@bayanclara
|
Başımızdan ne geçerse geçsin, üzülsek de korksak da ağlasak da ve hatta perişan da olsak nefes aldığımız müddetçe bir şekilde yaşamaya devam ediyorduk. Dünkü nottan beri kendimi bir tuhaf hissediyordum. Endişem bakiydi, o notları yazan kişiyi bulmadıkça ve benimle uğraşma nedenini öğrenmedikçe de geçmeyecekti. Ancak korkum yeni bir duyguyla sarmalanmıştı; kızgınlık. Artık yalnızca korkmuyordum, ölesiye sinirliydim de beni oyuncağı haline getiren kişiye. Bana bunları yaptığı için deliriyordum. Gittikçe anne ve babamın katilini bulmaktan uzaklaşıyordum sanki. Bu işin içinde çok daha farklı şeyler vardı, hissediyordum. Notların sahibi beni kandırmıyorsa eğer bu işin sonunda yalnızca ailemin katilini öğrenmeyecek, başka şeyler hakkında da bilgi sahibi olacaktım. En basitinden bu kişinin benimle oynamak isteme sebebini… Dün Emniyet’ten ayrıldıktan sonra tekrar Yaseminlere gitmiş ve Tuana’yla Gökhan’a bir şey belli etmemek için acil doğuma girdiğimi söylemiştim. Dağılan üst başım ve yorgun halim onları inandırmıştı da ancak Yasemin kanmamıştı bu söylediklerime. Onu kandırmaya da çalışmamıştım zaten. Zira bu olanlara dayanmama yardımcı olan etkenlerin başını çekiyordu onunla dertleşmek. Yasemin sözünü tutmuş ve ben gidene kadar uyutmamıştı Sare’yi. Ancak eve vardığımda küçük meleğimin gözlerinin kapanmak üzere olduğunu görünce dayanamamış ve biraz da bana iyi gelsin diye onu ben uyutmak istemiştim. Tabii Yasemin bu teklifime balıklama atlamış ve Sare’yi uyutana kadar yanımda oturup olan biteni anlatmamı dinlemişti. Gökhan’la Tuana, Gökhan’ın o devasa oyun konsoluyla oyun oynarlarken bizim yokluğumuzu fark etmemişlerdi bile. Yine de ne olur ne olmaz diyerek düşük bir ses tonuyla anlatmıştım başıma gelenleri. Yasemin anlattıklarıma hem şaşırmış hem de benim gibi fazlasıyla kızmıştı. Evin önündeki polisleri gönderme ihtimaline katiyen karşı çıkarak ne olursa olsun kendimi tehlikeye atmamam için beni sürekli tembihleyip durmuştu. Çünkü acı bir gerçek vardı unutulmaması gereken. Annemle babam, katillerini bulsak dahi geri gelmeyeceklerdi. Ancak ben hayatımı tehlikeye atarsam Tuana’yı bu hayatta yapayalnız bırakma ihtimaliyle yüz yüze kalacaktım. Bunu kötülüğü hayattaki tek dayanağım olan kardeşime yapamazdım. Düşüncelerimden sıyrılmak istercesine iç çekerken uçlarını hafifçe dalgalandırdığım siyah saçlarımı omuzlarıma aldıktan sonra birkaç adım gerileyerek üzerimi son kez süzdüm aynadan. Dizlerimin altında biten, arkasında yürümemi kolaylaştıran küçük bir yırtmaç detayına sahip siyah, deri bir etek giymiştim ve üzerini bordo, V yaka ince bir bluzla tamamlamıştım. Kıyafetlerime uyacak ama hastaneye abartı kaçmayacak bir makyaj ve salık bıraktığım saçlarımla oldukça şık görünüyordum. Asistan olduğum zamanlardaki paspallığımın aksine -doktor önlüğünün de baya bir gideri vardı ama o da bir yere kadardı tabii- uzman olduğumdan beri kılık kıyafetime oldukça dikkat ediyordum. Aslında kendimi bildim bileli bu konularla ilgiliydim ancak kendimi esas gösterebildiğim zamanların, bu zamanlar olduğunu dürüstçe itiraf edebilirdim. Görüntümden duyduğum memnuniyetle dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra yatağımın üzerine bıraktığım çantamı alarak odamdan çıktım. Merdivenlere yöneldiğim sıra bakışlarımı Tuana’nın odasına çevirip hala hazırlanıp dışarı çıkamamış olan kardeşime seslendim. “Tuana, hadi ablacığım, geç kalacaksın!” Tuana’nın “Geliyorum abla!” diye cevap verdiğini duyduğumda basamakları teker teker inerek mutfağa geçtim. Bugün hiç ameliyatım olmamasına rağmen randevulu hastam çok olduğu için günüm dolu geçecekti. Üstelik hastaneye gitmeden önce de Emniyet’e uğrayacak ve Asaf amcamlarla toplantı gibi bir şey yapacaktık. Kısacası oldukça koşuşturmalı bir gün beni bekliyordu. Asaf amca dün gece beni aramış ve Aral başkomiserle kısa bir telefon görüşmesinde bulunduklarını anlatmıştı. Söylediğine göre başkomiser dün onunla daha doğrusu o ve ikiziyle konuştuklarımın özetini geçmişti Asaf amcaya. Telefondaki sesi öncekilere kıyasla daha bir sert gelmişti bana. Başkomiserin de dediği gibi konunun ciddiyetine varmıştı nihayet. İşin dolandırıcılıktan çok daha ileri bir boyutta olduğunun farkındaydı. Bu yüzden bu sabah normalden de erken kalkmış ve Tuana için kahvaltı hazırlarken bir yandan da atıştırmıştım. Daha sonra da üzerimi değiştirmek için odama geçmiştim. Tuana için büyük kupalardan birine çay doldurduğum sıra “Günaydın, ablaların bir tanesi!” diye şakıyarak içeri girdi Tuana. “Günaydın, tatlım.” Sandalyesini çekerek yerine oturduğunda ona doğru yaklaşıp kupayı önüne bıraktım. Onunla kahvaltı edemeyeceğim için şüphelenmeyeceği bir bahane bularak evden erken çıkmam gerektiğini söylemeliydim. Oldukça iştahlı bir şekilde “Bu ne güzel bir sofra böyle ya?” diye sorduktan sonra benim hala başında dikildiğimi fark ederek kaşlarını çattı. “E, sen neden oturmuyorsun abla?” Çay koymak için boş sandalyelerden birine attığım çantamı tekrar kucağıma alırken renk vermediğini umduğum bir ifadeyle “Çünkü ben erken kalkıp kahvaltımı yaptım ablacığım,” diye cevap verdim. “Bugün hastanede mesai saatinden önce kısa bir toplantıya gireceğim için erken çıkmam gerekiyor. Senin için sorun olmaz, değil mi?” Düşünceli bir tavırla “Sizin toplantıları bu kadar erken saatte yapıyorlar mıydı ya?” diye sorduktan sonra yalanıma inanmış olsa gerek “Benim için neden sorun olsun ki?” diye devam etti. “Her gün sen bırakmıyorsun ya beni okula, yürüyerek giderim ben.” Her zamanki haliyle önündeki tabağını doldurmaya başladığında ona yalan söylediğim için huzursuz olsam da bunu belli etmeyerek eğilip tepesinde dağınık bir topuz yaptığı saçlarını öptüm. “Güzel güzel dinle derslerini, anlaştık mı? Okula varınca da mesaj at bana mutlaka.” Ona uzattığım yanağımı öptükten sonra “Tamam, abla,” diye mırıldandı. “Sen beni merak etme de, hastaneye git. Geç kalma.” Onu kısa bir baş sallamasıyla onaylamamın ve mutfak kapısının kilitli olduğuna emin olmamın ardından koridora çıkarak girişteki dolaptan üzerimdeki bluzla aynı renkte olan topuklularımı çıkarıp giydim. Bahçeye geçerek arabama atladıktan hemen sonra evden ayrılırken bakışlarım alışkanlık kazandığı üzere evin köşesinde bekleyen polis arabasına kaydı. Evden çıktığı an Tuana’nın peşine takılacaklarını bildiğim için içim rahattı. Hep çıktığım saatten daha erken yola koyulduğum için Emniyet’e tahmin ettiğimden biraz daha erken gelmiştim. Ancak buna takılmadan rutin kontrolden geçtikten sonra Asaf amcamın odasının olduğu kata çıktım. Odanın önüne geldiğimde kapıyı çalarak içeri girdim ancak karşılaştığım şey bomboş bir odaydı. İçeri doğru birkaç adım atarken kendi kendime “O kadar mı erken geldim ya?” diye söylendiğim sıra arkamdan gelen sesle istemsizce irkilerek hızla girişe döndüm. “Biz erken gelmedik, onlar geç kaldı.” Kapıda dikilen adama bakarken gözlerim kısıldı. Açık renkteki gözlerine baktığım kişinin ikizlerden hangisi olduğunu anlasam ona göre cevap verecektim ancak emin olamıyordum. Fiziksel olarak ayırt edilebilecekleri bir şeye şahit olamamıştım henüz. Bu yüzden bir metre kadar ötemde duran adamın yüzündeki gülümsemeye odakladım bakışlarımı. Başkomiserin güldüğüne hiç şahit olmamıştım. Başkomiserin karşısında her daim gerilmeye hazır olan bedenim, gözlerine baktığım kişinin çok yüksek ihtimalle Arel olduğunu bildiğinden hızla gevşedi. Dünkü tavırlarından dolayı sıcak çıkmasına engel olamadığım bir ses tonuyla “Beni korkuttun,” diye mırıldandım. Onu tanıdığımı fark ettiğinden olsa gerek yüzündeki gülümseme biraz daha büyüdü ve kapıyı kapattıktan sonra içten bir ifadeyle “Affedersin,” diyerek yanımdan geçip Asaf amcanın masasının önündeki tekli koltuklardan birine oturdu. Koltuğa iyice yayılarak başını koltuk başlığına yasladıktan sonra gözlerini bana çevirdi. İlk an fark edememiştim ama oldukça yorgun görünüyordu. “Devriyeden kalmayım, o yüzden kafam pek yerinde değil ama nedense karşımda seni görünce birden enerjik oluveresim geldi.” Söyledikleri dudaklarımın kıvrılmasına neden olurken ayakta dikilmeye bir son vererek ilerledim ve hemen karşısındaki koltuğa oturdum. Bakışları hala üzerimdeydi. “Bence benimle alakası yok, sen hep enerjik gibisin.” Başını omzuna doğru eğerek bana muzip bir bakış attı. “Bakıyorum da beni hemen çözmeye başlamışsın.” Güldüm. “Bu konuda bana kolaylık sağladığını söyleyebilirim ama tabii buna şaşırmadığımı da söyleyemem.” Bir an kafası karışmış gibi göründü. “Neye şaşırdın?” “İkizinle, yani başkomiserle aranızdaki o büyük farka,” diye cevap verdim. “Dış görüntülerinizin aksine karakterleriniz çok farklı.” “Ha,” diyerek başını salladı. “Ondan bahsediyorsun.” Verdiği tepkiden bunları çoğu kişiden duyduklarını varsayarak “Herkesten duyuyorsunuz bu karşılaştırmayı sanırım?” diye sordum. Kısa bir baş sallamasıyla onayladı beni. Fazlasıyla umursamaz gelmişti gözüme. “Yani, hayliyle. İnsanlar tıpa tıp aynı iki kişi gördüklerinde aynı şekilde davranmalarını bekliyorlar ama aradıklarını bulabildiklerini pek söyleyemeyeceğim.” Son kelimelerini söylerken yüzünü komik bir hale sokunca kendimi tutamayarak güldüm. “Polis olmak için fazla renkli bir kişiliğe sahipsin.” “Sen de doktor olmak için fazla güzelsin.” Sözlerime hiç beklemeden verdiği tepki üzerine gülmeyi bırakarak ciddi olup olmadığını anlamaya çalıştım. Daha yeni tanıştığım birini mimiklerinden çözme konusunda pek iyi sayılmazdım. Bu yüzden bununla uğraşmak yerine emin olabilmek için direkt sordum. “Dünkü tavrını da göz önünde bulundurarak soruyorum, lütfen yanlış anlama ama bir ihtimal bana asılıyor olabilir misin?” Sorum üzerine otuz iki diş sırıttı. Başından beri bu soruyu beklermiş gibi bir hali vardı. “Bilmem, olabilir miyim?” Benimle dalga geçip geçmediğini anlayamadığım için bir şey demek yerine kıstığım gözlerimle yüzünü incelemeye devam ettim ve bu tavrım onu daha çok güldürdü. “Tamam, tamam. Ciddileşme hemen,” diyerek başını salladı. “Senin anlayacağın tarzda kendimi tanıtmam gerekirse aslında ben Arslan İbrahimoğlu’yum.” Neden bahsettiğini anlamadığımdan kaşlarımı çattığımda bu fark ederek yerinde dikleşti ve bariz bir şaşkınlıkla açıklamaya girişti. “Hani şu meşhur Doktorlar dizisinde plastik cerrahi uzmanı doktor var ya, ondan bahsediyorum. Doktor olduğun için böyle bir benzetme yapayım dedim, anımsayacağını düşünmüştüm.” Kısa bir duraksamanın ardından nihayet neden bahsettiğini anladığımda gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Bu yüzden de tahmin yürütmeyi tercih ettim. “O halde ben de Jülide mi oluyorum?” Anında sırıttı. Bu, aslında alaycı bir sırıtmaydı ancak oldukça samimi duruyordu. Hani şu yakın arkadaşlarla yapılan geyiklerde oluşan sırıtmalara benziyordu. “Ta kendisi,” diyerek göz kırptı bana. “Bir an gerçekten yaptığım benzetmeyi anlamayacaksın diye korktum. O kadar da hazırlanmıştım bu konuşma için yani.” Sırıtma sırası bana geçerken sırtımı koltuk başlığına yaslayarak kollarımı göğsümde kavuşturdum. Ne tür bir insan olduğunu çözmek cidden zordu. Hangi insan daha yeni tanıştığı bir kişiyle böyle saçma sapan muhabbetlere girerdi ki? Şaşkındım aslında ancak bir yanım da Arel’in bu tavırlarından dolayı rahattı. En azından bu binada yüzümü gerçekten güldüren ve düşüncelerimi kendi kasvetimden uzaklaştıran birinin olduğunu bilmek iyi geliyordu doğrusu. Bu yüzden oyununu bozmak istemedim ve tek kaşımı kaldırarak “Yalnız ben Jülide gibi salak,” dedikten sonra kısa bir an duraksayıp ardından tekrar devam ettim. “Saf desem daha doğru olur sanıyorum, değilim.” Ona karşılık vermem hoşuna gitmiş olacak ki “Belli,” diyerek sesli bir şekilde güldü. “Gözlerin cin gibi bakıyor. Sen, seni aldatan birini alttan alacak birine hiç benzemiyorsun. Tam tersi, o kişinin gözlerini oyacağından eminim.” Ha şunu bileydin, dercesine kafamı salladım. “O yüzden ayağını denk alsan iyi olur, çakma Arslan İbrahimoğlu.” Kahkaha attı. “Biz var ya, bence seninle çok iyi anlaşacağız.” “Aklından farklı şeyler geçirmezsen neden olmasın tabii,” diyerek kaşlarımı kaldırdığımda gülmeye devam etti. “Merak etme, Arslan İbrahimoğlu’luğum da bir yere kadar. Üslerimin akrabalarına ya da aile dostlarına sarkmak gibi bir huyum yok. Daha doğrusu şu binanın içinde gördüğüm ya da tanıştığım kimseye o gözle bakamıyorum. Yani yanlış anlama, korktuğumdan değil de sonradan başıma bela almamak için. Hem benim ilgi alanıma giren kadınlar çok daha farklı yerlerde takılıyorlar.” Sesindeki imayı sezerek güldüm. “Yani hastalarına ve hasta yakınlarına sarktığı gerçeğini unutursak hakikaten Arslan İbrahimoğlu gibi zamparanın tekisin, doğru mu anlamışım?” Parmağını şıklattı. “Seni ilk gördüğümde ne kadar zeki bir kadın olduğunu anlamıştım zaten.” Ellerimi oturduğum deri koltuğun kenarlarına yaslarken “Yanlış mesleği seçmiş olman hakkındaki düşüncelerim gittikçe kuvvetleniyor,” diye mırıldandım. “Beni suçluların karşısında gördükten sonra bunu tekrar düşünmeni isteyeceğim,” diyerek elini kaldırıp zaten dağınık olan saçlarını iyice karıştırdı. “Oldukça adrenalin dolu bir bölümde komiserlik yapıyorum ve sırf bu bile yetiyor polisliği sevmeme. Patlayan silahlardan, suçlu kovalamacalarından ve gizli görevlerden aldığım zevki söylemiyorum bile.” Şaşkınlıkla gözlerimi büyütüp “Gerçekten tuhaf birisin,” diyerek kafamı salladım ve bakışlarımı kolumdaki saatime indirdim. Geleli neredeyse on beş dakika olmuştu. “Sahi Asaf amcamla Aral başkomiser nerede kaldı? Hastaneye geç kalmamam gerekiyor.” Rahat bir tavırla cebindeki telefonunu çıkarırken “Aslında birlikte geliyorduk ama son anda ikisini Emniyet müdürü çağırdığı için benden ayrılmak zorunda kaldılar,” diyerek omuz silkti. “Yeni görev yüklemesi yapıyorlardır muhtemelen. Bu meslekte ne kadar yukarıda olursan o kadar angarya işle uğraşmak zorunda kalıyorsun. En başından uyarmıştım Aral’ı başkomiser olmaması için ama sakalımız yok ki sözümüz dinlensin.” Ben onu dikkatlice dinlerken bakışlarını bir anlığına telefonundan kaldırıp gözlerime çevirdi. “Şu an sakalım var ama onu uyardığımda yoktu, yanlış anlaşılma olmasın.” Her konudan alay edebilmek için kendine malzeme çıkarabilmesini şaşkınlıkla izliyordum doğrusu. Yalnızca iki günlük muhabbetimizden dahi yola çıkarak espri yapmaktan ve başkalarına takılmaktan fazlasıyla hoşlanan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Başkomiserle dünkü sözsüz dalaşı da bunu kanıtlar nitelikteydi doğrusu. Söylediklerine gülerek cevap vermek için dudaklarımı araladığım sıra odanın kapısı açılınca konuşmaktan vazgeçip kapıya döndüm. Asaf amcamla Aral başkomiser peş peşe içeri girdiklerinde ikisinin de yüzlerinin asık olduğunu gördüm. Asaf amca gömleğinin üzerine taktığı kravatını gevşeterek masasına ilerlediği sıra başkomiser de odanın kapısını kapatırken dik bakışlarını ikiziyle benim üzerimde gezdirmişti. Siyah kot, siyah gömlek ve gömleğinin üzerine taktığı yine siyah, koltuk altı silah kılıfıyla tam bir başkomiser gibi görünüyordu. Kumral saçları Arel’inkiler gibi dağınıktı ve yüzüne her zamanki ciddiyeti sahiplik yapıyordu. Hemen karşımda oturan Arel yayıldığı koltukta toparlanırken Asaf amcama bakarak bıyık altından güldü. “Yine azar işitmiş gibisiniz amirim.” Asaf amcam Arel’e dik dik bakarak “Ne o?” diye sordu huysuzca. Yüzündeki bezginlik ifadesine Berrin yengemle laf dalaşına girdikten sonra gördüğüm için alışkındım ama Arel’in amcamla bu kadar rahat konuştuğunu görünce şaşırmadığımı söyleyemezdim. Sanırım aralarındaki bağ eski ve kuvvetliydi. “Hoşuna gittiyse ben de sana çekeyim bir kamyon fırça, ister misin?” Kollarını masaya yaslayarak kafasını Arel’e doğru yaklaştırdığından komik görünüyordu ve bu görüntü, zaten Arel’e bakınca gülmemek için zor duran beni oldukça zor durumda bırakıyordu. “Sağ olun amirim ama ben almayayım. Keyfim o kadar yerinde ki bozmak istemiyorum.” Son cümlesini bakışları bendeyken imalı bir şekilde söylediği için ansızın utanmış ve tüm gözleri üzerime toplamaktan huzursuz olarak yerimde istemsizce kıpırdanmıştım. Komik adamdı falan ama ağzından çıkanları kulağının duyduğu konusunda şüphelerim vardı doğrusu. Asaf amcamın masasının tam karşısındaki ikili deri koltuğa oturan başkomiserin dik bakışları ikiziyle benim aramda gelip giderken alnındaki çizgilere takıldı gözlerim. Ne kadar uzun zamandır çatık kaşlarla geziniyorsa artık yüzünde kalıcı izler oluşmuştu. “E, neyse. Şimdilik boş verin bunları da esas konumuza gelelim.” Asaf amcam otoriter bir ses tonuyla konuyu toparladığında hepimiz ona döndük. Buraya kadar iyi dayanmıştım ama yolun sonundaydım, kaçacak yerim kalmamıştı. Canımı sıkacak şeyler konuşmayı hiç istemiyordum ama mecburdum. “Dün gelen notu ve buraya getirdiğin kayıtları gördüm,” diyerek konuşmaya devam etti Asaf amca. Bakışları benim üzerimdeydi. “Notu çantana bırakan sarışın kadını mobeseler yardımıyla caddeye kadar izleyebildik ancak belli bir yerden sonra kameraların odağından sıyrılarak izini kaybettirdi. Kısacası bundan da iş çıkmadı ve muhtemelen bundan sonraki notlardan da iş çıkmayacak.” Oflarcasına iç çektikten sonra devam etti konuşmasına. “Evindeki polisleri kaldırmıyorum, hatta sayılarını artıracağım. Gördüğün üzere bu işin şakası yok.” Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım. Amcam o kadar sıkıntılı görünüyordu ki bu işin ciddiyetine ne denli vardığı her halinden belli oluyordu. Aslında sadece onun için konuşmam da yanlıştı. Hepimiz dünkü nottan ve tehdit imasından sonra işin ne denli ciddi olduğunu daha iyi anlamıştık. “Ama o zaman notların geliş aralıkları daha da uzayacak,” diye konuştum. “İşimiz daha çok zorlaşmayacak mı?” “Yapacak bir şey yok,” diyerek başını salladı Asaf amca. “Bu notlar ya da notu gönderenin bildiğini iddia ettiği şeyler senin ya da kardeşinin canından önemli değil. Benim öncelikli hedefim ikinizin can güvenliğini sağlamak.” Asaf amcama olan kırgınlığım sevgimden kaynaklanıyordu aslında. Şayet ki onu böylesine sevmesem ve ona fazlasıyla güvenmesem bana inanmadığı için kızmazdım. Ama onun bendeki yeri çok farklıydı. Tuncay amcam ve yengemden sonra bize sahip çıkan tek kişiydi. Amcamla ne kadar zıt kutuplarda olurlarsa olsunlar konu biz olunca bir şekilde yumuşuyor ve alttan almayı biliyorlardı. Annem tek çocuk, babamın da tek kardeşi olduğu için Tuncay amcamdan başka kimsemiz yoktu aslına baktığımız zaman. Ama Asaf amcam o kadar iyi ve o kadar sadakatli biriydi ki aramızda kan bağı olmamasına rağmen Tuanay’la bana hep gerçek yeğenleriymişiz gibi davranmıştı. Özellikle de annemleri kaybettikten sonra. Odanın içinde kısa bir sessizlik olduğunda “Aslında bir ara kapıdaki polisleri kaldırıp senin eve kendi ekibimden iki tane kadın polis yollamayı düşündüm,” diyerek başını salladı Asaf amca. “Hem sana ve Tuana’ya arkadaşça yaklaşırlardı hem de bir sorun olduğunda halledebilirlerdi ama Tuana’ya bunu açıklayamayacağın için bu fikirden vazgeçmek zorunda kaldım. Sonuçta kardeşin arkadaşlarının hepsini en iyi tanıyan kişi ve üniversiteden yakın olmadığın birkaç arkadaşın olduklarını söylesen dahi bir süre sonra şüphelenmeye başlardı. Üstelik öyle bir durumda gelip seninle konuşmak yerine direkt Tuncay’a gidip başınızın belada olduğunu söylerdi ve en başından beri kurmaya çalıştığım düzen yerle bir olurdu. Buna izin veremem.” Onu nefes almadan dinlemiştim, haklıydı. Tuana böyle konularda benden de cingöz olabiliyordu ve eğer tehlikede olduğumu veyahut olduğumuzu hissederse bunu Tuncay amcamla paylaşmaktan hiç çekinmezdi. Amcamsa bunu duyduğu gibi bizi evine kapatırdı ve olaylar iyiden iyiye karmaşık bir hal alırdı. “Haklısın amca,” diyerek başımı salladım. Ne Arel ne de başkomiser konuşuyordu. Hatta Asaf amcamın sözlerini tepki vermeden düz bir ifadeyle izliyorlardı. O an bunları zaten bildiklerini fark ettim. Buraya geliş nedenim üçünün ne ara olduğunu anlamasam da kafa kafaya vererek planladıkları şeyi öğrenmemdi yalnızca. Bu yüzden işlerini kolaylaştırmaya çalıştım. “Peki, şimdi ne yapacağız?” “Sen her zamanki gibi dikkatli olmaya devam edeceksin. Endişe etmene de gerek yok, sen fark etmesen bile ekibimden birkaç kişi sizi sürekli izliyor olacak. Biz de eski davayı tekrar açacak ve neyi gözden kaçırdığımızı bulmaya çalışacağız.” Kaşlarım çatıldı. “Eski dava derken?” “Baban vefat etmeden önce girdiği ve kazandığı son ihalede rakipleri olan şirketler, şirket sahipleri ve elamanları, sizin şirkette çalışan şüpheli olabilecek kişiler ve daha birçoklarını tekrar araştıracağız.” “Anladım,” diyerek başımı salladım. Kısacası benlik bir şey yoktu. Ben şüpheli yaşantıma tekrar dönecek ve elim kolum bağlı olarak onların bir şey bulmalarını bekleyecektim yalnızca. Ya da ben öyle sanmıştım. Birkaç dakikalığına da olsa… “Bir şey daha var.” Asaf amcamın biraz öncekine kıyasla daha tedirgin çıkan sesini duyduğumda bakışlarımı kucağımdaki çantadan ayırarak ona çevirdim. Kendinden emin duruşu yerindeydi ancak yüz ifadesinden hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceğini anlayabilecek kadar iyi tanıyordum onu. Korkarak da olsa sormak mecburiyetindeydim. “Ne?” Her gergin olduğunda yaptığı gibi ellerini masanın üzerinde kavuşturduktan sonra “Bu hafta sonu sizin şirketin kuruluş yıl dönümü partisi olacak, öyle değil mi?” diye sordu. Önce bir duraksadım. Konunun neden buraya geldiğini anlamamıştım. Hem partiyi düşünemeyecek kadar doluydu başım günlerdir. Yine de Tuncay amcamın birkaç gün önce arayıp özellikle söylediğini hatırlayınca başımı salladım usulca. “Evet, olacak.” “O davet bizim için iyi bir olanak sağlayabilir, Tamay,” diyerek iç çekti. “Eğer bunları yapan Tuncay’ın etrafından biriyse mutlaka o partide olacaktır. Olmasa bile bize ipucu verebilecek şeyler bulabiliriz.” “Doğru,” diyerek oturduğum yerde dikleştim. Bunu söylerken neden bu kadar gerildiğini hiç anlamamıştım ama çok mantıklıydı söyledikleri. Bu parti işimize yarayabilirdi. “Yani sen de geleceksin partiye, öyle değil mi?” Sorumun üzerine bakışları bir anlığına başkomisere kaydığında amcamın başından beri neden gerildiğini anlayarak kaşlarımı çattım. Hayır, bunu benden istiyor olamazdı. Olamazdı, değil mi? “Asaf amca?” Gözlerinin odağı tekrar yüzüme çevrilirken “Ben gelemem kızım,” diye mırıldandı mahcup bir tonda. “Babanın vefatından beridir uğramıyorum o davetlere. Şimdi birden geliverirsem Tuncay şüphelenir. Kaş yapalım derken göz çıkarmaya gerek yok.” Rahatsızca oturduğum koltuğun ucuna doğru kayarken “Ben çok ısrar ettim, derim,” diyerek ellerimi masasına yasladım. Gözlerinin içine bakıyordum. Şirketin ve şirket davetlerinin amcam için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. O davete başkomiserle birlikte gitmemi isteyemezdi benden. Sıkıntıyla içime nefes çektikten sonra başkomiserin burada oluşunu umursamayarak konuşmaya devam ettim. “Oraya senden başka kimseyle gidemem amca, yanlış anlaşılacağını biliyorsun.” “Biliyorum,” diyerek tedirgin bir şekilde başını salladı ancak vazgeçmeye niyeti yok gibiydi. Çaresiz bakışlarım bir anlığına Arel’e ve başkomisere kaydığında sessizce beni izlediklerini gördüm. Hiç de şaşırmış gibi durmuyorlardı. Tam tersine benim kabullenmemi bekler gibiydiler. Ah, tabii ki bundan da haberleri vardı. Asaf amca bunu onlara daha evvelden haber vermişti ve ikisinin de bir itirazı olmamıştı. Hem nasıl olacaktı ki? Sonuçta üsleri onlara emrediyordu, yapmak zorundaydılar ama ben değildim. Olmamalıydım. Bir hışımla Asaf amcama döndüm tekrar. “O davetlere Yasemin’den başka kimseyi götürmediğimi biliyorsun,” diye ısrar etmeye devam ettim. “Hatta en son şeyden,” diyerek usulca yutkundum. Adını ağzıma almaya cesaret edememiştim ama o kimsen bahsettiğimi çok iyi anlamıştı, bakışlarından görebiliyordum. “Ondan beri kimseyi götürmedim. Hatta onu da bu davetlerden birine götürerek tanıştırmıştım amcamla. Şimdi yanımda birisiyle gidersem o zamanı hatırlayacak, ona daha evvel söylemediğim için hayal kırıklığı yaşayacak. Daha da önemlisi yalan üstüne yalan söylemek zorunda kalacağım. Bunu yapmak istemiyorum Asaf amca, bunu yapamam.” “Yapmak zorundasın,” diyerek kafasını salladı. Ses tonu sertleşmişti. “Bu notları gönderen kişiyi hiç kimseye zarar gelmeden bulabilmek için yapmak zorundasın kızım.” Ellerimden birini alnıma götürerek sertçe ovaladım. Konunun nasıl buraya geldiğini şaşırmıştım gerçekten. Bunu yapamazdım. Şirket davetleri Tuncay amcam için çok önemliydi, çünkü ailesinden yani bizden sonra en değer verdiği şey şirketiydi. Babamın açtığı şirketi zamanında birlikte büyütmüşlerdi, babamdan sonra da tüm varını yoğunu şirkete yatırmıştı amcam. Bizden ve şirketinden başka hiçbir şeyi olmadığı için gecesini gündüzüne katarak İstanbul’un en gözde yazılım şirketlerinden biri haline getirmişti orayı. Kısacası şirketi onun her şeyiydi ve onun her detayıyla bizzat kendisi ilgilenirdi. Bilakis davetlerle de öyle. Özellikle yıldönümü davetlerine sınırlı sayıda ve belli kişileri çağırırdı. Babamın vefatından sonra iyice anlamıştık ki bu işlerde kötü niyetli kişi çoktu. Yenilgiyi kabullenemeyenler, alamadıkları işlere tehdit yoluyla zorla sahip olmaya çalışıyorlardı. Amcam bunca zamandır böyle şeylere asla taviz vermemişti ama ne zorluklar çektiğini en iyi bilenlerden biriydim. Kısacası o davetin ne şartlar altında olacağını biliyordum. Davet, şehrin en gözde otellerinin birinin davet salonunda verilecek ve davetli olmayan kimse giremeyecekti. Çünkü çok sıkı güvenlik ekipleriyle çevrelenecekti etraf. Aral başkomiserin veyahut başka birinin oraya elini kolunu sallayarak girme ihtimali yoktu kısacası. Lakin benimle birlikte de gidemezdi. Eğer oraya onunla gidersem amcamın gözünde çok başka anlaşılırdı durum. Aral başkomiserin benim sevgilim olduğunu düşünürdü. Çünkü bir önceki erkek arkadaşımı bu davetlerden birinde tanıştırmıştım amcamla. Bunun olmasına izin veremezdim zira amcama bir söz vermiştim. Son ilişkim yüzünden o kadar hırpalanmıştım ki amcam bir daha aynı şeyleri yaşamamam için beni ve hatta Tuana’yı bile göz hapsine almıştı. Daha doğrusu eğer hayatıma yeni birini alacak olursam ilk önce ona anlatacağım konusunda söz vermiştim. Sonra o kişiyi amcamla tanıştıracak ve onay verdiği takdirde görüşmeye devam edecektim. Beni bu şekilde kısıtlamasını hiç yadırgamamıştım. Çünkü o aşk acısı çeken bir kızın babası gibi davranıyordu. Onu çok iyi anlıyordum. Şimdi bu zamana kadar eski sevgilimden ve Yasemin’den başka kimseyi götürmediğim davete başkomiserle gidersem hayal kırıklığına uğrayacaktı, çünkü onun sözünü çiğneyip kafama göre davranmış olacaktım ki yaşım kaç olursa olsun asla yapmak istemediğim bir şeydi bu. Anne ve babamın yokluğunda bize sahip çıkan ve kendini bize adayan adama yapamazdım bunu. Partiden önce de gidip söyleyemezdim çünkü bu durumu daha da çıkmaza sokardı. Hem ne diyecektim ki? Başkomiserle çıktığımı söyleyemezdim ya! Odaya hâkim olan sessizlik eşliğinde derin düşüncelere dalmışken birden aklıma gelen şeyle hızla kafamı kaldırdım ve bu işten kurtulma biletini bulmuşçasına heyecanla “Garson ya da görevli olarak birilerini sokabiliriz davete,” dedim. “Hem etrafı inceleyecek çok kişi olur hem de kimseye yalan söylemek zorunda kalmam.” Asaf amca mahcup bir tavırla başını eğerek “Bunu zaten yapacağız Tamay,” dedi. “O davete ekibimden iki kişi görevli olarak katılacak ama Aral onların haricinde seninle birlikte gitmek zorunda. Çünkü bu tek seferlik bir şey değil kızım. Aral ya da Arel bundan sonra sürekli senin etrafında olacaklar ve mutlaka bir şekilde amcanla veyahut kardeşinle yüz yüze gelecekler. Sonrasında elimizin kolumuzun bağlanmaması için yapacağız bunu.” Aslında kişi önemli değildi. Benimle birlikte davete katılan Arel ya da bir başkası da olabilirdi. İkizlerin arasında başkomiser olduğu için mi daha çok ön plana çıkıyordu, bilmiyordum ama onlardan birini yanımda görmeleri yeterdi. Sonradan diğeriyle karşılaşsalar bile ikiz olduklarını bilmedikleri sürece fark etmeyecekti. Zaten benim için de kim olduğunun bir önemi yoktu. O davete kolumda bir adamla gitmek istemiyordum sadece. Ama mecbur bırakılmıştım ve ne dersem diyeyim Asaf amcamı vazgeçirebilecek gibi görünmüyordum. Tuncay amcamın günler sonra yaşayacağı hayal kırıklığının belki de çeyreği büyüklükte bir hayal kırıklığı yaşıyordum ama bu bile öylesine yıkıcıydı ki benim için daha fazla konuşmak istemedi canım. Başkomiser ya da Arel durumun vahametini anlayamazlardı ve belki de fazla abarttığımı düşünüyorlardı ama Asaf amcam neyin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Tuncay amcamla iyi geçinemiyor olması onu çok iyi tanıdığı gerçeğini değiştirmiyordu. Bu işe girdiğimde duygusal olarak ne kadar yıpranacağımı biliyordu ama beni mecbur bırakıyordu. Dolan gözlerimi saklamak amacıyla başımı iki yana salladıktan sonra hızla ayaklandım. “Sen zaten her şeyi düşünmüşsün amca, bana diyecek bir şey bırakmamışsın. Peki, nasıl istersen öyle olsun ama sen de çok iyi biliyorsun ki yalan söyleme ve duygularımı saklama konusunda pek becerikli biri değilimdir. Olur da her şeyi berbat edersem gelip de bana kızma.” Asaf amcama cevap hakkı tanımadan ve diğerlerine göz ucuyla bile bakmadan hızla kapıya doğru yürüyüp kendimi koridora attım. Kendimi berbat hissediyor ve her an akmak için bekleyen gözyaşlarımı zor tutuyordum. Tuncay amcamın hayal kırıklığı içindeki bakışları şimdiden gözlerimin önüne geliyordu ve babamın kalbini kırmışçasına acıyordu canım. İnsan ailesini kaybettiği zaman hayatındaki herkesin her an çekip gidebileceği korkusuyla yaşıyordu. Anne ve babanızın bile terk ettiği -ya da terk etmek zorunda kaldığı- bir çocuksanız eğer size sahip çıkan kişilere dört elle sarılıyordunuz. Çünkü size bakmak zorunda olan insanlar bile gitmişken, onların gitmeme gibi bir durumları olmadığını bilirdiniz. İçten içe onlara minnet duyardınız ama sizi terk etmelerinden korkmaktan da geri duramazdınız. Ve ben onları her hayal kırıklığına uğrattığımda kaybetmekten korkuyordum. Bu yaşımda bile. Ağlamamak için kendimi zor tutarken hızla merdivenleri indim ve giriş kısmındaki görevliden kimliğimi aldıktan sonra Emniyet binasından çıkarak arabama doğru ilerledim. Aklım karmakarışıktı. Asaf amcaya hak vermiyor değildim, gerçekten anlıyordum neden böyle bir plan yaptığını. Bu gidişle başkomiserle de diğerleriyle de çok sık görüşecektim ve bir zaman sonra onları ailemden saklamam mümkün olamayacaktı, biliyordum. Bu yüzden Asaf amcamın seçtiği kişiyi yani başkomiseri yakınımdakilere tanıtmam gerekiyordu, bunu da anlıyordum ama kabullenmek istemiyordum. Amcamı ve diğerlerini üzmeden, yalanlar içinde gömülmeden bu işin içinden çıkamaz mıydım? Bunun hiçbir yolu yok muydu? Bakışlarım yerde, aklım tamamen düşünceler içinde arabanın yanına vardığım an tanıdık bir ses işiterek hızla kaldırdım başımı. “İyi ki kadın doktorusun, yoksa bu güzellikle bütün erkek hastaları kendine âşık ederdin sen.” Arabamın kaputuna yaslanmış, kollarını da göğsünde kavuşturmuş bir şekilde bana bakıyordu Arel. Ah, dudağının kenarındaki alaycı gülümsemeyi de atlamasam iyi olurdu. Odadan ilk çıkan kişi olmama rağmen benden daha hızlı bir şekilde buraya gelmesini girişteki güvenliğin orada oyalanmama bağlayarak sıkıntıyla iç çektim. “Arel, inan bana şu an hiç şaka kaldıracak halim yok.” Kollarını çözüp parmaklarını pantolonunun ceplerine takarken umursamaz bir edayla omuz silkti. “Şaka yapmıyorum zaten ben de.” Dolan gözlerimi fark etmemesi için -şimdiye kadar fark etmediyse tabii- gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. “Bak, şu an gerçekten çok kötüyüm ve tek istediğim şey buradan hemen gidebilmek. Lütfen izin ver, olur mu?” Nihayetinde yerinde dikleşerek birkaç adım ötemde durdu. Şimdi gözlerime odaklı bakışlarında alaya dair hiçbir şey yoktu. “Bu duruma neden bu kadar karşı çıktığını anlamış değilim,” diyerek başını salladı. “Bu çok basit bir plan aslında. Yani televizyondaki polisiye dizileri bile böyle şeylerle dolu, aşina olman gerek.” “Bu benim için bu kadar hafife alınacak bir durum değil.” “Sorun Aral mı?” diye sordu, konuya hiç düşünmediğim, daha doğrusu düşünmeye fırsatım olmayan bir yerden bakarak. “Ciddi ve katı kişiliğinden rahatsız olduğun için mi istemiyorsun? Bak eğer sorun buysa Asaf amirle konuşurum ve Aral’ın yerine ben eşlik ederim sana davette. Yani kabul, Aral’ın sezileri benden biraz, yani çok çok az daha kuvvetli ama ben de fena sayılmam.” Ona apaçık bir şaşkınlıkla baktım. Dışarıdan bakınca böyle mi düşündürüyordu tavırlarım sahiden? “Konu bu değil,” dedim dürüst olmayı tercih ederek. Bu saatten sonra saklamanın kimseye yararı yoktu zira. “Sen, başkomiser ya da bir başkası benim için fark etmiyor. Benim için önemli olan şey oraya kiminle gidersem gideyim amcamın karşısına çıkardığımda basit bir erkek arkadaş olarak tanıştıramayacağım. Ben davete birlikte gittiğim kişiyi evlenmek istediğim adam olarak tanıştıracağım amcamla. Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun?” Karşımda afallayışını anbean izledim. Hatta onu ilk kez bu kadar tuhaf bir ifadeyle bana bakarken görüyordum. “İyi ama… Bu çok fazla, yani çok garip…” Ne diyeceğini bilememiş gibi duraksadıktan sonra başını sallayarak sordu. “İyi ama neden?” “Çünkü,” dedim derin bir nefes alarak. “Birkaç sene evvel o davetlerden birine kolumda bir adamla gittiğimde amcama o adamla evlenmek istediğimi söyledim ama o adam canımı yakıp gitmekten başka bir şey yapmadı. O zamandan beri hayatıma kimseyi almadım ve şimdi kolumda sizden biriyle oraya gittiğimde yine aynı şeyi yapmış olacağım. Amcama emrivaki yapıp, ona verdiğim sözü çiğnemiş olacağım. O adam yüzünden tek canı yanan kişi ben olmadım, benim yüzümden beni seven herkes bir şekilde üzüldü. Tüm bunları bilirken ve bu zamana kadar kız kardeşime bile biriyle görüştüğümü söylememişken pat diye amcamın karşısına birini çıkarmamı istiyorsunuz benden. Kısacası bu öyle söylediğin basit polisiye dizileri planlarıyla eş değerde değil. Bunu yaptığım zaman girdiğimiz oyundan ziyade manevi olarak büyük bir savaş başlatmış olacağım. Anlıyor musun, Arel? Birazcık bile olsa ne hissettiğimi anlayabiliyor musun?” “Affedersin,” diye mırıldandı samimi bir tavırla. “Asaf amir bahsetmediği için konunun senin için bu kadar önemli olduğunu bilemezdim. Bilemezdik. Ayrıca seni özelini anlattırmak zorunda bıraktığım için de üzgünüm.” Alayla kıvrıldı dudaklarım. “Sorun değil. Zaten bu saatten sonra size karşı bir özelim kalmayacak gibi. Şimdiden her şeyimi bilir hale geldiniz, baksana.” “Bize ne kadar güvenirsin bilmem ama bizden laf çıkmaz. Asla.” Çıksa bile bunca derdin içinde umurumda olmayacağını söylemekle uğraşmadım ve başımı sallamakla yetindim. “Şimdi izin verirsen gidebilir miyim? Hastaneye geç kaldım.” Kısa bir baş onayının ardından arabanın önünden, dolayısıyla da karşımdan yavaşça çekildiğinde çantamdan çıkardığım anahtar sayesinde arabanın kilidini açtıktan sonra duraksayarak birkaç adım gerimde duran Arel’e baktım. “Ne kadar umurunda olduğu tartışılır ama eğer başkomiser de senin gibi hakkımda yanlış yargılara vardıysa sana anlattıklarımı ilet ona. Sizle hiçbir alıp veremediğim yok, olamaz da zaten. Benim derdim kendi geçmişimle.” Sözlerimin üzerine başını kaldırıp arkamızda kalan binaya baktığında istemsizce bakışlarını takip ettim ve binanın girişinde durarak bizi izleyen başkomiseri gördüm. Omuzları dik, elleriyse cebindeydi ve her zamanki soğuk bakışları bizzat benim üzerimdeydi. “Uzaktan nasıl göründüğünün farkındayım ama şundan emin olabilirsin ki bu konunun üzerine Asaf amirden bile daha çok düşüyor. Biraz önce senin de dediğin gibi bazen her şey dıştan göründüğü kadar basit ya da önemsiz olmayabiliyor.” Başkomiserin yüzündeki bakışlarımı Arel’e çevirdiğimde gözlerindeki dalgınlığı seçebilmiştim. Sözlerinin altında yatan çok daha farklı şeyler vardı, bundan emindim ama beni ilgilendirmediğini düşünerek merak duygumu bastırıp başımı sallamakla yetindim. “Ayrıca şu an sinirli ve şaşkın olduğundan kabullenmekte zorluk çekiyorsun ama kız kardeşin ve öz amcan da buna dâhil olmak üzere kimseye bir şey çaktırmadan notları yazan kişiye ulaşmak istiyorsak bu planı uygulamalıyız. Çünkü daha iyi bir seçeneğimiz yok.” Ona son kez bakmaktan başka tepki vermezken arabanın kapısını açarak kendimi koltuğa bıraktım. Arabayı çalıştırdıktan sonra hala olduğu yerden beni izleyen başkomiserle son bir kez daha göz göze gelişimizin ardından gaza basarak Emniyet binasını arkamda bıraktım. Düşünmeye ihtiyacım vardı. Ama en çok da ikna edilmeye. Bu yüzden hiç düşünmeden rotamı hastaneye çevirdim. Şu an bana iyi gelebilecek tek kişi Yasemin’di. Yaklaşık yarım saatlik yolculuğun ardından hastaneye varabildiğimde arabamı her zamanki yerine park ederek hastaneden içeri girdim. Zihnim düşünmekten patlayacak kıvama gelmişti ki artık düzgün düşünemediğimin de farkındaydım. Girdiğim büyük çaplı stres mantıklı kararlar almama engel oluyordu ve işte en çok da bu yüzden biriyle konuşmaya ve beni yönlendirmesine ihtiyacım vardı. Ancak ne kadar istersem isteyeyim Yasemin’in yanına gidemezdim çünkü ilk randevu saatime ucu ucuna yetişmiş bulunuyordum. Önünde sıra olan asansöre göz ucuyla baktıktan sonra merdivenlere koşturup merdivenleri atlayarak çıktım. Ayağımdaki topuklular ve üst-başım yüzünden dikkat çekiyordum ancak bu halde olmaya fazlasıyla alışık olduğumdan umursamayarak odamın olduğu kata vardım. Her zamankine nazaran biraz daha kalabalık olan koridorda ilerlerken beni gören Asuman hızla ayağa kalktı. Hastaların arasından geçerek yanına vardığımda “Kusura bakma, bir işim çıktığı için biraz geciktim,” diye açıklama yaptım. “Sorun çıkmadı değil mi?” Kafasını sallayarak “Hayır, Tamay Hanım. Sorun çıkmadı, merak etmeyin,” diye mırıldandığında rahatlayarak iç çektim. Onca derdin içinde bir de şikâyetçi hastalarla uğraşmak istemiyordum doğrusu. “O zaman ben geçiyorum odama. Sen de peşimden gönder ilk hastayı.” “Peki, Tamay Hanım.” Çantamdaki anahtarı çıkararak odamın kapısını açtıktan sonra içeri girip çantamı dolabımın içine yerleştirdim ve dolabın yanındaki askılıktan beyaz önlüğümü alarak üzerime geçirdim. Önlüğün içinde kalan saçlarımı nazikçe çıkarıp omuzlarıma yayarken dolabın camından az buçuk gördüğüm çehremin iyi göründüğüne kanaat getirerek masama geçtim ve kapıyı çalan ilk hastamı içeri buyur ettim. ღ “İşte böyle Yasemin… Durum ne ara buraya geldi, inan anlayamıyorum. Kafam idrak etmeye çalışmayı bıraktı sanki.” Yasemin “Canım benim,” diyerek masadaki elimi tuttuğunda destek almak istercesine sıktım elini. Öğle yemeğine kadar o kadar dolu geçmişti ki saatlerim, hastalardan başka bir şey düşünecek vaktim bile olmamıştı. Aslında kötü de olmamıştı bu durum, biraz da olsa başka şeylere odaklanmak iyi gelmişti. Sonrasındaysa yemek saati başlar başlamaz kendimi Yasemin’in odasına atmış ve onunla yemek yemek için dışarı çıkmıştık. Gerçi restorana geldiğimizden beri anlatmaktan önümdeki tabağa dokunamamıştım bile ama olsun. “Hayır, bir de onca şeyin içinde başkomiserle ikizine tafralı biri olarak göründüm. Sanki bu durumu küçümsüyormuşum da onları istemiyormuşum gibi. Cidden yani…” Yasemin, önümdeki çatalı elime tutuşturup yemeye başlamamı işaret ettikten sonra “Onlara da hak vermek gerekiyor bir nebze,” diye konuştu nazikçe. “Sonuçta senin yaşadıklarını bilemezler, bu onlar için küçük bir oyun olabilir. Hem Arel komiser televizyon dizilerine dahi atıfta bulunarak durumun onların gözünde ne kadar basit olduğunu bizzat söylemiş sana.” Ağzımdaki lokmayı istemeye istemeye yuttuktan sonra “Onları da anlıyorum,” dedim. “Anlamasam iki günlük adama geçmişte yaşadıklarımdan bahseder miydim Yasemin? Ama yine de ağır geliyor, anlıyor musun? Hadi amcama ve dolayısıyla da çevremde kim varsa herkese Aral başkomiseri sevgilim olarak tanıştırdım diyelim, notları gönderen kişiyi bulduğumuzda, yani bulabilirsek tabii, ne yapacağım? Amcama her şeyin bir oyun olduğunu söylediğimde, arkasından iş çevirmiş olduğumu öğrendiğinde bana ne kadar kırılacak biliyor musun? Zaten şu olanları ona söylemediğim için bile çok kızacak bana, bir de böyle bir oyuna dâhil olduğumu öğrenirse… Yasemin hayatta en korktuğum şeyin onları kırmak olduğunu biliyorsun. Onlar benim her şeyim… Tuana’dan sonra sığınabileceğim tek yer onların yanı.” “Biliyorum bebeğim, bunları da biliyorum ama bu işin ucu çok büyük yere dokunacak gibi geliyor bana. Yani her şeyi öğrendiğinde belki de bunların sonuçlarını düşünecek halin bile olmayacak. Şu an her şey belirsiz ve çok ağır olduğunu bilsem de aileni korumak senin elinde. Evet, biliyorum bu çok güç bir durum. Dayanacak gücünün kalmadığını da biliyorum ama pes etmenin sırası değil Tamay. Eğer Asaf amcan haklıysa ve bu notları gönderip seni adım adım takip eden kişi Tuncay amcanın etrafından biriyse bunu yalnızca senin yardımınla öğrenebilirler. Eğer Tuncay amcan, yengen ve Tuana olanları öğrenirlerse herkesin düzeni bozulacak. Sen şu an nasıl hissediyorsan onlar çok daha beterlerini hissedecekler. Amcan sizi koruyamadığı için kendine kızacak, Tuana sana ya da kendisine bir şey olacak korkusuyla dışarı bile çıkmak istemeyecek belki de. Sizi olmayan çocuklarının yerine koyan yengenin ne hale geleceğini düşünemiyorum bile. Belki bencillik yaptığımı düşüneceksin ama bu durumu kimseye çaktırmadan halletmek zorundasın, hatta zorundayız. Ben her zaman senin yanında olacağım. Her zaman elini tutup ihtiyacın olan gücü de güveni de vereceğim sana. Ama senin de güçlü olman gerekiyor ki zaten sen benim hayatımda gördüğüm en güçlü kadınsın. Bunu laf olsun diye demiyorum bak… Eğer senin yaşadıklarını ben yaşasaydım muhtemelen senin yaşına geldiğimde bambaşka bir durumda olurdum.” “Öyle söyleme,” diyerek başımı salladım. “Sen de en az benim kadar güçlü bir kadınsın. Gecenin gündüzünün olmadığı bir işte çalışırken bebek büyütmek ne kadar zor, bilmiyor musun sanki? Çocuğunu kendin büyütebilmek için yardımcı bile tutmadın üstelik.” Dudakları hafifçe kıvrıldı. “Evet ve bu yüzden sık sık kızımı benden daha beter haldeki en yakın arkadaşıma bırakmak zorunda kalıyorum.” “Sare benim canımın içi,” dedim kaşlarımı çatarken. “Lütfen böyle konuşma. Hem onunla zaman geçirince uyuduğum zamanlardan daha çok dinlenmiş hissediyorum kendimi ve sanırım şu anda da kızına fazlasıyla ihtiyacım var.” Tabağımdaki etlerden birine çatalımı batırıp bana zorla yedirirken “Şimdilik anasıyla idare etmek zorundasın,” diyerek güldü. Gülümsemesine buruk da olsa eşlik ettim. Yasemin, bu hayatta başıma gelebilecek en güzel arkadaştı. Aramızda kan bağı olmamasına rağmen kardeşim yerine koyuyordum onu. Tuana’dan farkı yoktu benim için. Önümdeki sudan birkaç yudum aldıktan sonra “Yani planlarına sadık kalmalıyım, öyle mi diyorsun?” diye sordum. “Amcama ne diyeceğim peki? Yıllardır yanımda erkek sinek bile görmemişken davete yanımda biriyle girdiğimi görünce şok olur adamcağız.” Sipariş ettiği limonlu sodasından içtikten sonra düşünceli bir şekilde “Orada da biz bir oyun oynayalım o zaman,” diye mırıldandı. Kaşlarımı çattım. “Nasıl bir oyun?” “Anladığım kadarıyla başkomiser ya da ikiziyle evcilik oynamaktan yana bir şikâyetin yok. Yani bir zahmet olmasın da zaten, adamlardaki yakışıklılık zor bulunur türden.” Konuyu getirdiği yere gözlerimi belerterek karşılık verirken “Yok daha neler Yasemin,” diye homurdandım. “Ben sana neler anlattım, sen bana ne diyorsun ya?” Dirseğini masaya koyarak çenesini de avuç içine yasladı ve gözlerini kısarak yüzümü inceledi. “İnkâr etmediğine göre haklıyım,” dedi oyunbaz bir tavırla. “İkizlerden yana bir hoşnutsuzluğun yok.” Kaşlarımı çatarak “Olsa ne olacak?” diye söylendim. “Benim için model mi bulacaklar? Ben plandan kaçacak yer arıyorum, sen ikizlerden hoşlanıp hoşlanmadığımı soruyorsun.” “E, ama bu da önemli bir konu güzelim. Sonuçta yalandan da olsa amcanın karşısına çıkaracaksın.” Sırtımı sandalye başlığına yaslayıp “Bak yine dönüp dolaşıp aynı yere geldik,” diyerek surat astım. “Ben amcama ne diyeceğim?” “Dur, hemen surat asma kızım ya. Planımız var dedik, dinle bir.” “Anlat da dinleyeyim o zaman Yasemin,” diyerek gözlerimi devirdim. “Gelmişsin burada başkomiserden memnun olup olmadığımı soruyorsun bana.” Masanın üzerinden bana doğru eğilerek gözlerini kıstı. “Ben sadece başkomiserden bahsetmemiştim ama sen yalnızca o kısmı üzerine alındıysan bilemeyeceğim tabii.” Bir anda tutan gıcık yüzünden öksürmeye başladığımda gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak suyumu önüme doğru itti. “İç, iç, iyi gelir.” Yani şöyle bir durumda bile diline düşmüştüm ya… Suyumdan birkaç yudum alarak öksürüğümü bastırdıktan sonra saçma sapan konuşmaya devam etmesin diye “Hadi anlat planını,” dedim. “Tabii,” diyerek önüne gelen sarı saçlarını omzunun gerisine atarak yerinde dikleşti. “Senin esas korkun amcana hiçbir şey söylemeden onun karşısına birini çıkarmak, öyle değil mi?” “Evet,” diyerek başımı salladım. “Ona verdiğim sözü çiğnemek istemiyorum çünkü.” “O halde sen de sözünü tutacaksın.” Kaşlarımı kaldırdım şaşkınlıkla. “İyi ama nasıl?” “Şöyle ki bugün amcanı arayacak ve ona, onunla tanıştırmak istediğin biri olduğunu söyleyeceksin. Bu kişi tahmin ettiğin üzere Aral başkomiser olacak ama sevgilin olarak tanıştırmayacaksın.” Kafam karışmıştı. “E, nasıl tanıştıracağım o zaman?” “Bebeğim, cidden bu olanlar senin düşünme yetini köreltmiş. Amcana verdiğin sözü tutacaksın işte. Sen bu adama, sevmeye başladığım biri olursa ilk önce gelip seninle tanıştıracağım, demedin mi?” Başımı onaylarcasına salladım. “Dedim.” “Hah, işte sen de amcanı arayıp diyeceksin ki, amca seninle tanıştırmak istediğim biri var. Sonra aranızda adı koyulmuş bir şey olmadığını, şimdilik yalnızca arkadaş olduğunuzu ama hislerinin karşılıksız olmadığını ve başkomiserin de senden hoşlandığını bildiğini söyleyeceksin. Amcan da bu adamla görüşmek isteyecek.” Yasemin’in anlattıklarından memnuniyet duyarak “Böylelikle onu hayal kırıklığına uğratmamış olacağım,” deyip gülümsedim ama bu gülümseme kısa sürdü. “İyi ama amcam ben öyle söyleyince başkomiserle baş başa görüşmek ister. Yani davete getirmemi istemez ki.” “Ah, doğru,” diyerek yanaklarını şişirdi ve bunun için de bir çare aramaya koyuldu ki bunun için çok düşünmesi gerekmemişti. “O zaman plana bir ekleme daha yapalım. Sen başkomiserin senden hoşlandığını biliyor olacaksın ama ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığından başkomiserin haberi olmayacak. Sen de amcana bunu anlatarak eğer yalnızca üçünüzün olduğu bir yemek ya da onun gibi bir şey ayarlarsan başkomiserin şüphelenebileceğini ve amcan onu beğenmediği takdirde geri adım atmanın daha zor olacağını söylersin. Bu yüzden onu davete çağırmanın asıl amacını çaktırmamak için benimle birlikte başkomiseri de partiye davet etmek istediğini söylersin. Sonra benim acil bir işim çıktığı için gelemem ve sen başkomiserle birlikte davete gidersin. Böylece hem Aral başkomiser kendi planları doğrultusunda seninle o davete katılmış olur hem de amcan ona söylemeden bir şeyler yaptığını düşünüp hayal kırıklığına uğramaz. ” Hayal gücüne verebildiğim tek tepki iki metre açılan ağzımdı. “Resmen oyun içinde oyun çevirmemizi istiyorsun,” diye söylendim hayretle. Dudaklarını büzerek omuz silkti. “Herkesin gönlü olmasını istiyorsak bunu yapmaktan başka çaremiz yok.” “Evet, bu şekilde biraz daha kabul edilebilir bir durum olur ama yine de herkesi kandıracağımı düşünmek beni yaralıyor. Yalandan hiç hoşlanmadığımı ve zaten söylemeyi beceremediğimi de çok iyi biliyorsun.” “Biliyorum, canım,” diyerek başını salladı. “Ama bunun normal bir durum olmadığını da biliyorsun. İleride her şey düzelince amcan biraz kızsa da sana hak verecektir mutlaka. Hem dediğim gibi yalnızca arkadaşın olarak tanıştıracaksın başkomiseri. Oldu da amcanın gözü başkomiseri tutmadı diyelim, davetten sonra bir şekilde başkomiseri yanında görse bile kızabileceği bir durum olmaz. Çünkü arkadaşın olduğu için başkomiserin yanında olması çok olağan bir şey.” “Amcamın başkomiserde bulabileceği tek kusur Asaf amcamın en gözde adamı oluşu olur,” diyerek başımı salladım. “Zira başkomiser tam amcamın seveceği tipte bir insan. Asabi, ciddi, işinde başarılı ve istikrarlı…” “Ve de çok yakışıklı.” Yasemin’in yaptığı eklemeye göz devirdim. “Hım, amcamın da çok umurunda olur ya başkomiserin yakışıklı olup olmaması…” “Niye canım?” diyerek omuz silkti. “Herkes ister yakışıklı damat. Bak, benim anneme. Gökhan’ı görünce nasıl düşmüştü dibi? Hatırlamıyor musun?” Serpil teyzeyi, yani Yasemin’in annesinin Gökhan’ı ilk görüşünü hatırlayınca dayanamayıp kahkaha attım. Kadın o kadar bayılmıştı ki müstakbel damadına, Yasemin annesinden kıskanacak hale gelmişti Gökhan’ı. “Yine de amcamın bunu umursayacağını düşünmüyorum,” diyerek başımı salladıktan sonra aklıma gelen şeyle yerimde dikleştim. “Tuana’ya ne diyeceğim peki? Onun bundan sonra Aral başkomiseri yanımda görme ihtimali amcamın görme ihtimalinden kat kat daha fazla.” Hiç düşünmeden “Ona da aynı şeyleri söyleyeceksin elbette,” dedi. “Hem sen demiyor muydun halinden şüphelendiğini? Başkomiseri bahane edersin işte ne güzel. Sana karşı hisleri olduğunu anladığını ama kendi hislerinden emin olamadığın için öyle değişik bir ruh haline girdiğini falan söylersin. Üstelik nasıl tanıştığınızı sorarsa bahanen de hazır, Asaf amcanın yanında görüp tanıştığınızı anlatırsın.” “İyi ki Pinokyo değilim,” diye söylenerek önümdeki etten bir parça daha kopardım. “Yoksa bunca yalanın içinde burnum ta Kars’a kadar uzardı.” Yasemin de kendi tabağından bir şeyler yedikten sonra “O halde Pinokyo olmadığına sevinelim,” diyerek gülümsedi. Ona boş boş bakarak kafamı salladıktan sonra iştahım olmasa da tabağımdakileri yemeye koyuldum. Kafam yerinde olmadığından fark edememiştim ama sabahki tempo baya yormuştu beni. Öğleden sonra da bir bu kadar hasta ağırlayacağım için en azından ayakta durabilecek gücü toplamalıydım. “Ben böyle mükemmel planlar yaptım ama sen yine de Tuncay amcanı aramadan evvel Asaf amire haber ver. Ne olur ne olmaz, yanlış bir şey yapmayalım.” Başımı sallayarak onayladım onu. Sadece Asaf amcama değil, Aral başkomisere de haber vermem gerekiyordu ve bunu kendim yapamayacaktım. Zaten bana kalmadan Asaf amcam ona anlatırdı ki anlatmasa bile Arel’le konuşur, ikizine haber vermesini isterdim. İş konuşmaya gelince Arel’i kendime daha yakın görüyordum ama Yasemin’in de dediği gibi böyle bir oyun oynayacaksam eğer Arel yerine Aral başkomiserle oynamak istiyordum. Ve bunu neden istediğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu. ღ Vee bölüm sonu :’) Konu gittikçe ciddileşiyor ve her şey giderek daha karmaşık bir hale bürünüyor. Farkındayız değil mi? Asaf’ın planı hakkında neler düşünüyorsunuz? İyi mi düşünmüş sizce? Tamay’ın başta verdiği tepki için neler düşünüyorsunuz? Sizce abartılı bir tepki mi verdi, yoksa haklı mı? Arel ve harika esprileri için neler düşünüyorsunuz peki? Çok güzel boş yapmıyor mu sizce de? Bu arada birkaç bölüm evvel Aral’la Tamay’ın sürekli bir araya gelmelerini mecbur bırakacak bir olay yaşanacak demiştim, yanlış anlaşılma olmasın diye söylemek isterim ki o konunun Asaf’ın planıyla alakası yok ve muhtemelen bir sonraki bölüm o konuya da giriş yapacağız. ^^ Umarım bölümü beğenmiş ve sevmişsinizdir. Görüşlerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. Yeni bölümde görüşmek üzere!
|
0% |