Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@bayangizemxx_

Madem seni çok istiyorlardı


Öylece ortaya koymasalardı


Aldım bir kere geri vermiycem


Kim ne derse desin bana ne diycem.


Dolu kadehi ters tut - madem


Bazen susmak en kolay çözüm gibi görünür insana. Fakat bizler görünen çözümün daha zor olduğunu bilemeyiz. Biz susarız, içimiz dolar... Asıl konuştuklarımız hapis olur sustuklarımıza. Garip yani da bir kere susunca hep böyle devam ederiz... Hep susarız.


İnanır mısınız, yaptığımız hatalardan hiç ders almadığımız gibi insanları sorumlu tutarız. Biz her zaman masum olanız, hata yaptıkça daha da dibe batarız ancak o küçük hücrelerimiz hata yaptıkça yüceldiğimizi sanır. Bizler de bu düşüncelerle battıkça batarız. Bu durumun bir sonu var mı diye sorarsanız... cevap zor olsa da bu durum dinmeksizin kısır döngü misali devam eder...


Sınıftaki herkes gitti gidecek gibiydi. Hatta birçoğu kişi gitmişti bile. Ağzım esnemekten yırtılıyordu sanki. Hayır yani hangi öğretmen bu kadar sıkıcı ve monoton bir sese sahip olabilirdi ki? Kimisi kafasını sıraya gömmüş uyuyor kimisi de dinliyormuş gibi yapıyordu. Haklıyız yani sonuçta. Ders edebiyattı ve sayısal grubu sırf bu dersleri görmemek için bu dersi seçmişti. Ama o güzel zekalı arkadaşlar edebiyatın çok gerekli olduğunu düşünüp az da olsa koymuşlardı.


Oflaya poflaya dersin bitmesini beklerken aniden beklenmeyen bir kapı sesi ile sınıftakilerin gözleri kapıya döndü. Kısık gözlerle kapıya döndüğümde gördüğüm kişi ile gözlerim kocaman açıldı.


O gelen okuldan nefret edip sınıfa kadar gelen abim olamazdı değil mi? Yamuk duruşumu düzelttim ve alaycı bir gülümsemeyle ona bakmaya başladım. Gözleri sınıfta beni ararken bu durumdan rahatsız olan öğretmen sinirle abime hareketle konuşmaya başladı.


"Ne için gelmiştiniz bayım?"


Abim onu duymazdan gelmek ve ona cevap vermek arasında kalmış gibiydi. Beni bulduğunda hemen öğretmene dönerek cevap verdi.


"Kardeşimi almaya gelmiştim."


Bir saniye! Abim az önce bir kadına kibarca cevap mı vermişti? Ops! Durum sandığımdan da kötü galiba diyecekken öğretmenin cevabıyla duraksadım.


"Ne cüretle dersimden öğrenci almak istersiniz!?"


Sesinde öfkeden eser yoktu. Şaşkınlıkla gözlerim ikisi arasında gidip gelirken kendimi topladım ve ikisinin arasına girdim. Yoksa bu bakışma abim kazanana kadar bitmezdi.


"Doktor randevum vardı, hocam. Çıkabilir miyim?"


İkisinin ve tüm sınıfın bakışlarının bana dönmesiyle bir an korksam da kendimi tuttum. Öğretmen gözlerini devirerek cevap verdi.


"Çıkabilirsin, zaten dersimiz bitmişti."


Çantamı sırtıma attığım gibi abimin omzunu sertçe sıkarak dışarı çıktım. Ciddi anlamda edebiyat hocası etkilenmişti ve ben edebiyatçı bir yenge hiç istemiyordum. Elim acısa da umursamadan abimi okuldan çıkana kadar çekiştirmeye devam ettim.


Abim bu duruma hiç itiraz etmeden benimle çıkışa kadar geldi ve daha fazla dayanamadan konuşmaya başladı. Şaşırmadım çünkü konuşmak için okuldan çıkmamızı bekliyordu.


"Ne öğretmeniydi o?"


Korkarım ki abi bunu söylemeyi hiç mi hiç istemiyordum. Kollarımı birbirine bağlamış bir şekilde abimin karşısında dikilmeye devam edince anlamıştı aslında kim olduğunu.


"Edebiyat öğretmeni değil mi?"


Usulca başımı sallayarak onayladım. Edebiyat hocalarını sevmezdi ve onun şansına benim tüm edebiyat öğretmenlerim abartı derece giyinip güzel görünürlerdi.


"Abi hadi gidelim."


Abim kendine gelip sürücü koltuğuna geçti. Bende hemen ardından arabaya oturduğumda elimi kemere çarptığımda acıyla yüzümü buruşturdum.


Abimin dikkatini bana vermesiyle batırışımın farkına vardım. Bakışlarım anında ellerimi bulunca kendimi en köşeye kadar çektim. Pek işe yaradı sayılmaz çünkü abim ani bir hızla elimdeki bandanayı söktü. Telaş yapmaya bile vakit bırakmadan ellerimi kendi ellerine tutsak etti.


Biraz baktıktan sonra o da yüzünü buruşturarak elimi bıraktı. Şimdiye kadar tek kelime etmemişti derken öfkeyle hırıltısı kulaklarıma ulaştı.


"S*ktir ya!"


Evet, güzel batırdık. Yutkundum sertçe ve abimin arabayı çalıştırışını izledim. Bazen insanı korkutuyordu. Aniden arabanın hızlanmasıyla irkilsem de hızlı toparlandım.


Arabayı bir eczanenin orada durdurana kadar bana dönüp bile bakmadı. Arabadan indiğinde hareketlendim fakat kapı kilit sesi duymamla gözlerim şokla açıldı.


Suratımı asarak kollarımı birbirine daldım. Sinir bozucuydu çünkü arabaya kilitlenmek. Abimin geri gelmesiyle birlikte kucağıma hiç de kibar olmayan bir şekilde atılan poşet ile irkildim fakat suratımı asmaya devam ettim.


İçimden gelen o saçma merak duygusu daha fazla dayanamadı ve poşetin içindeki ilaçlara bakma gereği buldu. Poşette bir tane ezik kremi, bir tane ağrı kesici ve birkaç paket de sargı bezi vardı.


Bana sinirlense bile her ne kadar haklı da olsa kıyamıyordu işte. Benim abim belki kötü çocuk gibi görünebilirdi ama o fazlasıyla fedakar ve düşünceli birisiydi. Aynı zamanda kalbi kırık...


Kaan'ın aksine duygularını çok belli etmezdi. Genelde anlayabildiğiniz duygusu öfke olurdu fakat bunu herkes anlamazdı. Onunla yıllarca birlikte yaşayınca ortak yönlerinizi keşfediyordunuz. İnanır mısınız, o saçma sapan yaşadığım şeylerden sonra yanımda duran asıl kişi abimdi.


Elleriyle direksiyonda ritim tutan abimi izlerken yakalanmam an meselesiydi. Hatta belki yakalanmıştım ama umurumda değildi. Benim olana bakamayacaksam neden benim olmuş ki yani. Gözlerimi bir an olsun onda ayrılmadı ve o homurdanmayla karışık bir şekilde konuştu.


"Öyle bakmayı keser misin!?"


"Nasıl bakıyormuşum ki?"


Sevgilisine naz yapan kızlar gibi duruyor değil mi? Hayır ama, o benim abim ve biz genelde böyleyiz.


"Yiyecekmiş gibi bakıyorsun."


Ağzım açık bir şekilde abime bakarken yüzüm şekilden şekile girmişti. Hayır ya, bu bana yapılmazdı ama. Böyle basit şeylerden kolayca utanan bir yapım vardı ve bundan nefret ediyordum.


"Utandın..."


Gerçekten eğleniyordu bu halimden. İçim sinirden ve utançtan kanarken renkten renge girmiştim. Ah! Bu kadar utangaç olamazdım.


"Isırabilir miyim, elma yanakları?"


Evet, böyle devam edersek eğer kaza yapacağız gibi duruyor. Birbirimizle alay etmekten zevk alıyorduk kesinlikle. O benimle daha çok dalga geçse bile çok eğleniyorduk kendi aramızda.


O büyük binaya geldiğimizde sessizce yutkundum her gelişimde olduğu gibi. Bu bina bir danışmanlık merkezi diyebilirim size. Ve ben de buraya düzenli olarak gelirdim.


Buraya asıl gelme sebebim aslında yaşadığım şeylerden sonra geçirdiğim karışık ruh halinden kurtulmak istememdi. Psikolog demeyi sevmiyordum açıkçası. Ruh doktoru demek daha hoş geliyordu bana.


Benim doktorum ise abimin lise arkadaşı Melih abiydi. Kendisi abimle iletişim kurduğu sırada biz Almanya'da bulunuyorduk. Abim üstü kapalı olarak durumumu anlatınca o da üniversiteyi bitirdiğini ve bir klinik açmayı planladığını söylemiş abime. Biz de geri dönünce benim onunla görüşmeme karar vermişlerdi.


Olanları anlatmayı çok hoş karşılamamıştım en başta fakat Melih abiyi tanıyınca rahat bir şekilde olmasa bile anlatmıştım. Tam olarak anlatmamıştım aslında ama zordu kelimeleri bir araya getirmek.


Merdivenlerden çıkarken bir elimde ilaç poşeti diğer elimde ise bandana vardı. Acısını daha çok hissetmeye başlamıştım. Yine de kendimi abimin yanında ifade edemezdim.


En sonunda Melih abinin odasına geldiğimizde abim kapının önünü işaret ederek orada beklediğini ifade etti. Onayladıktan sonra adımlarımı odaya yönlendirdim. Kapıyı açmamla birlikte Melih abinin bana dönen samimi bakışlarıyla birlikte içeri girdim.


Hataları için olan koltuğa oturduğumda biraz yakınımda olan koltuğuna oturmadan önce gülümseyerek karşıladı beni.


"İçecek bir şey ister misin?"


Başımı iki yana sallayarak istemediğimi belirtmemden sonra elinde çay kupasıyla koltuğuna oturdu.


Kahverengi, uzun saçları gözlerinin önüne dolanıyordu. Ela gözleri ise birçoğu kendine çekebilecek kadar güzeldi. Gözlerinde yatan o eğlenceli insanı dışa vurmuyordu belki ama ben bunu anlayabilirdim.


"Bugün nasılsın, Beril?"


Terapiye başlamıştık genelde olduğu gibi. Aslında eğlenceli geçerdi ama çoğu zaman çıkarken öyle bir şey söylerdi ki insanın kafası darmadağın olurdu.


"Birazcık kırık, biraz üzgün, biraz da sinirli."


Gülümsedi cevabıma. Genelde verdiğim cevaplara benzemiyordu bu seferki cevabım. Bu sefer gerçekten hissettiğimi söylemiştim. Aylardır, hatta yıllardır konuşuyorduk ama daha önce içimden hiç bu kadar dürüst olmak geçmemişti.


"Peki, bir sebebi var mı?"


"Tabii ki de var. Ayrıca bugün okula gittim, hem de hiç bilmediğim bir okula... Ne kadar berbat hissettirdi biliyor musun? Sanki herkes bana bakıyormuş gibi. Kimse beni istemiyor, herkes benden tiksiniyormuş gibi. Peki, ben ne yaptım? Sadece sustum..."


İçimi boşaltmıştım. Çok rahatladığımı söyleyemem fakat biraz olsun iyi hissettirmişti.


"Yalnız ve kimsesiz hissetmişsin yani?" dediğinde başımla onayladım.


Bakışlarım istemsizce ellerime dönünce yüzümü buruşturdum. Bu sefer acısını hissetmeye başlamıştım. Yüzümün halini gören Melih abi sakin bir şekilde yaklaştı.


"Eline ne oldu, peki?"


"Duvarı yumrukladım." Durdum ve aniden cevap verdim dürüstçe.


Başını aşağı yukarı sallayarak oturduğum koltuğun ucuna oturup elimin üstündeki bandanayı çözdü yavaş hareketlerle. Ben ise elimden geldiğince bağırmamaya çalışıyordum. Dayanılmaz derecede acıyan elimin aksine ısırdığım kolum da acıyordu artık.


Melih abi, eczane poşetinden çıkardığı kremi elime dokundurduğu an daha fazla dayanamayıp elimi ani bir hızla kendime çektim. Ağzımdan çıkan iniltiye de engel olamamıştım. Elimin üstüne doğru üflerken acısı geçiyor gibi gelmişti.


Kremi nazik hareketlerle elimde gezdirirken Melih abinin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Sürmeyi bitirdiğimde elimi sarması için Melih abiye uzattım. Elimi elinin arasına koydu. Sargı bezini elimde dolandırırken refleks olarak dişlerimi sıkmıştım.



Elimi sardığında huzursuzca ve biraz da utanarak diğer elimi uzattığımda garip bir ifade ile elime baktı ve kremden biraz daha sıktı ve elime sürdü. Bu sefer daha çok dayandım çünkü bu diğer elim kadar çok acımıyordu.


Onu da sardıktan sonra yanımdan kalkıp koltuğuna oturdu ve defterine birkaç not aldıktan sonra bana döndü.


"Ne zaman ve nasıl oldu?" dedi psikolog edasıyla çıkan sesi ile beraber.


"Okulda, öğlen arasında." dedim tek düze bir sesle.


"Anlatmak ister misin olanları, peki?" dediğinde gülümsedim ve başımı onaylarcasına salladım.


Okulda olanları anlattım. Hem de her şeyiyle birlikte. Çünkü artık bir şeyleri içime atmakta sıkılmıştım. Ayaz ile olan konuşmamızı, yemek sırasında olanları, derste olanları da anlattım. Bitirdiğimde ise hem ben hem de ruhum yorulmuştu.


Derin bir nefes verirken koltuğa sırtımı yasladım. Gözlerim istemsizce ellerime kaydı. Bugün babama yemek hazırlarken yardım edemeyecektim.


Terapinin bitmesine az kalmıştı. Melih abi ile biraz daha günlük olaylardan konuştuktan sonra bir anda garip bir soru sordu.


"Korkuyor musun?"


Sesimle gizlediğim karmaşık duygular ile cevap verdim hiç düşünmeden.


"Evet..."


"İşte bu yüzden asıl korkusuz sensin."


Duyduğum kafa karıştıran cümle ile kaşlarımı çattım. Kafamı meşgul eden bir şey sormuştu yine.


Yine kafam karışmış bir şekilde odadan ayrıldım. Kapıda oturmuş telefonuyla ilgilenen abimin bakışları beni bulduğunda hemen oturduğu yerden kalktı ve merdivenlere yöneldik.


Sargılı elimi abimin eline doladığımda abimin kibarca elimi sıktı. El ele aşağıya kadar indik. Hiç konuşmadık. Genelde terapilerden sonra pek konuşmazdık eve gidene kadar.


Otoparktaki arabaya bindikten sonra ön koltuğa oturdum. Kemeri bağlayacağım zaman abim uzanıp kemeri bağlayınca bir an donakaldım. Abim geri çekildiğinde hala o şekilde durunca abim gülerek arabayı çalıştırdı.


"Yüzünün halini görmelisin."


Hafifçe kıkırdayarak normale döndüm. Elimiz aynı anda radyoya uzanınca birbirimizin parmağına basarak keyifle radyoyu açtık. Kulaklarımızı dolduran elektro gitar sesiyle gülümsedik.


Eve gidene kadar keyifle aynı şarkıyı dinledik. Mutluydum her şeye rağmen, yaşadığım her şeye inat, her şeye nispet yaparcasına...


Madem seni çok istiyorlardı.


Öylece ortaya koymasalardı.


Aldım bir kere geri vermiycem


Aşığım mutluyum vazgeçmiycem...


***


Neşeli sesimle eve giriş yaptığımda salondan babamın sesini duymayı beklerken sessizlik ile karşılaştım. Hızlı adımlarla salona girdiğimde kimsenin olmayışı ile yüzüm düşse de moralim bozulmadı. Güle eğlene merdivenlerden odama çıktım.


Üzerimdeki ceketi çıkarıp bir köşeye attım her zaman yaptığım gibi. Üstümdeki okul formasından kurtuldum aynı hızla. Üzerime rasgele geçirdiğim bol eşofmanım ve ince sweetshirtüm ile rahatlamıştım.


Rutin olarak yaptığım şeyleri de yaptıktan sonra kulağıma taktığım kulaklık ile dağılmış olan odamda döndüm zevkle. Hayat bazen mutlu ediyordu beni. Ve o anları tepe tepe kullanıyordum.


Elime aldığım telefonum ile birlikte hoplaya zıplaya aşağı indiğimde kapının orada abim ve babamı görmemle seslendim onlara.


"Selamlar, yakışıklılarım."


Öylesine coşkulu çıkmıştı ki sesim tüm eve bir enerji yayılmış gibi geldi bana. Salona gelen babam kolları arasına aldığında beni huzura ermiş gibi hissettim. Kollarımı olabildiğince sıkı sardım babamın beline.


Sarılma merasimimiz de bittiğinde babam odasına ben de mutfağa yöneldim. Mırıldanarak dolaptan çıkardığım yiyecekler ile birkaç şey hazırladım. Arkadan belime dolanan kollar ile başımı geri yasladım. Babam gelmişti tabii ki de.


Yemekleri beraber yapar, beraber toplardık. Abimleri pek mutlu etmese de biziz mutlu ediyordu. Bir şekilde tüm hayatı unutup birbirimize veriyorduk kendimizi.


Kalan birkaç şeyi de hazırladıktan sonra masaya oturabilmiştik. Bol konuşmalı ve neşeli geçen yemek saatlerimiz bu sefer babamdan dolayı suskundu. Hepimiz birbirimize bakıyorduk ama hiçbirimiz konuşmuyorduk. Ya birimiz buradakilerin kabul etmek istemeyeceği bir şey yapmıştı ya da kimse konuşmak istemiyordu.


Yemek sırasında oluşan sessizlik babamın cümlesiyle bozulmuştu.


"Ben bir şey yaptım." dediğinde içimdeki hisler harekete geçmek istediğini ifade ediyordu.


"Biliyordum, bu masa da biri bir şey saklıyordu!"


Evet, yine susamadım. Babam gülümseyerek baktı. Fakat bu gülümsemenin altında yatan özür dilerim ifadesini anlamıştım. Kim bilir ne yapmıştı bu sefer düşünmek bile istemiyordum.


"Misafirimiz var ve sizin yukarı çıkmamanız gerekiyor."


Duyduğum şey ile donakalmıştım. Annem... ondan sonra bu eve misafir geldiğinde odamdan çıkmazdım ve misafir demek benim için fazlasıyla kötü bir kelimeydi.


"Pardon, anlamadım!" dedim adeta köpüren bir sesle.


Bazılarımızın iyileşmeyen yaraları vardı bu evde ve bu kişiler yaralarına bıçak sokulmasını istemiyordu. Sinirle oturduğum sandalyeden kalktım. Birilerinin bu eve girmesi bile benim için bir kabus iken hala atlatamamış olduğumu fark etmemle kendime içimden okkalı bir küfür geçirdim. Afiyet olsun, diyerek son hızla odama çıktım.


Korkup kaçmıştım yine savaşmaktan. Köyü bir dönemin ardından bazı şeylere alışamıyordum. Aylar süren bir yok oluşun ardından çıkan fırtınada kaybolan ruhum kendini toplamaya çalışıyordu.


Konuşmak istemiyordum ve içimdeki çocuk bile bıkmıştı bu şekilde yaşamaktan. Her şey sıradan geliyordu, yaşamak gibi, konuşmak gibi, duymak gibi...


Bir kez kaybedince anlıyordunuz savaşın ne olduğunu. Tüm tabuların yıkılışı öyle büyük acı veriyordu ki insana... Sadece bir kişinin yokluğu baştan aşağı yıkım gibi gelirdi. Olan tek şey o gitmişti ve yapacak hiçbir şey kalmamıştı.


Tüm çıkar yollar kapanmış odada kapalı kalmıştım. Dizlerimi kendime daha çok çektim. Sırtımı yasladığım yatağıma sığındım beni sarıp sarmalısın diye. Gözlerim duvarda asılı olan büyük postere gitti. Ne kadar da güzel gülmüştü Harley Quinn*.


En sevdiğim film karakterlerinden biriydi Harley Quinn. Filmi defalarca kez izlemiştim de haliyle. Odama da kocaman bir posterini asmıştım. Her şeyde olduğu gibi ondan da artık çok haz etmez olmuştum. Kolay sıkılıyordum yapımdan dolayı.


Kollarımı dizlerime dolamış bir halde dakikalarca oturdum. Sakinleşmeyi umarken kendimi daha da çok yormuştum. Nemli gözlerimi hafif hafif sildim. Şu koca Dünya'da yolumu kaybetmiştim ve bulamıyordum.


Yavaş yavaş olduğum yerde sallanırken ellerim titrek bir şekilde karanlığı tuttu. Karanlıkta odamda oturuyordum. Perdeler çekili, tüm oda karanlığa hapsolmuştu.


Umut dediğimiz o his bedenimden uzaklaşıyordu yavaş yavaş. Cebimden çıkardığım kulaklığı kulağıma yerleştirdikten sonra eski halime geri döndüm. Sesi yükselttim ve şarkıyı mırıldandım. Artık kafamdakileri müzik bile susturamıyorsa ben tamamen yok olmuşum demekti.


Kendimi Dünya'dan silmek istedim sadece bir anlığına. Veya da küçük bir çocuk olmak istedim tekrar. Hiçbir şey umurunda olmayan, tek derdi oyun olan...


Bir Dünya hayal ettim o an kendi kafamda. Herkesin mutlu olduğu, adaletin her koşulda yürütüldüğü, Sayısız kötülüğün olmadığı, tüm insanların mutlu olduğu bir Dünya...


Şimdi tekrar düşündüm de imkansız gibi bir şeydi sanırım bu. Tüm o güzel şeylerin içinde bile kötü hatıralar gizliydi. Tamamen iyi olmazdık.


Gözlerimden akan yaşları kolumla sildikten sonra daha çok akmak için anlaşmışlardı sanki. İnsanlar umursamadığımı sanıyorlardı belki ama gerçek bambaşkaydı. Çünkü insanları umursamamak için kafamın içinde yaşamak zorundaydım...


Kulaklığı bir hışımla kulağımdan çıkardım attım. Toparlansam iyi olacaktı. İçimden tekrar fısıldadım kendime 'Umursama ki seni üzemesinler.'


Kapı tıklatılma sesini duyduğum gibi ayağa fırladım. Kulağımı kapıya dayadım ve konuşulanları duymaya çalıştım. Bu konuşanlar babam ve abimdi.


"Baba, dayanamıyor. Melih bana içtiği ilaçların ne kadar ağır olduğundan bahsetti bugün eve geldikten sonra. O daha da kötü oluyor baba."


"Görmediğimi mi sanıyorsun? Elimden bir şey gelmiyor. Ne yapmamı bekliyorsun ki, anlamıyorum seni bazen."


Konuşulan konu bendim ve babam ile abim benim yüzümden kavga ediyorlardı...


"Neden baba? Sen bize hep ne dedin; ne olursa olsun sizin yanınızda olacağım, sizi karanlıklardan aydınlığa kavuşturacağım, demedin mi? Söylesene baba, neden bize yalan sözler verdin?"


Sessizliğin ardından çok kısık bir sesle şu cümleyi duydum. Tam olarak böyleydi.


"Sizi kurtarmaya çalışırken oraya hapsoldum..."


Babam çok yorulmuştu her seferinde bizim sırtımızı dik tutmaktan. Her battığımız çukurdan bizi kurtarmaktan...


Adım seslerinin ardından kapının kilidini çevirdim. Kendimi odama hapsettim yine. Siyah ve kırmızının hakimiyet kurduğu odama göz gezdirdim usulca.


Odam aslında üç parçadan oluşuyordu. Bir kısmında yatağım ve giyinme odam vardı. Bir diğer kısmında da banyo ve lavabo vardı. Diğer kısımda ise baştan başa kitaplarla çevrili sığınağım vardı. Yatağımın olduğu yer ile çalışma odamı camdan bir duvar ayırıyordu. Yatağımın hemen yanında büyükçe bir cam vardı. Hatta özel olarak istemiştim bu pencereyi. Önüne minder koyup oturabileceğim kadar geniş bir yapısı vardı.


Canım sıkıldığında oraya oturur etraftaki ağaçları ve az uz olan evleri incelerdim. Odamın en sevdiğim kısmı vazgeçilmezim olan kısım kitaplarımın olduğu bölümdü. Çaresiz hissettiğimde kendimi kitaplarıma gömerdim.


Yatağımın olduğu büyük kısma adımladım usulca. Yatağım kırmızı ve siyah renklerden oluşan sıradan bir yataktı yani. Çift kişilik kadar büyük olmasa da tek kişilik olamayacak kadar da büyüktü.


Yatağıma oturduğumda durdum ve bakışlarımı odamın duvarlarında gezdirdim. Sade seven bir insandım fakat posterlere bayılırdım. Özellikle de müzik gruplarının posterlerine.


Gözlerim anında dolu kadehi ters tut'un posterine gidince gülümsedim. Bu poster benim için anlam ifade etmiyordu aslında. Sadece... bir an içimden gülümsemek geçti.


Sırtımı rahatça yatağın başlığına yasladım ve ayağımı uzattım yatağımda. Rahatıma düşkün bir insandım ve bir o kadar da üşengeç...


Kapı sesi ile kendime geldiğimde babamın geleceğini söylediği kişilerin geldiğini düşündüm. Yatağımda hiç kıpırdamadan oturmaya devam ettim. Taa ki kapım çalınana kadar.


"Ne var! Siktir git lan!" diye söylenerek bağırdım.


"Gelir misin kapıya, güzelim." diyen babamı duymamla yatağımdan fırlamam bir oldu.


Kulağımı kapıya dayadım ve beklemeye başladım.


"Bak bir kez olsun bana inan ve aşağı gel. Lütfen!.."


Babamın sesinde duyduğum tını ile istemeyerek de olsa kapının kilidini çevirdim. Kapı kolu çevrildi ve babamın bana bakan gözlerine odakladım gözlerimi. Endişeliydi hem de fazlasıyla. Omuzlarımı düşürdüm ve adeta yalvarmaya başladım.


Babamın olumsuz anlamında salladığı kafası ile son çare olarak dudaklarımı büzdüm. Fakat babam o kadar umursamıştı ki beni işlemedi. Pencereye doğru yürüdüğüm sırada babam bir eliyle kapıyı kapattı ve içeri girip kolumu tuttu.


"Bir kez olsun beni dinler misin, bebeğim." derken bile sesi adeta yalvarıyordu.


Başımı olma anlamında iki yana salladığımda gülümsedi. Kollarını iki yana açmasıyla birlikte başıma göğsüne, güvenli limanıma gömdüm. Huzur dolu bir sarılmaydı belki ama bana eksik olan hislerimi hatırlatıyordu.


Gözlerimden akan yaşlara aldırmadan kollarımı sırtında dolaştırdım. Islanmış olan kazağının üzerinde gözyaşlarım durana kadar bekledim. Kendimi geri çektiğimde benden ayrıldı ve tam gözlerimin içine baktı.


Eğilerek çenemden tutarak gözlerimin etrafını sildi. Başımı aşağı yukarı salladıktan sonra aşağı geleceğimi söyledim.


"Geliyorum fakat biraz bekletmem sorun olmaz umarım."


"Bekleriz tabii ki de sizi, leydim." dedikten sonra odadan çıktı.


Burnumu çeke çeke banyoya adımladım. Aşağı inmeyi ani bir şekilde planlamıştım. Belki de yapamayacaktım bilmiyordum. Birisinin veya bir şeyin yokluğuna alışmak zordu. Ben hala alışamamıştım mesele annemin yokluğuna.


Gözlerimin kırmızısını giderdikten sonra lenslerimi çıkartıp suya koydum. Sehpanın üzerindeki gözlüğü alıp gözüme taktım. Derin bir nefes aldım. Yapmak zorundaydım. Hiç olmadı korkar kaçar kendimi odama kilitlerdim yine(!).


İnmeden önce elime tutuşturduğum minik bir sigara arasıyla korkumu unutmayı denedim. Aniden açılan kapı ile paniklesem de arkamı döndüm yavaşça.


"Gelecektim ben gelmeseydin iyiydi hani!" derken odaya girenin öğle arasında yemek yerken bana bakan mavi gözlü o çocuk olduğunu fark etmem ile durdum.


"Yanlış geldin herhalde. Kaan'ın odası mavi kapılı oda."


Uyarırcasına söylediğim cümle ile o çoktan odamı incelemeye başlamıştı. Sinirle ofladım ve kapıya doğru ilerledim. Kaşlarım çatılmıştı ve gerçekten sinirlenmek üzereydim.


"Çok üzgünüm, Kaan'ın odası hangi kapı demiştin?" derken bile hala odamı incelemeye devam ediyordu.


"Mavi!" dedim üzerine basa basa.


"Peki, saol." diyerek odamdan çıkarken gözlerimi devirdim.


Elimdeki sigarayı camdan aşağı attıktan sonra kapıdan dışarı adımımı attım. Korkuyordum fakat alışmak zorundaydım. O artık yoktu kabullenmek zorundaydım.


Sevgili annecim, eğer burada olsaydın beni sarıp sarmalar bir şekilde sakinleştirirdin. Keşke burada olsaydın.


Ellerimle oyalanarak merdivene kadar geldim. Ellerim titriyordu. Konuşulanları net bir şekilde duyabiliyordum. Yutkundum ve ayaklarımın beni salona götürmesine izin verdim.


Adım seslerimin yankılanmasıyla herkesin bakışları beni bulmuştu. Başımı dik tutarak salona girdim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kafam tamamen karışıktı ve kendimi tamamen anın akışına bıraktım.


"Hoşgeldiniz..." diye geveledim ağzımın içinde.


Başlarını gülümseme eşliğinde salladıklarında babamın yanına doğru oturdum. Birazcık dibine girmiş olabilirim belki de. Beni anlayacağını düşünüyordum. Kolunu enseme dolayıp beni sarmasıyla rahatladığımı hissettim ve korkak bakışlarımı etrafta gezdirmeye başladım.


Onlar ise konuşmalarına geri dönmüşlerdi. Bir süre öyle durduktan sonra babam kulağıma eğilerek sessizce fısıldadı.


"Yapacağını biliyordum fakat bu konuda anlaşamıyoruz. İçme şu lanet şeyi."


Gülümsedim onun sözlerine karşı.


"O halde sen niye içiyorsun?" diyerek karşılık verdiğimde onu bozguna uğratmıştım. Zafer kazanmışçasına bir gülümseme ile oturmaya devam ettim.


Karşı koltukta oturanları izleme fırsatı bulduğumda gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu gelen bu sabah okulda gördüğüm Gamze Hocaydı. Şaşkın bir şekilde oma bakarken o ise sanki beni tanıyor gibiydi. Belki de gerçekten tanıyordu?


"Baba, lütfen bana Haluk amcanın şu an karşımda oturduğunu söyleme!" aniden babama dönerek söylediğim sözlerle hepsi birden gülümsedi.


Ne kadar da değişmişti Gamze abla 3 yılda... Onun aksine Haluk amca hiç değişmemişti. Haluk amca babamın çocukluk arkadaşıydı. Gamze abla yani hoca da onun eşi oluyordu bu durumda. Gözlerim koltuğa döndüğünde Aslı ile buluştu. Koca kız olmuştu tatlı şey.


O zaman Metehan da benim çocukken anlaşabildiğim tek çocuk oluyordu. Gözlerimin parladığına emin olduğum sırada üzerime doğru atlayan Aslı ile dudaklarımdan kaçan kahkahaya engel olamadım.


Bir anda kahkaham boğazıma düğüm oldu. Eski günler aklıma doldular ve ben konuşamadım. Kaçıp gitmek istedim oradan. Kendimi zor tuttum. Babamın durumu fark etmesi çok geç olmadı.


Aslı'nın üzerimden aniden çekilmesiyle babamın elleri yüzümle buluştu. Donup kalmıştım yine ve bu sefer çok korkunçtu. Beynim donmuş o anda takılı kalmış gibiydim. Nefeslerim hızlanırken öylece durmaya devam ettim. Kulaklarımdan yükselen çınlama ile göz bebeklerim iri iri oldular.


Babamın ellerimi saçlarımda dolanırken abimlerde dahil olmak üzere herkesin etrafımda olduğunu fark ettim. Dudakları kıpırdıyordu fakat ben onların seslerini duyamıyordum. Korkuyla fısıldadım sadece. Kabus tekrar başlıyordu ve ben delicesine korkuyordum.


Kollarım karanlığı kucaklarken gözlerimden sıcak yaşlar aktı. Tüm yüzümü dolaştılar yavaş ve usulca. Etraf fazlasıyla sessiz ve ıssızdı. Kendimi yalnız hissediyordum. Etrafta dolaşan insanlar beni işaret ediyorlardı. Benden tiksinircesine bahsediyorlardı.


Gözleri arsızca üzerimde dolaşıyordu. Korkuyordum, kimse tutmuyordu elimden. Kaybolmuştum karanlığımda, yalnız kabuslarımda... Ellerimi sinirle saçlarımdan geçirdim. Kızıl ve uzun saçlarımdan nefret ettim. Anneme benzemekten nefret ettim. Elini tutup kurtaramadığım için nefret ettim kendimden...


Yapamadığım her şeyden utanç duydum. Ellerini tutamadığım insanlardan, dokunamadığım alev koruma... Ellerim günahlarımla lekelenmişti. Bu leke geçmek bilmiyordu. Kalbim direnmek istemiyordu bu acıya... Koruyamadığım bedenime, kurtaramadığım hayallerime... Mutlu olduğum her günden nefret ettim.


Vücudumda gezinen eller ile daha çok tiksindim bedenimden. İğrenç hissediyordum. Kendimi leşten farksız hissediyordum. Çığlık attım tüm sokak da yankılanacak. Ne oldu biliyor musunuz? Duyamadım kendimi. Oturdum kaldım olduğum yere. Sesim çıkmazken insanlara derdimi anlatmamın hiçbir anlamı yoktu.


Bana dokunan ellere direnmekten vazgeçtim, anne. Sen yoksun, anlamı yok bu Dünya'nın. Bırak dokunsun onlar bana. Ben pes ettim sende bırak.


Sevgili anneciğim, bildiğim bir şey varsa o da bir daha eskisi gibi olamayacağımdır. Sen yokken bunun hiçbir anlamı yok çünki.



*SON*


03.01.2021


Loading...
0%