcam kendi kendine “Mutluysan gülmen gerek, ağlaman değil,” diye homurdansa da konuşurken onun sesinin de titrediğini hepimiz fark etmiştik. “Şimdiden ağlamaya başladıysanız sizinle işimiz var gençler.” Tuana yengemle amcama bakıp cıkcıklayarak başını salladı ve sandalyesine geri oturdu. “Kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş.” Tuana, elini kalbine götürerek darılmış numarası yaptığında yengem amcamın koluna vurup “Tuncay!” diye uyardı. “Ayıp.” Amcam tatlısından bir dilim daha alırken “Asıl onun yaptığı ayıp,” diye söylendi. “Bizimle dalga geçiyor kendince.” “Olur mu tontoşum, ben senle hiç dalga geçer miyim hiç?” diyerek sinsice sırıttı Tuana. “Sadece ortada olan şeyleri söylüyorum.” Yengem bu sefer de Tuana’ya dönüp “Sen de kaşınıyorsun ama!” dediğinde sessizlik yemini ettiğini düşündüğüm Aral’dan küçük bir kahkaha fırladı. Hepimiz aniden ona döndüğümüzde utanarak kızardı ve eliyle ağzını kapayıp “Pardon,” dedi. Öylesine mahcup görünüyordu ki amcam bile haline dayanamayıp güldü. Hepimizin ona gülmesi, yanaklarındaki kızarıklığı artırdığında dişlerimin kamaştığını hissettim. O kadar ısırasım gelmişti ki kendimi zor tutuyordum. Aral’ı daha fazla utandırmalarını istemediğimden lafı değiştirmek için ağzımı açmıştım ki çalan zil konuşmama engel oldu. Tuana, tabağındaki son dilimi de ağzına tıktıktan sonra “Ben bakarım!” diyerek kapıya koşturdu. Arel’in geç geleceğini onlara yemek yerken söylediğim için kimin geldiğini tahmin etmiş olmalılardı. “Tuana, dur!” diye ardından seslensem de geç kalmıştım. Şimdilik planımı bozacak bir şey söylememesini ummaktan başka çarem yoktu. Amcamla yengeme dönüp “Arel’in hafızamın yerine geldiğinden haberi yok,” dedim hızla. “Lütfen bir şey belli etmeyin, kendim söylemek istiyorum.” Yengem kocaman gülümseyerek “Tamam,” derken amcam kısa bir baş onayıyla yetindi. Çok geçmeden Tuana’nın neşeli sesi giderek daha yakından gelmeye başladığında amcam ağzına tatlı sıkıştırmadan evvel “İyi ki aralarındaki yaş farkı çok, yoksa onun için de endişelenmeye başlayacaktım,” diye homurdandı. Aral’ın su bardağına eli havada kalırken yengem kocaman açtığı gözlerle bir kez daha “Tuncay!” diye uyardı amcamı. Kendimi tutamayıp kıkırdadım, çünkü amcam bu sefer haklıydı. Tuana şimdi bile aşıktı Arel’e ama çok sevilen bir abiye duyulan aşklardandı onunki. Saftı. Yaş farkının olmadığı bir evrede bu duygular çok çabuk değişebilirdi. Tuana, koluna girdiği Arel’i odaya sürükledikten sonra sanki hiçbir şey görmüyormuşuz gibi “Arel abi geldi!” diye haber verdi. Amcam, yengeme doğru kaş göz hareketleri yaparak kendince ‘bak, gördün mü’ derken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım. “Herkese iyi akşamlar.” Safım Arel, her şeyden habersiz çekimser gülümsemesiyle selam verdiğinde kendini en önce toplayan kişi yengem oldu ve ayağa kalkıp “İyi akşamlar, oğlum. Hoş geldin,” diyerek Arel’e sarıldı. “Hoş buldum.” Yengem hafifçe geri çekilip “Aç mısın?” diye sordu. “Sofrayı yeni kaldırdım, hemen bir şeyler hazırlayabilirim.” “Uğraşmayın hiç,” diyerek başını salladı. “Eve geçince atıştırırım bir şeyler. Aral mutlaka gelmemi söylediği için iş çıkışı apar topar geldim.” “Sen geleceksin diye yemekleri dolaba koymamıştım zaten, iki dakikaya hazırlarım.” “Zahmet olmasın size?” “Ne zahmeti oğlum? Hem aile arasında zahmetin lafı mı olur?” Arel, bakışlarını bana çevirdiğinde ona kocaman gülümsemek istesem de sürprizi bozmamak için yüz ifademi sabit tuttum. Sanki yengemin söylediklerini kanıtlamam için bakıyordu bana. Kalbimin kırıldığını hissettim. Sadece Aral’a odaklandığım için Arel’i gözden kaçırmıştım. Bu süreçte çok yalnız kalmış olmalıydı. Benden istediğini alamamış olmanın burukluğuyla tebessüm ederek yengeme döndü tekrar. “Yemeklerinizden yiyebilirsem gerçekten mutlu olurum.” “Sen yeter ki iste,” diyerek Arel’in omzunu sıkan yengem odadan çıktı. Yengemin gidişiyle ortamda oluşan garip sessizliği “Bugün de çok yoğun muydu?” diyerek bozdu Aral. “Sorma, senin gidişini beklemiş gibiler. Kafamı kaşıyacak vaktim yok.” “Aral’ın işleri sana mı kaldı?” diye sohbete dahil oldu amcam. “Öyle oldu,” diyerek başını salladı. “Ekipteki bir arkadaş da yıllık izne çıktığı için işleri bölüşmek zorunda kaldık. Aral’dan dolayı en büyük iş yükü bana düştü ama işin iyi yanından bakıyorum.” “Neymiş o iyi yanı?” diye soran Tuana’ydı. Hala Arel’in yanında duruyordu. “Başkomiser olmama konusunda ne kadar mantıklı bir karar verdiğimi bir kez daha anlıyorum her gün.” Kendimi tutamayıp hafifçe güldüğümde Arel’in bakışları hızla bana çevrildi. Dudakları samimi bir tavırla kıvrıldığında dayanamayıp aynı sıcak tavırla baktım gözlerine. Fiziki olarak Aral’dan hiçbir farkı olmamasına rağmen ona karşı Tuana’ya beslediğim hislerin benzerlerini beslemem gerçekten olağanüstü bir durumdu. “Az daha sık dişini delikanlı,” diyen amcam usulca yerinden kalkıp koltuklara doğru ilerlerken ekledi. “Aral yakında döner işinin başına, sen de rahatlarsın.” “Öyle mi?” diyerek dikkatini Aral’a çevirdi, Arel. “Dönüyor musun nihayet?” “Bir haftaya kadar dönmüş olurum sanırım.” “Bunu duyduğuma gerçekten sevindim.” Aral, kısaca başını sallarken “Arel, gelebilirsin canım!” diye seslendi yengem mutfaktan. “Geliyorum!” Arel, amcama dönüp “Ben mutfağa geçiyorum o zaman,” diye haber verdikten sonra bize de kısa bir bakış atıp odanın çıkışına doğru yürümeye başladığında onun peşine takılan Tuana “Biliyor musun?” diye konuşmaya başladı heyecanla. “Ablam-” “Tuana!” Yüksek sesim karşısında irkilerek bana dönen kardeşime “Senden bir şey istemem gerekiyor, yanıma gelebilir misin?” diye ricada bulundum. “Ama-” “Uzun sürmeyecek. Sonra gidersin Arel abinin yanına.” Arel, kıstığı gözlerini kardeşimle benim aramda gezdirirken Tuana omuzlarını düşürüp “Peki,” dedi ve Arel’e “Birazdan yanına gelirim,” diye haber verdikten sonra bana doğru ilerlemeye başladı. Arel, bakışlarını birkaç saniye daha benim üzerimde tuttuktan sonra herhangi bir şey söylemeden odadan çıktı. Tuana, oldukça isteksiz bir şekilde yanıma gelip “Ne oldu ya?” diye söylendi. “Arel abiye sürpriz haberi verecektim tam da.” “Tam da bu yüzden çağırdım seni,” diyerek masadaki boş tatlı tabaklarını toplamaya başladım. “Bu haberi senden değil, benden duymalı çünkü.” İtiraz etmek için ağzını açmıştı ki haklı olduğumu idrak ederek yanaklarını şişirdi. “Tamam ama hemen söyle bari, baksana senden ne kadar çekiniyor.” Kardeşimin bu süreçte Aral ve Arel’i bu kadar iyi bir şekilde gözlemlemesi beni duygulandırıyordu aslında. Hafızamı kaybettiğim ilk günlerde beni sürekli uyarmış, hislerim konusunda bana hak verdiğini ama onları kırmamaya çalışmamı istemişti. Onlara karşı olan koruyuculuğunu düşündüğümde, aslında yaşından daha büyük bir karakter ve sevgi ortaya koyduğunu görebiliyordum. “Merak etme, halledeceğim ben.” Bakışlarımı Aral’a çevirdim. “Tabakları mutfağa götürdükten sonra yengemi içeri yollarım. Yirmi dakika benim için yeterli olur, sonrasında yanımıza gelirsin.” “Tamamdır.” Boş tabakları alıp odadan çıktım ve mutfağa geçtim. Arel, mutfak masasında yemeğini yerken yengem bir yandan çorbaya neler kattığını anlatıyor bir yandan da bulaşıkları makineye yerleştiriyordu. Beni görünce çorbaya eklediği baharatları saymayı bırakıp “Aa, ben de şimdi onları almaya gelecektim,” diye gülümsedi. Hali beni güldürürken “Hadi sen içeri geç,” diyerek tabakları tezgâhın üzerine bıraktım. “Çok yoruldun, gerisini ben hallederim.” “Ben yorgun de-” demişti ki sırtımın Arel’e dönük olmasından faydalanarak kaş göz hareketi yaptığımda ne demek istediğimi anlayıp “Tamam,” diye kabullendi. “Azıcık dinleneyim içeride, sonra birlikte kahve yaparız.” Gülümseyerek başımı salladım. “Anlaştık.” Yengem, ellerini yıkadıktan sonra kapıya doğru ilerlerken Arel’e bakıp “İstediğin bir şey olursa seslen, hiç çekinme,” dedi. Arel, başını sallayarak “Olur,” diye onaylasa da istediği bir şey olsa dahi seslenmeyeceğini çok iyi biliyordum. Tam o anda kendi kendime gülümsedim, çünkü onu tanıyor olmanın verdiği sıcak his mutlu etmişti beni. Hayatımızdaki insanları sevmek, onlar hakkında bilgiye sahip olmak birer ayrıcalıktı aslında. İnsanın, önemini kolay kolay fark edemediği bir ayrıcalıktı yalnızca. Yengem mutfaktan çıktığında direkt konuya girmek istemediğim için getirdiğim tabakları bulaşık makinesine dizmeye başladım. Bu sırada Arel de sessizce çorbasını içmeye devam etti. Bütün tabakları hallettikten sonra makinenin kapağını kapatmak için eğilmiştim ki “Bir sorun yok değil mi?” diye sordu Arel nazikçe. “Aral, bir şey konuşacağımızı söylemişti ama ne hakkında olduğunu bilmiyorum.” Kapağı kapattıktan sonra “Sorun yok, merak etme,” diyerek ellerimi kenardaki havluya sildim. “Sadece hep beraber yemek yemek istemiştik. Şu yüzük mevzusunu söyledik de bizimkilere.” Aral, hafıza kaybı yaşadığım süreçte Arel’le daha çok yakınlaşmıştı. Hatta eskisi gibi olmaya başladıklarını söylemişti ki bu da başımıza gelen talihsiz olayın iyi yanlarından biriydi. Kısacası benim Aral’a karşı değişen hislerimden ve ailesini buraya çağırdığımızdan Arel’in haberi vardı, çünkü Aral anlatmıştı. “Anladım,” diyerek kısaca başını salladığında bitirdiği tabağına bakıp “Yemek koymamı ister misin?” diye sordum. “Ben alırım,” dese de tencereler masanın diğer tarafında durduğu için ondan daha kolay ulaşabilecek konumdaydım. Bu yüzden onu dinlemedim ve masaya doğru ilerleyip elimi ona uzattım. Bana şaşkın bakışlarla baktığında “Tabağını alayım,” dedim. “Ben hallederdim,” diye mırıldandı ancak tabağını tutup bana uzatmayı da ihmal etmedi. Bu hareketinin dudaklarımda küçük bir tebessüm oluşmasına neden olduğunu fark ettiğinde bundan cesaret almış olacak ki “Sen nasılsın?” diye sordu. Yemeğini koyup ona uzattıktan sonra karşısındaki sandalyeyi geri çekip otururken “İyiyim,” diye mırıldandım. “Sen nasılsın?” “Ben de iyiyim,” dedikten sonra ağzına koca bir kaşık soktu ve hızlıca çiğnedi. “Yorgunum ama iyiyim.” Ağzına biraz daha yemek sıkıştırdığında “Ne zamandır yemek yemiyorsun?” diye sormaktan alıkoyamadım kendimi. Dudağının kenarında çarpık bir gülümseme oluşurken “Sabahleyin kahvaltı niyetine bir tane elma yemiştim,” diye mırıldandı. “Yemekten saymak istersen Emniyet’te de iki tane kahve içtim.” Endişeyle kaşlarımı çatarken “Yemek yemeye fırsatın mı olmuyor, yoksa kendin mi yemiyorsun?” diye sordum. “Emniyet’te yemeye vaktim olmuyor bu aralar ama evdeyken de pek farklı sayılmaz. Yemek yapmakla pek aram yok,” dedikten sonra düşünür gibi gözlerini masaya dikti. “Aslında hiç yok. Akşamları bir şeyler sipariş ediyorum genelde ama kahvaltıyı da dışarıdan isteyecek halim yok.” Başını sallayarak gözlerini bana çevirdi. “Aral’la yaşarken hiç yemek sıkıntısı yaşamadığım için oldukça tembel davrandım ama sanırım en azından beni idare edecek şeyler öğrenmenin vakti geldi.” “Bundan sonra yemeğe bize gel,” derken düşünmek için kendime vakit tanımamıştım bile. Kimsesi olmayan biri gibi konuşması canımı yakmıştı çünkü. “Size derken nereyi kastediyorsun?” “Bizim kendi evimiz işte. Tuana, Aral ve benim birlikte kaldığımız.” “Bundan sonra Aral’la birlikte orada mı kalmayı düşünüyorsunuz?” Cevap vermek için ağzımı açtığımda diyecek bir şeyimin olmadığını fark ederek duraksadım. Aslında verecek cevabım vardı ama bunlar Aral’la konuşulmuş şeyler değildi. “Açıkçası bundan sonra nerede kalırız diye hiç konuşmadık,” dedim dürüstçe. “Ben de bu yüzden bizim evde kalacağımızı düşünüyorum.” Arel küçük bir duraksamanın ardından başını sallayarak yemeğine geri döndüğünde “Niye öyle baktın?” diye sordum. Gerilmiştim. “Aral, işler ciddiye bindiğinde o ev bana ait diye kalmak istemez mi?” Neden böyle bir şey sorduğuma anlam verememiş gibi kaşlarını çatıp “Aral böyle şeylere takılacak biri değil,” dedi. “Gerçi yaşadığınız onca şeyden sonra takılabileceği herhangi bir şey olduğunu da düşünmüyorum.” Büyük bir rahatlama hissederken “Demin niye öyle baktın bana o zaman?” diye sordum. “Nasıl baktım?” “Tam emin değilim ama sanki üzülmüş gibiydin.” Buruk bir gülümsemeyle “Bu saatten sonra nasıl tek kalacağımı düşünüyordum sadece,” dedi. “Yani bir süredir beraber kalıyordunuz zaten ama Aral ara sıra bizim eve de geliyordu ve o yetiyordu bana. Şimdi hiç gelmeyeceğini bilmek… Garip işte.” Bana karşı neden bu kadar dürüsttü bilmiyordum ama kalbimi kırıyordu. “Sen de bizimle yaşayabilirsin,” dedim. “Yani evimiz oldukça büyük. Senin için de bir oda ayırmak zor olmaz.” Suratını buruşturup “Ah, sağ ol ama ben almayayım,” dedi. “Aral içgüveysi olmayı umursamıyor olabilir ama ben ikizinden ayrılamayan bir ezik gibi sizin eve taşınamam. Gururum buna elvermez.” Gözlerimi şaşkınca kırpıştırdığımda “Teklifin için teşekkür ederim,” dedi hızlıca. “Gerçekten minnettarım. Beni doğru düzgün tanımıyorsun bile ve sırf Aral’ın ikiziyim diye bana evini açmak istiyorsun. Bu aralar kendini doyuramayan beceriksizin teki olabilirim ama çok şükür param var. Zorda kalırsam bana günlük yemek yapacak birini tutabilirim. Hatta muhtemelen böyle bir şey yaparım ama acele etmiyorum. Şimdilik peşine düşme gereği gördüğüm bir durum değil.” İç çekerek “Yanılıyorsun,” diye mırıldandım. “Hı?” “Seni tanımadığımı söyledin ya,” diyerek omuz silktim. “Yanılıyorsun. Seni gayet iyi tanıyorum. Gerçi şöyle bir düşününce sevdiğin şeyler hakkında pek bir şey bilmediğimi fark ettim.” “Sevdiğim şeyler mi?” diye sordu anlamayarak. “Hımhım. En sevdiğin renk, yemek, falan filan işte. Ama bunlar zamanla öğrenilecek şeyler, bilmediğim için kendimi kötü hissetmeme gerek yok. En azından şu an için,” diyerek kaşlarımı kaldırdım. “Sence de öyle değil mi?” Kaşığını tabağın içine bıraktıktan sonra yerinde dikleşip “Lütfen kusura bakma ama anlamadığım bir şey var,” dedi. “Uzun zamandır seninle böyle uzun uzun konuşmadığımız için birkaç devrem yandı sanırım. O yüzden tekrar sormak istiyorum. Şu an beni tanıdığını ama en sevdiğim rengi bilmediğini mi söylüyorsun?” “Ve yemeği,” diye ekledim. “En sevmediğin yemeği de bilmiyorum.” Kaşlarını çatıp uzun denebilecek bir süre yüzüme baktı. “Şile’deyken Aral sana benim hakkımda bir şeyler mi anlattı? O yüzden mi beni tanıdığını söylüyorsun?” Dudaklarımı büküp “Hayır,” diyerek başımı salladım. “Seni tanıdığımı söylüyorum, çünkü seni gerçekten tanıyorum. Biz yakın arkadaşız seninle, unuttun mu? Ben öyle herkesle dondurma yiyerek Aral’ı çekiştirmem. Ayrıca sen olmasan Aral’la tartıştığımız zaman Emniyet’te yaptığı şapşallıkları kim anlatacak bana? Yakın arkadaşlar böyle günler içindir.” Ağzı şokla bir balık gibi açıldı. Sonra kapandı ve tekrar açıldı. Bu birkaç kez daha tekrarlandıktan sonra jetonu düşmüş olacaktı ki elini ağzına kapatıp “Hatırlıyorsun,” diye fısıldadı. Ona nazikçe gülümsediğimde elini ağzından çekip “Hatırlıyor musun?” diye sordu. “Gerçekten mi?” Gözlerim hızla dolarken usulca başımı salladım. Oldukça mahzun bir tavırla “Beni bile mi?” diye sorduğunda ağlamamak için kendimi tutmam gerekmişti. “O ne demek öyle?” derken gözümden akan bir yaşı elimin tersiyle hızlıca sildim. “Seni hatırlamayacağım da kimi hatırlayacağım?” “Bi-bilmiyorum. Ben, yani, hiçbir şey yapamadım ki bu süreçte.” Usulca yutkundu. Konuşmakta zorlanıyordu. “Yanında olmaya korktum, çünkü Aral’ın varlığını kabullenmeye çalışmak zaten oldukça zordu senin için. Bir de benimle kafanı meşgul etme istedim. Hatta yalnızca Aral’ı hatırlasan bile sorun olmazdı benim için. Siz mutlu olun yeterdi.” “Aptal aptal konuşmasana,” derken ağlamaya başlamıştım. Böyle saçma şeyler söylerken kendimi nasıl tutabilirdim ki? “Sen olmasaydın Aral’la biz diye bir şey olur muydu sence? Bu ilişkinin en büyük mimarı sensin. Ayrıca hayatımdaki yerin bu değil sadece. Sen benim arkadaşımsın, dostumsun. Yeri gelecek ağlarken birlikte dondurma yemek isteyeceğim birine ihtiyacım olacak. Yeri gelecek Aral’ın toplantı odasına kafasını çarptığını anlatıp beni güldürecek birine ihtiyacım olacak. Yeri gelecek benim elimden bir şey gelmediği anlarda kardeşime abilik yapacak birine ihtiyacım olacak. Sensiz ne yaparım ben, söylesene.” Burnunu çekip “Gerçekten de bana çok ihtiyacın varmış,” diye homurdandığında küçük bir kahkaha attım. “Benim de senin işine yaradığım konular vardır ya,” diyerek dudak büktüm. “Yok mu?” “Bilmem,” diyerek ağlamakla gülmek arası bir ses çıkardı. “Çok düşünürsek buluruz belki.” “Pislik,” desem de gülüyordum. Sandalyesini geri ittirirken “Bir sakıncası yoksa bu pislik, arkadaşına sarılmak istiyor,” diyerek gözlerimin içine baktığında ondan önce kalkıp kollarımı açtım. “Gel buraya, şapşal.” Sözümü ikiletmeden aceleyle yerinden kalktı ve kollarımın arasına girip bana sarıldı. “Hafızan hiç yerine gelmeseydi de Aral’la birlikte mutlu olduğunuz sürece her şey kabulümdü ama beni de hatırladığın için çok mutluyum. Seni özledim Jülide!” Kıkırdayarak sırtını sıvazladım. “Bunu duymayı bile özlediğime göre gerçekten çok uzak kalmışız, hı?” “Kaldık. Ayrıca beni çok da korkuttun. Lütfen bir daha böyle şeyler yapma.” “Denerim,” diyerek sırtını sıvazlamaya devam ettim. “Bizim için kendinden çok ödün verdin. Doğru düzgün yemek bile yiyemezken bizim için koşturup durdun ve bir kez bile isyan etmedin. İyi ki varsın Arel, senin hakkını nasıl ödeyeceğiz biz?” “Kardeşler arasında böyle şeylerin lafı olmaz,” diyerek geri çekildi ve gözlerimin içine baktı. Yakından çok daha yorgun görünüyordu ama en azından gözleri mutlulukla ışıldıyordu. “Aral, sen ve Tuana için elimden gelen her şeyi yapmaya hazırım. Her daim.” “İki gün aç kaldın diye biraz abartmıyor musun sence de?” Mutfak girişinden gelen sesle ikimiz de irkilerek o tarafa döndük ve kapı kenarına yaslanmış bizi izleyen Aral’la karşılaştık. Göğsünde kavuşturduğu kollarını çözerek bize doğru gelirken “Dramın da bir dozu olur sonuçta,” diye söylenmeye devam etti. Şu an buna dikkat etmenin zamanı değildi belki ama Aral’ın gözlerinde ufacık dahi bir şüphenin olmaması çok iyi hissettirmişti. Anlaşılan bazı şeyler gerçekten aşılmıştı. Arel’in, “Az bile söyledim. Sensizken çok acı çektim,” diyerek Aral’a yavru köpek bakışları atmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp gülmeye başladım. Aral’ın da komik bir şey söyleyerek bu atışmayı devam ettirmesini beklerken hemen yanımızda durup “Sen benim yanımdayken de çok acı çekiyorsun be kardeşim,” demesiyle boğazıma bir yumru oturdu. Ama asıl yumru Arel’in boğazında gibi görünüyordu. Arel, bir şey söylemeyip ikizine uzun uzun baktığında Aral buruk bir şekilde gülümsedi ve uzanıp dostane bir tavırla omzunu sıktı. Ağızlarını açmadılar belki ama gözleriyle anlaştılar. Ben ne konuştuklarını anlayamadım ancak bakışları o denli hüzünlüydü ki gözyaşlarım tekrar akmaya başladı. “Birbirinize öyle bakmayı kesin,” diyerek gözlerimi sildim hızla. “Canımı acıtıyorsunuz.” Aral, boştaki kolunu omzuma dolayıp beni göğsüne çekerken hafifçe gülüp “Senin canın niye acıyor?” diye sordu. Yanaklarımı kurulamaya devam ederken “Ne bileyim ben,” diye terslendim. “Çok hüzünlü duruyorsunuz. Dayanamıyorum.” Arel, küçük bir kahkaha attıktan sonra kaşlarını oynatarak “Kıskandı galiba bizi,” dedi. Yanağını başıma sürterek “Sanırım,” diyen Aral’ı dirsek atarak susturdum. “Dalga geçmeyin benimle, pislikler.” “İlkinde bir şey demeyeyim dedim ama pislik de biraz ağır oluyor yani.” Burnumu gürültülü bir şekilde çekip “Size müstahak,” diye homurdandım. “Tekrar kaynaşmanız için hafızamı mı kaybetmem gerekiyordu gerçekten?” Arel, ikizine bilmiş bir gülümseme atıp bana döndü. “Hayır ama görünen o ki hayatımıza girmen gerekiyormuş.” Aynı anda o kadar çok şey hissediyordum ki Aral tutuyor olmasa hislerimin ağırlığıyla yere bile düşebilirdim. “Daha fazla konuşmayın, yoksa ikinizi de döveceğim,” derken hıçkırmaya başlamıştım bile. “Oğlum karımı niye ağlatıyorsun lan?” Aral, boştaki kolunu da bana sarıp beni iyice göğsüne bastırırken homurdanmıştı ama sesindeki mutluluk tınısı bariz ortadaydı. “Ben ne yaptım abi? Kendi kendine ağlayacak bir şey bulmuş, ağlıyor işte.” “Of, susun artık,” derken gözyaşlarıma rağmen kahkaha atmaya başlamıştım. “Bak, gördün mü? Şimdi de kahkaha atıyor ve ben gayet normal bir şekilde konuşuyorum. Demek ki benimle hiçbir alakası yok.” “Ben şimdi seni var ya!” diyerek Arel’i tekmelemeye çalıştım ancak ilk tekmeden sonra sırıtarak hızla geri çekildiği için diğer tekmelerim boşa gitti. “Aral bir bırak da döveyim şunu ya!” Sözlerimin aksine daha sıkı sarılıp “Olmaz,” derken o da gülüyordu. “Daha fazla kardeş kavgası görmek istemiyorum.” Başımı çevirip yüzüne ters ters baktım. “Karısından dayak yiyen koca olmak istiyor musun peki?” “Karısına sarılan koca olmak istiyorum sadece,” diyerek yalancı bir masumiyetle sırıttığında gözlerimi devirdim. “İkinizin bana karşı birlik olması hiç hoşuma gitmedi, haberiniz olsun.” “Bunu sen istedin,” diyerek başını salladı Arel. “Aynen öyle,” diyerek onu tasdikledi Aral. “Tamam, yeter. Sizinle daha fazla muhatap olmak istemiyorum. Sinirlerimi bozuyorsunuz,” diyerek Aral’ın kollarının arasından çıkmak için debelenmeye başladım ama “Al benden de o kadar. Sizin yüzünüzden yine karnımı doyuramadım,” diyerek sandalyesine geri dönen Arel’i görünce debelenmeyi bırakıp şaşkınca baktım ona. “Hah, haspama bakın hele.” “Aynen öyle,” diyerek bu sefer de beni tasdiklediğinde bir dirsek daha attım Aral’a. “Senin de bir duruşun olsun. Her şeyi onaylayıp duruyorsun.” Arel, ağzına tıktığı yemeği püskürtmemek için eliyle ağzını kapattığında yüz ifadesi o kadar komikti ki kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Aral da benimle birlikte güldüğünde süngülerimi indirip başımı Aral’ın omzuna yasladım ve şükür dolu bir nefes çektim içime. Bugünün gelmesini gerçekten çok beklemiştim ama değmişti. Başımıza gelen her şeye rağmen değmişti hem de. ღ Yazım süreci aylar sürmek zorunda kalan bir bölümdü. Yazarken verdiğim aradan da kaynaklı çok fazla tereddütte kaldığım şey oldu ama umarım beğenmişsinizdir. <3 Yarın okulum açılacak. Bu yüzden bir sonraki bölüm için gün veremiyorum ama kısa zamanda yazmaya çalışacağımı bilmenizi isterim. Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın! İnstagram: dolunayinvechi/rabiaclr
|
0% |