Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@bayangizemxx_

Gece mavisi gözlerinde kayboldum bul beni Tüm hata benim sana bu şarkılar bu gece duy beni Gece mavisi gözlerinde kayboldum bul beni Tüm hata benim sana bu şarkılar bu gece duy beni
Elyas & Taha – Gece Mavisi

Hani bazen susar ya insanlar, işte o zaman sevmeye başlarlar. Sessizliği sevmeye başlar, yalnızlığı sevmeye başlar, beklemeyi sevmeye başlar. Artık ask o kadar basit bir şey olmuş ki önünüze çıkan kime sorsanız aşıktır. Aşkı bu kadar küçük bir duruma düşürdünüz ki seni seviyorum, demek bile günlük bir cümleye dönüştü. Söylesenize birini sevmek bu kadar basit bir duygu olmalı mı?
Cehennem ateşinden beter olduğunu söylerler aşkın. Sahiden öyle midir? Yoksa sadece bir istiareden mi ibarettir? Birbirini seven iki var ya o iki insan Dünya’da görebileceğiniz en mutlu ve huzurlu insanlardır. Fakat aralarında açılan en ufak mesafedir cehennem.
Gözlerine bakarken bile gülebilmektir aşkı yaşamak… Her olaya gülerek bakabilmektir birisini sevmek… Onu her gördüğünde kalbin atış şeklini bile değiştirmesidir aşk. Sanılanın aksine iki basit kelimeden ibaret değildir. Birbirini seven iki insan arasındaki mesafedir cehennem…
Karanlığa alışmış gözlerim usulca açıldı Dünya’ya. İlk başta zorlansam da açtım gözlerimi. Vücudum tamamen uyuşmuştu ve bu benim canımı yakıyordu. Gözlerimi bulunduğum ortamda gezdirdim bir süre. Odamdaydım, en son neredeydim? Bana ne olmuştu?..
Yakınımda olan ilk kişiyi incelemeye başladım usulca. Sarı saçları karışmış oturduğu koltukta uyuyakalmıştı. Acaba gözleri hangi renk, diye geçirdim içimden. Pürüzsüz teni, dağılmış saçları… Neredeydim ben böyle? Onun dışında başka biri daha vardı odada. Üzerimdeki bakışlarını fark etmemle ona döndürdüm bakışlarımı.
Dudakları yukarı doğru hafifçe kıvrıldı fakat gözleri kıpkırmızıydı, bunu görebiliyordum. Ellilerinin başında gibiydi. Gözlerinin kenarındaki kırışıklıklar bunu ifade ediyordu. Beyaz gri karışımı saçları ise yakışıklı gösteriyordu onu. Gözleri… hüzün doluydu, endişe; korku, kaybetme korkusu…
Dudakları aralandı usulca. Cevap beklercesine bana bakarken kaşlarım çatıldı. Anlamazca ona bakarken fısıltıları kulağıma ilişti.
“Beni duyabiliyor musun?”
Bu babamdı… Söylediği cümle ile gözlerimden bir damla yaş süzüldü. Başımı hafifçe iki yana salladım. Yaşlar daha fazla akıyordu gözlerimden. Görüşüm bulanıklaştı, ama ben elimi kaldırıp gözlerimi silemedim…
Babam yanıma geldi, önümde eğildi. Yavaşça ve dolu gözlerle gözlerimi sildi. Tek kelime söyleyemedim. Konuşamadım, dilim varmadı kelimelere… Yine de duyamadığım birkaç şey fısıldadım.
“Çok az…”
Kollarımı babamın boynuna doladım sımsıkı. Hiç bırakmak istemedim onu. Beni hiç bırakmasın istedim. Korktum, beni bırakıp öylece giderse diye… Kalbime battı kırık cam parçaları ve ben daha fazla kıvrandım içimde. Babam cebimden bir alet çıkardı. Bu bir işitme cihazıydı…
Yutkundum ve sessizce kabullendim durumu. Vücudum artık kendi kararlarını vermeye başlamıştı ve ben buna karşı koyamazdım diğer herkes gibi…
***
Hastane bugün normalden de karışıktı. 5 ağır yaralı hasta, 2 çocuk ve kurtarılamayan bir anne… hayatları yerle bir olmuştu. Kadının kocasının doktor olduğunu öğrenmişlerdi ve bu onları daha da strese sokuyordu. Adam çok iyi bir cerrahtı ve şu an ağır yaralı bir şekilde ailesi ile birlikte yoğun bakıma alınmıştı. Karısı ise… söylemek ne kadar zor olsa da çok kötü durumdaydı.
Polis soruşturmasının ardından kazanın tüm ayrıntıları açıklanacaktı. Fakat şu an görünen duruma göre karşıdan gelen araba ile çarpışmaya benziyordu ve duruma bakılırsa aile çok da hızlı bir şekilde seyretmiyormuş.
“Gelmeniz gerek!”
Duyduğu acil çağrı ile hızla yerinden kalkan doktor, koşar adımlarla gelen ambulansa baktığında fazlasıyla şaşırmıştı. Ambulans görevlisini dinlemeye çalıştı tüm şaşkınlığını bir kenara atıp.
“Az önce ambulansla gelen ailenin kızı. 13 yaşında. Ağır yaralı, tahminen kafa travması var.”
Birkaç doktor ve diğer kişiler sedyeyi hızla ameliyathaneye sürdüklerinde doktor hızla üzerine geçirdiği ameliyat önlüğü ve eldiven ile kendini ameliyathaneye attı.

Ameliyat bitmiş ve sonuç olarak tüm aile yoğun bakıma alınmıştı tek bir kişi hariç… Kurtaramamışlardı zavallı kadını. Arkasında 3 çocuğunu ve kocasını bırakıp veda etmişti hayatına. Tam olarak konuşmak zordu ancak yaralara bakılırsa araçlar yolcu koltuğunun olduğu taraftan çarpışmıştı ve onun sonrasında araç şarampolden aşağı yuvarlanmıştı.
Hasta yatağında yatan küçük kıza bakarak gülümsedi. Kim bilir ne temiz hayalleri vardı onun. Yıkılmışlardı işte bir anda. Belki de bir cerrah olmak istiyordu babası gibi. Veya da iyi bir mimar, annesi gibi harika bir anne olmak isterdi belki de… Fakat bunca yaşadığı şeyden sonra anne olmak isteyeceğini hiç sanmıyordu.
Hemen yanında yatan genç adama baktı ardından. Babasına karşı çıkmış cerrah olmayı reddetmişti. O bir savaşçıydı, şifacı olmayı reddetmişti… Daha gençliğinin baharındaydı, daha annesi ile kız arkadaşını tanıştıracaktı. Bunun gibi bir çoğu şey yerle yeksan olmuştu.
Cerraha çevirdi bu sefer de gözlerini. Hayatının aşkı olan kadını kaybetmişti büyük ihtimalle. Çok seviyordu belki onunla geçen günlerini ama ne olmuştu? Bir anda o da kayıp gitmişti avuçlarından.

Saatler geçmişti şimdiden. Adamın akrabalarına haber vermek çok ağır gelmişti. Haber verse muhtemelen paparazziler akın edecekti hastaneye. Tüm basın öğrenecekti elbet bu acı kaybı fakat bu şekilde olmamalıydı. Saatlerdir odasında dört dönüyor bir yol arıyordu.
Açılan odasının kapısı ile adımları durdu, bakışları kapıya yöneldi. Orta yaşlı bir adam ve kadın aniden içeri girdiler. Bunlar… o adamın annesi ve babasıydı… artık vakit gelmişti.
“Hakan nerde? Kardeşim nerde? Peki ya Beyza? İyi mi onlar?”
Şaşkınlıkla kaşları havalandı doktorun. Bu kişiler onların ailesi değildi, arkadaşlarıydı. Umutsuz da olsa, söylemek zor da olsa yapmak zorundaydı. İfadesiz suratı ile konuşmaya başladı yavaş yavaş.
“Beyza Soykan’ı kaybettik. Hakan, Kaan, Alkan ve Beril… yoğun bakım ünitesinde.”
Olduğu yere çöken kadını kollarından tutup sandalyeye oturttuktan sonra doktora döndü adam.
“Bakın, ben de bir cerrahım sizi anlayabiliyorum ama… nasıl olmuş?”
Daha fazla konuşamadan öylece kalakaldı. İnanmak istemiyordu biricik arkadaşının kendinden çok sevdiği kadını kaybettiğine. İlk aşkını kaybettiğine inanmıyordu. Birlikte ne çok anıları vardı peki şimdi? O yoktu ve o yoksa Hakan da yok demekti. Beyza, Hakan’ı en kötü kabuslarından uyandırmıştı fakat şimdi Beyza yoktu, kabusları gerçek olmuştu…
Başını iki yana salladı ve karısının kolunu sıkıca tutarak yoğun bakım ünitesine gitmek için ayaklandı. Yavaş adımlarla ilerlerken kendilerini yoğun bakım ünitesinde buldular. O kocaman alışık olduğu camın önüne geldiklerinde 3 küçük çocuğu görünce hıçkırarak ağlamaya başladı Gamze.
Beyza yoktu ve 3 çocuk yaşamak zorundaydı. Anneleri gitmişti… bunu hiçbiri kabullenmek istemeyecekti. Hele ki Beril… Kim bilir kendinde, saçlarından ne kadar nefret edecekti…
Her saniye şiddetlenen ağlama krizine karşı ayakları direnmeyi bıraktı ve olduğu yere çöktü usulca. Artık Hakan’ın işi daha da zordu. 3 çocuğu için yaşamak zorundaydı. Tüm yaşadıklarını unutup 3 küçüğe odaklanmalıydı. Gerçi Alkan ne kadar küçük olabilirdi ki? Koca adam olmuştu.
Kaan ve Beril… kendilerinden nefret edeceklerdi, aynaya her baktıklarında annelerini kendi üzerlerinde görmek çok acı olurdu… Beyza’nın kızıla çalan saçları ve mavinin en güzel tonu olan gözleri…
Aniden içeriden yükselen bip sesleri ile içeri dalan doktorlar ile herkesin bakışları küçük kıza kaydı. Kalbi durmuştu…
Camdan görebildikleri çok sınırlıydı fakat bu kadarı bile canlarını alev alev yakmaya yetmişti. Dakikalar içinde kızın kalbi tekrar normale dönünce derin bir nefes aldı herkes. Fakat bilmiyorlardı. O kız belki bedenen yaşayacaktı fakat ruhu ebediyen toz olacaktı…
***
Gözlerimden akan yaşlar kurumuştu ve etrafıma ifadesizce bakıyordum. Konuşulan neredeyse her şeyi fısıltı şeklinde duymak çok zordu. Anlamaya çalıştıkça daha da karışık kelimelere dönüşüyorlardı.
Muhtemelen anlamam için biraz fazla bağırmaları gerekiyordu. Olsun, böyle de devam edebilirdim. Şimdiye kadar nasıl ayakta durduysam aynen devam edebilirdim herhalde?
Yatakta rahatsızca kıpırdandım belki beni fark eder de buraya dönerler diye fakat konuşmaya devam ettiler. Yatmaktan yorulmuştum. Evet, ben ciddiyim. Normal bir zaman olsa asla bıkmazdım bundan fakat şu an bu çok sinirimi bozuyordu.
“Yatmaktan sıkıldığımı söylediğime inanmıyorum!” diyerek söylendiğimde fazla bağırdığımdan olsa gerek hepsinin bakışları bana döndü.
İnsan duymayınca bağırdığının farkında olamıyor galiba. Hangi yolla olursa olsun bir şekilde benim farkıma varmışlardı sonuçta. Gidiş yolu çok da önemli değildi, sonuç doğru olsun yeter.
Yavaş bir şekilde yatakta doğrulduktan sonra cin gibi gözlerimi babama diktim. İçim yansa bile gülmek iyi geliyordu tüm yangınlarıma…
Ayaklarımı yataktan sarkıttım. Ellerimle duvardan destek alarak kalktım fakat dengemi sağlayamadan başım döndü. Gözümü kapattım birkaç saniye olduğum yerde durdum. Sırtımdan babamın destek vermesi ile ayakta durabildim.
Babamın koluna girdikten sonra küçük adımlarla alt kata indik. Aşağı indiğimizde aşağıda sadece abim, Kaan ve Metehan’ın olması beni fazlasıyla rahatlatmıştı. Ortadaki geniş koltuğa babamla birlikte oturduktan sonra babam cebinden çıkardığı işitme cihazını kulağıma taktı.
Birkaç cızırtının ardından daha düzgün duymaya başlamıştım. En azından kulaklıkla da olsa iyi duyuyordum. Gülümsedim ve abime baktım. Gözleri yorgun bakıyordu. Korkmuştu, onu korkutmuştum. Tekrar kendimden nefret ettim.
Kaan, bir noktaya odaklanmış öylece bakıyordu oraya. Her zaman olduğu gibi… en sakin tepkiyi o verirdi her zaman. Belli etmek istemezdi hislerini. İnsanları gizliden incelerdi. İnceler fakat düşüncelerini içine atar ve o kişi için bir kimlik oluştururdu içinde.
“Beni incelemeyi kes, küçük şeytan!”
Kaan’ın tıslarcasına söylediği kelimeler ile başımı önüme çevirdim. Bir yandan kızmış bir yandan da endişelenmişti. Her türlü bana öfkeliydi. Biliyordum, onun da içinde bir çocuk yatıyordu. Sadece o içindeki çocuğu susturmanın kalıcı bir yolunu bulmuştu…
“Sana bunu kesmeni söylemiştim!” dediğinde şaşkınca bakışlarımı ona çevirdim.
Bana bakmadan bile ne düşündüğümü anlayabilecek kadar iyi tanıyordu beni. Küçük bir çocuk gibi yüzümü astım. O anda aklıma gelen şeyle birlikte yüzüm eski ifadesiz haline döndü.
“Baba, ne oldu?” demek istediğim aslında eskiye geri mi dönüyoruz, demekti.
“Epilepsi krizi…” dedi ve devamını getiremedi.
Daha önce de geçirmiştim fakat bu biraz daha farklıydı. Belirgin bir titreme yoktu, bir göz seğirmesi yoktu. Sadece bayılmıştım ve kulaklarım uğuldamıştı. Bu çok farklıydı…
Yetersiz belirtiden dolayı epilepsi teşhisi konulmamıştı. Sertçe yutkundum. Hayatım gir gide daha da diplere batıyordu. Bazı şeyleri yok saymak zamanla içsel birikme yapıyor gibiydi. Biriktiriyordum içime ata ata. En sonunda bir gün içimdekiler ağır geliyordu. Yaralarımdan akan kanları durdurmak için yara bantları artık yeterli gelmiyordu. Korktuğum başıma geliyordu, yavaş yavaş tükeniyordum…
Dalan gözlerimi üzerimde bakışları dolanan Metehan’a çevirdim. Bana acıyordu, acır gibi bakıyordu… Ben aciz bir insan değildim olamazdım. İnsanlar bana acımamalıydı. Ben onların acımasını istemiyordum.
Artan kalp ritmim ile derin nefesler aldım. Onca yaşananın üzerine başka bir kriz daha eklemem hayatım mal olurdu. İçime çektiğim derin nefesler sonunda rahatlayamamış, gözlerimi muhtaç bir şekilde babama çevirmiştim. Beni fark etmeyen babam ile gözlerim doldu. Usul usul aktı yaşlar gözlerimden.
Umursamadan sımsıkı sarıldım babamın beline. Kollarımın farkın varan babam beni kollarının arasına aldı. Saçlarımın arasında hissettiğim damlalar ile onunda zehrini akıttığını anladım. İzin verdim zehrini akıtmasına. O beni sıkı sardıkça daha çok sokuldum boynuna. Etrafımızda olan herkesi yok saydım ve sadece bize odaklandım. Bizim birbirimize ihtiyacımız vardı çünkü.
Gözyaşlarım dindiğinde bile ayrılmak istemedim güvendiğim tek limandan. Farkında bile olmadan babamın kucağına oturmuştum küçük bir çocuk misali… Zaman akıp giderken biz birbirimizde takılı kalmıştık…
Birbirimizden zorla da olsa ayrıldığımızda kızarmış gözlerimize baktık. Boğazım düğümlendi bir an. Tek kelime edemedim dakikalarca. Sadece dalgın bir şekilde gözlerini inceledim. Kahveye çalan ela gözlerine daldım uzun uzun.
Birbirimizi dinlemeyeli çok zaman olmuştu. Kol kola partilere gitmeyeli de çok olmuştu. Aniden aklıma gelen fikir ile burk bir şekilde gülümsedim.
“Eski günlerdeki gibi kokteyl partilerine filan mı gitsek? Özlemişlerdir bizi hem. Ne dersin?”
Önce hafif bir gülümseme ile bakmaya devam etti. Sonra başını sallayarak beni onayladı.
“Gidelim tabii. Bende seninle vakit geçirmeyi özledim. Kendini gizlemeni de istemiyorum artık. İçinde yaşamana izin yok bundan sonra.” dedikten sonra çapkınca göz kırptı.
Kıkırdadım neşeyle. Kıkırtılarım zamanla kahkahaya döndüğünde abimlerin garip bakışlarını üzerimde hissetmemle yavaşça voltajı düşürdüm.
Gözüm duvardaki saate iliştiğinde oldukça şaşırdım. Saat gece yarısına gelmişti ve biz öylece duruyorduk.
***
Birkaç dakika sonra Haluk amca iyi olduğuma emin olduktan sonra uyuyan Mete ve Aslı’yı da alıp çıkmışlardı. Evimizde biz bize kalmıştık. Hepimiz salonda bir köşeye oturmuştuk. Arada bir kafamızı kaldırıp birbirimize bakıyorduk. Daha sonra ise yine önümüze dönüyorduk. Resmen kısır döngüye girmiştik.
Buna isyan eden babamın esnemeleri daha sıklaşmıştı fakat o hala uykuya direnmeye çalışıyordu. O esnedikçe de biz de esniyorduk. Garip bir şeydi başkasını esnerken görünce insanın esnemesi. Merak etmiştim işte yeni bir şeyi daha.
“Hadi uyuyalım artık, çocuklar.” diyerek ayaklanan babam ile bunu bekler gibi hepimiz kalktık.
Yorucu bir gün olmuştu hepimiz için. İyi bir dinlenmeye ihtiyacımız vardı belki fakat benim hiç uykum yoktu.
Babam önde abim arkasında onun önünde Kaan ve en arkada ben olmak üzere sırayla merdivenleri çıktık. Abim ve Kaan odalarına girince babam arkasını döndü bir anlığına.
“Yarın beraber hastaneye gidelim. Sonra seni okula bırakırım.” dedikten sonra hiçbir şey söylememe fırsat vermeden siyah kapılı odasına girdi ve arkasından kapıyı sertçe kapattı.
El mahkum odama gittim bende. Kapıyı açınca bir anlığına burnuma dolan sigara kokusuna karışmış parfümüm ile gülümsedim ve kapıyı kapattım.
Açık kalmış camdan dolayı soğuk olan odam içimi ürpertse de umursamadım ve hızla camı kapattım. Gözlerim yatağıma yöneldiğinde hiç istemesem de uyumak zorunda olduğum aklıma geldi. Giyinme odasına koştum kaynağını bilmediğim bir coşkuyla. Hızla üzerime geçirdiğim eşofman takımı ile içeri geri döndüm.
Yatakla süren kısa bakışmamız ile benim yatağa yatmama karar verdik. Uyumaktan bahsetmiyorum, yattım sadece. Yorganı kaldırıp usulca içine sığındım.
***


Loading...
0%